AB Ve NATO’nun Türkiye’ye İhtiyacı Var

“Euobserver” haber sitesinde Koert Debeuf tarafından kaleme alınan bir analizde, AB ve NATO’nun kendi güvenliği için Türkiye’ye ihtiyacı olduğu yorumu yapıldı. Yazıda, AB ve Türkiye arasında stratejik ilişkilerin son yıllarda kötüleştiği hatırlatıldı.

Balkanlar, Suriye, Afganistan, Karadeniz bölgelerinin istikrarı ve göç konusunda AB ve NATO’nun Türkiye’ye mutlaka ihtiyacı olduğu ifade edilen analizde, “Avrupalıların, Türkiye’nin cumhurbaşkanından daha fazlası olduğunu kabul etmesi gerekiyor.” denildi.

Türkiye olmadan Suriye sorunu nasıl çözülecek?

Ankara’nın Suriyeli göçmenlere kapısını açıp en fazla göçmeni ağırlayan ülke olduğu kaydedilen analizde Türkiye’nin Suriye’nin içindeki göçmen kamplarına yine en fazla insani yardım yapan ülke olduğu hatırlatıldı.

AB ve ABD’nin hala Suriye ile ilgili barış sürecine taraf olamadığı, buna karşılık AB’nin ‘ortağı’ Türkiye’nin müzakere masasında olduğu kaydedilen yazıda, Suriye’den gelecek göçün ve bu ülkedeki katliamın durdurulması için AB’nin mutlaka Türkiye’ye ihtiyacı olduğu uyarısı yapıldı.

Batı Balkanlar ve Türkiye

AB’nin Batı Balkanlarda itibarının son yıllarda giderek azaldığı değerlendirmesi yapılan yazıda, Makedonya, Kosova, Arnavutluk ve Bosna-Hersek’te yaşanan son krizlere atıfta bulunuldu.

AB’nin Balkanlar‘daki genişleme sürecinin durmasıyla bu bölgedeki etkisinin azaldığı hatırlatılan yazıda, bununla birlikte tarihi ve kültürel bağları olan Türkiye’ye buradaki halkların daha fazla güvendiği ifade edildi.

Analizde, Bosna-Hersek, Sırbistan ve Kosova’daki krizlerin aşılmasında AB’nin Türkiye’nin uzmanlığına daha fazla ihtiyacı olabileceği yorumu yapıldı.

Karadeniz bölgesindeki istikrara Türkiye’nin katkısı ne olur?

İngiltere’nin AB’den ayrılmasıyla Brüksel’in askeri kapasitesi ve stratejisinin azaldığı hatırlatılan yazıda, son dönemde Türkiye ve Fransa arasında Doğu Akdeniz, Libya ve Ermenistan konusunda yaşanan krizlere atıfta bulunuldu.

Yazıda bu görüş ayrılıklarının bir tarafa bırakılarak, Türkiye’nin Karadeniz’de bir ortak olarak görülmesi gerektiği yorumu yapılırken, Brüksel ve Ankara arasındaki stratejik iş birliğinin Rusya’nın genişlemesinin önündeki tek yol olduğu vurgulandı.

Yazıda, göç dalgasının güvenlik sorunu olmadığı, güvenlikten doğan bir sorun olduğunun anlaşılması gerektiğinin altı çizilerek, “Suriye’de savaş olmasıydı, IŞİD gücünü artırmasaydı, Esad rejimi halkını bombalamasıydı, 2015 yılındaki göç krizi yaşanmazdı” dendi.

Libya’dan örnek verilen yazıda, “Libya siyasi olarak 2013 yılında çökmeseydi, binlerce göçmenin Akdeniz’i aşarak Avrupa’ya geldiğini görmezdik” ifadelerine yer verildi.

“Suriye ve Libya’daki krizler önlenebilir, uçuşa yasak bölgeler binlerce insanı kurtarabilir, IŞİD’in Suriye’nin önemli bir bölümünü ele geçirmesiydi bu kaos ortamı olmazdı” denilen yazıda, bu hatalarla ilgili Batı ülkelerinin de kendilerini sorgulamasın zamanın geldiği yorumu yapıldı.

Son olarak Türkiye’nin Afganistan’da da önemli rol oynadığı, çatışma riski olan Irak’ın Türkiye’nin komşusu olduğu hatırlatılan yazının sonuç bölümünde, AB ve Türkiye için stratejik işbirliğinin geliştirilmesinden başka çözümün olmadığı uyarısı yapıldı.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

2021 En Sıcak 5’inci Yıl Oldu

Avrupa Birliği (AB) Copernicus İklim Değişikliği Servisi’nin 2021 yılına dair sıcaklık raporu paylaşıldı. İklim bilimcisi olan Zeke Hausfather tarafından analiz edilen bulgulara göre, 2021 yılı tarihin en sıcak 5’inci yılı olarak kayıtlara geçti.

Geçen yıl, şimdiye kadarki en yüksek Haziran-Ağustos arası ortalama kara sıcaklığının tespit edildiği belirtilirken, Pasifik Okyanusu’nda görülen bir soğuma örneği olan La Nina hava olayının Ekim ayında geldiği ve sıcaklıkların düşmesine neden olduğu aktarıldı. Copernicus, tarihte kayda geçen en sıcak 22 yılın 21’inin 2000 yılından bu yana meydana geldiğinin de altını çizdi.

2022 de sıcak geçecek

Aralık 2021’de Birleşik Krallık ulusal hava durumu servisi MetOffice tarafından yapılan araştırmanın sonuçlarına göre, 2022 sıcaklıklar endüstri öncesi ortalamalarının 1,09 santigrat derece üzerinde gerçekleşecek.

Ocak-Eylül 2021 verileri, Met Office’in 2021 tahmininin gerçek küresel ortalama sıcaklıktan yaklaşık 0,03 derece düştüğünü gösterdi. Ulusal hava durumu servisi, ortalama küresel sıcaklığın 2000-2020 yıllarında arasında 0,7 derece arttığını da kaydetti.

Araştırmanın sonuçlarına göre, 2022 yılının 1850-1900 ortalamalarının 1,96 derece üzerinde olsa da, hala Ocak-Eylül 2021’den daha soğuk olması bekleniyor.

Dünyada sıcaklık artışı

Dünya Meteoroloji Örgütü’nün (WMO) Kasım ayında yayımladığı “Küresel İklimin Durumu 2021” raporuna göre, yoğun sıcak hava dalgaları ve yıkıcı seller gibi aşırı hava olayları şu anda dünyanın “yeni normali” oldu.

Çalışmaya göre, 2002’den sonraki 20 yıllık sıcaklık ortalaması, sanayi devri öncesine kıyasla 1 dereceyi aşma yolunda. Küresel deniz seviyeleri ve atmosferdeki sera gazı birikimi de 2021’de rekor düzeylere çıktı.

Sera gazı yoğunluğunun küresel sıcaklık üzerindeki etkisiyle Ocak-Eylül 2021 döneminde küresel sıcaklık artışı 1850-1900 dönemindeki ortalama sıcaklığa göre 1,09 dereceyi buldu.

Rapora göre, artan sıcaklıkların gezegen üzerindeki etkisi de artarken, dünya daha önce görülmemiş bir yere doğru gidiyor. Rapor, 2021 dahil son 7 yılın büyük ihtimalle kayıtlara geçen en sıcak dönem olacağını söylüyor.

Birleşmiş Milletler Çevre Programı’nın (UNEP) 12’ncisi yayımlanan Emisyon Raporu da sıcaklık ve emisyonlar konusunda diğer raporları destekliyor.

Rapor, karbon emisyonunun azaltılması yönündeki planların iklim krizinin tehlikeli boyutlarını önleyecek düzeyde olmadığını belirtirken bu yüzyıl sonunda küresel sıcaklık artışının 2,7 dereceyi bulabileceği ve bunun yıkıcı sonuçlar doğuracağı ifade ediliyor.

Sera gazları nasıl etkiliyor?

Paris Anlaşması hedeflerini karşılamak ve küresel ısıtmayı 1,5°C ile sınırlandırabilmek için, ülkelerin kolektif bir şekilde on yıl içinde sera gazı emisyonlarına neden olan fosil yakıt üretimini (kömür- yüzde 11, petrol- yüzde 4, doğalgaz-yüzde 3) küresel ölçekte yıllık yüzde 6 azaltması gerekiyor.

Ancak, 57 ülke ve AB’nin iklim değişikliği konusundaki performanslarını değerlendiren İklim Değişikliği Performans Endeksi 2021’e göre, ülkelerin hiçbiri, Paris Anlaşması hedefleriyle uyumlu bir yol izlemiyor.

Yine BM Çevre Programı ile IISD, Denizaşırı Kalkınma Enstitüsü, İklim Analitiği ve CICERO gibi diğer büyük araştırmacılar tarafından hazırlanan “Üretim Açığı Raporu”nun 2020 verilerine göre de dünyadaki toplam fosil yakıt üretimi küresel ısıtmayı 1,5°C sınırının altında tutmak için gereken seviyeye yakın değil.

Suudi Arabistan, Rusya ve ABD gibi önde gelen ihracatçıların üretimi daha da hızlı bir şekilde azaltması gerek. Ancak bunun yerine ülkeler, fosil yakıt üretiminde yıllık yüzde 2’lik bir artışa doğru ilerliyor.

Öte yandan, Leeds Üniversitesi’nde gerçekleştirilen bir çalışmaya göre, emisyon azaltımının hızla ve keskin şekilde gerçekleştirildiği senaryo, fosil yakıtlara bağımlı olan ve “ortalama” olarak değerlendirilebilecek gelecek senaryosuyla kıyaslandığında, yaşanan ısınma seviyesinden daha fazlasını yaşama riskini 13 kat azaltıyor. Fosil yakıtların yoğun şekilde sürdüğü gelecek senaryosu ise, önümüzdeki 20 yıl içerisinde sıcaklıkların 1 ila 1,5°C artabileceğini gösteriyor. Bu durum, Paris Anlaşması’nda belirlenen sıcaklık artışı sınırlandırmasının 2050 yılından çok önce aşılması anlamına geliyor.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Avrupa Birliği, Nükleeri ‘Yeşil’ Yatırım Sınıfına Almaya Hazırlanıyor

Avrupa Birliği (AB), bazı nükleer enerji ve doğal gaz projelerini “yeşil” yatırım olarak sınıflandırma konusundaki planını tamamladı. Projelerin hangi kriterlere bağlı olarak yeşil yatırım sınıfına gireceğini belirleyen kuralları içeren taslağın Ocak ayında AB Komisyonu’nun gündemine gelmesi bekleniyor.

Atılan bu adım sayesinde AB, “yeşil” etiketi gerçekten iklim dostu projelerle sınırlayarak, bu yatırımları özel sermaye için daha çekici hale getirmeyi ve şirketlerin çevre duyarlılığı konusunda göz boyamaya yönelik hareketlerini durdurmayı amaçlanıyor.

Yeşil etiket almanın kuralları

Reuters’ın ulaştığa taslağa göre belirlenen kriterleri karşıladığı takdirde nükleer santral projeleri de “yeşil” yatırım sınıflandırmasına girebilecek. Bu kriterlerin başında ise, radyoaktif atıkların güvenli bir şekilde ortadan kaldırılması geliyor. Taslak, bu hakkı kazandıkları takdirde nükleer santraller projelerine 2045 yılına kadar inşaat izni verilmesini öngörüyor.

Elektrik üreten doğal gaz santralleri de “yeşil” sınıfına girebilecek. Bunun için başlıca şart, bir kilovatsaatte 270 gramdan daha az karbondioksit salımı yapması. AB’nin bu sayede daha fazla karbon salımına neden olan diğer fosil yakıt kullanan santralleri azaltmayı amaçladığı belirtiliyor. Üye ülkelerinin çoğunluğun desteklemesi durumunda taslağın 2023’ten itibaren yürürlüğe girmek üzere yasalaşması bekleniyor.

Bir yıldır tartışılıyordu

Söz konusu plan bir yıldır AB ülkeleri arasında tartışmaya neden olmuş, hangi yakıtların gerçekten sürdürülebilir olduğu ve “yeşil” etiket kriterleri konusunda anlaşmazlıklar yaşanmıştı.

Elektrik üretiminde nükleer satrallerin önemli yer tuttuğu AB üyeleri Fransa, Macaristan, Polonya, Finlandiya, Bulgaristan, Hırvatistan, Çekya, Romanya, Slovakya ve Slovenya nükleer enerjinin plana dahil edilmesi için çaba gösterdi. Bu ülkeler ekim ayında AB Komisyonu’na ortak imzalı mektup göndermişti.

Mektupta, son dönemde enerji fiyatlarının artış gösterdiği anımsatılarak, enerjide üçüncü ülkelere bağımlılığı hızla azaltmanın önemine işaret edilmiş ve nükleer enerjinin “yeşil” yatırım sınıfına dahil edilmesi istenmişti. AB ülkelerinin elektrik üretiminde nükleer enerjinin payı yaklaşık yüzde 25 seviyesinde bulunuyor.

Paylaşın

Şahin ve Türeci AB’nin ‘İlham Verenler’ Listesinin Başında

Avrupa Birliği’nin (AB) 2021 için hazırladığı ilham veren olaylar listesinin ilk sırasında Kovid 19 aşısını geliştiren Alman biyoteknoloji firması BioNTech’in kurucuları Türk bilim insanları Uğur Şahin ile Özlem Türeci’ye yer verildi.

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun sosyal medya hesabında paylaşılan listede, 2021’in tüm zorluklara rağmen dayanışma, liyakat ve umut içeren ilham verici hikayelere de sahne olduğu belirtildi. AB için 2021’in ilham veren hikayelerinde ilk sırada “bilimin gücü” başlığıyla Uğur Şahin ve Özlem Türeci’ye yer aldı.

Şahin ve Türeci’nin Kovid 19 aşısını geliştirerek milyonlarca kişinin hayatını kurtardıkları için Liyakat Nişanı ile ödüllendirildikleri hatırlatılarak, “Herkes için ilham verici.” ifadesi kullanıldı.

AB’nin listesinde ikinci sırada “dayanışmanın gücü” başlığıyla 350 milyon doz aşının AB ülkelerince COVAX programı aracılığıyla düşük ve orta gelirli ülkelerle paylaşılması gösterildi. “Fikirlerin gücü” başlığıyla Avrupa’nın Geleceği Konferansı’nın başlatılması ise üçüncü oldu.

Listede ayrıca yeşil dönüşüme dikkati çekmek için Avrupa’yı dolaşan tren, Erasmus+ programının 35. yılı dolayısıyla 2 euroluk bozuk paranın yeni tasarımı, İtalyan sporcu Beatrice Vio’nun Tokyo 2020 Paralimpik Oyunları’nda altın madalya kazanması ile 2 yeni Galileo uydusunun uzaya gönderilmesi sıralandı.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

AB’den Türkiye’deki Sığınmacılar İçin 560 Milyon Euro

Avrupa Birliği, Türkiye’ye sığınmacılar için harcanmak üzere 560 milyon euroluk kaynağı daha serbest bıraktı. AB Komisyonu’ndan yapılan açıklamada, söz konusu kaynağın özellikle sığınmacıların eğitiminin finansmanında, ayrıca sınır güvenliğinin iyileştirilmesinde kullanılacağı bildirildi.

Komisyon’un Komşuluk ve Genişlemeden sorumlu üyesi Olivér Várhelyi, yeni açıklanan kaynakla mülteci çocuklarının okula devam edebilmesi ve iyi bir eğitim almasının sağlanacağını, ayrıca Türk resmi kurumlarına göçle bağlantılı zorlukların aşılması ve sınır korumanın iyileştirilmesi için kaynak aktarılacağını kaydetti.

AB, Haziran ayındaki liderler zirvesinde Türkiye’ye sığınmacılar için kullanılmak üzere 2021-2024 dönemi için 3 milyar euroluk kaynak taahhüdünde bulunmuştu. Son açıklanan 560 milyon euroluk kaynağın bu pakete dahil olduğu belirtiliyor.

AB, Türkiye ile 18 Mart 2016’da imzalanan mülteci mutabakatı çerçevesinde Türkiye’ye 6 milyar euroluk kaynak taahhüdünde bulunmuş ve ödemeler tamamlanmıştı. Mülteci mutabakatı, Türkiye’den yasa dışı yollardan Yunan adalarına geçen sığınmacıların Türkiye’ye geri gönderilebilmesini, karşılığında AB ülkelerinin Türkiye’den korumaya muhtaç durumdaki Suriyelileri kabul etmesini öngörüyor.

AB Aralık ayı başında da Türkiye’deki sığınmacıların acil ihtiyaçlarının karşılanmasında kullanılan banka kartlarına nakledilmek üzere 325 milyon euroluk yardım açıklamıştı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Seçim Sonrası İçin Dikkat Çeken Analiz: Üç Senaryo

Analistler ve uzamanlar “Türkiye nereye gidiyor?” sorusunun cevabını ararken, Avrupa Birliği destekli Carnegie Europe da Türkiye’nin yakın siyasi tarihi ele alarak, seçim sonrası için üç farklı senaryo geliştirildi. Senaryolar; Erdoğan yönetiminin daha da güçlenmesi, muhalefetin kazanması ve seçim sonuçlarının belirlenememesini içeriyor.

Analize göre, ülke Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) on dokuz yıllık kesintisiz yönetimine ulaşırken, retorik soru Türkiye’nin geleceği hakkında canlı bir iç tartışmaya dönüştü.

“Türkiye’nin yönü, yabancı gözlemcilerin ne düşündüğüne veya ne arzu ettiğine değil, vatandaşlarının oylarına bağlı” vurgusu yapılan analizde şöyle deniyor:

Bununla birlikte, 2019-2021’de benzeri görülmemiş askeri ve diplomatik girişimlerde bulunan ülke liderliği, ortaklarından sert tepkilere ve kınamalara maruz kalıyor.

Bu tür tepkiler, siyasi yelpazede milliyetçi açıklamalara yol açarak, Türkiye’nin siyasi geleceğine ilişkin her türlü spekülasyonları biraz tehlikeli hale getiriyor.

Bu makale, son gelişmeleri gözden geçirdikten ve Türkiye’nin mevcut politikalarının ana itici güçlerini değerlendirdikten sonra, Avrupalı ​​ve Batılı liderlerin teorik olarak Ankara’dan kısa ve orta vadede bekleyebilecekleri üç senaryoyu, hazırlanmaları gereken senaryoları sunuyor.

Senaryolar ve Batı’ya etkileri

Analizde şu senaryolar yer aldı:

2023’teki cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinin bir sonraki turuna bakıldığında, Türkiye’nin Batılı ortakları üç teorik senaryo ile karşı karşıya kalacak: “mevcut olanın daha fazlası”, “bir devrin sonu” veya “sürpriz senaryo(lar)”.

İlk senaryo: Daha fazlası

Batılı politika yapıcılar her olasılığa hazırlıklı olmalı.

Muhalefete cömert bir liderlik sağlayan anketlerin yakın tarihli bir özetine rağmen, görevdeki cumhurbaşkanına yakın kaynaklar, Erdoğan/AKP’nin güçlü bir ihtimal olduğunu düşünüyor – sırf cumhurbaşkanı için risklerin çok yüksek olması sebebiyle.

Üçüncü bir seçim zaferi için ikinci gerekçe ise Erdoğan’ın Türk siyasetindeki son derece uzun kariyerinin tacı olacak ve onun merkezi otorite, kontrol ve dengenin olmadığı sandıkta demokrasi, kamu politikalarında sık sık dini referanslar, ve iddialı dış politika.

Buna ek olarak, Haziran 2023’te bir galibiyet, toplam cumhurbaşkanlığı görev süresini on dört yıla çıkaracak – on üç buçuk yıllık başbakanlığın ardından – ve Ekim 2023’te Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yıl kutlamalarına başkanlık etmesine izin verecek.

Takipçileri için bu etkinlik, Erdoğan’ın itibarını 1923’ten 1938’e kadar iktidarda olan eski cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Atatürk’ünkine yükseltir.

Bu senaryoya göre Batılı ülkeler, Yunanistan, Kıbrıs ve Afrika ülkeleri de dahil olmak üzere muhtemelen daha iddialı dış ve askeri politikalarla karşı karşıya kalacaklar.

Ayrıca NATO içinde artan zorluklarla ve AB ile devam eden gerilimlerle karşı karşıya kalacaklar.

Daha da önemlisi, Türkiye’nin Rusya ile ikircikli ilişkisi ve S-400 füze sistemi konuşlandırması, daha önce sonlandırılmadığı takdirde, Türkiye’nin Batılı ortakları için önemli bir olumsuz faktör haline gelecek.

Bu senaryoda, ihtiyatlılık ve çevreleme AB tarafında anahtar kelimeler olabilir.

İkinci senaryo: Bir dönemin sonu

Bu varsayıma göre, muhalefet koalisyonunun öngörülen zaferi sandıklarda teyit edilecek, AKP-MHP koalisyonu mecliste azınlık haline gelecek, Erdoğan cumhurbaşkanlığından çekilecek, ekonomi politikası önemli ölçüde değişecek ve eski durumuna getirilecek bir anayasa reformu yapılacak.

Parlamenter sisteme geçilecek. Bu senaryoyu değerlendirirken dikkat edilmesi gereken önemli bir not, geçmişte Erdoğan’ın son derece olumsuz seçim beklentilerini altüst etmeyi başardığı – bugün anketlerin öngördüğüne benziyor.

Bu, örneğin benzeri, Haziran ve Kasım 2015’teki iki seçim turu arasında oldu.

Bazı analistler, “Erdoğan dönemi. . . bitiyor”. Güya bu senaryo, Ankara’nın son yıllarda uyguladığı yıkıcı politikaların sonunun habercisi olacaktır. Yeni bir rejimin tonu muhtemelen daha ılımlı olacaktır.

Ancak Rusya ile açık bir kopuş şöyle dursun, mevcut politikaların tamamen tersine çevrileceği üzerine bahse girmek tehlikeli olacaktır, çünkü bu politikaların altında yatan faktörlerin hala yerinde olacağı basit bir nedendir:

Batı karşıtı duygular devam edecek ve Rusya Türkiye ile yapılan çok sayıda anlaşmada güvence altına alınan stratejik kazanımlarının yeni bir yönetimin devreye girmesiyle aşınmasını kabul etmeyecektir.

Bu senaryoda, AB’den yoğun diplomatik angajman gerekli olur.

Sürpriz senaryo(lar)

Günümüz siyaset sahnesindeki gerilimler ve Erdoğan’ın iktidarı kaybetmesiyle bağlantılı korkular düşünüldüğünde, bir takım beklenmedik gelişmelerin yaşanması imkansız değil.

Biri, görevdeki cumhurbaşkanının yüzüncü yıl kutlamalarına başkanlık etmesine izin vermek için seçimlerin birkaç ay ertelenmesi olabilir, ancak mevcut mevzuat ülke savaşta olmadığı sürece ertelemeye izin vermiyor.

Diğer bir belirsizlik, Türkiye’nin çevresindeki güvenlik gelişmeleri ile ilgili olabilir: Suriye’de Rusya ile bir çatışma, Ukrayna’da alevlenen bir savaş, Karadeniz’de Moskova ve Ankara’yı karşı karşıya getiren gerilimler veya Rusya’nın S-400 füze sisteminin operasyonlarına müdahalesi.

Gergin iç siyasi tartışma, mevcut anketlere göre AKP ile MHP arasında bir ayrılıkla sonuçlanabilir ve MHP’yi mevcut anketlere göre yaklaşık yüzde 30 oy alarak ve cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Erdoğan’ın zaferini imkansız hale getirebilir.

Son olarak, daha sıradan bir senaryoda, başa baş bir başkanlık yarışının, Yüksek Seçim Kurulu önünde bir davayla sonuçlanacağı ve kendisinin de görevdeki kişinin şansını artırmaya yönelik son bir çaba olarak iptal ve kısa aralıklarla seçimlerin tekrarlanmasıyla sonuçlanacağı görülebilir.

Bu prosedür, planlanan Haziran 2023 oylaması ile Ekim 2023 yüzüncü yıl kutlamaları arasındaki dört aydan fazla sürebilir.

Tüm bu senaryolarda, Türkiye’nin Batılı ortakları birden fazla belirsizlik, ekonomik ve finansal risk ve artan uluslararası gerilimlerle karşı karşıya kalabilir.

Yurtiçinde, seçmenlerin çoğunluğunun, seçimlerinin sonunda görmezden gelineceğini veya açıkça reddedileceğini hissedenlerin çaresizliği, AKP seçmenleri de dahil olmak üzere ciddi bir hüsrana yol açabilir. Bu ilk olmayacak.

Ancak 2018 cumhurbaşkanlığı seçiminden farklı olarak, kamuoyu yoklamalarının hepsi aynı yönde ilerliyor ve muhalefet şu ana kadar cumhurbaşkanının değiştirilmesi ve parlamenter demokrasiye dönüş lehinde güçlü bir şekilde birleşti.

AB, özellikle bazılarının ağır bir güvenlik ve dış politika boyutuna sahip olabileceğinden, bu tür beklenmedik senaryolara karşı tamamen hazırlıklı olmalıdır.

Analiz: 2013 çok önemliydi

Avrupa perspektifinden Orta Doğu ve Türkiye’deki gelişmelere odaklandığı Carnegie Europe’da misafir araştırmacısı Marc Pierini’nin kaleme aldığı ilk senaryo şöyle:

Birincisi, 2013 çok önemli bir yıldı. O yılın Mayıs ayında başlayan Gezi Parkı protestoları, hükümetin bir parkı ortadan kaldırma planına karşı oturma eylemi olarak başladı.

Hızla tüm ülkede eşi görülmemiş bir kitlesel gösteri dalgasına dönüştü. Hala Türk hükümetine karşı en büyük protesto hareketi olma özelliğini taşıyor.

Aylar sonra, 2013’ün sonunda bir yolsuzluk skandalı AKP’ye bağlı onlarca kişinin tutuklanmasına yol açtı.

O zamana kadar siyasi müttefiki olan İslami vaiz Fethullah Gülen’in düzenlediği siyasi bir saldırı olduğuna inanan, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan bir dizi tasfiye emri verdi.

Freedom House, soruşturmaya dahil olan 45 bin polis memuru ile 2 bin 500 hakim ve savcının görevden alındığını tahmin ediyor.

2013’ten bu yana, demokratik erozyon süreci, kilit seçim anlarıyla birlikte gitti.

Ağustos 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimleri, 2015’teki iki tur yasama seçimleri, Nisan 2017’deki anayasa referandumu ve Haziran 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimleri öncesinde şu gelişmeler yaşandı: Muhalefetin hakları giderek arttı. Ülkeyi bayrak ve liderlik etrafında toplamak için giderek daha fazla milliyetçi anlatılar kullanıldı; Kürt azınlıkla uzlaşma süreci terk edildi; ve zaman zaman Türkiye’nin Suriye’deki operasyonları kamuoyunu etkilemek, ülkenin moralini yükseltmek ve siyasi muhalifleri zayıflatmak için kullanıldı.

Temmuz 2016’daki başarısız darbe başka bir dönüm noktası oldu. Sadece ordunun siyasi etkisine kesin bir son verme fırsatı sağlamakla kalmadı, aynı zamanda hükümetin sözde düşmanlarına karşı kapsamlı tasfiyeleri tetikledi.

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Türkiye’deki insan hakları uygulamalarına ilişkin 2020 raporuna göre,

2016 darbe girişiminden bu yana, yetkililer 60 bin’den fazla polis ve askeri personeli ve yaklaşık 125 bin memuru görevden aldı veya askıya aldı, yargının üçte birini görevden aldı, 90 bin’den fazla vatandaşı tutukladı veya hapse attı ve bin 500’den fazla sivil toplum örgütünü terörle mücadele yasaları kapsamında kapattı.

Gerekçeler başta hükümetin darbe girişimini planlamakla suçladığı din insanı Fethullah Gülen hareketiyle bağlantılı olduğu iddiasıyla ilgili gerekçelerdi.

Türkiye’nin kendi Olağanüstü Hal Tedbirlerini İnceleme Komisyonu’nun 28 Ekim 2021 tarihli son raporuna göre 125 bin 678 kişi kamu görevinden ihraç edildi.

Daha yakın zamanlarda, Mart 2019 yerel seçimleri siyasi bir dönüm noktası oluşturdu. Muhalefet adaylarının aralarında Ankara, İstanbul ve İzmir’in de bulunduğu dokuz büyük ilde aldığı büyük zaferler Türk seçmenlerine güçlerini hatırlattı.

İstanbul’da hükümet, Yüksek Seçim Kurulu tarafından dayatılan bir yeniden oylama yoluyla oylamayı tersine çevirmeye çalıştı, ancak sonuçta başarısız oldu – bu, liderliğin muhalefete karşı her türlü aracı kullanma istekliliğini ve sivil toplumun gücünü gösteren bir bölüm.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

AB Konseyi: Türkiye İle Müzakereler Donmuş Olarak Kalacak

Avrupa Birliği (AB) Konseyi, Türkiye ile üyelik müzakerelerinin dondurulmuş olarak kalmasına karar verdi. Kararda, müzakerelerde yeni bir fasıl açılması ya da mevcut bir faslın kapatılmasının da söz konusu olmadığı belirtildi.

Yıl sonundaki Avrupa Birliği (AB) liderler zirvesine hazırlık toplantısında Türkiye ile ilerleme sağlanamayan tam üyelik müzakerelerinin dondurulmuş olarak kalmasına karar verildi. AB Genel İşler Konseyi’nde alınan kararda, “AB Konseyi, Türkiye’nin AB’den giderek daha fazla uzaklaştığını üzülerek not ediyor” ifadelerine yer verildi.

Kararda, müzakerelerde yeni bir fasıl açılması ya da mevcut bir faslın kapatılmasının da söz konusu olmadığı belirtildi.

Türkiye’nin dış politikası da eleştirildi

Türkiye’nin dış politikada AB çizgisinden giderek uzaklaştığı ve AB’nin öncelikleriyle bu konuda çatıştığı vurgulanan kararda, Libya örneği verildi. Türkiye’den Libya’daki hükümet güçlerine yasa dışı silah sevkiyatı yapıldığına dikkat çekildi. Türkiye’nin AB ile Gümrük Birliği anlaşmasını ihlal etmesinin kınandığı kararda Türkiye’deki insan hakları ihlalleri de eleştirildi.

İnsan hakları, demokrasi ve temel hakların yanı sıra düşünce özgürlüğü ve yargı bağımsızlığı konularındaki gerilemelerin “derin endişe” yarattığı kaydedildi. Sivil toplum kuruluşlarının toplumun giderek zorlaşan bir ortamda baskı altında çalışmaya devam ettiği belirtildi.

AB ve Türkiye arasındaki müzakereler

Türkiye ile AB arasında 2005 yılında başlatılan üyelik görüşmeleri, son yıllarda yaşanan siyasi ve diplomatik krizler nedeniyle durma noktasına gelmiş durumda. Türkiye ve AB arasında yürütülen katılım müzakereleri teorik olarak 35 fasıl üzerinde yürütülüyor ve geçen 16 yılda katılım müzakerelerinde 16 fasıl müzakereye açılırken bunlardan sadece bir tanesi geçici olarak kapatıldı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

AB, Schengen Bölgesinin Reformu İçin Yeni Proje Hazırladı

Avrupa Birliği Komisyonu Covid-19 salgını ve kaçak göçle mücadele sırasında yaşanan sorunları göz önüne alarak, Schengen bölgesi yönetiminin reformu için yeni bir proje hazırladı. Reform projesi, ilk kez bugün Avrupa Parlamentosu üyelerine kapsamlı bir şekilde anlatılacak.

Yeni proje, olağanüstü durumlar için Schengen bölgesi içinde siyasi karar alma mekanizmasını güçlendirmeyi ve üye ülkeler arasında daha iyi koordinasyon sağlanmasını amaçlıyor. AB, özellikle kaçak göç ve Covid-19 salgını sırasında getirilen yolculuk yasaklarından alınan dersler ışığında ortaya çıkan sorunların daha rahat aşılmasını hedefliyor.

AB’de iç sınırların kaldırılması ve serbest dolaşımı amaçlayan Schengen projesi, son yıllarda terör saldırıları, kitlesel göç ve son olarak salgın yüzünden önemli sorunlarla karşılaştı.

Basına sızan bilgilere göre reform özellikle kaçak göçle mücadele konusunda üye ülkelere daha fazla yetki veriyor. Buna göre, bir ülke kaçak göçmenlerin topraklarına girişini reddetme ve nereden geldiği açıksa bu kişileri o komşu ülkeye geri gönderme olasılığına daha fazla sahip olacak.

AB içinde kaçak göçle ilgili Dublin Sözleşmesi, üye ülkelere giren bütün kaçak göçmenlere sığınma hakkı başvurusu yapmak hakkı tanıyor. Dublin Sözleşmesi ve yeni reform önerilerinin nasıl birlikle ele alınacağı en fazla merak edilen konuların başında geliyor.

Reform projesinin diğer önemli maddesi ise Belarus ve Polonya arasında yaşanan göç sorununun araçsallaştırılması gibi durumlarda üye ülkeler tarafından ortak bir yanıt verilmesi için daha kapsamlı bir mekanizma oluşturulması teklifi.

Schengen neyi kapsıyor?

1995 yılında kurulan bu alan, kontrol ve kontrollere tabi tutulmadan sınırları geçmesine izin verilen 400 milyondan fazla vatandaşı kapsıyor. 27 AB üye devletinin 22’sinin yanı sıra İzlanda, Lihtenştayn, Norveç, İsviçre ve birkaç mikro ülkeyi içeren Schengen ile her gün 3,5 milyondan fazla insan sınırlar arasında sorunsuzca hareket ediyor.

Ne var ki yakın geçmişte iki olay Schengen’e ağır darbe vurdu ve imajını zedeledi. Bu iki krizden ilki 2015 göçmen ve mülteci akını diğeri de COVID-19 salgını oldu. Her iki krizde de birçok AB ülkesi, olağanüstü koşulların olağanüstü önlemler gerektirdiğini savunarak sınır kontrollerini yeniden başlattı.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın

Çin’in ‘İpek Yolu’na Avrupa Birliği’nden Rakip Proje

Avrupa Birliği (AB) “Global Gateway” adlı projeye Çin’in yeni “İpek Yolu” projesine rakip olmayı hedefliyor. Global Gateway konseptinin hayata geçirilebilmesi ve resmi kaynak aktarımına başlanabilmesi için AB Konseyi ve Avrupa Parlamentosundan da onay çıkması gerekiyor.

Haber Merkezi / AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen’ın Brüksel’de kamuoyuna tanıttığı 300 milyar euro hacmindeki proje çerçevesinde, 2027 yılına kadar kamu ve özel kaynaklar kullanılarak dünya çapında yol, demiryolu gibi trafik bağlantıları ile deniz altından geçen fiber optik internet kabloları, elektrik şebekeleri gibi altyapı projelerine ve sağlık sistemine yatırım yapılacak.

“Global Gateway” (Küresel Geçit Kapısı) adı verilen proje, resmen bu şekilde lanse edilmese de AB’nin, Çin’in 2013 yılında hayata geçirdiği ve Türkiye’nin de dahil olduğu “Bir Kuşak Bir Yol” projesine yanıtı olarak değerlendiriliyor. Çin proje kapsamında çeşitli ülkelere krediler verirken kendisine de siyasi ve ekonomik avantajlar sağlıyor. Çin’in resmi verilerine göre Pekin yönetimi 2020 yılına kadarki dönemde projeye yaklaşık 124 milyar euroluk kaynak sağladı.

“Mevcut projelere net bir alternatif”

AB Komisyonu Başkanı von der Leyen, konuyla ilgili bir soruya verdiği yanıtta AB’nin dünyada “güvenilir bir partner” olarak görülmek ve demokratik değerleriyle takdir toplamak istediğini belirterek Global Gateway’in “mevcut projelere net bir alternatif olduğunu” söyledi. AB Komisyonu’nun projeyle ilgili belgesinde de sürdürülebilir, iklim değişikliğiyle mücadeleye katkı sağlayan ve dijitalleşmeyi teşvik eden bir çehre kazandırılması planlanan projede şeffaflık, eşitlik ve yerel halkın projelerden fayda sağlaması gibi ilkelere özel önem atfedildiğine yer verildi.

Projenin finansmanı kısmen Avrupa Yatırım Bankası ve AB programlarından, AB bütçesi ve üye devletlerden aktarılan kaynakla sağlanacak. Projenin ağırlıklı olarak Afrika, Latin Amerika ve Asya ülkelerini kapsaması planlanıyor. Global Gateway kapsamında öngörülen projelerin bir kısmının halihazırda planlanmış ya da başlatılmış olduğuna, ancak bugün açıklanan girişimle yeni bir siyasi çerçeveye oturtulduğuna işaret ediliyor.

Karadeniz’e internet kablosu, Afrika’da hidrojen üretimi

Global Gateway çerçevesinde öngörülen projeler arasında Afrika’da hidrojen üretimi, Karadeniz’e deniz altından döşenecek fiber optik kablolarla hızlı internet bağlantısı sağlanması, Ürdün ile İsrail işgali altındaki Batı Şeria arasına yeni bir köprü inşası da yer alıyor.

Avrupalı şirketlere ihracat teşvikleri de verilmesi öngörülüyor. Bu şekilde Avrupalı şirketlerin söz konusu bölgelerdeki rakiplerine ya da Çinli şirketler gibi devlet teşviklerinden yararlananlara karşı desteklenmesi hedefleniyor. Global Gateway konseptinin hayata geçirilebilmesi ve resmi kaynak aktarımına başlanabilmesi için AB Konseyi ve Avrupa Parlamentosundan da onay çıkması gerekiyor.

Paylaşın

Türkiye, Sosyal Adalet Endeksi’nde Sondan İkinci Sırada

Türkiye, Sosyal Adalet Endeksi’nde Avrupa Birliği (AB) ile Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği (OECD) ülkelerini kapsayan 41 ülke arasında 40. sırada bulunuyor. Listenin son sırada ise Meksika yer almakta.

Alman Bertelsmann Vakfı’nın hazırladığı endeks 2019 yılı verilerini yansıtıyor. Sosyal Adalet Endeksi şu altı başlıkta yapılan değerlendirmelere göre hesaplanıyor:

  • Yoksulluğun önlemesi
  • Eğitimde fırsat eşitliği
  • İstihdam piyasasına erişim
  • Sosyal hayata dahil olma ve ayrımcılığa uğramama
  • Nesiller arası adalet ve sağlık

Araştırmada ülkelere bu 6 başlıkta puanlar verilerek Sosyal Adalet Endeksi oluşturuluyor. Yüksek puana sahip ülkelerde sosyal adalet yüksek iken puanı düşük ülkelerde sosyal adalet daha zayıf. Araştırmaya göre Türkiye 4,86 puan ile 41 ülke arasında 40. sırada yer aldı. Zirvede 7,9 puan ile İzlanda bulunuyor. 7,68 puan ile ikinci sırada olan Norveç’i Danimarka (7,67), Finlandiya (7,24) ve İsveç (6,98) takip ediyor. Zirvede İskandinav ülkelerinin olması dikkat çekiyor.

AB ve OECD ülkelerinin ortalaması ise 6,09 oldu. Meksika 4,76 ile sonuncu sırada yer aldı. Meksika’nın üzerinde ise sırayla şu ülkeler bulunuyor: Türkiye (4,86), Romanya (4,86), Bulgaristan (4,91) ve Şili (4,92).

ABD sondan 6. sırada

Araştırmada dikkat çeken sonuçlardan birisi ise Amerika Birleşik Devletleri’nin (ABD) 5,05 puan ile sondan 6. sırada yer alması oldu. Diğer bazı ülkelerin sıralaması ise şöyle: Almanya (10), İngiltere (11), Fransa (15), Macaristan (21), Avustralya (26), Japonya (27), İspanya (28), İsrail (30), Yunanistan (35).

Türkiye eğitimde fırsat eşitliğinde son sırada

Alt başlıklarda Türkiye’nin en kötü olduğu alan eğitimde fırsat eşitliği. Türkiye bu alanda 41. sırada yer alarak sonuncu oldu. Türkiye yoksulluğun önlenmesi başlığında 31., istihdam piyasasına erişimde ise 37. ve sosyal hayata dâhil olma ve ayrımcılığa uğramada 39. sırada yer aldı. Türkiye’nin en iyi durumda olduğu başlık ise nesiller arası adalet. Türkiye bu alanda 41 ülke arasında 18. durumda. Türkiye sağlıkta 36. sırada bulunuyor.

(Kaynak: euronews)

Paylaşın