Son 20 Yılda Dünya Genelinde Yaşanan En Ölümcül Depremler

Türkiye sabaha karşı Kahramanmaraş merkezli 7,7 ve 7,6’lık depremlerle sarsıldı. Depremler, Türkiye ile Suriye’nin yanı sıra Irak, Mısır, Lübnan, İsrail ve Kıbrıs’ta da hissedildi.

Geniş bir coğrafyada hissedilen ilk ve ikinci depremin ardından pek çok artçı sarsıntı yaşandı. Önceden tahmin edilmesi güç doğal afetlerin başında gelen depremler büyük can ve mal kaybına neden oluyor.

Son 20 yılda meydana gelen ve önemli can kaybına yol açan depremlerden bazıları:

Haiti – 14 Ağustos 2021 : Atlas Okyanusu’ndaki Karayipler’de yer alan Haiti, son yıllarda şiddetli birkaç depremle sarsıldı. En son 2021’de meydana gelen 7,2 şiddetindeki depremde 2 bin 200’den fazla can kaybı yaşandı, 13 binden fazla evi de ya yıkıldı ya da zarar gördü.

Endonezya – 28 Eylül 2018 : Doğal felaketlerin sıklıkla yaşandığı ülkelerden biri olan Endonezya şiddetli sarsıntıların yaşandığı ülkelerin başında geliyor. Ancak Sulawesi adasını 2018 yılında vuran 7,5 büyüklüğündeki deprem ve ardından 1 buçuk metrelik tsunami son yıllarda yaşanan en acı felaketlerden biri olarak hafızalara kazındı. Yaşanan deprem ve tsunami 4 bin 300’den fazla kişinin ölümüne neden oldu.

İran – 12 Kasım 2017 : Deprem felaketinin sıklıkla yaşandığı ülkelerden biri diğeri olan İran’ın Kermanşah bölgesini 2017 yılında 7,3 büyüklüğündeki deprem vurdu. 400’den fazla can kaybının yaşandığı afet, komşu ülke Irak’ta da altı kişinin ölümüne yol açtı.

Meksika – 19 Eylül 2017 : 2017’de Meksika’nın orta kesimlerini vuran 7,1 büyüklüğündeki deprem, 1985’teki binlerce kişinin ölümüne yol açan büyük depremin yarattığı travmayı yeniden hatırlattı. 396 kişi yaşamını yitirdiği deprem başkent Meksiko City’de büyük tahribata neden oldu.

İtalya – 24 Ağustos 2016 : 2016 yılında ülkenin orta kesimlerini vuran 6,2 büyüklüğündeki deprem 3 yüz kişinin hayatına mal oldu. Başkent Roma’nın doğusundaki dağlık bölgede yaşanan felaket sonucu merkez üssüne yakın Accumoli kentinde ve çevresinde toprağın 20 santimetre çekildiği, 16 santimetrelik kayma olduğu duyuruldu.

Ekvador – 16 Nisan 2016 : Güney Amerika’nım Büyük Okyanus kıyısındaki ülkelerinden Ekvador’u 2016 yılında sarsan 7,8 büyüklüğündeki depremde en az 650 kişi yaşamını yitirdi.

Afganistan – 26 Ocak 2015 : Afganistan’da Hindikuş dağlarında meydana gelen ve ülkenin kuzeydoğusu ile komşusu Pakistan’ın kuzeyini sarsan 7,8 büyüklüğündeki deprem en az 400 kişinin yaşamına mal oldu.

Nepal – 25 Nisan 2015 : Yaklaşık 9 bin kişinin yaşamını yitirdiği 7,8 büyüklüğündeki deprem sekiz milyondan fazla kişinin yaşamını alt üst etti.

Çin – 2 Ağustos 2014 : Çin’in güneybatısındaki Yunnan eyaletinde yaşanan 6,3 büyüklüğündeki sarsıntı en az 6 yüz kişinin ölümüne yol açtı.

Pakistan – 24 Eylül 2013 : Pakistan’ı sarsan 7,7 ve 7,8 büyüklüğündeki “ikiz deprem” ülkenin güneybatısındaki Belucistan Eyaletinde büyük yıkıma yol açtı. Felakette en az 8 yüz kişi can verdi.

İran – 11 Ağustos 2012 : İran’ın kuzeybatısındaki Tebriz kenti yakınlarını iki kez sarsan 6,4 ve 6,3 büyüklüğündeki depremlerde en az 3 yüz kişi hayatını kaybetti.

Türkiye – 23 Ekim 2011 : 7,2 büyüklüğündeki Van depreminde 6 yüzden fazla kişi can verdi.

Japonya – 11 Mart 2011 : Ülkenin kuzeydoğusunu vuran 9.0 büyüklüğündeki deprem ve tetiklediği tsunami sonucu 15 bin 690 kişi hayatını kaybetti, 5 bin 70 0 kişi yaralandı.

Yeni Zelanda – 22 Şubat 2011 : Christchurch kentini vuran 6,3 büyüklüğündeki depremde en az 180 kişi yaşamını yitirdi.

Şili – 27 Şubat 2010 : Güney Amerika ülkesi Şili’de meydana gelen 8,8 büyüklüğündeki deprem ve tetiklediği tsunami 5 yüzden fazla kişinin yaşamına mal oldu, yüzbinlerce ev zarar gördü, otoyollar ve köprüler yıkıldı.

Haiti – 13 Ocak 2010  : Başkent Port-au-Prince’i vuran 7,0 büyüklüğündeki depremde en az 316 bin kişi can verdi.

Çin – 12 Mayıs 2008 : Siçuan kentini vuran 7,8 büyüklüğündeki depremde 87 bin 900 kişi yaşamını yitirdi.

Asya – 26 Aralık 2004 : 9,15 büyüklüğündeki deprem Endonezya’nın Sumatra adası yakınlarında meydana geldi ancak sebep olduğu tsunami Endonezya’nın yanı sıra Tayland, Hindistan, Sri Lanka ve bölgedeki birçok ülkeyi etkiledi. 230 binden fazla kişinin yaşamını yitirdiği ya da kaybolduğu felakette köyler ve turizm merkezleri büyük yıkıma uğradı.

Pakistan – 8 Ekim 2005  : Başkent İslamabad’ın kuzeydoğusunu sarsan 7,6 büyüklüğündeki deprem ülkede 73 bin kişinin ölümüne yol açtı. Aynı zamanda Keşmir’i de vuran sarsıntı burada da bin 200’den fazla can kaybına yol açtı.

İran – 26 Aralık 2003 : Ülkenin güneydoğusundaki Kerman eyaletinde yaşanan 6,6 büyüklüğündeki deprem felaketi Bam kentin yerle bir etti ve 31 bin kişinin yaşamına mal oldu.

Paylaşın

Birleşmiş Milletler’den Türkiye Ve Suriye İçin Yardım Çağrısı

Birleşmiş Milletler (BM), Türkiye’de Kahramanmaraş, Gaziantep, Şanlıurfa, Diyarbakır, Adana, Adıyaman, Malatya, Hatay, Kilis ve Osmaniye’yi ve Suriye’nin kuzeyini vuran depremler sonrası acil müdahale için harekete geçti.

Depremlerde hayatını kaybedenlerin yakınlarına başsağlığı dileyen Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, 2023 yılı planını açıkladığı genel kurul toplantısının başında, ülkeleri Türkiye ve Suriye’ye “cömert bir şekilde” yardım yapmaya çağırdı.

Guterres, “Birleşmiş Milletler acil müdahaleyi desteklemek üzere harekete geçti. Bu felaketten etkilenen herkese yardım etmek üzere dayanışma içinde birlikte çalışalım.” dedi.

BM kuruluşları seferber oldu

BM Mülteciler Yüksek Komiseri Filippo Grandi de hayatta kalan herkese, mümkün olan her yerde saha ekipleri aracılığıyla yardım sağlamaya hazır olduklarını aktardı.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) Başkanı Tedros Adhanom Ghebreyesus, acil sağlık ekiplerine yaralılara ve en savunmasız kişilere temel bakım sağlamaları için yeşil ışık yakıldığını söyledi.

BM İnsani Yardım Koordinasyon Ofisinin (OCHA) Twitter hesabından yapılan paylaşımda, “Sert bir kışın zirvesinde, Türkiye ve Suriye’yi vuran depremler karşısında şok olduk. Ekiplerimiz, konuşlanmaya hazır olan Birleşmiş Milletler Afet Değerlendirme ve Koordinasyon Merkezi (UNDAC) acil müdahale ve kurtarma ekipleriyle hasarı değerlendiriyor.” açıklaması yapıldı.

Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Suriye hesabından yapılan paylaşımda “UNHCR, Suriye’de ihtiyacı olanlara yardım ve destek sağlamak için BM kuruluşları ve diğer insani yardım aktörleriyle aktif olarak bir müdahale koordine ediyor.” ifadeleri yer aldı.

Gaziantep’te temel yardım malzemeleri hazırlandı

Ankara’dan gelen resmi uluslararası yardım talebinin ardından BM Çocuklara Yardım Fonu (UNICEF), acil durum müdahalesini desteklemeye hazır olduğunu kaydetti.

UNICEF İcra Direktörü Catherine Russell, “Kalplerimiz ve düşüncelerimiz yıkıcı depremlerden etkilenen Türkiye ve Suriye’deki çocuklar ve ailelerle birlikte. Sevdiklerini kaybedenlere en derin taziyelerimizi sunuyoruz,” dedi.

BM’nin Uluslararası Göç Örgütü (IOM), Gaziantep’teki deposunda dağıtılmak üzere temel yardım malzemeleri hazırladığını açıkladı.

Depremin vurduğu bölgelerle dayanışma içinde olduğunu söyleyen örgütün Genel Direktörü Antonio Vitorino, “Depremden etkilenenleri desteklemek ve acılarını hafifletmeye yardımcı olmak için bölgedeki hükümetlerle yakın işbirliği içinde çalışacağız.” dedi.

Depremin vurduğu kuzeybatı Suriye’de, çoğunluğu kadın ve çocuk olmak üzere insani yardıma muhtaç yaklaşık 4,1 milyon kişi yaşıyor.

Paylaşın

Dünya Genelinde İnsanların Yüzde 36’sı Başka Bir Ülkede Yaşamak İstiyor

Gerçekleştirdikleri uluslararası ankete katılan kişilerin üçte birinin bir ülkede yaşamayı tercih ettiklerini söylediklerini belirten Gallup International Derneği Kancho Stoychev, “İnsanlar birçok farklı nedenden göç eder. Aslında göç, belli bir dereceye kadar normal, çoğu durumda da olumludur. Bizim çalışmamız, dünya üzerindeki yetişkinlerin yaklaşık üçte birinin göç etmeye gönüllü olduğunu ortaya çıkardı” dedi ve ekledi:

“Mevcut küresel koşullarda bu da normal herhalde. Ancak bir kez daha vurgulamak isterim ki bizimkisi çok genel bir gösterge. Buna rağmen bir insanın yaşadığı yer ve beklediği ya da arzuladığı hayat kalitesi arasındaki ilişkiye dair kişisel algısını yansıtması açısından iyi bir gösterge.

Geçmişteki çalışmalarımızla karşılaştırdığımızda, göç potansiyelinde küçük bir artış kaydettik. Aslında belki bu çok da şaşırtıcı değil. Avrupa’da yaşayanlar dâhil, daha genç jenerasyonlar artık daha mobil.

Dünyanın birçok bölgesindeki kentli fakir kesim, özellikle de gelişmekte olanlar ülkeler diye tabir edilen bölgelerdekiler, daha iyi bir yerde yaşamaya can atıyor. Küçük ülkelerdeki çok başarılı insanlar çoğu zaman küçük bir piyasada yeteneklerini geliştirme potansiyeli bulamıyorlar.

Doğal olarak savaş ve küresel ekonomik kriz dönemlerinde belirsizlikler artıyor ve çoğu zaman göç daha çekici bir hâl alıyor. Açıkçası bunda şaşırtıcı bir şey görmüyorum. Daha genç ve daha fakir insan, daha yüksek göç olasılığı demek.”

Deutsche Welle, 1979 yılından beri dünya genelinde umut, mutluluk ve ekonomik beklentilere dair ölçümler gerçekleştiren İsviçre merkezli Gallup International Derneği’nin başkanı Kancho Stoychev ile yaptığı söyleşide, kuruluşun göçle ilgili son anketinde ulaşılan bulguları ele aldı.

Gallup International son anketlerinde birinde, 57 ülkedeki insanlara başka bir ülkede yaşamayı tercih edip etmeyeceklerini sordu. Üçte biri “Yurt dışına göç etmek isterdim” yanıtını verdi. Bu veriyi aynı konuda geçmişte yapılan anketlerdeki sonuçlarla karşılaştırdığınızda nasıl bir yorumda bulunursunuz?

Kancho Stoychev: Öncelikle, bizim sorumuz sadece yasal bir engel olmadığı takdirde ülke değiştirmeye yönelik genel potansiyel istekliliği ölçmeyi amaçlıyordu. Bir başka deyişle, yaşanılan ülkeyi hemen terk etme doğrultusundaki bir kararı tespit etmekten ziyade, oradaki yaşamdan duyulan genel memnuniyet ya da memnuniyetsizliği belirlemeyi hedefliyordu. Standart istatistikler zaten tüm ülkelere ilişkin gerçek göç verilerini ortaya koyuyor. Bu yüzden o boyut üzerine bir anket yapılmasına gerek yok.

İnsanlar birçok farklı nedenden göç eder. Aslında göç, belli bir dereceye kadar normal, çoğu durumda da olumludur. Bizim çalışmamız, dünya üzerindeki yetişkinlerin yaklaşık üçte birinin göç etmeye gönüllü olduğunu ortaya çıkardı. Mevcut küresel koşullarda bu da normal herhalde. Ancak bir kez daha vurgulamak isterim ki bizimkisi çok genel bir gösterge. Buna rağmen bir insanın yaşadığı yer ve beklediği ya da arzuladığı hayat kalitesi arasındaki ilişkiye dair kişisel algısını yansıtması açısından iyi bir gösterge.

Geçmişteki çalışmalarımızla karşılaştırdığımızda, göç potansiyelinde küçük bir artış kaydettik. Aslında belki bu çok da şaşırtıcı değil. Avrupa’da yaşayanlar dâhil, daha genç jenerasyonlar artık daha mobil.

Dünyanın birçok bölgesindeki kentli fakir kesim, özellikle de gelişmekte olanlar ülkeler diye tabir edilen bölgelerdekiler, daha iyi bir yerde yaşamaya can atıyor. Küçük ülkelerdeki çok başarılı insanlar çoğu zaman küçük bir piyasada yeteneklerini geliştirme potansiyeli bulamıyorlar.

Doğal olarak savaş ve küresel ekonomik kriz dönemlerinde belirsizlikler artıyor ve çoğu zaman göç daha çekici bir hâl alıyor. Açıkçası bunda şaşırtıcı bir şey görmüyorum. Daha genç ve daha fakir insan, daha yüksek göç olasılığı demek.

Verileriniz düşük gelirli ülkelerden katılımcıların göç etmeye daha istekli olduğunu gösteriyor. Analiziniz aynı zamanda, bir katılımcının göç etme isteği ya da motivasyonunda kendi geliri, eğitimi ya da mesleğinin çok az etkisi olduğunu, buna karşın ülkelerdeki genel gelir seviyelerinin daha ciddi bir rol oynadığını ortaya koyuyor. Bundan hangi sonuçlar çıkarılabilir?

Ulusal bazda, düşük gelirli ülkelerdeki insanların, yaşam standardının daha yüksek olduğu bir yere göç etmek istemesi şaşırtıcı değil. Daha iyi imkânlar, daha iyi şartlar, onaylanma için daha fazla seçenek, hatta daha fazla para kazanma şansı sunan bir ülkeye göç etmek gayet anlaşılabilir ve normal.

Göç konusu, şu günlerde yaşam standardı gibi geleneksel faktörlerin yanı sıra aynı zamanda bir görünebilirlik, karşılaştırılabilirlik ve tercih meselesi. Göç şu an bir gereklilikten ziyade bir hareketlilik meselesi. Bu da elbette küreselleşmenin kaçınılmaz bir sonucu.

Anket şaşırtıcı şekilde AB ülkelerindeki insanların AB dışındaki ülkelerdekilere kıyasla göç etmeye daha istekli olduğunu gösteriyor? Bunun nedeni ne olabilir?

Bu soruyu cevaplarken ilk olarak hangi AB ülkelerinde ve hangi AB dışı ülkelerde anket yapıldığına bakmak zorundayız. AB içindeki göç tutarlı: AB ülkelerindeki birçok insan, “Göç ederdik” diyor. Çünkü bunu yapabilirler. Ama bu durumlarda göç genellikle bir AB ülkesinden diğerine şeklinde oluyor. AB içindeki hareketlilik dinamik. Bu aynı zamanda AB vatandaşı olmanın hak ve özgürlüklerinden biri.

Bizim anketimizin kapsadığı AB dışı ülkeler ise Ermenistan, Bosna Hersek, Gürcistan, Kazakistan, Kosova, Moldova, Kuzey Makedonya, Rusya Federasyonu ve Sırbistan. Bu ülkelerdeki hareketlilik ve jeopolitik oryantasyon farklı. Göç etme ihtimaliği var mı? Varsa, nereye?

Çalışmanızda Ukrayna’yla ilgili veri yok. Ukrayna’yı savaş yüzünden mi dışarıda tuttunuz?

Maalesef savaş Ukrayna’da anket gerçekleştirmeyi güçleştiriyor. Ayrıca Ukrayna’nın nüfusunun yaklaşık üçte biri zaten ülkeyi terk etmiş olduğu için anketle elde edilen verinin anlamlılığı konusunda bir soru işareti olacaktı. Kaç kişinin Ukrayna’da kalmaya devam edeceği ve kaç kişinin bu ülkeye geri döneceğini ortaya çıkarmak daha bilgilendirici olabilirdi. Ancak bu da Ukrayna’ya konsantre olmak anlamına gelirdi, oysa bizim anketimizin amacı küresel bir kıyaslama yapmaktı.

Moldova, hem Güneydoğu Avrupa’nın en fakir ülkelerinden biri hem de Rusya’nın Ukrayna’ya yönelik saldırganlığı nedeniyle en fazla tehdit altında bulunan devletler arasında. Buna rağmen, verilerinize göre nüfusunun sadece yüzde 23’ü göç etmek istiyor. Bu, Bosna Hersek’teki yüzde 48’lik ve Kuzey Makedonya’daki yüzde 42’lik orana kıyasla bir hayli düşük kalıyor. Nedeni ne olabilir?

Göç etmek isteyenlerin çoğu zaten göç etmiş. Ayrıca savaş bazı insanları kalıp ülkelerini korumaya motive ediyor. Belki herhangi bir sebepten olumlu bir şeyler olmasını bekleyen insanlar da olabilir. Ve günün sonunda, bir röportajda doğduğun ülkeye zor zamanlarda sırtını dönmeye istekli olduğunu belirtmek de çok makbul bir şey değil.

Bosna Hersek ve Kuzey Makedonya’da ise durum tamamen farklı. Her iki ülkenin AB üyeliği de çok uzaklarda ve insanlar artık daha fazla beklemek istemiyor. Yaşadığın yerdeki durumun uzun süredir daha da kötüye gittiğini fark edersen, kilit soru “Neden gitmeliyim?” değil de “Neden kalmalıyım?” hâlini alıyor. Bu iki ülkede göç etmeye istekli olanların oranı, AB ortalamasından yaklaşık yüzde 50 daha fazla.

Ukrayna’daki savaş başladığından beri birçok Avrupa ülkesi Rusya’dan da ciddi sayıda göçmen aldı. Bunların arasında askere alınmaktan kaçanlar, savaşa karşı çıkanlar ya da daha demokratik ve açık bir toplumda yaşama arzusunda olanlar vardı. Buna karşın sizin anketiniz Rusya’daki katılımcıların sadece yüzde 15’inin göç etmek istediğine işaret ediyor. Neden?

Bu da şaşırtıcı değil. Birçok çalışma, Rusya’da vatanseverliğin ne kadar yüksek olduğunu ve bizim AB’de şiddetle reddettiğimiz şeylere ciddi oranda destek çıkıldığını ortaya koydu. Tarihsel olarak Rusya zor zamanlarda ulusal bütünleşme seviyesinin yüksek olduğunu birçok kez gösterdi. Ayrıca orada anlatılanların Batı’dakinden tamamen farklı olduğunu ve şu an olanları onaylamayan milyonlarca Rus’un da çoktan ülkeden ayrılmış olduğunu unutmayalım.

Vietnam ya da Hindistan gibi ülkelerdeki düşük oranlar ise daha da kafa karıştırıcı…

Her iki ülke de son 10 yılda ekonomik olarak büyüme kaydetti. Başarılı bir ekibi bırakma isteği hiçbir zaman çok yüksek olmaz. Kültürel ya da dini boyutlar, ulusal kimlik gücü ve gelenekler gibi faktörleri de hesaba katmak lazım. Batı’da biz hâlâ aşırı derecede Avrupa odaklıyız. Hâlâ dünyanın merkezinin biz olduğumuza inanıyoruz. Oysa tarihsel gerçek şu ki bizim hâkimiyetimiz, Hindistan ve Çin gibi ülkelere ya da Pers, Babil ve Bizans’a kıyasla daha kısa sürdü.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

IMF, Küresel Ekonomik Büyüme Tahminini 2,9’a Yükseltti

Uluslararası Para Fonu (IMF), 2022 yılında yüzde 3,4 olan küresel ekonomik büyüme hızının bu yıl yüzde 2,9’a gerileyeceğini tahmin ediyor. Ancak bu, Ekim ayında yayımladığı rapordaki yüzde 2,7 tahmininde bir iyileşmeye işaret ediyor.

Dünya çapında ekonomik büyüme hızının 2024’te yüzde 3,1’e çıkması bekleniyor. IMF, Ekim ayında yayımladığı raporda, küresel ekonominin 2024’te yüzde 3,2 büyüyeceğini öngörmüştü.

IMF’nin güncellenmiş raporunda, Türkiye ekonomisinin bu yıla ilişkin büyüme tahmini yüzde 3 olarak korundu.

Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ekonomik Görünüm Raporu’nda, küresel ekonomik büyüme tahminini yükseltti ve enflasyonun gerilmeye başladığı tespitinde bulundu.

Raporda, ABD ve Avrupa’da talebin devam etmesi, enerji maliyetlerinin azalması ve Çin’in “Sıfır Covid” politikasından vazgeçmesinin beklenenden daha hızlı bir toparlanmanın yolunu açtığını söylüyor.

Geçen yılın sonlarında, IMF küresel ekonomi için en kötünün henüz gelmediği konusunda uyarıda bulunuyordu. Ancak yine de, savaşın henüz kazanılmadığını söyleyerek merkez bankalarını enflasyona karşı mücadelelerini sürdürme konusunda uyarıyor.

IMF, 2022’de yüzde 3,4 olan küresel ekonomik büyüme hızının bu yıl yüzde 2,9’a gerileyeceğini tahmin ediyor. Ancak bu, Ekim ayında yayımladığı rapordaki yüzde 2,7 tahmininde bir iyileşmeye işaret ediyor.

Dünya çapında ekonomik büyüme hızının 2024’te yüzde 3,1’e çıkması bekleniyor. IMF, Ekim ayında yayımladığı raporda, küresel ekonominin 2024’te yüzde 3,2 büyüyeceğini öngörmüştü.

IMF’nin güncellenmiş raporunda, Türkiye ekonomisinin bu yıla ilişkin büyüme tahmini yüzde 3 olarak korundu.

IMF Baş Ekonomisti Pierre-Olivier Gourinchas, resesyon riskinin azaldığını ve merkez bankalarının enflasyonu kontrol etmede ilerleme kaydettiğini ancak Ukrayna-Rusya savaşı ve Çin’in Covid-19’a karşı mücadelesinin yeni sorunlara yol açma ihtimali nedeniyle fiyatları düşürmek için daha fazla çabanın gerektiğini söylüyor.

Gourinchas, “Beklenmeyeni beklemeye hazırlıklı olmalıyız ancak büyümenin dibe vurması ve ardından enflasyonun düşmesi bir dönüm noktasını temsil edebilir” diyor.

IMF raporunda ülkelerin büyüme tahminlerini de güncelledi.

ABD ekonomisinin 2023 yılına ilişkin büyüme tahmini yüzde 1’den yüzde 1,4’e çıkarıldı. 2022’de ülke yüzde 2 büyümüştü.

IMF, Çin’in bu yıla ilişkin ekonomik büyüme beklentisini keskin bir şekilde yükselterek yüzde 4,4’ten yüzde 5,2’ye çıkardı.

Çin’in “Sıfır Covid” politikasının getirdiği sınırlar ekonomisinin 2022’de yüzde 3 büyümesine yol açmıştı. Böylece 40 yılı aşkın bir süredir büyüme hızı ilk kez küresel ortalamanın altında kalmıştı.

Hindistan ekonomisinin bu yıla dair büyüme beklentisi yüzde 6,1’de sabit tutuldu. 2024’te ise geçen yıl olduğu gibi yüzde 6,8 büyüyeceği tahmin edildi.

Gourinchas, Asya’nın iki ekonomik güç merkezinin 2023’te küresel büyümenin yüzde 50’sinden fazlasını sağlayacağını söyledi.

İngiltere ise 2023’te daralması beklenen tek büyük ekonomi oldu. Daha önce bu yıl yüzde 0,3 büyümesi öngörülen İngiltere ekonomisinin 2023’te yüzde 0,6 küçülmesinin beklendiği kaydedildi.

Paylaşın

Dünya İç Çekirdeği, Yer Küreyle Ters Yönde Dönüyor Olabilir

Plüton büyüklüğünde sıcak bir demir topu andıran Dünya’nın iç çekirdeği, artık gezegenle aynı yönde dönmüyor ve hatta tam tersi yönde dönüyor olabilir. Yüzeyin yaklaşık 5 bin km altında “gezegen içindeki gezegen”, sıvı metal dış çekirdeğin içinde yüzdüğü için bağımsız olarak dönebiliyor.

Araştırmacılar, “İç çekirdeğin, Dünya’nın yüzeyine göre “salıncak” gibi ileri geri döndüğüne inanıyoruz. Salıncağın bir döngüsü yaklaşık 70 yıl, yani ortalama her 35 yılda bir yön değiştiriyor.” ifadesini kullandı.

Nature Geoscience dergisinde pazartesi günü yayımlanana araştırmaya göre, Plüton büyüklüğünde sıcak bir demir topu andıran “Dünya’nın iç çekirdeği, artık gezegenle aynı yönde dönmüyor ve hatta tam tersi yönde dönüyor” olabilir.

Yüzeyin yaklaşık 5 bin km altında “gezegen içindeki gezegen”, sıvı metal dış çekirdeğin içinde yüzdüğü için bağımsız olarak dönebiliyor.

İç çekirdeğin dönüş şekli bilim insanları arasında tartışma konusu olduğundan son araştırmanın da yine bilim dünyasında tartışma yaratması bekleniyor.

Zira iç çekirdekle ilgili bilinenler oldukça sınırlı.

Ancak depremlerin ya da bazen nükleer patlamaların yarattığı sismik dalgalardaki küçük farklılıkların Dünya’nın ortasından geçerken ölçülmesiyle elde ediliyor.

Nature Geoscience dergisinde yayınlanan araştırma kapsamında, iç çekirdeğin hareketlerini takip amacıyla son altmış yıldaki depremlerden gelen sismik dalgalar analiz edildi.

Araştırmanın yazarları, Pekin Üniversitesi’nden Xiaodong Song ve Yi Yang, iç çekirdeğin dönüşünün “2009 yılında neredeyse durma noktasına geldiğini, ardından da ters yöne doğru döndüğünü” tespit ettiklerini dile getirdi.

AFP’ye konuşan araştırmacılar, “İç çekirdeğin, Dünya’nın yüzeyine göre “salıncak” gibi ileri geri döndüğüne inanıyoruz. Salıncağın bir döngüsü yaklaşık 70 yıl, yani ortalama her 35 yılda bir yön değiştiriyor.” ifadesini kullandı.

Çinli bilim insanları iç çekirdeğin 1970’lerin başında yön değiştirdiğini ve bir sonraki değişimin 2040’ların ortasında olacağını tahmin ettiklerini kaydetti.

Araştırmacılar, söz konusu dönüşün kabaca “gün uzunluğu” olarak adlandırılan ve Dünya’nın kendi ekseni etrafında dönmesi için geçen süredeki küçük değişimlerle aynı çizgide olduğunu aktardı.

Şu ana kadar iç çekirdeğin yüzey sakinleri üzerinde etkisi olduğuna dair pek kanıt bulunabilmiş değil.

Ancak araştırmacılar, iç çekirdekten yüzeye kadar Dünya’nın tüm katmanları arasında fiziksel bağlantılar olduğuna inandıklarını kaydediyor.

Kendi araştırmalarıyla ilgili bilgi veren bilim insanları, “Çalışmamızın kimi araştırmacıları tüm Dünya’yı entegre bir dinamik sistem olarak ele alan modeller kurmaya ve test etmeye teşvik etmesini umuyoruz.” dedi.

Bazı uzmanlar ise söz konusu bulgularla ilgili temkinli olduklarını ifade ederek, farklı teorilere işaret etti ve Dünya’nın merkezi hakkında pek çok gizemin devam ettiği uyarısında bulundu.

Kaliforniya Üniversitesi’nden sismolog John Vidale, “Bilim insanlarının çok fazla veri kullanarak yaptığı çok dikkatli bir çalışma. Ancak bence modellerin hiçbiri tüm verileri çok iyi açıklamıyor.” değerlendirmesinde bulundu.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Kara Delik, Şanssız Yıldızı “Donut” Şekline Getirdi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) tarafından 24 Nisan 1990’da Dünya yörüngesine fırlatılan Hubble Uzay Teleskobu, bir karadeliğin bir yıldızı “donut” haline getirip yiyişini kaydetti.

Bu, evrendeki en şiddetli ve en uç noktadaki süreçlerden biri: Bir yıldız bir karadeliğe çok yaklaştığında karadelik onu yırtarak bir yandan yıldızı yerken bir yandan radyasyon kusar. Bu, “gelgit bozulma olayı” diye bilinir.

Bilim insanları yıldızın yendiği son anları kaydetmek için bu süreci gerçekleştiği sırada Hubble Uzay Teleskobu’nu kullanarak izledi.

Araştırmacılar bu ve benzeri gözlemleri, bir yıldız sonsuz derinliğe düşerek böyle parçalandığında ne yaşandığını daha iyi anlamak için kullanmayı umuyor.

NASA’nın Hubble Uzay Teleskobu, yeni örnek neredeyse 300 milyon ışık yılı uzakta olduğu için süreci gerçekleşirken göremiyor. Fakat bu olay gerçekleştiğinde dışarı atılan ışığı görebilen bilim insanları, bu ışığı yıldıza ne olduğuna dair ipuçları elde etmek için inceleyebilir.

Araştırmacılar karadeliklerin etrafındaki gelgit bozulma olaylarının birçok örneğini gördü. Bu örneklerden yaklaşık 100 tanesi uzayda, çeşitli teleskoplar kullanılarak belgelendi.

Ancak son çalışmada olduğu gibi, bu gelgit olaylarını ultraviyole ışık kullanarak görmek çok daha sıradışı. Enkaza ne olduğuna ve onu açığa çıkaran karadeliğe dair açıklama sunabileceği için bu ışık faydalı.

Gökbilimciler baktıkları ışığın, bir zamanlar yıldızı oluşturan çok parlak, donut şeklindeki bir gaz halkasından geldiğini düşünüyor. Güneş sistemimiz büyüklüğündeki bu alan, merkezindeki bir karadeliğin etrafında dönüyor.

Harvard-Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden Peter Maksym yaptığı açıklamada, “O donut’ın kenarında bir yere bakıyoruz. Karadelikten bize doğru saatte 20 milyon mil (yaklaşık 32 milyon km yani ışık hızının yüzde üçü) hızla yansıtılan, yüzeyin üstünü süpüren bir yıldız rüzgarı görüyoruz” dedi:

Bu olayı hâlâ anlamaya çalışıyoruz. Yıldızı parçalıyoruz ve sonra karadeliğe doğru ilerleyen bu maddeyi elde ediyoruz. Böylece neler olup bittiğini bildiğimizi düşündüğümüz modeller elde ediyoruz ve sonra gerçekten bu şeyi görüyoruz. Burası bilim insanları için heyecan verici bir yer: Tam da bilinen ve bilinmeyenin kesiştiği arayüz.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Araştırma: Dünyanın En Akıllı Köpek Cinsi Belli Oldu

Uzun bir süredir ‘en akıllı köpek türü’ olarak bilinen Border Collie cinsi köpeklerin aslında en akıllı köpekler olmadığı ortaya çıktı. Yayınlanan yeni bir araştırmada, Belçika Malinois kurdu en zeki köpek olarak kayıtlara geçti.

Finlandiya’daki Helsinki Üniversitesi’nden bilim insanları 13 farklı türden binden fazla köpeği karşı karşıya getirerek davranışsal ve zihinsel bir dizi testten geçirdi.

Bilim insanları, köpekleri incelerken hangisinin ‘en akıllı’ olduğu sorusuna da yanıt aradı.

Araştırma sonucunda, uzun bir süredir ‘en akıllı köpek türü’ olarak bilinen Border Collie cinsi köpeklerin aslında en akıllı köpekler olmadığı ortaya çıktı.

Bulguları Scientific Reports isimli tıp dergisinde yayınlanan araştırmada, Belçika Malinois kurdu en zeki köpek olarak kayıtlara geçti.

Polis birimleri tarafından da kullanılan köpeklerin bağımsız olduğu, problem çözmede, insanları anlamada ve tepkiye yanıt vermede ‘kusursuz’ olduğu belirtildi.

Ayrıca araştırmada bu iki köpek türünün yanı sıra Hovawart türü köpekler ile Spanish Water Dog isimli köpek türü de üst sıralarda yer aldı.

Araştırmayı yürüten Saara Junttila, yaptığı açıklamada, “Birçok türün kendine göre güçlü ve zayıf yanları var. Örneğin Labrador Retriever’lar insanları anlamada çok iyi ama problem çözme konusunda zayıf” dedi.

Araştırmada yer alan Dr. Katriina Tiina ise, “Belçika Malinois kurtları birçok test sonucunda çok iyi sonuçlar aldı. Border Collies isimli çoban köpekleri de birçok testte iyi sonuçlar elde etti” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Dikkat Çeken Rapor: Popülist Lider Sayısı Son 20 Yılın En Düşüğünde

2023’ün başında 1,7 milyar insanın popülist bir lider yönetiminde yaşarken, bu sayı 2020’de 2,5 milyar seviyesindeydi. Dünya genelinde 11 popülist hükümetten geriye 7’sinin kaldığı ve bunların neredeyse tamamının ekonomik veya düzen karşıtı popülistlerin aksine sağcı kültürel popülistlerden oluştuğu iddia ediliyor.

Popülizmdeki düşüşün büyük bir kısmı Latin Amerika’da, özellikle de Brezilya’da Bolsonaro’nun yenilgiye uğratılmasıyla ve aynı zamanda Latin Amerika’da “popülist söylemi reddeden ve popülist solun tarihsel olarak endüstriyel ulusallaştırmaya odaklanması yerine ilerici ekonomik ve sosyal haklara odaklanan” ılımlı solcuların seçilmesiyle meydana geldi.

İngiltere’de Tony Blair Enstitüsü’nün yayınladığı son raporda popülist yönetimler altında yaşayan toplum nüfusunun iki yılda 800 milyon azaldığı belirtildi.

“Püskürt ve yeniden inşa et: Popülizme karşı oyun kitabını genişletmek” başlıklı raporda, 2022’de gerçekleşen seçimlerde “ilerici ve merkezcilerin” sandıktan ilk sırada çıkmasının dünya genelinde popülist liderlerin sayısını son 20 yılın en düşük seviyesine gerilettiği saptandı.

Rapor, 2023’ün başında 1,7 milyar insanın popülist bir lider yönetiminde yaşadığını söylüyor. Bu sayı 2020’de 2,5 milyar seviyesindeydi.

Araştırmada, dünya genelinde 11 popülist hükümetten geriye 7 kaldığı ve bunların neredeyse tamamının ekonomik veya düzen karşıtı popülistlerin aksine sağcı kültürel popülistlerden oluştuğu iddia ediliyor.

“Polonya ve Türkiye seçimleri dengeleri değiştirebilir”

Araştırmaya göre popülizm için 2023 de belirleyici bir yıl olacak. Zira hem Türkiye hem de Polonya’daki kritik seçimlerde dünyanın en etkili popülist hükümetlerinden ikisi düşebilir. “2022’nin sonunda Türkiye, enflasyon açısından dünyadaki en derin negatif faiz oranlarına sahipti ve Lira, Dolar’a göre gelişmekte olan piyasalarda en kötü performans gösteren para birimi oldu” denilen raporda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milliyetçi desteği canlandırmak için Yunanistan veya Kürtlerle çatışmalardan bahsetmeye “istekli olduğu” uyarısında bulunuldu.

Ancak hükümetin düşmesi için her iki ülkedeki bölünmüş muhalefet partilerinin şimdiye kadar başardıklarından daha net koalisyon programları oluşturmaları ve ittifaklarını sağlamlaştırmaları gerekliliği de raporda vurgulanan diğer önemli bir husus.

Ana akım partilerin kendilerine ait net ve esaslı bir politika gündemi olması zorunluluğunun altını çizen rapor, popülist rakiplerine karşı olumsuz kampanyalara odaklanmamaları önerisini de getiriyor. Seçmenlerin ülkenin karşı karşıya olduğu sorunları görmezden gelen retorik aşırılıklardan giderek daha fazla yorulduğunu ana akım partilerin fark etmesi gerektiğini ifade eden raporun yazarı Brett Meyer, çalışmalarının bazı ülkelerde ilerici merkezciliğe doğru bir eğilim olduğunu gösterdiğini söyledi. Meyer, “Merkezciler 2022’de popülizmin sınırlarını geriletmeye devam etti ve iktidardaki popülistlerin sayısı son 20 yılın en düşük seviyesine indi” dedi.

Hangi popülist liderler kaybetti?

Brezilya’dan Jair Bolsonaro ve Slovenya’dan Janez Jansa 2022’de çekişmeli geçen seçim yarışlarında mağlup olurken, Filipinler’den Rodrigo Duterte’nin görev süresi bir dönemle sınırlı kaldı. Sri Lanka’da Gotabaya Rajapaksa protestolarla görevinden uzaklaştırıldı.

Rapora göre popülizmdeki düşüşün büyük bir kısmı Latin Amerika’da, özellikle de Brezilya’da Bolsonaro’nun yenilgiye uğratılmasıyla ve aynı zamanda Latin Amerika’da “popülist söylemi reddeden ve popülist solun tarihsel olarak endüstriyel ulusallaştırmaya odaklanması yerine ilerici ekonomik ve sosyal haklara odaklanan” ılımlı solcuların seçilmesiyle meydana geldi.

Bu hükümetleri “Kültürel popülist” olarak adlandıran çalışma, hükümetlerin düşmesindeki diğer önemli bir faktörün de ekonomik zorluklarla ya da Covid gibi karmaşık sorunları çözmekte zorlanmalarına bağladı. Rapor, 2022’de Brezilya, Filipinler, Slovenya ve Sri Lanka’da olmak üzere dört hükümetin bu sebeplerle iktidardan düştüğüne işaret ediyor.

Rapor ayrıca ABD ara seçimlerinde de Donald Trump’ın desteklediği sağcı milliyetçilik ve komplo teorilerini benimseyen adayların çoğunun seçilemediği ve ılımlılara karşı düşük performans gösterdiğini belirtiyor.

Ancak çalışma, Trump’ın yenilgisinin, ABD genelinde kültürel popülizmin uzun vadeli yenilgisine işaret etmeyebileceği konusunda uyarıyor.

Kültürel popülizmin ABD siyasetinde hala büyük bir etkiye sahip olduğunu belirten araştırmacılar, bir diğer önemli aday olması muhtemel Ron DeSantis’in görüşlerine işaret ediyor. “Trump kaybetse bile, kültürel popülizmin Cumhuriyetçi Parti içinde güçlü kalması muhtemel” diyor.

‘Popülistler geri dönebilir’ uyarısı

Raporun dikkati çektiği diğer bir önemli nokta da 2022’de popülistlerin İtalya, İsrail ve İsveç’te seçim kazanan koalisyonların bir parçası olmayı başarması. Aşırı sağcı lider Marine Le Pen’in, Fransa Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde Emmanuel Macron tarafından yenilgiye uğratılmasına rağmen partisinin parlamento seçimlerinde başarılı olduğu da işaret ediliyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

“Teknolojik İlerleme Hızı Önemli Ölçüde Yavaşladı” Uyarısı

Minnesota Üniversitesi’nden araştırmacı Russell Funk, “Sağlıklı bir bilimsel ekosistemde yıkıcı keşiflerin ve pekiştirici gelişmelerin bir karışımı vardır fakat araştırmanın doğası değişiyor” dedi ve ekledi:

“Kademeli yeniliklerin yaygınlaşmasıyla, bilimi daha çarpıcı şekilde ilerleten o kilit atılımları yapmak daha uzun sürebilir.”

Bilim insanları, bilimsel yıkıcılığın ve teknolojik buluşların hızının önemli ölçüde yavaşladığını tespit etti.

Yeni bir makale, muazzam miktardaki yeni bilimsel ve teknolojik bilginin görünüşe göre yeni yıkıcı bulgu ve buluşlara katkı sağlamadığı uyarısını yapıyor.

Bilim insanları, teknolojik sürecin hızlandığını mı yoksa yavaşladığını mı incelemeye çalıştı. Bunu yapmak için 60 yıl boyunca yayımlanmış 45 milyon bilimsel makaleyi ve alınmış 3,9 milyon patenti incelediler.

Araştırmacılar bu bilgiyi, makalelerin ve patentlerin bilim ve teknolojideki atıflar üzerinde etkisini ölçen ve CD endeksi olarak bilinen bir araçla analiz etti. Bu endeks, bir makalenin bilim ve teknolojiyi ne kadar değiştirdiğini söylemekte kullanılabilecek bir “yıkıcılık puanı” verebiliyor.

Bilim insanları, bu muazzam boyuttaki bilimsel araştırma dizisini kullanarak iki farklı atılım türünü incelemeyi amaçladı: Mevcut bilgiye katkıda bulunarak sahip olduğumuz anlayışımızı güçlendirenler ve gerçekten yıkıcı olup araştırmacılara incelemek için yeni yollar gösterirken eski bilgileri kullanılmaz kılanlar.

Yazarlar, yeni araştırmaların daha az yıkıcı hale geldiğini ve mevcut duruma daha fazla ayak uydurduğunu tespit etti. Yazarların tespitine göre bu tüm disiplinlerde, özellikle sosyal bilimlerde ve teknolojide gerçekleşiyor.

Bunun neden yaşandığıysa tam olarak belli değil. Fakat yazarlar, bilim insanlarının ve mucitlerin yeni keşifleri için giderek daralan alanlara baktıklarını öne sürüyor.

Makalenin baş yazarı, Minnesota Üniversitesi’nden araştırmacı Russell Funk şunları söyledi:

Sağlıklı bir bilimsel ekosistemde yıkıcı keşiflerin ve pekiştirici gelişmelerin bir karışımı vardır fakat araştırmanın doğası değişiyor.

Kademeli yeniliklerin yaygınlaşmasıyla, bilimi daha çarpıcı şekilde ilerleten o kilit atılımları yapmak daha uzun sürebilir.

Bulguları açıklayan “Papers and patents are becoming less disruptive over time” (Makaleler ve patentler zaman içinde daha az yıkıcı hale geliyor) başlıklı makale dün Nature akademik dergisinde yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları, Dünya’daki Suyun Yaşını Belirledi

Güneş Sistemi, Güneş nebulası adı verilen dev bir moleküler buluttan doğdu. Bu bulut çoğunlukla suyun ana bileşeni olan hidrojeni içeriyordu. Onu da sırayla helyum, oksijen ve karbon takip ediyordu. Bulut ayrıca küçük silikat tozu ve karbonlu toz tanelerine de ev sahipliği yapıyordu.

Güneş Sistemi’ndeki suyun tarihi de bu noktada başladı. Dünya üzerindeki en eski suyun ise 4 milyar 571 milyon yıllık olduğu anlaşıldı.

GeoScienceWorld Elements adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan çalışmada Çinli ve İtalyan iki araştırmacı bir dizi karmaşık hesaplamayla gezegenin suyunun hangi dönemlerde oluştuğunu ayrıntılarıyla ortaya çıkardı.

Buna göre Dünya’daki suyun iki kaynağı var. İlki Güneş Sistemi soğuk bir bulutken ortaya çıktı. İkincisiyse gezegenlerin oluştuğu dönemde (4 milyar 543 milyon yıl önce) meydana geldi.

Araştırmacılar, Güneş Sistemi’nin doğuşunun erken aşamalarında meydana gelen ilk suyun da bir şekilde Dünya’ya ulaştığını söylüyor.

Güneş Sistemi aslında Güneş nebulası adı verilen dev bir moleküler buluttan doğdu. Bu bulut çoğunlukla suyun ana bileşeni olan hidrojeni içeriyordu. Onu da sırayla helyum, oksijen ve karbon takip ediyordu. Bulut ayrıca küçük silikat tozu ve karbonlu toz tanelerine de ev sahipliği yapıyordu.

Araştırma makalesine göre Güneş Sistemi’ndeki suyun tarihi de bu noktada başladı. Yani hidrojen ve oksijen reaksiyona girdi ve iki tür su buzu oluştu: Normal su ve döteryum içeren ağır su.

Döteryum, ağır hidrojen (HDO) adı verilen bir hidrojen izotopu. Çekirdeğinde bir proton ve (normal suyun aksine) bir de nötron yer alıyor.

Yeni araştırmanın arkasındaki Cecilia Ceccarelli ve Fujun Du, bu en eski suyun Dünya’da olup olmadığını anlamak için toplam su miktarı ve döteryumlu su miktarını kullandı.

Hesaplamaları sonucunda Dünya’daki suyun yüzde 1 ila 50’sinin Güneş Sistemi’nin doğuşunun ilk aşamasından geldiği ortaya çıktı.

Araştırmacılar yüzde 1 ila 50’nin çok geniş bir aralığa işaret ettiğini kabul ediyor. Ancak yine de Dünya’yı anlamak için son derece önemli bir bilgi olduğunu vurguluyor.

Araştırma makalesinde konuyla ilgili, “Kuyruklu yıldızlar ve asteroitlerdeki su da büyük oranda miras alındı” ifadelerine yer verdi.

Önde gelen hipotezlerden biri, kuyruklu yıldızlardan kopan asteroitlerin Dünya’yı bombardımana tuttuğu ve bu sırada gezegene su molekülleri taşıdığını iddia ediyor.

Ancak Ceccarelli ve Fujun, bunun doğru olmayabileceğini söylüyor: Dünya ilk suyunu büyük olasılıkla asteroitlerin ve gezegenlerin öncüleri olduğu varsayılan gezegenciklerden (planetesimal) miras aldı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın