Yüksekdağ’dan “Yerel Seçimler” Açıklaması: HDP-YSP Her Kentte Adayını Çıkarmalı

6 yıldan uzun bir süredir Kandıra Cezaevi’nde tutuklu bulunan Eski Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ, HDP-Yeşil Sol’un mart ayında yapılacak yerel seçimlerde her kentte kendi adayını çıkarması gerektiğini söyledi ve ekledi:

“HDP-Yeşil Sol’un önündeki en doğru ve doğal seçenek doğudan batıya her kentte kendi belediye başkanı ve yerel yönetici adayını çıkarmasıdır. Zaten içinde bulunduğumuz yeniden yapılanma, tabandan politika belirleme süreciyle yerel seçim hazırlıkları iç içe geçmiştir. Bu doğru bir şekilde sistematize edildiğinde güçlü bir ön hazırlık zemini oluşacaktır. Yerellerde halkı dinleme, politikaya katılım kanallarını ardına kadar açma pratiği, doğru adaylar verimli strateji ve kazanım zeminini büyütecektir.”

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın genel seçimlerde beklentinin altında oy almasını da değerlendiren Yüksekdağ, “Emek ve Özgürlük İttifakı çıkış gerekçeleri itibariyle doğru bir yönelimdi. Halen de amaçları bakımından yanlış olduğu söylenemez. Ama politika canlı ve somut bir hakikattir. Süreç yönetimi ise başat unsurudur. Canlı gerçekten kopunca süreç yönetimi de başarılamıyor. İttifakın asıl sorunu buydu” dedi.

Gazete Duvar’dan Ümit Buget’e konuşan Figen Yüksekdağ, Yerel Seçimler ve Emek ve Özgürlük İttifakı’na ilişkin şu değerlendirmeleri yaptı.

Yerel Seçimler: HDP-Yeşil Sol’un önündeki en doğru ve doğal seçenek doğudan batıya her kentte kendi belediye başkanı ve yerel yönetici adayını çıkarmasıdır. Zaten içinde bulunduğumuz yeniden yapılanma, tabandan politika belirleme süreciyle yerel seçim hazırlıkları iç içe geçmiştir. Bu doğru bir şekilde sistematize edildiğinde güçlü bir ön hazırlık zemini oluşacaktır. Yerellerde halkı dinleme, politikaya katılım kanallarını ardına kadar açma pratiği, doğru adaylar verimli strateji ve kazanım zeminini büyütecektir.

Emek ve Özgürlük İttifakı: Emek ve Özgürlük İttifakı çıkış gerekçeleri itibariyle doğru bir yönelimdi. Halen de amaçları bakımından yanlış olduğu söylenemez. Ama politika canlı ve somut bir hakikattir. Süreç yönetimi ise başat unsurudur. Canlı gerçekten kopunca süreç yönetimi de başarılamıyor. İttifakın asıl sorunu buydu. Seçimlerden önce bu gerçeğe bazen kamuoyuna açık, bazen partiye görüşlerimizi iletme düzeyinde işaret edip uyarıcı olmaya çalıştık.

Ancak “Geliyorum” diyen sonucu değiştirmeye yetmedi. Parti yönetimi de tek listeli seçime girmek konusunda epeyce çaba sarf etti. Sanırım en önemli eksiklik, “Mücadele ittifakı olarak devam edelim ama seçim ittifakı tek liste çerçevesinde kurulsun” demek kararlılığını gösterememekti. Bazı kopuş anlarını kaçırınca geriye dönmek mümkün olmuyor. Üstelik bunu göze almak için çok haklı gerekçelerimiz vardı.

Son ana kadar ittifak olarak seçimlere girme tavrından dönme şansımız vardı. Bugün şu soruyu daha net sorabiliriz: Seçime ittifak olarak girmenin ve böylece TİP’in ayrı liste çıkarma tavrını kabul etmemenin ortaya çıkaracağı sorunlar, kaybettiğimiz vekillerden oy ve enerji dağılmasından daha mı kötü olurdu? Aksine bugün stratejik mücadele ittifakı bakımından onarmamız gereken daha büyük tahribatlar oluştu.

Yanlış ve zorlama tutumlar, söylemler, Kürt politik kamuoyunda sosyalist harekete yönelik tepki ve ön yargıların fitilini ateşledi. Çok değerli ve tarihsel bir paradigmanın, ortaya çıkan sorun ve yanlış tutumlar bahane edilerek altı oyulmak istendi. Yani 2023 seçimleri gibi sıra dışı bir anda yaptığınız isabetsiz hamleler durduğu yerin çok ötesinde etkiler yaratır.

Emek ve Özgürlük İttifakı’nın henüz iç değerlendirme sürecini tamamlamadığını biliyorum. Ama görünen köy de kılavuz istemez. Eğer ittifak fikrinin doğruluğundan eminsek -ki öyledir- yanlışlarıyla da açıkça yüzleşmeliyiz. Bu sonraki deneyimlerin başarısını güvenceleyecektir.

TİP ve bütün ittifak bileşenleriyle devrimci dostluk ve dayanışma esaslı ilişkinin yeniden tesis edilmesi önemlidir. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın yoluna bu ad ve bileşenlerle devam edip etmeyeceğini ise nesnel mücadele zeminlerinde kurulan ortaklık belirleyecektir.

Bugüne kadar alanlarda kendini gösteren bir mücadele ittifakı da baraj aşma dışında bir seçim ittifakı da olamadı. Ya ikisi ya da ikisinden birisi olabilir.

Röportajın tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

AK Partili Ensarioğlu’ndan “Çözüm Süreci” Açıklaması: Öcalan Daha Samimiydi

Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Diyarbakır Milletvekili Galip Ensarioğlu, Çözüm Süreci’nde en büyük hatalarının PKK’yi muhatap almaları olduğu belirterek, olası yeni bir sürecin bittiği yerden başlamasının mümkün olmadığını söyledi.

Önceki süreçte PKK Lideri Abdullah Öcalan’ı samimi bulduğunu söyleyen Galip Ensarioğlu, “Süreci Kandil yönetimi ve Selahattin Demirtaş bitirdi” ifadesini kullandı.

Temeli 2009’da Oslo görüşmelerinde atılan, ancak AK Parti’nin 2002’den sonra ilk kez parlamentodaki tek başına iktidar çoğunluğunu kaybettiği 7 Haziran ve seçimlerin yenilendiği 1 Kasım 2015 arasında sona eren Kürt sorunu konusundaki ‘çözüm süreci’, halen tartışılmaya devam ediyor.

Bu dönemde yürütülen koalisyon görüşmeleri sırasında MHP’yle yakınlaşan AK Parti, akabinde ‘milliyetçi / militarist politikalar’ benimsemiş ve süreç, iktidar kanadınca günümüzde de kullanılmaya devam edilen “Uzattığımız eli ısırdılar. Bu sefer terörü kaynağında bitirme stratejisini devreye alarak, onların anlayacağı dilden konuştuk” gibi suçlamalarla bitirilmişti.

Geçtiğimiz 14 Mayıs’ta AK Parti’den Diyarbakır Milletvekili seçilerek beş yıllık aradan sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne (TBMM) dönen Galip Ensarioğlu, konuyla ilgili olarak Gazete Duvar’dan Can Bursalı’nın sorularını yanıtladı.

En büyük hatalarının PKK’yi muhatap almaları olduğundan bahseden Ensarioğlu’na göre, olası yeni bir sürecin bittiği yerden başlaması mümkün değil. Önceki süreçte PKK lideri Abdullah Öcalan’ı samimi bulduğunu söyleyen Ensarioğlu, “Süreci Kandil yönetimi ve Selahattin Demirtaş bitirdi” ifadesini kullandı.

Bursalı’nın yönelttiği sorular ve Ensarioğlu’nun bunlara verdiği yanıtların bir kısmı şöyle:

Selahattin Demirtaş’ın bazı söylemleri PKK ve HDP’yle ayrışıyordu…

Buna katılmıyorum. Demirtaş geçmişte Kandil ile doğru orantılı ilerliyordu. Abdullah Öcalan’la değil.

Öcalan ile Kandil arasında bir fark var olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Var elbette. Bu fark Çözüm Süreci’nde çok bariz bir şekilde ortaya çıktı. Öcalan daha samimiydi.

Çözüm Süreci’ni bitiren kimdi, Kandil’deki örgüt yöneticileri miydi?

Kandil’in ve Selahattin Demirtaş’ın sürecin bitmesinde günahı var. Kandil’e isteyerek veya istemeyerek boyun eğdi. Öcalan’ı ve Çözüm Süreci’ni boşa çıkarmada irade ortaya koyamadı.

7 Haziran seçimlerinden önce “Seni başkan yaptırmayacağız” çıkışı sürecin bitmesine mi neden oldu?

“Seni başkan yaptırmayacağız” lafının arkasında sadece Kandil yoktu. Bu laf Batı’nın da lafıydı.

Abdullah Öcalan bu sözü desteklemiyor muydu?

Desteklemiyordu. Ama sonuçta millet iradesi hakim oldu.

Samimiyetine inandığınızı söylediğiniz Abdullah Öcalan’ın olası bir süreçte, yeniden muhatap yapılmalı mı?

Demokratikleşecekseniz Kürt sorununu çözecekseniz hiç kimseyi muhatap almak zorunda değilsiniz. Başarabiliyorsanız, dünyadaki demokratik, evrensel normlar çerçevesinde eşit yurttaşlık temelinde Türkiye’de demokrasiyi tesis edebiliyorsanız sizin muhataba ihtiyacınız yok. Ama hani şiddetin muhatabı örgüttür. Örgüt ile -diyalog kurulur mu kurulmaz mı onu devletin ihtiyacı belirler.

Yeni dönemde reformist bir AK Parti mi göreceğiz?

İnşallah. Yeni anayasa en önemli şeydir. 1921 anayasası, demokratik ve sivil bir anayasaydı. O da zaten kısa sürdü. Türkiye’ye yakışır, kalıcı bir anayasa yapmamız gerekiyor.

Paylaşın

CHP’de “Değişim” İçin Altın Formül Aranıyor

14 ve 28 Mayıs seçimlerinde hedeflenen sonuçların alınmadığı Cumhuriyet Halk Partisi’nde (CHP) Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun görevini sürdürüp sürdürmeyeceği merak edilirken, “değişim” için altın bir formül aranıyor.

halktv.com.tr yazarı İsmail Küçükkaya, bugünkü yazısında “CHP kendisine yeni bir yol arıyor. İlk hedef yerel seçimler. Ve sonrası… Bu amaca ulaşmak için atılması gereken adımlar var. Parti yenilenmek durumunda. Gençleşmek ve güç depolamak zorunda. Bu gerçeği olayın içindeki tüm aktörler görüyor ve kabul ediyor” dedi.

İsmail Küçükkaya “Yol haritası” başlıklı yazısına şöyle devam etti:

Çok bilinmeyenli denklem içinde
Altın bir formül aranıyor.
Bir yol haritası çizilecek. Kazasız belasız menzile götürecek bir güzergah.
Ya birleşe birleşe kazanacaklar.
Ya da ayrışa ayrışa hepsi kaybedecek. CHP de.

Kavgalı, gürültülü, çekişmeli bir kongrede kim kazanırsa kazansın bu bir başarı olmayacak. Bunun yerine ‘BÜYÜK DEĞİŞİM UZLAŞMASI’ gerçekleştirirlerse bu hepsi için başarı olacak.

Kılıçdaroğlu bir daha hiç bir yere aday olmayacağını açıkladı. Bu önemli. Unutulmasın.

Şöyle bir formülü hayata geçirmeye çalışıyorlar;

Kılıçdaroğlu yerel seçime kadar partinin başında kalsın ve dönüşümün liderliğini yapsın.
İmamoğlu İstanbul seçimlerine hazırlansın, seçimi kazansın ve belediye meclisinde çoğunluğu da elde etsin.
Özgür Özel başta tüm aktörler partinin yerel seçimlere hasarsız girmesini sağlarken, bir yandan da değişim, dönüşüm, yenilenme taleplerini yerine getirsin.

Burada sakınacak hatalar var

Kılıçdaroğlu ben bu delege yapısıyla kongreyi kazanırım diye düşünürse kazansa bile kaybeder.
Delege iktidar ister. Kılıçdaroğlu’nu kurultayda yeneriz diye düşünmek büyük politik hata olur.
İmamoğlu belediyenin anahtarını seçimden önce ak partiye teslim ederse en büyük stratejik yanlışını yapmış olur.
Bütün aktörler için hiçbir şey olmamış gibi davranmak affedilmez ve telafisi imkansız hata olur.

CHP’de durum ana hatlarıyla böyle. Bugün veya yarın; en geç bir hafta içinde ne olacağını öğreneceğiz. Kılıçdaroğlu düşünüyor. Konuşacak.

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Kulis: Yüksek Bütçe Açıkları Mehmet Şimşek’in Kabusu Oldu

14 ve 28 Mayıs’ta gerçekleştirilen seçimler sonrası “Tam yetkili Hazine ve Maliye Bakanı” olarak göreve getirilen Mehmet Şimşek,  yakınlarına bütçe imkanlarına baktığını, tasarruf etmek için bütçe harcamalarının ancak yüzde 9’u üzerinde çalışabileceklerini anladıklarını söylemiş.

Ekonomide rasyonel politikalara dönme sinyali veren Mehmet Şimşek’in bütçe harcamalarında esnekliğin hiç kalmamasına, geri kalan harcamaların donmuş hale gelmesine çok şaşırdığı belirtiliyor.

10Haber yazarı Erdal Sağlam, ‘Yüksek bütçe açıkları Şimşek’in kabusu oldu’ başlıklı yazısında edindiği kulis bilgilerini paylaştı.

Şimşek’in önerisiyle atanan Hafize Gaye Erkan‘ın Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Başkanlığı görevindeki ilk adımının yüksek oranlı politika faiz artışı olmasının beklendiğini hatırlatan Sağlam, “Ancak ne kadar yüksek artış yapılırsa yapılsın, Şimşek’in bütçe açıklarını halledememesi halinde, büyük bel bağlanan yabancı fon akışının sağlanmasının zora gireceği de ortada” dedi.

Gazeteci, ardından şunları kaydetti: “Mehmet Şimşek, yakınlarına bütçe imkanlarına baktığını, tasarruf etmek için bütçe harcamalarının ancak yüzde 9’u üzerinde çalışabileceklerini anladıklarını söylemiş.

Şimşek’in bütçe harcamalarında esnekliğin hiç kalmamasına, geri kalan harcamaların donmuş hale gelmesine çok şaşırdığı belirtiliyor. Geçen günlerde Şimşek’in ‘tablo tahmin ettiğimden daha ağırmış’ demesinin ardında da bütçe tablosunun yer aldığı tahmin ediliyor.

Bilgi veren uzmanlar bütçenin bu kadar donmuş harcamalardan oluşmasının 2000’li yıllardan önce görüldüğünü, son dönemdeki özellikle borçlanmadaki artışa, deprem, EYT, KKM gibi faktörlerin eklenmesiyle bütçe kalemlerinin neredeyse tümüyle donma noktasına geldiğini belirtiyorlar.

Şimşek’in tasarruf için bütçe harcamalarının ancak yüzde 9’u üzerinde çalışabildiklerini söylediği ancak yapılacak tasarrufun bütçe toplamının yüzde 2-3’ünü geçmesinin pek mümkün olmadığı hesaplanıyor.

Geçtiğimiz hafta yapılan Ekonomik Koordinasyon Kurulu’nda bu durumun ele alındığı öğrenilirken, orta vadeli program hazırlıkları kapsamında neler yapılabileceği üzerinde çalışmaların başladığı belirtiliyor. (…)”

Yazının tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Otomobil Fiyatlarına 6 Ayda Yüzde 45’e Varan Zam

Döviz kurlarındaki artışla birlikte otomobil fiyatları da değişim gösteriyor. Buna demode vergi sistemi de eklenince ucuz otomobil almak artık sadece hayal ürünü oluyor. Yüksek enflasyon yüksek kur döneminde ipin ucu iyice kopunca 1 milyon lira altındaki modellere bile yüzde 45’e varan zam geldi.

Ocak ayında Style otomatik Hyundai Bayon, 466 bin 903 liradan 845 bin liraya çıktı. 370 bin lira olan Feel otomatik Kia Picanto ise 662 bin lira oldu. Dizel otomatik Fiat Egea Lounge Ocak ayından bu yana yüzde 23 zamlandı. 727 bin lira olan modelin fiyatı 1 milyon liraya merdiven dayadı.

Karar gazetesinden Ali Yıldırım’ın haberine göre; otomobil satışları son dönemde rekor üzerine rekor yazarken, bunun büyük bir bölümü tamamen yatırım amaçlı oluyor. Özellikle son dönemde yaşanan kur şokları ve demode vergi sistemiyle birlikte yeni bir otomobile ulaşmak artık hayalden de öteye geçemezken, bugün 1 milyon liraya sahip olan bir kişinin alacağı modeller oldukça sınırlı.

Artık otomatik vitesli araçlara talebin artması, bu aralığı veya seçeneği oldukça minimuma düşürüyor. Daha bir sene öncesine kadar 1 milyonu olan lüks segmente göz kırpabilirken, bugün en fazla alına bilen model Renault Megane ve Fiat Egea’dan öteye geçemiyor. C’nin üstü ve C-SUV modeller sadece hayal oldu.

Bu süreçte tedarik sağlayabilen en büyük pastayı alırken eskiden rengine şanzımanına hatta motor tipine bile bakan tüketici önüne ne gelirse onunla yetiniyor. Yüksek enflasyon ve kur ekseninde sürekliği değişim gösteren fiyatlar karşısında tüketici elinde parayı dövize çevirmek yerine yeni bir ürünle yatırımını devam ettirmek isterken, gerçek alıcı sadece bakmakla yetiniyor.

Görünen tabloda yok satan otomobil pazarı artık yönünü artık son tüketiciye doğru çevirmesiyle birlikte bir dönemin daha sonuna geliniyor. Özellikle bu süreçte bayilerin otomobil satmakta çok iştahlı olmadıkları görülürken, alınan komisyonlar ve takasa araç şartı elinde hiçbir şeyi olmayan tüketicileri zorluyor.

Yılsonuna doğru bu krizin ortadan kalkacağını düşünülürken, sıfır araca nazaran ikinci elde de fiyatlar 1-2 yaş düşük olmasına rağmen sıfırın fiyatının üzerine rahatlıkla çıkıyor.

İkinci elde fiyatlar, sıfır otomobilin üzerine çıktı

Bayram sonrasında dengenin biraz daha yerine oturacağını aktaran ve isim vermek istemeyen sektör temsilcileri “İkinci eldeki balon fiyatlar da böylece yerine oturmuş olacak. Bugün bakıldığında sektörde birçok ikinci el araç satan esnaf ve kurumsal markalar var. Sıfır fiyata endekslediğimizde çıldırmış durumdalar.

Sıfır fiyatı 1 milyon lira olan bir otomobilin ikinci eldeki fiyatı 1.5 milyon liraya kadar çıkıyor. Hatta aynı modelin 2-3 yaşındaki eski nesil versiyonu bile sıfır fiyatının üzerinde. Buna biz elimizden geldiği kadar önlem almaya çalışsak da nafile. Asıl iş bayiler de ve ticaret bakanlığının sıcak takibinde yatıyor. Her ne kadar müşteri bile ekstra para teklif etse de buna imkan veren satış temsilcileri markalarımıza büyük zararlar veriyor” dedi.

6 ayda yüzde 45 zam geldi

Kurdaki artışla birlikte otomobil fiyatları da değişim gösteriyor. Buna demode vergi sistemi de eklenince ucuz otomobil almak artık sadece hayal ürünü oluyor. Yüksek enflasyon yüksek kur döneminde ipin ucu iyice kopunca 1 milyon lira altındaki modellere bile yüzde 45’e varan zam geldi.

Ocak ayında Style otomatik Hyundai Bayon, 466 bin 903 liradan 845 bin liraya çıktı. 370 bin lira olan Feel otomatik Kia Picanto ise 662 bin lira oldu. Dizel otomatik Fiat Egea Lounge Ocak ayından bu yana yüzde 23 zamlandı. 727 bin lira olan modelin fiyatı 1 milyon liraya merdiven dayadı.

Paylaşın

İmamoğlu’ndan Erdoğan’a “Fetret Dönemi” Yanıtı: Sizi Bunalıma Soktuk

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı “fetret dönemi” eleştirine yanıt veren İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, “Hala sindiremiyorlar ve birtakım ifadelerde bulunuyorlar. Efendim neymiş? Bizim bu dönemi, ‘fetret dönemi’ diye tanımlama cihetinde bulunuyor” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Hem de ne yazık ki yeni seçilmiş Sayın Cumhurbaşkanı, bunu bir cami açılışının önünde söylüyor. Yani bir caminin önünde söylenecek, herhalde en son söz, yalan konuşmaktır. O bakımdan, bu sözün orada söylenmesini kınıyorum. Çünkü, sizin fetret döneminizi yıkıp, israf döneminizi ortadan kaldıran bizler, anlıyorum ki sizi büyük bir bunalıma soktuk. O bunalım hala devam ediyor.”

İmamoğlu, konuşmasının devamında, “O bunalımdan kurtulamadınız. İşte bugün, burada ortaya çıkan Taş Mektep, tam da bunun karşılığıdır. Yani geçmişten beri metruk halde bırakıp, dönüp bile bakmadığınız bu ve buna benzer İstanbul’un her köşesindeki ecdadın bize bıraktığı eserleri hak ettiği değere kavuşturmak; evet size göre ‘fetret dönemi’ olabilir, ama bize göre, tam aksine şehre hak ettiği değeri vererek, sizin hizmetinizde olan bir avuç insana hizmet etmek değil, insanlarımıza ve 16 milyon insanımıza hizmet etmenin karşılığı bir görüntüdür” ifadelerini kullandı.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Büyükada’da Taş Mektep’in açılışında konuştu. Yenilenen Taş Mektep’in kaderine terk edilmiş halini görünce çok şaşırdığını aktaran İmamoğlu, “Adalar, başından beri bizim için unutulmaz bir hazine. Ve bu hazinenin hak ettiği değere kavuşması için, yapacağımız oldukça fazla şey var. Çünkü Adalar, sadece bir yaşam alanı değil, bir kültür hazinesi, bir tarih hazinesi. Muhteşem bir miras ve tek şartı var. Mirası, mirasyedilere değil de mirası koruyan ve geliştirenlere teslim edildiğinde, bize çok özel fırsatlar yaratan bir bölge” dedi.

Adalar’ın temsil ettiği değerleri korumanın sorumlulukları olduğunu vurgulayan İmamoğlu, “İstanbul’un tarihini çocuklarımıza, torunlarımıza, gelecek nesillere aktarmak da bizim sorumluluk alanlarımızın belki de ilk sıralarında bulunuyor. Bu bilinçle, Ada’nın unutulmuş, biraz da kenara itilmiş bir yapısını hak ettiği değere kavuşturmak heyecan verici. Yani Taş Mektep’i, Adalar’ın yeni kültür merkezi, bir yaşam alanı, bir buluşma yeri, güzel anıların biriktirildiği, dünyanın çok güzel sanatçılarının belki bir kısım söyleşilerinin, buluşmalarının, sergilerin olduğu bir yere dönüşmesi gerçekten heyecan verici” diye konuştu.

Taş Mektep’in tarihçesi ile kısa bilgilendirmelerde bulunan İmamoğlu, “Uzun yıllar çökme tehlikesiyle karşı karşıya kalan Taş Mektep, metruk bir hale dönüşmüş. Ki o halini gelip gördüğümde, gerçekten çok üzüntü duydum. Bu yadigarı, bu güzel eseri gelecek nesillere aktarmak için, İstanbul Büyükşehir Belediyemizin çok özel markası haline gelen İBB Miras’taki ekip arkadaşlarımla birlikte, yoğun bir çaba sarf ettiğimizi söylemek isterim. Taş Mektep’i aslına sadık kalarak daha güzel, daha dayanıklı hale getirmek için çalışmalarını yaptılar.

Ahşabından demir elemanlarına, yapısal çatlaklarından peyzajına, inanın her bir köşesine, her bir kirişine, ağacına özen gösterdiklerini gördüm. Hatta biraz önce erik ağacına bakınca, normalde bu hale gelmiş erik ağacı pek peyzajda tutulmaz. Ama ona bile özen göstermişler. ‘Belki de buradan mezun olanların erik yemişliği var’ diyeceğim ama o kadar eski gözükmüyor. Bu kadar özenli davrandılar doğaya.

Taş Mektep, bugünden itibaren; içinde sergi salonu, sanat alanları, kütüphanesi, kafesi, İstanbul Kitapçısı ve açık hava amfisiyle yeni nesil bir kültür merkezi haline dönüşecek. Burada bulunan kütüphanemiz, yüzlerce kitabı vatandaşlarımızla buluşturacak. Kütüphane kataloğuna çok yakında, özellikle Ada mirasını anlatan ve Ada’yla ilgili bilgi almak isteyenler için de güzel bir koleksiyon eklenecek. Alanda oluşturduğumuz Beltur Kafe, Taş Mektep ziyaretçilerine çok özenli lezzetler sunacak. Sergi salonumuz, buraya kültür faaliyetleri adına çok özel buluşmaları sağlayacak” bilgilerini paylaştı.

“İstanbul için olağanüstü bir hazine” olarak nitelediği Adalar’a gereken özeni göstermek için büyük bir çaba içerisinde olduklarının altını çizen İmamoğlu, ilçe özelinde yaptıkları çalışmalarla ilgili bir özet yaptı. İmamoğlu, Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde tanık olduğu bir olayı da katılımcılarla paylaştı:

“Görev süremizi 2024’te tamamlıyor olacağız. 25 yıl boyunca, sadece ve sadece tek sebeple, Adalar Belediyesi başka bir partiden belediye diye, bu şehre ve bu güzel, biblo gibi şehrin vitrini gibi duran Adalar’a hizmet edilmemesi ve o 25 yılda yapılan hizmetlerin belki de birkaç katını, sadece 5 yılda yapabilmenin gururunu ve onurunu yaşıyor olacağız. Adaletle, eşitlikle, ayrım etmeden, hizmet etmenin ne olduğunu bilmeyenlerden, 4 yıl boyunca yaptıklarımızı da anlamalarını açıkçası beklemiyorum. Vatandaşa hizmet etmek, anlamayacakları taraf.

Vatandaşlara hizmet etmek yerine, bir avuç insana hizmet etmekle ilgili ayrımcılığı, 25 yıl boyunca bir israf düzeni ve o süreç içerisinde partizanlık şekliyle ayrımcılık yapmayı, ben Adalar’la ilgili bir anımda yaşadım. İlçe Belediye Başkanıydım. Buranın o dönemki Belediye Başkanı, buranın çöp taşımasıyla ilgili tekne sorununu, o dönemin Büyükşehir Belediye Başkanı’na aktardığı toplantıda ben de vardım. Ne yazık ki, 5 yıl boyunca tek randevu alabildim. O büyükşehir belediye başkanı toplantısına üç Cumhuriyet Halk Partili ilçe belediye başkanı olarak katıldık. Dün gibi hatırlıyorum.

Birisi bendim, birisi Adalar Belediye Başkanı, bir diğeri de başka bir iIçemizin belediye başkanı. Konuları konuşurken, o dönemki Adalar Belediye Başkanı’nın, çöpün taşınmasıyla ilgili, bugüne kadar verilen teknenin niçin verilmediği konusunda ısrarlı sorular sormuştu. Kısa dönem belediye başkanlığı yapmış şahıs yanıtına Adalar Belediye Başkanı çok büyük tepki göstermişti. Kalkıp adamı tutmak zorunda kalmıştım. Verdiği cevap şuydu: ‘Siz de siyaset yapıyorsunuz, ben de siyaset yapıyorum. Niçin vereyim ki, niçin yardımcı olayım ki’ demişti. Ve o kişi, bu şehre 1,5 sene belediye başkanlığı yaptı. Bakın bu kulaklar duydu ve yaşadı.”

“Bu sözün orada söylenmesini kınıyorum”

“Bugün gerçekten hala bakıyorum; dört yıl olmuş, millet oy vermiş, sizi tıpış tıpış evine yollamış” diyen İmamoğlu, “Hala sindiremiyorlar ve birtakım ifadelerde bulunuyorlar. Efendim neymiş? Bizim bu dönemi, ‘fetret dönemi’ diye tanımlama cihetinde bulunuyor. Hem de ne yazık ki yeni seçilmiş Sayın Cumhurbaşkanı, bunu bir cami açılışının önünde söylüyor. Yani bir caminin önünde söylenecek, herhalde en son söz, yalan konuşmaktır. O bakımdan, bu sözün orada söylenmesini kınıyorum.

Çünkü, sizin fetret döneminizi yıkıp, israf döneminizi ortadan kaldıran bizler, anlıyorum ki sizi büyük bir bunalıma soktuk. O bunalım hala devam ediyor. O bunalımdan kurtulamadınız. İşte bugün, burada ortaya çıkan Taş Mektep, tam da bunun karşılığıdır. Yani geçmişten beri metruk halde bırakıp, dönüp bile bakmadığınız bu ve buna benzer İstanbul’un her köşesindeki ecdadın bize bıraktığı eserleri hak ettiği değere kavuşturmak; evet size göre ‘fetret dönemi’ olabilir, ama bize göre, tam aksine şehre hak ettiği değeri vererek, sizin hizmetinizde olan bir avuç insana hizmet etmek değil, insanlarımıza ve 16 milyon insanımıza hizmet etmenin karşılığı bir görüntüdür” ifadelerini kullandı.

“Herkes hafızasında, 2019’da elde ettiğimiz başarıyı, canlı ve taze tutsun”

Konuşmasındaki ikinci örneği de Adalar’dan veren İmamoğlu, konuşmasını şu sözlerle tamamladı:

“Burada, Adalar İskelesi’nin üstünde bulunan, aile yakınlarının derneğine, vakfına emanet edilmiş binayı, kamu olarak almak hakkımız olmasına rağmen verilmemesini ve oranın bir aile yakınınızın, çocuğunuzun kullandığı bir vakfa teslim etmeyi, kendine devlet yönetimi aklı ve anlayış olarak gören insanlar, işte bizim bu yönetim anlayışını ‘fetret dönemi’ olarak tanımlıyor olabilirler. Ama bu tür ortamlardan kurtulmak, bu mücadele, bir an için kolay bir şekilde geri döndürülemeyebilir. Ama bunun yolu yöntemi vardır. Bu yapılır. Başarılır da.

Herkes hafızasında, 2019’da elde ettiğimiz başarıyı, canlı ve taze tutsun. O, hiç aklınızdan çıkmasın. Onu canlı tutacağız ve önümüzdeki süreçlerde, memleketimizin bu değişimine ve dönüşümüne, hep birlikte imza atacağız. Bugün babalar günü. Burada bulunan bütün babalara, güzel bir ömür ve yaşam diliyorum. Evlatlarının, güzel çocuklarının onlara layık birer evlat olmasını diliyorum. Her zaman bütün anne babaların çocuklarıyla ilgili hayal kurdukları ne var ise, ki anneler babalar çocukları için hep güzel hayaller kurarlar, onların gerçekleşmesini diliyorum. Bu güzel yapının, babalar günü hediyesi olarak hem Adalara hem İstanbul’umuza hayırlı, uğurlu olmasını diliyorum.”

Paylaşın

Rusya – Ukrayna Savaşı: İki Taraf Da Ağır Kayıplar Veriyor

24 Şubat 2022 yılında Rusya’nın geniş çaplı operasyon olarak adlandırdığı Ukrayna’yı işgal girişimi, Ukrayna’nın karşı saldırıya geçmesiyle farklı bir aşamaya geçildi. Karşı saldırıda her iki tarafında ağır kayıplar verdiği ifade edildi.

Karşı saldırıda en şiddetli çatışmalar güneyde Zaporişya bölgesinde, Bakhmut’un çevresinde ve Donetsk bölgesinde yaşanıyor. Ukrayna bu bölgelerde saldıran taraf ve küçük ilerlemeler kaydetti ama Rus güçler de nispeten etkili şekilde savunma yapıyor.

İngiliz askeri yetkililere göre Ukrayna’nın karşı saldırı başlattığı ilk günlerde Rusya ve Ukrayna güçleri oldukça yüksek sayıda kayıplar veriyor.

İngiliz askeri yetkililerinin değerlendirmesine göre Rusya muhtemelen Bakhmut savaşının zirvesinde verdiği kayıplardan daha fazlasını kaybediyor.

İngiliz istihbaratına göre en şiddetli çatışmalar güneyde Zaporişya bölgesinde, Bakhmut’un çevresinde ve Donetsk bölgesinde yaşanıyor.

Rapora göre Ukrayna bu bölgelerde saldıran taraf ve küçük ilerlemeler kaydetti ama Rus güçler de nispeten etkili şekilde savunma yapıyor.

Bir bölümü Rus işgali altındaki Zaporişya’ya Rusya’nın yetkili olarak atadığı Vladimir Rogov, Ukrayna güçlerinin iki kasabanın kontrolünü ele geçirdiğini belirtti.

Batılı uzmanlar ve askeri yetkililer Ukrayna’nın karşı saldırısının Rus güçleri işgal ettikleri topraklardan çıkartacağı konusunda ihtiyatlı.

Bazı Afrika ülke liderlerinin ‘barış misyonu’ da başarısız olmuşa benziyor. Önce Kiev’de ardından da Moskova’da temaslarda bulunan liderlerin görüşmelerinde bir ilerleme kaydedilmedi.

Bu arada Kakhovka Barajı’nın yıkılmasıyla oluşan sel nedeniyle Kiev’in açıklamasına göre Ukrayna kontrolündeki bölgede yaşamını yitirenlerin sayısı 16’ya yükseldi.

Rus yetkililer de Moskova’nın kontrolündeki bölgelerde 29 kişinin yaşamını yitirdiğini belirtiyor. Barajın yıkılması nedeniyle iki taraf da karşılıklı suçlamalar yöneltiyor.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Avrupa Konseyi’nden Dikkat Çeken Rapor: Seçim Kampanyası Demokratik Değildi

14 ve 28 Mayıs’ta yapılan seçimlere ilişkin raporunu yayınlayan Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM), seçim kampanyası sırasında görevdeki Cumhurbaşkanı, bakanlar ve iktidar partisinin “haksız avantaj” ve “medyanın taraflı yayınları”ndan yararlandıkları görüşünde. 

Son depremlerin yarattığı zorluklara rağmen teknik planda seçimlere iyi hazırlandığı not edilen Yüksek Seçim Kurulu (YSK) da “saydamsızlık ve iletişim noksanlığı” nedeniyle raporda eleştiriliyor.

Raporda Türk medyası da seçim kampanyası sırasında “taraflı yayın yapmakla” eleştiriliyor. Kamu yayın kurumlarının Anayasaya göre seçim kampanyasını tarafsızlık ilkesine göre yansıtmakla yükümlü oldukları belirtilmekle birlikte, TRT’nin “Cumhur İttifakı ve Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklediği” not ediliyor.

Kadın-erkek eşitliği Anayasa tarafından güvence altına alınmış olmasına rağmen kadınların siyasetteki temsiliyetinin düşük olduğuna dikkat çekilen raporda, milletvekili adaylarının sadece 4’te 1’inin kadın olduğu, Cumhurbaşkanı seçimine ise hiçbir kadın adayın katılmadığı not edilmekte.

Türkiye’deki Cumhurbaşkanı vemilletvekili genel seçimlerini TBMM’nin daveti üzerine 40 kişilik bir parlamenter heyetiyle yerinde gözlemleyen Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) konuya ilişkin nihai raporu yayımlandı.

DW Türkçe’den Kayhan Karaca’nın aktardığına göre, AKPM’nin 19 Haziran Pazartesi günü Strasbourg’da düzenlenecek genel kurul oturumunda tartışılacak raporda, seçimlere yüksek katılım oranının “Türk demokrasisi açısından her türlü zorluğa rağmen şaşırtıcı bir direnç göstergesi” olduğu ve “Avrupa demokrasilerinin bundan esinlenebileceği” belirtildi. Raporda seçim kampanyası sürecinde siyasi partiler ve sivil toplumun çok sayıda gözlemciyi seferber etmesinin “dinamik bir demokratik toplumun” varlığına işaret ettiği, seçim barajının yüzde 10’dan yüzde 7’ye düşürülmüş olmasının da memnuniyet verici olduğu not edildi.

“Haksız avantaj”

AKPM bu gözlemlere rağmen, seçim kampanyası sırasında görevdeki Cumhurbaşkanı, bakanlar ve iktidar partisinin “haksız avantaj” ve “medyanın taraflı yayınları”ndan yararlandıkları görüşünde. Raporda bu duruma örnek olarak görevdeki Cumhurbaşkanının kamu kaynaklarıyla seçim kampanyası sırasında açılış, anahtar teslim ve temel atma törenlerine katılımı gösteriliyor.

Rapora göre, Türk Anayasa ve hukuksal çerçevesi temel hak ve özgürlüklerin tam anlamıyla güvence altında olmasını sağlamıyor. Kimi muhalif parti ve siyasilerin “korkutulması, taciz edilmesi, baskıya uğraması veya mahkum edilmesinin bu parti ve siyasilerin kampanya ve siyasi faaliyet yürütmesini engelledi” gözlemine yer veriliyor. Toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlüklerine yönelik kısıtlamalarla bazı siyasi sorumluların, muhalefet partilerinin, sivil toplumun ve bağımsız medyanın seçim kampanyası sürecine katılımının engellendiği kaydediliyor.

Yüksek Seçim Kurulu’na eleştiri

Son depremlerin yarattığı zorluklara rağmen teknik planda seçimlere iyi hazırlandığı not edilen Yüksek Seçim Kurulu (YSK) da “saydamsızlık ve iletişim noksanlığı” nedeniyle raporda eleştiriliyor. YSK’nın seçimler konusunda gerek idari gerekse hukuksal organ olduğu hatırlatılarak, “toplantılarının kamuya açık yapılmaması, kanuni zorunluluğa rağmen kararlarının açıklanmaması ve nihai seçim sonuçlarından önce seçim bürolarındaki geçici sonuçları yayınlamaması” gündeme getiriliyor. YSK’nın oy sayım işlemi sırasında yeterli resmi bilgi paylaşmamasının ve buna paralel olarak Anadolu ve ANKA ajanslarının çelişkili veriler yayınlamasının seçim sonuçları hakkında belirsizlik yarattığı hatırlatılıyor.

Seçimlerle ilgili yasal çerçevenin “önemli eksiklikler” içerdiği ve “demokratik seçim düzenlenmesi için sağlam hukuksal temel oluşturmadığı” görüşüne yer verilen raporda, yasal plandaki bu muğlaklığın seçim sürecinin kilit evreleri hakkında şüphe oluşturduğu, YSK mevzuatının bu şüphelerin ortadan kalkmasını sağlayamadığı belirtiliyor.

AKPM, YSK’nın saydam olmadığı ve gerçek anlamda iletişimde bulunmadığı bir ortamda, seçim bürolarında oyların yeniden sayımı ve seçimin iptali taleplerine verilecek yanıtlarla ilgili kapsamlı kurallar bulunmamasının, “özellikle sonuçların derlenmesi ve resmi sonuçların yayınlanması konusunda potansiyel manipülasyon ve seçim sürecini kötüye kullanma riski oluşturabileceği” düşüncesinde.

Medyaya eleştiri

Raporda Türk medyası da seçim kampanyası sırasında “taraflı yayın yapmakla” eleştiriliyor. Kamu yayın kurumlarının Anayasaya göre seçim kampanyasını tarafsızlık ilkesine göre yansıtmakla yükümlü oldukları belirtilmekle birlikte, TRT’nin “Cumhur İttifakı ve Recep Tayyip Erdoğan’ı desteklediği” not ediliyor. TRT kanallarındaki haberlerde “Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aday Erdoğan arasında fark gözetilmediği”, Millet İttifakı hakkındaki haberlerin ise “genelde olumsuz” yansıtıldığı vurgulanıyor. Buna karşılık, Fox TV ve Halk TV gibi kanalların da “taraflı” haber yaptıkları, Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkında büyük ölçüde olumsuz haber yayınladıkları, Millet İttifakını ön plana çıkardıklarını belirtiyor.

Rapor bu çerçevede Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) medyanın seçim kampanyasını işleyişi üzerinde “yeterince etkin kontrol gerçekleştirmediğini”, mevzuat ihlallerine karşı hızlı önlem almadığını, TRT’ye karşı taraflı yayın temelinde yapılan şikayetleri incelemediğini savunuyor.

Kadın-erkek eşitliği Anayasa tarafından güvence altına alınmış olmasına rağmen kadınların siyasetteki temsiliyetinin düşük olduğuna dikkat çekilen raporda, milletvekili adaylarının sadece 4’te 1’inin kadın olduğu, Cumhurbaşkanı seçimine ise hiçbir kadın adayın katılmadığı not edilmekte. Kadınların seçim kampanyasındaki görünürlüğünün düşük olduğuna vurguda bulunulup, sadece birkaç siyasi partinin kadın-erkek eşitliğini ve cinsiyete dayalı şiddetle mücadeleyi kampanya mesajlarına dahil ettiğine dikkat çekiliyor.

AKPM, bundan sonraki seçimlerde yurtdışındaki kimi seçim bürolarına uluslararası gözlemci gönderilmesine izin verilmesini de istiyor.

AKPM raporu seçim gözlem heyetine başkanlık eden Alman sosyal demokrat parlamenter Frank Schwabe tarafından hazırlandı. AKPM 14 Mayıs seçimlerini 18 heyet halinde Ankara, İstanbul, İzmir, Samsun, Gaziantep ve Diyarbakır’a gönderdiği parlamenterlerle; 28 Mayıs’ta yapılan Cumhurbaşkanı seçimi ikinci turunu ise Ankara, İstanbul ve Diyarbakır’a gönderdiği 10 heyetle yerinde gözlemlemişti.

AKPM heyetinin seçimlerin 14 Mayıs’taki ilk turu ertesinde AGİT heyetiyle beraber yayımladığı ön bulgular Türkiye Dışişleri Bakanlığı tarafından yapılan açıklamada, “seçim sürecinin dışına çıkan, bağımsız ve tarafsız gözlem ilkeleriyle bağdaşmayan siyasi içerikli ve itham edici ifadeler” olarak tanımlanmıştı.

Paylaşın

HDP’den “Asgari Ücret” Açıklaması: En Az 16 Bin 250 Lira Olmalı

Asgari ücret tartışmalarına dair HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Rıdvan Turan, “Asgari ücret tartışmalarına bakıldığında; asgari ücret artışının refah artışını sağlayamayacağını, hatta mevcudu koruyamayacağını, kozmetik iyileştirmelerin de kısa sürede enflasyonla geri alınacağını vurgulamak gereklidir. Kaldı ki iktidarın asgari ücret politikası, çalışan nüfusun yarıdan fazlasının asgari ücrete mahkûm olmasına sebep olmaktadır. Her geçen gün de daha çok çalışan da reel ücretlerinin düşmesi ile bu kümeye dâhil olmaktadır.” dedi ve ekledi:

“O yüzden öncelikli olarak hedefine emekten yana tercihlere sahip bir enflasyonu düşürme hedefini koymayan bir anlayışın asgari ücret üzerinden refah artışı sağlayabilmesi olanaksızdır. Kaldı ki iktidar mahfillerince dillendirilen artış miktarı ile asgari ücretin açlık sınırının altında kalmayı sürdüreceği açıktır. Bu sebeple asgari ücretin, geçen dönem önerdiğimiz 12,500 liralık net asgari ücretin yüzde 30 enflasyon farkıyla en az net 16,250 liraya çıkması gerekmektedir.”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Ekonomi ve Tarım Komisyonu’ndan sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Rıdvan Turan, devam eden asgari ücret tartışmalarına dair yazılı bir açıklama yayınladı. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

Geçen hafta Saray’da yapılan Ekonomi Koordinasyon Kurulu toplantısında enflasyonla mücadelenin temel öncelik olduğunun vurgulanmasının ardından yeni Ekonomi Bakanı Şimşek’in iş dünyası ve bankalar ile gerçekleştirmiş olduğu görüşmelerde ifade ettiği, “refah artışını sağlayacak model”in ne olduğu, enflasyonun nasıl düşürüleceği, hayat pahalılığının nasıl ortadan kaldırılacağı merak konusu olmaya devam ediyor.

Bu arada milyonlarca işçi asgari ücret tartışmalarına dikkat kesilmiş durumda. Ekonomi Bakanlığına Mehmet Şimşek’in, MB Başkanlığı’na Hafize Gaye Erkan’ın getirilmesi ile gömlek değiştiren ekonomi politikalarının muhtevası itibariyle geniş işçi emekçi kesimlerde refah artışı sağlayamayacağını, asgari ücrette neye karar kılınırsa kılınsın refah artışının mümkün olmayacağını hatta mevcudu koruyamayacağını biliyoruz.

Türkiye ekonomisi son derece ağır yapısal sorunlarla maluldür. Bu yapısal sorunların bir kısmı ülkenin uluslararası sermayeye eklemlenme biçiminin doğal sorucuyken, bir diğer kısmı da Erdoğan’ın ekonominin kendi rasyonalitesine dahi uymayan “dehası”dır.

Ekonominin yeni önceliği, yerel seçimlere kadar bir döviz krizinin patlamasının engellenmesi, krizin ötelenmesidir. Bunun tek yolu da uluslararası sermayenin portföy yatırımları ile ülkeye çekilmesi ve yeni borçların bulunmasıdır. Bu sayede ülkenin yapısal sorunları çözülmüş olunmasa da yerel seçimlere kadar durumun daha vahimleşmesi engellenmeye çalışılacaktır.

Seçime yönelik olarak bu yılın merkezi yönetim bütçesinde öngörülen açık, deprem ve EYT gibi faktörlerle daha da artmış ve bu yılın ilk dört ayındaki bütçe açığı geçen yılın aynı dönemine göre %312 oranında artarak 264 milyar TL’ye çıkmıştır. Faiz giderleri %95’in üzerine çıkmıştır. Cari açık bu yıl 58 milyar dolar ile finansmanı olanaksız bir noktaya taşınmıştır. Bu yıl ödenmesi gereken kısa vadeli borç stoku 200 milyar dolardır. Merkez Bankasının iç ve dış borçları ve toplamda bu borçları çevirebilmek için gereken döviz rezervlerinin kuru tutma inadıyla eritilmesi de durumu vahimleştiren bir başka tablodur.

Ez cümle bu verili durumda; iktidar sınıfsal tercihleri nedeniyle bütçe açığını kapatmak için para basmaya, vergi gelirlerini arttırmaya, cari açığın finansmanı ve borçların çevrilebilmesi için de dış kaynağa yönelmektedir. Bu politikaların bundan evvel olduğu gibi işçi sınıfını ve yoksulları vuracağı, enflasyonu tırmandıracağı, işsizliği arttıracağı, iddiaların aksine gelir dağılımı adaletsizliğini derinleştireceği ortadadır.

Bu eksenden asgari ücret tartışmalarına bakıldığında; asgari ücret artışının refah artışını sağlayamayacağını, hatta mevcudu koruyamayacağını, kozmetik iyileştirmelerin de kısa sürede enflasyonla geri alınacağını vurgulamak gereklidir. Kaldı ki iktidarın asgari ücret politikası, çalışan nüfusun yarıdan fazlasının asgari ücrete mahkûm olmasına sebep olmaktadır. Her geçen gün de daha çok çalışan da reel ücretlerinin düşmesi ile bu kümeye dâhil olmaktadır.

O yüzden öncelikli olarak hedefine emekten yana tercihlere sahip bir enflasyonu düşürme hedefini koymayan bir anlayışın asgari ücret üzerinden refah artışı sağlayabilmesi olanaksızdır.

Kaldı ki iktidar mahfillerince dillendirilen artış miktarı ile asgari ücretin açlık sınırının altında kalmayı sürdüreceği açıktır. Bu sebeple asgari ücretin, geçen dönem önerdiğimiz 12,500 liralık net asgari ücretin yüzde 30 enflasyon farkıyla en az net 16,250 liraya çıkması gerekmektedir.

Halkların Demokratik Partisi, bir kez daha nihai kazanımın asgari ücret tartışmalarına sıkıştırılmadan sürdürülecek sistematik, örgütlü ve birleşik bir ekonomik demokratik siyasal mücadeleyle kazanılacağını vurgular.”

Paylaşın

Ekonomistlerden “Merkez Bankası, Faizi 4 Yılın Zirvesine Çıkaracak” Öngörüsü

Mehmet Şimşek’in yeni kabinede “tam yetkili Hazine ve Maliye Bakanı” olarak göreve gelmesinin ardından ekonomi yönetiminde büyük değişiklikler olmuş, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) başına Hafize Gaye Erkan getirilmişti.

Görevini Nurettin Nebati’den devralan Mehmet Şimşek, “Önümüzdeki dönemde bu hedefe ulaşmada şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk temel ilkelerimiz olacaktır. Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeceği kalmamıştır” demişti.

Ekonomi yönetimindeki değişiklikler ve Mehmet Şimşek’in mesajları sonrası, Merkez Bankası’nın politika faizinde atacağı adımlar gündemin ne çıkan konuları arasında.

Reuters anketine katılan 15 ekonomist, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu’nun (PPK) 22 Haziran perşembe günü yüzde 8,5 seviyesinde olan politika faizini son 4 yılın zirvesine çıkaracağını öngördü.

Ekonomistlerin tamamı yeni Başkan Hafize Gaye Erkan’ın ilk PPK toplantısında faizin yükseltileceği konusunda hemfikir. Tahminler yüzde 12,5 ile yüzde 30 arasında değişirken, medyan tahmin ise yüzde 20 oldu.

TCMB’nin politika faizini yüzde 20’ye yükseltmesi durumunda faizde son 4 yılın zirvesi görülecek. Merkez Bankası, en son Naci Ağbal döneminde Mart 2021’de faizi yüzde 17’den yüzde 19’a çıkarmış, karar sonrası Ağbal görevden alınmıştı.

Haberde, Merkez Bankası’nın sözel yönlendirme yapmadığı, bu yüzden de tahmin aralığının geniş olduğuna dikkat çekildi.

Yıl sonu faiz beklentisi yüzde 30 seviyesinde

Ekonomistlerin yıl sonu faiz beklentisi ise yüzde 18 ile yüzde 35 aralığına gerçekleşti. Medyan tahmin ise yüzde 30 oldu.

AA Finans’ın anketinde de benzer sonuçlar alınmıştı. AA’nın anketine katılan ekonomistlerin faiz tahminleri yüzde 12 ile yüzde 30 arasında değer aldı. Medyan tahmin ise faizin 1075 baz puan artırılarak yüzde 19,25’e çekileceği yönünde.

Merkez Bankası’nın cuma günü açıklanan piyasa beklentileri anketinde ise politika faizi yüzde 17,5 olarak öngörülmüştü.

Paylaşın