Radyoterapi nedir, nasıl uygulanır? Detaylar

Radyoterapi, kanser hücrelerini öldürmek için yoğun enerji ışınları kullanan bir kanser tedavisi türüdür. Radyoterapide çoğunlukla X ışınları kullanır, ancak protonlar veya diğer enerji türleri de kullanılabilir. Radyoterapi, hücrelerin nasıl büyüdüğünü ve bölündüğünü kontrol eden genetik materyali yok ederek hücrelere zarar verir.

Radyoterapi hem sağlıklı hem de kanserli hücreler zarar görürken, radyoterapinin amacı mümkün olduğunca az sayıda normal, sağlıklı hücreyi yok etmektir. Normal hücreler genellikle radyasyonun neden olduğu hasarın çoğunu onarabilir.

Radyoterapinin kullanım amaçları nelerdir?

  • Neoadjuvan Radyoterapi; Rektum ve akciğer kanserleri başta olmak üzere bazı tümör türlerini küçültmek için kullanılır. Ameliyat öncesi radyoterapi olarak da bilinen neoadjuvan radyoterapi ile kanser hücrelerinin oluşturduğu tümörün küçültülmesi hedeflenir. Böylece operasyon sırasında hastadan mümkün olduğunca az miktarda doku çıkarılır
  • Adjuvan Radyoterapi; Meme kanseri başta olmak üzere pek çok farklı kanser türünde uygulanabilen adjuvan radyoterapi, ameliyat sonrası ışın tedavisi olarak da tanımlanabilir. Ameliyatla tümör dokusunun temizlenmesinin ardından yapılan uygulama sayesinde vücutta kalmış olması muhtemel kanser hücrelerinin yok edilmesi hedeflenir. Böylece kanserin tekrar ortaya çıkması (nüks etmesi) engellenmeye çalışılır
  • Primer Radyoterapi; Larenks (ses telleri) tümörü gibi bazı kanser türlerinde tek başına uygulanan radyoterapi türüdür. Yalnızca radyoterapi uygulaması olarak da tanımlanabilen bu yöntem, seçilmiş vakalarda cerrahi girişim yerine uygulanarak benzer oranda başarı sağlar
  • Palyatif Radyoterapi; İleri evre kanser vakalarında oluşan kanserin diğer dokulara yayılması durumunda uygulanan palyatif radyoterapi yönteminde hastanın şikayetlerin azaltılması hedeflenir. Özellikle beyin ve kemik metastazı varlığında uygulanan bu yöntem sayesinde hastanın ağrı, kanama ve nefes darlığı gibi şikayetlerinin önlenmesi ya da giderilmesi hedeflenir. Ayrıca patolojik kırıklar, felç ve bilinç bozukluğu gibi ciddi sağlık sorunlarının da önüne geçilmesi amaçlanır

Radyoterapi nasıl uygulanır?

Radyoterapi “eksternal” (beden dışından) ve “internal” (beden içi) uygulamalar olmak üzere iki biçimde yapılır. Bazı hastalara ikisi birden peş peşe de uygulanabilir. Hastaların büyük çoğunluğuna radyasyon beden dışından verilir. Tedavi genellikle ışın tedavisi merkezlerinde ayakta uygulanır. Eksternal tedavide bir cihaz yardımıyla tümör içeren bölgeye yüksek enerjili ışınlar veya partiküller yöneltilir. Radyoterapide kullanılan cihazların en önde gelen tipi lineer akseleratörlerdir. Yüksek enerjili ışınlar, kobalt-60 gibi radyoaktif kaynak içeren cihazlar yardımıyla da uygulanabilir.

Eksternal ışınlama çalışmalarında farklı cihazlarda farklı yollar izlenir. Bazı cihazlar cilt yüzeyine yakın kanserlerin tedavisinde etkili olurken, diğerleri bedenin derin kısımlarındaki kanserlerin tedavi edilebilmesinde etkilidir. Hangi cihazın sizin için en uygun olduğuna hekiminiz karar verecektir.

İnternal radyoterapi uygulandığında radyoaktif madde veya kaynak, implant denilen ince tel ya da tüp gibi küçük taşıyıcılara yerleştirilir. Bu implantlar doğrudan tümörün içine ya da beden boşluklarına yerleştirilir. Bazı durumlarda cerrahi girişim ile tümör alındıktan sonra, geriye kalmış olabilecek tümör hücrelerini öldürmek için açılan yarığın çevresine implantlar yerleştirilebilir. İnternal radyoterapinin başka bir biçimi de radyoaktif kaynakları yerleştirmeden kullanılanlarıdır. Kaynak ya ağızdan ya da bedene enjeksiyon yoluyla alınır. Eğer bu biçimde tedavi edilecekseniz birkaç gün hastanede kalmanız gerekebilir.

Radyoterapi tedavi planı ve hazırlık süreci nasıldır?

  • Bilgisayarlı planlama tomografisi; Radyoterapi tedavisine başlamadan önce bilgisayarlı planlama tomografisi ile birlikte hazırlık seansı yapılır. Bunda amaç, tedaviyi kişileştirmek ve kanserin, türüne ve yaygınlığına göre seçilmesi gereken ışınlama tekniğini belirlemektir. Bu hazırlık seansı ve tedavinin kendisi hakkındaki ayrıntılar (özellikle seansların sıklığı ve süresi) ilk muayene esnasında hastaya radyasyon onkolojisi uzmanı tarafından bildirilir
  • Tümörlü ya da tümör yayılımı olan bölgelerin belirlenmesi; Radyoterapi seansı sırasında, hastanın cihazın içinde almak zorunda olduğu pozisyon belirlenir ve daha sonra da bu pozisyonda bilgisayarlı tomografi çekilir. Tedavi planını bilgisayarlı tomografi ile yapmak, tümörlü ya da tümörün yayılımı için en riskli bölgelerin belirlenmesinin yanı sıra korunması gereken normal dokuların da tespitini sağlamış olur. Tomografi sırasında, damar için enjeksiyon ve görüntülenecek bölgeye göre de bazen idrar sondası gerekli olabilir
  • Radyasyon dozu ayarlaması; Doktor tarafından tomografi kesitleri tarafından hedef hacim ve normal doku belirlemeleri yapıldıktan sonra yine doktorun ve radyasyon fizikçisinin birlikte çalışması ile, hastanın ne kadar radyasyon dozuna ihtiyacı olduğu ve bu dozun nasıl verileceği, kaç seans süreceğini belirlenir. Bu durum, genellikle bir kaç gün sürebilir
  • Radyasyon kaynağının belirlenmesi; Radyoterapide kullanılan radyasyon kaynakları çeşitlidir. Doktor X-ışını ya da elektron demeti kullanabilir. Kullanılacak radyasyon kaynağının seçimi tümörün tipine, vücuttaki yerleşimine ve özellikle de derinliğine göre belirlenir. Yüksek enerjili X-ışınları birçok kanser tipinde tedavi amacı ile kullanılır. Elektron demetleri ise bazı cilt hastalıklarını tedavi edebilir
  • Işın verilecek bölgenin işaretlenmesi; Radyasyon terapisti tarafından hastanın cildine işaretlemeler yapılarak bir radyoterapi seansından diğerine “hedef hacmin” aynı şartlarda ışınlanması sağlanmaktadır. Bu amaçla kolay çıkmayan mürekkepli kalemler kullanılır veya tatuaj yapılabilir. Yine de yıkanırken bu işaretlerin çıkmamasına özen göstermek gerekir. Çünkü hastanın tedavisi bitene kadar bu işaretlere ihtiyaç duyulacaktır. Silinme olursa terapiste haber vermek gerekir. Hasta, silinmiş işaretleri kendisi tamamlamamalıdır
  • Tedavi etkisinin takibi; Tedavi başladıktan sonra doktor hastanın tedaviye cevabını, genel durumunu ve tedavinin olası yan etkilerini takip eder. Bu kontrol de genellikle haftada bir yapılır ancak sıklığı hastanın ihtiyacına göre değişebilir. Planlanmış tedavilerin zamanında alınması çok önemlidir. Plandaki aksamalar, tedavinin beklenen etkinliğini azaltabilir

Tedavi süreci;

Hasta tedaviye başlamadan önce giysilerini çıkarır ve önlük giyer. Bu nedenle kolay değiştirebileceği giysiler ile tedaviye gelmesi önerilir.

Radyoterapi teknisyeni, tedavi alanını belirlemek için hastanın cildinde daha önce işaretlemiş olduğu çizgileri kullanır. Hastanın özel bir sandalyede oturması ya da tedavi masasına yatması gerekir. Her seansta tedavi odasında 15 ila 30 dakika kalınmakla birlikte, radyasyon dozunun verilmesi 1 ila 5 dakikalık bir sürede gerçekleşmektedir. Eksternal radyoterapi alma işlemi, bir röntgen filmi çekilme işlemindeki gibi ağrısızdır.

Hastanın işlem sırasında nefes tutmasına gerek yoktur ve yalnızca normal soluk alıp vermek yeterlidir. Radyoterapi seanslarında; tanımlanan dozun en hassas şekilde verilip ışınların vücutta doğru yere ulaşması, tedavi boyunca hasta pozisyonunun bozulmayıp her tedavide aynı pozisyonun oluşturulması ve hastanın konforunun en iyi şekilde sağlanması için ortamın hareketsiz hale getirilmesi önemlidir. İmmobolizasyon (sabitleme) denilen bu işlemde tedavi edilen bölgeye göre baş-boyun maskeleri, vakumlu yataklar, diz altı sabitleyicileri veya omuz çekicisi gibi aksesuarlar kullanılabilir.

Radyoterapi teknisyeni, ışın verilmeden önce odadan ayrılır. Cihazlar, yakındaki küçük bir alandan kontrol edilir. Hasta da bir monitör ya da pencere yoluyla izleyebilir. Bu sırada hasta konuştuğunda sesi hoparlörden duyulabilir ve teknisyenle iletişim kurulabilir. Radyoterapi cihazları büyük yapıları nedeniyle tedavi alanı etrafında değişik açılarda dönerken gürültülü bir ortam oluşabilir. Ancak hastaların, cihazların ilgili teknisyenlerce çalıştırıldığı ve çalışmalarının düzenli olarak kontrol edildiği unutulmamalıdır. Tedavi odası ya da cihazlarla ilgili olarak her türlü soru, teknisyen ya da doktora sorulabilir.

Radyasyonun herhangi bir şekilde görülmesi, sesinin duyulması ya da hissedilmesi mümkün değildir. Tedavi seansında hastanın kendini çok kötü veya rahatsız hissedeceği bir durum oluşursa, derhal teknisyen bilgilendirilmelidir. Gerekli durumlarda cihazların çalışması derhal durdurulabilmektedir.

Radyoterapinin olası yan etkileri;

Radyoterapi sırasında tedavi alanı içindeki sağlıklı hücreler de etkilenecektir. Bu şekilde ortaya çıkabilecek yan etkiler çoğu zaman hafif ve geçici olmakla beraber, bazı hastalarda ciddi olabilir. Bu yan etkileri azaltmak için radyoterapi hafta içi 5 gün uygulanır, hafta sonu 2 gün dinlenilir.  Ayrıca planlama tedavi alanı içinde kalan sağlıklı dokuları radyasyondan en fazla koruyacak şekilde yapılır. Yan etkiler genellikle ilerleyen günlerde, doz arttıkça başlar. Kimisi tedavi sonrası günler kimisi de haftalar içinde kaybolur. İlaçlarla veya tedaviye ara vererek bu yan etkileri hafifletmek mümkündür.

  • Ciltte görülen yan etkiler; Tedavi bölgesinde, daha çok 5–6 hafta süren tedavilerde ve tedavinin ileri dönemlerinde görülür. Koltuk altı, boyun, kasık gibi bölgelerde riski daha fazladır. Güneş yanığı gibi şikâyetlerle başlar ve sulu, açık yaralara kadar gidebilir. Bu gibi durumlarda tedavinize bir süre ara verilmesi veya ilaç kullanmanız gerekebilir. Ancak doktorunuz önermeden asla krem, pansuman türü uygulamalar yapmayınız. Bu reaksiyonların büyük bölümü tedavi bitiminden 2–4 hafta sonra kaybolur. Tedavi sonrası uzun dönemde tedavi alanında cildinizde noktasal tarzda kalıcı koyu lekeler olabilir, o bölge daha koyu renkli ve daha sert kalabilir ve o bölgede kıllar dökülebilir. Bu durum tedavi bitiminden 2-3 ay sonra normal haline döner
  • Baş ve boyun bölgesi radyoterapisindeki olası yan etkiler; Bu bölgede radyoterapi dişlerinizin çürüme eğilimini artırabilir. Tedavi süresince ve sonrasındaki bir yıl boyunca dişlerinize cerrahi tedavi uygulanamayacağından doktorunuz tedaviye başlamadan önce ayrıntılı bir diş kontrolü ister. Tedavi süresince ağız içinde yaralar olabilir. Bu nedenle tedavi boyunca düzenli antiseptik gargara ve başka ilaçlar kullanmanız gerekebilir. Tükürük bezleri etkilendiğinden ağız kuruluğu ve buna bağlı yutma güçlüğü, çiğneme zorluğu da görülebilir. Boğazınız çok tahriş olmuş, yeme-içmeniz sancılı bir hal almışsa, tedaviye bir süre ara vermek gerekebilir. Ayrıca ağızda mantar enfeksiyonu gelişebilir, tat alma duyunuz bozulabilir. Tüm bunlar iştah azalması ve dolayısıyla kilo kaybına yol açabilir. Bu tür yan etkiler tedavi tamamlandıktan sonra birkaç hafta kadar daha devam edebilir. Ses kısıklığı olabilir ancak tedavi bitiminden en geç birkaç hafta sonra eski haline  gelir
  • Göğüs bölgesine radyoterapi sırasında olabilecek yan etkiler; Radyoterapi esnasında ve sonrasında bir süre için nefesinizde daralma hissi olabilir ve katı yiyeceklerin alınması zorlaşabilir. Bazı özel ağrı kesici ve gargara türü ilaçlarla, yemek sırasında hissedilen bu ağrıyı hafifletmek mümkündür. Bu belirtiler tedaviden sonra giderek azalır ve genellikle 5–8 haftada tamamen geçer. Kuru öksürük, nefes darlığı gelişebilir. Ancak tedavi bitiminden birkaç ay sonra gelişecek öksürük, nefes darlığı yakınması radyoterapiye bağlı AC hasarını gösterebileceğinden önemlidir
  • Karın bölgesine radyoterapi sırasında olabilecek yan etkiler; Tedavi süresince, hatta ilk günlerden başlayarak bulantı bazen kusma olabilir. Buna bağlı yemek yeme problemi ile hızlı kilo kaybı başlar. Bu şikayetinizi önleyici ilaçlar verilecektir. Radyoterapi bitiminde yakınmalarınız da kalmayacaktır. Bunların dışında ishal, mide krampları ve şişkinlik yakınması görülebilir. İshal durumunda gereğinde tedaviye ara verilir ve ilaç başlanır. İshal, tedaviden sonra tamamen geçecektir. Buna ek olarak idrar kesesinin etkilenmesi sonucu sık idrara çıkma, idrar yaparken yanma olabilir.  Bol su içmek tüm bu belirtileri hafifletir
  • Kan hücrelerinin etkilenmesine bağlı yan etkiler: Radyoterapi kan yapıcı sistemin ürettiği hücreleri etkileyebilir. Ayrıca kemoterapi ile birlikte ya da kemoterapiden hemen sonra başlayan radyoterapide kan ile ilgili yan etkiler daha sık görülmektedir. Bu  etkileri zamanında saptayabilmek için tedavideki her hastaya düzenli olarak kan sayımı yapılır

Öneriler;

Radyoterapiye başladığınız zamanki genel durumunuz, günlük hayatınıza devam etmek için uygunsa, radyoterapi sırasında da bir değişiklik olmayacaktır. Fakat uzun süreli tedavilerde, günlük yaşamınızı zorlaştıran bazı yan etkiler gelişebilmektedir. Tedaviniz süresince kendinizi yorgun, halsiz hissedebilirsiniz. Bu yorgunluk, tedavinizden kaynaklanan bir durumdur, kesinlikle hastalığınızın kötüye gittiğini göstermez ve tedaviden sonra genellikle kaybolur.

  • Beslenme; Tedavi süresince sağlıklı beslenmeye ve bol su içmeye mutlaka özen göstermelisiniz. Et, yoğurt, baklagiller, yumurta, süt, balık gibi yüksek proteinli besinler bu süreçte diyetinizde özellikle gereklidir. Yağlı, kızartma türü yiyeceklerden uzak durmanız faydalı olacaktır. Ağzınızda şiddetli ağrılar ve yaralar gelişebilir bu nedenle çok soğuk, çok sıcak, acı ve baharatlı yiyeceklerden uzak durmanız gereklidir. Gerektiğinde ağız içi sorunlarınız geçene kadar yüksek kalorili özel solüsyonlarla beslenmenize takviye yapılabilir. Karın bölgesine radyoterapi uygulanıyorsa gaz oluşumuna yol açan fasulye, nohut ve kimyonlu yiyecekleri sınırlı ölçüde tüketmeniz faydalı olacaktır. Bağırsakların etkilenmesi nedeniyle ishal gelişebileceğinden tedavi sürecinde yağsız peynir, beyaz ekmek, patates, pirinç, yağsız haşlama et gibi yiyecekler tüketilmelidir. Tedaviniz süresince kesinlikle alkol ve sigara kullanılmamalıdır
  • Egzersiz; Bedeni yormayan egzersizler, örneğin yürüyüşler fizik gücüne katkıda bulunur. Dolayısıyla radyoterapi süresince düzenli olarak spor yapılması faydalı olabilecektir
  • Dinlenme; Radyasyon tedavisi sırasında normal yaşantınızı mümkün olduğunca devam ettirmeli ancak dinlenmeye özen göstermelisiniz
  • Cilt Bakımı; Cilt reaksiyonları sıklıkla görülebilir. Tedavi bölgesi ılık su ile yıkanıp, banyo yapılabilir. Tedavi bölgesinde kaşıntı hissi olabilir ancak asla ovalamayınız, kaşımayınız, çünkü bu bölgedeki deri hassalaşır ve kolay tahriş olabilir. Parfümlü sabunlar, pudralar, deodorantlar, losyonlar, kremleri tedavi süresince kullanmanız sakıncalıdır. Baş ve boyun bölgesinden radyoterapi alıyor iseniz tedavi süresince köpük, krem ve jilet kullanarak tıraş olmayın. Eğer gerekliyse tedavi başlangıç döneminde tıraş makinesi kulanılabilir
  • Güneşten Korunma; Tedavi gören bölge yazın etkili güneşe, kışın soğuk rüzgâra maruz kalmamalıdır. Tedavi bitimini takiben en az 1 yıl süreyle, tedavi gören bölgenin kuvvetli güneş ışığından korunması gerekir
  • Giyim; Yünlü, naylon giysiler tahriş edici olabilir. Meme bölgesinden tedavi alan hanımların tedavi süresince sutyen kullanmamaları doğru olacaktır. Boyun bölgesine radyoterapi uygulanıyorsa, dar yakalı giysilerden kaçınmalıdır. Kuvvetli güneş ve soğuk rüzgârdan korumak amacıyla boyun için ipek veya pamuklu fular, uygun seçimlerdir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Pritikin Diyeti hakkında bilmeniz gereken har şey!

Pritikin Programı veya Pritikin İlkesi olarak da bilinen Pritikin Diyet ve Egzersiz programı, 1970’lerin sonlarında en çok tutan diyet bugün hala popülerdir. Programın temeli, günlük egzersiz rutini ile birlikte düşük yağlı, yüksek lifli diyettir. Kilonuzu yönetmenize, kalp hastalığı riskinizi azaltmanıza – hatta tersine çevirmenize – ve her zamankinden daha genç hissetmenize yardımcı olmayı vaat ediyor.

Günümüzde hastalıkların önlenmesi için diyet ve egzersiz değişiklikleri önermek standart olsa da, bu felsefe, diyet ve egzersizin kalp hastalığını ve kötü sağlığı önlemenin ana nedeni veya yolu olduğuna inanılmadığı 1970’lerde ve 1980’lerde tartışmalıydı. Bu makale, kilo verme etkinliği, diğer faydaları ve dezavantajları dahil olmak üzere Pritikin Diyetini gözden geçirmektedir.

Diyet değerlendirme puanı;

  • Genel puan; 3.46
  • Kilo kaybı; 2
  • Sağlıklı beslenme; 4
  • Sürdürülebilirlik; 3.5
  • Tüm vücut sağlığı; 4.5
  • Beslenme kalitesi; 4
  • Kanıta dayalı; 2.75

Pritikin Programı, 1970’lerde Nathan Pritikin tarafından kilo vermeye yardımcı olmak ve kalp sağlığını iyileştirmek için sağlıklı bir yaşam tarzı olarak geliştirildi. Diyet, günlük egzersiz yapmanın yanı sıra işlenmemiş, az yağlı ve yüksek lifli yiyecekleri yemeyi vurgular.

Pritikin tıp doktoru veya sağlık profesyoneli olmamasına rağmen, sağlıklı bir yaşam tarzına olan tutkusu, 2. Dünya Savaşı sırasında halk sağlığı konusundaki gözlemlerinden ve kendi sağlık sorunlarından kaynaklanıyordu.

Başlangıçta, kalp hastalığının ilaç içeren tedavi ve düşük stresli bir yaşam tarzı ile uzun süreli stresle ilişkili olduğuna inanılıyordu. Bununla birlikte, kalp hastalığı oranları, yüksek stres seviyeleriyle dolu bir zaman olmasına rağmen, savaş sonrası azaldı.

Bu nedenle Pritikin, bu hastalıkların gerçek kökenini merak etmeye başladı. Ayrıca savaş zamanı yiyecek rasyonlarının beslenme kalitesinde önemli bir fark gözlemledi – yağ ve kolesterol açısından düşük ve lif bakımından yüksek.

Teorisini test etmek için doktorunun tavsiyesini görmezden geldi ve kalp hastalığını diyet ve egzersizle, ilaçsız veya dinlenmeden tedavi etti. Kalp hastalığını düzelttikten sonra araştırmalarına devam etti ve tanınmış tıp dergilerinde onlarca başarılı sonuç yayınladı.

1985’teki ölümüne kadar Pritikin, “Diyet ve Egzersiz İçin Pritikin Programı” ve “Pritikin Kalıcı Kilo Verme Kılavuzu” gibi çok sayıda diyet kitabı yayınladı.

Dünyadaki en sağlıklı diyet olduğunu iddia eden Pritikin markası, düşük yağlı çeşitlere, düzenli egzersizlere ve günlük tutma, gülme ve diğer sağlıklı alışkanlıklar yoluyla sağlıklı bir zihin-vücut bağlantısını sürdürmeye vurgu yaparak bütün, işlenmemiş gıdaları teşvik ediyor.

Nasıl yapılır;

Pritikin Programı üç ana kategoriye dayanmaktadır – Pritikin Diyeti, Egzersiz Planı ve Sağlıklı Zihin ve Beden.

Pritikin Diyeti, yağ oranı düşük ve lif oranı yüksek olan bütün, işlenmemiş yiyecekleri vurgular. Kalorilerin yaklaşık yüzde 10-15’i yağdan yüzde 15-20’si proteinden ve yüzde 65-75’i kompleks karbonhidratlardan gelmelidir. Plan, “git”, “dikkat” ve “durdur” yiyecekleri içeren bir stop lambası sistemine dayanmaktadır.

“Hazır” yiyecekler arasında meyveler, sebzeler, tam tahıllar, nişastalı sebzeler, baklagiller, balıklar, yağsız protein ve yağsız yoğurt gibi az yağlı, kalsiyum açısından zengin yiyecekler bulunur. “Dikkatli” yiyecekler sınırlı olmalıdır, ancak yine de ara sıra yiyebilirsiniz. Bunlar, yağları, rafine şekerleri (örneğin şuruplar ve meyve suları) ve rafine edilmiş tahılları (örneğin beyaz ekmek, makarna ve pirinç) içerir.

Son olarak, “durdur” yiyecekler ayda bir defadan fazla yenmemelidir ve hayvansal yağlar (ör. Tereyağı), tropikal yağlar (ör. Hindistan cevizi yağı), işlenmiş yağlar (ör. Hidrojene margarin), organ ve işlenmiş etler, tam yağ içermelidir. süt ürünleri ve işlenmiş ikramlar. Yeni diyetinize yardımcı olmak için Pritikin, Pritikin Foods adlı bir yemek dağıtım hizmeti sunmaktadır.

Egzersiz planı; Pritikin Egzersiz Planı üç ana alana odaklanır – kardiyovasküler kondisyon (aerobik egzersiz), kuvvet antrenmanı ve esneklik (esneme).

  • Kardiyovasküler kondisyon; Haftada en az 6 gün her gün 30-90 dakika (diyabetiniz varsa haftada 7 gün)
  • Güç antrenmanı; Haftada iki veya üç 20 dakikalık antrenman seansı
  • Esneme; Her germe için en az 10-30 saniye boyunca her gün 10 dakika gerin

Sağlıklı zihin ve beden; Uzun süreli stres fiziksel ve zihinsel sağlığınız üzerinde zararlı etkilere sahip olabileceğinden, kronik stres ve kaygıyı yönetmek Pritikin Programının temel bileşenleridir. Elde edebileceğiniz dört ana kişilik özelliğine dayanmaktadır:

  • Bağlılık; Kendiniz, işiniz ve çevrenizdekiler hakkında genel bir bağlılık ve merak
  • Kontrol; Herhangi bir duruma veya yaşam değişikliğine nasıl tepki vereceğinizi kontrol edebileceğinize dair içsel bir inanç
  • Zorluk; değişim ve büyümeye karşı olumlu bir tutum
  • Bağlantı; Size en yakın olanların size değer verdiğine ve sizi anladığına dair sarsılmaz bir inanç

Bununla birlikte program, arkadaşlardan ve aileden güçlü bir sosyal destek sistemi oluşturmayı, günlük günlük tutmayı, düzenli olarak gülmeyi, besleyici yiyecekler yemeyi ve her gün stresi yönetmek için egzersiz yapmayı teşvik ediyor.

Yemek listeleri;

Pritikin Diyeti, yemeniz, sınırlandırmanız veya kaçınmanız gereken yiyeceklerin açık ve düzenli bir listesine sahiptir. Yenilecek yiyecekler “hazır” yiyecekler olarak etiketlenirken, sınırlandırılması veya kaçınılması gereken yiyecekler “dikkatli” ve “durdur” yiyeceklerdir.

Yenecek yiyecekler;

“Başla” listesindeki yiyecekler şunları içerir:

  • Meyve ve sebzeler (günde 4-5 porsiyon); Çeşitli renkler ve türleri hedefleyin; onları taze, dondurulmuş veya şurupsuz konserve olarak bütün haliyle yiyin
  • Karmaşık karbonhidratlar (günde 5 veya daha fazla porsiyon); Tam tahıllar (tam buğday ekmeği ve makarnalar, esmer pirinç, yulaf ezmesi, çavdar, kinoa , arpa, darı vb.), Nişastalı sebzeler (patates, tatlı patates, tatlı patates, kış kabakları, vb.) ve baklagiller (siyah fasulye, barbunya, nohut, mercimek, bezelye vb.)
  • Kabuklu yemişler ve tohumlar; Porsiyonları günde 28 gramdan fazla olmayacak şekilde sınırlandırın
  • Süt (günde 2 porsiyon); Yağsız inek sütü, yağsız yoğurt ve kuvvetlendirilmiş soya sütü
  • Yağsız protein (günde en fazla bir porsiyon); Derisiz beyaz tavuk veya hindi, yağsız kırmızı et (bizon, geyik eti) ve baklagiller ve soya ürünleri (tofu, edamame) gibi bitki bazlı proteinlere büyük önem
  • Balık (günde en fazla bir porsiyon); Somon, sardalya, ringa balığı, uskumru ve alabalık gibi taze veya konserve (tuzsuz) yağlı balık
  • Yumurtalar; Günde en fazla iki porsiyon yumurta akı (yumurta sarısı olmadan); diğer hayvansal proteinlerin yerini alıyorsa ikiden fazla porsiyonunuz olabilir
  • İçecekler; ana içeceğiniz olarak su; Şekersiz çaydan (tercihen yeşil veya bitki çayı) veya filtrelenmiş kahveden (LDL (kötü) kolesterolü artırabilen diterpenleri ortadan kaldırır) günde en fazla 400 mg kafein
  • Yapay tatlandırıcılar; Her gün 10-12 paketten fazla Splenda veya Stevia
  • Şifalı otlar, baharatlar; Tüm şifalı bitkiler ve baharatlara izin verilir ve eklenen şeker, yağ ve tuzun yerini almalıdır

Proteinin çoğunu tofu, soya peyniri, fasulye, bezelye ve mercimek gibi bitki bazlı gıdalardan almanız da teşvik edilir. Ayrıca, kilo vermeye çalışıyorsanız, sınırsız sebze ve yüksek lifli yiyecekler (ör. Pişmiş yulaf ezmesi, esmer pirinç) yemeniz ve fındık, tohum, ekmek ve kraker gibi daha yüksek kalorili yiyecekleri sınırlamanız önerilir.

Kaçınılması gereken yiyecekler;

Tamamen kaçınılması veya ayda bir ile sınırlı olması gereken yiyecekler;

  • Hayvansal yağlar ve işlenmiş yağlar; Tereyağı, tavuk yağı, çikolata, hindistancevizi yağı, kakao yağı, hidrojene ve kısmen hidrojene bitkisel yağlar, domuz yağı, margarin, hurma yağı , hurma çekirdeği yağı, katı yağlar vb.
  • İşlenmiş ve yüksek yağlı etler; Sakatat etleri ve işlenmiş etler (ör. Domuz pastırması, sosis, jambon, bologna)
  • Tam yağlı süt; Tüm peynirler, krem ​​peynir ve diğer işlenmiş çeşitler, tam yağlı süt, tam yağlı yoğurt, ekşi krema vb.
  • Kabuklu yemişler; Yüksek doymuş yağ içeriği nedeniyle sadece hindistancevizi yemekten kaçınılmalıdır
  • Diğer yiyecekler; Yumurta sarısı, kızarmış yiyecekler veya yağda pişirilmiş yiyecekler, sütlü çırpılmış soslar, yüksek yağlı hamur işleri ve tatlılar, tuzlu atıştırmalık yiyecekler vb.

Kilo kaybı için işe yarıyor mu?

Kilo vermek birincil amaç olmasa da, programda kolayca kilo verebilirsiniz. Pritikin Diyeti, bütün, işlenmemiş gıdalara odaklanır ve protein ve lif bakımından yüksek gıdaları vurgular. Protein ve lif içeriği yüksek yiyeceklerin sindirimi daha uzun sürer, bu da tokluk hissinin artmasına yardımcı olur ve açlığı azaltır.

Diyet ayrıca yağ, şeker ve tuz içeriği yüksek ve kalorisi daha yüksek olan yiyecekleri kesinlikle sınırlar. Bununla birlikte günlük egzersiz ve stresi azaltıcı aktiviteleri teşvik eder. Bir araya getirildiğinde, bu davranışlar daha iyi kilo yönetimi ile bağlantılıdır. Genel olarak, program düşük kalorili yiyeceklerle birlikte yüksek hacimli günlük egzersizi teşvik eder. Bu muhtemelen bir kalori açığı yaratacak ve sonuçta kilo kaybına yol açacaktır.

Kalori sayımı yok;

Pritikin Diyeti, kalori yerine beslenme kalitesini vurgular. Diyet, belirlenmiş bir kalori hedefine bağlı kalmak yerine, doygunluğu destekleyen ve doğal olarak daha düşük kalorili olan lif ve protein açısından zengin yiyecekler yemeye odaklanır. Bu, açlık ve tokluk sinyallerinizle daha uyumlu olmanıza ve diyetle daha tatmin olmanıza yardımcı olabilir.

Yaşam tarzı değişikliklerine odaklanın;

Pritikin Programı, tüm vücut yaşam tarzı değişikliklerine odaklanır. Program, takipçilerini besleyici bir diyet yeme, düzenli egzersiz yapma , yeterli uyku alma, farkındalık uygulama ve stresi azaltma gibi tüm sağlık alanlarını ele almaya teşvik ediyor. Geçici bir düzeltme vaat etmek yerine, hayatınızın geri kalanında benimseyebileceğiniz değişikliklere odaklanırlar ve bu da başarı olasılığını artırır.

Dezavantajları;

Pritikin Programının birçok iyileştirme özelliği olmasına rağmen, bazı potansiyel dezavantajları vardır.

Yağ; Pritikin Diyetinin önemli bir dezavantajı, düşük yağ önerileridir. Pritikin Diyeti, günlük kalorilerin yalnızca yüzde 10-15’inin yağdan gelmesini önerirken, halk sağlığı önerileri en az yüzde 20-35’tir.

Düşük yağlı diyetler , diyetteki yağın faydalarını gösteren araştırmaların çoğunluğu nedeniyle, özellikle de doymamış yağlar (özellikle doymamış yağlarda yüksek olanlar) nedeniyle oldukça tartışmalıdır.

Pritikin diyetinin de protein açısından düşük olduğu unutulmamalıdır. Pritkin Diyeti için protein tavsiyesinin alt ucunu (toplam kalorinin yüzde 10’u) izleyen biri, hareketsiz insanlar için günlük vücut ağırlığının kilogramı başına 0,36 gram protein (kg başına 0,8 gram) minimum protein gereksinimine ulaşamayabilir.

Fiziksel olarak aktif insanların protein ihtiyacı daha yüksektir ve bu diyette yeterli protein almakta zorlanabilirler. Hamile ve emziren kadınların yanı sıra yaşlı yetişkinlerin de protein ihtiyacı daha yüksektir. Dolayısıyla Pritikin diyeti bu popülasyonlar için uygun olmayabilir.

Pritikin Diyeti, normalde günlük olarak tüketilenler de dahil olmak üzere kaçınılması gereken yiyeceklerin geniş bir listesini içerir. Bu, esneklik için çok az yer bırakır ve bazı insanlar diyetin uzun vadede takip edilmesini zor bulabilir. Aynı zamanda gelenek, kültür, kutlama ve tatların keyfi gibi diğer yemek yeme yönlerini de göz ardı eder.

Olumlu yaşam tarzı değişiklikleri, bir kişi motive olduğunda, yeni davranışlardan zevk aldığında ve onları uzun vadede sürdürebileceğine inandığında en başarılıdır. Egzersiz için büyük zaman taahhüdü ile birlikte çok sayıda gıda kısıtlaması düşünüldüğünde, bu herkes için motive edici veya sürdürülebilir olmayabilir.

Pritikin Diyeti, minimum düzeyde işlenmiş gıdalara odaklanan düşük yağlı, yüksek lifli bir diyettir. Pritikin Programı diyetle birlikte günlük egzersizi ve stres seviyenizi düşürmeyi vurgular. Diyetin bütün, işlenmemiş gıdalar, günlük egzersiz ve stres yönetimi üzerindeki vurgusu, güvenli, yavaş ve sağlıklı bir şekilde kilo vermenize yardımcı olacak bilimsel olarak desteklenen yollardır.

Bununla birlikte, yağ oranı çok düşüktür ve uzun bir yiyecek listesini kısıtlar, bu da uzun vadede sürdürülmesi zor olabilir ve vücudunuza düzgün çalışması için yeterli yağ veya protein sağlamaz. Pritikin Diyetini denemekle ilgileniyorsanız, ihtiyaçlarınızı karşıladığınızdan emin olmak için sağlık uzmanınız ve kayıtlı bir diyetisyenle konuşmak en iyisidir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Potasyum hakkında bilmeniz gereken her şey!

Potasyumun önemi oldukça hafife alınmaktadır. Bu mineral, suda oldukça reaktif olduğu için elektrolit olarak sınıflandırılır. Suda çözüldüğünde pozitif yüklü iyonlar üretir. Bu özel özellik, vücuttaki birçok işlem için önemli olan elektriği iletmesine izin verir.

İlginç bir şekilde, potasyum açısından zengin bir besin, güçlü sağlık yararları ile bağlantılıdır. Kan basıncını ve su tutulmasını azaltmaya, felce karşı korumaya ve osteoporoz ve böbrek taşlarını önlemeye yardımcı olabilir

Potasyum nedir?

Potasyum vücutta en çok bulunan üçüncü mineraldir. Vücudun sıvıyı düzenlemesine, sinir sinyalleri göndermesine ve kas kasılmalarını düzenlemesine yardımcı olur. Vücudunuzdaki potasyumun yaklaşık yüzde 98’i hücrelerinizde bulunur. Bunun yüzde 80’i kas hücrelerinizde bulunurken, diğer yüzde 20’si kemiklerinizde, karaciğerinizde ve kırmızı kan hücrelerinizdedir.

Potasyum vücudunuza girdikten sonra bir elektrolit görevi görür. Sudayken, bir elektrolit, elektriği iletme özelliğine sahip pozitif veya negatif iyonlara çözünür. Potasyum iyonları pozitif yük taşır. Vücudunuz bu elektriği sıvı dengesi, sinir sinyalleri ve kas kasılmaları dahil olmak üzere çeşitli süreçleri yönetmek için kullanır. Bu nedenle, vücuttaki düşük veya yüksek miktarda elektrolit, birçok önemli işlevi etkileyebilir.

Sıvı dengesini düzenlemeye yardımcı olur;

Vücudun yaklaşık yüzde 60’ı sudan oluşmaktadır. Bu suyun yüzde 40’ı hücrelerinizin içinde hücre içi sıvı (ICF) adı verilen bir maddede bulunur. Kalan kısım hücrelerinizin dışında kanınız, omurilik sıvınız gibi alanlarda ve hücreler arasında bulunur. Bu sıvıya hücre dışı sıvı (ECF) denir. İlginç bir şekilde, ICF ve ECF’deki su miktarı, elektrolit konsantrasyonlarından, özellikle potasyum ve sodyumdan etkilenir.

Potasyum, ICF’deki ana elektrolittir ve hücrelerin içindeki su miktarını belirler. Tersine, sodyum ECF’deki ana elektrolittir ve hücrelerin dışındaki su miktarını belirler. Sıvı miktarına göre elektrolit sayısına ozmolalite denir. Normal koşullar altında, ozmolalite hücrelerinizin içinde ve dışında aynıdır.

Basitçe söylemek gerekirse, hücrelerinizin içinde ve dışında eşit bir elektrolit dengesi vardır. Bununla birlikte, ozmolalite eşit olmadığında, daha az elektrolit içeren yandan su, elektrolit konsantrasyonlarını eşitlemek için daha fazla elektrolit içeren tarafa hareket edecektir. Bu, hücrelerin içinden su çıktıkça küçülmesine veya içine su girdikçe şişip patlamasına neden olabilir.

Bu yüzden potasyum dahil doğru elektrolitleri tükettiğinizden emin olmanız önemlidir. İyi sıvı dengesini korumak, optimal sağlık için önemlidir. Zayıf sıvı dengesi dehidrasyona neden olabilir ve bu da kalbi ve böbrekleri etkiler. Potasyum açısından zengin bir yemek ve susuz kalmamak, iyi sıvı dengesini korumaya yardımcı olabilir.

Potasyum sinir sistemi için önemlidir;

Sinir sistemi, beyniniz ve vücudunuz arasındaki mesajları iletir. Bu mesajlar sinir uyarıları şeklinde iletilir ve kas kasılmalarınızı, kalp atışlarınızı, reflekslerinizi ve diğer birçok vücut fonksiyonunuzu. İlginç bir şekilde, sinir uyarıları hücrelere hareket eden sodyum iyonları ve hücrelerden dışarı çıkan potasyum iyonları tarafından üretilir.

İyonların hareketi, hücrenin voltajını değiştirerek bir sinir uyarısını harekete geçirir. Ne yazık ki, kandaki potasyum düzeylerindeki bir düşüş, vücudun bir sinir impulsu oluşturma yeteneğini etkileyebilir. Beslenmenizde yeterince potasyum almak, sağlıklı sinir fonksiyonunu sürdürmenize yardımcı olabilir.

Potasyum, kas ve kalp kasılmalarını düzenlemeye yardımcı olur;

Sinir sistemi, kas kasılmalarını düzenlemeye yardımcı olur. Bununla birlikte, değişen kan potasyum seviyeleri, sinir sistemindeki sinir sinyallerini etkileyerek kas kasılmalarını zayıflatabilir.

Hem düşük hem de yüksek kan seviyeleri, sinir hücrelerinin voltajını değiştirerek sinir uyarılarını etkileyebilir. Mineral aynı zamanda sağlıklı bir kalp için de önemlidir çünkü hücrelere girip çıkması düzenli bir kalp atışını sürdürmeye yardımcı olur.

Mineralin kan seviyeleri çok yüksek olduğunda, kalp genişleyebilir ve sarkabilir. Bu, kasılmalarını zayıflatabilir ve anormal bir kalp atışı üretebilir. Aynı şekilde, kandaki düşük seviyeler de kalp atışını değiştirebilir. Kalp düzgün atmadığı zaman beyne, organlara ve kaslara etkili bir şekilde kan pompalayamaz. Bazı durumlarda, kalp aritmi veya düzensiz kalp atışı ölümcül olabilir ve ani ölüme yol açabilir

Potasyumun faydaları;

Potasyum açısından zengin bir diyet tüketmek, birçok etkileyici sağlık yararı ile bağlantılıdır.

Kan basıncını düşürmeye yardımcı olabilir;  Kan basıncı, dünya çapında önde gelen ölüm nedeni olan kalp hastalığı için bir risk faktörüdür. Potasyum açısından zengin bir diyet , vücudun fazla sodyumu atmasına yardımcı olarak kan basıncını düşürebilir. Yüksek sodyum seviyeleri, özellikle tansiyonu zaten yüksek olan kişilerde kan basıncını yükseltebilir.

Darbelere karşı korumaya yardımcı olabilir; Beyne kan akışı olmadığında inme meydana gelir. Birkaç çalışma, potasyum açısından zengin yemenin felçleri önlemeye yardımcı olabileceğini bulmuştur.

Osteoporozu önlemeye yardımcı olabilir; Osteoporoz, içi boş ve gözenekli kemiklerle karakterize bir durumdur. Genellikle kemik sağlığı için önemli bir mineral olan düşük kalsiyum seviyeleri ile bağlantılıdır. İlginç bir şekilde, araştırmalar potasyum açısından zengin bir diyetin vücudun idrarla ne kadar kalsiyum kaybettiğini azaltarak osteoporozu önlemeye yardımcı olabileceğini gösteriyor.

Böbrek taşlarının önlenmesine yardımcı olabilir; Böbrek taşları, konsantre idrarda oluşabilen materyal yığınlarıdır. Kalsiyum, böbrek taşlarında yaygın bir mineraldir ve birçok çalışma, potasyum sitratın idrardaki kalsiyum seviyelerini düşürdüğünü göstermektedir. Bu şekilde potasyum böbrek taşlarıyla savaşmaya yardımcı olabilir. Birçok meyve ve sebze potasyum sitrat içerir, bu nedenle diyetinize eklemek kolaydır.

Su tutulmasını azaltabilir; Su tutma, vücutta fazla sıvı biriktiğinde gerçekleşir. Tarihsel olarak, potasyum su tutmayı tedavi etmek için kullanılmıştır. Araştırmalar, yüksek potasyum alımının idrar üretimini artırarak ve sodyum seviyelerini düşürerek su tutulmasını azaltmaya yardımcı olabileceğini düşündürmektedir.

Potasyum yönünden zengin besinler;

Potasyum pek çok tam gıdada , özellikle meyvelerde, sebzelerde ve balıklarda bol miktarda bulunur. Çoğu sağlık yetkilisi, günde 3,500-4,700 mg potasyum almanın en uygun miktar olduğu konusunda hemfikirdir

İşte bu mineral yönünden zengin yiyeceklerden bazıları;

  • Pişmiş pancar yeşillikleri: 909 mg
  • Fırında patates: 670 mg
  • Pişmiş barbunya: 646 mg
  • Beyaz patates, fırınlanmış: 544 mg
  • Avokado: 485 mg
  • Fırınlanmış tatlı patates: 475 mg
  • Pişmiş ıspanak: 466 mg
  • Pişmiş somon: 414 mg
  • Muz: 358 mg
  • Pişmiş bezelye: 271 mg

Ayrıca, satılan takviyeler, potasyum alımınızı artırmanın iyi bir yolu değildir.

Çok fazla veya çok az potasyumun sonuçları;

Düşük potasyum alımı nadiren eksikliğe neden olur. Bunun yerine, eksiklikler çoğunlukla vücut aniden çok fazla potasyum kaybettiğinde ortaya çıkar. Bu, kronik kusma, kronik ishal veya çok su kaybettiğiniz diğer durumlarda olabilir. Çok fazla potasyum almak da nadirdir. Çok fazla potasyum takviyesi alırsanız bu gerçekleşebilir, ancak sağlıklı yetişkinlerin gıdalardan çok fazla potasyum alabileceğine dair güçlü bir kanıt yoktur.

Fazla kan potasyumu, çoğunlukla vücut minerali idrar yoluyla çıkaramadığında ortaya çıkar. Bu nedenle, çoğunlukla kötü böbrek fonksiyonu veya kronik böbrek hastalığı olan kişileri etkiler. Ek olarak, kronik böbrek hastalığı olanlar, tansiyon ilaçları alanlar ve yaşlı insanlar da dahil olmak üzere belirli popülasyonların potasyum alımını sınırlamaları gerekebilir çünkü böbrek fonksiyonu normalde yaşla birlikte azalır

Bununla birlikte, çok fazla potasyum takviyesi almanın tehlikeli olabileceğine dair bazı kanıtlar vardır. Küçük boyutları, aşırı doz almalarını kolaylaştırır. Bir seferde çok fazla takviye tüketmek böbreklerin fazla potasyumu atma yeteneğini ortadan kaldırabilir. Bununla birlikte, optimal sağlık için günlük yeterli potasyum aldığınızdan emin olmanız önemlidir. Bu özellikle yaşlı insanlar için geçerlidir, çünkü yüksek tansiyon, felç, böbrek taşları ve osteoporoz yaşlılarda daha yaygındır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Puva nedir, nasıl uygulanır? Detaylar

PUVA, sedef hastalığı ve diğer bazı ciddi cilt rahatsızlıklarını tedavi etmek için kullanılan psoralen (P) ve uzun dalgalı ultraviyole radyasyonun (UVA) bir kombinasyonudur. Psoralen, cilt hastalığını ultraviyole ışığa daha duyarlı hale getiren ağızdan alınan bir ilaçtır. Bu, derinlemesine nüfuz eden UVA ışık bandının cilt üzerinde çalışmasını sağlar. 12-15 hafta boyunca haftada 2-3 kez ışık tedavisi verilir. Asla üst üste iki gün verilmez.

Bu yöntemin, başta sedef hastalığı, vitiligo, egzama, kronik kaşıntı ve mikoz fungoides (bir tür cilt kanseri) olmak üzere birçok cilt hastalığının tedavisinde yararlı olduğu gösterilmiştir. Bu tedavi ile hastalık tamamen ortadan kaldırılamayabilir ancak mevcut hastalık semptomları düzelecek, yeni lezyonlar azalacak ve önemli bir iyileşme sağlanacak ve kontrol altına alınacaktır.

Toplam tedavi süresi hastadan hastaya değişebileceğinden, doktorunuz hastalığınızın tedavisi için gereken ortalama süre hakkında tavsiyede bulunacaktır. Tedavi programı, hastalığın yaygınlığına, sosyal statüye ve birimdeki hasta yoğunluğuna bağlı olarak haftada 2, 3 veya 4 seans aralıklarla uygulanır.

Tedaviye başlamadan önce doktor alınan ilaçları soracaktır. İlaçlar eksiksiz anlatılmalıdır. Tedavi sırasında, alan ilaçlarda herhangi bir değişiklik olursa doktora haber vermelidir. Bunun nedeni, bazı ilaçların cildin ışığa duyarlılığını artırması ve kolay kızarıklığa neden olmasıdır.

Yan etkileri;

  • Baş ağrısı ve baş dönmesi
  • Cilt yanması ve kabarma
  • Bulantı
  • Deride kızarıklık
  • Kaşıntı
  • Batma hissi
  • bronzlaşma veya ciltte koyulaşma

Haplardan kaynaklanan bulantı, tedaviyi bırakmanın en yaygın nedenidir. Yan etkilerin çoğu geçicidir. PUVA tedavisi gören kişilerde, kolayca tedavi edilebilen yaygın bir cilt kanseri türü olan skuamöz hücreli cilt kanseri riski artar .

PUVA, cildin daha yaşlı görünmesine (foto yaşlanma) neden olur ve ayrıca ciltte beyaz ve kahverengi lekelerin oluşmasına da neden olabilir. Güneş yanığından farklı olarak, cilt bir tedaviden sonra kızarırsa, tedaviden bir ila iki gün sonra ortaya çıkar.

PUVA, tedavi alırken gözler korunmazsa katarakt oluşmasına neden olabilir. Kabin içerisindeyken koruyucu gözlükler ve PUVA tedavisinden sonra yirmi dört saat UVA emici, etrafı sarılan güneş gözlüğü takılmalıdır. Bu gözlükler, odaya cam bir pencereden güneş ışığı giriyorsa, dışarıda ve içeride takılmalıdır. PUVA tedavisinden sonraki 24 saat boyunca ciltte güneş ışığından tamamen kaçınılmalıdır.

PUVA tedavisinde her seansın uzunluğu bir önceki seansa göre küçük bir miktar artar. Hastalar ışık kutusundayken kasık koruması (iç çamaşırı, havlu veya “erkek kese”) giymelidir. Bazı hastalar yüz derisinin daha yaşlı görünmesini önlemek için başlarının üzerine bir torba geçirirler.

PUVA tedavisinin tehlikeleri vardır. Oldukça kötü huylu ve bazen ölümcül bir cilt kanseri türü olan melanom riskini artırır. Uzun süreli PUVA tedavisi gören hastalar bu nedenle yaşamları boyunca dikkatle izlenmelidir. Bu hastalar ayrıca, anormal pigmentli alanlar, renk veya boyut değiştiren, kaşıntılı veya ağrılı cilt dahil olmak üzere özel cilt anormalliğini sağlık uzmanlarına bildirmelidir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Preimplantasyon genetik tanı (PGT) nedir? Detaylar

Preimplantasyon genetik tanı (PGT), embriyolardaki genetik kusurları tanımlamaya yardımcı olmak için implantasyondan önce kullanılan bir yöntemdir. Bu, belirli genetik hastalıkların veya bozuklukların çocuğa geçmesini önlemeye yarar. Ayrıca bu yöntemler, hem  embrionun tutunma şansı artmakta,  erken kayıp riski azalmakta  hemde  sağlıksız gebelik riski düşmektedir.

Çiftler için çocuk sahibi olmaktan çok daha önemlisi sağlıklı çocuk sahibi olabilmektir. Bu anlamda son yıllarda genetik hastalıkların tanı ve tedavisinde yaşanan gelişmeler son derece önem taşımaktadır.  Genetik hastalık taşıyıcısı olan çiftlerin sağlıklı bebek elde edebilmeleri için tüp bebek veya mikroenjeksiyon yöntemi ile elde edilen embriyolar genetik inceleme ile değerlendirilir ve sağlıklı olan embriyolar seçilerek ana rahmine transfer edilir.

Buradaki amaç; kromozom anomalilerinin geçişini önlemek, düşük riskini azaltmak ve genetik olarak sağlıklı embriyoları seçmektir. Son yıllarda genetik inceleme yapıldıktan sonra ana rahmine transfer edilen embriyolar ile gebelikler elde edilmektedir. Preimplantasyon genetik tanı ile bebeğin doğumdan itibaren veya ileride çıkabilecek hastalıklar nedeniyle kaybedilmesi önlenebilmekte ve genetik hastalık taşıyan ailelerin de sağlıklı çocuk sahibi olabilmeleri sağlanmaktadır.

Hangi durumlarda uygulanmaktadır?

Aşağıdaki hastalıklara ait gen bozukluğunu taşıyan anne ve baba adaylarında;

  • Talasemi (Akdeniz anemisi)
  • Orak hücreli anemi
  • Kistik fibrozis
  • Tay-Sachs hastalığı
  • Hemofili A ve B
  • Retinitis pigmentoza
  • Alport hastalığı
  • a1 antitripsin eksikliği
  • Frajil X sendromu
  • Fenilketonuri
  • Epidermolizis bülloza
  • Duchenne musküler distrofi
  • Myotonik distrofi
  • Fanconi anemisi
  • X’e bağlı hidrosefalus
  • Akondroplazi
  • Nörofibramotozis
  • Kan uyuşmazlığı (Rh D) hastalığı
  • Marfan sendromu
  • Hunthington hastalığı

Cinsiyet belirlenmesinde;

Embriyoların cinsiyetinin tayini ve istenilen cinsiyetteki embriyoların anne rahmine yerleştirilmesi yalnızca tıbbi gerekçeler var ise yapılmaktadır. X kromozomuna bağlı geçiş gösteren kalıtsal hastalıkların önlenmesi amacıyla bu yöntem uygulanmaktadır. Çünkü bazı hastalıklar yalnızca bir cinsiyette ortaya çıkma riski taşımaktadırlar.

Kardeşi ile doku uygunluğu gösteren bebek isteniyorsa;

Kök hücre nakli (göbek kordon kanı veya kemik iliği nakli) yapılması gereken, talasemi, orak hücreli anemi, hemoglobinopati, lösemi ve bağışıklık sistemi yetmezliği gibi problemli çocukları olan ailelerde, hasta kardeşi ile doku uygunluğu olan bir bebek yaşama getirmek için de preimplantasyon genetik tanı teknolojisi uygulanmaktadır.

Tüp bebek uygulamalarında başarıyı artırmak için;

Başlangıçta yalnızca genetik hastalığa sahip embriyoları anne rahmine yerleştirmeden önce tespit edip, sağlıklı olmayan bir gebeliğin oluşumunu önlemeyi ve böylece, ilerleyen bir gebeliğin sonlandırılmasını ortadan kaldırmayı hedefleyen preimplantasyon genetik tanı uygulamaları, zaman içerisinde tüm tüp bebek uygulamalarında başarıyı artırmak için kullanılan bir yöntem halini aldı. Bu nedenle;

  • Tekrarlayan tüp bebek denemelerinde gebelik elde edemeyen çiftlerde
  • Ciddi sperm bozukluklarına ve erkek infertilitesine sahip çiftlerde
  • İleri anne yaşına sahip çiftlerde preimplantasyon genetik tanı uygulaması yapılarak tüp bebek tedavisinin başarısı arttırılmaya çalışılmaktadır. Bu durumlarda preimplantasyon genetik tanı, embriyoların sayısal ve yapısal kromozom bozuklukları içerip içermediği belirleyerek sağlıklı embriyoların transferi ile gebelik şansını artırmaktadır

Tekrarlayan düşük yapan çiftlerde;

Tekrarlayan düşük yapan çiftlerde, eğer bu düşüklerin nedeni olarak herhangi bir problem tespit edilememiş ise preimplantasyon genetik tanı uygulaması ile ailenin sağlıklı bir bebeğinin olması sağlanabilir. Bilimsel veriler bu tür problemi olan çiftlerin tüm tetkikleri normal sonuç vermiş olsa bile, oluşturdukları embriyolarda beklenenden daha yüksek oranda sayısal kromozom bozukluğunun olduğunu göstermektedir. Bu nedenle tüp bebek tedavisi ile bir defada çok sayıda embriyo oluşumunu sağlayıp, preimplantasyon genetik tanı ile de aralarından en sağlıklısını seçip anneye vermek sonuç verici bir yaklaşım olacaktır.

Nasıl uygulanır?

PGT işlemi, anne adayından elde edilen yumurta ve baba adayından elde edilen spermin vücut dışında birleştirilmesi (ICSI) ile başlar. Oluşan embriyolardan gelişiminin 5.-6. gününde blastosist aşamasında iken embriyoya zarar vermeden birkaç hücre biyopsi yapılarak alınır ve alınan hücreler 24 kromozom taraması için genetik laboratuvara gönderilirken embriyolar dondurulur. Bu işlem tecrübeli bir embriyolog tarafından uygulandığında embriyonun zarar görme olasılığı çok düşüktür. Bu inceleme sonunda genetik yapısı sağlıklı tespit edilen embriyo veya embriyolar rahim içi hazırlığının ardından transfer edilerek özellikle daha yüksek oranlara ulaşan gebelik sonuçları elde edilmektedir.

Avantajları nelerdir?

  • Transfer edilecek olan en iyi sağlıklı embriyonun seçilmesi ile gebelikte başarı oranının artmasına katkı sağlanır
  • Düşük riskini azaltmak hedeflenir
  • Dondurulacak ya da elenecek olan embriyoya karar verilmesi sağlanır
  • Kromozomal olarak normal olan embriyoları olan ama gebe kalamamış hastaları cesaretlendirmek amaçlanır

Yöntemin yanılma payı nedir?

Bu yöntemin hatalı sonuç verme şansı yöntemi uygulayan merkezin deneyimine bağlı olarak değişmekle birlikte gen defektlerinde ve kromozomal sayı bozukluklarının tanısında % 97 güvenilirlikte sonuç vermektedir.

Yöntemin başarı şansı nedir?

Yöntemin başarı şansı yüksektir. Bir veya iki hücre alınan embriyolar gelişimlerini normal olarak sürdürebilmekte ve tüp bebek tedavilerinde elde edilen başarı oranlarına eş değerde gebelik oranları sağlanabilmektedir. Hatta yukarıda bahsedilen tekrarlayan tüp bebek denemelerinde gebelik elde edemeyen çiftlerde, ciddi sperm bozukluklarına ve erkek infertilitesine sahip çiftlerde, ileri anne yaşına sahip çiftlerde ve tekrarlayan düşük yapan çiftlerde normal tüp bebek başarı oranlarının üzerine çıkan gebelik oranlarının da elde edileceği konusunda görüşler ağırlık kazanmaya başlamıştır.

Yöntemi ile ilgi hazırlıklı olmanız gereken bazı noktalar;

  • Hazırlık ya da biyopsi aşamasında bazı teknik problemler yaşanabilir
  • Başarılı bir tüp bebek ve PGD işlemi yapılsa bile transfer sonrası gebelik oluşmayabilir
  • Sadece belirli sayıda kromozom kontrol edilebildiğinden tüm kromozomal ve genetik anormallikler PGD ile teşhis edilemez
  • Sonuç olarak biyopsisi yapılmış hücrede sadece belirli bir test yapılabilmektedir. Test için alınmış tek bir hücre ile de genetik sorunların tümünün taranması mümkün olmamaktadır

Nasıl ve ne zaman yapılmalıdır?

  • Döllenmenin (fertilizasyonun) ardından embriyo laboratuvar ortamında kültür sisteminde 8-10 hücreli evreye gelinceye kadar 3 gün takip edilir. Bu 3 günlük embriyolardan bir ya da iki hücre biyopsi ile alınır ve belirli kromozomal testler yapılır. PGS/PGD işlemi kromozomal anomalinin en sık görüldüğü kromozomlara (13, 16, 18, 21, 22, X ve Y) uygulanır
  • Biyopsi yapılmış olan embriyolar blastokist aşamasına gelinceye kadar 5 ya da 6. güne kadar takip edilir ve sadece anomali görülmeyen embriyolar anne adayının rahmine (uterusa) transfer edilir

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Parenteral beslenme nedir, nasıl uygulanır?

Parenteral beslenme (PN), iyi beslenme durumunu korumak için tüple beslenme formülü veya ağız yoluyla yeterince beslenemeyen hastalar için protein, karbonhidrat, yağ, mineraller ve elektrolitler, vitaminler ve diğer elementleri içeren intravenöz beslenme uygulamasıdır. 

Doğru beslenme hastanın iyileşmesinin önemli bir parçasıdır. Parenteral beslenme bazen Total Parenteral Nutrition (TPN) olarak adlandırılır. Genellikle aşağıdaki hastalıklara sahip kişilerde uygulanan bir beslenme şeklidir;

  • Crohn hastalığı
  • Kanser
  • Kısa bağırsak sendromu
  • İskemik bağırsak hastalığı

Bağırsaklarına düşük kan akışından kaynaklanan rahatsızlıklara sahip insanlara da yardımcı olabilir.

Parenteral beslenmenin yan etkileri nelerdir?

Parenteral beslenmenin en yaygın yan etkileri ağız yaraları, zayıf gece görüşü ve cilt değişiklikleridir. Bu koşullar ortadan kalkmazsa doktorunuzla konuşmalısınız.

Diğer daha az yaygın yan etkiler;

  • Kalp atışındaki değişiklikler
  • Bilinç bulanıklığı, konfüzyon
  • Konvülsiyonlar veya nöbetler
  • Nefes almada zorluk
  • Hızlı kilo alımı veya kilo kaybı
  • Yorgunluk
  • Ateş veya titreme
  • Artan idrara çıkma
  • Ürkek refleksler
  • Hafıza kaybı
  • Kas seğirmesi, halsizlik veya kramplar
  • Karın ağrısı
  • Ellerinizin, ayaklarınızın veya bacaklarınızın şişmesi
  • Susuzluk
  • Ellerinizde veya ayaklarınızda karıncalanm
  • Kusma

Bu belirtilerden herhangi birini yaşarsanız doktorunuzla konuşmalısınız…

Parenteral beslenmeye hazırlanma;

Vücudun ihtiyaçlarını karşılayacak tam beslenme için sağlık uzmanınızla konuşmanız gerekir. Sağlık uzmanınız bu ihtiyaçların karşılanması için uygun önerilerde bulunacak ve size ne yapmanız gerektiğini tarif edecektir.

Parenteral beslenme nasıl uygulanır?

Parenteral beslenme, ihtiyacınız olan besinleri içeren bir torbadan, bir iğne veya katetere takılı bir tüp aracılığıyla verilir.

TPN ile sağlık uzmanınız kateteri, kalbinize giden superior vena cava adı verilen büyük bir damara yerleştirir. Sağlık uzmanınız, intravenöz beslemeyi kolaylaştıran iğnesiz erişim portu gibi bir port da yerleştirebilir.

Geçici beslenme ihtiyaçları için doktorunuz PPN önerebilir. Bu tip intravenöz besleme, superior vena cava’nıza bağlanan bir merkezi hat yerine düzenli bir periferik intravenöz hat kullanır.

İntravenöz beslemeleri büyük olasılıkla evde kendiniz tamamlayacaksınız. Genellikle 10 ila 12 saat sürer ve bu prosedürü haftada beş ila yedi kez tekrar edeceksiniz.

Sağlık uzmanınız bu prosedür için ayrıntılı talimatlar sağlayacaktır. Genel olarak, besin torbalarınızda yüzen parçacıklar ve renk bozulması olup olmadığını kontrol etmeniz gerekir. Ardından tüpü torbaya yerleştirin ve tüpü, sağlık uzmanınız tarafından belirlenen şekilde intravenöz kateterinize veya portunuza takın.

Torbayı ve hortumu günün çoğunda veya tamamında yerinde bırakmanız gerekir. Daha sonra besin torbasını ve tüpü çıkarırsınız.

Parenteral beslenmenin riskleri nelerdir?

Parenteral beslenmenin en yaygın riski kateter enfeksiyonu geliştirmektir. Diğer riskler;

  • Kan pıhtıları
  • Karaciğer hastalığ
  • Kemik hastalığı

Bu riskleri en aza indirmek için temiz tüpler, iğnesiz erişim portları, kateterler ve diğer ekipmanların bakımı çok önemlidir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Kahve kansere neden ulur mu?

2016 yılında, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) Uluslararası Kanser Araştırma Ajansı’nın (IARC) bir araştırma grubu, kahve içmenin kansere neden olup olmayacağını araştırdı. 1.000’den fazla çalışmanın incelediği araştırma sonucunda, kahveyi kanserojen olarak sınıflandırmak için kesin kanıt olmadığı sonucuna varıldı.

Aslında, birçok araştırmada kahve tüketiminin pankreas, prostat ve meme kanserlerinin gelişimi üzerinde hiçbir etkisinin olmadığı bulunmuştu. Ek olarak, karaciğer ve endometriyal kanserler için de kanser riski azaltımıştı. Diğer kanser türlerine ilişkin kanıtlar sonuçsuz kabul edildi.

Kahve içmenin kolorektal, pankreas ve meme kanseri gibi çeşitli kanser türleri arasında önemli bir ilişki bulunamadı. Araştırmada, kahve tüketiminin prostat kanseri, karaciğer kanseri ve melanom dahil olmak üzere birkaç kanser riskinin daha düşük olmasıyla ilişkili olduğu bulundu.

Kafein;

Kahvenin en iyi bilinen bileşenlerinden biri kafeindir. Araştırmalar çoğunlukla kafein tüketimi ile kanser arasında hiçbir bağlantı olmadığını göstermiştir.

Akrilamid;

Akrilamid, plastik, kağıt ve yapıştırıcılar gibi ürünlerin üretiminde yer alan bileşenleri üretmek için kullanılan bir kimyasaldır.

Akrilamid ayrıca kızartma veya fırınlama gibi yöntemlerle yüksek sıcaklıklara ısıtılan gıdalarda da bulunabilir. Kavrulmuş kahveye ek olarak, akrilamid içerebilen diğer yiyecek örnekleri arasında patates kızartması, patates cipsi ve krakerler bulunur.

Şimdiye kadar, çalışmalar akrilamid alımı ile pankreas kanseri, epitel yumurtalık kanseri , meme kanseri ve prostat kanseri dahil olmak üzere birçok kanser riski arasında bir ilişki bulamamıştır .

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Magnezyum nedir? Detaylar

İnsan vücudunda en bol bulunan dördüncü mineral olan Magnezyum, vücudun ve beynin sağlığında önemli rol oynar. Alkali toprak metalleri sınıfından bir element olan Magnezyum, ortalama bir yetişkinde yaklaşık 24 gram bulunur. Vücudumuzda bulunan magnezyum rezervinin sürekli doldurulması gerekmektedir. Bir başka deyişle, bu mineralin fonksiyonlarını yerine getirebilmesi için, vücuda sürekli olarak verilmesi gerekir.

İlk defa 1808 yılında, Sir Humphrey Davy tarafından bulunduğunda vücudumuzdaki önemi bilinmemekteydi. Son yirmi yıl içerisinde yapılan çalışmalar, magnezyumun hem hücreler arasında, hem de hücre içi iletişimde çok önemli rolleri olduğunu göstermiştir. Magnezyumun bu kadar önemli olmasının temel nedeni; vücudumuzda bulunan 300’den fazla enzimin çalışması için kilit bir role sahip olmasındandır. Vücut, bu önemli elementi, kendi başına üretemediği için dışarıdan besinler yoluyla alması gerekir.

Magnezyum içeren besinler;

  • Yeşil yapraklı sebzeler (ıspanak, pazı..)
  • Kuruyemiş, tohumlar (kaju, susam, kabak- ay çekirdeği..)
  • Baklagiller (nohut, mercimek, barbunya, kuru fasulye..)
  • Sebzeler (brokoli, taze fasulye, enginar, pırasa..)
  • Deniz ürünleri (somon, uskumru, karides..)
  • Bitter çikolata
  • Hindistan cevizi
  • Meyveler (muz, çilek, incir..)
  • Bazı baharatlar (kimyon, karanfil)
  • Domates
  • Rezene

Magnezyum faydaları;

Magnezyum faydaları ile öne çıkan minerallerden biridir. Magnezyumun faydaları:

Biyokimyasal süreçlere etkisi; Magnezyumun ana rollerinden biri, enzimlerin gerçekleştirdiği biyokimyasal süreçlerde kofaktör veya yardımcı molekül olarak hareket etmektir. Bu yönüyle 600’den fazla reaksiyonun temelini oluşturur. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Yiyeceklerin enerjiye dönüştürülmesi
  • Amino asitlerden yeni proteinler oluşturma
  • Kasların kasılmasına/gevşemesine destek olma
  • DNA ve RNA’nın oluşturulması ve onarılmasında görev alma
  • Sinir sisteminin düzenlenmesi

Egzersiz performansına etkisi; Magnezyumun egzersiz performansına katkı sağladığını gösteren güçlü çalışmalar vardır. Örneğin egzersiz sırasında birikip yorgunluğa sebep olan laktatın vücuttan atılmasına ve kan şekerinin kaslara taşınmasına yardımcı olur. Böylece özellikle sporcular ve yaşlıların egzersiz performansının artırılmasında rol oynar. Başka bir çalışmada ise magnezyum takviyesi alan triatlon sporcularının daha hızlı koşma, daha hızlı bisiklet sürme ve daha hızlı yüzme etkinliklerine karşılık insülin ve stres hormonu seviyelerinin düşük seyrettiği gözlenmiştir.

Depresyona etkisi; 65 yaşın altındaki katılımcılar eşliğinde yapılan araştırmalar, vücuttaki magnezyum eksikliğinin %22 daha fazla depresyon riski yarattığını göstermektedir. Bazı uzmanlar magnezyum düşüklüğünün akıl hastalıklarını tetiklediğini düşünseler de bu konuda daha fazla araştırma yapılması gerekmektedir.

Tip 2 Diyabete etkisi; Magnezyum eksikliğinin diyabete olan etkisi üzerine yapılan araştırmalar, tip 2 diyabete sahip hastaların diğer insanlara kıyasla %48 daha düşük magnezyuma sahip olduğunu göstermektedir. Aynı zamanda düşük magnezyum seviyesi, kişilerin diyabet geliştirme riskini de yükseltebilmektedir. Bunların yanı sıra magnezyum tüketimi, insülin seviyelerini düşürerek insülin direncini de azaltabilir.

Yüksek tansiyona etkisi; Yüksek tansiyon hastaları üzerinde yapılan çalışmalar, magnezyum takviyesinin sistolik ve diyastolik kan basıncında düşüş sağladığını göstermektedir. Ancak bu etki yalnızca yüksek tansiyonu olan kişiler için geçerlidir; kan basıncı normal seviyede olanları kapsamamaktadır.

Kronik iltihaplanmaya etkisi; Araştırmalar; magnezyumun yaşlılarda, aşırı kilolu kişilerde ve prediyabetik hastalarında CRP ile iltihap belirtilerini azalttığını göstermiştir.

Tüm bu bulgular küçük araştırma gruplarında elde edilmiş bulgulardan. Bunlardan yola çıkarak magnezyum takviyesi tedavi amacı ile kullanılamaz. Eğer depresyon, Tip 2 diyabet, yüksek tansiyon ve kronik iltihaplanma gibi şikayetleriniz var ise mutlaka doktora danışmanız gerekir.

Magnezyum eksikliği neden oluşur?

  • Yeterli oranda magnezyum minerali içeren besinler tüketilmemesinden
  • Sindirim sistemi ve bağırsak sistemi gibi magnezyum mineralinin emilimini engelleyen sorunlar
  • Kullanılan ilaçların yan etkileri
  • Kafein içeren içeceklerin aşırı tüketimi (çay, kahve)
  • Aşırı stres
  • Sigara, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı
  • Sürekli potasyum ve kalsiyum eksikliği görülen kişilerde
  • Yanlış beslenme alışkanlıklarından
  • Çok işlenmiş topraktan
  • Organik besinleri üretirken kullanılan kimyasal gübrelerden
  • İşlenmiş gıdaların (beyaz un, rafine şeker) tüketiminden gibi durumlarda ortaya çıkabilmektedir.

Magnezyum eksikliğinin belirtileri;

Magnezyum eksikliği tıpta hipomagnezemi olarak adlandırılır. Toplumda hipomagnezemi sıklığı hakkında kesin veriler olmamakla beraber hastaneye yatan hastalar üzerinde yapılan taramalarda % 6.9-11 hastada magnezyum seviyesi düşük bulunmuştur. Hipomagnezemi semptomları kardiyak etkiler, metabolik etkiler ve nörolojik etkiler olarak 3 grupta toplanabilir.

Erken bulgular arasında;

  • İştahsızlık
  • Bulantı
  • Kusma
  • Yorgunluk ve halsizlik

Şiddetli magnezyum eksikliği;

  • Kas krampları
  • Kardiyak aritmiler
  • Fibromiyalji
  • Uyuşma,
  • Dikkatte azalma ve zihinsel bulanıklık

Açıklanamayan hipokalsemi (kandaki kalsiyum eksikliği) ve hipokalemi (kandaki potasyum eksikliği) vücutta magnezyum eksikliğinin de olabileceğini akla getirmelidir.

Magnezyum eksikliği tedavisi;

Kendinde magnezyum eksikliği olduğunu düşünen kişiler, öncelikle bir sağlık uzmanına danışmalıdır. Magnezyum eksikliği tedavisinde, magnezyum ilaçları ya da magnezyum içeren multivitaminler kullanılır. Bununla beraber sağlıklı bir diyetle, doğal yoldan alınan magnezyum da önemlidir. Magnezyum preperatları genelde magnezyum tuzu halinde bulunur. Farklı magnezyum tuzlarının vücut tarafından emiliminde ve kullanımında (biyoyaralanımlarında) farklılıklar vardır. Bu nedenle bir uzmana danışmadan tedaviye başlanmamalıdır.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Makrobiyotik diyet nedir, nasıl yapılır? Detaylar

Makrobiyotik diyet, hafif egzersiz ve davranış değişiklikleri ile doğal ve sakin bir yaşam tarzı elde etme durumudur. Makrobiyotiklerle ilgili sağlık iddialarını hiçbir bilimsel kanıt desteklemese de, birçok kişi ilkelerini takip ederken daha iyi sağlık ve daha iyi olma hali rapor etmektedir.

Bazı insanlar daha sağlıklı bir yaşam için makrobiyotik diyetlere yönelirler. Makrobiyotik beslenme, doğal, organik yiyeceklere odaklanırken, kimyasalların ve yapay besinlerin tamamen ortadan kaldırılmasını savunur. Kimyasa kural, kişisel hijyen ürünlerinin yanı sıra evde kullanılan diğer ürünleri de kapsar.

İzin verilen yiyecek türleri kişiye göre değişir. Ne yediğinizi birkaç faktör belirler:

  • Mevcut sağlık sorunları
  • Cinsiyet
  • Yaş
  • Coğrafi konum

Makrobiyotik diyetten kimler yararlanabilir?

Makrobiyotik beslenme, tamamlayıcı bir terapi olarak kullanıldığında bazı insanlara sağlık yararları sağlayabilir. Makrobiyotik diyet büyük ölçüde vejeteryandır. Hayvansal yağı önemli ölçüde sınırlar. Bu nedenle kalp hastalığı ve yüksek kolesterol ile uğraşan kişiler için faydalı olabilir.

Sebzeler üzerindeki vurgusu, fitoöstrojen bakımından yüksek olmasını sağlar. Bunlar bitkilerde bulunan doğal olarak oluşan kimyasal bileşiklerdir. Fitoöstrojenler, bazı kadınlarda dolaşımdaki östrojen seviyelerini azaltmaya yardımcı olabilir. Bu, meme kanseri riskini azaltabilir.

Makrobiyotik beslenme diyabet sorunu olan insanlar için iyi olabilir. Bunun nedeni, şekerli yiyecekleri ve sodayı diyetten tamamen çıkarmasıdır. Bu diyet aynı zamanda yüksek karbonhidratlı tam tahıllara güçlü bir odaklanma sağlar. Kepekli tahılların kan şekeri üzerinde işlenmiş karbonhidratlardan daha az etkisi olmasına rağmen, bu diyabetli tüm insanlar için tavsiye edilmeyebilir. Ancak, makrobiyotik bir diyetin diyabetli insanlar için standart bir diyetten daha faydalı olduğunu doğrulayan çalışmalar mevcuttur.

Hangi yiyecekler dahildir?

Makrobiyotik beslenme, büyük ölçüde bütün organik tahılların tüketimine dayanır. Tam tahıllar genellikle her bir kişinin günlük besin alımının yaklaşık yüzde 50’sini oluşturur.

  • Bulgur
  • Kara buğday
  • Esmer pirinç
  • Kinoa
  • Yabani pirinç

Tam tahıllı tahıllar, tam tahıllı makarna ve ekmeklere göre tercih edilir. Bununla birlikte, bu tür işlenmiş yiyeceklere küçük miktarlarda izin verilir.

Mevsiminde ve yerel olarak yetiştirilen bazı sebzeler, günlük gıda alımınızın yaklaşık üçte birini oluşturmalıdır. Her gün yiyebileceğiniz sebzeler şunları içerir:

  • Karnıbahar
  • Brokoli
  • Kabak
  • Çin lahanası
  • Soğan
  • Turp
  • Havuç
  • Maydanoz
  • Yeşil lahana

Günlük yiyecek alımınızın geri kalanı şunları içerebilir:

  • Turşu
  • Fasulye
  • Miso gibi soya ürünleri
  • Deniz yosunu gibi deniz sebzeleri
  • Sebze yağı
  • Doğal olarak işlenmiş deniz tuzu gibi doğal baharatlar

Makrobiyotik beslenmede buharlama veya soteleme teknikleri tavsiye edilir. Aşağıdaki malzemelerden yapılan çorba örnek olabilir;

  • Sebzeler
  • Mercimek
  • Deniz yosunu
  • Deniz tuzu
  • Tofu ve miso gibi soya ürünleri

Hangi yiyecekler sınırlandırılmalı veya hangi yiyeceklerden kaçınılmalıdır?

Bazı yiyecekler ara sıra veya haftada birkaç kez yenebilir.

  • Organik ağaç meyvesi ve meyveleri
  • Tohumlar
  • Fındık
  • Salatalıklar
  • Kereviz
  • Marul

Aşağıdaki organik yiyeceklerin çok seyrek olarak veya her ay sadece birkaç kez yenebilir.

  • Balık
  • Deniz ürünleri
  • Mandıra ürünleri
  • Yumurta
  • Kümes hayvanları
  • Et

Kesinlikle yenmeyecek yiyecekler şunları içerir:

  • Patates, biber ve domates gibi bazı sebzeler
  • Kafeinli içecekler
  • Alkollü içecekler
  • Beyaz ekmek ve mağazadan satın alınan kekler ve kurabiyeler gibi işlenmiş gıdalar
  • Yapay içerikli herhangi bir yiyecek
  • Gazlı içecekler, hem diyet hem de normal
  • Şeker ve şeker veya mısır şurubu içeren ürünler
  • Şeker kamışı
  • Vanilya
  • Ananas ve mango gibi tropikal meyveler
  • Sıcak, baharatlı yemek
  • Sarımsak ve kekik gibi baharatlar

Yiyecekleri yalnızca açlığı gidermek için yemelisiniz ve neredeyse sıvılaşana kadar birçok kez çiğnemelisiniz. Sadece susuzluğu gidermek için su veya karahindiba kökü çayı, kahverengi pirinç çayı ve tahıl kahvesi gibi diğer içecekler içmelisiniz.

Makrobiyotik diyetin olumsuz yanları nelerdir?

Potansiyel faydalarına rağmen, makrobiyotik beslenme herkes için doğru değildir. Baharatlı yiyecekleri seviyorsanız veya o ilk fincan kahve ya da ara sıra margarita olmadan yaşayamıyorsanız, makrobiyotik diyeti çok kısıtlayıcı bulabilirsiniz. Ayrıca tuz oranı yüksek yiyecekler açısından da çok ağırdır. Bu genellikle yüksek tansiyon veya böbrek hastalığı olanlar için ideal değildir.

Bazı insanlar için makrobiyotik beslenme vücut yağında çok yüksek bir azalmaya neden olur. Diyet, hayvansal yağ, meyve ve süt ürünleri bakımından düşük olduğundan, çok az şey sağlayabilir:

  • Protein
  • Demir
  • Magnezyum
  • Kalsiyum
  • B-12 dahil vitaminler

Makrobiyotik beslenmeye sıkı sıkıya bağlı olan insanlar, bu besin kaybını desteklemek için multivitaminler aldıklarında genellikle kaşlarını çatarlar. Makrobiyotikler, kalp hastalığı, diyabet veya kanser gibi bir tanı ile ilgilenen herkes için tıbbi bakımın veya geleneksel tedavinin yerini alması önerilmemektedir.

Makrobiyotik diyete nasıl başlanır?

Makrobiyotik diyete başlamadan önce, doktorunuza veya diyetisyeninize danışmanız iyi bir fikirdir. Denemeye karar verirseniz, mutfağınızda buzdolabınız dahil bazı değişiklikler yapmanız gerekebilir.

Yiyeceklerin pişirilme ve hazırlanış şekli ve kullanılan mutfak gereçleri önemlidir. Mikrodalga fırınlarda veya elektrikle yemek pişirmek genellikle tavsiye edilmez. Makrobiyotik pişirme, sakin ve yatıştırıcı bir deneyim anlamına gelir.

  • Ddoğal, işlenmemiş ahşap
  • Paslanmaz çelik
  • Emaye ve seramik kaplar, tavalar ve mutfak aletleri
  • Plastikleri mutfaktan çıkarmalı ve yerine cam veya paslanmaz çelik kullanmalısınız.

Paylaşın

Liposuction nedir, nasıl yapılır? Detaylar

Lipo, lipoplasti veya vücut şekillendirme olarak da adlandırılan Liposuction, vücuttaki fazla yağdan kurtulmak için yapılan estetik cerrahi işlemdir. Kişiler vücutlarının şeklini veya hatlarını iyileştirmek için liposuction yaptırırlar. Genellikle; kalçalar, karın bölgesi, kollar, boyun veya sırt gibi bölgelerdeki fazla yağdan kurtulmak için tercih edilir.

Diyet ve egzersiz yaparak yağlardan kurtulmak isteyen kişiler, bu yağlardan kurtulamadıkları durumda liposuctionı denerler. Liposuction bir kilo verme tedavisi değildir. Ciddi riskleri ve olası komplikasyonları vardır, bu yüzden düşünmeden önce doktorunuzla konuşmanızı öneririz.

Liposuction kimlere yapılabilir?

Her cerrahi operasyonda olduğu gibi bu işlemde de öncelikle bir uzman doktor görüşü gerekmektedir. Liposuction uygulaması bir zayıflama yöntemi değildir, yalnızca bölgesel incelmeyi ve vücut hatlarının daha düzgün hale gelmesini sağlayan bir yöntemdir. Eğer bölgesel dirençli yağlanmalar dışında bir kilo probleminiz varsa öncelikle kontrollü bir diyet ve spor programı uygulayarak kilo fazlanızdan kurtulmanız, bunun ardından diyetle uzaklaşmayan yağ fazlalıkları için bu yönteme başvurmanız daha uygun olacaktır.

Liposuction sistemik bir sağlık problemi bulunmayan, hamile ya da yeni doğum yapmış olmayan herkese uygulanabilen bir yöntemdir. Ancak kalp hastalığı, diyabet vb. sistemik sağlık problemleri olan kişilere uygulama endikasyonu koymadan önce mutlaka bir takım testler uygulanarak risk faktörleri belirlenmeli ve tehlike arz edecek durumlara karşı gerekli önlemler alınmalıdır. Her ne kadar yaş bu uygulamaya bir engel teşkil etmese de deri elastikiyetinin yaşa bağlı kaybından dolayı bazı ileri yaştaki hastalara uygulanamaz.

Liposuction hangi bölgelere uygulanır?

Erkek ve kadın vücut yapılarının birbirinden farklı olması, yağlanma çeşitlerinin de farklı bölgelerde yoğunlaşmasına neden olur. Örneğin, kadınlar sıklıkla basen, göbek, kalça gibi inatçı yağlanma bölgeleri için uygulamayı tercih ederken erkekler daha çok sırt, karın, meme ve belin yan tarafları gibi bölgelerdeki yağlanmaların giderilmesi için çaba gösterir. Teknolojinin tıp ve estetik alanda gösterdiği gelişmeler, uygulamanın da giderek daha fazla alanda yapılabilmesine imkan tanır. Kadınların “tuzluk” bölgesi olarak adlandırdığı kol altı yağlanmaları, liposuction uygulamalarının başarıyla gerçekleştirildiği alanlar arasındadır.

Kilo alımında kolaylıkla yağlanmaya maruz kalan çene altı bölgesi, diyet ve sporla giderilemeyecek en inatçı yağlanma yerlerinden biridir. Liposuction, estetik bir uygulama olması sayesinde sürekli göz önünde bulunan çene altında herhangi bir iz bırakmadan uygulama yapılmasına imkan verir. Bir çeşit liposuction uygulaması olan Lazer lipoliz tekniğinin kullanıldığı vücut bölgeleri arasında, sürekli olarak terleyen koltuk altı bezleri gelir. Kişilerin hayatını büyük ölçüde kolaylaştıran koltuk altı bölgesine lazer lipoliz uygulaması, bu bölgedeki terlemenin önüne geçerek kişiye konforlu bir yaşam deneyimi sunar.

Operasyonun uygulanma aşamaları neler?

Liposuction kesinlikle ameliyathane şartlarında, bir anestezi doktorunun gözetimi altında uygulanmalıdır. Eğer alınacak yağ miktarı az ve alan küçük ise uygulama alanına lokal anestezik ilaçların enjeksiyonu ve damarlardan sedasyon yapılarak girişim uygulanabilir. Yatağında yapılan planlamadan sonra ameliyat masasına alınan hastanın antimikrobik temizliğini takiben, kanamayı ve ağrıyı azaltıcı karışım enjeksiyonu yapılır.

Etki için 10-20 dakika beklenir. Deride açılan 0.5 santimetrelik kesilerden yağ emen küçük kanüller yağlı alana sokularak vakum pompası veya özel enjektörlerle fazla yağlar dışarı alınır. Eğer daha önceden tesbit edilen ve doldurulması planlanan çukur bölgeler varsa özel enjektör ile alınan yağ bu alanları doldurmakta kullanılır. Girişim tamamlanınca, özel baskılayıcı bantlar yapıştırılır ve korse giyilir. Yaklaşık bir hafta bu korse çıkarılmaz. Düzgün bir iyileşme elde etmek için bu gereklidir.

Birinci haftadan sonra korse çıkarılarak masaj ve egzersize başlanır. Ameliyatın ağırlığına göre 1-4 günde işine dönmesine izin verilir. Üçüncü haftadan sonra yorucu aktivitelere başlayabilir. Uygulama alanında oluşan morluklar üç hafta içerisinde kaybolur. Bu süre içinde güneşlenmek zararlıdır. Ayrıca liposuction bölgesinde oluşan ameliyat ödemi (serum birikmesi) buralardan hiç yağ alınmamış izlenimi verebilir.

Bu ödem 4-6 hafta içerisinde gerileyerek tam iyileşme elde edilir. Bizimde tercih ettiğimiz yöntem olan tumescent tekniğinin kullanılması ile 3-4 litreye kadar yağ almada hastaya kan verilmesi gerekli değildir. Bu miktarların üzeride yağ alınacaksa ameliyat öncesi hastadan alınacak bir veya iki ünite kan(ototransfüzyon), girişimin sonunda hastaya geri verilerek başkasına ait kan verilmesi ve bunun getirecegi komplikasyonlar önlenmiş olur.

Liposuction uygulanan bölgede tekrar yağ birikmesi olabilir mi?

Liposuction eğer uygun ve yeterli olarak uygulanmış ise aynı bölgelerde yeniden yağ birikmesi olmaz. Kilo alınsa bile liposuction uygulanan bölgeler diğer alanlarla aynı oranda gelişir. Bu girişimde yağ hücrelerinin ve reseptörlerin sayısı azaltılarak vücudun diğer alanları ile aynı düzeye getirilir.

Liposuctionun riskleri nelerdir?

Uzman bir plastik cerrah tarafından yapılan liposuction ameliyatının risk oranı, diğer kozmetik girişimlerdekinden çok daha azdır. Yüzde 5-15 arası hastada aynı bölgeye tekrar liposuction yapılması gerekebilir. Kanama ve enfeksiyon nadiren görülür.

Hasta bu operasyonu yaptıracağı zaman nelere özen göstermeli, hekimini nasıl seçmelidir?

Liposuction yaptırmaya karar veren bir kişi diğer birçok ameliyatta olduğu gibi, iki hafta öncesinden aspirin ve benzeri antienflamatuar ilaçları almayı bırakmalıİ; sigara içiyorsa bırakmalı en azından ara vermelidir. Sonucun daha kalıcı olabilmesi için diyetle verebileceği kiloyu vermelidir. Böylece düzensizlikler daha belirgin hale gelir. Ameliyat öncesi ve sonrası yapması gerekenler ve sonucun nasıl olacağı hakkında doktoru ile görüştükten sonra, kafasında hiçbir soru işareti kalmadığı zaman kişi ameliyata hazır demektir. Liposuction cerrahi bir girişimdir.

Ameliyathane şartlarında, bu yöntemin doğru bilen ve uygulayan biri tarafından yapılmalıdır. Uzman olmayan kişiler tarafından yapılan liposuctionın doğurduğu kötü neticeler ve hatta sebep oldukları ölüm vakaları, yöntemin yetersiz ve tehlikeli olması gibi yanlış bir inanışa yol açmıştır. Güvenli ve etkili bir yöntem olduğu için ABD’de en fazla uygulanan estetik girişim liposuctiondır.

Lazer lipoliz nedir ve liposuction ile farkları nelerdir?

Lazer lipoliz, diod lazer uygulamasıyla direkt olarak yağ hücrelerinin zarlarının patlatılması yöntemidir. Tıpkı yağ aldırma yöntemlerinde olduğu gibi bölgesel yağ fazlalıklarından kurtulmayı sağlayan bu yöntem aynı zamanda özellikle çene altı ve yüz bölgesi gibi cilt gevşekliği görülebilen bölgelerde bu gevşekliğin giderilmesinde etkin olarak kullanılmaktadır. Bunların yanında terleme problemi olan kişilerde koltuk altına lazer lipoliz uygulanarak aşırı terleme engellenebilmektedir.

Lazer lipoliz ve liposuction arasındaki en temel fark yağ dokularının atılma şeklidir. Liposuction yönteminde yağ dokuları vücuttan kanüller aracılığı ile vakumlanarak atılırken lazer lipoliz yönteminde idrar yoluyla atılmaktadır. Bu sebeple yağ dokusunun idrarla atılamayacak kadar yüksek olduğu durumlarda liposuction uygulaması tercih edilir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın