Şimşek’ten Enflasyon Açıklaması: Hedefimiz 3 Yıl Sonunda Tek Haneye Düşürmek

Yakın zamanda açıklanan Orta Vadeli Plan (OVP) hedeflerine ilişkin konuşan Bakan Şimşek OVP’nin üç temel bileşeni olduğunu belirterek, “Bunlardan bir tanesi ülkemizin karşı karşıya olduğu en önemli makroekonomik sorunlardan biriyle mücadele konusu, yani dezenflasyon, yani enflasyonu tekrar makul düzeylere, tek haneye getirecek bir program” dedi.

“Birincil önceliğimiz fiyat istikrarıdır” diyen Bakan Şimşek enflasyonu 2026’nın sonunda tek haneye düşürmenin Orta Vadeli Program’ın en önemli hedefi olduğunu söyledi.

Bakan Mehmet Şimşek, programın ikinci bileşeninin “mali disiplin” olduğunu belirtti. Bütçede depremin de etkisiyle bir miktar bozulma olduğunu söyleyen Şimşek, Maastricht kriterleriyle uyumlu şekilde bütçe açığını yüzde 3’ün altına çekmeyi hedeflediklerini kaydetti. Şimşek “bir taraftan depremin yaralarını sararken bir taraftan da bütçe disiplinini tekrar tesis etmek” istediklerini ifade etti.

Programın üçüncü önemli bileşenini ise “yapısal dönüşüm, yapısal reformlar” olarak niteleyen Şimşek bu reformları takvimlendirdiklerinin altını çizdi. “Türkiye eğer rekabet gücünü artıracaksa, yani verimlilik üzerinden büyüyecekse, çünkü verimlilik artışı için reform yapmamız lazım, yatırım yapmamız lazım” diyen Şimşek “Bir taraftan üretken alanlara yatırım yaparken bir taraftan da mevcut kaynakları daha verimli nasıl kullanırız. İşte buna yönelik çok ciddi bir reform, bir yapısal dönüşüm çabası olacak” ifadelerini kullandı. Şimşek bu üç adımı destekleyecek tamamlayıcı unsur olarak da “dış kaynak” başlığını saydı.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, NTV ekranlarında ekonomiye ilişkin soruları yanıtladı. Şimşek’in açıklamalarından satırbaşları şöyle:

Küresel ekonomiye baktığımız zaman; büyümenin düşük seyrettiği dönemdeyiz. Ortalama büyüme yüzde 3 civarında olacak. Bu tabii düşük sayılır. Bunun birçok sebebi var ama kısa vadeli baktığınız zaman pandemi sonrası enflasyon yükselişe geçti. Şu anda küresel finansal koşulların oldukça sıkışık olduğu bir dönemdeyiz. OVP’nin üç temel bileşeni var.

Enflasyon

Bunlardan bir tanesi ülkemizin karşı karşıya olduğu, en önemli makroekonomik sorunlardan biriyle mücadele konusu. Enflasyonu tekrar makul düzeye, tek haneye getirecek bir program. Dezenflasyon programı orta vadeli programımızın en önemli hedefi. Birincil önceliğimiz fiyat istikrarıdır. Enflasyonu tekrar, 3 yılın sonunda hedefimiz tek haneye düşürebilmek. Bu zor bir süreç ama mümkün. Geçmişte başardık, yine başaracağız.

Programın ikinci bileşeni mali disiplin. Geçmişte, AK Parti hükümetlerinin en güçlü tarafı maliye politikasının bir çıpa görevi yapmış olması. Bütçe açıklarını düşük tutuyoruz, bunun sayesinde milletimize eser ve yatırım odaklı bütçeler sunduk. Önümüzdeki 3 seneye baktığımız zaman, gerek depremin gerekse geçmişte aldığımız bir takım kararların etkisiyle; EYT gibi, bütçede bir miktar bozulma var. Hedefimiz, bütçe açığını deprem hariç yüzde 3’e çekmek.

Üçüncü önemli bileşen; yapısal reformlar. Şunu net şekilde söyleyebilirim; Türkiye rekabet gücünü artıracaksa, verimlilik üzerinden büyüyecekse; bir taraftan üretken alanlara yatırım yaparken, bir taraftan da mevcut kaynakların verimli kullanımına yönelik çok ciddi yapısal dönüşüm çabası olacak. Bunu da geçmişte olduğu gibi sadece bir metin olarak sunmadık, takvimlendirdik. Hangi reformu, hangi çeyreklerde yapacağımızı ortaya koyduk.

Üç aylık ve üç aylık bir geçmiş var. Üç aylık sürede tahminler sürekli değişebiliyor. Burada resmi anlamaya çalıştık. Önce bir ekip kuruldu, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bir Bakanlar Kurulu oluşturuldu. Hazine ve Maliye görevi bana tevdi edildi. Biz de güçlü bir ekip kurduk. Daha sonra durum değerlendirmesi yaptık. Enflasyon hedefimizi iddialı bulanlar olabilir. Biz mümkün olduğunca, o an itibarıyla en gerçekçi rakamları ortaya koymaya çalıştık. Benim edindiğim izlenim; genel anlamda programın hedefleri gerçekçi bulunuyor. Burada enflasyonla ilgili tahmin değişiklikleri, bizim resmi daha iyi anlamamızla ortaya çıktı.

Bundan iki ay önce küresel petrol fiyatları, varil başına 70-80 dolar arasıydı, bugün 90’ın üzerine çıkmış durumda. 2021’in Aralık ayıyla, aşağı yukarı 2023’ün Mayıs ayına kadar kur belli bir düzeyde tutulmuş. Biz kuru serbest bıraktık. Tabii kur etkisi var. Çünkü bir taraftan rasyonel politikalar diyeceksin sonra kur müdahalesi, bu doğru değil. Kur etkisi var. Geçişkenlik zamanla azalacak Bizim bir kur hedefimiz yok. Aslında tahmin de olmaması lazım. Biz bir program yaptık, programın değişik evreleri var.

Bugün ile Haziran’a kadar farklı bir perspektif… Şu anda küresel finansal koşullar sıkı. Risk iştahı zayıf. 2024’ün ikinci yarısından itibaren, enflasyondaki düşüşle birlikte faiz düşüşü konuşulacak dünyada. Bununla birlikte büyümeye ilişkin beklentiler ve fon akışı farklı seyredecek. Dolayısıyla bizim önümüzdeki yılın ilk yarısıyla, ikinci yarısıyla farklı perspektiflerimiz var. Bizim bir kur tahminimiz ve hedefimiz olamaz.

1 Eylül itibariyle, yıllık kredi kartı üzerinden kredi hacmi yüzde 140 civarında artmıştı. Enflasyonun iki katından fazla. Bu kadar yüksek seyreden bir kredi hacmiyle siz enflasyonu ve cari açığı kontrol altına alamazsınız. Miktarsal sıkılaştırma denilen bir konsept var. Orada ilk adımı attık. KKM’de karşılık yoktu, karşılık getirdik.

Daha önemli konular var. Taşıt kredilerinde biz, çok net bir şekilde sınırlayıcı bir perspektife sahibiz. Birinci konutu kredilendirme konusunda değişikliğe gitmeyeceğiz ancak ikinci, üçüncü konut veya tatil yerlerindeki yerlere ilişkin vatandaşın imkanı varsa alır ama krediyle desteklemeyeceğiz. Krediyi bu alanda ciddi bir şekilde sınırlayacağız.

Programa kaynak arayışında ve Türkiye’ye yatırım arayışına girdiğimizde önce dost ülkeleri ziyaret ettik. Birleşik Arap Emirlikleri büyük bir teveccüh gösterdi ve 51 milyar dolara yakın bir program açıkladı. Bu programın önemli bir bileşeni deprem yaralarının sarılmasına yönelik, 8,5 milyar dolarlık tahvil ihracı gündemde.

Ben inanıyorum ki bu sene sonundan önce 8,5 milyar dolarlık tahvil ihracı gerçekleşecek. İhracatın finansmanı için de 3 milyar dolarlık tahvil ihracı yapacağız. Toplamda 11,5 milyar dolarlık tahvil ihracı, muhtemelen bu sene içerisinde sonuçlanır. BAE’nin 51 milyar dolar içerisinde yenilenebilir enerjiye yaklaşık 27 milyar dolarlık bir yatırımı gündemde. Tabii bu depolamadan tutun, güneş, rüzgar vs.

Sanayi, turizm özellikle teknoloji yatırımı öngörüyorlar. Merkez Bankası Başkanımız ile birlikte Dünya Bankası başkanıyla uzun bir görüşme yaptık. Kendilerine programımızdan bahsettik. Onlar da bizim programımızı desteklemek üzere, mevcut 17 milyar dolarlık planlamaya ilaveten 18 milyar dolar daha tahsis edeceklerini söylediler. Toplamda 35 milyar dolarlık Dünya Bankası paketi, Türkiye’ye sunulacak.

Kur Korumalı Mevduat

Kur korumalı konusunda çok fazla konuşmayı tercih etmiyorum. Bizim önceliğimiz programı uygulamak. Önceliğimiz rezerv biriktirmek. Biz bunları başardığımız ölçüde, kur korumalıdan çıkış stratejimizi uygulayacağız. Var mı stratejimiz, var. Biz burada da kademeli gideceğiz. KKM yapan vatandaşlar müsterih olsun, şu an devam edecek

Paylaşın

Yeni Eğitim Öğretim Yılı Başladı: Her 3 Çocuktan 1’i Akran Zorbalığından Mağdur

Yaz tatilinin sona ermesiyle birlikte 2023-2024 eğitim öğretim yılının ilk ders zili bugün çaldı. Velilerin en büyük kaygılarından biri ise çocuklarının akran zorbalığına uğraması.

PISA 2018 verilerine göre Türkiye’deki öğrencilerin yüzde 24’ü ayda en az 1 kez akran zorbalığına uğruyor. OECD’nin yayınladığı rapora göre ise Türkiye’de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin yüzde 19’u okullarında ayda birkaç kez sözel veya fiziksel şiddete maruz kalıyor. Türkiye’de yapılan araştırmalar da her 3 öğrenciden 1’inin akran zorbalığına uğradığını ortaya koyuyor.

Akran zorbalığını fiziksel veya psikolojik olarak güçlü bir veya bir grup öğrencinin kendilerinden daha güçsüz öğrencileri sürekli olarak rahatsız ettiği, mağdurun kendisini koruyamayacak durumda olduğu bir saldırganlık türü olarak tanımlanıyor.

Milliyet’ten Aysel Bozan Yılmaz’ın haberine göre Türkiye’de her 3 öğrenciden 1’inin yani yaklaşık 7 milyon öğrenci akran zorbalığına maruz kalıyor.

Öyle ki sorun her geçen gün arttığı ve çocukların yaşamını tehdit edecek boyutlara geldiği için Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından Kasım 2022’de Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’ndeki değişiklikle akran zorbalığı ve siber zorbalık yapan öğrencilere disiplin işlemi uygulaması getirildi.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’ya göre de okuldaki akran zorbalığı konusunda yöneticilerin önlem alma zorunluluğu bulunuyor. Bu kararların caydırıcılığı ne kadar bilinmiyor ancak UNICEF’in Eylül 2018’de yayınladığı rapora göre dünyadaki çocukların yarısı okulda ve çevresinde akran zorbalığına maruz kalıyor.

PISA 2018 verilerine göre Türkiye’deki öğrencilerin yüzde 24’ü ayda en az 1 kez akran zorbalığına uğruyor. OECD’nin yayınladığı rapora göre ise Türkiye’de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin yüzde 19’u okullarında ayda birkaç kez sözel veya fiziksel şiddete maruz kalıyor. Türkiye’de yapılan araştırmalar da her 3 öğrenciden 1’inin akran zorbalığına uğradığını ortaya koyuyor. Kısacası tehlike çok büyük.

“Türkiye’de 7 milyon öğrenci mağdur”

Okullardaki akran zorbalığıyla ilgili Türkiye’deki en kapsamlı araştırmaları gerçekleştiren Ankara Üniversitesi PDR Anabilim Dalı Başkanı ve Türk PDR Derneği Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Metin Pişkin, durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.

Öyle ki Pişkin’in Ankara’da 1154 ilkokul ve ortaokul öğrencisi üzerinde yaptığı araştırmaya göre erkek öğrencilerin yüzde 29.4’ü; kız öğrencilerin de yüzde 41.3’ü akran zorbalığına maruz kalıyor. Pişkin’in Mayıs 2023’te Ankara’da bir Anadolu lisesinde 391 öğrenciyle yaptığı araştırma da öğrencilerin yüzde 36.8’inin haftada en az 1 kez zorbalığa uğradığını, yüzde 13’ünün de zorbalık yaptığını ortaya koyuyor. Lisede zorbalığa uğrayan kız öğrenci oranı yüzde 33.8 iken erkeklerde bu oran yüzde 41.7’ye çıkıyor. Yandaki tablolarda da görüldüğü gibi öğrenciler sınıfta, bahçede, serviste her yerde zorbalığa uğrayabiliyor.

Prof. Dr. Pişkin’in TÜBİTAK destekli hazırladığı 10 bin çocukla yapılan araştırmaya göre ise şiddet oranı en yüksek endüstri meslek liselerinde en düşük de kız meslek liselerinde görülüyor. Her 3 öğrenciden 1’inin akran zorbalığına maruz kaldığını kaydeden Pişkin, MEB’e bağlı 20 milyon civarında öğrenci olduğunu hatırlatarak “Tüm araştırmalar dikkate alındığında yaklaşık 7 milyon öğrencinin akran zorbalığına uğradığı görülüyor” dedi.

Akran zorbalığı nedir ve neler yapılmalı?

Akran zorbalığını fiziksel veya psikolojik olarak güçlü bir veya bir grup öğrencinin kendilerinden daha güçsüz öğrencileri sürekli olarak rahatsız ettiği, mağdurun kendisini koruyamayacak durumda olduğu bir saldırganlık türü olarak tanımlanıyor.

Okulda yaşanan akran zorbalığının tüm öğrencileri etkilediğini belirten Prof. Dr. Metin Pişkin, zorbalığın önlenmesi için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı:

Öğrenciler, öğretmenler, veliler hatta kantin görevlileri ile okul servisi sürücüleri bile eğitilmeli.
Sadece akademik başarıya değil, aynı zamanda karakter eğitimine de önem verilmeli, çocuklara erken yaşta olumlu değerler kazandırılmalı.
Zorbaca söz ve eylemlerin kabul edilemez olduğunun altı çizilmeli, zorbalığa sıfır tolerans tanınmalı.
Etkin okul kuralları geliştirilmeli.

Saldırgan çocuklara öfke kontrolü, özdenetim becerileri, stres yönetimi, empati, çatışma çözme ve sosyal beceri eğitimi verilmeli.
Mağdur öğrencilere kendilerini koruma becerileri kazandırılmalı.
Okul çevresinde ve okulda zorbalık eylemlerinin en sık yaşandığı yerlerde güvenlik için ek önlemler alınmalı. Özellikle nöbetçi öğretmenlerin bu bölgeleri sık sık kontrol etmesi sağlanmalı.
Okulda sosyal, kültürel ve sportif etkinliklere olabildiğince fazla yer verilmeli.

Akademik başarısı düşük öğrenciler arasında akran zorbalığı oranının daha yüksek olduğunu kaydeden Prof. Dr. Metin Pişkin, yurt dışında yapılan araştırmaların öğrenciyken zorbalık yapanların, okul bittikten sonra daha büyük suçlara karışma, mahkemelik olma, hapse düşme oranlarının diğer öğrencilere göre 4 kat daha yüksek olduğunu ortaya koyduğunu söyledi. Dolayısıyla ailelerin sadece çocuğu mağdur olduğunda değil, zorbalık yaptığında da okula gidip ona müdahale etmesini yoksa çocuğunun büyüdüğünde topluma yük olacağını, bunun önlenmesi gerektiğini vurguladı.

Prof. Dr. Metin Pişkin, zorbalığı şiddetten ayırarak “Zorbalığı şiddetten ayıran iki ölçüt vardır. Birincisi zorbalıkta taraflar arasında güç dengesizliği bulunur yani zorba güçlü, mağdur ise güçsüzdür” dedi. Pişkin, kurbanın zorbalığa haftada en az bir defa uğramasının kıstas olduğunu dile getirdi.

Zorbalık fiziksel, cinsel ve sözel de olabiliyor

Fiziksel zorbalık: Tekme atma, tokat vurma, itme, çekme.
Sözel zorbalık: Alay etme, dalga geçme, kızdırma, isim takma.
Cinsel zorbalık: Cinsel amaçlı dokunma, el, kol, göz hareketleri yapma, cinsel çağrışımı olan sözcüklerle hitap etme.
Dedikodu ve söylenti çıkarıp yayma.
Arkadaş grubundan dışlama, yalnızlaştırma.
Para veya diğer eşyalarını zorla alma, almakla tehdit etme, zarar verme.

Paylaşın

İşsizlerin Yaklaşık Yüzde 90’ı “İşsizlik Ödeneği” Alamıyor

DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR), işsizlik ödeneğinden yararlanma koşullarının ağır olması ve işsizlik sigortası kaynaklarının amacı dışında kullanılması sebebiyle işsizlerin büyük çoğunluğunun işsizlik ödeneğinden yararlanamadığına dikkat çektti.

Temmuz 2023’te TÜİK toplam dar tanımlı işsiz sayısını 3 milyon 291 bin kişi olarak açıkladı. İŞKUR’un Temmuz 2023 verilerine göre ise bu ayda işsizlik ödeneği alabilenlerin sayısı 367 bin 462’de kaldı. Böylece Temmuz 2023’te resmi işsizlerin sadece yüzde 11,2’si işsizlik ödeneği alabildi. Buna göre, 3 milyona yakın işsiz işsizlik ödeneğinden yoksun kaldı. Bu da işsizlerin yaklaşık yüzde 90’ının işsizlik ödeneği alamadığı anlamına geliyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Temmuz 2023 Hanehalkı İşgücü Araştırması (HİA) sonuçlarını 11 Eylül 2023’te yayımlandı. Buna göre, mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 9,4; mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranı (âtıl işgücü) ise yüzde 22,7 seviyesinde gerçekleşti.

TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2023 Temmuz ayında 3 milyon 291 bin oldu.

Geniş tanımlı işsizlik oranı salgından sonra yüzde 3,4 arttı

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı, Temmuz 2023’te 8 milyon 742 bin kişi olarak gerçekleşti.

TÜİK’e göre pandemi öncesinde, 2019 Temmuz’da yüzde 13,9 olan dar tanımlı işsizlik Temmuz 2023’te yüzde 9,4 olarak gerçekleşti. Bununla birlikte, DİSK-AR, aynı yıllarda geniş tanımlı işsizliğin yüzde 19,3’ten yüzde 22,7’ye yükseldiğine işaret etti. Buna göre, son 1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 8,4 milyondan 8,7 milyona yükseldi. Covid-19 pandemisi sonrası geniş tanımlı işsizlik oranı 3,4 puan, geniş tanımlı işsiz sayısı ise 2 milyon 136 bin kişi arttı.

Diğer yandan, DİSK-AR araştırmasında, işsizlik ödeneğinden yararlanma koşullarının ağır olması ve işsizlik sigortası kaynaklarının amacı dışında kullanılması sebebiyle işsizlerin büyük çoğunluğunun işsizlik ödeneğinden yararlanamadığına dikkat çekildi.

Temmuz 2023’te TÜİK toplam dar tanımlı işsiz sayısını 3 milyon 291 bin kişi olarak açıkladı. İŞKUR’un Temmuz 2023 verilerine göre ise bu ayda işsizlik ödeneği alabilenlerin sayısı 367 bin 462’de kaldı. Böylece Temmuz 2023’te resmi işsizlerin sadece yüzde 11,2’si işsizlik ödeneği alabildi. Buna göre, 3 milyona yakın işsiz işsizlik ödeneğinden yoksun kaldı. Bu da işsizlerin yaklaşık yüzde 90’ının işsizlik ödeneği alamadığı anlamına geliyor.

Temmuz 2023 HİA verilerine göre işsizlik türlerinin en yüksek olduğu kategori yüzde 31,1 ile geniş tanımlı kadın işsizliği oldu. İkinci yüksek işsizlik kategorisi yüzde 23,1 ile geniş tanımlı genç kadın işsizliği oldu. Temmuz 2023’te üçüncü en yüksek işsizlik kategorisi ise yüzde 22,7 ile geniş tanımlı işsizlik oldu.

Temmuz 2023’te dar ve geniş tanımlı işsizlik oranı arasındaki makas 13,3 puan oldu. DİSK-AR, dar ve geniş işsizlik arasındaki makasın bu denli açılmasının en önemli nedeni olarak, zamana bağlı eksik istihdam sayısı, ümidini kaybedenlerin, iş aramayıp çalışmaya hazır olanların ve iş arayıp işbaşı yapamayacak olanların sayısındaki artış olarak gösterdi.

Paylaşın

Mehmet Şimşek’in 100. Günü: Rasyonel Politikalara Dönüş Lafı Havada Kaldı

Mehmet Şimşek, Hazine ve Maliye Bakanı olarak görevdeki ilk 100 gününü doldurdu. Bu dönemi değerlendiren Prof. Dr. Aziz Konukman, Şimşek ve ekibinin, önceki dönemde ‘regülasyon’ adıyla finans ve özel sektörde yapılan ve çokça eleştirilen düzenlemeleri kaldırmadığını, sadece yumuşattığını dile getirdi. Konukman, “Geçmiş dönemin hataları tümüyle tasfiye edilmedi. Bu nedenle rasyonel politikalara dönüş lafı havada kaldı” dedi.

31 Mart 2024’te yapılması beklenen yerel seçimler öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomide köklü bir değişime müsaade etmeyeceğini savunan Konukman’a göre, faiz indirimleri ve iş dünyası ile yaşadığı gerilimler nedeniyle eleştirilen eski Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun finans sektörünü kontrol eden Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BBDK) başına getirilmesi de eski politikaların tam olarak terk edilmediğinin bir kanıtı.

Öte yandan faiz artırımına geçiş ve döviz kurlarına müdahalenin sınırlandırılması gibi uygulamaların Mehmet Şimşek’in performansı açısından doğru adımlar olduğunu kaydeden Konukman, “Böylece politika faizi ile bankaların mevduat faizlerinde kopan bağ yeniden kurulmuş oldu. Bu olumlu bir gelişme” diyor.

Bununla birlikte kamu kurumlarına yönelik olarak yayınlanan tasarruf genelgesinde Cumhurbaşkanlığı harcamalarının dışarıda tutulduğuna işaret eden Konukman, “Dolayısıyla Şimşek döneminde henüz şeffaf ve kapsamlı bir ekonomi politikası göremiyoruz. Daha net bir politika için yerel seçim sonrası bekleniyor olabilir” diye konuşuyor.

“Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır.” Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 3 Haziran’da Türkiye ekonomisinin başına getirilen Mehmet Şimşek, Hazine ve Maliye Bakanlığı görevini devralırken bu çarpıcı sözleri söylemişti.

Uluslararası piyasalarda tanınan bir isim olan Şimşek’in ‘rasyonele dönüş’ten kastı, Erdoğan’ın talimatı ile uygulamaya konan faiz indirimi politikasının rafa kaldırılması ve Türkiye ekonomisinin yeniden ‘güvenilir’ olarak algılanacağı bir döneme girmekti.

Peki Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, ilk 100 günde bu rota değişikliğini hayata geçirebildi mi, ekonomiye olan güveni yeniden sağlayabildi mi?

Sokaktaki vatandaşa göre, her geçen gün artan hayat pahalılığı ve ücretliler üzerindeki vergi yükleri nedeniyle ekonomide düzelme değil, hâlâ ciddi bir bozulma yaşanıyor.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran‘a konuşan market işletmecisi Serkan Adıgüzel, “Ben bir esnaf olarak ekonomide bir iyileşme görmüyorum” diyor. Mehmet Şimşek’in ekonominin başında olduğu son 100 günde iğneden ipliğe her şeye zam gelmeye devam ettiğini dile getiren Adıgüzel, önceki Hazine ve Maliye Bakanı Nurettin Nebati’yi hatırlatarak, şunları söylüyor:

“Nebati’den de memnun değildik ama Şimşek gelince de akaryakıttan gıdaya zam yağmuru artarak sürüyor. Ekonominin bu şekilde nasıl düzeleceğini bilmiyorum. Bizim de müşterinin de alım gücümüz çok düştü. Değil bir yıl sonrayı, bir gün sonrayı bile planlayamıyoruz.”

Özel bir şirkette çalışan Selma Demir de ekonomide hiçbir iyileşme olmamasından yakınıyor. Şimşek liderliğindeki ekonomi yönetiminin son üç ayda yaptığı faiz artırımı ve vergi artışları gibi düzenlemelerin ücretli kesim açısından daha fazla yoksulluk getirdiğini söyleyen Demir, “Her geçen gün alım gücümüzün azaldığını söyleyebilirim. Çalışan insanlar olarak bizler ciddi bir geçim mücadelesi veriyoruz. Memurlara bile yapılan zam ortada. Açıkçası gelecek açısından hiç umudum yok” diye konuşuyor.

Türkiye’de vatandaşlar açısından ekonomide kayda değer bir düzelme olmasa da, Şimşek liderliğindeki ekonomi yönetimi son 100 günde, ekonomide yaşanan eksen kaymasına karşı bir dizi adım atmayı başardı.

Şimşek’in göreve gelmesinden birkaç gün sonra, 9 Haziran’da Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) başına ABD ve Avrupa finans dünyasında tanınan bir isim olan Hafize Gaye Erkan getirildi. Aynı günlerde Erdoğan, ‘Faiz artışını kabullendik’ açıklamasıyla, yeni dönemin işaret fişeğini atmış oldu. Böylelikle Merkez Bankası, Eylül 2021’de başlayan faiz indirim sürecine son verdi.

Bu dönemde yüzde 19’dan yüzde 8,5’e kadar indirilen politika faizi, Haziran sonunda yüzde 15’e çıkarıldı. Temmuz ayında yüzde 17,5’e çıkarılan faiz, son olarak 25 Ağustos’ta gerçekleştirilen Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısı sonrasında beklentileri aşarak yüzde 25’e yükseltildi. Türkiye’nin yüksek enflasyon karşısında faiz artırımına dönmüş olması hem yurt içi hem de yurtdışı piyasalar ve yatırımcılar açısından olumlu karşılandı.4

Ancak Erdoğan’ın ekonomi yönetimi üzerindeki gölgesi, faiz artırımlarının beklentilerin çok altında kalmasına neden oldu. Şimşek ve ekibinin enflasyonla gerçek bir mücadele yürütebilmesi için politika faizinin yüzde 40’lara kadar çıkarılması gerektiği belirtiliyor. Fakat ekonomi oyuncuları içerisinde, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomide ciddi bir durgunluğa yol açabilecek böylesi bir faiz artışına izin vermeyeceği görüşü hâkim.

“Rasyonel politikalara dönüş lafı havada kaldı”

Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi İktisat Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Aziz Konukman’a göre, Mehmet Şimşek öncesinde ekonomi yönetiminin Erdoğan’ın talimatları ile uyguladığı yanlış politikalardan dönüş o kadar kolay olmayacak.

Şimşek ve ekibinin, önceki dönemde ‘regülasyon’ adıyla finans ve özel sektörde yapılan ve çokça eleştirilen düzenlemeleri kaldırmadığını, sadece yumuşattığını dile getiren Prof. Konukman, “Geçmiş dönemin hataları tümüyle tasfiye edilmedi. Bu nedenle rasyonel politikalara dönüş lafı havada kaldı” diyor.

31 Mart 2024’te yapılması beklenen yerel seçimler öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ekonomide köklü bir değişime müsaade etmeyeceğini savunan Konukman’a göre, faiz indirimleri ve iş dünyası ile yaşadığı gerilimler nedeniyle eleştirilen eski Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun finans sektörünü kontrol eden Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun (BBDK) başına getirilmesi de eski politikaların tam olarak terk edilmediğinin bir kanıtı.

Öte yandan faiz artırımına geçiş ve döviz kurlarına müdahalenin sınırlandırılması gibi uygulamaların Mehmet Şimşek’in performansı açısından doğru adımlar olduğunu kaydeden Konukman, “Böylece politika faizi ile bankaların mevduat faizlerinde kopan bağ yeniden kurulmuş oldu. Bu olumlu bir gelişme” diyor.

Bununla birlikte kamu kurumlarına yönelik olarak yayınlanan tasarruf genelgesinde Cumhurbaşkanlığı harcamalarının dışarıda tutulduğuna işaret eden Konukman, “Dolayısıyla Şimşek döneminde henüz şeffaf ve kapsamlı bir ekonomi politikası göremiyoruz. Daha net bir politika için yerel seçim sonrası bekleniyor olabilir” diye konuşuyor.

Türkiye’nin risk algısında düzelme

Her şeye rağmen faiz artırımlarının sürmesi ve Bakan Şimşek’in genellikle sosyal medya hesabından yaptığı sözlü yönlendirmeler, Türkiye ekonomisine ilişkin beklentileri belirli ölçüde düzeltmeyi başardı. Şimşek ve Erkan, yaz ayları boyunca hem Avrupalı ve ABD’li yatırımcılarla hem de Körfez ülkelerinin yatırımcıları ile bir araya geldi ve Türkiye ekonomisinin yeni dönem hedeflerini anlatarak yatırım çekmeye çalıştılar. 28 Mayıs seçimleri öncesinde 700 puanı aşan Türkiye’nin kredi risk primi (CDS), Eylül başı itibariyle 400 puanın altına inmiş durumda.

Yeni ekonomi yönetiminin ilk 100 gününde ihracatçı şirketler ile küçük ve orta ölçekli işletmelerin kredi kaynaklarına daha rahat ulaşması konusunda bazı düzenlemeler yapılırken, 1 Eylül itibariyle 3 trilyon TL büyüklüğe ulaşan Kur Korumalı Mevduat (KKM) uygulamasından kademeli olarak çıkış için bankaların TL mevduatları özendirecek adımlar atmasına yönelik harekete geçildi.

Buna karşın, 5 Temmuz’da Türkiye’nin bütçe açığını gidermek amacıyla uygulamaya konan kapsamlı vergi artışları, Türkiye’de iğneden ipliğe tüm mal ve hizmetlere zam yapılmasının önünü açtı. Mehmet Şimşek göreve geldiğinde yüzde 38 olan yıllık enflasyon, Eylül 2023 itibariyle yüzde 59’a yükseldi. Bu dönemde Türk Lirası da ABD Doları ve Euro’ya karşı tarihinin en düşük seviyesini gördü.

Enflasyondaki yükselişin önümüzdeki aylarda da sürmesi bekleniyor. TCMB Başkanı Erkan, yıl sonu için tahminlerinin yüzde 58 olduğunu açıklamıştı. Ancak bu beklentinin henüz Ağustos ayında gerçekleşmiş olması, yıl sonunda enflasyonunun yüzde 70’lere çıkabileceği ihtimalini güçlendirdi. Hatta 6 Eylül’de açıklanan 3 yıllık yeni Orta Vadeli Program’da (OVP) da 2023 yılsonu enflasyon beklentisi yüzde 65’e çıkarıldı.

Bununla birlikte hem ulusal hem uluslararası yatırımcıların merakla beklediği OVP’de yer alan büyüme, enflasyon, bütçe açığı gibi makro verilere ilişkin öngörüler önceki OVP’lere göre daha gerçekçi bulunsa da, hâlâ kapsamlı bir ‘istikrar programı’ açıklanmamış olması, yerel seçim sonrasına kadar enflasyonla mücadelenin ‘düşük yoğunluklu’ sürdürüleceğine dair görüşleri güçlendirdi.

“Ekonomide belirsizlik devam ediyor”

Peki önümüzdeki aylarda Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek ve ekibi, ekonomide nasıl bir rota izleyecek?

Boğaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ceyhun Elgin, bu soruya “Seçime kadar mevcut politikalar korunacak. Ama seçimden sonra siyasi ve hukuki açılımlar olmadan, Şimşek’in tek başına ekonomide yapabileceği çok bir şey yok” yanıtını veriyor.

Şimşek döneminde daha rasyonel bir bakış açısıyla ekonomideki sorunların ortaya konduğunu ancak şeffaflık ve güven tesis etmek ile ilgili hâlâ başarı sağlanamadığını vurgulayan Prof. Elgin, “Evet Şimşek döneminde piyasa beklentilerine ve iktisat teorilerine uygun kararlar alınıyor. Merkez Bankası yönetiminin de önceki yönetime göre çok daha kaliteli olduğu bir gerçek. Ama hâlâ neyin ne zaman olacağını öngörmek mümkün değil. Belirsizlik devam ediyor. Enflasyonunun bedelini sabit ücretli ve dar gelirli insanlar ödüyor” şeklinde konuşuyor.

Mart 2024 sonundaki yerel seçimlerin ardından eski yanlış politikalara dönülüp dönülmeyeceğinin garantisinin olmadığını da dile getiren Prof. Elgin, şu değerlendirmede bulunuyor:

“Ekonomideki sorunlar sadece tek başına Mehmet Şimşek’in atacağı adımlarla çözülecek bir şey değil. İçeride ve dışarıda güven duyulan bir ekonomi haline gelebilmek için siyasi ve hukuki reformların da eşgüdümlü olarak hayata geçirilmesi gerekiyor. Ancak Türkiye’deki yönetim tarzı şu an bu noktadan çok uzakta gözüküyor.”

Paylaşın

Yeşil Sol Parti’de İsim Değişikliği: DHP, HEDEP, HEP…

Yeşil Sol Parti’de ekim ayı ortalarında düzenlenmesi planlanan kongre hazırlıkları sürüyor. Halk toplantıları, çalıştay ve konferanslarda Yeşil Sol Parti için en fazla önerilen isimlerin başında, Demokratik Halklar Partisi’nin (DHP) geldiği belirtiliyor.

Önerilen isimler arasında ayrıca Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP), Halkların Eşitlik Partisi (HEP), Özgür Toplum Partisi (ÖTP), Özgür Yaşam Partisi (ÖYP), Yeni Yaşam Partisi (YYP) yer alıyor.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti), Ekim ayı ortalarında düzenlenmesi planlanan kongre hazırlıkları sürüyor. İki gün süren Kadın Konferansı’ndan sonra dün başlayan ve bugün devam eden Büyük Konferans’tan sonra partinin yeni tüzüğü ve programı da netleşecek.

Yeşil Sol Parti’nin isim değişikliği de konferansın gündemleri arasında yer aldı. 10 Temmuz’da başlayan birçok kentte düzenlenen halk toplantıları ve ardından yapılan atölye ile çalıştaylarla gündeme gelen isim değişikliğinin, bugün sona erecek olan konferansta bir netlik kazanması bekleniyor.

Mezopotamya Haber Ajansı‘nda yer alan habere göre, basına kapalı yapılan konferansta birçok konu başlığının yanı sıra toplantılar serisinde önerilen partinin yeni isimleri de gündeme geldi. Toplantılarda yaklaşık 20 isim önerisi yapıldı. Öneriler parti isimlerinde içinde “demokrasi” ifadesi geçenler ağırlıkta.

En çok önerilerin isimlerin başında Demokratik Halklar Partisi’nin (DHP) geldiği belirtiliyor. Önerilen isimler arasında ayrıca Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (HEDEP), Halkların Eşitlik Partisi (HEP), Özgür Toplum Partisi (ÖTP), Özgür Yaşam Partisi (ÖYP), Yeni Yaşam Partisi (YYP) gibi isimler de bulunuyor.

Konferansta isim değişikliğinin yanı sıra ekim ayında yapılacak olan kongreye sunulmak üzere birçok karar tasarısı da hazırlanacak. Konferanslarda ayrıca toplantı dizilerinde yapılan öneriler ışığında yeni dönemin politik hattı da belirlenecek.

Paylaşın

Ekonomi Yönetiminin 100. Günü: İstikrar Programı Halen Açıklanmadı

Mehmet Şimşek’in tam yetkili Hazine ve Maliye Bakanı olarak atanmasının üzerinden 100 gün geçti, ama istikrar programı halen açıklanmadı. Yapısal bir dönüşüm sağlamak ve yüksek katma değerli üretimi desteklemek amacı ile maliye politikasının somut adımlar atması gerekiyor.

Eğitim sisteminde ezberci sınav sisteminden çıkıp eğitimde fırsat eşitliğine imkan tanıyacak politikalar, üretkenliği ve katma değeri yüksek sektörlerin doğru teşviklerle desteklenmesi ve bu vesile ile üretim kapasitesinin artıp maliyetlerin düşmesi lazım.

Gelir vergisinde yaşanan erozyonun sona ermesi ve dolaylı vergilerin payının azalması gerekiyor. Kredi kompozisyonunda tüketim kredilerini azaltıp, üretim odaklı ticari kredilerin artırılmasına yönelik teşvikleri bu yolda atılmış bir adım olarak değerlendirebiliriz.

Ancak bunun ötesinde kapsamlı bir kalkınma modeli henüz açıklanmadı ve eylem planı için Ekim’e işaret edildi. Bu gecikme endişe verici.

En son yaşadığımız büyük kriz olan 2001 dönemini hatırlayacak olursak, 1 Mart 2001 tarihinde ABD’den apar topar Türkiye’ye getirilen ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak atanan Kemal Derviş, ayağının tozuyla 13 Mart tarihinde Meclis’te yemin etmiş, 14 Nisan’da ise “Güçlü Ekonomiye Geçiş” Programı’nı açıklamıştı.

Yeni ekonomi yönetimi görevde ilk 100 günü doldurdu. Koç Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Selva Demiralp, bu süreci BBC Türkçe‘ye değerlendirdi.

100 gün, seçim vaatlerinin uygulamaya sokulabileceği kadar uzun ancak uzun soluklu sonuç alınamayacak kadar kısa bir süre. Bununla birlikte, ilk 100 günde atılan tohumlar, hasat zamanı ne toplayacağımızın da bir göstergesi olabilir.

Seçimler öncesi, Cumhur İttifakı’nın kazanması halinde 100 gün sonrasında beklediğim senaryodan çok daha iyi bir yerde olduğumuzu düşünüyorum. Zira seçim kampanyası boyunca bana büyük endişe veren ekonomi politikalarından duyulan memnuniyet dile getirilmiş ve herhangi bir değişim sinyali verilmemişti.

Oysa seçim sonrasında adeta bir muhalefet partisi kazanmışcasına eski kadrolar ve izlenen politikalar büyük ölçüde terk ediliyor.

Mehmet Şimşek görevi teslim alırken, “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönmekten başka çaresi kalmamıştır” demişti. Eski politikaların tasfiyesi amacı ile ortodoks politika ile uyumlu adımlar atılıyor. Bu adımlar uzun soluklu olur mu? Bilmiyorum. Daha iyisi yapılabilir miydi? Evet.

AKP’nin 2023 seçim kampanyasında yer alan ekonomik hedefler 2018 seçimlerindeki hedeflere benzerdi: Cari açıkta daralma, enflasyon tek hane, yüksek büyüme, kişi başına düşen milli gelirde artış sözü verildi.

Bu genel hedefler muhalefet partilerinin hedefleri ile de örtüşüyordu. Her iki ittifak da bu hedeflere ilave olarak katma değerli üretime, inovasyona, kalkınmaya vurgu yaptı. Aradaki fark neydi?

Bence seçim vaatlerindeki en önemli farklardan birisi muhalefetin bu hedeflere ulaşabilmek için ortodoks politikalara dönüşü önceden öngörmesi ve bunun sonucu oluşacak acı reçetenin dağılımında kafa yorması, sabit gelirlilere bu yükün ödetilmeyeceği sözü verilmesi idi.

İktidarın 2018’de bahsettiğim hedefleri, büyüme hariç tutmadı. Büyüme verisi ise kur krizinin yaşandığı 2018 yılı dışında, pandemiye rağmen yüksek geldi.

Öte yandan enflasyonist ortamda, üretkenlik artışı ile desteklenmeyip, düşük faizle desteklenen büyüme toplum genelinde hissedilemedi. 2023’de 25 bin dolara yükseltilmek istenen kişi başı milli gelir 9 bin dolara geriledi. % 15’ten tek haneye indirilmesi umulan enflasyon % 50’li seviyeleri aştı.

Bu sefer farklı olabilir mi?

Yeni ekonomi ekibinin 2018 sonrası uygulanan politikalardan hoşnut olmadığı net. Peki değişiklik yapacak kurumsal kapasite ve yetkisi var mı? Ne kadar süreyle var? Kritik sorular bunlar.

4 Haziran 2023’de görevi devralan yeni ekibin ilk işi bu dengesizliklerin altında yatan düşük faiz politikalarından çıkış amacı ile sıkı para politikasına geçmek oldu. Gelgelelim, rota doğru yöne çevrilmiş olsa da ilk 100 günde kaydedilen ilerleme yavaştı.

Seçim öncesi dönemde ertelenen akaryakıt zamları, deprem ve seçim harcamaları ile artan bütçe açığını kontrol amacı ile artan dolaylı vergiler, kurda izin verilen gevşeme ile birleşince, yıl sonu enflasyon tahminleri % 70’leri zorlar hale geldi. Ancak enflasyon beklentisi bu kadar yüksekken merkez bankası üç ayda politika faizini sadece % 25’e çıkarılabildi.

Bir an için Merkez Bankası’nın kurumsal bağımsızlığının tekrar tesis edildiğini ve niyetinin de kendi özgür iradesi dahilinde ilk 100 günde politik faizini toplam 16,5 puan artırmak olduğunu varsayalım.

Bu durumda merkez bankası bu faiz artışlarının sıralamasını 650, 250 ve 750 baz puan yerine 750, 650 ve 250 baz puan şeklinde büyükten küçüğe yapabilirdi.

İki senaryoda da toplam faiz artışı aynı olur dolayısı ile şirketler ve bankacılık sistemi üzerindeki görece yük değişmezdi. Ancak ikinci senaryo birinciye göre daha önden yüklemeli bir anlayışı temsil edip, enflasyon beklentilerini daha çabuk kontrol altına alabilirdi.

Oysa V-benzeri, yani önce daha yüksek, sonra daha az, sonra en yüksek faiz artışına giden bir Merkez Bankası bir plan dahilinde hareket eder izlenimi vermiyor. Son toplantıda gelen “jumbo” faiz artırımı enflasyon raporunda bahsedilen “kademeli” artış sinyali ile de çelişiyor.

Daha ziyade Para Politikası Kurulu’na (PPK) eklenen yeni üyelerle ikna gücü artmış, ancak kurumsal bağımsızlığı tam oturmadığı için bir sonraki adımı da net olmayan bir Merkez Bankası izlenimi ediniyorum.

Enflasyon sadece enflasyonu göstermiyor

Bu noktada enflasyon probleminin sadece hatalı kurgulanmış para politikasının sonucu olmadığını, erozyona uğramış kurumsallık, yapısal reformlarda ihmal, yatırım iştahında düşüş, vergi sisteminde çarpıklıklar ve potansiyel üretim kapasitesinde yaşanan gerileme gibi çok daha derin sorunların yüzeye çıkması ile alakalı olduğunu hatırlatmak lazım.

Bu sebeple, sadece para politikasını (yavaş da olsa) düzeltmek enflasyonu ve ekonomik problemleri çözmeye yetmeyecektir.

Henüz enflasyonla mücadelenin kalıcı olup olmayacağını bilmediğimiz gibi acı reçeteden oluşacak maliyetin düşük gelir kesimlerinden alınıp, daha yukarıya dağıtılıp dağıtılmayacağını bilmiyoruz. Geçtiğimiz hafta açıklanan Orta Vadeli Program (OVP) söz konusu bedelin oldukça küçük olacağını varsaymış görünüyor. Zira önümüzdeki 4 yılda ciddi bir dezenflasyon hedefi olsa da bunun büyüme ve işsizliğe yansımasının çok düşük tutulduğunu gözlemliyoruz. Acı reçetenin bedeli resmi rakamlara yansımayınca nasıl paylaştırılacağına dair bir tartışma için de uygun zemin oluşmuyor maalesef.

Yapısal bir dönüşüm sağlamak ve yüksek katma değerli üretimi desteklemek amacı ile maliye politikasının somut adımlar atması gerekiyor. Eğitim sisteminde ezberci sınav sisteminden çıkıp eğitimde fırsat eşitliğine imkan tanıyacak politikalar, üretkenliği ve katma değeri yüksek sektörlerin doğru teşviklerle desteklenmesi ve bu vesile ile üretim kapasitesinin artıp maliyetlerin düşmesi lazım.

Gelir vergisinde yaşanan erozyonun sona ermesi ve dolaylı vergilerin payının azalması gerekiyor. Kredi kompozisyonunda tüketim kredilerini azaltıp, üretim odaklı ticari kredilerin artırılmasına yönelik teşvikleri bu yolda atılmış bir adım olarak değerlendirebiliriz.

Ancak bunun ötesinde kapsamlı bir kalkınma modeli henüz açıklanmadı ve eylem planı için Ekim’e işaret edildi. Bu gecikme endişe verici.

En son yaşadığımız büyük kriz olan 2001 dönemini hatırlayacak olursak, 1 Mart 2001 tarihinde ABD’den apar topar Türkiye’ye getirilen ve Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı olarak atanan Kemal Derviş, ayağının tozuyla 13 Mart tarihinde Meclis’te yemin etmiş, 14 Nisan’da ise “Güçlü Ekonomiye Geçiş” Programı’nı açıklamıştı.

Paylaşın

Sudan’ın Başkenti Hartum’da Pazar Yerine Bombalı Saldırı: En Az 40 Ölü

Sudan’ın başkenti Hartum’daki bir pazar yerine düzenlenen saldırıda en az 40 kişi hayatını kaybetti. Saldırıda  çok sayıda kişinin de yaralandığı ve can kayıplarının artmasının muhtemel olduğu duyuruldu.

Sudan’da 15 Nisan’da başlayan iç savaşta, yerleşim bölgelerindeki çatışmalar yoğunlaştıkça sivil can kayıpları da yükseliyor. Geçen hafta da bir hava saldırısında ikisi çocuk, en az 20 kişinin öldüğü açıklanmıştı.

Sudan’ın başkenti Hartum’da bir pazar yerine düzenlenen hava saldırısında en az 40 kişinin öldüğü bildirildi. Yaralıların hastaneye taşınmaya devam ettiği bu nedenle ölü sayısının artabileceği kaydedildi. Yerel gönüllülerin bildirdiğine göre başkentin güneyinde bulunan Quoro pazarına hava saldırısı düzenlendi.

Saldırının ardından ilk önce 11 olarak açıklanan ölü sayısının 40’a yükseldiği kaydedildi. Bölgede bulunan gönüllüler, çok sayıda kişinin de yaralandığını ve can kayıplarının artmasının muhtemel olduğunu belirtti.

MSF’in Acil Durumlar Koordinatörü Mari Burton, Hartum’un “en az altı aydır savaşta olduğunu” belirtti.

Burton daha önce Twitter olarak bilinen X’te yaptığı paylaşımda “Ancak yine de, Başayr Hastanesi’ndeki gönüllüler ve doktorlar kenti vuran dehşetin boyutları nedeniyle şoke oldular” dedi.

MSF, “patlayıcı silahların” marketi vurduğunu, “düşünülemeyecek acı ve yaşam kaybıyla geçen bir günde daha hava saldırılarının ve top ateşinin devam ettiğini” söyledi.

MSF ayrıca “Patlama nedeniyle bedenlerinden parçalar kopan insanların hayatını kurtarmaya çalışıyoruz. Tam bir kaostu” diye de ekledi.

Sudan, Genelkurmay Başkanı Abdül Fettah el Burhan ve milis grubu Hızlı Destek Kuvvetleri’nin (RSF) komutanı General Hamdan Dagalo’nun arasının açılmasıyla iç savaşa sürüklenmişti.

Çatışmalar yüzünden binlerce kişi ölürken, beş milyon dolayında insan evlerini terk etmek zorunda kaldı. Savaştan en çok başkent Hartum ve ülkenin batısındaki Darfur bölgesi etkilendi.

RSF, Hartum ve bitişiğindeki Ombdurman ve Bahri kentlerinin büyük kısmını kontrolü altında tutuyor.

Sudan Ordusu buraları geri alabilmek için sık sık hava saldırıları düzenliyor. Geçen hafta da bir hava saldırısında ikisi çocuk, en az 20 kişinin öldüğü açıklanmıştı.

ABD, Suudi Arabistan ve diğer ülkeler taraflar arasında arabuluculuk yapmaya çalışsa da, şu ana dek sonuç alınamadı. Sivillerin kaçabilmesi için varılan birkaç ateşkes anlaşması da tutmadı.

(Kaynak: Eurnews Türkçe, BBC Türkçe)

Paylaşın

YSP’li Kılıçgün Uçar: Pusulamız HDP Paradigması

Partisinin “Büyük Konferans” toplantısında konuşan eşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, “HDP’nin birikiminin, kazanımının ve paradigmasının özü üzerinden bugün bir aradayız. HDP’ye inanan, güç veren, emek veren bütün arkadaşlara sonsuz teşekkürler” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Kurulduğu günden beri çok ciddi başarılara, Türkiye siyasi tarihiyle birlikte ciddi bir birikime sahip olan HDP, özellikle 2015’te ulus devletin bugüne kadar bütün kodlarını bozmuştur. HDP’nin paradigması AKP tarafından yenilememiştir. Bundan sonra yol yürüyeceğimiz Yeşil Sol Parti’nin mücadele pusulası emek verdiğimiz HDP paradigmasıdır.”

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi’nin (Yeşil Sol Parti) yeniden yapılanma ve inşa süreci kapsamında gerçekleştirdiği “Büyük Konferans”, bugün Ankara Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nde başladı. Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Çiğdem Kılıçgün Uçar, konferansın açılışında bir konuş yaptı. Sözlerine Kürtçe başlayan Kılıçgün Uçar, şunları söyle:

“Merheba hûn bir xêr hatin, li ser seran li ser çavan hatin. Li ser navê Partiya Çepên Kesk silavên xwe pêşkêşî we dikim. Ma bi xêr dî sarê ma, sima bi xeyr ameyê, çimanê mi ser, sereyê mi ser ameyê. Ma di rojî pîya yîme. Vizêr ma se kerd ewro se kenîme, mest ma do se bikerîme ma do di rojî pêropîya qisey bikerîme. Kêmanîyê ma bî, ma gegane nêresayî jûbînî, la wa bo. Ma xoverdayîşê xo heta nika ca nêverda nika ra tepîya kî ca nêverdanîme. Bizanîme ke ma ney ê teng der ê. Coka mîyanê ziwanê înan de şer est o, herb est o, ceng est o. Înan qiseyê xo xelisnayî, kerdenê xo xelisnayî. Ma vanê ke bêrê êndî. Cinî, camêrd, karker urzîme! Zanîme ke roj tarîye ra dima yena. Raya ma akerde bo.

HDP’nin birikiminin, kazanımının ve paradigmasının özü üzerinden bugün bir aradayız. HDP’ye inanan, güç veren, emek veren bütün arkadaşlara sonsuz teşekkürler. Kurulduğu günden beri çok ciddi başarılara, Türkiye siyasi tarihiyle birlikte ciddi bir birikime sahip olan HDP, özellikle 2015’te ulus devletin bugüne kadar bütün kodlarını bozmuştur. HDP’nin paradigması AKP tarafından yenilememiştir. Bundan sonra yol yürüyeceğimiz Yeşil Sol Parti’nin mücadele pusulası emek verdiğimiz HDP paradigmasıdır.

Yeni bir yüzyıla girdik. AKP-MHP iktidarı yeni yüzyılı anlata anlata bitiremedi. Biz de bunu değiştirme ve halkların yüzyılı yapma konusunda ısrarcıyız. AKP savaş politikalarını derinleştirmeye devam ediyor, yetmedi kirli ittifaklarla bu işi genişletmeye çalışıyor. En önemli meselelerden biri şudur; devlet şiddeti karşısında eşitiz, AKP-MHP hukuksuzluğu karşısında çok eşitiz, hukuksuzluk karşısında eşitiz, en çok da yoksulluk karşısında eşitiz. AKP seçimden sonra rasyonel politikalara döneceğiz dedi. Bu şunun itirafı; şimdiye kadar yaptıkları rasyonel değildi ve felaketin sebebi yürüttüğü ittifaklardı. İtiraf ettiği bir şey daha vardı; kapitalist çevreleri kıblesi olarak bizlere gösterdi. Bu durum bize nasıl yansıyor?

Daha maaş zamları cebe girmeden bunlar zamlarla halkın cebinden çıkıyor. Halkı nefessiz bırakan bir ekonomik siyaset yürütüyorlar. Bugün bu konferansta en çok konuşmamız gereken şey AKP’yi ayakta tutan savaş ekonomisidir. Adil ve eşit bir düzen kurmak zor mu, elbette değil. Hukuksuzlukta, adaletsizlikte eşitlendiğimiz bütün kesimlerle birlikte AKP’nin savaş ekonomisini teşhir etmek durumundayız. Savaş ekonomisini barışın ve emeğin lehine dönüştürecek şekilde yeniden düzenlemek zorundayız. Bunun için hiçbir kurtarıcıya ihtiyacımız yok. Bu güç bu salondadır.

Bu salon adil, eşitlikçi, demokratik ekonominin temelini her beraber kuracaktır. Adalet Bakanı bir önceki yasama dönemi bittiğinde büyük bedellerle kazandığımız nafaka hakkını elimizden alınacağını söyledi. Özellikle Medeni Kanunda yapılacak bir düzenleme ile nafakayı hedef alıyorlar. Yine biliyorsunuz torba yasa ile birlikte bir infaz düzenlemesi yapıldı. Kadın katilleri, taciz ve tecavüz failleri serbest bırakılıyor. Ve son 2 ay içerisinde 110 bin kişi cezaevinden serbest bırakılmış. Yine bir başka proje var, ÇEDES Projesi. Okulların açıldığı dönemde okullara manevi danışmanlar atanıyor. Kadın Konferansımızda da uzun uzun konuştuk bunları ve yol haritamızı belirledik.

En önemli sorun olarak Kürt sorununu görmeyen bir devlet aklıyla karşı karşıyayız. Kürt sorunu bir inkar ve imha sorunu. Kürt sorununda geldiğimiz aşamayı anlamak için son 10 gün içerisinde yaşananlara bakmamız yeterli. Halkımızın çocuklarının cenazeleri kutular içerisinde ailelere verildi. Devletin direksiyonunda oturan AKP-MHP çok ahlaksız bir kırım savaşı yürütüyor. Cenazesi 7 gün sokakta bekletilen Taybet Ananın kızı Hezni İnan’ın yanmış elbiseleri geçtiğimiz günlerde bir poşet içerisinde ailesine teslim edildi. Bizim esas ve gerçek gündemlerimiz bunlar olmalı. Bu kırılmadan ne Kürt halkının ulaşmak istediği hedefe doğru yol alabiliriz ne de Türkiye halklarının ulaşmak istediği hedeflere ulaşabiliriz.

Buradan sorumlulara ve iktidara sesleniyoruz; o mezarlar Kürt halkının tarihidir, o mezarlar bizim tarihimizdir. İnan ailesine gönderdiğiniz poşetten iki şey çıktı; birisi devletin vahşeti ve kırımı, diğeri ise Kürt halkının direnişi. Bu halk diz çökmedi, çökmeyecek. Bu halk biat etmedi, etmeyecek. AKP’nin yeni yüzyıl vizyonunda cezaevleri de var. Yeni cezaevi yapma hayali olan bir iktidarla karşı karşıyayız. Cezaevlerinde işkence var, cezaevlerinde ölümler var, cezaevlerinde siyasi rehineler var. Birçok arkadaşımızın cezaevlerinde yaşadığı hukuksuzluğu ve rehine siyasetini hatta bir ölüm rejiminin cezaevlerinde uygulandığını görmemiz gerek. Nerede bir muhalif varsa, nerede AKP-MHP iktidarı karşısında söz kuran biri varsa, kadın, emekçi, gazeteci, siyasetçi bugün hepsi cezaevinde.

2022 yılında cezaevlerinde 81 kişi hayatını kaybetmiş. 561 ağır hasta tutsak var, 1500’den fazla hasta tutsak var. Erzincan L Tipi Cezaevinde yaşamını yitiren 70 yaşındaki kanser hastası Şakir Turan’a bu devletin Adli Tıp Kurumu ‘cezaevinde kalabilir’ raporu verdi. Ailesi gidip kendisi ile görüştüğünde hastanenin bodrum katında en soğuk, en özensiz, en sağlıksız yerde ailesiyle vedalaşması bile zar zor yapıldı ve hayatını kaybetti.

Bundan bir hafta sonra Erdoğan ATK kararını beklemeden Madımak Katliamı faillerinden Hayrettin Gül’ü serbest bıraktı. 14 Eylül de Madımak Katliamının zamanaşımına uğrama tarihidir arkadaşlar. Cumhurbaşkanı bu affetme ile bir mesaj gönderiyor. Bu dava bitmiştir diyor. Katliamı gerçekleştirenler bu ülkenin cumhurbaşkanı tarafından affedilmiştir, suçsuz bulunmuştur. Alevi toplumunun bu konuda yürüttüğü mücadelenin yanında olduğumuzu kaydetmek isterim. Onlarca infaz düzenlemesi yapıldı ama politik tutsaklar hiçbir şekilde yararlanmadı.

300 politik tutsağın çok su kullandığı gerekçesiyle, çok kitap okuduğu gerekçesiyle, ALES’e girmediği gerekçesiyle, zılgıt çektiği gerekçesiyle, Kürtçe şarkı söylediği gerekçesiyle infazları yakıldı. Cezaevleri işkence evlerine dönüşmüş durumda. Patnos Cezaevinde kadın arkadaşlarımız erkek gardiyanların yaptığı sayıma izin vermedikleri için işkenceye maruz kaldılar, hücreye atıldılar. 90’larda bıraktığımızı düşündüğümüz Hizbul-Kontra yöntemiyle yani domuz bağı ile bağlandılar. Avukat arkadaşlarımız ve her birimiz bu mücadelenin takipçisi olmaya devam edeceğiz.

Türkiye’de Kürt sorununu derinleştiren AKP’nin Dışişleri Bakanı Ortadoğu’da bu savaşı sürdürmenin ittifaklarını yaratmaya çalışıyor. 2015 yılından beri Kürt düşmanlığı için ittifak arayan bir iktidarla karşı karşıyayız. En son Deyrazor’da yaşananlara bütün dünya tanıklık etti. Orada yaşananlar bir provokasyon.

Bu devlet kendi içinde kriz yaşıyor ve bunu aşmak için Kürt sorununu derinleştirmeye ve Kürt halkının kazanımlarına müdahale etmeye yöneliyor. Son iki hafta içerisinde İran, Irak, Rusya, Körfez ülkelerine seferler düzenlendi. Bu seferlerden Kürt halkının kazanımlarına savaş açma kararı çıkardılar. Deyrazor’da yaşanan provokasyonu bütün dünya seyrediyor. IŞİD çetelerini bize Arap aşiretler olarak göstermeye çalıştılar. Açıkça ifade edelim, Deyrazor’da yaşanan ikinci bir Kobanî kuşatması gibidir. O gün Kobanî’nin düşmesini bekleyenler, bugün Deyrazor’da yaşananların müsebbibidir, failleridir.

Kobanî ve Rojava’da bugün mücadelesini yürüttüğümüz tüm dünyaya örnek olan bir ortak yaşam örneği var. Bugün de Deyrazor’da Kürt Arap birlikteliği ve ortak yaşama karşı bir saldırı ile karşı karşıyayız. Kobanî’de oluşan bu birlik Suriye’nin kuzeyinde o kadar etkili bir hale geldi ki özgür ve demokratik Suriye’nin gerçekleşmesinde öncü güç olacak. Arap-Kürt birliğine karşı mevcut iktidar bütün kanallarla saldırmaya devam ediyor. HDP nasıl ki Kobanî direnişi karşısında halkların ortak direnişini savunduysa, Yeşil Sol Parti de Arap ve Kürt halkının ortak mücadelesini sahiplenmeye devam edecek.

“Kürt sorunu bir demokrasi sorunudur”

Kürt sorunundan bahsettiğimizde en önemli başlıklardan biri elbette tecrit olmak durumunda. Kürt sorunu bir güvenlik sorunu değil. Kürt sorunu bir demokrasi sorunu, bir özgürlük ve statü sorunudur. Ama devlet Kürt sorunu konusunda sorumluluk almayan aklıyla bizleri cezaevleri ve mahkemelerle baş başa bırakıyor. Herkes biliyor bu ülkenin mahkeme tutanakları Kürt halkının mücadelesini savunduğu dosyalarla doludur.

Dönüp oraya bile baksalar bu halkın mücadelesinden vazgeçemeyeceğini, kazanımlarını sahipleneceğini görecekler. Yine birilerinin ortalığı karıştırmak istediği ve Kürtleri savaşa sürüklemek istediği çok açık. “Deyrazor yerlidir millidir” diyenlerdir bunun failleri. Kucaklaşma fotoğraflarını her birimiz gördük. Bu kucaklaşmadan halklar lehine bir şey çıkmadı, çıkmayacak. Bu kucaklaşmadan Kürtlere ölüm ve Kürt halkının bütün kazanımlarının gaspından öte bir şey çıkmayacaktır.

Kürt sorunu aslında inkara dayalı. Bu inkarın en derinleştiği yer tecrittir. Çünkü tecrit Kürt sorununda inkardır. Bu inkar üzerinden dört bir taraftan savaş devam ediyor. Öyle ki tecridi konuşmak bile tecrit edilir hale geldi. Alanlarda vekil arkadaşlarımız, mücadele arkadaşlarımız bu konuyla ilgili her sözlerinde ciddi saldırıyla karşı karşıya kalıyor. Yaptığımız doğru. Çünkü bize saldıranlar Kürt halkının kimliğini, dilini, kültürünü, tarihini tanımayanlardır. Ne kadar saldırırlarsa saldırsınlar biz tecrit var demeye devam edeceğiz. Tecridin kaldırılması için mücadele edeceğiz.

İmralı tecridi sadece Kürtlerin sorunu değildir, bütün ülkeye yayılmış bir rejim haline getirilmiştir. Özgür ve eşit bir yurttaş olarak yaşamak isteyen Kürt halkının kaderi ile Türkiye halkının kaderi umduğumuzdan daha fazla ortaklaştı. Dolayısıyla ekoloji mücadelesinde, emek ve kadın mücadelesinde yan yana gelişlerimizin her biri tecrit mücadelesinde yan yana gelmek durumunda. Bu ülkede yaşanan yozlaşmayı ve çürümeyi tecrit rejiminden ayrı ele alamayız. Bunu anlatmak durumundayız. Savaş konusunda, tecrit konusunda ve bizim yapabileceklerimiz konusunda, barışın bir ütopya olmadığı konusunda, erkek devlet aklının bize dayattığından öte bir şey olmadığı konusunda ortaklaşma yaratmak durumundayız.

Bugüne kadar yaptıklarımızla yol aldık ama güçlü bir sahiplenmeye ihtiyaç var. Tecrit bir hukuk katliamı, hukukun dışına çıkılmasıdır. Devlette süreklilik esastır denir ya, Demirel’de söylemişti “Devlet zaman zaman rutin dışına çıkar”. AKP rutin bırakmadı, sınır bırakmadı. Adalet ve hukuku katleden bir sisteme boyun eğmemizi istiyor. Cumartesi Annelerinin her hafta gözaltına alınması, öğretmenlerin ters kelepçeyle gözaltına alınması, 3-4 insanın en temel demokratik hakkı için bir araya gelmesine izin verilmemesi tecrit rejiminden bağımsız değildir. O yüzden tecrit Türkiye sorunudur, hepimizin mücadele etmesi gereken bir alandır.

“Demokratik siyaseti en önemli güç haline getirmek zorundayız”

Seçim sonucu ciddi toplantılar yaptık. Seçim sonrası en cesur eleştirilerin olduğu toplantılar oldu. Bu cesur eleştiri bizimle beraber yol alan mücadele arkadaşlarımızın ve halkımızın bu paradigmayı sahiplendiğinin en büyük göstergesidir. Bu bize güç kattı, eksiklerimizi gördük, nasıl yol alabileceğimizi tartıştık.

Ama bugün burası bu kararların somutlaşacağı, başlıkların netleşeceği yerlerden biri. Bu çalışmayı yürütürken sadece toplantılar da yapmadık. Önceki dönem eş genel başkanlarımızdan ve cezaevlerindeki arkadaşlarımızdan, sürgünde olan arkadaşlarımızdan görüş aldık. Selahattin Demirtaş’tan, Figen Yüksekdağ’dan, Gültan Kışanak’tan, Alp Altınörs’ten, Sebahat Tuncel’den, Leyla Güven’den, Mahir Sayın’dan, Ertuğrul Kürkçü’den, Nasrullah Kuran’dan yeni dönemin inşasında konferansa giderken yapabileceklerimiz konusunda katkılarını istedik.

Komisyonumuz arkadaşlarımızın gönderdiği bilgi ve belgelerden faydalandı. Buradan hem sürgünde olan arkadaşlarımıza hem de cezaevlerinde olan arkadaşlarımıza selam olsun! Demokratik uzlaşı, özgür bir siyaset ve evrensel hukuk bizim temel ilkelerimizdir. Bugün demokratik siyaseti Türkiye’de en büyük güç durumuna getirmek durumundayız. Bu çerçevede devletin her yerden bize saldırdığı bir zamanda mücadelemizi büyütmek hepimizin görevi. Özgür insana ve özgür topluma yakışır baharlar yaratmak iddiamız var. Tarih bizi mücadeleye, zaman ise başarıya dört elle sarılmaya çağırıyor. Hepinizi saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum. Yolumuz açık olsun.”

Paylaşın

Sekiz Ayda Bin 255 İşçi İş Kazalarında Hayatını Kaybetti

İSİG Meclisi’nin ağustos ayı iş kazaları verilerin göre, Ağustos ayında 201 işçi  iş kazalarında hayatını kaybederken, 2023 yılının ilk yıl 8 ayında iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı ise bin 255’e çıktı.

Haber Merkezi / İSİG Meclisi tarafından yapılan açıklamada, “Bu tablo ‘Türkiye Yüzyılı’ olarak ifade edilen sürecin işçilere vaat ettiği gerçekliği göstermesi açısından okunmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında ölümler, yaralanmalar, sakat kalmalar ve meslek hastalıkları…” denildi.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, 2023 yılı ağustos ayına ilişkin iş cinayetleri raporunu açıkladı. Yüzde 69’u ulusal basından; yüzde 31’i ise işçilerin mesai arkadaşları, aileleri, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri, sendikalar ve yerel basından öğrenilerek derlenen verilere göre yılın ilk 8 ayında 1255 işçi iş cinayetleri yaşamını yitirdi. Ağustos ayında ise 201 işçi çalışırken hayatını kaybetti.

2011 yılının eylül ayından beri düzenli olarak aylık iş cinayetleri raporunu açıklayan İSİG Meclisi, bugüne kadar koronavirüs salgını ve Soma işçi katliamı dışında 200 işçi ölümünün aşıldığı ayların sayısının beş olduğunu, Ağustos 2023’te de 200 ölümün aşılarak bu sayının altıya çıktığını bildirdi. Açıklamada “Bu tablo ‘Türkiye Yüzyılı’ olarak ifade edilen sürecin işçilere vaat ettiği gerçekliği göstermesi açısından okunmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında ölümler, yaralanmalar, sakat kalmalar ve meslek hastalıkları…” denildi.

İSİG, ağustos ayında ölen işçilerin ölüm nedenlerini şöyle açıkladı: “Trafik, servis kazası nedeniyle 52 işçi; yüksekten düşme nedeniyle 25 işçi; elektrik çarpması nedeniyle 25 işçi; ezilme, göçük nedeniyle 24 işçi; kalp krizi, beyin kanaması nedeniyle 24 işçi; patlama, yanma nedeniyle 10 işçi; şiddet nedeniyle 10 işçi; zehirlenme, boğulma nedeniyle 6 işçi; intihar nedeniyle 5 işçi; nesne çarpması, düşmesi nedeniyle 3 işçi; kesilme, kopma nedeniyle 3 işçi; diğer nedenlerden dolayı 14 işçi hayatını kaybetti.

Özellikle taşımacılık ve tarımda trafik/servis kazaları, inşaatta yüksekten düşmeler, enerji ve inşaatta elektrik çarpmaları, çalışma koşulları kaynaklı (sıcakta çalıştırma, aşırı, yoğun ve fazla çalıştırma) her iş kolunda görülen kalp krizleri ve beyin kanamaları ve yine tarımda traktör kullanımına bağlı ezilmeler öne çıkıyor.”

İSİG, ağustosta ölenlerin arasında çocuk işçi de bulunduğunu açıklayarak, “14 yaş ve altı 4 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 6 çocuk/genç işçi, 18-29 yaş arası 39 işçi, 30-49 yaş arası 82 işçi, 50-64 yaş arası 49 işçi, 65 yaş ve üstü 9 işçi, yaşını bilmediğimiz 12 işçi hayatını kaybetti. Başta tarım olmak üzere sanayide, inşaatta, hizmet iş kolunda çocuklarımız ölüyor. Bu yıl 18’i 14 yaş ve altı olmak üzere en az 40 çocuk işçi hayatını kaybetti. Tarım, inşaat ve taşımacılık başta olmak üzere 60 yaş üstü işçi ölümlerindeki artışın da altını çizelim” değerlendirmesini yaptı.

Not: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, iş kazalarını iş cinayetleri olarak tanımlıyor…

Paylaşın

Yerel Seçimler: Kılıçdaroğlu, Mansur Yavaş’ın Adaylığını Duyurdu

CHP 100. Yıl Hatıra Ormanı açılışında konuşan Kemal Kılıçdaroğlu, yerel seçimlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) için adaylarının mevcut başkan Mansur Yavaş olduğunu söyledi.

Haber Merkezi / Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, bugün partisinin kuruluşunun 100. yıl etkinliklerinin üçüncü günü kapsamında Ankara Beytepe’deki CHP 100. Yıl Hatıra Ormanı açılışına katıldı.

Açılışta konuşan Kılıçdaroğlu, yerel seçimlerde Ankara Büyükşehir Belediyesi (ABB) için adaylarının mevcut başkan Mansur Yavaş olduğunu söyledi: “Yavaş bizim belediye başkanımızdır ve adayımızdır.”

Mansur Yavaş ise Kılıçdaroğlu’nun adaylığıyla ilgili açıklaması üzerine bir açıklama yaptı. Yavaş şöyle konuştu: “Biz kendimize güveniyoruz. Büyük bir oy farkı ile seçilebileceğimize inanıyoruz. 4 buçuk yıldır hizmet ettik. Farklı bir belediyecilik anlayışı ortaya koyduk. Yolsuzluklarla mücadele ettik. İsraf etmeden, sadece Ankara halkının ihtiyaçları için hizmet ettik. Aynen devam edeceğiz.”

Kılıçdaroğlu’ndan Sezgin Tanrıkulu açıklaması

Kılıçdaroğlu, CHP milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun Türk Silahlı Kuvvetleri’ne (TSK) yönelik sözlerine ilişkin ise “Konuyla ilgili açıklamayı parti sözcümüz yaptı. TSK bizim göz bebeğimizdir,” dedi.

CHP Parti Sözcüsü Faik Öztrak, CHP Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun 8 Eylül’de TV100’de telefonla bağlandığı canlı yayındaki açıklamaları hakkında, “Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun, milletimizin göz bebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilemez” demişti.

CHP Sözcüsü Faik Öztrak’ın ardından Genel Başkan Kemal Kılıçdaroğlu’nun da “TSK gözbebeğimizdir” açıklaması yapması sonrası X’ten (Twitter) bir paylaşım yapan Tanrıkulu, “İnsan haklarını savunurken asla geri adım atmadım, atmam da” mesajı verdi. Sezgin Tanrıkulu’nun paylaşımı şöyle:

“Bana, daha doğrusu hakikatlere karşı saldırı ve linç devam ederken sayısız dostum arıyor, dayanışma mesajları paylaşıyor. Hepinize teşekkürler. Ben hakikatleri dönemin koşullarına göre eğip bükenlerden, zora düşünce susanlardan değilim.

Hak ihlalleri yurttaşlar, insan hakları savunucuları geri adım attığında başlar. İnsan haklarını savunurken asla geri adım atmadım, atmam da.

Bana yönelik linç operasyonu devam ediyor. Herkes biliyor ki bu aslında geçmişi unutma ve unutturma operasyonudur. Bu ülkenin her bir yurttaşı adalete, demokrasiye, insan haklarına erişene kadar unutmayacağız, unutturmayacağız.”

Ne olmuştu?

CHP’li Tanrıkulu, 8 Eylül’de TV100’de telefonla bağlandığı canlı yayında, “TSK’nın yaptığı her şey, eleştiriden azade değil. Biz milletvekiliyiz bunları sorgularız. TSK değil mi 12 Eylül’de darbe yapan? Bu ordu değil mi 15 Temmuz’da darbe girişimi yapan, köyleri yakan… Benim takip ettiğim davalar var. 15 köylüyü helikopterden atan TSK değil mi? AİHM kararıyla sabit hale gelen…” demişti.

Bunun üzerine Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Tanrıkulu hakkında soruşturma başlatmıştı.

Paylaşın