Çin, Tüm Dünyadan Daha Fazla Çelik Üretiyor

Gelişmişliğin bir göstergesi olan, ekonomik ve endüstriyel açıdan önemli kabul edilen çelik, dünya genelinde, köprü, bina ve diğer altyapı inşasında kullanılan önemli bir bileşendir.

Haber Merkezi / Çelik, aynı zamanda araç imalatı, gemi yapımı, makine imalatı, gübre imalatı gibi çeşitli sektörlerde de kullanılmaktadır.

Dünyanın en büyük çelik üreticisinin hangi ülke olduğunu biliyor musunuz? 

İlginç bir şekilde, dünyanın en büyük çelik üreticisi olan ülke, tek başına o kadar çok çelik üretiyor ki, tüm dünya bu kadarını üretemiyor.

World of Statistics, sosyal medya platformu Twitter’da maksimum çelik üretilen ülkelerin bir listesini yayınladı.

Bu liste Çin, Hindistan, Japonya, Amerika, Rusya, Güney Kore, Almanya, Türkiye, Brezilya ve İran gibi ülkeleri içeriyor.

Yayınlanan listeye göre Çin, çelik üretiminde ilk sırada yer alıyor. Çin, dünyadaki toplam çelik üretiminin yüzde 53,9’unu oluşturuyor.

Hindistan, listede ikinci sırada yer alıyor. Hindistan, çelik üretiminin yüzde 6,6’sı oluşturuyor.

ABD dördüncü sırada

Japonya yüzde 4,8 çelik üretimiyle üçüncü sırada yer alırken Amerika Birleşik Devletleri (ABD) yüzde 4.3 çelik üretimiyle listede dördüncü sırada kendisine yer buluyor.

Rusya, dünyanın toplam çelik üretiminin yüzde 3,8’inin yapıldığı beşinci sırada yer alıyor.

Çelik nedir ve özellikleri?

Çeliğin en önemli özellikleri; şekillendirilebilirlik ve dayanıklılık, iyi bir akma ve çekme dayanımına sahip olması ve iyi bir ısıl iletkenliğinin olmasıdır.

Bu önemli özellikler kadar, paslanmaz çeliğin yüksek korozyon dayanımı, en önemli karakteristik özelliğidir.

Çelik Nasıl Yapılır?

En basit haliyle çelik, karbon ve demirin çok yüksek sıcaklıklarda (2600 ° F’nin üzerinde) karıştırılmasıyla yapılır. Birincil çelik üretimi , “pik demir” adı verilen bir üründen çelik oluşturur.

Pik demir, çelik için doğru olandan daha fazla karbon içeren cevherden elde edilen eritilmiş demirdir.

Çelik nasıl bir metaldir?

Çelik, demir elementi ile genellikle yüzde 0,02 ila yüzde 2,1 oranlarında değişen karbon miktarının bileşiminden meydana gelen bir alaşımdır. Çelik alaşımındaki karbon miktarları çeliğin sınıflandırılmasında etkin rol oynar.

Paylaşın

Dünya, En Az Bin Yıl Daha Güvende

Yeni bir çalışmada büyük asteroitlerin bin yıl sonraki yörüngelerini hesaplandı. Çalışmada Dünya’ya yakın nesnelerin çoğunun gezegene bin yıl içinde çarpmayacağı sonucuna varıldı.

Büyük asteroitlerin ve bunlardan biraz daha küçük göktaşlarının 3000 yılından önce Dünya’ya çarpma olasılığı epey düşük.

Çalışmada çarpma olasılığı en yüksek nesne de belirlendi. Ancak 7482 adlı bu göktaşının Dünya’ya Ay’dan daha yakın konuma gelme ihtimali de milyonda 15 olarak belirlendi.

Bilinen asteroitlerin yörüngelerini hesaplayan bilim insanları, Dünya’nın göktaşı çarpmalarına karşı en az bin yıl boyunca güvende olduğunu tespit etti.

NASA ve diğer uzay ajansları, Güneş Sistemi’nde keşfedilen nesnelerin yörüngelerini takip ederek, Dünya’yla yolları kesişirse yıkıma neden olabilecek asteroitlere özellikle dikkat gösteriyor.

Genellikle çapı 140 metre veya daha büyük olan göktaşları potansiyel açıdan tehlikeli görülüyor. Bunlar Dünya yakınlarında yer alıyorsa “Dünya’ya yakın nesneler” diye sınıflandırılıyor.

Diğer yandan astrofizikçiler bu göktaşlarının izlediği yörüngelerden yola çıkarak gelecekte bunların Dünya’ya çarpıp çarpmayacağını tahmin edebiliyor.

Yine de gökbilimciler şimdiye dek bu nesnelerin yörüngelerini yaklaşık 100 yıl sonrasına kadar tahmin edebilmişti.

ABD’deki Kolorado Boulder Üniversitesi’nden Oscar Fuentes-Muñoz liderliğindeki ekip, yeni çalışmasında büyük asteroitlerin bin yıl sonraki yörüngelerini hesaplamayı başardı.

Hakemli bilimsel dergi The Astronomical Journal’da yayımlanan araştırmada Dünya’ya yakın nesnelerin çoğunun gezegene bin yıl içinde çarpmayacağı sonucuna varıldı.

Ekibe göre büyük asteroitlerin ve bunlardan biraz daha küçük göktaşlarının 3000 yılından önce Dünya’ya çarpma olasılığı epey düşük.

Çalışmada çarpma olasılığı en yüksek nesne de belirlendi. Ancak 7482 adlı bu göktaşının Dünya’ya Ay’dan daha yakın konuma gelme ihtimali de milyonda 15 olarak belirlendi.

Öte yandan araştırmacılar, Dünya’ya yakın nesnelerin tamamının saptanamadığını da vurguluyor.

Tahminler, çapı 1 kilometreden büyük nesnelerin yüzde 95’inin gökbilimciler tarafından saptandığını gösteriyor.

Bu da henüz gözlemlenememiş bir göktaşının bin yıldan daha yakın zamanda Dünya’ya çarpma ihtimali olduğu anlamına geliyor.

Araştırma makalesinde konuyla ilgili şu ifadeler yer alıyor:

Uzun vadeli tehlikeyi belirlemek, gezegen savunma çalışmalarına katkı sağlayabilir. Tehlikeli nesneler, gelecekteki keşif görevlerinin odağında yer almalı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dünya’ya Çarpan En Büyük Asteroit, Dinozorları Öldüren Asteroit Olmayabilir

Bilim insanları, 200 milyon yıl önce Dünya’ya çarpan ve Wredefort Krateri’ni oluşturan asteroittin 66 milyon yıl önce dinozorları öldüren asteroitten daha büyük olabileceğini öne sürdüler.

Haber Merkezi / Güney Afrika’nın Johannesburg kentinin yaklaşık 120 km güneybatısında yer alan Wredefort Krateri’nin çapı yaklaşık 159 km.

Bilim insanlarının yaptığı son araştırmalar, 200 milyon yıl önce oluşan Wredfort Krateri’nin başlangıçta 250 ila 280 km çapında olduğunu gösteriyor.

Konuya ilişki daha önce yapılan araştırmalarda Wredfort Krateri’nin başlangıçta 172 km çapında olduğu tahmin edilmişti.

Bilim insanları, bu tahmine dayanarak, krateri oluşturan asteroitin yaklaşık 15 km genişliğinde olduğu ve saatte yaklaşık 53.900 km hızla çarptığını hesaplamışlardı.

Journal of Geophysical Research: Planets dergisinde yayınlanan araştırmaya göre, bilim insanları Wredfort Krateri’ni yeniden ölçtüler ve asteroitin boyutu hakkında yeni bilgiler buldular.

Bilim insanları, asteroitin 20 ila 25 km çapında olduğunu ve 72.000 ile 90.000 km/s arasında Dünya’ya çarptığını buldular.

Araştırmanın baş yazarı Natalie Allen, kraterlerin boyutunun daha doğru bir tahmininin, Dünya’da ve güneş sistemi boyunca bulunan diğer kraterlere de ışık tutabileceğini söyledi.

Dinozorları öldüren asteroid yaklaşık 66 milyon yıl önce Dünya’ya çarpmıştı ve yaşamın yaklaşık yüzde 75’ini yok etmişti.

Araştırmalar Wredfort Krateri’ni oluşturan asteroidin dinozorları öldüren asteroidin neredeyse iki katı büyüklüğünde olduğunu gösteriyor.

Bilim insanları, Dünya tarihindeki en büyük enerji salınımının belki de o zaman gerçekleştiğini söylüyorlar.

Paylaşın

İki Büyük Asteroit Dünya’ya Doğru İlerliyor

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, yakın zamanda Dünya’nın çok yakınına geçecek asteroitlerin bir listesini yayınladı. Asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve meteorlardan oluşan küçük gök cisimleridir.

Haber Merkezi / Güneş Sistemi içerisinde 3.865 kuyruklu yıldız ve 1.278.065 asteroittin olduğu bilinmektedir.

4 Nisan’da, yaklaşık 30 metre uzunluğunda bir asteroid, Dünya’nın 1 milyon 4 yüz bin kilometre yakınından geçti. Yaklaşık olarak bir otobüs büyüklüğündeki başka bir asteroit, 5 Nisan’da Dünya’nın 1 milyon 4 yüz bin kilometre yakınından geçti.

6 Nisan’da, yaklaşık 20 metre yüksekliğindeki ev büyüklüğünde bir asteroit Dünya’dan 5 milyon 700 kilometre yakınından geçecek. Bir yolcu uçağı büyüklüğündeki başka bir asteroid, saatte 67656 kilometre hızla Dünya’ya doğru ilerliyor ve 6 Nisan’da Dünya’nın 4.190.000 kilometre uzaklığından geçecek.

Asteroitler ne kadar endişe verici?

Asteroitler, güneş sisteminin oluşumunun ilk aşamalarından kalma kayalıklar olarak bilinir. Ayrıca güneş sisteminin oluşumundan arta kalanlar olarak kabul edilirler ve güneşin etrafında eliptik daireler çizerler.

Dünya’nın yakınında bir kilometreden daha geniş olan yaklaşık 850 olmak üzere, her boyuttan 30.000 civarında asteroit tespit edilmiştir. Bu asteroitler “Yakın Dünya Nesneleri” (NEO’lar) olarak adlandırılmaktadır. Şu an hiçbiri Dünya için tehdit oluşturmuyor.

Paylaşın

Dikkat Çeken Keşif: Ay’daki “Cam Boncuklarda” Su Bulundu

Dünya’nın tek doğal uydusu ve Güneş Sistemi içindeki beşinci büyük doğal uydu olan Ay’da dağılmış küçük cam boncukların içinde su keşfedildiği açıklandı. Ay, Dünya’dan yaklaşık 384.403 km uzaklıkta.

Bilim insanları, cam boncukların Ay yüzeyindeki su döngüsünün en önemli rezervuarı olduğunu tahmin ediyor ve bu su kaynağının “geleceğin kaşifleri” tarafından çıkarılıp kullanılabileceği beklentisinde.

Çin Bilimler Akademisi liderliğindeki bir ekip tarafından yürütülen çalışmada, Aralık 2020’de Çin’in Chang’e-5 uzay aracı tarafından alınıp Dünya’ya geri getirilen 117 cam boncuk incelendi.

Bir atmosfer korumasından yoksun olan Ay’ın yüzeyine çarpan küçük meteorlar cam boncukların oluşumunda rol oynuyor.

Meteor darbesiyle açığa çıkan ısı yüzey malzemesini eritiyor ve bu malzeme soğuyarak bir saç teli genişliğinde yuvarlak cam boncuklar haline geliyor.

Bir trilyon ton su

Araştırmayla ilgili açıklama yapan İngiltere’deki Açık Üniversite’de gezegen bilimi profesörü Mahesh Anand, güneşli havalarda su moleküllerinin Ay yüzeyinde “zıpladığının” görülebildiğini, ancak bunun tam olarak nereden geldiğini bilmediklerini dile getirdi.

Nature Geoscience dergisinde yayınlanan araştırmaya göre cam boncuklar Ay toprağının yaklaşık yüzde üç ila beşini oluşturuyor olabilir.

Çalışmanın ortak yazarlarından olan Prof. Anand, hızlı bir hesaplama ile, Ay’ın tüm cam boncuklarının içinde yaklaşık bir trilyon ton su olabileceğini öne sürdü. Anand’a göre boncuklardaki suyu serbest bırakmak için sadece 100 santigrat derece civarında hafif bir ısıya ihtiyaç var.

Suyun bileşenlerinden oksijen, kayaların ve minerallerin içinde hapsolmuş olsa da Ay’ın neredeyse yarısını oluştuyor.

Anand, araştırmayı derinleştirdiklerinde, suyu oluşturmak için gerekli bir diğer bileşen olan hidrojenin Güneş’le bağlantısını da keşfettiklerini bildirdi.

Buna göre hidrojenin Güneş Sistemi boyunca yüklü parçacıkları süpüren güneş rüzgârından geldiği belirlendi.

Anand, bunun Güneş Sistemi’ndeki Merkür ya da asteroitler gibi atmosferi olmayan diğer cisimlerde de güneş rüzgarının suya eşit derecede katkıda bulunabileceği anlamına geldiğini vurguladı.

Cam boncuklar sürdürülebilir su kaynağı olabilir mi?

Araştırmacılar bu keşifle Ay’da sürdürülebilir bir su kaynağının bulunduğunu söylemek için çok daha fazla araştırmaya ihtiyaç olduğunu vurguluyor.

Ancak Prof. Anand, bu malzemelerin ısıtılması ve işlenmesinin “yarının kaşiflerine” su, hatta oksijen sağlayarak “diğer dünyaları sürdürülebilir ve sorumlu bir şekilde” araştırmalarına yardımcı olabileceğinin altını çizdi.

AFP haber ajansına konuşan uzman, Avrupa Uzay Ajansı’nın 2025 yılında Ay’a fırlatmayı planlanladığı robotik sondaj aracı PROSPECT’in bu şekilde su toplayıp çıkarabilen ilk araç olabileceğini söyledi.

NASA’nın önümüzdeki yılın sonlarına doğru fırlatmayı planladığı VIPER görevi, su buzunu analiz etmek amacıyla Ay’ın Güney Kutbu’na gidecek.

NASA, önümüzdeki yıllarda Artemis görevi ile 1972’den bu yana ilk kez insanları Ay yüzeyine geri getirmeyi planlıyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Dünya’nın 10 Katı Büyüklüğündeki Gizemli Cisim Samanyolu’nun İçine Çekiliyor

Dünya’nın 10 katı büyüklüğünde gizemli uzun bir nesne, Samanyolu Galaksisi’nin merkezindeki süper kütleli kara deliğe doğru sürükleniyor. Bilim insanları, gizemli nesnenin iki yıldız çarpıştığında ortaya çıkan bir gaz ve toz bulutu olabileceği düşünüyor.

Independent Türkçe’de yer alan habere göre bilim insanları onlarca yıldır Samanyolu Galaksisi’nin merkezindeki tuhaf bir olayı gözlemliyor.

Galaksinin kalbindeki Sagittarius A* adlı kara deliğin etrafında bir gaz bulutunun sürüklendiği biliniyor.

X7 adı verilen, leke şeklindeki bu gaz bulutunun nereden geldiği ise bir sır.

ABD’deki Kaliforniya Üniversitesi Los Angeles’tan astrofizikçiler, 20 yıllık gözlemleri analiz ederek gaz bulutunun uzunluğunun, başlangıçtakinin neredeyse iki katına çıktığını tespit etti.

X7’ye yönelik ilk gözlemler 2002’de başlamıştı.

Gözlemler, gaz bulutunun kara deliğin etrafını sararken yavaş yavaş esnediğini ortaya koydu.

Son ölçümler, X7’nin Güneş ve Dünya arasındaki mesafenin 3 bin katına ulaştığını gösterdi. Cismin kütlesinin de Dünya’nın 10 katı olduğu ifade edildi.

Astrofizikçi Anna Ciurlo’nun liderliğindeki araştırma ekibi, kızılötesi ışıkta gözlem yapan NIRC2 adlı cihazı kullanarak Hawaii’deki Keck Gözlemevi’nde ölçümler yaptı.

Ciurlo, “Bu, kara deliğin kuvvetlerinin etkilerini yüksek çözünürlükte gözlemlemek için eşsiz bir şans” diye konuştu:

Bize galaktik merkezin çevresindeki aşırı koşulların fiziğine dair fikir veriyor.

Ölçümler, gaz bulutu kara deliğin etrafındaki dönüşünü 170 yılda tamamlayabileceği yönünde.

Öte yandan araştırma ekibi bulutun kara deliğe en yakın geçişini 2036’da yapacağını tahmin ediyor.

Bundan kısa bir süre sonra da bulutun tamamen dağılması bekleniyor.

Bulutun dağılmasının ardından geride kalan malzeme kara delik tarafından yutulacak.

Araştırmacılar, X7’nin geleceğini çok daha net biçimde tahmin edebilirken, geçmişine dair epey az bilgi var.

Gökbilimciler bunu ilk tespit ettiklerinde, yakındaki bir yıldız olan S0-73’ten çıkan bir jet veya rüzgarın sonucu olabileceğini düşünmüştü.

Ancak son 20 yılın verilerini inceleyen ekip, ikisinin aynı yönde hareket etmediğini ve aynı üç boyutlu hacmi paylaşmadıklarını gördü.

Son veriler ışığında bulutun iki yıldızın birleşip etraflarında oluşan toz ve gaz kabuğunu dışarı atmasıyla oluşmuş olabileceği düşünülüyor.

Paylaşın

Dünya’nın Merkezinde Yeni Bir Katman Keşfedildi

Bilim insanları, depremler sayesinde yeryüzünün merkezinde yeni bir ‘iç çekirdek’ keşfetmiş olabilirler. Dünya’nın çekirdeği hakkında doğrudan bir ölçüm ve hiçbir örnek yoktur.

Çekirdek hakkındaki bilgiler çoğunlukla sismik dalgaların ve Dünya’nın manyetik alanının analizinden gelir. İç çekirdek, yoğunluk ve ağırlık bakımından en ağır elementlerin bulunduğu bölümdür. Dünya’nın en iç bölümünü oluşturan çekirdeğin, 5120–2890 km’ler arasındaki kısmına dış çekirdek, 6371–5150 km’ler arasındaki kısmına iç çekirdek denir.

Bilim insanları depremler sonrası yaşanan sismik dalgaların yansımalarını ölçerek yeryüzünün merkezinde yeni bir katman ya da “iç çekirdek” olabileceğini ileri sürdü.

Nature Communications adlı dergide yayınlanan araştırmada yerbilimciler, Dünya’nın bin 600 kilometre derinliğinde 644 kilometre çapında bir metalik çekirdek bulunduğu ve bu çekirdeğin demir-nikel karışımı bir yapıdan oluştuğu yönündeki savın ağırlık kazandığını belirtti.

Sismik dalgaların katmanlardan nasıl yansıdığını izleyen araştırmacılar, Dünya’nın sanıldığının aksine dört değil beş katmandan oluştuğunu ve su katmanı, yer kabuğu (Litosfer), magma katmanı (Pirosfer) ve çekirdek katmanının (Barisfer) içinde katı ve metalden gizli bir iç çekirdek yattığı sonucuna ulaştı.

Avustralya Ulusal Üniversitesi Yer Bilimleri Araştırma Okulu’nda çalışmanın yazarlarından Sismolog Dr. Thanh-Son Phạm yayınladığı mesajda, “Bu çalışmada, ilk kez, güçlü depremlerden kaynaklanan sismik dalgaların dünyanın bir tarafından diğerine sekme gibi beş kata kadar gidip geldiğine dair gözlemleri rapor ediyoruz” dedi.

Bu teorinin doğrulanması yerbilimcilerin gezegenin nasıl oluştuğu, manyetik alanının nasıl geliştiği ve gelişmeye devam edeceğini daha iyi anlamalarına yardımcı olabilir.

Bu katmanın bugüne kadar tespit edilememesini ise Pham, bir üst katmanla çok benzemesine bağlıyor. Sismolog metal olduğunu düşündükleri çekirdeğin kabuğunda ise oldukça fazla miktarda demir-nikel alaşımı bulunduğunu da sözlerine ekliyor.

Araştırmacılar ayrıca kullandıkları titreşim dalgalarının bu yeni çekirdeğin ‘anizotropik’ bir yapıya sahip olduğunu gösterdiğini de belirtiyor. Bu bilimsel terim, bir maddenin yaklaşıldığı açıya bağlı olarak farklı özelliklere sahip olması olarak tanımlanıyor. Anizotropiyi açıklamak için bir odun parçasını örnek veren bilim insanları, parçayı damarları yönünde vurarak kolayca kırmakla damarlara dik yönde vurarak kırmaktan daha kolay olması olarak açıklıyor.

Bu yapı sayesinde araştırmacılar sismik dalgaların farklı yönlerde ne kadar hızlı ilerlediğine bakarak en içteki çekirdeğin bu dalgaların hızını, üzerindeki katmandan, farklı şekilde değiştirdiğini gözlemledi. Bu hız farkı da yeni bir katmanın tespit edilebilmesini sağladı.

Paylaşın

En Fazla Kaç Büyüklüğünde Deprem Meydana Gelebilir?

Kahramanmaraş Pazarcık ve Elbistan merkezli 7.7 ve 7.6 büyüklüğündeki depremler binlerce kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olurken, şimdiye kadar kayıtlara geçen en büyük deprem 9,5 büyüklüğünde.

22 Mayıs 1960’da Şili’nin Valdivia şehrinde 10 dakika boyunca süren 9.5 büyüklüğündeki deprem tarihe Büyük Şili Depremi olarak geçti.

Peki, Dünya üstünde 9.5’ten daha büyük bir depremin yaşanması mümkün mü? Bilim insanlarının buna cevabı “Evet” olsa da böyle bir durumun yaşanma ihtimali epey düşük.

ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu’nun (USGS) kayıtlarına göre sarsıntılar o kadar şiddetliydi ki, depremden kurtulan bir adam Soğuk Savaş yüzünden nükleer saldırıya uğradıklarını sanmıştı.

Peki, Dünya üstünde 9.5’ten daha büyük bir depremin yaşanması mümkün mü? Bilim insanlarının buna cevabı “Evet” olsa da böyle bir durumun yaşanma ihtimali epey düşük.

9.5’ten daha büyük bir depremin meydana gelmesi için yer kabuğunda devasa bir parçanın kırılması, yani hem çok derin hem de çok uzun bir fayın hareket etmesi gerekli. Live Science’a konuşan jeolog Wendy Bohon, Dünya’da bunun yaşanabileceği yerlerin pek olmadığını söyledi.

Bohon, 9.5 büyüklüğündeki bir depremin gezegenimizin üretebileceği yaklaşık üst sınır olduğunu ve 10 büyüklüğünde bir deprem ihtimalinin son derece düşük göründüğünü ifade etti.

USGS de Dünya üstünde 10 büyüklüğünde deprem yaratacak bir fayın varlığının bilinmediğini ve böyle bir fay olsaydı gezegenin neredeyse tamamını sarması gerektiğini belirtiyor.

Büyüklük, depremde açığa çıkan enerjiyi ölçmek için kullanılan bir kavram. Depremin yarattığı etkiyi tanımlamak için kullanılan “şiddet” kavramıysa büyüklükten farklı. Ayrıca büyüklük, kişilerin sarsıntıyı ne kadar güçlü hissettiğini de göstermiyor.

Bilim insanları, kişilerin depremi hissetme şiddetinin büyüklükten bağımsız olarak merkez üssüne yakınlıkları ve bulundukları zemine göre değişeceğini belirtiyor.

Depremin büyüklüğünü ölçmek içinse farklı ölçekler kullanılabiliyor. Örneğin dün (6 Şubat) Kahramanmaraş merkezli ve 10 ili etkileyen yıkıcı depremlerden ilkinin büyüklüğünü Kandilli Rasathanesi 7.4; USGS ise 7.7 olarak açıklamıştı.

Bunun nedeniyse Kandilli Rasathanesi’nin depremin şiddetini ilk başta Richter Ölçeği’ne göre açıklaması, ABD’nin ise moment magnitüd (Mw) ölçeğini kullanmasıydı. Ardından Kandilli Rasathanesi ortaya çıkan karışıklığın düzeltilmesi için depremin büyüklüğünü 7.7 Mw diye güncelledi.

7.4 ve 7.7 arasında sayısal açıdan yakın gibi gözükse de depremler büyüdükçe ölçümün virgülden sonraki her rakamı devasa bir fark yansıtabilir çünkü ölçek, doğrusal değil logaritmik yani katlanarak artar. Bohon, deprem büyüklüğünün katlanarak artmasını spagetti örneğiyle şöyle anlattı:

Bir spagetti telini kırmak 5 büyüklüğünde depreme eşdeğerse, 6 büyüklüğündeki depremin enerjisini açığa çıkarmak için 32 spagetti teli kırmak gerekir. Bu spagetti ölçeğinde 7 büyüklüğündeki bir deprem için 1024, 8 büyüklüğündeki deprem içinse 32 bin 768 telin kopması lazım.

Bu örnekte de görüldüğü gibi 7 ve 8 büyüklüğündeki depremler arasındaki ortaya çıkan enerji farkı, 5 ve 6 büyüklüğündeki depremlerin arasındaki farktan çok daha fazla. Bu nedenle, 5.5 olan bir depremi 5.6 diye açıklamakla 7.4 büyüklüğündeki depremi 7.7 diye duyurmak arasında devasa bir fark var.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dünya Genelinde 15 Milyon İnsan Buzul Erimesi Tehdidi Altında

Yapılan yeni araştırma dünya genelinde 15 milyona yakın insanın buzul erimesi sonucu oluşacak ani ve ölümcül taşkın tehdidi altında yaşadığını ortaya koydu. Tehdit altındaki 15 milyona yakın kişinin yarıdan fazlasının Hindistan, Pakistan, Peru ve Çin’de yaşıyor.

1941 yılında buzulların yol açtığı seller, Peru’da 1800 ila 6000 arasında kişinin yaşamını yitirmesine yol açmıştı. 2020’de Kanada’nın British Columbia bölgesindeki buzulların yarattığı taşkın yüz metre yüksekliğinde tsunamiye yol açarken, can kaybı olmamıştı. Nepal’de 2017 yılında buzulların yarattığı taşkın ise geniş çaplı heyelana yol açmıştı.

Bilim insanlarının yaptığı son araştırma, buzullar eriyip yakınlarındaki göllere büyük miktarlarda su bırakması ihtimali yüzünden dünya genelinde 15 milyona yakın insanın ani ve ölümcül taşkın tehdidi altında yaşadığını ortaya koydu.

Bu tehlikenin en fazla tehdit ettiği ülkeler içinde Hindistan, Pakistan, Peru ve Çin gösterildi.

“Nature Communications” dergisinde yayımlanan araştırmaya göre, tehdit altındaki 15 milyona yakın kişinin yarısından fazlası bu ülkelerde yaşıyor.

Hakemli bir dergide yayınlanmayı bekleyen ikinci bir araştırma ise tarihte ve yakın zamanlarda 150’den fazla buzul taşkını patlamasının en ince ayrıntılarına kadar detaylarını ortaya koyuyor.

Bu tehdidi Amerikalıların ve Avrupalıların çok az düşündükleri kaydedilen araştırmada, bununla birlikte bu iki kıtada da 1 milyon insanın potansiyel olarak dengesiz buzullarla beslenen göllerin ortalama yaklaşık sadece 10 kilometre yakınında yaşadığı uyarısında bulunuldu.

1941 yılında buzulların yol açtığı seller, Peru’da 1800 ila 6000 arasında kişinin yaşamını yitirmesine yol açmıştı.

2020’de Kanada’nın British Columbia bölgesindeki buzulların yarattığı taşkın yüz metre yüksekliğinde tsunamiye yol açarken, can kaybı olmamıştı. Nepal’de 2017 yılında buzulların yarattığı taşkın ise geniş çaplı heyelana yol açmıştı.

Araştırmayı kaleme alan ekibin yöneticisi İngiltere’deki Newcastle Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışan Caroline Taylor, Alaska’nın Mendenhall buzulunun, 2011’den bu yana Ulusal Hava Durumu Servisi’nin “intihar havzası” olarak adlandırdığı yerde yıllık küçük buzul patlaması sellerine yol açtığını bildirdi.

Aşırı yağış ve buzulların erimesinin yol açtığı seller

Hindistan’da aşırı yağış ve buzulların erimesinin 2013 yılında yol açtığı sel binlerce kişinin ölümüne yol açmıştı.

Bilim insanları daha önce sadece iklim değişikliği yüzünden ellerin daha sık gerçekleşmediği görüşünü dile getiriyordu.

Ancak, buzullar ısındıkça küçüldükçe göllerdeki su miktarının artması ve barajların taşmasının sel tehlikesinin de artırdığı gerçeği herkes tarafından kabul görür oldu.

En tehlikeli bölgeler neresi?

New Zealand Canterbury Üniversitesi’nde görevli, araştırmayı yapan ekibin diğer yöneticisi Tom Robinson, “Geçmişte, tek bir feci sel olayında binlerce insanı öldüren buzul gölü taşkınları yaşadık. Şimdi iklim değişikliğiyle birlikte buzullar eriyor, dolayısıyla bu göller büyüyor ve potansiyel olarak daha dengesiz hale geliyor.” diyerek buzulların erimesinden doğan tehlikeye işaret etti.

Yaptıkları çalışmada özellikle 1.089 buzul havzasının tamamı içinde “dünyanın en tehlikeli yerlerinin neresi olduğuna dair iyi bir veriye sahip olmak istediklerini kaydeden Robinson, bunun için iklim, coğrafya, nüfus, savunmasızlık gibi tüm bu faktörleri de mercek altına aldıklarını bildirdi.

Robinson, bunlar içinde Pakistan’daki Khyber Pakhtunkhwa havzasını en tehlikeli bölge olarak gösterdi.

Bu araştırmada bilim insanları, Pakistan, Hindistan, Çin ve Himalaya Dağları, ardından Peru’daki Santa havzasıyla, Bolivya’daki Beni havzasını en fazla tehlike arz eden bölgeler içinde gösterdi.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Depremlerle İlgili Kafa Karıştıran Veya Az Bilinen Gerçekler

İçişleri Bakanlığı’na bağlı Afet ve Acil Durum Yönetimi Başkanlığı (AFAD), Kahramanmaraş Pazarcık merkezli 7,4 büyüklüğünde bir deprem meydana geldiğini duyurdu. AFAD, daha sonra depremin büyüklüğünü 7,7 olarak güncelledi.

AFAD, saatler sonra Kahramanmaraş Elbistan merkezli 7,6 büyüklüğünde bir deprem daha olduğunu bildirdi. Ardından saat 13.32’de Kahramanmaraş Ekinözü’nde 5,5 büyüklüğünde ve saat 13.35’te Malatya Doğanşehir’de 5,6 büyüklüğünde depremler meydana geldi.

Binlerce kişinin hayatını kaybettiği depremlerle ilgili internet üzerinden birçok yanlış bilgi yayılırken, bu yıkıcı sarsıntılara dair az bilinen gerçekler de gündeme geldi.

İşte depremle ilgili kafa karıştıran veya az bilinen gerçekler…

7.4 mü, 7.7 mi: Bir depremin kaç büyüklüğü olur?

Bu sabah Kandilli Rasathanesi’nin Maraş’taki depremin büyüklüğünü 7.4; ABD Jeoloji Araştırmaları Kurumu USGS’ninse 7.8 olarak açıklaması en çok kafa karıştıran durumlardandı.

Aslında bir depremin, sismograf ölçümleriyle belirlenen tek bir büyüklüğü var. Ancak bunlar farklı cinslerden ifade edilebilir.

Kandilli Rasathanesi, depremin şiddetini ilk başta Richter Ölçeği’ne göre açıklamıştı. ABD ise moment magnitüd (Mw) ölçeğini kullanmıştı.

1979’da Thomas C. Hanks ve Hiroo Kanamori tarafından icat edilen Mw ölçeğinin daha kesin olduğu düşünülüyor. Bu yüzden Mw, zamanla Richter Ölçeği’nin yerini aldı.

Ortaya çıkan karışıklığın düzeltilmesi için depremin cinsini Mw cinsinden de açıklama kararı alan Kandilli Rahatsanesi de depremin şiddetini 7.7 Mw diye güncelledi.

Kayda geçen şiddetli deprem 9.5

ABD Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne göre şimdiye dek kayıtlara geçen en şiddetli deprem Richter Ölçeği’nde 9.5 büyüklüğündeydi.

22 Mayıs 1960’ta Şili’nin güney kıyılarında meydana gelen deprem, hemen ardından büyük bir tsunami de yaratmıştı. Tsunami Hawaii, Japonya ve Filipinler’i de vurmuştu.

Kayda geçmiş en şiddetli depremler şu şekilde:

Şili/1960: 9.5
Alaska/1964: 9.2
Endonezya/2004: 9.1
Japonya/2011: 9.0
Rusya/1952: 9.0

Depremlerin büyük kısmı “Ateş Çemberi’nde” oluyor

Pasifik Okyanusu’nu çevreleyen deprem bölgesine “Ateş Çemberi” adı veriliyor. Depremlerin çok büyük kısmı Çevre-Pasifik kuşağı da denen bu bölgede meydana geliyor.

Ateş Çemberi, Dünya’nın jeolojik açıdan en aktif bölgesi. Gezegendeki tüm depremlerin yaklaşık yüzde 90’ı burada meydana geliyor.

Bir sonraki “en sismik bölge” ise depremlerin yüzde 5 ila6’sının görüldüğü Alp Kuşağı.

Bu kuşak, Akdeniz bölgesinden doğuya doğru Türkiye, İran ve Hindistan’a uzanıyor.

Bilinen en ölümcül deprem: 830 bin kişi hayatını kaybetti

Kaydedilen en ölümcül deprem ise 1556’da Çin’de meydana geldi.

Çoğu kişinin yumuşak kayadan oyulmuş mağara benzeri barınaklarda yaşadığı, ülkenin merkezindeki Shaanşi bölgesini etkileyen bu depremde 830 bin kişinin öldüğü tahmin ediliyor.

1976’da Çin’in Tangshan kentinde 250 binden fazla kişinin hayatını kaybettiği bir başka ölümcül deprem de en şiddetli örnekler arasında.

Depremlerin ve deprem biliminin tarihi: En eskisi de Çin’de

Bilim insanlarının kayıtını bulduğu en eski deprem, MÖ 1831’e kadar uzanıyor. Bu deprem Çin’in Shandong eyaletinde meydana geldi. O dönemde bölgede Zhou Hanedanlığı hüküm sürüyordu.

Depremlerin yumuşak zemini sert kayadan daha fazla salladığı bilgisi ise MÖ 350’de Yunan filozof Aristoteles tarafından dile getirildi.

Sarsıntıların nedeni de 1760’ta sismolojinin ilk uzmanlarından biri olan İngiliz mühendis John Michell tarafından ortaya kondu.

Michell, depremlerin ve meydana getirdikleri enerji dalgalarının “kaya kütlelerinin yerin kilometrelerce altında yer değiştirmesinden” kaynaklandığını hatıratında yazmıştı.

Sarsıntıların derinliği

Çoğu deprem, Dünya yüzeyinin 80 kilometreden az bir derinlikte meydana geliyor.

Ancak bu derinlikten çok daha aşağıda da depremlere rastlanabilir. Zira en derin depremler, yüzey kabuğunun manto tabakasına daldığı sınırda ortaya çıkıyor. Bu sınır yüzeyin 750 kilometre altında.

Kahramanmaraş’ta bu sabah meydana gelen depremin derinliği ise sadede 7 kilometre olarak belirlendi.

Depremin gürültüsü: Hayvanların önceden duyduğu doğru mu?

İnsan, 20 ila 20 bin Hertz aralığındaki sesleri algılayabiliyor. Çoğu deprem dalgasının frekansı 20 Hz’den az. Bu nedenle dalgaların kendisi genellikle duyulmuyor. Bu tür depremlerde insanların duyduğu gürültü çoğu zaman binalardaki kırılmalardan kaynaklanıyor.

Öte yandan işitilebilir aralıkta depremler de mümkün. Bunlar bir gümbürtü olarak duyulabilir.

Bazı kişiler köpek veya kedilerin, insanların duyamadığı deprem seslerini veya titreşimlerini hissettiğine inanıyor. Ancak uzmanlara göre bu, doğrulanabilmiş bir bilgi değil.

Bazı hayvanların davranışlarında depremlerden önce değişiklikler gözlemlenmiş olabilir. Fakat bilim insanlarına göre bu davranışlar tutarlı değil ve çoğu zaman depremden önce algılanabilir bir davranış değişikliği olmuyor.

Depremin havası ve saati olur mu?

Antik Yunanlar depremlerin özellikle sıcak ve kuru havalarda meydana geldiğine inanıyordu.

17 Ağustos 1999 depreminin etkisinde kalarak bu inanışı halen taşıyan kişiler var. Ancak uzmanlar kesin bir dille reddediyor.

Benzer şekilde şiddetli sarsıntıların daima sabaha karşı olduğunu düşünenler de mevcut. Öte yandan tarihte akşam saatlerinde gerçekleşmiş birçok deprem var.

Sığınılacak en güvenli yer kapı eşiği mi?

Bilim insanları kapı eşiklerinin sadece kerpiç evlerde koruma sağlayabileceğini söylüyor. Zira modern yapılarda kapılar, binanın geri kalanından daha sağlam değil.

Aksine kamu binalarında, aceleyle dışarı çıkmaya çalışan insanlar, kapı eşiğine sığınanları ezebilir. AKUT’un önerisine göre deprem esnasında içeride olanların çamaşır makinesi, bulaşık makinesi gibi bir beyaz eşyanın yanına büzülerek yatması daha mantıklı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın