690 Milyon İnsan Kronik Açlık Yaşıyor: Yüzde 60’ı Kadın

İngiltere merkezli The Hunger Project (Açlık Projesi) adlı yardım kuruluşunun tahminlerine göre ise dünyada 690 milyon insan kronik açlık koşullarında yaşıyor ve bunların yüzde 60’ı kadın. İlaveten, 850 milyon insan da Covid-19’un etkisiyle yoksulluk sınırının altına düşme tehlikesiyle karşı karşıya.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre; Dünya Gıda Günü’nde Birleşmiş Milletler gıda fiyatlarında beklenen dev artışların “eşi benzeri görülmemiş, felaket düzeyinde bir gıda güvenliği sorunu” yaratacağı uyarısı yaptı.

BM açıklamasında “Şu anda Etiyopya, Madagaskar, Güney Sudan ve Yemen’de yarım milyona yakın insan kıtlık benzeri koşullarda yaşıyor. Son bir kaç aydır Burkina Faso ve Nijerya’da da korumasız bir kesim bu koşullarda yaşamaya başladı” deniyor.

Her yıl 16 Ekim, Dünya Gıda Günü olarak kabul ediliyor ve gıda güvenliğine ilişkin farkındalık çalışmaları yapılıyor. Daha da vahimi çeşitli ülkelerde 41 milyon insanın daha açlık koşullarına düşme tehdidiyle karşı karşıya olduğunu tahmin eden BM derhal yardım kampanyası başlatılmasını istiyor.

İngiltere merkezli The Hunger Project (Açlık Projesi) adlı yardım kuruluşunun tahminlerine göre ise dünyada 690 milyon insan kronik açlık koşullarında yaşıyor ve bunların yüzde 60’ı kadın. İlaveten, 850 milyon insan da Covid-19’un etkisiyle yoksulluk sınırının altına düşme tehlikesiyle karşı karşıya.

Gıda fiyatlarının yükselmesinin dünyanın dört bir yanında insanların günlük yaşamları açısından ne anlama geldiğine ve gıda yoksulluğuyla mücadele konusunda ne tür seçeneklerin değerlendirildiğine bakıyoruz.

Fiyatlar neden yükseliyor?

Çokuluslu gıda şirketi Kraft Heinz yakınlarda, pandemi sonrası her yerde birden enflasyonun yükselmesiyle, insanların artık yüksek gıda fiyatlarına alışması gerektiği yolunda bir uyarı yaptı.

Hindistan’da Mumbai’deki Raah Vakfı kurucu ve yöneticisi Dr Sarika Kulkarni, gıda fiyatlarının yükselmesinin süreceği konusunda Heinz gıda şirketi patronu Miguel Patricio’ya katılıyor. Dr Kulkarni ve Raah Vakfı Hindistan’ın yerel toplumlarının yaşam kalitesini ve sağlık koşullarını yükseltecek çalışmalar yapıyor.

Pandemi döneminde bir çok ülkede tahıl ve diğer tarım ürünlerinden yarı işlenmiş tarım ürünlerine çoğu gıda maddesinin üretiminde düşüş yaşandı. Virüsün kontrol altına alınması ve salgının yayılması tehdidine karşı alınan önlemler de gıda naklini sınırladı.

Şimdi ekonomiler yeniden canlanmaya ve bu ürünleri sunmaya başladı ama üreticilerin büyük bir kısmı bu aşamada çok yükselmiş olan talebi karşılayamıyor ve bu da fiyatların yükselmesine yol açıyor. Ücretlerin ve enerji girdisi fiyatlarının da yükselmesi üretici ve imalatçının üzerindeki fiyat baskısını artırıyor.

Yoksullukla mücadele uzmanı Dr Kulkarni “Fiyatlar arz ve talebin doğrudan bir ürünü. Nüfus artar ve gıda talebi sürekli artarken, ekilebilir tarım alanları, su sıkıntısı, toprak fakirleşmesi, iklim değişikliği ve aşırı iklim olaylarının sıklığı ve çeşitlerinin artışı, yeni kuşakların meslek olarak çiftçiliği seçmek istememesi gibi bir dizi sorun nedeniyle daralıyor” diyor. “Çiftçilerin karşılaştıkları çoklu sıkıntılar da gıda fiyatlarına yansıyor ve yükseliş devam ediyor” diye ekliyor.

“Yiyecek karşılığı seks”

Birleşmiş Milletler’in İnsani Yardım’dan sorumlu yetkilisi Martin Griffiths, “Açlık kapısı bir kez açıldı mı belki de diğer tehditlerden farklı olarak büyük hızla yaygınlaşır” diyor.

Yoksullaşma ve açlık tehdidi ve yükselen gıda fiyatları karşısında kadınlar ve kız çocukları özellikle daha korumasız.

Griffiths, “Kadınlar bize, ailelerini besleyebilmek için umarsızca hangi yollara başvurduklarını anlatıyor. Bunlar arasında yakında gittiğim Suriye’de duyduğum, gıda karşılığında seks, erken evlilik ya da çocuk evliliği de var” diyor.

Farm Radio International (Uluslararası Çiftçi Radyosu) adlı kuruluşun Proje Geliştirme bölümü başkanı Karen Hampson da küresel düzeyde en fazla gıda sıkıntısı çeken insanların bazılarının küçük çiftçiler olduğunu söylüyor.

“Yaşadığımız yükselen gıda fiyatları kadınlar için iki ucu da kesen bir bıçak gibi. Bir yandan tarımla uğraşan ailelerin kendi üretmedikleri gıda ürünlerini satın almaları gerekiyor, dolayısıyla hem maliyetleri yükseliyor hem de gıdaya erişimleri azalıyor. Bu da açlık ve yetersiz beslenmeye yol açıyor.”

“Diğer yandan ise, en azından teorik olarak gıda ürünlerindeki fiyat artışının aslında sattıkları ürünlerden daha iyi bir gelir elde etmeleri anlamına gelmesi lazım. Ama çoğu zaman -en fazla da Afrikalı küçük çiftçiler açısından- gıda ürünlerinin fiyat artışları gelir artışına tahvil olmuyor” diyor.

Hindistan’dan Dr Kulkarni yoksulluğun doğrudan fiyatlarla orantılı olduğunu, bir yandan yoksulluk artarken ne yazık ki aynı zamanda fiyatların da artmaya devam ettiğini ve yoksulların küçük bütçelerinin kalan kısmını da ellerinden aldığını anlatıyor.

“Yüksek gıda fiyatları, daha yoksul toplum kesimleri içerisinde yetersiz beslenme, açlık ve çok sayıda sağlık sorununa yok açıyor. Gıda fiyatlarının yüksek olması toplumların acımasız bir açlık, hastalık ve yoksulluk sarmalına saplanıp kalmasına yol açıyor” diyor.

Yoksullukla, eşitsizlikle mücadele ve bunlara karşı direncin güçlendirilmesi amacıyla veri ve belge toplayan Development Initiatives (Kalkınma Girişimleri) adlı küresel örgütlenmenin CEO’su Harpinder Collacott da Dr Kulkami ile aynı görüşte.

“Aşırı yoksulluk, temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için gereken gelir düzeyine göre hesaplanıyor ve bu temel ihtiyaçların önemli bir kısmını da gıda oluşturuyor. Eğer gıda fiyatları yükselirse, insanların temel ihtiyaçları için gereken miktar da yükseliyor. Bu yükselmeyince, insanlar aşırı yoksulluğa ya da o sınırın da altındaki derinliklere itilmiş oluyorlar.”

Ne yapılabilir?

Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar gıda fiyatlarındaki yükseliş karşısında, bütçelerindeki temel ihtiyaç sayılmayan maddelerden, tatillerden vazgeçebilme, harcamalarını kısabilme imkanına sahip. Ama gelişmekte olan ve yoksul ülkelerde yaşayan insanların çoğu bu seçeneğe sahip değil

BM, yerel kurumlar ve hükümetler insanları yoksulluk uçurumundan çıkarmak, yükselen gıda fiyatlarıyla baş etmek için daha geleneksel yöntemler benimserken, dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren yardım kuruluşları yaratıcı yaklaşımlara odaklanıyor.

BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun başkanı Qu Dongyu, “Gıda ve gelir yardımı eşgüdümlü bir şekilde sağlanmalı” diyor.

“Tarımsal gıda sistemlerini desteklemek ve uzun vadeli yardımlar, insanların anlık sağ kalmasını sağlamanın ötesinde ekonomilerin düzelmesi ve direncin yükselmesinin yolunu açar. Bir an bile boşa harcanmamalı” diye sürdürüyor.

Fakat yardım kuruluşu Development Initiatives’in CEO’su Harpinder Collacott, gıda yoksulluğunun sadece parayla çözümlenebilecek bir sorun olmadığını vurguluyor ve “İnsanların yoksullaşmasına sebep olan sistemlerin ve yapıların radikal bir şekilde değişmesi gerekiyor” diyor.

“Statükoyu değiştirmek ve bazı insanların aşağılara itilmesine dur diyebilmek için, bütün hükümetleri, kurumları, iş dünyasını, sivil toplum örgütlerini kapsayacak ve en yoksul insanları yaklaşımının odağına yerleştirecek küresel bir çabaya ihtiyacımız var” diye sürdürüyor.

Hindistan’dan yoksullukla mücadele uzmanı Dr Kulkarni de iklim değişikliğine uyarlanmış akıllı tarımın geliştirilmesi, örneğin yağmur suyu toplama kapasitelerinin, ürün depolama kapasitelerinin geliştirilmesi, tohum ve diğer tarım girdilerinin fiyatlarının düşürülmesi, çiftçilerin ürünlerinin yeterli bir kısmını kendi tüketimleri için saklamaya teşvik edilmesi gibi yöntemlerden söz ediyor.

Onun kurucusu olduğu Raah Vakfı son yedi yıl içerisinde 30 bini aşkın insanın yaşadığı 105 yoksul köyde, uyarlama projeleri geliştirerek yıl boyu yeterli suya kavuşulmasını sağlamış. “Gençleri tam zamanlı meslek olarak çiftçiliğe yönelmesini ve daha iyi verim ve daha iyi gelir elde etmeyi sağlayacak daha planlı tarımsal koridorlar yaratılmasını teşvik ediyoruz” diyor.

Farm Radio International’dan Karen Hampson’a göre ise gıda yoksulluğunun sebeplerinden biri, gelişmekte olan ülkelerde kırsal kesimlerde yaşayan hanelerin, farklı piyasalardaki ürün fiyatlarıyla ilgili doğru bilgilere yeterince erişememesi. Bu nedenle aracılar ve toptancı tüccarlarla iyi pazarlık edemiyorlar. Aynı şekilde gelişkin tarım yöntemleri ve bölgesel hava durumu tahminlerine erişim eksikliğinin de önemli olduğuna işaret ediyor.

Kanada merkezli bir sivil kuruluş olan Farm Radio International, interaktif radyo yayınları yoluyla, Sahra altı Afrika’da küçük ölçekli tarım yapanların iletişim ve bilgilendirme ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor.

Hampson, “Radyoda yayınlanan tarım programları, çiftçilere ürünlerine nasıl daha iyi fiyat alabileceklerini anlatarak ya da doğru zamanda başka doğru bilgiler aktarmak suretiyle bu durumu değiştirebilir. Örneğin, yakında Tanzanya’da iklim hizmetleri konulu bir projeyi takip eden dinleyicilerin yüzde 58’i, artık iklimle ilgili bilgilerini tarımsal faaliyetlerini iyileştirmek için daha iyi kullandıklarını söylediler. Dinleyicilerin yüzde 73’ü ise radyo programlarını dinledikten sonra, tohum ekimi yöntemlerini geliştirdiklerini bildirdi” diyor.

Neler olabilir?

Dünyanın çeşitli yerlerinde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar artan gıda fiyatlarıyla nasıl baş edeceklerini düşünedursun, bu sahada çalışmalar yürütenler, dünya liderleri hızlı ve iyi düşünülmüş adımlar attığı takdirde bu durumun bir krize dönüşmesinin engellenebileceği konusunda umutlu olduklarını söylüyorlar.

Hampson “Şahsen ben her zaman umut olduğunu düşünürüm” diyor ama şu koşullarla: Kadınları, erkekleri ve genç çiftçileri dinleyip, onların başı çekmesine sorunlarını ifade etmesini sağlayıp, onları politik karar süreçlerine katarsak, kooperatifler yoluyla, çiftçi ve kadın grupları oluşturmak, ve buluşlar geliştirmek yoluyla çabalarını desteklersek olur. Biz odağımıza iklim değişikliğine karşı atılacak adımları ve marjinal grupların desteklenmesini, özellikle de piyasalara, kredilere, bilgiye eşit erişim ihtiyaçlarına cevap verilmesini odağa koyuyoruz.

Dr Kulkarni de benzer bir görüşte: Açıkların nerede olduğu bilindiği ve tanımlandığı için bunlara çözüm geliştirmek için hala zaman olduğu umudunu taşıyoruz. Fakat onları görmezden gelirsek, sorunlarımız var demektir ve o zaman umut etmek de güçleşebilir.

Paylaşın

Acı Çeken Gezegenden 12 Çarpıcı Kare!

İnsan, özellikle Sanayi Devrimi’nden sonra ortaya koyduğu pratiklerle, gezegeni büyük ölçüde değiştirdi. Tabi ki bu değişim olumlu yönde olmadı, ormansızlaşma, kirlilik, buzulların erimesi, su kaynaklarının kuruması gibi… Listeyi istediğiniz kadar uzatabilirsiniz.

Haber Merkezi / Bu olumsuz değişim ve dönüşüm gezegenin farklı noktalarında farklı şekillerde geri dönüyor: Orman yangınları, seller, afetler…

24 Eylül 2021’de çekilmiş bir hava fotoğrafı, Greenville, California’da yanmış ağaçların arasında yanmış bir evi gösteriyor.

15 Kasım 2019’da çekilen bu fotoğrafta, Venedik’te bir adam, şehrin son 50 yılın en yüksek gelgitini yaşamasından iki gün sonra, su basmış dükkandan kovayla suyu boşaltıyor.

31 Ekim 2018’de çekilen bir fotoğraf, Rusya’nın kuzeyindeki Novaya Zemlya takımadalarındaki Belushya Guba köyü yakınlarındaki bir çöplükte beslenen kutup ayılarını gösteriyor.

15 Ağustos 2021’de Fas’ın kuzeyindeki Chefchaouen bölgesinde, bir kadın orman yangınlarına bakıyor.

12 Ağustos 2021’de çekilen bu fotoğraf, Çin’in merkezindeki Hubei eyaletindeki Suizhou’da, şiddetli yağmurun ardından bir çocuğu su basmış bölgeden tahliye eden kurtarma görevlilerini gösteriyor.

Tuas Limanı’nın inşasında yapılan bir istinat yapısı. Deniz seviyesinde yaşanacak olası yükselmeye karşı, liman yüksekte inşaa ediliyor.

4 Eylül 2021’de Brezilya, Amazonas eyaleti, Apui’deki Brezilya Amazon yağmur ormanlarının ormansızlaştırılmış bir planını gösteriyor.

15 Eylül 2021’de Endonezya’nın Aceh eyaletindeki Calang’da bir öğrenci mangrov dikmeye hazırlanıyor.

Portekiz’in başkenti Lizbon’da çimenlerin yerini çayırlar alıyor. Görünürde yeşil yok; sadece sarı. 

11 Nisan 2021’de Pasir Ris Plajı.

Bu fotoğraf 24 Temmuz 2021’de çekildi. ABD, California, Plumas County’nin Indian Falls mahallesinin yok oluşu.

Bir de iyi bir fotoğraf, turistler U Minh Ha Ulusal Parkı’ndaki bir melaleuca ormanını ziyaret ediyor.

Paylaşın

Dünyanın Yörüngesinde Kaç Uydu Var?

Sovyetler Birliği 1957’de Sputnik’i fırlattığından beri, insanlık her yıl sürekli olarak daha fazla nesneyi yörüngeye yerleştiriyor. 20. yüzyılın ikinci yarısından 2010’ların başına kadar yılda yaklaşık 60 ila 100 uydu fırlatıldı.

Haber Merkezi / Az ama istikrarlı bir artış oranıyla. Ancak son zamanlarda bu hız çarpıcı bir şekilde artıyor. 2020 yılında 114 fırlatmayla yaklaşık 1.300 uydu uzaya taşındı ve ilk kez 1.000 yeni uydunun bir yıl içerisinde yörüngeye yerleştirildiği anlamına geliyor.

Ancak hiçbir yıl 2021 ile kıyaslanamaz. 16 Eylül itibariyle, yaklaşık 1.400 yeni uydu Dünya’nın çevresini dolaşmaya başladı ve bu yıl içerisinde daha da artacak.

Küçük uydular, yörüngeye kolay erişim

Bu artışın iki ana nedeni var. Birincisi, uzaya bir uydu göndermek hiç bu kadar kolay olmamıştı. Örneğin, 29 Ağustos 2021’de, bir SpaceX roketi, biri öğrencilerim tarafından yapılanlar da dahil olmak üzere, birkaç uyduyu Uluslararası Uzay İstasyonuna taşıdı. Bu uydular 11 Ekim 2021’de yörüngeye yerleşecek ve uydu sayısı tekrar artacak.

İkinci neden ise, roketlerin daha fazla uyduyu her zamankinden daha kolay ve ucuza taşıyabilmesidir. Bu artış, roketlerin güçlenmesinden kaynaklanmıyor. Aksine, elektronik devrimi sayesinde uydular küçüldü. 2020’de fırlatılan tüm uzay araçlarının büyük çoğunluğu küçük uydulardı.

Bu uyduların çoğu, Dünya’yı gözlemlemek, iletişim veya internet için tasarlanmıştır. İnterneti dünyanın yetersiz bölgelerine ulaştırmayı hedefleyen iki özel şirket, SpaceX’ten Starlink ve OneWeb 2020’de yaklaşık 1.000 küçük uydu yörüngeye yerleştirmişlerdir.

Uydular yıldızları engellemeye başladı

Uydu sayılarındaki devasa artışla birlikte, kalabalık bir gökyüzü korkusu gerçek olmaya başlıyor. Gökbilimciler yörüngeye yerleştirilen uyduların yıldızları engellediğini gözlemlemeye başladı.

Her yıkıcı teknolojik gelişme, kuralların güncellenmesini veya yenilerinin oluşturulmasını gerektirir. SpaceX, Starlink uyduların etkisini azaltmanın yollarını test ederken, Amazon, görev tamamlandıktan sonra 355 gün içinde uydularını yörüngeden çıkarma planlarını açıkladı. Farklı paydaşların bu ve diğer eylemleri, ticaretin, bilimin ve insan çabalarının bu potansiyel krize sürdürülebilir çözümler bulacağı konusu umutlandırıyor.

Paylaşın

İnsanlar İçin Mars’a Gitmek Güvenli Olacak Mı?

İnsanları Mars’a göndermek, bilim insanlarının ve mühendislerin bir dizi teknolojik ve güvenlik engelini aşmasını gerektirecektir. Aşılması gereken engellerden biri de güneşten, uzak yıldızlardan ve farklı galaksilerden gelen parçacık radyasyonunun oluşturduğu risk.

Haber Merkezi / Parçacık radyasyonu, kızıl gezegene gidiş-dönüş bir yolculuk boyunca insan yaşamı için çok ciddi bir tehdit oluşturur mu? Ve Mars görevinin zamanlaması, astronotları ve uzay aracını radyasyondan korumaya yardımcı olabilir mi? Bu iki kilit soruyu yanıtlamak, bu engelin üstesinden gelmek için uzun bir yol kat edildiği anlamına gelir.

Space Weather dergisinde yayınlanan yeni bir makalede, UCLA’dan araştırmacılar da dahil olmak üzere uluslararası bir uzay bilimci ekibi, bu iki soruyu “hayır” ve “evet” olarak yanıtlıyor.

Mars’a yapılacak bir uçuşun en iyi zamanı

Yani, uzay aracının yeterli korumaya sahip olması ve gidiş-dönüş süresinin yaklaşık dört yıldan kısa olması koşuluyla, insanlar Mars’a güvenli bir şekilde seyahat edebilmelidir. Ve Mars’a yapılacak bir insan görevinin zamanlaması gerçekten de bir fark yaratacaktır. Bilim insanları, Mars’a yapılacak bir uçuşun en iyi zamanının, güneş aktivitesinin zirvede olduğu, güneş maksimumu olarak bilinen zaman olacağını belirlediler.

Bilim insanlarının hesaplamaları, Mars’a gidip gelecek uzay aracını güneşten gelen enerjik parçacıklardan korumanın mümkün olacağını gösteriyor, çünkü güneş maksimumu sırasında, uzak galaksilerden gelen en tehlikeli ve enerjik parçacıklar, artan güneş aktivitesi tarafından saptırılıyor.

“Bu uzunlukta bir yolculuk düşünülebilir” diyen araştırma ekibinden jeofizikçi Yuri Shprits’e, “Mars’a uçuş yaklaşık dokuz ay sürüyor, bu nedenle uzay aracının fırlatma zamanlamasına ve mevcut yakıta bağlı olarak, bir insan görevinin gezegene ulaşması ve iki yıldan daha kısa bir sürede Dünya’ya dönmesi makul” diyor.

“Böyle bir görev uygulanabilir”

Shprits, ayrıca, “Bu çalışma, uzay radyasyonunun, uzay aracının ne kadar ağır olabileceği ve fırlatma zamanı konusunda katı sınırlamalar getirmesine ve Mars’a insan misyonları için teknolojik zorluklar ortaya koymasına rağmen, böyle bir görevin uygulanabilir olduğunu gösteriyor” dedi.

Araştırmacılar, dört yıldan daha uzun olmayan bir görev öneriyorlar çünkü daha uzun bir yolculuk, astronotları gidiş-dönüş sırasında tehlikeli derecede yüksek miktarda radyasyona maruz bırakacak.

Shprits ve meslektaşları, parçacık radyasyonun Mars’a yolculuk sırasında, vücudun farklı organları üzerindeki değişen etkileri de dahil olmak üzere, nasıl etkileyeceğini araştırdılar.

Araştırmada, nispeten kalın malzemeden yapılmış bir uzay aracı kalkanına sahip olmanın astronotları radyasyondan korumaya yardımcı olabileceğini, ancak kalkan çok kalınsa, maruz kaldıkları ikincil radyasyon miktarını gerçekten artırabileceğini belirlendi.

“Uzaydaki iki ana tehlikeli radyasyon türü, güneş enerjili parçacıklar ve galaktik kozmik ışınlardır; her birinin yoğunluğu güneş aktivitesine bağlıdır” diyen Shprits, galaktik kozmik ışın aktivitesinin güneş aktivitesinin zirvesinden sonraki altı ila 12 ay içinde en düşük olduğunu, güneş enerjili parçacıkların yoğunluğunun güneş maksimumu sırasında en yüksek olduğunu söyledi.

Paylaşın

Dünyayı sonsuza kadar değiştiren 10 benzersiz buluş

İnsanlık tamamen gelişim ve değişimle ilgilidir, bu yüzden insanların her zaman yeni bir şey icat etmeye çalışmasına şaşmamalı. Her şey binlerce yıl önce, insanın alet olarak kullanmak için bir taşı kapmasıyla başladı. Sonra çark, buhar makinesi, matbaa, radyo, elektrik derken şimdiki zamandayız, etrafımızda ışık hızıyla çalışan dijital bir dünyada yaşıyoruz.

Haber Merkezi / Her yapılan icat insanlık için önemlidir fakat bazı icatlar daha önemlidir, ancak hepsi çevremizdeki dünyayı bir şekilde değiştirir. İşte sık sık hafife aldığımız, ancak hayatlarımızı daha iyi hale getiren 10 benzersiz icat.

Teflon;

Pek çok insan, yiyeceklerin tavaya yapıştığı veya fazla veya az pişirildiği günleri hatırlayamaz (ancak bu çoğunlukla pişirme becerisine bağlıdır). Teflon büyük bir oyun değiştirici oldu ve bugün yemek yapma şeklimizi değiştirdi. Yapışmaz tavalar artık her mutfakta bulunabilir!

Barkodlar;

Barkodlar çoğu insan için önemli görünmeyebilir, ancak aslında bugün alışveriş yapma şeklimizi değiştirdiler. Bu sıkıcı siyah-beyaz çizgiler, hızlı bir şekilde taranabilen veriler içerir, bu da alışverişimizi çok daha kolay hale getirir. Günümüzde barkodlar kaçınılmaz olduğundan, birçok firma tasarımlarında yaratıcılığa kavuşmakta ve ürünlerini daha özgün hale getirmektedir.

Kalp pili;

Kalp pilleri sayabileceğimizden daha fazla hayat kurtardı. Bu küçük tıbbi cihaz, kalbin doğal pili arızalandığında yeterli kalp atış hızının korunmasına yardımcı olur. Günümüzde bir hap kadar küçüktürler ve bir bacak kateteri kullanılarak, invaziv cerrahiden kaçınarak yerleştirilebilirler.

Mauveine;

Mauveine’i bir öğrenci tesadüfen icat etti, ancak moda, kumaş ve tekstil dünyasını sonsuza dek değiştirdi. Bu, şimdiye kadar icat edilen ve son zamanlarda seri üretilen ilk sentetik organik kimyasal boyaydı. O zamandan beri bu tür binlerce boya yapıldı, ama her şeyi başlatan oydu!

Sıhhi tesisat;

Bina içi su tesisatı kullanılmaya başlanmadan önceki hayatın nasıl olduğunu hiç düşündünüz mü? Oldukça pis ve kokuyordu, orası kesin. İç mekan su tesisatı, sıhhi koşullarımızı gerçekten iyileştirdi.

Güvenlik camı;

Güvenlik camı gerçekten daha iyiye doğru bir değişiklik yaptı. Sertleştirilmiş ve lamine cam, hem mobilya ve mutfak eşyaları gibi iç tasarım öğelerinde hem de araç ön camlarında ve pencerelerinde kullanılır. Tel örgü gibi diğer cam türleri çoğunlukla inşaatta kullanılır.

Vulkanize kauçuk;

Vulkanize kauçuk, hafife almamız gereken bir şey değildir. Charles Goodyear, 19. yüzyılda kauçuğun vulkanizasyon sürecini ortaya atan ilk kişilerden biriydi. Günümüzde vulkanize kauçuk hemen hemen her yerde kullanılmaktadır; konveyör bantları, ayakkabı tabanları, hortumlar ve tabii ki lastikler. Hayatlarımızı onsuz hayal edemiyoruz!

Beton;

Roma’daki Pantheon’un kubbesi, dünyanın en eski donatısız beton yapılarından biridir. Bu kadar uzun süre hayatta kalmasının nedeni? Tabii ki betonun kendisi! İnsanlık ilklerinin Orta Doğu bölgesinde bulunmasına rağmen, zamanın başlangıcından beri çeşitli yapılar inşa etmek için beton kullandı. Malzemeler ve kombinasyonlar çeşitlilik gösteriyordu, ancak beton tarifi geliştikçe yavaş yavaş en yaygın kullanılan yapı malzemelerinden biri haline geldi.

Velcro;

Velcro, giyim ve astronot kıyafetlerinde bir devrim yarattı. Bugün kullandığımız tüm cırt cırtlı bağlantı elemanlarını tanımlamak için kullanılan bir ticari markadır. Hepimiz görmüşüzdür; bir şeritte minik kancaları olan iki parça kumaş ve diğerinde daha küçük ‘tüylü’ ilmekler. Dokunduklarında birlikte kalırlar! Bu basit ama şaşırtıcı icat, sadece çocukları olan insanlar tarafından değil, aynı zamanda NASA’nın astronotları tarafından da büyük beğeni topluyor!

Paslanmaz çelik;

Paslanmaz çelikten yapılmış şeyler olmadan modern bir dünya hayal edemiyoruz. Yemek pişirmeden inşaata kadar her yerde kullanılır. Paslanmaz çeliğin benzersiz korozyona dayanıklı özellikleri vardır, bu da onu her zaman suyla uğraşmak zorunda olan borular, bıçaklar ve çeşitli mutfak aletlerini yapmak için ideal bir malzeme haline getirir. Ayrıca paslanmaz çelik sabunun (sadece kalıp şeklinde paslanmaz çelik) sarımsak, salam, balık, durian gibi güçlü kokuları etkisiz hale getirebileceğine inanılıyor.

Paylaşın

BM: Dünya çapında 88 milyondan fazla insan şiddetli açlık çekiyor

Birleşmiş Milletler (BM), dünya çapında 88 milyondan fazla insanın yaşanan çatışmalar ve istikrarsızlıklar nedeniyle şiddetli açlık çektiği konusunda uyarıda bulundu. Şiddetli açlık çekenlerin oranının 2020 yılında 2019 yılına göre yüzde 20 artış gösterdi.

Haber Merkezi / Birleşmiş Milletler (BM), yeni tip koronavirüs (Kovid 19) salgını küresel salgının gıda güvensizliği konusunda birçok ülkeyi tehdit ettiği ve durumu önemli ölçüde karmaşıklaştırdığı konusunda uyarıda bulundu.

BM istatistiklerine göre, 2020 yılı sonunda çatışmalar ve istikrarsızlıklar nedeniyle dünya çapında 88 milyondan fazla insan şiddetli açlık çekiyor ve şiddetli açlık çekenlerin bir yıl öncesine göre yüzde 20 artış kaydetti.

BM Genel Sekreteri Antonio Guterres de BM Güvenlik Konseyi’ne video konferans yöntemiyle yaptığı bir konuşmada, yaşanan çoğu kıtlığın küresel çatışmalardan kaynaklandığını söyledi.

İklim değişikliği krizinin ve yeni koronavirüs salgınının yayılmasının bu krizin derinleşmesinde son derece etkili olduğunu söyleyen BM genel sekreteri Guterres, bu konuda sert önlemler alınmazsa milyonlarca insanın açlık ve ölümle karşı karşıya kalacağı uyarısında bulundu.

30’dan fazla ülkede 30 milyondan fazla insanın “açlıktan sadece bir adım uzakta” olduğunu belirten Guterres, ayrıca Fildişi Sahili, Güney Sudan, Yemen ve Afganistan gibi bölgelerde devam eden gıda güvensizliğinin ciddi bir endişe olduğunu vurguladı.

Paylaşın

Dünyanın En Güvenli Şehirleri!

Dünya ülkeleri ve kentleriyle ilgili en büyük veri tabanına sahip olan Numbeo portalı, 2019’un en güvenli ülkeleri listesini paylaştı. Türkiye 59.62 puanlık güvenlik endeksiyle listenin 49. sırasında yer aldı.

118 ülkenin bulunduğu listenin zirvesinde Katar yer alırken, Türkiye ise 59.62 puanlık güvenlik endeksiyle listenin 49. sırasında yer aldı.

Güvenlik endeksi 78.5 olan İsviçre, 2019’un En Güvenli Ülkeleri listesinin 10. sırasında yer aldı.

78.53 puanla Singapur, listenin 9. sırasında.

Avusturya, 2019’un En Güvenli Ülkeleri sıralamasında 8. oldu.

Yüzde 79.20 güvenlik oranına sahip olan Estonya, listede 7. sırada.

Gürcistan, yüzde 80.14 güvenlik endeksiyle listenin 6. sırasında yer aldı.

Hong Kong, 80.86 puanlık güvenlik endeksiyle listenin 5.’si oldu.

Tayvan, 82.62 puanla sıralamada dördüncü.

Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), 83.68 puanla sıralamada 3. sırada yer aldı.

Japonya, 86.27 puanla listenin 2. sırasına yerleşti.

Katar, 2019’un En Güvenli Ülkeleri sıralamasının zirvesine oturdu.

Paylaşın

Kış Tatiline Farklı Bir Renk Katmak İsteyenler İçin: Buzdan Oteller

Kış tatiline farklı bir renk katmak isteyenler için ideal bir tercih ‘Buzdan Oteller’.  Bu oteller sadece buzlar erimeye başlayana kadar hizmet veriyor. İşte… Dünya üzerindeki en iyi tasarlamış buzdan oteller:

İtalya’nın kuzeyindeki San Simone di Valleve köyünde bulunan Igloo oteli, kayak severler için adeta ideal bir tatil yeri olarak adlandırılabilir.

Rusya’nın Kamçatka bölgesinde hizmet veren ‘Mountain Territory’ buzdan oteli hem yerel sakinlerin, hem de yabancı turistlerin ilgisini çekiyor.

Romanya’nın “Buzdan Otel”i, ya da orijinal adıyla Hotel of Ice, Doğu Avrupa’nın ilk buz oteli olma özelliğini taşıyor. Karpatlar’ın üzerinde, Blake Gölü’ne komşu olarak kurulan tesis, olağanüstü güzellikte bir konuma sahip. Sadece teleferikle ulaşım sağlanabilen Hotel of Ice, odalarını her sene yeni bir temayla baştan inşa ediyor.

Hollanda’nın Zwolle kentinde hizmet veren ve ülkenin ilk buzdan oteli olma özelliğini taşıyan otelin odasında kalan misafirler.

Kuzey İsveç’in Jukkasjärvi bölgesinde bulunan Icehotel, Kuzey Kutup Dairesi’nden sadece 200 km aşağıda yer alıyor. Otel, dünyanın ilk ve en büyük buzdan oteli olarak kabul ediliyor ve her yıl yeniden inşa ediliyor. 5500 metrekarelik bir alanı kaplayan otel, her yıl Aralık ayından Nisan ayının ortalarında buzlar erimeye başlayana kadar hizmet veriyor.

Kuzey İsveç’in Jukkasjärvi bölgesinde bulunan Icehotel’de hemen hemen tüm mobilyalar buzdan yapıldı.

Kanada’nın Quebec yakınlarında bulunan Hotel de Glace, her yıl birkaç hafta içinde baştan tasarlanıp yeniden inşa ediliyor. Buzlar içinde düğün yapmayı arzu edenler için, otelin kendisi gibi buzdan yapılma devasa bir de şapeli var. Hotel de Glace, türünün en lüks ve seçkin örneklerinden biri olarak öne çıkıyor.Odalar ve heykellerin çoğu Disney tasarımcıları tarafından hazırlandığı için otelde masalsı bir atmosfer hakim.

Finlandiya’da 20000 metrekarelik bir alana kurulu olan Snow Village, yani “Kar Köyü”, her yıl kış aylarında misafirlerini farklı bir şekil ve boyutla karşılıyor. Kar odaları, süitler, buz restoranı ve buz barının yanı sıra Snow Village, buzdan yapılmış heykeller ve sanat eserlerinin sergilendiği buzdan koridorları ile de konuklarını ağırlıyor. Her sene 15.000 ton kar ve 300 ton kristal berraklığındaki doğal buz karışımıyla yeniden inşa edilen otelde 30 oda bulunuyor. Otelde, buzun üzerinde uyumak istemeyenler için özel ısıtmalı odalar da mevcut.

 

 

Paylaşın

Hafızalara Kazınan En Seksi Sinema Karakterleri

Dünya sinema tarihinin en seksi kadın karakteri Angelina Jolie’nin canlandırdığı Lara Croft olurken, en seksi erkek karakter olarak ise, Daniel Craig’in hayat verdiği James Bond seçildi.

Chili haber portalında binlerce sinemaseverin tercihlerine dayanılarak oluşturulan ‘Sinema tarihinin en seksi kadın ve erkek karakterleri’ sıralaması yayımlandı.

İşte… Listede yer alan ve dünyanın dört bir yanında hafızalara kazınan en seksi film karakterleri:

Patrick Swayze

Patrick Swayze, 1987’deki “Dirty Dancing” (İlk Dans, İlk Aşk) filminde canlandırdığı dans öğretmeni Johnny Castle rölüyle üne kavuştu.

Johnny Depp

Karayip Korsanları film serisinde Johnny Depp tarafından canlandırılan korsan Jack Sparrow karakteri.

George Clooney

George Clooney’in Ocean’s 11 adlı filminde canlandırdığı Danny Ocean karakteri, sinema tarihinin en seksi erkek karakterleri arasında yer aldı.

Hugh Jackman

Yıldız oyuncu Hugh Jackman’ın canlandırdığı X-Men serilerinin en bilinen Wolverine karakteri de listenin üçüncü sırasında yer aldı.

Chris Hemsworth

Oyuncu Chris Hemsworth’un hayat verdiği Tor karakteri, en seksi erkek karakterleri sıralamasında ikinci oldu.

Daniel Craig

James Bond karakteri, oyuncu Daniel Craig’in canlandırmasıyla sinema tarihinin en seksi erkek karakterleri listesinde zirveye ulaştı.

Marilyn Monroe

1959 yapımı Bazıları Sıcak Sever filminde canlandırdığı rol ile üne kavuşan efsane oyuncu Marilyn Monroe.

Honor Blackman

James Bond serisinin 1964 yapımı 3. filmi olan ‘Altınparmak’ta ‘Bond kızı’ karakterini canlandıran Honor Blackman.

Julia Roberts

Julia Roberts’in Pretty Woman’da canlandırdığı Vivien rölüyle hafızalara kazındı.

Scarlett Johansson

Scarlett Johansson’un uzun yıllardır canlandırdığı Marvel çizgi roman dünyasının karakterlerinden biri olan Kara Dul, listedeki ilk üç en seksi kadın karakter arasına girmeyi başardı.

Gal Gadot

Listenin ikinci sırasına İsralli model Gal Gadot’un’Batman vs. Superman” filminde canlandırdığı Wonder Woman (Harika kadın) karakteri yerleşti.

Angelina Jolie

Angelina Jolie’nin 2001 yılı yapımı popüler Tomb Raider oyununun beyaz perdeye uyarlaması olan Lara Croft: Mezar Yağmacısı filminde canlandırdığı Lara Croft karakteri, Chili haber portalının yayımladığı sıralamada tarihteki en seksi kadın karakter olarak seçildi.

 

Paylaşın