Ali Babacan’dan Ahmet Davutoğlu’nun “Birleşme” Teklifine Ret

14 Mayıs’ta yapılan milletvekili genel seçimlerine Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) listelerinden giren Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi 15, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi 10, Demokrat Parti ise 3 milletvekilliği kazandı.

Seçimlerin ardından, 3 parti arasında “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde grup kurma” konusuna ilişkin DEVA Partisi’nden yazılı bir açıklama geldi. Açıklamada Gelecek Partisi lideri Davutoğlu’nun “birleşme” önerisine ilişkin de bilgi verildi.

Açıklamada, “Gelecek Partisi Genel Başkanı Sayın Davutoğlu, Gelecek Partisi ile DEVA Partisi’nin birleşmesiyle ilgili Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’a bir model önerisi getirmiştir. Önerilen birleşme modeli, parti yönetiminde çift başlılık ve mesaj karmaşasına yol açacağı ve sürdürülebilir olmayacağı gerekçeleriyle uygun bulunmamıştı” denildi.

Açıklamanın tamamı ise şöyle:

DEVA Partisi, kurulduğu ilk günden bu yana diğer siyasi partilerle diyalog ve işbirliği süreçlerini çok önemli görmüş, genel seçimler öncesinde 6 siyasi partiyle beraber yapılan çalışmalar bu işbirliğinin en ileri örneğini sergilemiştir.

Bilindiği üzere genel seçimler sonrasında TBMM’de grup kurma ve birleşme konularında DEVA, Gelecek ve Saadet Partileri arasında çeşitli seçenekler üzerinde bir görüşme ve değerlendirme süreci yaşanmıştır.

Gelecek Partisi Genel Başkanı Sayın Davutoğlu, Gelecek Partisi ile DEVA Partisi’nin birleşmesiyle ilgili Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’a bir model önerisi getirmiştir. Önerilen birleşme modeli, parti yönetiminde çift başlılık ve mesaj karmaşasına yol açacağı ve sürdürülebilir olmayacağı gerekçeleriyle uygun bulunmamıştır.

Öte yandan, üç partinin kendi tüzel kişiliklerini korurken belli sayıda milletvekili vererek yeni bir çatı parti kurmak suretiyle ortak grup oluşturma modeliyle ilgili DEVA Partisi içinde kapsamlı değerlendirmeler yapılmıştır.

Yetkili kurullarımızda yapılan görüşmelerde, mecliste grup kurmanın önemli olacağı vurgulanmış, ancak söz konusu modelin vatandaşlarımızca doğal karşılanmayacağı, zihin karmaşasına yol açacağı, yönetişim sorunları çıkaracağı ve partilerin kendi öz kimliklerinin gelişimini engelleyeceği yönündeki görüşler ağırlık kazanmıştır. Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan, bu grup kurma modeliyle ilgili olumsuz görüşleri Sayın Davutoğlu ve Sayın Karamollaoğlu ile paylaşmıştır.

Siyasi partiler arasındaki diyalog ve işbirliğini çok kıymetli gören DEVA Partisi, önümüzdeki dönemde farklı seçenekleri görüşmeye ve değerlendirmeye hazırdır.

Paylaşın

CHP’li Karayalçın: Yüzde 48 Bizim Oyumuz Değil, Biz Yüzde 25 Oy Aldık

CHP’de yaşanan “Değişim” tartışmalarına değinen Murat Karayalçın, “Biz sosyal demokratız, solcuyuz. Özeleştiri solun temel kurumlarından birisidir. Yani özeleştiri seansları yapılır, hatta özeleştiride bulunanın konuşması yeterli görülmeyince “Biraz daha özeleştiri yap” denir. Kemal Bey gerçekten çok ciddi, yoğun ve bence başarılı bir çalışma yaptı. Ama bu yanlış yorumlanıyor” dedi ve ekledi:

“Bazıları Kemal Bey’in cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 48 oy almasını başarı olarak yorumlayabiliyor. O yüzde 48 bizim oyumuz değil. O yüzde 48’in yüzde 25’i bizim oyumuz. Geri kalanı “Tayyip Erdoğan Gitsin Partisi”nin mensuplarının oyları. Bu bir başarısızlık bizim için. Bunu geçiştirmememiz gerekiyor. Çıkış yolu budur diye düşünüyorum, tartışacağız, eleştireceğiz, özeleştiri yapacağız.”

Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) kıdemli isimlerinden eski Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) Genel Başkanı ve eski Dışişleri Bakanı Murat Karayalçın, partinin içinden geçtiği sürece ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Gazete Duvar‘a röportaj veren Karayalçın, sorulara yanıtları şöyle:

CHP’de seçim sonrasında değişim tartışmaları var. Sizce CHP’de ne değişmeli ve nasıl değişmeli?

Seçim sonrasında tartışmaların yapılmasını çok değerli buluyorum. Hepimizin ne düşündüğümüzü, ne önerdiğimizi, ne istediğimizi çok açık bir biçimde ortaya koymamız gerekiyor. Neyi istediğimizi tam olarak ortaya koyamazsak istediğimiz sonuçları da alamayız. Ben kendi adıma bir dönüşüm talebinde bulunuyorum. Dönüşmesini istediğim şey de Cumhuriyet Halk Partisi’nin örgüt yapısıdır. Cumhuriyet Halk Partisi’nde yeni bir siyasi mimariye gereksinim olduğu iddiasındayım. Aslında bunu çok uzunca yıllardır söyleyegeldim, yeni ortaya çıkmış bir şey değil. “Daha önceki yıllarda yapılmayanı acaba şimdi yapabilir miyiz, yapılmasına ben katkıda bulunabilir miyim?” diye düşünerek bunları seslendiriyorum.

Nasıl bir dönüşümden bahsediyorsunuz?

Uzunca yıllardır Cumhuriyet Halk Partisi’nin örgüt kapasitesi kullanılamadı. CHP örgütü yıllardır ve bu seçimde de düşük kapasiteyle çalıştı. Bunun nedeni bir siyasi parti örgütünün sahip olması gereken üç işlevin eş zamanlı ve eşdeğerli olarak örgüt tarafından üstlenilememesi. Bu üç işlevin birincisi örgütün siyaseti belirlemesidir. Ama uzun yıllardır Cumhuriyet Halk Partisi’nde siyaseti örgüt değil oligarşik bir yapı belirliyor. Bu oligarşik yapı; genel merkezde, genel merkez yöneticilerinin, danışmanların oluşturdukları bir yapı. Örgüt bu sürecin içinde maalesef yer alamıyor. Dolayısıyla örgüt tepeden belirlenmiş parti siyasetini içselleştiremiyor, yurttaşlarımıza taşıyamıyor.

İkinci temel işlev örgütün partinin milletvekili adaylarını, belediye başkan adaylarını, belediye meclis üyesi, il genel meclis üyesi adaylarını belirleyebilmesidir. O da olmuyor. O oligarşi adayları da belirliyor.

Üçüncü işlev, ‘olağan işler’ diyeceğim broşür, pankart, afiş, seçim güvenliği gibi işlerdir. CHP örgütü çok uzun yıllardan bu yana yalnızca bu işlerle sınırlı tutuluyor.

Şimdi bu üç temel işlevden yalnızca birisi olursa örgüt kapasitesini kullanamamış olursunuz. Bu seçimde de CHP’nin örgütünün kullanılamadığını üzüntüyle görüyorum. Bu yapı bizi tembelleştirdi. Bir siyasi tembellik yaşadık, hala yaşıyoruz. Yani örgüt işlevini tam olarak yerine getiremeyince kolay yollara sapmaya başlandı. Örneğin dedik ki “Okkalı birisi gelsin, çok iyi hitabeti olsun. Çok çalışsın. Masaya yumruğunu vursun.” Bir “beyaz atlı prens ya da prenses bekleyişi” diyorum buna. “Birisi gelsin ve bunları yapsın.” Madem ki örgüt tam kapasiteyle çalışamıyor, böyle olsun. Ya da “Madem ki sahadan oy alamıyoruz, bari sağdan transfer yapalım” anlayışı var. Bu da siyasi tembelliğin bana göre başka bir örneği.

“Bir sabah uyanıyorsunuz parti yönetimi ‘Sol diye bir şey yok’ diyor”

Sorumlusu kim bu siyasi tembelliğin ve oligarşik yapının?

Hepimiziz. Tüzükler partilerin anayasalarıdır. Devletlerin de anayasası var. Devletlerin anayasalarının ihlal edilmesi durumunda ne yapılacağı bellidir. Anayasa Mahkemesi’ne gidersiniz. Ama mesela siz sol bir partiye üye olduğunuzu düşünüyorsunuz ama bir sabah uyanıyorsunuz parti yönetimi demiş ki “Sol düşünce arkaik bir düşüncedir. Zaten sağ – sol diye bir şey de kalmamıştır.” (Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2018’de muhafazakar aydınlarla buluşmasında söylediği belirtilen sözler) Birdenbire tercih etmediğiniz, istemediğiniz bir yapının içinde kalıyorsunuz. Yani programınız ihlal ediliyor. Devlet anayasaları ihlal edildiğinde gidilen bir yer var da partinin hukuku ihlal edildiğinde nereye gideceğiz, nereye başvuracağız? Bir bardak su mu içeceğiz? Bir başka düzene ihtiyacımız var. Partiyi yeniden yapılandırırken o yapı taşlarının arasına bir de bunu koyabilmeliyiz. Bunun için bir özel bir şeyi düşünmemiz gerekiyor.

“Sağ – sol diye bir şey kalmamıştır” sözlerinin parti hukukunun, programının ihlali olduğunu söylüyorsunuz. Genel merkez yönetiminin ve Kemal Kılıçdaroğlu’nun parti hukukunu ihlal ettiği sonucunu mu çıkarmalıyız? 

Genel olarak partimizde program ihlalleri, tüzük ihlalleri oluyor. “Sol diye bir düşünce kalmamıştır. Sağ – sol zaten aynıdır” ifadesi bir ihlaldir. Cumhuriyet Halk Partisi programında kendisini çok açık olarak solcu, Atatürkçü ve aydınlanmacı olarak tanımlıyor. Biz buyuz. Bu değiştirilemez.

Biraz önce bahsettiğiniz oligarşik yapıya karşı ne yapılması gerekiyor? Siyasi tembellik nasıl sonlanır?

Cumhuriyet Halk Partisi örgütü yeniden yapılandırılmalı, merkez örgütü, merkez yapısını değiştirmeliyiz. Cumhuriyet Halk Partisi’nin taşra örgütünün yapısı da değişmeli.

Yalnız şunu söyleyeyim tüzük konusuna yaklaşımımız bana göre çok doğru değil. Tüzük bir siyasi partinin toplumsal ve siyasal tasarımının maddeleştirilmiş şeklidir. Yani sizin önce bir tasarımınız olmalı parti olarak. Sonra o tasarım tartışılmalı ve sonra maddeleştirilmeli yani tüzük şekline getirilmeli. Böylelikle işin bütünselliğini sağlamış olursunuz. Parça parça tek tek maddelerle uğraşılmamalı.

Burada birkaç temel soru var tartışmamız gereken. Bir tanesi şu; siyasi partiler yasası askeri yönetim tarafından çıkarılmış ve Türkiye’nin bütün siyasi partilerine dikine hiyerarşik devlet tipi bir örgütlenmeyi zorunlu olarak getiriyor. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin devlet tüzel kişiliğinin yerel yönetimler üzerinde hangi yetkisi varsa, vesayet yetkisinden söz ediyorum, aynı yetkiyi siyasi parti genel merkezlerine veriyor. Bu yasaya uymak zorunluluk. Ama bu zorunluluğun dışında bizim kendimize göre, kendi tercihimizle farklı adlarla örgütlenebileceğimiz yerler olabilmeli. Ben büyük bölge projelerinde örgütlenmenin doğru olduğunu düşünüyorum. Örneğin Konya Ovası sulama projesi. Orada örgütlenmeliyiz biz. Sosyal demokrasi dediğin de budur zaten.

İkincisi de şu; biz mahalleden başlayarak yetkilerimizi delege ederek gidiyoruz. Partiliden aldığımız bu egemenliği biz nasıl kullanacağız? Tartışmalar şu anda merkezde yoğunlaşıyor. “Güçlü Genel Sekreter olmalı” lafı var ortada. “Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin seçimle gelmesi düşünülmeli” lafı var ortada. Bu merkezde yoğunlaştırılmış yetkiyi dengelemek amacıyla düşünülen şeyler. Peki örgütler ne olacak? Yani yetkiyi tümüyle merkezde toplayıp, merkezde paylaştırmak mı doğru? Yoksa yetkiyi merkezle örgütler arasında paylaştırmak mı daha doğru?

Siz farklı bir şey mi öneriyorsunuz?

Evet, ben farklı bir şey öneriyorum. Bugün genel başkan Merkez Yönetim Kurulu üyelerini kendi kararıyla tayin ediyor, atıyor. Ve onlara hangi görevleri vereceğini de kendisi belirliyor. Biz yetkiyi merkezde yoğunlaştırmayı tercih etsek bile o yetkiyi nerede parçalamamız gerektiğini düşünebilmeliyiz. Ben şöyle düşünüyorum; Parti Meclisi olabildiğince bağımsız olarak seçilmeli, çarşaf listeyle seçilmeli. Genel başkan Parti Meclisinin seçimi için kurultaya liste sunmamalı. Kim o performansı, başarıyı gösteriyorsa gelmeli ve Parti Meclisi çok çoğulcu bir yapıda olmalı.

Bizim 60 tane Parti Meclisi üyemiz var ve bu 60 kişi iki ayda bir toplanıyor. Bunun içinde kadın ve gençler de var. Ama bu sistem hiçbir işe yaramıyor. Benim önerim Parti Meclisi üye sayısını 200’e çıkarmak. Bu 200’ün 81’i, 81 ili temsilen iller tarafından seçilmeli. Bunlar doğrudan Parti Meclisine girmeli.

Geriye kalanlar kurultay tarafından seçilmeli ve seçilirken bazı siyasi tartılar kullanılmalı. Yani seçimde başarı elde etmiş illere ve bölgelere puan verilmeli ki onlar daha fazla temsil edilebilsinler. Yani başarıyı özendiren bir şey.

Niye 200 kişi? TBMM’deki ihtisas komisyonları gibi komisyonlar kurulmalı. Sayısı artırılabilir. Bunlar sürekli komisyon olmalı. Başkanvekilleri, sekreteryaları olmalı. Burası bizim enderunumuz. Yani gençlerimizi ve kadınlarımızı yetiştireceğimiz yer burası. Bu çalışmalar yalnızca masa başı çalışmalar olmayacak. Mesela tarım komisyonu üyeleri İç Anadolu sulama projesine gidecek. Üreticiler CHP’li gençlerin, kadınların, komisyon üyelerinin geldiğini, proje üzerinde çalıştıklarını görecekler. Ne bileyim Dışişleri Komisyonu üyesi, gençlerimiz, kadınlarımız ve öteki partililerimiz Kosova’ya gidecekler, Balkanlar’da, Kafkaslarda, Kıbrıs’ta, Suriye’de çalışmalar yürütecekler.

Aday belirleme süreçleri için de öneriniz var mı?

Direkt ve sadece aday belirleme süreciyle ilgili değil ama süreci etkileyecek bir önerim var. Bütün partililerimiz için bir puantaj sistemi öneriyoruz. Dört yaşamsal parametre var. Birincisi eğitim. Bütün partililer o eğitimden geçecekler. Eğitimden geçmiş partililer 0,40 puan alacaklar. Bu eğitim “Atatürk 19 Mayıs’ta Samsun’a çıktı” eğitimi değil. Nitelikle, katılacağı saatler belirli olacak. Dünya genelinde çıkan 4 önemli makalenin özeti istenecek mesela.

Bir diğer parametre parti görevlerinin yapılması. Ben bunu AKP’lilerden gördüm İstanbul’da. Mitinge gelen, karşılamaya giden puan alacak; 0,30 puan.

Üçüncüsü aidat. Mutlaka ama mutlaka olacak. Burada katı davranmalıyız. Bir lira olsa bile o aidiyetini ifade etmeli.

Dördüncüsü de kıdem. Kıdeme de 0,10 puan, en düşük puanı kıdeme veriyoruz.

Bu dört parametrede belirli bir puanı toplayanlar milletvekili adayı olacaklar, belediye başkanı adayı, meclis üyesi adayı olacaklar. “Şu kadar puanı toplayamazsan aday olamazsın” diyeceğiz. “Şu kadar puanı toplayanlar da adayları seçecek noktaya gelecekler” diyeceğiz.

Çok ana hatlarıyla bunlar olmalı. Yapısal dönüşümü ben böyle görüyorum. Bu yeterli olmayabilir, yanlış olabilir. Şimdi ben diyorum ki kıdemli partili kimliğimle, “Ey partili sen de görüşünü söyle. Sen de katkıda bulun.” Yani mesele Ahmet gitsin, Mehmet gelsin meselesi değil.

Güncelde devam eden tartışmalar da var. Kongreye giden süreçte isimler, değişim gerekliliği yüksek sesle ve biraz da sert bir şekilde tartışılıyor. Nasıl gözlemliyorsunuz bu tartışmaları?

O tartışma tabii ki yararlı. Yapanları da katiyen kınamıyorum, yapılsın. Benim bir tek kırmızı çizgim var; partinin bütünlüğü. Tartışalım ama partinin bütünlüğünü koruyalım.

Partinin bütünlüğünün bozulacağına, bölüneceğine dair endişeleriniz var mı?

Belki aşırı duyarlılık gösteriyor olabilirim ama dünya geneline bakıyorum, dünya genelindeki solun durumuna bakıyorum, Hindistan’a bakıyorum; Hindistan’ı kuran parti, kongre partisi solcu, cumhuriyetçi, laik bir partiydi. Şimdi Hindistan’da, Hindistan tarihinin en dinci yönetimi var. İsrail’e bakıyorum; İsrail İşçi Partisi İsrail’i kuran partidir, tıpkı CHP gibi onlar da solcu, laik kadrolar. Şimdi silindiler, İsrail tarihinin en dinci koalisyonu var. İtalya’da Mussolini çizgisindeki bir faşist kadın siyasetçi İtalya’nın başbakanı. Alman sosyal demokratları yüzde 15’e indi. İsveç’i sağcılar yönetiyor. Dünya solu böyle bir kırılganlık yaşıyor. Bu bana huzursuzluk veriyor. Yani ben bundan hareketle endişe ediyorum. Kırmızı çizgimiz ifadesini kullanmamın nedeni bu kaygım.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimden sonra çok uzun süren bir sessizliği oldu ve sonrasında da yaptığı açıklamalarda özeleştirel bir tutum sergilememekle eleştirildi. Nasıl yorumlarsınız?

Biz sosyal demokratız, solcuyuz. Özeleştiri solun temel kurumlarından birisidir. Yani özeleştiri seansları yapılır, hatta özeleştiride bulunanın konuşması yeterli görülmeyince “Biraz daha özeleştiri yap” denir. Kemal Bey gerçekten çok ciddi, yoğun ve bence başarılı bir çalışma yaptı. Ama bu yanlış yorumlanıyor. Bazıları Kemal Bey’in cumhurbaşkanlığı seçiminde yüzde 48 oy almasını başarı olarak yorumlayabiliyor. O yüzde 48 bizim oyumuz değil. O yüzde 48’in yüzde 25’i bizim oyumuz. Geri kalanı “Tayyip Erdoğan Gitsin Partisi”nin mensuplarının oyları. Bu bir başarısızlık bizim için. Bunu geçiştirmememiz gerekiyor. Çıkış yolu budur diye düşünüyorum, tartışacağız, eleştireceğiz, özeleştiri yapacağız.

CHP Grup Başkanı Özgür Özel’le görüştünüz. Gündeminizde ne vardı?

Kutlamaya gittim. Grup Başkanlığı ile ilgili bizim yaşadığımız süreçleri konuştuk. Size anlattığım konuları, düşüncelerimi söyledim. Ama genel başkan adaylığı ile ilgili konulara girmedim. Ama adaylık gayet doğal hakkıdır.

Yerel seçimler yaklaşıyor. CHP’nin stratejisi ne olmalı?

Bu seçimlere yalnızca içimizdeki tartışmaları sonlandırarak, uygun olduğunu düşündüğümüz arkadaşlarımızı önererek hazırlanmamızı yeterli bulmuyorum. Türkiye’nin kentlerini nasıl yöneteceğimize ilişkin bir yerel yönetimler programımız olmalı. Türkiye’nin kentlerinde yaşanan can yakıcı sorunları nasıl çözeceğiz? Konut sorununu nasıl çözeceğiz? Bunu anlatmalıyız. Bir kurultay olmalı. Yalnızca yerel yönetimler için birkaç günlük bir kurultay yapabilmeliyiz. Kent hakkı gibi yeni kavramları tartışabilmeliyiz. Yurttaşlarımızı, kentlerde yaşayan seçmenleri heyecanlandırabilmemiz, onlara umut taşıyabilmemiz de buna bağlı.

Seçimin ikinci turunda daha sert, daha milliyetçi bir söylem inşa etti Kılıçdaroğlu. Vatan Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ile de bir protokol imzalandı. 14-28 Mayıs arasında tercih edilen politik tutum yanlış mıydı?

Sayın Ümit Özdağ’la Genel Başkanımızın imzaladığı protokolü doğru bulmuyorum. “Anayasanın ilk 4 maddesini kabul ediyorum” diye bir metni bize kimse imzalatamaz. Çünkü o zaten bizim. Bizim maddelerimiz. Onu biz getirdik. Kim, kim oluyor da bize “Şunu da hele bir protokole bağlayalım” diyor. Öyle şey olur mu? Ya da kayyum konusundaki uygulamalar kabul edilebilir mi? Yerel iradeyi hiçe sayan bir şey olabilir mi? Belediye başkanının hüküm giymesi söz konusuysa onun yerine devlet memuru niye geliyor? Belediye meclisinden seçsene.

Paylaşın

Eski Rusya Başbakanı Kasyanov: Putin İçin Sonun Başlangıcı

Eski Rusya Başbakanı Mikhail Kasyanov, Wagner Grubu’nun lideri Yevgeni Prigojin’nin Vladimir Putin’in istikrarını yok ettiğini ve hayatının da soru işareti olacağını söyledi. Kasyanov, “Putin çok büyük bir problemin içinde ve bu sonun başlangıcı” ifadelerini de kullanıyor.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Wilson Center’dan Lucian Kim’e göre de yaşananlar Putin için sonun başlangıcı. Kim ABD yayın kuruluşu NPR’ın eski Moskova şefi.

Paralı silahlı grup Wagner’in başkent Moskova’ya bir direniş görmeden kolayca yaklaşabilmesinin Cumhurbaşkanı Vladimir Putin’i oldukça zayıf gösterdiği yorumları yapılıyor.

Wagner Grubu şefi Yevgeni Prigojin Belarus Devlet Başkanı Lukaşenko’nun arabulucuğunda varılan uzlaşmayla savaşçılarını Moskova yolundan geri çevirmiş ve Belarus’a gitmeyi kabul etmişti. Yevgeni Prigojin’in Belarus’a gittiğine dair henüz bir haber kamuoyuna yansımış değil.

2000-2004 yılları arasında Rusya Başbakanı olan Kasyanov bu açıklamasını BBC’ye yaptı. Kasyanov’a göre Prigojin Belarus’a gidecek ama oradan Afrika’ya, bir ormanlık bölgeye gidecek çünkü Putin onu affetmeyecek.

Kasyanov, Yevgeni Prigojin’in Putin’in istikrarını yok ettiğini ve hayatının da soru işareti olacağını belirtiyor. Mikhail Kasyanov, “Putin çok büyük bir problemin içinde ve bu sonun başlangıcı” ifadelerini de kullanıyor.

Washington merkezli düşünce kuruluşu Wilson Center’dan Lucian Kim’e göre de yaşananlar Putin için sonun başlangıcı. Kim ABD yayın kuruluşu NPR’ın eski Moskova şefi.

Putin, Yevgeni Prigojin’le uzlaşıya varılmadan önce silahlı başkaldırının arkasında olanların cezalandırılacağını belirtmiş ve bunu vatan hainliği olarak nitelemişti.

Kremlin sözcüsü Peskov, Putin’in Yevgeni Prigojin ve güçlerinin serbest kalmasına onay vermesinin amacının kan dökülmesini ve iç çatışmayı önlemek olduğunu belirtti.

Uzmanlar bunun Putin’in zayıf görülmesine neden olabileceğini vurguluyor. Amerika’nın eski Ukrayna Büyükelçisi John Herbst CNN’e yaptığı açıklamada Putin’in bu olay nedeniyle küçük düştüğünü kaydetti.

Merkezi Washington’da bulunan The Institute for the Study of War adlı düşünce kuruluşu Prigojin’in isyanının Kremlin ve Savunma Bakanlığı’nda zayıflığı gözler önüne serdiğini belirtti.

Düşünce kuruluşuna göre Kremlin isyana uygun bir karşılık verme konusunda zorlandı ve bunun nedenlerinden biri de muhtemelen Ukrayna’daki ağır Rus kayıpları.

Düşünce kuruluşu, Yevgeni Prigojin’in emir vermesi halinde savaşçılarının muhtemelen Moskova’nın dış mahallelerine ulaşmış olacağını da kaydetti.

Moskova da buna hazırlanıyordu. Kentin güneyinde zırhlı araçlar ve askerler konuşlandırıldı. 3 bin Çeçen savaşçı Ukrayna’daki savaştan çekilerek Moskova’ya hızlıca gönderildi.

Wagner Grubu Moskova’ya 200 km kadar yaklaştı. Ama Lukaşenko’nun arabulucuğunda uzlaşıya varılması sonrası Yevgeni Prigojin Rus kanını önlemek için geri çekilmeye karar verdiğini açıkladı.

Yevgeni Prigojin’in uzlaşma sonrası Rus Rostov kentinden çekilirken halk tarafından gösterilen sevgi gösterisi de dikkat çekti.

Prigojin, Rus güçlerin savaşçılarına saldırdığını açıklamasının ardından güçlerine Moskova’ya gitme emri vermiş ve çatışmadan Rostov kentini ele geçirmişti.

Ukrayna’da Bakhmut kenti için yapılan çatışmalar sırasında Yevgeni Prigojin, Rus Savunma Bakanı ve Genelkurmay Başkanı’nı sert şekilde eleştiren açıklamalar yapıyordu.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

ABD’de 6 Ayda 700 Çocuk Silahla Bağlantılı Şiddette Yaşamını Yitirdi

Amerika Birleşik Devletleri’nde (ABD) bireysel silahlanma ve silahlı şiddet uzun yıllardır önemli sorun olarak öne çıkıyor. Son aylarda ise ülkede yaşanan silahlı saldırılarda gözle görülür bir artış yaşanıyor.

ABD’de faaliyet gösteren Bağımsız Silah Şiddeti Arşivi’ne göre; 2023 yılının ilk altı ayında yaklaşık 700 çocuk silahla bağlantılı şiddette hayatını kaybetti.

Eski bir asker olan bir anne problemle mücadele için Washington’da toplumun çeşitli kesimleriyle birlikte çalışıyor.

Jawanna Hardy eski bir asker, bir anne ve Washington’da yaşıyor. Hardy, Amerika’da silah bağlantılı şiddette ölüm oranlarının arttığını gözlemleyerek 2018’de “Guns Down Friday” adlı bir grup organize etmeye karar vermis. Amaç, silah şiddetinin azaltılması.

Hardy, “Başkentin sokakları savaş alanından kötü ve gerçekten bunu değiştirmek istedim. Korkutucu, çocuklarınıza belli kişilerden uzak durmalarını söylemek korkutucu ama bu toplu saldırılar karşısında başka ne yapabilirsiniz?” diyor.

Her Cuma, Hardy Washington’ın mahallelerinde aracını sürüyor. Silahla bağlantılı olayların artmasıyla çocuklarla ve ailelerle buluşuyor, şiddeti azaltmak ve bölge insanına yardımcı olmak için.

Grup, genç cinayetlerinden, intiharlardan etkilenenler ve ruh sağlığı sorunları yaşayanlar için kaynaklar ve programlar sağlıyor.

Hardy, grubun ayrıca diğer konularla ilgili de kent yetkilileriyle çalıştığını belirtiyor, karanlık olan bölgelere sokak lambalarının yerleştirilmesi gibi.

Hardy, “Gittiğimiz bir mahallede saldırganların çalılıklardan geldiğini gördük. Çocuklara sorduk, toplumunuzdaki silah şiddetinin nasıl sona erdirirsiniz diye. Onlar da çalılıkları keseriz ve ne olup bittiğini görürüz dediler. Biz de kent konseyi üyesine ulaştık ve çalıların kesilmesini sağladık” diyor.

13 yaşındaki Makaya King-Brooks bir gönüllü ve kendisinin de silahlı saldırıya maruz kaldığını belirtiyor. Brooks, “O zaman da hala gençtim. Penceremin yanına gitmeye korkuyordum. Bilmiyorum. Gerçek bir paranoyak olmuştum” ifadelerini kullanıyor.

13 yaşındaki Rashaad Bates de birkaç yıl önce iyi bir arkadaşını silah şiddetinde kaybetmiş. Hardy’le buluşup konuşmalarının ona yardımcı olduğunu söylüyor.

Bates, “Kızgınım ve aynı zamanda üzgünüm de. Eğer duygusallaşırsam bayan Hardy hemen burada oluyor ve benimle konuşuyor” diyor.

Çocuk psikologları silah şiddetiyle ilgili haber izleme ya da okumanın bile çocukların sağlığını etkileyebileceğini, ruh halinde sarsıntılara, uyku bozukluklarına, iştahsızlığa neden olabileceğini belirtiyor. Ama genellikle ailelerin bu belirtileri ciddi psikolojik sorunlara dönüşmeden önleyebileceğini de vurguluyorlar.

Çocuk psikoloğu Daniel Marullo, “Anne-babaların çocuklarıyla konuşması çok yardımcı olabilir. Birlikte bir film izliyorsunuz ve bir silahla vurulma anı var. Çocuğunuzla bu konuda konuşmak için bir fırsat. Nasıl olacak, bunu nasıl ele alacak?” şeklinde konuşuyor.

Silah Şiddeti Arşivi’ne göre sene başından Mayıs ayının sonlarına kadar yaklaşık 700 çocuk silah şiddetinde yaşamını yitirdi.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Putin, Otoritesini Büyük Oranda Kaybetti

Dış politika uzmanı Norbert Röttgen, Yevgeni Prigojin liderliğindeki Wagner Grubu’nun Moskova’ya ilerlemesi ile ilgili olarak, “Bu bir buçuk gün Putin’in otoritesine ağır bir darbe indirdi” ifadesini kullandı.

Wagner Grubu lideri Prigojin’in, “Putin’in adamı” olduğunu belirten Röttgen, bu kişinin bir darbe teşebbüsünde bulunmuş olmasının, “Putin’in başarısızlığı” anlamına geldiğini savundu.

Röttgen, Wagner Grubu’nun Moskova’ya yürüyüşünü neden durdurmuş olabileceğine yönelik bir soruya da, “Yapılan anlaşmanın tüm detaylarını belki de bilmiyoruz. Ancak Prigojin’in, askeri ve siyasi anlamda kendi gücünü olduğundan fazla gördüğüne dair işaretler var” yanıtını verdi.

Almanya’nın ana muhalefet partisi CDU’nun (Hristiyan Demokrat Birlik) önde gelen isimlerinden, dış politika uzmanı Norbert Röttgen, Rusya’da yaşanan iktidar mücadelesinin, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in otoritesinde büyük hasara yol açtığını dile getirdi.

Röttgen, Rheinische Post ve General Anzeiger gazetelerine verdiği röportajda, Yevgeni Prigojin liderliğindeki Wagner Grubu’nun Moskova’ya ilerlemesi ile ilgili olarak, “Bu bir buçuk gün Putin’in otoritesine ağır bir darbe indirdi” ifadesini kullandı. Wagner Grubu lideri Prigojin’in, “Putin’in adamı” olduğunu belirten Röttgen, bu kişinin bir darbe teşebbüsünde bulunmuş olmasının, “Putin’in başarısızlığı” anlamına geldiğini savundu.

Belarus Devlet Başkanı Aleksandr Lukaşenko’nun arabuluculuğu sayesinde krizin sona erdirilebildiğini vurgulayan Alman siyasetçi, “Putin darbecileri cezalandırmaktan kaçınmak zorunda kaldı, bir zayıflık emaresi daha” diyerek, Rusya Devlet Başkanı’nın bir daha eski gücüne kavuşamayacağını öne sürdü.

Röttgen, Wagner Grubu’nun Moskova’ya yürüyüşünü neden durdurmuş olabileceğine yönelik bir soruya da, “Yapılan anlaşmanın tüm detaylarını belki de bilmiyoruz. Ancak Prigojin’in, askeri ve siyasi anlamda kendi gücünü olduğundan fazla gördüğüne dair işaretler var” yanıtını verdi.

Rusya’da 24 saatte neler yaşandı?

Rusya’da uzun bir Haziran günü ve gecesi, paralı asker grubu lideri Yevgeni Prigojin isyana kalkışarak askeri konvoyunu Moskova yakınlarına kadar gönderdi. Bu kalkışma, Rusya’da Vladimir Putin’in iktidardaki gücü hakkında da soru işaretleri ortaya çıkardı.

Putin, eski müttefiki olan Prigojin’i ihanetle, silahlı isyan başlatmakla ve “ülkeyi sırtından bıçaklamakla” suçladı.

Cumartesi günü, Prigojin’in geri adım atmasıyla ve askerlerini geri çekerek isyanı durdurmasıyla son buldu. Prigojin, “24 saat içerisinde Moskova’nın 200 kilometre yakınına kadar ilerledik. Bu sürede askerlerimizin tek bir damla kanı bile akmadı” dedi.

Prigojin, bu hamlesini bir darbe girişimi değil, “adalet yürüyüşü” olarak tanımlamakta ısrarcı. Adı ne olursa olsun, bu girişimi hızlı bir şekilde sona erdi.

Ukrayna’da aylardır Rusya’nın operasyonunda kilit rol oynuyordu. Özellikle de Rus hapishanelerinden topladığı binlerce paralı askerle işgalin parçasıydı.

Aslında Moskova’daki askeri yetkililerle arasının bozuk olduğu uzun süredir biliniyordu. Ancak bu durum, Wagner güçlerinin 1 Temmuz’dan itibaren Rus ordusunun kontrolüne gireceğinin bildirilmesinden sonra açık bir isyana dönüştü.

Wagner savaşçıları, Ukrayna’nın işgal edilen doğu bölgelerinden sınırı geçerek Rusya’nın güneyindeki Rostov’a geldi. Buradan da M4 otoyolunu kullanarak Voronej üzerinden Moskova yolunu tuttu.

Bu durumun, Rusya’nın 16 aylık Ukrayna işgali serüveninde dönüm noktası olduğu hissediliyordu. Ancak Wagner’in askerleri kuzeye doğru ilerledikçe, Belarus lideri Lukaşenko’nun arabuluculuğunda bir anlaşma yapıldığının haberleri geldi.

Buna göre Prigojin Belarus’a gidecekti, Wagner askerleri ise Rus ordusuna entegre edilecekti. Hikayenin bu kadar basit sona ereceğine kimse inanmasa da bu tablo Prigojin’in hem savaşta hem de Rusya’da yolun sonuna gelmesi anlamına gelebilir.

Belarus’a doğru hareket eden Prigojin’in hakkındaki suçlamaların da düşürüleceği belirtildi. Tüm bunlar hiç kan akmadan mı gerçekleşti? Bu kısım biraz belirsiz çünkü en azından bir askeri helikopterin düşürüldüğü gibi bilgiler paylaşılmıştı.

Tüm bunların Putin’i nasıl bir duruma soktuğu da ayrı bir tartışma konusu olacak. Prigojin, Ukrayna’da savaşan askerlerine yeterli silah ve cephane desteğinin verilmediğini söyleyerek aylardır Savunma Bakanı Sergey Şoygu’yu ve Genelkurmay Başkanı Valeri Gerasimov’u hedef alıyordu.

Putin Ukrayna’da savaşan tüm paralı askerlerin Rus ordusu ile sözleşme imzalamasına yönelik kararın arkasında durdu. Ancak Prigojin bunu reddetti.

23 Haziran’da Prigojin uzun bir konuşma yaparak, savaşın tüm meşruiyetinin bir yalan olduğunu söylemişti. Ona göre “küçük bir grup serseri”, kendi gelecekleri için Rus halkını ve başkanı kandırmak istiyordu.

Prigojin orduyu, Ukrayna’daki adamlarına yönelik ölümlü bir füze saldırısından sorumu tuttu ve ordu bu iddiayı reddetti. Cuma gece saatlerinde “adalet yürüyüşünün” başladığını söyledi. Sabah saatlerinde Prigojin’in askerleri Rostov’a ulaştı.

Rusya Federal Güvenlik Servisi (FSB), Prigojin hakkında hızla harekete geçti. Moskova bölgesi de “terörle mücadele” önlemleri altına alındı. M4 karayolu kapatıldı.

Cumartesi günü Putin de kameralar karşısına geçerek isyancıların yaptıklarını “sırtından bıçaklamak” diye tanımladı.Prigojin ise ülkeye ihanet ettiğini reddederek Putin’i ilk kez hedef aldı.

Prigojin, Ukrayna’daki Rus işgaline değil, bunun başındaki askeri yetkililere karşı olduğunu söylüyor. Moskova’ya askerlerini yöneltmiş olmasına rağmen, Putin’in iktidarına karşı olmadığını da vurguluyor.

Ancak hızla gelişen durum karşısında, Putin birkaç saatliğine kontrolü yitirmiş bir lider görüntüsü verdi.

Cumartesi akşamı ise Belarus liderinin girişimiyle bir anlaşmaya varıldı. Prigojin Belarus’a gidecekti ve hakkındaki suçlamalar düşürülecekti.

Sonraki saatlerde Rostov’da bir araçla kenti terk ederken görüntülendi. Wagner birlikleri de kenti terk etmek üzere harekete geçti. Kent sakinlerinden Wagner lehine sloganlar atıldığı duyuldu.

Putin ise manevra alanı kalmamış ve kaosun hüküm sürdüğü bir ülkenin başkanı olarak güçsüz bir görüntü çizdi.

Belarus liderinin günü kurtarması ise oldukça tuhaf bir durumdu. 2020’de Lukaşenko’yu ülkesindeki protestoculara karşı savunan yine Rusya’ydı. Kiev yönetimi, Moskova için bu durumun küçük düşürücü olduğunu söyledi.

Ancak madalyonun bir diğer yüzü daha var: Ruslar Putin liderliğinin alternatifi olarak birkaç saatlik anarşi görüntüsüyle karşı karşıya kaldı.

Ordu da bu işin sonunda, tehlikeli olabilecek 25 bin kişilik bir gücü kendi çatısı altına sokmanın yolunu bulmuş oldu. Ancak bundan sonra liderleri Yevgeni Prigojin muhtemelen tüm bu tablonun dışında kalacak.

(Kaynak: DW Türkçe, BBC Türkçe)

Paylaşın

Eski Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’dan Uğur Dündar’a İstifa Çağrısı

Uğur Dündar’ın bugün yayınlanan köşe yazısıyla ilgili açıklama yapan Eski Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, “Uğur Dündar, söylemleri ve eylemleriyle hem Sayın Ali Koç’a, hem de Fenerbahçe’ye zarar vermektedir” dedi ve ekledi:

“Kendisini, bundan kısa bir zaman önce şahsıma bir arkadaşımız aracılığıyla iletmiş olduğu, askerliğimle ilgili “Tweetler atmaya kalkarsam efsaneler kestane olur” sözüyle ne kastettiğini anlatmaya, 23 Haziran 2023 Cuma günü Erman Toroğlu’nun yazısındaki bahsettiği, şahsıma yönelik galiz küfürlerin ima edildiği yazıya cevap vermeye, dışarıdan nasıl gözüktüğünü açıkça görmesi için son mali genel kurulumuzun kaydını tekrar izlemeye ve artık fiili olarak sürdüremediği Yüksek Divan Kurulu Başkanlığı koltuğundan istifa etmeye davet ediyorum.”

Eski Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, Uğur Dündar’ın bugün yayınlanan köşe yazısıyla ilgili açıklama yaptı.  Aziz Yıldırım’ın açıklamaları şöyle:

“23 Haziran Cuma günü yapmış olduğum açıklamaların ardından, bugün Uğur Dündar Sözcü Gazetesi’ndeki köşesinde söylediklerimle hiç ilgisi olmayan bir yazı kaleme almıştır.

Söz konusu gazeteci yazısında “Fenerbahçe Başkanı Ali Koç’a engel çıkarmadığı” için benim “tehditlerime” maruz kaldığını ifade ederek Tecahüli arif yapmış, edebiyatımızda sık kullanılan bilmezlikten gelme sanatından faydalanmaya çalışmıştır.

Öncelikle ifade etmek gerekir ki, Uğur Dündar’ın oturmuş olduğu makam, Fenerbahçe Başkanı’na zorluk çıkarabileceği bir yer olmamakla birlikte, o makam böyle bir kötülüğe alet edilemeyecek kadar da değerli ve kutsaldır. O koltuğun değerini ve ağırlığını halen kavrayamamış olan Uğur Dündar’ın, açıklamalarımla hiç ilgisi olmayan bu çocukça iddiası, hem Fenerbahçe Başkanı’na, hem de Yüksek Divan Kurulu üyelerine hakarettir. Maalesef söz konusu gazeteci bu satırlarıyla, basın toplantımdan gerekli payı kendisine çıkaramadığını kanıtlamıştır.

“Türk filmi tadında bir yazı yazmıştır”

Ben basın toplantımda, Fenerbahçe Yüksek Divan Kurulu Başkanı’nın görevini gerektiği şekilde yerine getiremediğini, Fenerbahçe’nin genel kurul ortamına siyaset girmesine doğrudan vesile olduğunu, seçilmeden önce bizlerden destek isterken, talebimiz üzerine siyasetle arasına mesafe koyacağı yönünde vermiş olduğu taahhütleri yerine getirmediğini, Erman Toroğlu’nun 23 Haziran Cuma günü yazmış olduğu yazıya cevap vermesi gerektiğini, ayrıca bana yazılı bir şekilde ilettiği bir tehdidi, hodri meydan diyerek kamuoyuna açıklaması gerektiğini ifade ettim. Uğur Bey ise bugün yazısında bunlarla tamamıyla ilgisiz Türk filmi tadında bir yazı yazmıştır.

Uğur Dündar’ın yüksek divan seçimleri öncesinde hangi fikirlerle şahsım ve arkadaşlarımın desteğini istediği, o süreç boyunca hangi ruh halinde hareket ettiği, eylemleri, Sayın Ali Koç ve yönetimiyle ilgili düşünceleri, bizim ona ne türde tavsiyelerde bulunduğumuz, seçildikten sonra Uğur Dündar’ın mevcut yönetim karşısında maruz kaldığı muamele ve bunu bize hangi ifadelerle aktardığı, bizim ona Fenerbahçe’ye yakışır doğrularla dilimiz döndüğü ve gücümüz yettiğince ne tür tavsiyelerde bulunduğumuz, ben ve arkadaşlarım başta olmak üzere bir çok genel kurul üyemiz tarafından bilinmektedir.

Ayrıca şunu da herkes çok iyi bilmelidir ki Aziz Yıldırım, gerek 3 Temmuz’da, gerekse sonraki sancılı süreçlerin hiçbirinde yalnız kalmamış, 25 milyonluk camiamızın eşsiz gücünü her an yanında hissederek mücadelesini vermiş ve çok şükür ki haklılığı yıllar sonra da olsa ortaya çıkmıştır. Buradan hareketle, Uğur Dündar’ın yazısında yaratmaya çalıştığı imaj yersiz ve anlamsız olmakla birlikte camiamıza hakarettir. Aziz Yıldırım, şahsi hayatında yalnızca annesi ve babasına, onun dışında ise kişilere değil yalnızca büyük Fenerbahçe camiasına minnet duymaktadır.

Uğur Dündar, söylemleri ve eylemleriyle hem Sayın Ali Koç’a, hem de Fenerbahçe’ye zarar vermektedir. Kendisini, bundan kısa bir zaman önce şahsıma bir arkadaşımız aracılığıyla iletmiş olduğu, askerliğimle ilgili “Tweetler atmaya kalkarsam efsaneler kestane olur” sözüyle ne kastettiğini anlatmaya, 23 Haziran 2023 Cuma günü Erman Toroğlu’nun yazısındaki bahsettiği, şahsıma yönelik galiz küfürlerin ima edildiği yazıya cevap vermeye, dışarıdan nasıl gözüktüğünü açıkça görmesi için son mali genel kurulumuzun kaydını tekrar izlemeye ve artık fiili olarak sürdüremediği Yüksek Divan Kurulu Başkanlığı koltuğundan istifa etmeye davet ediyorum.”

Paylaşın

İYİ Parti’de Meral Akşener Yeniden Genel Başkan

Ankara ATO Congresium’da gerçekleştirilen İYİ Parti 3. Olağan Kurultayı’nda Meral Akşener, tek aday olduğu kurultayda 1151 delegenin 1127 geçerli oyunu aldı ve yeniden genel başkan seçildi.

Haber Merkezi / İYİ Parti’nin 3. Olağan Kurultayı “Rotamız net, pusulamız millet” sloganıyla Ankara ATO Congresium’da gerçekleştirdi. Kurultayda Meral Akşener’in gelmesi ve delegeleri selamlamasının ardından Divan Başkanlığı oluşturuldu.

İYİ Parti TBMM Grup Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu divan başkanlığına, Genel Sekreter Uğur Poyraz ve Genel İdare Kurulu (GİK) üyesi Kadriye Ünler de başkan yardımcılığına seçildi. Daha sonra gündem gereği saygı duruşunda bulunuldu ve İstiklal Marşı okundu, ardından konuşmalar yapıldı.

Konuşmalar sonrası İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, tek aday olduğu kongrede oy kullanan 1151 delegenin 1127’sinin oyunu alarak yeniden genel başkan seçildi. Partinin genel idare kurulu listesinde de kapsamlı bir yenilenme yapıldı. 50 kişiden oluşan Genel İdare Kurulu ve 11 kişilik Merkez Disiplin Kurulu’nun blok liste ile seçildi.

İYİ Parti Genel Başkan Meral Akşener, partisinin 3. Olağan Kurultayı’nda yaptığı konuşmada ise şunları söyledi:

“5,5 yıl önce bu partiyi kuramazsınız dediklerinde kuracağız dedik, kurduk. Bu parti yaşamaz dediklerinde yaşatacağız dedik, yaşattık. Milletimizin sesi olacağız dedik, olduk. Siyasetin alışılmış düzenini bozduk. Siyaset esnafının rahatını bozduk. Milletin iradesine göre değil, kendi egosuna, kendi çirkinliklerine göre siyasete yön vermeye heveslenen nobranların, sahtekarların tezgahlarını bozduk.

Milletimizin sesine kulak vermek için il il gezdik. Sosyalleşmek için gezmedik. Kapıları çalarak, milletimizin derdini dinleyerek, sosyalleşip dedikodu etmek için değil, milletimizin sesini dinlemek için dükkanları, evleri dolaştık.

Dedikodu yapmak, iftira etmek, hakaret etmek yerine kapı zillerini çaldık. Biz daima hakikatin peşinden gittik. Şartlar ne olursa olsun hakikati söylemekten kaçınmadık. Yapılamaz denilen her şeyi yaptık. Aşılamaz sanılan engelleri aştık. Bu yüzden İyi Parti, dengesi bozulan siyasetin su terazisidir. İki yumruk arasında sıkıştırılan milletimiz için yaşam odasıdır. Kişisel ihtiraslara mahkum edilen milletimiz için çıkış kapısıdır.

İyi Parti; ben varsam her şey var, ben yoksam yansın bu dünya, yıkılsın Türkiye değil, nefsinin peşinden değil, nobranlara karşı buradayım diyenlerin partisidir.

Milletimizi geçmişin kavgalarına hapsetmeye çalışanların karşısında İyi Parti bugündür, yarındır, zengin bir Türkiye’dir. Cesaret kemerini kuşanan vatan sevdalılarıdır. İftiracıların, ahlaksızların, egosantriklerin değil, Türkiye için ölümü göze alan cesurların partisidir.

İyi Parti’nin yolculuğu, milletimizin yolculuğudur. Biz bugünlere kolay gelmedik. Yolumuz doğru olduğu için nice çileye katlandık, zorluklara direndik, nice iftiraya göğüs gerdik. Hele bir şey olamadığına öfkelenip içimizden yapılan iftira, hakaret ve çirkinliklere göğüs gerdik. Hiçbir düşmanımın, rakibimin benimle ilgili asla iddia etmedikleri, söylemedikleri pis iftiralara şahit oldum. Ama affetmeyeceğim. Vallahi affetmeyeceğim! Bana iki şey bu ülkede söylenemedi. Kendi arkadaşlarım söyledi! Affetmeyeceğim, hesaplaşacağız! Biz bugünlere koltuk sahibi olmak için gelmedik. Zengin olmak için de gelmedik. Bunu hayal edenler kapı dışarı. Biz bugünlere kendi ikballerimiz için de gelmedik.

Ben Meral Akşener, ben sadece oylarınızla genel başkanlığa seçilmiş, başka hiçbir sıfatı olmayan buradaki tek kişiyim! Beni, mansıpla satın alabilen oldu mu? Beni parayla satın alabilen oldu mu? 30 yıllık siyasi hayatımda para ile ilgili hiçbir isnat olmamışken, bunu yapanlar kahrı perişan olsun inşallah! Biz bugünlere milletimiz için geldik, hırslara esir olmadık. Makamla alakası olmayan tek kişi olarak sarhoş olmam da mümkün değil herhalde. Biz bugünlere milletimizin teveccühü ile geldik. Ağzımdan ben sözünü duymadınız. Biz diye diye geldik.

200 kişilik kurucucular kurulu koyduk. Herkes borç çıkardı! Çocuğunun çikolata parasını koyduğunu iddia ettiler, bazısı, ben master paramı koydum dedi. Biz hanginizden para istedik? Hepiniz buradasınız! Meclis’e girdiniz, milletvekilleri para mı istedik sizden? Bugün sizden para mı isteniyor? Genel merkez yapıldı, 15 liralık çöp kutularını aldım ben. O gün bana, bu parayı nereden buldun diye niye sormadınız? Nasıl buldun, nereden buldun niye demediniz? Çünkü sorumluluk almanız gerekiyordu doğru mu, kaçtınız!

Ama bugün Meral Akşener’i, düşmanlarının suçlamadığı iftiralarla suçladınız, kahrolun!

Sandığa gelmeden, parti içindeki sandıklardan konuşalım. Ben parti kurulduktan, genel başkan seçildikten itibaren demokrasiyi oluşturmaya çalıştım. Önce kurultayda blok liste yaptım, itiraz ettiniz. Sonra, hiç insan işaret etmeden, çarşaf liste yaptım. Anahtar listeler çıktı, seçilemeyenler su koyverdi, itiraz etti. Anladım ki o gün, benim görevim insan seçtirmekmiş! Benim başka bir hakkım, hukukum yokmuş. 20 Eylül 2020’de döndüm, 100 kişilik başka insanların da aday olabileceği bir yarı çarşaf yaptım, onda da kimseyi mutlu edemedim. Ağır çirkinlikler yaşadım. Kurultaylar hesaplaşma yeridir. Ben hesap vereceğim, siz de hesap vereceksiniz!

Öyle çirkinlikler yapıldı ki, günlerce uyuyamadım. Söyleyemeyeceğim öyle pislikler oldu ki… Gördüm ki herkes her şeyi istiyor, yetmiyor. Vekillik olunuyor yetmiyor, GİK üyeliği isteniyor, genel başkan yardımcılığı isteniyor. Kardeşim, kadrolar sınırlı! Bırakın birileri de o görevleri yerine getirsin!

Altılı masa meselesi ortaya çıktı. Şimdi biz fedakarlık yapan insanlarız ya, Türkiye bizim için önde ya. Biz bu parti seçime girebilsin diye CHP’den 15 milletvekili istedik, hayatımın en büyük pişmanlığıdır.

Savaşmalıydık, bileğimizin gücüyle o seçime girmeliydik, girmiyorsak da gereğini yapmalıydık. Savaşmadık!

15 vekil istedik, Kılıçdaroğlu’na teşekkür ediyorum. Ama o gün bugün 15 milletvekilinin bedelini ödeyemedik. Ömer Seyfettin’in diyetine döndü bu iş.

Biz, psikolojik olarak kendimizi çok kötü hissettik. Ben kendimi çok aşağılanmış hissettim. Çok çaresiz hissettim. Savaşmadık, ben savaşı severim. Ben canımla, kafamla, kellemle top oynamayı severim. Yapamadık. Ben kellemle top oynamayı çok severim. 28 Şubat’ta oynadım. Erdoğan’la ters düştük, umurum, korkum olmadı.

15 milletvekili almak bize kuyruk siyasetine mal oldu! Ama eğriye eğri, doğruya doğru… Bu, Türkiye’ye büyük bir iyilik yaptı. Demokrasinin ne kadar önemli olduğunu, CHP ile yapılan bu işbirliğinin, CHP’ye sahada bulunan her renkten insanların önyargılarının değişmesine sebep oldu. Sonra bu değişme, altılı masayı, Millet İttifakı’nı getirdik.

Sonra bir şey yaptık. Belki de bir borç ödemeydi bilmiyorum. Koray Aydın’ın önerisi… Başarısızlık varsa benimdir. Demokrasi mi diyorsunuz. Şimdi öğreneceğiz hep birlikte. Demokrasinin gereklilikleri, sonuçları var.

Kılıçdaroğlu’ndan randevu aldım gittik. İki parti yerel seçimlere birlikte gitmeyi teklif ettik, sonuçta bir başarı çıktı. Beni en çok etkileyen, üzen ne oldu biliyor musunuz… İstanbul’un seçimini biz değil HDP kazandırdı! Bilmem nereyi biz değil HDP kazandırdı. Yuh muh yok, bugün hesaplaşıyoruz, hesap veriyorum, hesap soracağım sonra!”

Paylaşın

Boratav’dan Faiz Yorumu: Şimşek Ve Erkan’ın Ellerinin Serbest Olmadığı Belli

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) üyelerinin bile değiştirilmediğine, ekonomi bürokrasisinde eski kadronun büyük oranda görevine devam ettiğine dikkat çeken Korkut Boratav, “Şimşek ve Erkan’ın ellerinin serbest olmadığı belli” dedi.

Dış finans çevrelerinin faizin enflasyon seviyesine, yani yüzde 40’a yükseltilmesini ve makroihtiyati tedbirlerin de hızla kaldırılarak liberalizasyona gidilmesini istediğini belirten Korkut Boratav, “Bu yolla döviz kurlarının hızla zirve zirve yapmasını ve Türkiye’ye sıcak para sokmak için Türk varlıklarının ucuzlamasını bekliyorlar ancak Türkiye’ye sokacakları para ödemeler dengesi krizini çözecek kadar değil, en fazla 15-20 milyar dolar seviyesinde” dedi.

Türkiye’nin en saygın iktisatçılarından, hocaların hocası Prof. Dr. Korkut Boratav, Sözcü’den Emre Deveci’ye konuştu.

Dış finans çevrelerinin yüzde 20’yi aşan beklentilerinin altında bir faiz oranı belirlendiğini ve bu durumun TL aleyhine kuvvetli bir dalga yarattığını belirten Boratav, perşembe günü alınan kararın, önümüzdeki aylarda alınacak faiz kararları için de bir işaret olduğunu, TCMB’den bir iki faiz artışı daha gelmesinin bekleneceğini söyledi.

TCMB açıklamasında, hem faiz artışında hem de makro ihtiyati tedbirlerin kaldırılmasında kademeli bir süreç izleneceğine işaret edildiğini aktaran Boratav, “Belli ki Mehmet Şimşek ve TCMB Başkanı Gaye Erkan, Saray’ın ‘yerel seçimlere kadar ağır tempoyla ilerleyin’ baskısına uygun hareket edecekler” dedi.

Yabancı finans çevrelerinin istediği kadar yüksek faiz artışının dış piyasalarda rahatlaması ancak bankaların ve Türkiye ekonomisinin gerilime sürüklenmesi anlamına geleceğini, ellerindeki düşük faizli tahviller nedeniyle yüksek faiz artışının bankaları gerileme sürükleyebileceğini dile getiren Boratav, yerel seçimlerin hesaba katılarak hareket edildiğini vurguladı.

Para Politikası Kurulu (PPK) üyelerinin bile değiştirilmediğine, ekonomi bürokrasisinde eski kadronun büyük oranda görevine devam ettiğine dikkat çeken Boratav, “Şimşek ve Erkan’ın ellerinin serbest olmadığı belli” dedi.

Dış finans çevrelerinin faizin enflasyon seviyesine, yani yüzde 40’a yükseltilmesini ve makroihtiyati tedbirlerin de hızla kaldırılarak liberalizasyona gidilmesini istediğini belirten Boratav, “Bu yolla döviz kurlarının hızla zirve zirve yapmasını ve Türkiye’ye sıcak para sokmak için Türk varlıklarının ucuzlamasını bekliyorlar ancak Türkiye’ye sokacakları para ödemeler dengesi krizini çözecek kadar değil, en fazla 15-20 milyar dolar seviyesinde” dedi.

“AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir kemer sıkma dönemi olacak”

Hükümetin ise yabancıların istediği hızda bir liberalizasyonun döviz kurlarında çok daha sert artış anlamına geldiğini ve bunun da yerel seçimlerde özellikle büyük kentlerde sorun yaratacağını bildiğini belirten Boratav, “Kur korumalı mevduatta 100 milyar doları aşan potansiyel döviz talebi var, bu ürünün hızlı şekilde kaldırılması büyük sorun yaratır” ifadelerine yer verdi.

Şimşek ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın faiz kararının alındığı gün Birleşik Arap Emirlikleri’nde olduğuna da dikkat çeken Boratav, “Uluslararası piyasaların itibar etmedikleri ve Şimşek’in de aslında yatkın olmadığı bir yola gidiyorlar. Seçim öncesinde olduğu gibi zaman kazanmak için Körfez’den para girişi sağlamaya çalışıyorlar” dedi.

Yerel seçimlerden sonra ise yabancı finans çevrelerinin istediği şekilde daha hızlı adımlar atılacağını belirten Boratav, “AKP’ye oy verenleri de pişman edebilecek bir kemer sıkma dönemi olacak. Vergiler artacak. Bazı şirketlerin batmasına göz yumulacak. Önemli varlıklar yabancılara satılacak. Sonrasında ise Türkiye muhtemelen yüzde 3’lük düşük büyüme temposuyla ve az gelişmişliğe mahkum olarak yola devam edecek” dedi.

Paylaşın

Elektrikte Yeni Dönem Başlıyor: Milli Akıllı Sayaç Sistemi

Elektrikte Milli Akıllı Sayaç Sistemi’ne (MASS) hazırlanılıyor. MASS sistemi, modem, merkezi haberleşme yazılımı, haberleşme protokolü, veri yoğunlaştırıcı ve kullanıcı mobil uygulamasından oluşacak.

Elektrik dağıtım sistemine bağlı sayaçların MASS kapsamına dahil edilmesi, gerekli teçhizatın, altyapının ve akıllı sayaçların kurulumu, işletilmesi ve bakımı ile mevcut sayaçların akıllı sayaçlar ile değiştirilmesi, dağıtım lisansı sahibi tüzel kişinin sorumluluğunda olacak.

MASS sistemiyle elektrik dağıtım şirketleri, cep telefonları ve tabletler gibi tüm cihazlar için mobil uygulama oluşturacak. Mobil uygulama üzerinden aboneler, günlük ve aylık ortalama elektrik tüketimlerini görebilecek.

Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu’nun (EPDK) taslağına göre, akıllı elektrik sayaçları üzerinden, Milli Akıllı Sayaç Sistemi (MASS) oluşturulacak ve elektrik dağıtım sistemine bağlı sayaçlar, bu sisteme bağlanacak.

Milliyet’ten Mithat Yurdakul’un haberine göre; elektrik sayacı ve merkezi yazılım arasında kurulacak iki yönlü haberleşmeyle elektrik tüketim verileri doğrulanıp saklanabilecek. MASS sistemi, modem, merkezi haberleşme yazılımı, haberleşme protokolü, veri yoğunlaştırıcı ve kullanıcı mobil uygulamasından oluşacak.

Elektrik dağıtım sistemine bağlı sayaçların MASS kapsamına dahil edilmesi, gerekli teçhizatın, altyapının ve akıllı sayaçların kurulumu, işletilmesi ve bakımı ile mevcut sayaçların akıllı sayaçlar ile değiştirilmesi, dağıtım lisansı sahibi tüzel kişinin sorumluluğunda olacak.

MASS sistemiyle elektrik dağıtım şirketleri, cep telefonları ve tabletler gibi tüm cihazlar için mobil uygulama oluşturacak. Mobil uygulama üzerinden aboneler, günlük ve aylık ortalama elektrik tüketimlerini görebilecek.

Beklenmedik aşırı tüketimlerde kullanıcı, kaçak ihtimaline karşı uyarılacak. Uygulama üzerinden aboneler elektrikte tüketim sınırlaması tanımlayabilecek, sınır aşımında uyarı yapılacak. Aboneler, kendi tüketimlerini bölgelerindeki benzer kullanıcıların ortalama tüketimleriyle kıyaslayabilecek.

Aboneler, etkilendikleri elektrik kesintilerine ilişkin içinde bulunulan yıl ve bir önceki yılın kesinti sürelerini, sayılarını, her kesintinin başlangıç-bitiş zamanlarını ve sürelerini görerek karşılaştırma yapabilecek.

Mobil uygulama üzerinden bildirimli ve bildirimsiz kesintiler hakkında kullanıcıya anlık bilgi verilecek. Kullanıcılar, elektrik arıza ile ilgili şikayet ve taleplerini uygulama üzerinden ilgili kurumlara gönderebilecek. Sistem üzerinden elektrik sayacının kapanma periyotları tanımlanarak, bunun dışında tüketim oluştuğunda uyarı verilecek.

Elektrikle ilgili teknik kalite parametreleri hakkında da abone bilgi alabilecek. Elektrik kullanımıyla ilgili elde edilen veriler, ilgili taraflarla internet tabanlı olarak paylaşılacak.

Elektrikte MASS’a geçişte yeni sayaçlara öncelik verilecek. Sanayi ve tarımsal aboneler, yıllık tüketimi 10 megavatsaatin üzerinde olan sayaçlar, arıza nedeniyle değiştirilmesi gereken sayaçlar ve kaçak elektrik şüphesiyle değiştirilen sayaçlar da öncelik kapsamında olacak.

Paylaşın

Meral Akşener’den CHP’ye Ağır Sözler

Partisinin 3. Olağan Kurultayı’nda konuşan İYİ Parti Lideri Akşener, “Biz bu parti seçime girebilsin diye CHP’den 15 milletvekili istedik, hayatımın en büyük pişmanlığıdır. Savaşmalıydık, bileğimizin gücüyle o seçime girmeliydik, girmiyorsak da gereğini yapmalıydık. Savaşmadık!” dedi ve ekledi: 

Haber Merkezi / “15 vekil istedik, Kılıçdaroğlu’na teşekkür ediyorum. Ama o gün bugün 15 milletvekilinin bedelini ödeyemedik. Ömer Seyfettin’in diyetine döndü bu iş.”

Akşener konuşmasını, “Biz, psikolojik olarak kendimizi çok kötü hissettik. Ben kendimi çok aşağılanmış hissettim. Çok çaresiz hissettim. Savaşmadık, ben savaşı severim. Ben canımla, kafamla, kellemle top oynamayı severim. Yapamadık. Ben kellemle top oynamayı çok severim. 28 Şubat’ta oynadım. Erdoğan’la ters düştük, umurum, korkum olmadı” sözleriyle devam ettirdi.

Konuşmasına, “15 milletvekili almak bize kuyruk siyasetine mal oldu! Ama eğriye eğri, doğruya doğru… Bu, Türkiye’ye büyük bir iyilik yaptı. Demokrasinin ne kadar önemli olduğunu, CHP ile yapılan bu işbirliğinin, CHP’ye sahada bulunan her renkten insanların önyargılarının değişmesine sebep oldu. Sonra bu değişme, altılı masayı, Millet İttifakı’nı getirdik” ifadeleriyle devam eden Akşener, şöyle konuştu:

“Sonra bir şey yaptık. Belki de bir borç ödemeydi bilmiyorum. Koray Aydın’ın önerisi… Başarısızlık varsa benimdir. Demokrasi mi diyorsunuz. Şimdi öğreneceğiz hep birlikte. Demokrasinin gereklilikleri, sonuçları var.

Kılıçdaroğlu’ndan randevu aldım gittik. İki parti yerel seçimlere birlikte gitmeyi teklif ettik, sonuçta bir başarı çıktı. Beni en çok etkileyen, üzen ne oldu biliyor musunuz… İstanbul’un seçimini biz değil HDP kazandırdı! Bilmem nereyi biz değil HDP kazandırdı. Yuh muh yok, bugün hesaplaşıyoruz, hesap veriyorum, hesap soracağım sonra!”

İYİ Parti Genel Başkan Meral Akşener, partisinin 3. Olağan Kurultayı’nda konuştu. Akşener’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“5,5 yıl önce bu partiyi kuramazsınız dediklerinde kuracağız dedik, kurduk. Bu parti yaşamaz dediklerinde yaşatacağız dedik, yaşattık. Milletimizin sesi olacağız dedik, olduk. Siyasetin alışılmış düzenini bozduk. Siyaset esnafının rahatını bozduk. Milletin iradesine göre değil, kendi egosuna, kendi çirkinliklerine göre siyasete yön vermeye heveslenen nobranların, sahtekarların tezgahlarını bozduk.

Milletimizin sesine kulak vermek için il il gezdik. Sosyalleşmek için gezmedik. Kapıları çalarak, milletimizin derdini dinleyerek, sosyalleşip dedikodu etmek için değil, milletimizin sesini dinlemek için dükkanları, evleri dolaştık.

Dedikodu yapmak, iftira etmek, hakaret etmek yerine kapı zillerini çaldık. Biz daima hakikatin peşinden gittik. Şartlar ne olursa olsun hakikati söylemekten kaçınmadık. Yapılamaz denilen her şeyi yaptık. Aşılamaz sanılan engelleri aştık. Bu yüzden İyi Parti, dengesi bozulan siyasetin su terazisidir. İki yumruk arasında sıkıştırılan milletimiz için yaşam odasıdır. Kişisel ihtiraslara mahkum edilen milletimiz için çıkış kapısıdır.

İyi Parti; ben varsam her şey var, ben yoksam yansın bu dünya, yıkılsın Türkiye değil, nefsinin peşinden değil, nobranlara karşı buradayım diyenlerin partisidir.

Milletimizi geçmişin kavgalarına hapsetmeye çalışanların karşısında İyi Parti bugündür, yarındır, zengin bir Türkiye’dir. Cesaret kemerini kuşanan vatan sevdalılarıdır. İftiracıların, ahlaksızların, egosantriklerin değil, Türkiye için ölümü göze alan cesurların partisidir.

İyi Parti’nin yolculuğu, milletimizin yolculuğudur. Biz bugünlere kolay gelmedik. Yolumuz doğru olduğu için nice çileye katlandık, zorluklara direndik, nice iftiraya göğüs gerdik. Hele bir şey olamadığına öfkelenip içimizden yapılan iftira, hakaret ve çirkinliklere göğüs gerdik. Hiçbir düşmanımın, rakibimin benimle ilgili asla iddia etmedikleri, söylemedikleri pis iftiralara şahit oldum. Ama affetmeyeceğim. Vallahi affetmeyeceğim! Bana iki şey bu ülkede söylenemedi. Kendi arkadaşlarım söyledi! Affetmeyeceğim, hesaplaşacağız! Biz bugünlere koltuk sahibi olmak için gelmedik. Zengin olmak için de gelmedik. Bunu hayal edenler kapı dışarı. Biz bugünlere kendi ikballerimiz için de gelmedik.

Ben Meral Akşener, ben sadece oylarınızla genel başkanlığa seçilmiş, başka hiçbir sıfatı olmayan buradaki tek kişiyim! Beni, mansıpla satın alabilen oldu mu? Beni parayla satın alabilen oldu mu? 30 yıllık siyasi hayatımda para ile ilgili hiçbir isnat olmamışken, bunu yapanlar kahrı perişan olsun inşallah! Biz bugünlere milletimiz için geldik, hırslara esir olmadık. Makamla alakası olmayan tek kişi olarak sarhoş olmam da mümkün değil herhalde. Biz bugünlere milletimizin teveccühü ile geldik. Ağzımdan ben sözünü duymadınız. Biz diye diye geldik.

200 kişilik kurucucular kurulu koyduk. Herkes borç çıkardı! Çocuğunun çikolata parasını koyduğunu iddia ettiler, bazısı, ben master paramı koydum dedi. Biz hanginizden para istedik? Hepiniz buradasınız! Meclis’e girdiniz, milletvekilleri para mı istedik sizden? Bugün sizden para mı isteniyor? Genel merkez yapıldı, 15 liralık çöp kutularını aldım ben. O gün bana, bu parayı nereden buldun diye niye sormadınız? Nasıl buldun, nereden buldun niye demediniz? Çünkü sorumluluk almanız gerekiyordu doğru mu, kaçtınız!

Ama bugün Meral Akşener’i, düşmanlarının suçlamadığı iftiralarla suçladınız, kahrolun!

Sandığa gelmeden, parti içindeki sandıklardan konuşalım. Ben parti kurulduktan, genel başkan seçildikten itibaren demokrasiyi oluşturmaya çalıştım. Önce kurultayda blok liste yaptım, itiraz ettiniz. Sonra, hiç insan işaret etmeden, çarşaf liste yaptım. Anahtar listeler çıktı, seçilemeyenler su koyverdi, itiraz etti. Anladım ki o gün, benim görevim insan seçtirmekmiş! Benim başka bir hakkım, hukukum yokmuş. 20 Eylül 2020’de döndüm, 100 kişilik başka insanların da aday olabileceği bir yarı çarşaf yaptım, onda da kimseyi mutlu edemedim. Ağır çirkinlikler yaşadım. Kurultaylar hesaplaşma yeridir. Ben hesap vereceğim, siz de hesap vereceksiniz!

Öyle çirkinlikler yapıldı ki, günlerce uyuyamadım. Söyleyemeyeceğim öyle pislikler oldu ki… Gördüm ki herkes her şeyi istiyor, yetmiyor. Vekillik olunuyor yetmiyor, GİK üyeliği isteniyor, genel başkan yardımcılığı isteniyor. Kardeşim, kadrolar sınırlı! Bırakın birileri de o görevleri yerine getirsin!

Altılı masa meselesi ortaya çıktı. Şimdi biz fedakarlık yapan insanlarız ya, Türkiye bizim için önde ya. Biz bu parti seçime girebilsin diye CHP’den 15 milletvekili istedik, hayatımın en büyük pişmanlığıdır.

Savaşmalıydık, bileğimizin gücüyle o seçime girmeliydik, girmiyorsak da gereğini yapmalıydık. Savaşmadık!

15 vekil istedik, Kılıçdaroğlu’na teşekkür ediyorum. Ama o gün bugün 15 milletvekilinin bedelini ödeyemedik. Ömer Seyfettin’in diyetine döndü bu iş.

Biz, psikolojik olarak kendimizi çok kötü hissettik. Ben kendimi çok aşağılanmış hissettim. Çok çaresiz hissettim. Savaşmadık, ben savaşı severim. Ben canımla, kafamla, kellemle top oynamayı severim. Yapamadık. Ben kellemle top oynamayı çok severim. 28 Şubat’ta oynadım. Erdoğan’la ters düştük, umurum, korkum olmadı.

15 milletvekili almak bize kuyruk siyasetine mal oldu! Ama eğriye eğri, doğruya doğru… Bu, Türkiye’ye büyük bir iyilik yaptı. Demokrasinin ne kadar önemli olduğunu, CHP ile yapılan bu işbirliğinin, CHP’ye sahada bulunan her renkten insanların önyargılarının değişmesine sebep oldu. Sonra bu değişme, altılı masayı, Millet İttifakı’nı getirdik.

Sonra bir şey yaptık. Belki de bir borç ödemeydi bilmiyorum. Koray Aydın’ın önerisi… Başarısızlık varsa benimdir. Demokrasi mi diyorsunuz. Şimdi öğreneceğiz hep birlikte. Demokrasinin gereklilikleri, sonuçları var.

Kılıçdaroğlu’ndan randevu aldım gittik. İki parti yerel seçimlere birlikte gitmeyi teklif ettik, sonuçta bir başarı çıktı. Beni en çok etkileyen, üzen ne oldu biliyor musunuz… İstanbul’un seçimini biz değil HDP kazandırdı! Bilmem nereyi biz değil HDP kazandırdı. Yuh muh yok, bugün hesaplaşıyoruz, hesap veriyorum, hesap soracağım sonra!”

Paylaşın