AB’den Türkiye Raporu: Üyelik Yerine Stratejik Ortaklık

Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye raporunda, Türkiye’nin donmuş haldeki Avrupa Birliği (AB) üyelik sürecinin, “Türk hükümeti radikal bir rota değişikliğine gitmediği” gerekçesiyle mevcut koşullarda yeniden başlayamayacağı tekrarlandı.

Raporda bu “çıkmazdan” kurtulmak için Türk hükümeti, AB üyesi devletler ve Avrupa kurumlarından “daha sıkı, daha dinamik ve daha stratejik bir ortaklığa doğru ilerlemeleri” isteniyor. Raporda ayrıca, Türkiye-AB ilişkileri için daha “gerçekçi bir çerçeve” talep eden AP, “güncelleştirilmiş bir ortaklık anlaşması” gibi, her iki tarafın da “çekici” bulacağı bir çerçeve üzerinde çalışması için Avrupa Komisyonuna çağrıda bulunuluyor.

Avrupa Parlamentosu’nun (AP) Türkiye raportörü İspanyol parlamenter Sanchez Amor tarafından kaleme alınan bu yılki raporda Ankara-Moskova diyaloğu ön plana çıkıyor. Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın, “Türkiye aynı anda Batı ve Rusya ile bağlarını korumaya çalıştığı için AB-Türkiye ilişkileri üzerinde sonuçları olduğu” görüşü dile getiriliyor. “Avrupa’da eşi benzeri görülmemiş jeopolitik değişiklik yarattığı” belirtilen savaşta Türkiye’nin “belirleyici ve stratejik rol oynadığı” not edilse de, Ankara’nın bu süreçte Moskova ile diyaloğu açık ifadelerle eleştiriliyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya karşı yürüttüğü savaşın Türkiye tarafından Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kınanmasını “memnuniyetle” karşılayan AP, Ankara’nın BM çerçevesi dışındaki yaptırımları desteklememesini ise “üzüntü verici” olarak değerlendiriyor. Bu kapsamda Türkiye’nin 2021 yılında yüzde 11 olan AB Dış ve Savunma Politikası ile uyum oranının yüzde 7 gibi tarihi açıdan düşük düzeye gerilediğini not ediyor.

AP’ye göre, Türkiye’nin Rusya-Ukrayna görüşmelerindeki çabaları ile Karadeniz Tahıl Girişimi’nin müzakeresinde ve devamında oynadığı “kilit rol” memnuniyet verici. Parlamento buna karşılık, Türkiye’nin Rus medya organlarının faaliyetlerine yasak getirmeyerek Rus propagandasına göz yumduğunu savunuyor.

Ukrayna savaşı başladığından bu yana Rusya ile Türkiye arasındaki ticaretin “neredeyse ikiye katlandığına” işaret edilen raporda, AB yaptırımları kapsamındaki kimi mal ve teknolojilerin Türk toprakları üzerinden Rusya’ya satılma riski olduğu ve bu teknolojilerin Rus ordusu tarafından Ukrayna’da kullanılabileceği not ediliyor.

“Yaptırımların delinmesi” uyarısı

AP, Türk makamlarının bu konuda son zamanlarda kimi önlemler aldığını kabullenmekle birlikte, “Türkiye’nin Rusya’yı hedef alan yaptırımları delmek isteyen şahıs ve kuruluşlar için merkez haline gelmesinin engellenmesini” istiyor. Rusya ile Türkiye arasındaki ticaret artışının AB yaptırımlarına yansıyışı konusunda Avrupa Komisyonu’ndan değerlendirme talep ediyor.

Raporda, aralarında oligarkların da olduğu çok sayıda Rus vatandaşının Türkiye’nin belli başlı kentleri ve sahil bölgelerine yerleşmeye başladığına işaret edilip, “Türkiye Rus sermaye ve yatırımları için bir sığınak haline gelmekten kaçınmalı” ifadelerine yer veriliyor. Türkiye’nin nükleer santraller konusunda Rusya ile işbirliği “kaygı verici” olarak niteleniyor.

Türkiye’nin İsveç’in NATO üyeliğine onayını “geciktirmesinin” de eleştirildiği raporda, bu durumun “Rusya’nın işine geldiği ve Türkiye’nin NATO müttefikleriyle ilişkilerini zedelediği” kaydediliyor. Ankara’ya “İsveç’in NATO üyeliğini gecikmeksizin onaylama” çağrısında bulunulan raporda, bir ülkenin NATO üyelik süreci ile bir başka ülkenin AB üyelik sürecinin birbirlerine bağlanamayacağı mesajı veriliyor.

AP Türkiye’nin Kıbrıs, Doğu Akdeniz, Suriye ve Libya’daki yürüttüğü dış politikayı da eleştiriyor. AB üyesi devletlerin “ulusal egemenliklerine saygı duymasını” istiyor. Kıbrıs’ta Ankara’ya “iki devletli çözümden vazgeçme” ve “BM çerçevesine dönme” çağrısı yapıyor. Buna karşılık Ermenistan, Mısır, İsrail ve Körfez devletleriyle ilişkilerdeki normalleşmeyi “memnuniyet verici” olarak görüyor. Ankara’yı bir kez daha “Ermeni soykırımını tanımaya” davet ediyor.

Türkiye’nin “Türk kökenli Avrupa vatandaşları üzerinden AB üyesi devletlerin içişlerine karıştığı” mesajı verilen raporda, bu konunun ve “AB’ye karşı Türkiye kaynaklı dezenformasyon iddialarının” takibe alınması isteniyor.

Bu yılki raporda demokratikleşme, insan hakları ve hukuk devleti konularında Türkiye’ye adres olarak bir kez daha üyesi olduğu Avrupa Konseyi gösteriliyor. Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin (AKPM) Türkiye’nin yükümlülük ve taahhütleriyle ilgili 12 Ekim 2022 tarihli kararı destekleniyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi ve AİHM kararlarının Ankara açısından bağlayıcılığı hatırlatılıyor. Bu bağlamda AİHM’nin Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarına vurguda bulunuluyor.

“Kürt sorunu” konusunda “yeni ve saygın bir siyasi sürecin başlatılmasını” isteyen AP, Diyanet’in “eğitim sisteminde giderek artan etkisi” için “kaygı verici” ifadesini kullanıyor. Kadın haklarının “kötüleştiği”, LGBTİ+ topluluğuna yönelik nefret söylemi ve ayrımcılığın ise “genelleştiği” ifade ediliyor.

“Üyelik yerine stratejik ortaklık”

Raporda, Türkiye’nin donmuş haldeki AB üyelik sürecinin, “Türk hükümeti radikal bir rota değişikliğine gitmediği” gerekçesiyle mevcut koşullarda yeniden başlayamayacağı tekrarlanıyor. Bu “çıkmazdan” kurtulmak için Türk hükümeti, AB üyesi devletler ve Avrupa kurumlarından “daha sıkı, daha dinamik ve daha stratejik bir ortaklığa doğru ilerlemeleri” isteniyor. Türkiye-AB ilişkileri için daha “gerçekçi bir çerçeve” talep eden AP, “güncelleştirilmiş bir ortaklık anlaşması” gibi, her iki tarafın da “çekici” bulacağı bir çerçeve üzerinde çalışması için Avrupa Komisyonuna çağrıda bulunuyor.

Gümrük Birliğinin güncellenmesini desteklediğini belirten AP, geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi, bu konuda nihai onayın kendisinde olduğunu hatırlatıyor. “İnsan hakları ve temel özgürlüklere saygı, iyi komşuluk ilişkileri ve Ek Protokolün tüm AB üyesi devletleri kapsayacak şekilde uygulanması koşulları” yerine getirilmediği takdirde Gümrük Birliğinin güncellenmesini onaylamayacağı mesajı veriyor.

Vize serbestisi konusunda topu Ankara’ya atan AP, bu alanda Ankara tarafından gerçekleştirilmesi gereken altı kriter daha olduğunu belirtiyor. AB üyesi devletlerden Türk Erasmus öğrencilerinin vize işlemlerini hızlandırmalarını istiyor.

Avrupa Komisyonu’nun Genişleme ve Komşuluk Politikası’ndan sorumlu üyesi Oliver Varhelyi, Strasbourg’da düzenlenen oturumda yaptığı konuşmada, Türkiye için “birçok alanda kilit ortak” tabirini kullandı. Türkiye’nin Rusya’ya yönelik yaptırımlar konusunda “AB’nin yanında olması gerektiğini” savundu. Ankara ile üyelik müzakerelerinin donmuş olduğunu hatırlatan Varhelyi, AİHM kararlarının yerine getirilmesinin önemine vurguda bulundu. Kıbrıs konusunda Ankara ve Kıbrıslı Türklere Birleşmiş Milletler’i adres gösterdi.

AP Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor ise Türk demokrasisinin “kötü durumda” olduğunu savundu. Üyelik sürecinin anlamsız hale geldiğini belirten İspanyol raportör, Kıbrıs sorunu ve İsveç’in NATO kapısında bekletilmesinin bu süreci daha da çıkmaz hale getirdiği mesajı verdi.

Rapor 13 Eylül Çarşamba günü öğle saatlerinde Strasbourg’daki AP genel kurul oturumunda oylamaya sunulacak.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

James Webb, ‘Yaşam’ Molekülünü Başka Bir Gezegende Bulmuş Olabilir

NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), okyanus olduğundan şüphelenilen bir gezegenin atmosferinde karbon bazlı moleküllerin kanıtlarını keşfetmiş olabilir: Dimetil Sülfür. Bu molekül sadece Dünya’daki canlılar tarafından üretiliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. Dimetil sülfür yani DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Bilim insanları, diğer gezegenlerdeki canlıların araştırılmasında büyük bir ilerleme kaydederek, Dünya’da sadece canlıların ürettiği bir molekül tespit etmiş olabilir.

Araştırmacılar, NASA’nın Webb teleskobunun olası bir dimetil sülfür, yani DMS tespiti gerçekleştirdiğini söyledi. Dünya’da sadece canlıların ürettiği bu maddenin çoğu deniz ortamlarındaki fitoplanktonlardan geliyor.

Bilim insanlarının henüz doğrulamadığı bu gözlemin daha fazla teyide ihtiyacı var. DMS’nin uzak bir gezegende gerçekten önemli miktarlarda bulunup bulunmadığının ilave araştırmalarla doğrulanması gerekiyor.

Ancak maddenin tespit edildiği K2-18 b gezegeni, başka nedenlerle de kesinlikle heyecan verici olduğunu gösterdi. Bilim insanları, gezegenin metan ve karbondioksit gibi karbon içeren moleküllere sahip olduğunu doğruladı ki bu da yaşam arayışı için önemli bir bulgu.

Bu keşif K2-18 b’nin, araştırmacıların Hiyanus ötegezegeni diye adlandırdığı şey olabilir: Hidrojen bakımından zengin atmosfere ve suyla kaplı yüzeye sahip bir gezegen. Her iki koşulun da olası bir uzaylı yaşamı için elverişli olduğu düşünülüyor.

K2-18 b, K2-18 diye bilinen soğuk bir cüce yıldızın yörüngesinde dönüyor. Her iki gök cismi de Dünya’dan yaklaşık 120 ışık yılı uzaklıkta bulunuyor. Gezegen, Dünya’dan 8,6 kat daha büyük: Araştırmacılar bu gezegenleri “alt-Neptünler” diye adlandırıyor. Güneş Sistemimizde bunlara benzer hiçbir şeyin olmaması, bilim insanlarının alt-Neptünleri tam olarak anlayamaması anlamına geliyor.

Örneğin araştırmacılar bu tür gezegenlerin atmosferlerinin neye benzeyebileceğini bilmiyor. Ancak yeni bulgular, uzaylı yaşamını aramak için verimli bir yer olabileceklerine işaret ediyor.

Sonuçları açıklayan yeni makalenin başyazarı olan, Cambridge Üniversitesi’nden gökbilimci Nikku Madhusudhan, “Bulgularımız, başka yerlerde yaşam arayışında çeşitli yaşanabilir ortamların dikkate alınmasının önemini vurguluyor” dedi ve ekledi:

“Geleneksel olarak, ötegezegenlerde yaşam arayışı öncelikle daha küçük kayalık gezegenlere odaklanıyor fakat daha büyük Hiyanus gezegenleri atmosferik gözlemler için önemli ölçüde daha elverişli.”

Yine de K2-18 b’yi yaşam için zorlaştıran koşullar olabilir. Bir okyanus yüzeyine sahip olduğuna inanılıyor fakat bu okyanus yaşanamayacak kadar sıcak olabilir ve hatta hiç sıvı bile olmayabilir.

Bilim insanları daha fazla gözlemle gezegen ve diğer alt-Neptünler hakkında daha fazla bilgi edinmeyi umuyor. Ancak galakside bilinen en yaygın gezegen türü olmalarına rağmen zor görülebilirler çünkü genellikle yıldızlarından gelen parıltılarla örtülürler.

Bunun yerine, K2-18 b ilk olarak bu parıltı kullanılarak ve gezegen, yıldızının önünde hareket ederken meydana gelen ışık düşüşünü izleyerek tespit edildi. Yeni bulgularda da aynı süreç kullanıldı: Webb teleskobuyla yıldız ışığını incelemek ve atmosferdeki kimyasalların geride bıraktığı izleri aramak.

Cambridge Üniversitesi’nden ekip üyesi Savvas Constantinou, “Bu sonuçlar, K2-18 b’ye yönelik sadece iki gözleminin ürünü ve çok daha fazlası yolda” dedi: Bu, buradaki çalışmamızın Webb’in yaşanabilir bölge ötegezegenlerinde gözlemleyebileceklerinin yalnızca ilk göstergelerinden biri olduğu anlamına geliyor.

Daha fazla çalışma, bu kimyasalların daha iyi bir resmini verecek ve DMS’nin olası varlığını doğrulamayı sağlayacaktır.

Profesör Madhusudhan, “Nihai hedefimiz, yaşanabilir bir ötegezegende yaşamı tespit etmek, bu da Evren’deki yerimize dair anlayışımızı dönüştürecektir” dedi: Bulgularımız, bu arayışta Hiyanus gezegenlerin daha iyi anlaşılmasına yönelik umut verici bir adım.

Çalışma, The Astrophysical Journal Letters’ta yayımlanacak “Carbon-bearing Molecules in a Possible Hycean Atmosphere” (Olası Hiyanus Atmosferde Karbonlu Moleküller) başlıklı makalede anlatılıyor.

Yaşamı destekleme ihtimali

Bir gezegenin yaşamı destekleme ihtimali sıcaklığına, karbonun ve muhtemelen sıvı suyun varlığına bağlı. Yapılan gözlemler, K2-18b’nin tüm bu kutuları işaretlediğini gösteriyor gibi görünüyor.

Ancak bir gezegenin yaşamı destekleme potansiyeline sahip olması, öyle olduğu anlamına gelmiyor. DMS’nin olası varlığının bu kadar heyecan verici olmasının nedeni de bu.

Gezegeni daha da ilgi çekici kılan ise, uzak yıldızların yörüngesinde keşfedilen ve yaşama aday olan kayalık gezegenler olarak adlandırılan Dünya benzeri gezegenler gibi olmaması. K2-18b, Dünya’nın neredeyse dokuz katı büyüklüğünde.

Boyutları Dünya ve Neptün arasında olan, diğer yıldızların yörüngesinde dönen gezegenler olan dış gezegenler, güneş sistemimizdeki diğer hiçbir şeye benzemiyor.

Analiz ekibinin bir diğer üyesi olan Cardiff Üniversitesi’nden Dr. Subhajit Sarkar’a göre bu ‘alt Neptünlerin’ ve atmosferlerinin doğası yeterince anlaşılmıyor.

Sarkar, “Her ne kadar güneş sistemimizde bu tür bir gezegen bulunmasa da alt Neptünler, galakside şu ana kadar bilinen en yaygın gezegen türü” diyor ve devam ediyor:

“Bugüne kadar yaşanabilir bir alt Neptün’ün en ayrıntılı spektrumunu elde ettik ve bu, onun atmosferinde var olan moleküller üzerinde çalışmamıza olanak sağladı.”

(Kaynak: Independent Türkçe, BBC Türkçe)

Paylaşın

Kılıçdaroğlu, Ekrem İmamoğlu’nun Adaylığını Duyurdu

31 Mart 2024’te yapılması planlanan yerel seçimler yaklaştıkça, partilerinde adayları netleşmeye başladı. Son olarak, Kılıçdaroğlu, CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı (İBB) adayının Ekrem İmamoğlu olduğunu açıkladı.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Sözcü TV’den İpek Özbey’in “İmamoğlu da adayınız mı, bunu aynı netlikte ne zaman söyleyeceksiniz?” sorusuna “Bir insan bir görevde başarılıysa, neden değiştirilsin? Elbette Ekrem İmamoğlu adayımızdır” yanıtını verdi.

Kılıçdaroğlu, “Sizce CHP değişmeli mi?” sorusunaysa şu yanıtı verdi: “Cumhuriyet Halk Partisi tarihinin hiçbir döneminde değişime kapalı bir parti olmamıştır. Yeni politikalar, yeni stratejiler, yeni yüzler… CHP bu yüzden parti içi tartışmaları faydalı görür. 100. Yıl konuşmamda da ifade ettim, CHP parti içi tartışmalardan her zaman güçlü çıkmıştır. Bu dönemden de yenilenerek, güçlenerek çıkacağız.”

CHP Lideri Kılıçdaroğlu’nun açıklamaları özetle şöyle:

(Sizce CHP değişmeli mi?) Cumhuriyet Halk Partisi tarihinin hiçbir döneminde değişime kapalı bir parti olmamıştır. Yeni politikalar, yeni stratejiler, yeni yüzler… CHP bu yüzden parti içi tartışmaları faydalı görür. 100. Yıl konuşmamda da ifade ettim, CHP parti içi tartışmalardan her zaman güçlü çıkmıştır. Bu dönemden de yenilenerek, güçlenerek çıkacağız.

(İttifak tartışması) Ben demokrasiden yana olanların birlikte hareket etmesi gerektiğine inanan bir insanım. Bu dün de böyleydi bugün de böyle… Millet İttifakı da demokrasiden yana olanların bir araya gelmesi üzerine inşa edilmiş bir ittifaktır.

İttifak demek güç birliği demektir. Neden demokrasiden yana olanlar ayrışsın? Neden gücünü bölsün? Kaldı ki önümüzdeki süreçte bir yerel seçim var. Zaten kentlerde ya da ilçelerde insanlar, kendi bölgelerinde tek adam rejiminin temsilcisi bir adaya karşı, demokrasiden yana olan en güçlü adaya yönelecektir.

(İmamoğlu da adayınız mı, bunu aynı netlikte ne zaman söyleyeceksiniz?) Bir insan bir görevde başarılıysa, neden değiştirilsin? Elbette Ekrem İmamoğlu adayımızdır.

(Size nezaketsizlik yapıldığını düşünüyor musunuz?) Asla böyle düşünmedim, düşünmem de… Kimseye de özel bir kırgınlığım yok.

(Yılgın ve kırgın CHP seçmenine ne söylemek istersiniz?) Başta büyük Atatürk olmak üzere, Cumhuriyet Halk Partisi’ni kuran kadrolar, bin bir zorluk içerisinde verilen bir bağımsızlık mücadelesinin ardından, Cumhuriyet’i inşa etmiş ve bu ülkeyi ayağa kaldırmıştır. Dolayısıyla, müsaadenizle sorunuza katılmıyorum. Biz Cumhuriyet Halk Partiliyiz, yılgınlık bizim kitabımızda yazmaz.

Özgür Özel: Cuma günü basın toplantısı yapacağım

Öte yandan kurultayda genel başkanlık için aday olacağı öne sürülen CHP Grup Başkanı Özgür Özel, bugün saat 14.00’te CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile görüştüğünü duyurdu. Özel, kurultay sürecine ilişkin 15 Eylül Cuma günü CHP Genel Merkezi’nde basın toplantısı yapacağını açıkladı.

Özel’in bu akşam X (Twitter) hesabından yaptığı açıklama şöyle: “Bugün saat 14.00’te Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ile bir görüşme gerçekleştirdim. İçinde bulunduğumuz kurultay sürecine dair 15 Eylül Cuma günü Genel Merkezimizde bir basın toplantısı yapacağım.”

Özgür Özel’in cuma günü CHP Genel Başkan adaylığını duyuracağı iddia edilmişti.

Paylaşın

OECD Raporu: Türkiye, Eğitim Yatırımlarında 40 Ülke Arasında 38. Sırada

Türkiye’nin eğitim yatırımlarında 40 ülke arasında 38’inci sırada olduğu belirtilen OECD raporunda, Kolombiya, Meksika ve Türkiye’nin öğrenci başına yıllık 5 bin dolardan az harcama yaptığı buna karşılık Lüksemburg’un yaptığı harcamanın hemen hemen 25 bin dolar seviyesinde olduğu ifade edildi.

OECD ülkelerinde öğrenci başına yapılan yıllık harcamanın ortalaması, genel üst orta öğretimde ortalama 11 bin 400 dolar, meslek liselerinde ise 13 bin 200 dolar seviyesinde.

İlk ve ortaöğretim, OECD ülkelerinin birçoğunda zorunlu. Her bir öğrenci için 6 ile 15 yaş arasında yapılan harcamanın OECD ortalaması 112 bin dolar. Avusturya, Danimarka, İzlanda, Lüksemburg ve Norveç’in bu yıllarda öğrenci başına yaptığı yıllık harcama 150 bin doları geçerken, bu meblağ Kolombiya, Romanya ve Türkiye’de ise 50 bin doların altında.

Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) yayınladığı yeni rapora göre, Türkiye üst orta eğitim (lise) harcamalarında 40 ülke arasında 38’inci sırada.

OECD raporunda Kolombiya, Meksika ve Türkiye’nin öğrenci başına yıllık 5 bin dolardan az harcama yaptığı buna karşılık Lüksemburg’un yaptığı harcamanın hemen hemen 25 bin dolar seviyesinde olduğu ifade edildi. OECD ülkelerinde öğrenci başına yapılan yıllık harcamanın ortalaması, genel üst orta öğretimde ortalama 11 bin 400 dolar, meslek liselerinde ise 13 bin 200 dolar seviyesinde.

İlk ve ortaöğretim, OECD ülkelerinin birçoğunda zorunlu. Her bir öğrenci için 6 ile 15 yaş arasında yapılan harcamanın OECD ortalaması 112 bin dolar. Avusturya, Danimarka, İzlanda, Lüksemburg ve Norveç’in bu yıllarda öğrenci başına yaptığı yıllık harcama 150 bin doları geçerken, bu meblağ Kolombiya, Romanya ve Türkiye’de ise 50 bin doların altında.

Raporda OECD ülkelerinde ilk ve ortaöğretimin finansmanında hükümetlerin önemli rol oynadığına dikkat çekildi. 2020 yılında ilk ve ortaöğretimde özel finansman payının yüzde 9 civarında olduğu Türkiye’de ise bu oranın yüzde 20’yi geçtiği kaydedildi.

OECD, lise diplomasını işgücü piyasasına başarılı bir biçimde dahil olmak için asgari şart olarak değerlendiriyor. OECD ülkelerinde 25-34 yaş grubunda bulunanların yüzde 14’ü lise mezunu değil. OECD raporunda bu yaş grubunda lise eğitimine sahip olmayanların oranını düşürmede Türkiye, Portekiz ile birlikte başarılı olan iki ülkeden biri olarak gösterildi.

2022 yılında Türkiye’de 25-34 yaş grubunda lise diploması olmayanların oranı yüzde 15’e geriledi. Lise diploması olmayanların oranındaki düşüş, kadınlar özelinde daha da büyük oldu. OECD raporuna göre Türkiye’de 2015 yılında 25-34 yaş grubundaki kadınların yüzde 52’si lise diplomasına sahip değilken 2022 yılında bu oran yüzde 34’e geriledi.

Türkiye eğitim hayatından çalışma hayatına geçişte de “Bir Bakışta Eğitim 2023” başlıklı raporda olumsuz bir görünüm sergiledi. 18-24 yaş grubunda, ne eğitimde ne de iş hayatında olanların oranı, Türkiye’de diğer birçok OECD ülkesine kıyasla yüksek. OECD ülkelerinde bu ortalama yüzde 15 civarındayken Şili, Kolombiya, Çek Cumhuriyeti, Türkiye ve Güney Afrika Cumhuriyeti’nde söz konusu gençlerin payı yüzde 25’ler seviyesine çıkıyor.

Türkiye’de ne eğitim ne de iş hayatında olanların oranı, 25-29 yaş grubunda da bir hayli yüksek. Lise diplomasına sahip oldukları halde eğitime devam etmeyen ama çalışma hayatına da dahil olmayanların toplama oranı yüzde 33,3.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Yeşil Sol Parti’nin İttifak Politikası Nasıl Olacak?

Yeşil Sol Parti’nin iki süren konferansının sonuç bildirgesini yayınladı. Bildirgede, ittifak politikasıyla ilgili, “Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, baskının bu kadar yoğun yaşandığı, toplum üzerindeki her tür sömürüyü derinleştiren mevcut otoriter iktidar karşısında tek çözüm Kürt, Türk ve tüm Türkiye halklarıyla beraber bütün ezilen ve sömürülenlerin mücadele ortaklığıdır” denildi.

Haber Merkezi / “Demokrasiyi ve özgürlüğü kazanmamız açısından partimiz bileşenleriyle beraber siyasal ve toplumsal alanların merkezi ve yerel boyutlarda genişletilmesi ve güçlendirilmesi stratejik önemdedir. Tarih bizlere tam da bu zamanda; demokrasi, barış ve adalet mücadelesini büyütmek, toplumsal muhalefet ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir.”

Bildirgenin devamında, “Konferansımız aynı zamanda hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün devrimci-demokratik güçlere bu tarihsel sorumluluğu sahiplenmeye yönelik çağrı niteliği taşıyan önemli bir eşiktir. Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin, her türlü etnik kimlik ve inanç manipülasyonlarının, tekçi yaklaşımların aşındırdığı gelecek tahayyülümüzü çoklukların birliği içinde yeni yaşama dönüştüreceğimiz zamandayız” ifadelerine yer verildi.

Yeşil Sol Parti, 10-11 Eylül’de Ankara’da yaptıkları 4. Olağan Büyük Konferansının sonuç bildirgesini yayımladı. Bildirgede şu ifadelere yer verildi:

“Öncelikle fikriyatımızın ve mücadelemizin oluşmasında büyük değerler yaratan yitirdiğimiz bütün yoldaşlarımızı saygı ve minnetle anıyoruz. Zindanlardaki ve sürgündeki bütün arkadaşlarımızı selamlıyoruz. Konferansımızı gerçekleştirdiğimiz süreçte yaşanan depremde yakınlarını kaybeden Fas halkının acısını paylaşıyoruz ve bir kez daha Maraş ve Hatay depremlerinde kaybettiğimiz yurttaşlarımızı saygıyla anıyoruz.

4. Olağan Büyük Kongremize giderken, yıllardır emek vererek büyüttüğümüz mücadelemizin ve birikimlerimizin önemli bir aşaması olan konferans sürecini delegasyonumuzun oldukça etkili ve derin tartışmaları ile işlettik ve tamamladık. Konferansımızda, partimizin yol haritasını belirleyen ve Türkiye siyasetini doğrudan etkileyecek kararlar aldık. Bununla birlikte 4. Kadın Konferansı’nın aldığı ve yeni dönemin esas değişim gücü olacak kararların tümünü benimsedik.

Küresel ölçekte yaşanan ekonomik, siyasal, toplumsal ve ekolojik kriz gün geçtikçe daha derinleşmektedir. Dünya bir sağcılık, ırkçılık, milliyetçilik ve otoriterlik dalgasının etkisi altında hukukun, ortak sözleşmelerin etkisini yitirdiği, gücün tek belirleyen olduğu bir yere doğru gitmektedir. Bu gidişata itiraz olan ideolojik tutumlar bir yandan belirsizleşirken bir yandan siyasal-toplumsal hareketlerin olmazsa olmaz gereği olan yeni yol ve yöntem arayışları dünyanın dört bir yanından seslerini tüm ezilenlere duyurmaktadır.

Türkiye’de gerçekleşen Mayıs seçimleri de gerek oluşu gerekse sonuçları itibarıyla dünya ölçeğinde belirgin olan bu atmosferin bir parçası olarak yaşanmıştır. Cumhuriyet’in yüz yılı geride bırakılırken halkların payına ekonomik, siyasal, toplumsal boyutlarıyla çoklu krizler düşmeye devam etmektedir. Çöktürme planıyla yola çıkanlar çoklu krizlerle ülkeyi büyük bir çöküşe götürüyor. Bununla birlikte Türkiye’nin toplumsal yapısı, bileşenleri, dinamikleri ve sorunların yönetilebilme kapasitesi açısından başka imkân ve sınırlara sahip olduğunu biliyoruz. Tam da bu nedenle Türkiye siyasetini düşünen bir yapının bu imkân ve sınırları dikkate almasının zorunlu olduğunu vurguluyoruz.

Türkiye siyasetini, devletin kuruluşundan bu yana rejime karakterini veren iki ana dinamik belirlemektir: Sermaye düzeninin sürdürülmesi ihtiyacı ve Kürt meselesi. Cumhuriyetin kuruluşundan 12 Eylül darbesine kadar kapitalizmin gelişmesi ve buna bağlı meseleler önemli ölçüde belirleyici olmuştur. Türkiye’deki gelişmeler, Körfez savaşının ardından Güney Kürdistan’da yaşanan gelişmeler ve nihayet Suriye iç savaşının ortaya çıkardığı dinamikler sonucunda bölgenin ve ülkenin son kırk yılının başat belirleyeni Kürt meselesidir.

Bugün ise içinde yaşanılan süreç, genelde dünyadaki sağcılaşmaya özelde de 2015 yılından itibaren ivmesini yükselten hukuksuzluk rejiminin ürünüdür. Bu rejimin hiçbir esaslı meseleye itiraz etmeyen, hatta destekleyen ana muhalefetin ve iktidarın elbirliği ile kurulduğunu vurgulamak gerekir. Dokunulmazlıklar ve kayyım rejimi başta olmak üzere temsili demokrasinin temsil imkanlarının ortadan kaldırılmasına yönelik bir itirazın ana muhalefet bloğu tarafından getirilmediği bir hakikat olarak ortadadır.

“Çözüm siyasetini örgütleyeceğiz”

Otoriter faşizan gelişmelere esastan itiraz edenler ise bizleriz; iki hegemonik sınıf blokuna karşı çözüm siyasetini biz örgütleyeceğiz. Bugün bizlerin acil görevi otoriter, faşist rejimden kurtulup Demokratik Cumhuriyet’i inşa etmektir. İnşa sürecinde çözülmesi gereken en temel sorun Kürt meselesidir. Meselenin çözümü için inkâr, imha ve bastırma siyaseti yerine demokratik ve barışçı çözüm adımlarının atılması zorunludur. Bizler, Türkiye’deki halkların ortak çıkarları doğrultusunda, bütün toplumsal kesimlerin kaygılarını gidermeye ve demokratik çözüm ve barış konusunda üzerine düşenleri yapmaya hazırız. Çözümün siyaseti olan, yaşam biçimlerinin, kimliklerin özgürlüğünü sağlayacak, eşitsizlikleri ve adaletsizliği ortadan kaldıracak siyaset olan Üçüncü Yol’u halklarımızın geleceği için önemli bir seçenek olarak en güçlü şekilde inşa etmeye kararlıyız.

Bugün Türkiye’de Kürtlerin var olma ve eşitlik sorunu siyasal hayatın turnusol kâğıdı haline gelmiş durumdadır. Açıktır ki, bu sorunda tarihsel bir kırılma aşamasından geçiyoruz. Bu yüzyılda, özgürlük mücadelesi sonucunda, bu olgu Türkiye sınırlarını aşmış, tüm dünya halklarını ilgilendiren bir durum haline gelmiştir. Mutlak tecrit başta olmak üzere Kürtlerin meşru hak mücadelesi konusunda klasik çözümsüzlükleri büyütmek isteyen iktidar ve muhalefet bloklarına karşı çözümün tek adresi olmaya devam edeceğiz.

Tecrit derinleştikçe Türkiye’deki bütün sorunlar daha da derinleşmektedir. Önümüzdeki dönemde Kürtlere Özgürlük, Türkiye’ye demokrasi şiarı ekseninde Sayın Öcalan’a uygulanan tecride karşı kararlı bir biçimde mücadele edilmesi, konferansımızda altı güçlü bir şekilde çizilen önemli bir hat olmuştur. Kürtlerin statü ve hak mücadelesi sorununda çözümünü, her yerde ve her koşulda örgütleyeceğiz.

Bir hukuki kırım davası haline getirilen Kobanê Kumpas Davası’nın kendisi ve yoldaşlarımızın adeta ders verdikleri mahkeme salonları gerek demokratik siyaseti ve enternasyonal mücadeleyi gerekse halklar arasındaki dayanışmayı güçlendirmenin önemini bize doğrudan göstermiştir. Bu davanın aynı zamanda Rojava’daki toplumsal devrime, kazanımlarına ve örülen yeni yaşama dönük bir intikam davası olduğunun gerçekliğiyle Rojava nezdinde enternasyonal dayanışmanın önemini de bir kez daha açığa çıkarmıştır.

AKP döneminde işçilerin ve emekçilerin işsizleştirilmesi, güvencesizleştirilmesi ve mülksüzleştirilmesi sistemin ana karakteri haline getirilmiştir. Sermaye yanlısı iktidar, örgütlenen işçi direnişlerini kırmak için kolluk kuvvetini göndererek patronlar için ‘huzurlu çalışma alanları’ inşa etmeye devam etmektedir. Buna rağmen, emekçilerin hak arama mücadeleleri her yerde büyüyerek sürüyor. Emekçi düşmanı bu iktidar, milyonlarca kamu emekçisini grevsiz bir toplu sözleşme kıskacında soluksuz bırakmakta, toplu görüşmelerde açlık ve sefalet teklifi dayatmaktadır.

Dayatılan koşullara karşı ezilen sınıfların ve halkların mücadelesi; toplumsal adalet ile ekonomik eşitsizliği ve sürekli hale gelen ekonomik kriz bataklığının kurutulmasının tek yoludur. Bu yolun mücadelesini vererek kadınlara yönelik işyerinde ve hanede uygulanan çifte baskı ve sömürüye karşı kadın örgütleri ile kolektif zeminleri birlikte güçlendireceğiz. Bu yolun mücadelesi ile aynı zamanda yoksullaştırmanın ve özel savaş politikalarının doğrudan sonucu olan madde bağımlılığına, çürümüşlüğe ve toplumsal yaşamdan koparılmaya esaslı bir yanıt olacağız.

Her baskının, direnişi meşru ve haklı kıldığının bilinciyle sermayeye karşı emekçilerin çıkarlarını, kâr hırsına karşı toplumsal ihtiyaçları, adaleti ve eşitliği esas almaya devam edeceğiz. İşçi sınıfının, emekçilerin taleplerini sahiplenmek ve maruz kaldıkları saldırılara karşı çıkmak, emekçilerin talepleriyle diğer toplumsal mücadele dinamiklerinin taleplerini buluşturan bir mücadele hattını toplumsal yaşamın tüm alanlarında inşa etmek partimizin önümüzdeki dönem temel sorumluluklarından biri olacaktır.

Son seçimler ile otoriter rejim, kültürel ve ideolojik egemenlik kurma konusunda yeni bir evreye girmiştir. Siyasal İslam çizgisi devletin ve toplumun tüm örüntülerine daha güçlü bir şekilde sirayet etmeye devam etmektedir. Eğitim sisteminde kılık kıyafetten müfredata kadar tüm biçimi ve içeriği düzenlemede cinsiyetçi ve ayrımcı dozun yükseldiği açıktır.

Devletin yaşam tarzlarına ve inançlara müdahalesinde dozun arttığı ve giderek de artacağı bir dönemi yaşıyoruz. Buna karşı dinsel çokluğu ve farklılıkları devletin tasallutundan kurtararak inananın inandığı gibi yaşayacağı, inanç gruplarının birbirine baskı yapmasını engelleyeceği yeni dönemi birlikte inşa edeceğiz.  Din istismarcısı bu rejim ve halihazırda yürütücü öznesi olan AKP-MHP’nin politikalarına karşı Demokratik İslam mücadelesinin Kürt halkı ve tüm Türkiye halkları nezdinde güçlendirilmesi; içinde bulunduğumuz dönem itibariyle oldukça önemlidir. Yaşam biçimleri ve dinsel tercihler devletin düzenleme alanı olmaktan çıkarılmalıdır. Devletin düzenleyeceği alan, insanların haklar ve özgürlükler bağlamında yaptığı tercihlerin özgürlük içinde yaşanabilmesini sağlama alanı olmalıdır.

Önümüzdeki dönemde özgürlükçü laiklik anlayışının siyasal bir hat olarak benimsenmesi ve yaşam bulması başta Aleviler olmak üzere farklı inançlara sahip olanlara ve inanmayanlara karşı uygulanan sistematik baskıyı engelleyebilecek tek yoldur. Devletin bütün ideolojik aygıtlarının inanç-din odaklı baskıyı yeniden üretmesine esaslı bir itiraz anlamına gelen bu anlayış aynı zamanda Sünni inancı istismar eden kurucu devlet aklını da ortadan kaldırabilecek bir mücadele zeminidir.

İktidar blokunun İslam’ı araç haline getirerek halkı manipüle etmesi, kendisine yakın tarikat ve cemaatleri ideolojik ve iktisadi araçlar olarak kullanması, kolektif mücadeleyi gerektiren bir hakikat olarak önümüzde durmaktadır. Bu hakikatin bize yüklediği sorumlulukla ve inanç kimliklerinin özgürlükçü yanlarının esas alınmasının zulme karşı direnme, barışı ve adaleti sağlama mücadelesinde önemli katkılar sağlayacağının farkındalığı ile örgütleneceğiz.

“Doğa düşmanı iktidara, sermayeye ve felaketlerine karşı mücadele edeceğiz”

İklim krizi tüm canlıların karşı karşıya kaldığı çok boyutlu derin bir krizdir. İklim krizi giderek şiddetlenirken, sermaye odaklı büyüme ve kalkınma politikaları ile ekolojik varlıklar tüketilmekte, ekolojik denge tahrip edilmektedir. Ormanlar, su varlıkları, biyoçeşitlilik türleri, tarım ve hayvancılık alanları yok edilmekte ve sokak hayvanları katledilmektedir.

Bu iktidar ormana, suya, iklime ve doğaya düşmandır. Kürdistan coğrafyasında ormanlar kolluk gücü eliyle yakılırken, yangına müdahale etmek isteyen yurttaşlar devlet güçleri tarafından engellenmekte, orman yangınlarına seyirci kalınmaktadır. Cudi’de, Gabar’da, Bitlis’te yakılan ormanları sahiplenen Kürt halkına; Akbelen’de ormanını korumak için nöbet bekleyen köylülere; Dikmece’de zeytinliklerini ve yıkılmamış evlerini korumak isteyen depremzedelere karşı askeri ve jandarmayı seferber eden devlet, kolluk güçlerini sermayenin emrine vermektedir.

Doğa düşmanı-sermaye yanlısı iktidarın politikalarının bir sonucunu da yakın zamanda son birkaç yüz yılın en büyük doğal afetlerinden biri olan depremle birlikte yaşadık. Doğal afeti toplumsal felakete dönüştüren iktidar, on binlerce canımızı yaşamdan koparmış ve evsiz-yurtsuz bırakmıştır. Depremin yaralarının sarılması konusunda sorumsuzca davranmaya devam eden devlet kurumları-sermaye ortaklığına karşı toplumsal dayanışmayı ve ortak mücadeleyi büyütme zorunluluğumuz vardır.

Önümüzdeki dönem; doğanın sermayeye peşkeş çekilmediği, doğal yaşamın salt bir kaynak olarak görülmediği ve metalaştırılmadığı bir dünyayı doğa ile birlikte ve doğanın bir parçası olarak özgürleştirmenin dönemidir. Bizler ağacın, bitkinin, kurdun-kuşun, akan-akmayan derelerin ve her canlının hakkını sonuna kadar savunacağız ve bu savunuyu halklarımızın eşitlik mücadelesinden ayrı görmeyeceğiz.

AKP-MHP iktidarı, Cumhuriyetin yüzyıllık cinsiyetçi rejimini kadın düşmanlığı seviyesine taşıyarak, kadınların kazanımlarına tek tek el koymaktadır. Kadınların anayasası niteliğindeki İstanbul Sözleşmesi’ni uygulamadan kaldıran iktidar, eşit temsiliyet ve eşit katılımı savunan eşbaşkanlık sitemini hedef almaktadır. Kadın özgürlük mücadelesi yürüten kadınlara yönelik gözaltı, tutuklama saldırılarını sürdürmekte, cezaevlerindeki siyasi kadın tutsakların haklarını gasp etmektedir. Savaşa ve sermayeye halkın kaynaklarını aktaran erkek egemen kapitalist sistem, yoksulluğun kadınlaşmasına neden olmakta ve genç kadınlar umutsuzluğun ve geleceksizliğin girdabına sokulmaktadır.

Kadınların birlikte ve örgütlü mücadelesi, yüz yılların emeğiyle elde ettiği kazanımlarını korumak ve büyütmek için faşizme karşı mücadelenin en önünde yer alıyor. Kadınlar erkek egemen kapitalist sisteme, cinsiyetçi, dinci, tekçi, sermaye politikalarına isyanını sürdürüyorlar. Yalnızca toplumsal cinsiyet özgürlüğü için değil, emekten ekolojiye, sağlıktan ekonomiye hak mücadelesinden hukuka ve adalete kadar bütün toplumsal taleplerin kesişim kavşağında yer alıyorlar.

Kapitalist patriyarkal sistemin politikaları ile dolaşıma soktuğu nefret dili; kadın kırımı, tacizi, tecavüzü ve cinsiyet kimlikleri ile cinsel yönelimlere yönelik ayrımcılığı tetikliyor. Buna karşın; kadınların gücünü ve iradesini kırmak için uygulanan sömürgeci erkek şiddetini ve özel savaş politikalarını esastan yok etmek için değişimin öncüsü örgütlü kadın mücadelesi olacak, biz olacağız.

Kürt kadınlarının, sosyalist kadın hareketinin, feministlerin geleneğini miras alan Kadın Meclisimiz, kadınların birleşik mücadelesini büyütme fikriyle Üçüncü Yol’un temel parçasıdır. Rojavalı kadınlar ve tüm dünyada özgürlük mücadelesi veren kadınlarla dayanışma içinde olmak, enternasyonal kadın mücadelesinin daha güçlü ve etkili bir parçası olmak önümüzdeki dönem siyasal sorumluluğumuzdur.

Parti çalışmalarında toplumla yeterince güçlü bağ kuramama, merkezileşme, bürokrasi, ideolojik yetersizlikler, erkek egemen akıl gibi sorunlarımız her ne kadar seçim sonuçlarıyla ilinti kurularak konuşulmaya başlanmışsa da esasında bunların yapısal sorunlar olduğunu biliyoruz. Bu açıdan seçim sonuçları, yapısal sorunlarımıza ilişkin bir muhasebe yapmak için bize güçlü bir olanak sunmuştur. Seçim sonuçlarıyla yüzleşmek üzere başladığımız yeniden yapılanma sürecinde kendimizi ve siyasetimizi yeniden inşa ederken, baskıcı, totaliter sistemi demokratikleştirmek konusundaki kararlılığımız ve umudumuz da giderek büyümektedir.

Yaklaşık elli bin kişi ile yaptığımız buluşmalar vasıtayla halklarımızla, sivil toplum örgütleriyle, meslek ve hak örgütleriyle, toplumun hemen her kesimiyle şimdiye kadar hayata geçirdiklerimizi ve yapamadıklarımızı konuştuk. Örgütlü toplum, ittifak politikası, aday belirleme süreçleri, siyasetin yerelleştirilmesi, taktiksel birlikleri ve daha pek çok konuyu birlikte değerlendirdik; bize yönelik eleştirileri dinledik, bunlardan önemli sonuçlar çıkardık.

Tüm bu tartışmaları yeniden yapılanma süreci olarak yürütürken aynı zamanda şimdiye kadar yaşanmış açmazlarımıza, yetmezliklerimize ve eksik bıraktıklarımıza yönelik bir özeleştiri haline de getirdik. Bu buluşmaların ardından konferansımızda yaptığımız tartışmalar ve kongreye sunduğumuz karar önerileri; siyaseti toplumsallaştıran demokratik ittifakları kurmak, şeffaf ve belirgin karar alma süreçlerini işletmek, siyaseti yerelden merkeze doğru ören yaklaşımı tesis etmek için üzerimize düşen tarihi sorumluluğu yerine getireceğimizin açık sözünü ifade etmektedir.

Bu söz aynı zamanda seçimlerde adayları halkımızın belirleyeceğine ilişkin ortak kararımızın teyididir. Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerde iktidarın seçim ve sandık hukukunu çiğneyerek, hukuksuz ve keyfi biçimde oluşturduğu kayyım rejimine güçlü bir cevap vermenin yolu, güçlü ve doğru adaylar ve halkın desteği ile yerel yönetimleri yeniden kazanmaktır. Mahallenin muhtarından kentin belediye eşbaşkanının adaylığına kadar tüm düzeyleri kapsayacak bu yöntemi partimizin yaşama geçirmesi doğrudan demokrasi anlayışımızın ve siyasi programımızın gereklilikleri açısından hayatidir.

Siyasetimizin yolu 3. Yol’dur. Tarihte her zaman düzeni savunanlar, düzeni kendi dar çıkarları için kısmi değişikliklere tabi tutmak isteyenler ve düzeni radikal bir biçimde esastan değiştirmek isteyenler olmuştur. 3. Yol, düzeni savunanlara yani statükoculara karşıdır; aynı zamanda düzende şekilsel düzeltmelerle işi kotarmak isteyenlere de yani restorasyonculara da karşıdır. Mevcut sisteme karşı yeni bir sistemin inşasıyla karşılık vereceğimiz bu dönemde yeni bir yaşamın da inşa edici gücü biz olacağız.

“En geniş toplumsal ve gemokratik ittifakı kuracağız”

Mayıs seçimlerinden sonra otoriter rejim kendini tahkim etme, kültürel ve ideolojik hegemonyasını kurma konusunda bir adım daha atmıştır. Yüzyıllık merkeziyetçi, tekçi, otoriter ve baskıcı rejim karşısında başarının en geniş toplumsal demokratik ittifaktan ve ortak mücadeleden geçtiğinin bilincini paradigmamızdan ve devrimci-demokratik mücadele deneyimlerinden alıyoruz. Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, baskının bu kadar yoğun yaşandığı, toplum üzerindeki her tür sömürüyü derinleştiren mevcut otoriter iktidar karşısında tek çözüm Kürt, Türk ve tüm Türkiye halklarıyla beraber bütün ezilen ve sömürülenlerin mücadele ortaklığıdır. Demokrasiyi ve özgürlüğü kazanmamız açısından partimiz bileşenleriyle beraber siyasal ve toplumsal alanların merkezi ve yerel boyutlarda genişletilmesi ve güçlendirilmesi stratejik önemdedir.

Tarih bizlere tam da bu zamanda; demokrasi, barış ve adalet mücadelesini büyütmek, toplumsal muhalefet ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir. Konferansımız aynı zamanda hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün devrimci-demokratik güçlere bu tarihsel sorumluluğu sahiplenmeye yönelik çağrı niteliği taşıyan önemli bir eşiktir. Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin, her türlü etnik kimlik ve inanç manipülasyonlarının, tekçi yaklaşımların aşındırdığı gelecek tahayyülümüzü çoklukların birliği içinde yeni yaşama dönüştüreceğimiz zamandayız.

İşçilerin, emekçilerin, kadınların, gençliğin, yoksulların, engellilerin, emeklilerin, KHK’lilerin, çocukların, tüm halkların, inançların; özcesi ezilen ve sömürülen tüm kimliklerin çokluğunda değişeceğimiz ve dönüştüreceğimiz demdeyiz. Her türlü karamsarlık ve başarısızlık duygusunu ortadan kaldırarak yürümeye devam edeceğiz. Bu bağlamda bizim için vazgeçilmez olan Türkiyelileşme stratejisinin öncelikli saldırı hedefi haline getirilme ve içi boşaltılmak istenme çabası da yine paradigmanın bütünsel olarak sahiplenilmesi ve toplumsallaşması ile boşa düşürülecektir. Paradigmamıza göre Türkiyelileşme’nin tekçi anlayışa karşı güçlü bir itiraz olduğunun bilinciyle Türkiyelileşme politikasını, halklarımıza açılan savaşa karşı en güçlü bir arada yaşam olanağı haline getirme kararlılığındayız.

Türkiye’de demokrasinin kurulmasının fikri ve pratik temellerinin bu derece zayıfladığı bir süreçte özgürlük, eşitlik, demokrasi ve barış isteyen herkese tarihsel görev düşmektedir. Kongre’ye giderken gerçekleştirdiğimiz 4.Büyük Konferansımızda aldığımız kararlar ile üzerimize düşen tarihsel sorumluluğu yerine getirmenin sözünü verdik. Sözümüz, mücadeleyi birlikte yürütmeye yönelik çağrımızı duyurmaktadır. Bu çağrımız aynı zamanda Cumhuriyet’in ikinci yüzyılında cezaevlerinin kapılarını açacak ve tüm tutsak yoldaşlarımızı, siyasetçileri, aydınları ve muhalif olan herkesi özgürlüklerine kavuşturacaktır.

Kuruluş paradigmamız olan yeni yaşamı örmek için merkezi ve yerel tüm yapılarımızla, tüm bileşenlerimizle, bireylerle yeni döneme inanç ve kararlılık içinde yürüyoruz. Kongre sürecimiz ve önümüzdeki yerel seçimlerde demokratik değişimi sağlayacak iradeyi ortaya çıkaracak, kayyım rejimine karşı demokratik yerel yönetimlerde ısrar edeceğiz ve mutlaka kazanacağız. Mücadele deneyimlerimizden aldığımız tarihsel ve güçlü miras ile ufkunu özgür ve eşit geleceğe dönen siyasal-toplumsal değişimin öncüsü biz olacağız, halklarımız olacak!”

Paylaşın

Yerel Seçimler: YSP’nin Adaylarını Halk Belirleyecek

31 Mart 2024’te yapılması planlanan yerel seçimler yaklaştıkça, partilerinde aday belirleme sürçleri netleşiyor. Yeşil Sol Parti (YSP), yerel seçimlerde göstereceği adayların halkın belirlemesi kararı aldığını duyurdu.

Haber Merkezi / “Adayların belirlenmesinde mümkün olan en geniş biçimde üyelerimizin, inanç ve kanaat önderlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, barış annelerinin, yakınlarını kaybeden ailelerinin faaliyet yürüttüğü dernek ve platformların, toplumsal demokratik muhalefet bileşenlerinin, sandık görevlilerinin katılımıyla halkın azami ölçüde dahil olarak iradesini ortaya koyabileceği demokratik bir çoklu yöntem esas alınacaktır. Partimiz bu yöntemi doğrudan demokrasi anlayışımızın ve siyasi programımızın gereklilikleri açısından hayata geçirecektir.”

Seçimlerde adayların “demokratik bir çoklu yöntem” esas alınarak belirleneceğini duyuran Yeşil Sol Parti, aday belirleme sürecine ilişkin şu bilgileri paylaştı:

“Mart 2024’te yapılacak yerel seçimlerde iktidarın seçim ve sandık hukukunu çiğneyerek, hukuksuz ve keyfi biçimde oluşturduğu kayyım rejimine güçlü bir cevap vermenin yolu, güçlü ve doğru adaylar ve halkın desteği ile yerel yönetimleri yeniden kazanmaktır. O nedenle doğru aday belirleme yöntemi seçimlerde güçlü bir motivasyon yaratacak ve başarıda kilit rol oynayacaktır.

Adayların belirlenmesinde mümkün olan en geniş biçimde üyelerimizin, inanç ve kanaat önderlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, sivil toplum kuruluşlarının, barış annelerinin, yakınlarını kaybeden ailelerinin faaliyet yürüttüğü dernek ve platformların, toplumsal demokratik muhalefet bileşenlerinin, sandık görevlilerinin katılımıyla halkın azami ölçüde dahil olarak iradesini ortaya koyabileceği demokratik bir çoklu yöntem esas alınacaktır. Partimiz bu yöntemi doğrudan demokrasi anlayışımızın ve siyasi programımızın gereklilikleri açısından hayata geçirecektir.”

“Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin…”

Öte yandan Yeşil Sol Parti’nin iki süren konferansının sonuç bildirgesini yayınladı. Bildirgede, ittifak politikasıyla ilgili, “Yoksulluğun, yolsuzluğun, adaletsizliğin, baskının bu kadar yoğun yaşandığı, toplum üzerindeki her tür sömürüyü derinleştiren mevcut otoriter iktidar karşısında tek çözüm Kürt, Türk ve tüm Türkiye halklarıyla beraber bütün ezilen ve sömürülenlerin mücadele ortaklığıdır” denildi.

“Demokrasiyi ve özgürlüğü kazanmamız açısından partimiz bileşenleriyle beraber siyasal ve toplumsal alanların merkezi ve yerel boyutlarda genişletilmesi ve güçlendirilmesi stratejik önemdedir. Tarih bizlere tam da bu zamanda; demokrasi, barış ve adalet mücadelesini büyütmek, toplumsal muhalefet ve demokrasi güçleriyle birlikte mücadele etme görev ve sorumluluğunu yüklemektedir.”

Bildirgenin devamında, “Konferansımız aynı zamanda hakikat, adalet, barış ve özgürlük isteyen bütün devrimci-demokratik güçlere bu tarihsel sorumluluğu sahiplenmeye yönelik çağrı niteliği taşıyan önemli bir eşiktir. Eşit ve özgür yaşamın önüne konan bariyerlerin, her türlü etnik kimlik ve inanç manipülasyonlarının, tekçi yaklaşımların aşındırdığı gelecek tahayyülümüzü çoklukların birliği içinde yeni yaşama dönüştüreceğimiz zamandayız” ifadelerine yer verildi.

Paylaşın

Yerel Seçimler: CHP’den İYİ Parti’ye “İttifak” Resti

İYİ Parti’nin yerel seçimlere kendi adayları ile gireceğini açıklaması hatırlatılan ve “yeni bir yol açılabilir mi?” sorusu yöneltilen CHP Sözcüsü Öztrak, “Bizim dışımızdaki bir parti ‘kendi adaylarımı göstereceğim’ derse bize de yolu açık olsun demek düşer. Bu arada belediye seçimleri tek turlu seçimler. Dolayısıyla belediye seçimlerinde bundan önce örneklerini gördüğümüz gibi yüzde 25’le seçimlerin alındığını da unutmamak gerekir” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Sezgin Tanrıkulu’nun TSK ile ilgili sözlerine ilişkin parti yönetimince herhangi bir yaptırım uygulanıp uygulanmayacağı sorulan Öztrak, daha önce yaptığı “Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun, milletimizin gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilemez. Bu konu yetkili organlarımızda görüşülecektir” açıklamasını hatırlatarak “Bu konuda gerekli açıklamaları yaptık, bu çerçevede devam edecektir” cevabını verdi.

‘Orta Vadeli Program’ını eleştiren Öztrak, “Bundan 12 yıl önce millete vadettikleri, Devletin Kalkınma Planına da yazdıkları 2023’te 2 trilyon dolar milli gelir, 25 bin dolar kişi başına gelir hedefine önümüzdeki üç yılda da ulaşılamıyor. Türkiye, ilk 10 ekonomi arasına girme hedefinin yanına bile yaklaşamıyor. Dünya enflasyon sıralamasında ise 2026’ya kadar ilk beşte kalmaya devam ediyor. Bunun adı ‘gerçekçilik’ değil iflasın ikrarıdır” diye konuştu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın G20 Liderler Zirvesi’nde Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah Es-Sisi’yle görüştüğünü hatırlatan Öztrak, “Erdoğan’ın dün darbeci, katil dedikleriyle bugün el sıkışmasına havuz medyası diplomatik başarı başlıkları atsa da tükürdüğünü yalayarak ülke yönetilmiyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük bir devlet, milletimiz büyük bir millettir. Ekonomimiz uluslararası kurumların kapısında hazır ola geçmeden de doğru politikalarla hızla ayağa kalkabilir” dedi.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Sözcüsü Faik Öztrak, partisinin Merkez Yürütme Kurulu devam ederken düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Öztrak’ın açıklamalarından satırbaşları şöyle:

(Sezgin Tanrıkulu) Diyarbakır Milletvekili Sezgin Tanrıkulu’nun, milletimizin gözbebeği Türk Silahlı Kuvvetleri’ni töhmet altında bırakan ifadeleri kabul edilemez. Bu konu yetkili organlarımızda görüşülecektir” açıklamasını hatırlatarak “Bu konuda gerekli açıklamaları yaptık, bu çerçevede devam edecektir.

(Ekrem İmamoğlu) Genel Başkanımız bir ile gittiğinde o ildeki tüm parti yetkilileri programdan haberdar olur, il başkanımız da bunun koordinasyonunu sağlar. Ekrem bey de bizim belediye başkanımızdır.

(CHP’nin hazırladığı 100’üncü yıl videosu) O videolara baktığınız zaman Kıbrıs’ın dağlarına nasıl bayrağı diktiğimiz anlatılıyor. Neden revize yapalım? Kıbırs’ın dağlarına milliyetçiliği yazdığımız görüntüleri neden revize edelim? Karşı tarafın sık sık kullandığı bu filmleri bizim hazırladığımız dört dörtlük videoda görünce herhalde büyük bir tepki oluştu. Kıbrıs’ın dağlarına dikilen o bayrağın CHP’nin eseri olduğunu görüp herhalde kıskanıyorlar.

(Yerel Seçimler) Geçen hafta durduğumuz yeri söyledim. Bu süreçle ilgili şehirlerde yapılacak iş birliklerine kapalı olmadığımızı da söyledim. Ama bizim dışımızdaki bir parti ‘kendi adaylarımı göstereceğim’ derse bize de yolu açık olsun demek düşer. Bu arada belediye seçimleri tek turlu seçimler. Dolayısıyla belediye seçimlerinde bundan önce örneklerini gördüğümüz gibi yüzde 25’le seçimlerin alındığını da unutmamak gerekir.

(Eğitim sistemi) Yurdun dört yanındaki aileler hem yapboza dönen eğitim sistemi hem de her geçen gün artan masraflar yüzünden kara kara düşünüyorlar. Eğitim sistemi sürekli hallaç pamuğu gibi atılıyor. Önce sınıfta kalma kalkıyor, sonra geri geliyor, sınav konuyor, sınav kaldırılıyor. Eğitim sistemindeki kaos bir türlü bitmiyor. Diğer taraftan, sarayın azdırdığı hayat pahalılığı nedeniyle bir öğrenciyi okula başlatmak el yakıyor. Kıyafeti, eşofmanı, ayakkabısı, kırtasiyesi derken masraf 5 bin lirayı buluyor. Bunun daha servisi var, bunun daha yemesi içmesi var.

(Bütçe açığı) Geçen yıl ilk 7 ayda 30 milyar lira fazla veren bütçe bu yılın aynı döneminde 435 milyar lira açık verdi. Hükümet deprem harcamaları dese de bu açığın en önemli kısmı hükümetin seçim kazanmak için tüm tuşlara aynı anda basmasından kaynaklanıyor.

(Orta Vadeli Program) Bundan 12 yıl önce millete vadettikleri, Devletin Kalkınma Planına da yazdıkları 2023’te 2 trilyon dolar milli gelir, 25 bin dolar kişi başına gelir hedefine önümüzdeki üç yılda da ulaşılamıyor. Türkiye, ilk 10 ekonomi arasına girme hedefinin yanına bile yaklaşamıyor. Dünya enflasyon sıralamasında ise 2026’ya kadar ilk beşte kalmaya devam ediyor. Bunun adı ‘gerçekçilik’ değil iflasın ikrarıdır.

(Erdoğan’ın enflasyonu tek haneye düşürme vaadi) Sıkı para politikası az para, yüksek faiz demektir. Kendi atadığı bakanın kendisinden önce uygulanan politikalara, ‘irrasyonel’ demesini sineye çeken Erdoğan, şimdi de iki yıldır savunduğu, ‘Nas’ dediği, ‘Ben iktidardayken artmaz düşer’ dediği düşük faizden de vazgeçti. Allah kimseyi bu hale düşürmesin.

(Erdoğan – Sisi görüşmesi) Erdoğan’ın dün darbeci, katil dedikleriyle bugün el sıkışmasına havuz medyası diplomatik başarı başlıkları atsa da tükürdüğünü yalayarak ülke yönetilmiyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti Devleti büyük bir devlet, milletimiz büyük bir millettir. Ekonomimiz uluslararası kurumların kapısında hazır ola geçmeden de doğru politikalarla hızla ayağa kalkabilir.

(Kongre) Cumhuriyet Halk Partisi halkın egemenliğini temel ilke olarak benimsemiştir. Bu temel ilke doğrultusunda parti içi tartışmaları yenilenmenin aracı olarak görmüştür. Biz etik ilkelere bağlı kalınarak yapılan tüm tartışmaların mücadelemizi güçlendireceği kanaatindeyiz. Yenilenme sürecimiz hızla devam ediyor. İlçe ve il kongrelerimiz hızla tamamlanıyor. Bunların tamamlanmasının ardından kurultayımızla bu süreci taçlandıracağız. Bu yenilenme sürecini tüzüğümüzden programımıza kadar partimizin işleyişiyle ilgili dokümanları da yenileyerek destekliyoruz. Yenilenerek, güçlenerek yerel seçimlere gidiyoruz

Paylaşın

Şimşek’ten Enflasyon Açıklaması: Hedefimiz 3 Yıl Sonunda Tek Haneye Düşürmek

Yakın zamanda açıklanan Orta Vadeli Plan (OVP) hedeflerine ilişkin konuşan Bakan Şimşek OVP’nin üç temel bileşeni olduğunu belirterek, “Bunlardan bir tanesi ülkemizin karşı karşıya olduğu en önemli makroekonomik sorunlardan biriyle mücadele konusu, yani dezenflasyon, yani enflasyonu tekrar makul düzeylere, tek haneye getirecek bir program” dedi.

“Birincil önceliğimiz fiyat istikrarıdır” diyen Bakan Şimşek enflasyonu 2026’nın sonunda tek haneye düşürmenin Orta Vadeli Program’ın en önemli hedefi olduğunu söyledi.

Bakan Mehmet Şimşek, programın ikinci bileşeninin “mali disiplin” olduğunu belirtti. Bütçede depremin de etkisiyle bir miktar bozulma olduğunu söyleyen Şimşek, Maastricht kriterleriyle uyumlu şekilde bütçe açığını yüzde 3’ün altına çekmeyi hedeflediklerini kaydetti. Şimşek “bir taraftan depremin yaralarını sararken bir taraftan da bütçe disiplinini tekrar tesis etmek” istediklerini ifade etti.

Programın üçüncü önemli bileşenini ise “yapısal dönüşüm, yapısal reformlar” olarak niteleyen Şimşek bu reformları takvimlendirdiklerinin altını çizdi. “Türkiye eğer rekabet gücünü artıracaksa, yani verimlilik üzerinden büyüyecekse, çünkü verimlilik artışı için reform yapmamız lazım, yatırım yapmamız lazım” diyen Şimşek “Bir taraftan üretken alanlara yatırım yaparken bir taraftan da mevcut kaynakları daha verimli nasıl kullanırız. İşte buna yönelik çok ciddi bir reform, bir yapısal dönüşüm çabası olacak” ifadelerini kullandı. Şimşek bu üç adımı destekleyecek tamamlayıcı unsur olarak da “dış kaynak” başlığını saydı.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, NTV ekranlarında ekonomiye ilişkin soruları yanıtladı. Şimşek’in açıklamalarından satırbaşları şöyle:

Küresel ekonomiye baktığımız zaman; büyümenin düşük seyrettiği dönemdeyiz. Ortalama büyüme yüzde 3 civarında olacak. Bu tabii düşük sayılır. Bunun birçok sebebi var ama kısa vadeli baktığınız zaman pandemi sonrası enflasyon yükselişe geçti. Şu anda küresel finansal koşulların oldukça sıkışık olduğu bir dönemdeyiz. OVP’nin üç temel bileşeni var.

Enflasyon

Bunlardan bir tanesi ülkemizin karşı karşıya olduğu, en önemli makroekonomik sorunlardan biriyle mücadele konusu. Enflasyonu tekrar makul düzeye, tek haneye getirecek bir program. Dezenflasyon programı orta vadeli programımızın en önemli hedefi. Birincil önceliğimiz fiyat istikrarıdır. Enflasyonu tekrar, 3 yılın sonunda hedefimiz tek haneye düşürebilmek. Bu zor bir süreç ama mümkün. Geçmişte başardık, yine başaracağız.

Programın ikinci bileşeni mali disiplin. Geçmişte, AK Parti hükümetlerinin en güçlü tarafı maliye politikasının bir çıpa görevi yapmış olması. Bütçe açıklarını düşük tutuyoruz, bunun sayesinde milletimize eser ve yatırım odaklı bütçeler sunduk. Önümüzdeki 3 seneye baktığımız zaman, gerek depremin gerekse geçmişte aldığımız bir takım kararların etkisiyle; EYT gibi, bütçede bir miktar bozulma var. Hedefimiz, bütçe açığını deprem hariç yüzde 3’e çekmek.

Üçüncü önemli bileşen; yapısal reformlar. Şunu net şekilde söyleyebilirim; Türkiye rekabet gücünü artıracaksa, verimlilik üzerinden büyüyecekse; bir taraftan üretken alanlara yatırım yaparken, bir taraftan da mevcut kaynakların verimli kullanımına yönelik çok ciddi yapısal dönüşüm çabası olacak. Bunu da geçmişte olduğu gibi sadece bir metin olarak sunmadık, takvimlendirdik. Hangi reformu, hangi çeyreklerde yapacağımızı ortaya koyduk.

Üç aylık ve üç aylık bir geçmiş var. Üç aylık sürede tahminler sürekli değişebiliyor. Burada resmi anlamaya çalıştık. Önce bir ekip kuruldu, Cumhurbaşkanımızın liderliğinde bir Bakanlar Kurulu oluşturuldu. Hazine ve Maliye görevi bana tevdi edildi. Biz de güçlü bir ekip kurduk. Daha sonra durum değerlendirmesi yaptık. Enflasyon hedefimizi iddialı bulanlar olabilir. Biz mümkün olduğunca, o an itibarıyla en gerçekçi rakamları ortaya koymaya çalıştık. Benim edindiğim izlenim; genel anlamda programın hedefleri gerçekçi bulunuyor. Burada enflasyonla ilgili tahmin değişiklikleri, bizim resmi daha iyi anlamamızla ortaya çıktı.

Bundan iki ay önce küresel petrol fiyatları, varil başına 70-80 dolar arasıydı, bugün 90’ın üzerine çıkmış durumda. 2021’in Aralık ayıyla, aşağı yukarı 2023’ün Mayıs ayına kadar kur belli bir düzeyde tutulmuş. Biz kuru serbest bıraktık. Tabii kur etkisi var. Çünkü bir taraftan rasyonel politikalar diyeceksin sonra kur müdahalesi, bu doğru değil. Kur etkisi var. Geçişkenlik zamanla azalacak Bizim bir kur hedefimiz yok. Aslında tahmin de olmaması lazım. Biz bir program yaptık, programın değişik evreleri var.

Bugün ile Haziran’a kadar farklı bir perspektif… Şu anda küresel finansal koşullar sıkı. Risk iştahı zayıf. 2024’ün ikinci yarısından itibaren, enflasyondaki düşüşle birlikte faiz düşüşü konuşulacak dünyada. Bununla birlikte büyümeye ilişkin beklentiler ve fon akışı farklı seyredecek. Dolayısıyla bizim önümüzdeki yılın ilk yarısıyla, ikinci yarısıyla farklı perspektiflerimiz var. Bizim bir kur tahminimiz ve hedefimiz olamaz.

1 Eylül itibariyle, yıllık kredi kartı üzerinden kredi hacmi yüzde 140 civarında artmıştı. Enflasyonun iki katından fazla. Bu kadar yüksek seyreden bir kredi hacmiyle siz enflasyonu ve cari açığı kontrol altına alamazsınız. Miktarsal sıkılaştırma denilen bir konsept var. Orada ilk adımı attık. KKM’de karşılık yoktu, karşılık getirdik.

Daha önemli konular var. Taşıt kredilerinde biz, çok net bir şekilde sınırlayıcı bir perspektife sahibiz. Birinci konutu kredilendirme konusunda değişikliğe gitmeyeceğiz ancak ikinci, üçüncü konut veya tatil yerlerindeki yerlere ilişkin vatandaşın imkanı varsa alır ama krediyle desteklemeyeceğiz. Krediyi bu alanda ciddi bir şekilde sınırlayacağız.

Programa kaynak arayışında ve Türkiye’ye yatırım arayışına girdiğimizde önce dost ülkeleri ziyaret ettik. Birleşik Arap Emirlikleri büyük bir teveccüh gösterdi ve 51 milyar dolara yakın bir program açıkladı. Bu programın önemli bir bileşeni deprem yaralarının sarılmasına yönelik, 8,5 milyar dolarlık tahvil ihracı gündemde.

Ben inanıyorum ki bu sene sonundan önce 8,5 milyar dolarlık tahvil ihracı gerçekleşecek. İhracatın finansmanı için de 3 milyar dolarlık tahvil ihracı yapacağız. Toplamda 11,5 milyar dolarlık tahvil ihracı, muhtemelen bu sene içerisinde sonuçlanır. BAE’nin 51 milyar dolar içerisinde yenilenebilir enerjiye yaklaşık 27 milyar dolarlık bir yatırımı gündemde. Tabii bu depolamadan tutun, güneş, rüzgar vs.

Sanayi, turizm özellikle teknoloji yatırımı öngörüyorlar. Merkez Bankası Başkanımız ile birlikte Dünya Bankası başkanıyla uzun bir görüşme yaptık. Kendilerine programımızdan bahsettik. Onlar da bizim programımızı desteklemek üzere, mevcut 17 milyar dolarlık planlamaya ilaveten 18 milyar dolar daha tahsis edeceklerini söylediler. Toplamda 35 milyar dolarlık Dünya Bankası paketi, Türkiye’ye sunulacak.

Kur Korumalı Mevduat

Kur korumalı konusunda çok fazla konuşmayı tercih etmiyorum. Bizim önceliğimiz programı uygulamak. Önceliğimiz rezerv biriktirmek. Biz bunları başardığımız ölçüde, kur korumalıdan çıkış stratejimizi uygulayacağız. Var mı stratejimiz, var. Biz burada da kademeli gideceğiz. KKM yapan vatandaşlar müsterih olsun, şu an devam edecek

Paylaşın

Yeni Eğitim Öğretim Yılı Başladı: Her 3 Çocuktan 1’i Akran Zorbalığından Mağdur

Yaz tatilinin sona ermesiyle birlikte 2023-2024 eğitim öğretim yılının ilk ders zili bugün çaldı. Velilerin en büyük kaygılarından biri ise çocuklarının akran zorbalığına uğraması.

PISA 2018 verilerine göre Türkiye’deki öğrencilerin yüzde 24’ü ayda en az 1 kez akran zorbalığına uğruyor. OECD’nin yayınladığı rapora göre ise Türkiye’de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin yüzde 19’u okullarında ayda birkaç kez sözel veya fiziksel şiddete maruz kalıyor. Türkiye’de yapılan araştırmalar da her 3 öğrenciden 1’inin akran zorbalığına uğradığını ortaya koyuyor.

Akran zorbalığını fiziksel veya psikolojik olarak güçlü bir veya bir grup öğrencinin kendilerinden daha güçsüz öğrencileri sürekli olarak rahatsız ettiği, mağdurun kendisini koruyamayacak durumda olduğu bir saldırganlık türü olarak tanımlanıyor.

Milliyet’ten Aysel Bozan Yılmaz’ın haberine göre Türkiye’de her 3 öğrenciden 1’inin yani yaklaşık 7 milyon öğrenci akran zorbalığına maruz kalıyor.

Öyle ki sorun her geçen gün arttığı ve çocukların yaşamını tehdit edecek boyutlara geldiği için Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) tarafından Kasım 2022’de Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliği’ndeki değişiklikle akran zorbalığı ve siber zorbalık yapan öğrencilere disiplin işlemi uygulaması getirildi.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Anayasa’ya göre de okuldaki akran zorbalığı konusunda yöneticilerin önlem alma zorunluluğu bulunuyor. Bu kararların caydırıcılığı ne kadar bilinmiyor ancak UNICEF’in Eylül 2018’de yayınladığı rapora göre dünyadaki çocukların yarısı okulda ve çevresinde akran zorbalığına maruz kalıyor.

PISA 2018 verilerine göre Türkiye’deki öğrencilerin yüzde 24’ü ayda en az 1 kez akran zorbalığına uğruyor. OECD’nin yayınladığı rapora göre ise Türkiye’de 15 yaş düzeyindeki öğrencilerin yüzde 19’u okullarında ayda birkaç kez sözel veya fiziksel şiddete maruz kalıyor. Türkiye’de yapılan araştırmalar da her 3 öğrenciden 1’inin akran zorbalığına uğradığını ortaya koyuyor. Kısacası tehlike çok büyük.

“Türkiye’de 7 milyon öğrenci mağdur”

Okullardaki akran zorbalığıyla ilgili Türkiye’deki en kapsamlı araştırmaları gerçekleştiren Ankara Üniversitesi PDR Anabilim Dalı Başkanı ve Türk PDR Derneği Genel Başkan Vekili Prof. Dr. Metin Pişkin, durumun ciddiyetini ortaya koyuyor.

Öyle ki Pişkin’in Ankara’da 1154 ilkokul ve ortaokul öğrencisi üzerinde yaptığı araştırmaya göre erkek öğrencilerin yüzde 29.4’ü; kız öğrencilerin de yüzde 41.3’ü akran zorbalığına maruz kalıyor. Pişkin’in Mayıs 2023’te Ankara’da bir Anadolu lisesinde 391 öğrenciyle yaptığı araştırma da öğrencilerin yüzde 36.8’inin haftada en az 1 kez zorbalığa uğradığını, yüzde 13’ünün de zorbalık yaptığını ortaya koyuyor. Lisede zorbalığa uğrayan kız öğrenci oranı yüzde 33.8 iken erkeklerde bu oran yüzde 41.7’ye çıkıyor. Yandaki tablolarda da görüldüğü gibi öğrenciler sınıfta, bahçede, serviste her yerde zorbalığa uğrayabiliyor.

Prof. Dr. Pişkin’in TÜBİTAK destekli hazırladığı 10 bin çocukla yapılan araştırmaya göre ise şiddet oranı en yüksek endüstri meslek liselerinde en düşük de kız meslek liselerinde görülüyor. Her 3 öğrenciden 1’inin akran zorbalığına maruz kaldığını kaydeden Pişkin, MEB’e bağlı 20 milyon civarında öğrenci olduğunu hatırlatarak “Tüm araştırmalar dikkate alındığında yaklaşık 7 milyon öğrencinin akran zorbalığına uğradığı görülüyor” dedi.

Akran zorbalığı nedir ve neler yapılmalı?

Akran zorbalığını fiziksel veya psikolojik olarak güçlü bir veya bir grup öğrencinin kendilerinden daha güçsüz öğrencileri sürekli olarak rahatsız ettiği, mağdurun kendisini koruyamayacak durumda olduğu bir saldırganlık türü olarak tanımlanıyor.

Okulda yaşanan akran zorbalığının tüm öğrencileri etkilediğini belirten Prof. Dr. Metin Pişkin, zorbalığın önlenmesi için yapılması gerekenleri ise şöyle sıraladı:

Öğrenciler, öğretmenler, veliler hatta kantin görevlileri ile okul servisi sürücüleri bile eğitilmeli.
Sadece akademik başarıya değil, aynı zamanda karakter eğitimine de önem verilmeli, çocuklara erken yaşta olumlu değerler kazandırılmalı.
Zorbaca söz ve eylemlerin kabul edilemez olduğunun altı çizilmeli, zorbalığa sıfır tolerans tanınmalı.
Etkin okul kuralları geliştirilmeli.

Saldırgan çocuklara öfke kontrolü, özdenetim becerileri, stres yönetimi, empati, çatışma çözme ve sosyal beceri eğitimi verilmeli.
Mağdur öğrencilere kendilerini koruma becerileri kazandırılmalı.
Okul çevresinde ve okulda zorbalık eylemlerinin en sık yaşandığı yerlerde güvenlik için ek önlemler alınmalı. Özellikle nöbetçi öğretmenlerin bu bölgeleri sık sık kontrol etmesi sağlanmalı.
Okulda sosyal, kültürel ve sportif etkinliklere olabildiğince fazla yer verilmeli.

Akademik başarısı düşük öğrenciler arasında akran zorbalığı oranının daha yüksek olduğunu kaydeden Prof. Dr. Metin Pişkin, yurt dışında yapılan araştırmaların öğrenciyken zorbalık yapanların, okul bittikten sonra daha büyük suçlara karışma, mahkemelik olma, hapse düşme oranlarının diğer öğrencilere göre 4 kat daha yüksek olduğunu ortaya koyduğunu söyledi. Dolayısıyla ailelerin sadece çocuğu mağdur olduğunda değil, zorbalık yaptığında da okula gidip ona müdahale etmesini yoksa çocuğunun büyüdüğünde topluma yük olacağını, bunun önlenmesi gerektiğini vurguladı.

Prof. Dr. Metin Pişkin, zorbalığı şiddetten ayırarak “Zorbalığı şiddetten ayıran iki ölçüt vardır. Birincisi zorbalıkta taraflar arasında güç dengesizliği bulunur yani zorba güçlü, mağdur ise güçsüzdür” dedi. Pişkin, kurbanın zorbalığa haftada en az bir defa uğramasının kıstas olduğunu dile getirdi.

Zorbalık fiziksel, cinsel ve sözel de olabiliyor

Fiziksel zorbalık: Tekme atma, tokat vurma, itme, çekme.
Sözel zorbalık: Alay etme, dalga geçme, kızdırma, isim takma.
Cinsel zorbalık: Cinsel amaçlı dokunma, el, kol, göz hareketleri yapma, cinsel çağrışımı olan sözcüklerle hitap etme.
Dedikodu ve söylenti çıkarıp yayma.
Arkadaş grubundan dışlama, yalnızlaştırma.
Para veya diğer eşyalarını zorla alma, almakla tehdit etme, zarar verme.

Paylaşın

İşsizlerin Yaklaşık Yüzde 90’ı “İşsizlik Ödeneği” Alamıyor

DİSK Araştırma Merkezi (DİSK-AR), işsizlik ödeneğinden yararlanma koşullarının ağır olması ve işsizlik sigortası kaynaklarının amacı dışında kullanılması sebebiyle işsizlerin büyük çoğunluğunun işsizlik ödeneğinden yararlanamadığına dikkat çektti.

Temmuz 2023’te TÜİK toplam dar tanımlı işsiz sayısını 3 milyon 291 bin kişi olarak açıkladı. İŞKUR’un Temmuz 2023 verilerine göre ise bu ayda işsizlik ödeneği alabilenlerin sayısı 367 bin 462’de kaldı. Böylece Temmuz 2023’te resmi işsizlerin sadece yüzde 11,2’si işsizlik ödeneği alabildi. Buna göre, 3 milyona yakın işsiz işsizlik ödeneğinden yoksun kaldı. Bu da işsizlerin yaklaşık yüzde 90’ının işsizlik ödeneği alamadığı anlamına geliyor.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), Temmuz 2023 Hanehalkı İşgücü Araştırması (HİA) sonuçlarını 11 Eylül 2023’te yayımlandı. Buna göre, mevsim etkisinden arındırılmış dar tanımlı işsizlik oranı yüzde 9,4; mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsizlik oranı (âtıl işgücü) ise yüzde 22,7 seviyesinde gerçekleşti.

TÜİK’e göre Türkiye genelinde 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde dar tanımlı işsiz sayısı (mevsim etkisinden arındırılmış) 2023 Temmuz ayında 3 milyon 291 bin oldu.

Geniş tanımlı işsizlik oranı salgından sonra yüzde 3,4 arttı

Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) Araştırma Merkezi (DİSK-AR) tarafından TÜİK verilerinden yararlanarak yapılan hesaplamaya göre mevsim etkisinden arındırılmış geniş tanımlı işsiz sayısı, Temmuz 2023’te 8 milyon 742 bin kişi olarak gerçekleşti.

TÜİK’e göre pandemi öncesinde, 2019 Temmuz’da yüzde 13,9 olan dar tanımlı işsizlik Temmuz 2023’te yüzde 9,4 olarak gerçekleşti. Bununla birlikte, DİSK-AR, aynı yıllarda geniş tanımlı işsizliğin yüzde 19,3’ten yüzde 22,7’ye yükseldiğine işaret etti. Buna göre, son 1 yılda geniş tanımlı işsiz sayısı 8,4 milyondan 8,7 milyona yükseldi. Covid-19 pandemisi sonrası geniş tanımlı işsizlik oranı 3,4 puan, geniş tanımlı işsiz sayısı ise 2 milyon 136 bin kişi arttı.

Diğer yandan, DİSK-AR araştırmasında, işsizlik ödeneğinden yararlanma koşullarının ağır olması ve işsizlik sigortası kaynaklarının amacı dışında kullanılması sebebiyle işsizlerin büyük çoğunluğunun işsizlik ödeneğinden yararlanamadığına dikkat çekildi.

Temmuz 2023’te TÜİK toplam dar tanımlı işsiz sayısını 3 milyon 291 bin kişi olarak açıkladı. İŞKUR’un Temmuz 2023 verilerine göre ise bu ayda işsizlik ödeneği alabilenlerin sayısı 367 bin 462’de kaldı. Böylece Temmuz 2023’te resmi işsizlerin sadece yüzde 11,2’si işsizlik ödeneği alabildi. Buna göre, 3 milyona yakın işsiz işsizlik ödeneğinden yoksun kaldı. Bu da işsizlerin yaklaşık yüzde 90’ının işsizlik ödeneği alamadığı anlamına geliyor.

Temmuz 2023 HİA verilerine göre işsizlik türlerinin en yüksek olduğu kategori yüzde 31,1 ile geniş tanımlı kadın işsizliği oldu. İkinci yüksek işsizlik kategorisi yüzde 23,1 ile geniş tanımlı genç kadın işsizliği oldu. Temmuz 2023’te üçüncü en yüksek işsizlik kategorisi ise yüzde 22,7 ile geniş tanımlı işsizlik oldu.

Temmuz 2023’te dar ve geniş tanımlı işsizlik oranı arasındaki makas 13,3 puan oldu. DİSK-AR, dar ve geniş işsizlik arasındaki makasın bu denli açılmasının en önemli nedeni olarak, zamana bağlı eksik istihdam sayısı, ümidini kaybedenlerin, iş aramayıp çalışmaya hazır olanların ve iş arayıp işbaşı yapamayacak olanların sayısındaki artış olarak gösterdi.

Paylaşın