AİHM’den Eski HDP Eş Genel Başkanları Demirtaş Ve Yüksekdağ İçin ‘Hak İhlali’ Kararı

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın başvurusunu karara bağlayan AİHM, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5. maddesinin 4. fırkasını ihlal ettiğine hükmetti.

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ “cezaevi yetkililerinin avukatlarıyla yaptıkları görüşmeleri izlemelerinden ve avukatlarıyla paylaştıkları belgelere el koymalarından” şikâyetçi olmuştu.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) eski eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın iç hukukta tutukluluklarına itiraz etmek için etkili bir yardım alamadıkları gerekçesiyle yaptığı başvuruyu karara bağladı.

Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5. maddesinin 4. fırkasını ihlal ettiğine hükmeden AİHM, Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın iç hukukta tutukluluklarına itiraz süreçleriyle ilgili ‘hak ihlaline’ uğradıkları kararı verdi.

AİHM’den yapılan açıklamada, Yüksekdağ ve Demirtaş’ın iç hukukta tutukluluklarına itiraz etmek için etkili bir yardım alamadıklarını gerekçesiyle başvuruda bulunduğu belirtildi.

Demirtaş ve Yüksekdağ’ın “özellikle cezaevi yetkililerinin avukatlarıyla yaptıkları görüşmeleri izlemelerinden ve avukatlarıyla paylaştıkları belgelere el koymalarından şikâyet ettiği” bildirilmişti.

Söz konusu bu tedbirlerin 15 Temmuz 2016 darbe girişimi ardından çıkarılan bir kararname kapsamında uygulandığının belirtildiği açıklamada, “Başvuranlar, Sözleşme’nin 5. maddesinin 4. fırkasına (tutukluluğun hukuka uygunluğunun hızlı bir şekilde incelenmesi hakkı) dayanmaktadır” ifadeleri kullanıldı.

AİHM, Demirtaş ve Yüksekdağ’a 5 bin 500’er euro (126 bin 666 TL) manevi tazminat ve 2 bin 500 euro da mahkeme masrafı ödenmesine hükmetti. Türkiye’nin AİHM’e gönderdiği yargıç Saadet Yüksel karara katılmadı.

AİHM daha önce de Demirtaş ve Yüksekdağ hakkında “hak ihlali” kararları vermişti.

Aralık 2020 ve Kasım 2022’de verilen kararlarda başvurucuların tutukluluk hallerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5. maddesi (özgürlük ve güvenlik hakkı), 10. maddesi (ifade özgürlüğü), 18. maddesi (haklara getirilecek kısıtlamaların sınırlandırılması) ve 1 Numaralı Protokol’ün 3. maddesinin (serbest seçimler) ihlal edildiğine hükmetmişti.

AİHM 2018’de de Demirtaş’ın serbest bırakılması gerektiğine hükmetmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise bu karar hakkında “Bizi bağlamaz. Karşı hamlemizi yapar, işi bitiririz” demişti.

Selahattin Demirtaş kimdir?

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olan Selahattin Demirtaş, siyaset öncesi serbest avukatlık ve İHD (İnsan Hakları Derneği) Diyarbakır şubesinde yöneticilik yapmıştır. Uluslararası Af Örgütü Diyarbakır şubesi ve Türkiye İnsan Hakları Vakfının kurucuları arasındadır.

2007’de DTP’de grup başkanvekilliği yaptıktan sonra DTP’nin kapatılması sürecinde yeni kurulan Barış ve Demokrasi Partisine geçerek partinin 1 Şubat 2010 tarihinde yapılan olağanüstü kongresinde genel başkan seçildi. BDP’nin Halkların Demokratik Partisine katılması sürecinde 2014 yılında yapılan 2. Olağanüstü Kongre’de Figen Yüksekdağ ile birlikte HDP eş genel başkanlığına seçilmiştir.

2007 Türkiye genel seçimlerinde Diyarbakır, 2011 Türkiye genel seçimlerinde Hakkâri ve Haziran 2015 Türkiye genel seçimlerinde İstanbul milletvekili olarak Meclise girdi.

4 Kasım 2016’da HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ ve dokuz HDP’li milletvekili ile birlikte “suç işlemek amacıyla örgüt kurmak”, “terör örgütü üyesi olmak”, “silahlı terör örgütüne üye olmak”, “örgüt adına suç işlemek” iddialarıyla gözaltına alındıktan sonra tutuklanarak Edirne F Tipi Cezaevi’ne götürüldü.

Mayıs 2023 seçimlerinden sonra aktif siyaseti bıraktığını açıklamıştır.

Figen Yüksekdağ kimdir?

Figen Yüksekdağ, çiftçilikle uğraşan bir ailenin 10 çocuğundan dokuzuncusu olarak 9 Kasım 1971 tarihinde Adana’nın Ceyhan ilçesinde doğdu. Lise çağlarında sosyalist hareketle ilgilenmeye başladı ve İşçinin Yolu dergi çevresine katıldı. 18 yaşında bir sokak gösterisinde tutuklandı ve gözaltında kaldı. Sonrasında öğrenci evlerinde kaldı. 8 ay sonra İstanbul’a gelerek Özgür Gençlik grubuna katıldı.

Atılım gazetesinde birlikte çalıştığı Sedat Şenoğlu ile, Şenoğlu cezaevindeyken evlendi. Uzun yıllar kadın haklarıyla ilgili konularla ilgilendi. Atılım gazetesinde yayın kurulu üyesi olarak çalıştı ve Sosyalist Kadın dergisinin editörlüğünü yaptı. Ezilenlerin Sosyalist Partisi’nin (ESP) genel başkanlığını da yapan Yüksekdağ, Haziran 2014’te HDP II. Olağan Kongresi sonunda partinin eşbaşkanı olarak seçildi.

Haziran 2015’teki ve akabinde gerçekleştirilen Kasım 2015’teki milletvekili genel seçimlerinde Van milletvekili seçildi.

Diyarbakır Cumhuriyet Başsavcılığı’nın yürüttüğü terör soruşturması kapsamında, daha önce çağrılmasına rağmen ifadeye gitmediği gerekçesiyle 4 Kasım 2016’da Ankara’daki evinde gözaltına alınan ve Diyarbakır’a gönderilen Yüksekdağ, burada çıkarıldığı 2. Sulh Ceza Hakimliği’nce aynı gün tutuklandı ve Kocaeli F Tipi Cezaevi’ne götürüldü.

Hakkındaki kesinleşmiş hapis cezası gerekçesiyle 21 Şubat 2017 tarihinde milletvekilliği düşürüldü, 9 Mart 2017’de ise siyasî partiler kanununun “terör eyleminden mahkûm olanların siyasi partilere üye olamayacaklarına” dair hükmü gereği parti üyeliği Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından düşürüldü. HDP milletvekilleri, Yüksekdağ’ın parti üyeliği ve eş genel başkanlık görevinin düşürülmesi kararını tanımadıklarını açıkladılar.

Yüksekdağ, “terör örgütü yöneticiliği”, “terör örgütü propagandası”, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet”, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik” ve “suç işlemeye tahrik” suçlamalarından dolayı Ankara 16. Ağır Ceza Mahkemesince tutuklu olarak yargılanmaya devam etmektedir.

Paylaşın

Türkiye’nin Kredi Risk Primi 500’ün Altına Geriledi

2015-2018 yıllarında Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcılığı, 2009-2015 yıllarında ise Maliye Bakanlığı yapan Mehmet Şimşek’in “tam yetkili Hazine ve Maliye Bakanı” olarak göreve gelmesinin ardından piyasa ve beklentilerde iyimser hava oluştu.

Haber Merkezi / Türkiye’nin 5 yıllık CDS’sinin (Credit Default Swap) 15 Mayıs’tan beri ilk kez 500 seviyesinin altına indiği kaydedilirken, günlük düşüşün 50 baz puanı geçtiği ifade edildi. CDS, cuma günü en son işlemlerde 552 baz puanda bulunuyordu.

Risk primi, geçen yıl 885 puana kadar çıkarak 2003’ten beri en yüksek seviyesini görmüştü. Türkiye’nin kredi risk primi, seçim belirsizliğinin ortadan kalkmasıyla düşüş eğilimine yönelmişti.

Mehmet Şimşek, “Hükümetimizin temel hedefi toplumsal refahı yükseltmektir. Önümüzdeki dönemde bu hedefe ulaşmada şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk temel ilkelerimiz olacaktır” demişti.

Bakan Mehmet Şimşek ayrıca, “Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır” ifadesini kullanmıştı.

Bir ülkenin dış borçlanmasındaki en önemli göstergelerden biri olan CDS primi ne demek ve yükselmesi, düşmesi ne anlama geliyor?

Türkçe’de kredi risk primi veya kredi temerrüt takası olarak kullanılan CDS (Credit Default Swap) aslında bir çeşit sigortalama işlemi olarak tanımlanabilir.

Herhangi bir ülke hazinesine ya da şirketine borç verirken o borcun geri ödenmemesi ihtimaline karşı aldığınız sigorta poliçesine CDS deniyor ve genellikle over-the-counter (OTC) yani herhangi bir borsa düzenlemesine tabi olmayan tezgah üstü piyasalarda işlem görüyor.

CDS primi nasıl hesaplanıyor?

Ülkelerin dış borçlanmalarına karşı CDS’leri genelde büyük uluslararası yatırım bankaları sağlıyor ve o ülkelerin borcunu çevirememesi halinde ödemeyi bu banka üstlenmiş oluyor. Bu bankalar da söz konusu ülkenin geri ödeme yeteneğini, makroekonomik koşullarını inceleyerek bir risk oranı belirliyor.

Bu oran belirlenirken uluslararası derecelendirme kuruluşlarının verdiği notlar önemli bir rol oynasa da bunun dışında da bir çok faktör göz önünde bulunduruluyor.

Ekonomisi sağlam ve geri ödeme sorunu yaşamayacağı düşünülen ülkelerin risk primi düşük olurken geri ödemekte sorun yaşayacağı düşünülen ülkelerin risk primi yüksek bir orandan belirleniyor.

Türkiye’nin CDS oranı neden yükseliyor?

Ekonomist Mahfi Eğilmez’e göre ülke CDS priminin yükselmesine iç ve dış nedenler olmak üzere iki etken grubu yol açıyor. Koronavirüs salgını ya da Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve yükselen enerji fiyatları bu dış nedenlere örnek olarak verilebilir.

İç nedenler ise enflasyonun yükselmesi, dış borçların artması, kurların yükselmesi, sosyal çalkantılar ve afetler olarak sıralanabilir.

Dış nedenler konusunda yapılabilecek şeylerin sınırlı olmasına rağmen iç nedenleri yönetmenin mümkün olduğunu vurgulayan Eğilmez bu sayede dış nedenlerin de etkisinin azaltılabileceğini belirtiyor.

Türkiye’nin CDS primlerinin 2008 yılındaki küresel mali kriz sırasında yükseldikten sonra gerilediği görülüyor. Ülkenin makroekonomik dengelerinin bozulmaya başladığı 2018 yılından itibaren ise dalgalı bir seyirle de olsa yükseliş trendini sürdürdüğü görülüyor.

CDS priminin artmasının sonuçları ne olur?

Kamunun ve özel sektörün dış borçlanma maliyetleri CDS primine paralel olarak artar.

Burada kendini besleyen bir döngü oluşur. Borçlanma maliyetinin artması döviz girişini azalttığı için dış borcu ödemeyi zorlaştırır. Bu da riski daha da çok yükseltir.

Artan maliyetler, daha fazla kaynağın borç ödemesine ayrılması ve daha az harcanabilir gelir (yani refah kaybı) anlamına gelir.

Döviz girişinin azalması içerideki likidite krizini daha da derinleştirirken enflasyonist baskıları artırır.

Ulaşılabilecek en uç nokta, CDS ile sigortalanan temerrüt riskinin gerçekleşmesi durumudur. Dış borcun çevrilemez hale gelmesi ya da “iflas” durumu, başta enerji olmak üzere ithal ettiğimiz pek çok ürünü alamayacak hale gelmemiz, ithal ara malına dayalı üretim yapımızın durması anlamına gelir.

Paylaşın

Türkiye Genelinde Kiralar 4 Yılda 6 Kat Arttı

Türkiye genelinde kiralar son 4 yılda 6 kat arttı, büyükşehirlerde bu oran çok daha yüksek. Dar ve orta gelirli vatandaşlar için sıfırdan bir ev alabilmek ise neredeyse hayal. Gayrimenkul krizi en çok hem kendine ait bir mülkü bulunmayan hem de yüksek kira bedelleriyle karşı karşıya kalan alt ve orta gelirli vatandaşları kesimi vuruyor.

Sektör temsilcilerine göre gayrimenkul sektöründeki kriz esas olarak yıldan yıla bozulan arz-talep dengesi sebebiyle yaşanıyor. Ayrıca, sektör temsilcilerine göre bu sorunu tek bir cevapla yanıtlamak pek mümkün değil.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreter Yardımcısı Buğra Gökçe’nin ortaya koyduğu verilere göre, 2019-2023 arasında ülke genelinde kiralarda %583 artış gerçekleşti, büyükşehirlerdeki ortalama artış oranı %697 oldu.

En fazla kira artışı %1109 ile Antalya’da gerçekleşirken; onu %963 ile Mersin, %935 ile Muğla, %833 ile Ankara ve %713 ile İstanbul takip etti.

Tüm Emlak Müşavirleri Federasyonu Başkanı Hacı Ali Taylan, “Dolardaki artışın bile üzerine 3-4 kat arttı, gayrimenkul tarihinde ilk defa böylesi bir fiyat yükselmesiyle karşı karşıyayız” diyor.

Gayrimenkul sektöründeki kriz en çok dar ve orta gelirli vatandaşları vuruyor. Bu kesim için artık ev sahibi olabilmek bir hayalken, yüksek kira bedellerini ödemek de her geçen gün zorlaşıyor.

Gökçe, Türkiye nüfusunun yüzde 75’inin yaşadığı 30 büyük şehirde, ortalama kira bedelinin asgari ücretin yüzde 79’unu aştığını kaydediyor:

“Tüm Türkiye’de 2019 yılının Nisan ayında kira bedeli ortalama ücretin sadece yüzde 27’si kadarken, bugün yüzde 45’e ulaşmış. Muğla’da kira bedeli ortalama ücretin yüzde 187’si, Antalya’da yüzde 120’si, İstanbul’da yüzde 117’si kadar.”

BBC Türkçe’den Fundanur Öztürk’e konuşan sektör temsilcilerine göre gayrimenkul sektöründeki kriz esas olarak yıldan yıla bozulan arz-talep dengesi sebebiyle yaşanıyor.

Giderek artan konut ihtiyacı karşısında inşaat sektöründe yaşanan durgunluk ve yeni konutların dar ve orta gelirlilere yönelik değil, yatırım amaçlı lüks daireler olarak planlanması sektördeki açığı büyütüyor.

Taylan, tedbir alınmadığı sürece kira bedellerindeki artışın süreceğini değerlendirerek, doğru yorumlar yapabilmek için yeni hükümetin politikaları görmek gerektiğini söylüyor:

“Son birkaç yılda 6-7 kat artan rakamlar…Bunu kimse tahmin edemezdi. Sonrasını görebilmek için artık bizim uzmanlığımız da yetmiyor. Fakat tedbir alınmadığı takdirde kira artışları devam edecektir.”

‘Yatırımcılar sadece çok kârlı, lüks projelere giriyor’

Türkiye’de alt ve orta gelirli vatandaşların bulunduğu % 40’lık bir kesim için konut ihtiyacı olduğunu söyleyen Taylan, bu açığın yakın gelecekte kapanamayacağını değerlendiriyor.

Gayrimenkul krizi de en çok hem kendine ait bir mülkü bulunmayan hem de yüksek kira bedelleriyle karşı karşıya kalan bu kesimi vuruyor.

Gökçe, mevcut konut projelerinin daha çok yatırım amaçlı lüks daireler olarak planladığını, bu durumun krizi artırdığını değerlendiriyor:

“Yatırımcılar, kâr marjı çok yüksek olmayan işlerde, işe başladıktan bir süre sonra zarar eder hale geliyor. Hammadde fiyatlarının çok hızlı arttığı bir yerde, yatırımcı sadece çok kârlı projelere giriyor. Arz daha çok orta ve dar gelirli gruplar için kısıldı çünkü onların konutlarındaki kâr marjı düşük.”

“Dar gelirli ve orta gelirli için yeterince konut üretilmiyor, devlet bu anlamda kendini göstermiyor, özel sektör bu alan kârlı olmadığı ve enflasyonist ortamda kaybetmeye çok müsait olduğu için bu alana girmiyor.”

Gökçe’ye göre arz talep dengesinin bozulmasının temel sebepleri arasında konutun bir yatırım aracına dönüşmesi, dövize bağlı maliyetler sebebiyle inşaat piyasasında yaşanan durgunluk ve yatırım için güven vermeyen piyasa şartları yer alıyor:

“Birçok malzemenin dövize endeksli olduğu ve dövizin bu kadar arttığı bir ortamda hiç kimse önünü göremediği için arz kısıldı. Yatırımcı hammadde almıyor, tüketici kredi bulamıyor, bulsa çok yüksek faizin altına giremiyor, bu sarmal konut sektöründe arzı daraltmış durumda.”

“Vatandaşlar şaşkınlık içerisinde, bakıyor dağ taş beton oldu, her yere inşaat yapılıyor ama ben kiralık ev bulamıyorum diyor. Çünkü birileri 20. konutunu alıyor, birileri kira fiyatlarını belirleyecek sayıda konut yapıp boş tutmayı akıl ediyor ama dezavantajlı kesimlerin konut ve barınma sorunu çözülemiyor.”

Yabancılara satışların etkisi ne kadar?

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verilerine göre, 2017-2022 döneminde yabancılar 274 bin 258 konut aldı. Bu rakam, toplam satışların % 5’ine tekabül ediyor.

2022 yılında yabancıların en çok konut aldığı 3 il ise İstanbul, Antalya ve Mersin oldu. Bu iller aynı zamanda en çok kira artışı yaşanan illerin başında geliyor.

Gökçe, sığınmacıların yoğun yaşadığı ilk 10 ildeki kira artışlarının ise Türkiye ortalamasının üstünde olduğunu belirtiyor:

“Kira bedelleri yüzde 702 zamlanmış. Bu illerde kira bedelinin asgari ücrete oranı 2019’da yüzde 46 iken bugün yüzde 86’ya çıkmış. Yani asgari ücret kira bedeli karşısında erimiş.”

Taylan, gayrimenkul fiyat artışlarında yabancı satışların önemli bir yer tuttuğunu söylüyor:

“100 tane gayrimenkulün satılık olduğu bir sokakta, bir gayrimenkul döviz ile yüksek fiyattan alıcı bulduğunda, o yüksek rakam diğer 99 gayrimenkulün de fiyatını belirleyen taban fiyatını oluşturuyor. Biz buna ‘marjinal satış’ diyoruz. Yabancı satışın oranı küçük gibi görünse de fiyatlara etkisi büyük oluyor.”

Rusya-Ukrayna savaşından sonra yabancıların Antalya’da çok yoğun bir talep yarattığını söyleyen Taylan, Türkiye’deki en yüksek fiyat artışlarının bu yüzden Antalya’da yaşandığını söylüyor.

Antalya’daki talebin başka bir kıyı kenti olan Mersin’e de taştığını belirten Taylan hem depremlerden sonraki iç göç hem de yabancıların talebi sebebiyle Mersin’de de ciddi fiyat artışlarının görüldüğünü belirtiyor.

‘İstanbul’da güvenli konut talebi arttı’

6 Şubat’ta meydana gelen Kahramanmaraş merkezli depremlerden sonra özellikle Marmara Bölgesi ve İstanbul’da “güvenli konut” talebinin arttığı belirtiliyor.

Gökçe, “Deprem sonrası daha güvenli konutta oturma ihtiyacı çoğaldıkça, büyük bir kira krizi çıktı. Kimse uygun kiralık evde bulamaz vaziyette” diyor.

2022 Ağustos ayında Kentsel dönüşüm alanlarındaki riskli yapılarda oturan kiracılara ve hak sahiplerine yapılan yardımı 4 bin 500 liraya çıkardıklarını söyleyen Gökçe, artık bu rakamın da yetmediğini belirtiyor.

Depremden sonra göç alan kentlerden olan Ankara, Mersin, Adana, Kayseri ve Antalya’da da son birkaç ayda radikal kira artışları görülüyor.

Taylan, “Depremden sonra göç alan kentlerde kira fiyatları, bıçak kemiğe dayandı denilecek noktada. Hala da artış eğilimi devam ediyor” diyor.

Ev sahipleri haksız artış mı yapıyor?

Sektör temsilcilerine göre bu soruyu tek bir cevapla yanıtlamak pek mümkün değil.

Her ne kadar spekülatif artışlar, yatırım amaçlı dairelerin piyasayı tırmandıran etkisi ve denetimsizlik konuları ön plana çıksa da ülkede ev almak giderek zorlaştıkça kiraların da buna paralel yükselmesi, olağan bir durum.

Taylan, “Konut kredileri bir yıl öncesine göre çok daha yüksek ve bankalar konut kredisi vermekte çok iştahsız. Ev almak ne kadar pahalıysa, kiralar da o kadar yüksek olur” diyor.

Bundan 2-3 yıl öncesine kadar Türkiye’de bir evin kira bedeliyle kendini amorti etme (yatırılan parayı karşılama) süresinin 15-18 yıl olduğunu söyleyen Taylan, bugün, yüksek kiralara rağmen bu sürenin 25-35 yıla kadar çıktığını kaydediyor:

“Bu bizim sektörde daha önce hiç görülmeyen bir şey. Aslına gayrimenkulün fiyatıyla kira getirisini karşılaştırdığınızda kiraların hala biraz aşağıda olduğunu da söyleyebiliriz. Ama tabii ki esas sıkıntı, insanların alım gücü.”

Neler yapılmalı?

“Memur kenti” olarak bilinen ve kiraların görece daha düşük olduğu Ankara’da da artık vatandaşlar neredeyse İstanbul ile yarışan yüksek kira bedelleri ödemek zorunda kalıyor.

Artık başkentte görev yapan memurların maaşlarından konut kirası çıktıktan sonra gıda, ulaşım, giyinme ve temel ihtiyaçlarına ayırabileceği az bir miktar kalıyor.

Ankara Tüm Emlakçılar Meslek Odası Başkanı Hakan Akçam, kentte zaten geçmişten gelen bir konut eksiği olduğunu, bunun üzerine resmi verilere göre 350-400 bin depremzedenin geldiğini aktarıyor.

Akçam, “Ankara’da 3+1 ara katta normal yapılı bir ev en az 8 bin liradan başlıyor, 20 bin liraya kadar çıkıyor” diyor.

Akçam’a göre, lokasyona göre tavan kira bedeli belirleyen kent kurullarının oluşturulması ve aksini uygulayan mal sahiplerine ceza getirilmesi gerekiyor.

Akçam ayrıca kira artışlarına yıllık %25 sınır getiren uygulamanın da pratikte daha yüksek kira fiyatlarına sebep olduğunu değerlendiriyor:

“Mal sahipleri yıl sonunda %25 artış ile kısıtlanacağını bildiği için, evini ilk kiraya verdiğinde yüksek rakamla başlamak istiyor. Bu uygulamayı sürdürmek piyasayı sakinleştirmez.”

Taylan da “%25 sınırı da bir çözüm olmuyor, bu sefer sulh ceza mahkemelerinde bu kiracı davalarıyla dolmuş durumda” diyor.

Geçtiğimiz yıl Hazine ve Maliye Bakanlığı kira sözleşmelerinin E-devlet üzerinden yapılabilmesi için harekete geçmiş, düzenlemenin 2024 yılına kadar hayata geçeceği belirtilmişti.

Bu uygulamaya bir an önce geçilmesi gerektiğini savunan Akçam, “Devlet son kiracının hangi rakamla evden çıktığının takibini daha rahat yapabilsin, son kiracısı 3 bin liradan çıkan bir kişi 10 bin lira kira isteyemesin” diyor.

Öte yanda mal sahipleri, evinin değerini genellikle ilan sayfalarındaki emsallerine bakarak değerlendiriyor.

Akçam, ilan sayfalarındaki fiyatların anlık değişmemesi gerektiğini, aylık artış için %10-20 oranında bir tavan belirlenmesi gerektiğini savunuyor.

Ayrıca Kiracı-ev sahibi uzlaşmazlıklarıyla ilgili Eylül ayında devreye girmesi planlanan arabulucu sisteminin de mahkemelerdeki dosya yükünü biraz hafifletmesi bekleniyor.

“Dar gelirlilere kira yardımı yapılmalı”

TÜRK-İŞ Mayıs ayı verilerine göre, dört kişilik bir ailenin aylık gıda harcamalarını kapsayan açlık sınırı 10 bin 362 TL oldu.

Dört kişilik bir ailenin kira, fatura, eğitim, giyim, ulaşım gibi tüm giderlerini kapsayan yoksulluk sınırı ise 33 bin 752 TL’ye yükseldi.

Tüketici Hakları Derneği Başkanı Turhan Çakar, yoksulluk sınırı altında yaşayan ve düşük ücretli çalışanların kiralarının kamu tarafından ödenmesi gerektiğini, bunun artık bir zorunluluk olduğunu söylüyor.

Kira artışlarına getirilen %25’lik sınıra pek çok mal sahibinin uymadığını belirten Çakar, “Çok ciddi bir denetimsizlik söz konusu, insanlar birbirlerine bakarak kiraları yükseltmeye başladılar” diyor ve ekliyor:

“Yoksulluk sınırı altında yaşayan hanelere bir çözüm gerekiyor. Dar gelirlilerin ve asgari ücretlilerin kirasını devlet ödemelidir. Bu insanlar yemiyor içmiyor, çoluk çocuğu beslenmiyor ve kirasını ödemek durumunda kalıyor.”

 

Paylaşın

Dikkat Çeken Araştırma: Gençlerin Yüzde 63’ü Ülkeden Gitmek İstiyor

Yeni yapılan bir araştırma, 18-25 yaş arası gençlerin yüzde 63’ünün tercih imkanı verilse başka bir ülkede yaşamak istediğini ortaya koydu. Türkiye dışında yaşamak isteyen gençlerin yüzde 47,8’i “yaşam koşullarını yükseltmek” için başka bir ülkeye gitmeyi istediğini belirtti.

Yüzde 20,7’lik bir kesim “o ülkede daha fazla özgürlük olduğu,” yüzde 16,8’lik bir grup “Türkiye’de kendini güvende hissetmediği” ve yüzde 14,7’lik bir kesim de “Türkiye’de iş bulamadığı ve o ülkede daha kolay iş bulacağı” için Türkiye dışında yaşamak istediğini ifade etti.

Yurt dışında yaşamak isteyenlere hangi ülkeyi tercih edeceği sorulduğunda ilk üç sırayı, Almanya, ABD ve İngiltere aldı.

Alman Konrad Adenauer Vakfı, Türkiye’deki gençler arasında yaptırdığı 2023 Türkiye Gençlik Araştırması’nın sonuçlarını açıkladı.

Z kuşağı olarak adlandırılan 18-25 yaş arası gençlerin siyaset, ekonomik durum ve göç konularındaki görüşlerine odaklanan araştırma 16 ilde yapıldı. Aralık 2022 ile Ocak 2023 arasında yapılan araştırmaya 2 bin 140 genç katıldı.

Araştırma, 18-25 yaş arası gençlerin yüzde 63’ünün tercih imkanı verilse başka bir ülkede yaşamak istediğini ortaya koydu. Araştırmaya katılan gençlerin yüzde 37’si ise bu soruya “Türkiye’de yaşamak isterim” şeklinde yanıt verdi.

Türkiye dışında yaşamak isteyen gençlerin yüzde 47,8’i “yaşam koşullarını yükseltmek” için başka bir ülkeye gitmeyi istediğini belirtti. Yüzde 20,7’lik bir kesim “o ülkede daha fazla özgürlük olduğu,” yüzde 16,8’lik bir grup “Türkiye’de kendini güvende hissetmediği” ve yüzde 14,7’lik bir kesim de “Türkiye’de iş bulamadığı ve o ülkede daha kolay iş bulacağı” için Türkiye dışında yaşamak istediğini ifade etti.

Yurt dışında yaşamak isteyenlere hangi ülkeyi tercih edeceği sorulduğunda ilk üç sırayı, Almanya, ABD ve İngiltere aldı.

Öğrencilerin yüzde 61,3’ü ekonomik zorluk yaşıyor

Hacettepe Üniversitesi’nden Prof. Dr. Ali Çağlar yönetiminde yürütülen araştırma, Türkiye’deki ekonomik gelişmelerin gençler üzerindeki etkisinin de oldukça yüksek düzeyde olduğunu gösterdi. Buna göre, araştırmaya katılan gençlerin yüzde 61,3’ü eğitimleri sırasında ekonomik anlamda zorluk çektiğini söyledi.

Buna karşılık zorluk çekmediğini belirtenlerin oranı yüzde 12,6 olarak belirlendi. Araştırma gençlerin harcamalarını da kıstığını ortaya koydu. Buna göre, tüketimlerini sınırlandırdıklarını söyleyenlerin oranı yüzde 84,4 olarak kaydedildi.

Araştırmaya katılan gençlerin yüzde 98,4’ü Türkiye’de sorunlar yaşandığını belirtirken, bu sorunları terörizm, işsizlik, mevcut ekonomik koşullar, adam kayırma, yolsuzluk, rüşvet, güvenlik problemi, hukuk ve adalet ve eğitim sistemi olarak sınıfladı.

Hükümetin yönetim biçimini doğru bulup bulmadıkları sorulduğunda ise yüzde 70,4’ü doğru bulmadığını ifade etti. Hükümetin adalet politikalarını doğru bulmayanların oranı yüzde 81,2, insan hakları uygulamalarını eleştirenlerin oranı yüzde 73,3, ekonomi politikasını beğenmeyenlerin oranı da yüzde 83,8, eğitim politikalarını doğru bulmayanların oranı yüzde 75,7 olarak tespit edildi.

Sığınmacılara ilişkin görüşler olumsuz

Araştırmada gençlere Türkiye’deki sığınmacılara ilişkin görüşleri de soruldu. Hükümetin sığınmacılara yönelik politikalarına ilişkin olarak katılımcıların yüzde 91,8’i “mevcut sığınmacı politika ve uygulamalarını” yanlış bulduğunu belirterek, bunun değiştirilmesi gerektiği yönünde görüş beyan etti.

Araştırma gençlerin sığınmacılar hakkında olumsuz görüşlere sahip olduğunu da ortaya koydu. Buna göre, gençlerin yüzde 91,4’ü “Türkiye’de çok fazla sığınmacı olmasından rahatsızlık duyduğunu” ifade ederken, yüzde 90,1’i sığınmacıların “Türkiye’nin nüfus yapısını bozduğunu” dile getirdi. Yüzde 80’8’i de sığınmacıların “Türkiye’nin geleceği için bir tehdit oluşturduğunu” savundu.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

NATO Üyeliği: İsveç’ten “Türkiye ve Macaristan’dan Onay Bekliyoruz” Açıklaması

Norveç’in başkenti Oslo’da yapılan NATO Dışişleri Bakanları toplantısında konuşan İsveç Dışişleri Bakanı Tobias Billström, NATO üyeliği için gerekli tüm kriterleri yerine getirdiklerini söyledi.

Haber Merkezi / Türkiye ve Macaristan’a, üyeliklerini onaylama çağrısı yapan Billström, İsveç’in NATO üyeliği yolculuğunu bir “maratona” benzetti, bu koşuda sona yaklaşıldığını söyledi.

NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg ise, toplantı öncesi gazetecilere yaptığı açıklamada “Bu hafta başında Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüştüm. İsveç’in katılımı konusunda ilerleme kaydedilmesinin önemini her zaman vurguluyorum. İsveç’in olası katılımını nasıl sağlayabileceğimizi ele alma konusunda yakın gelecekte Ankara’ya da gideceğim” dedi.

“Finlandiya zaten üye oldu, İsveç’in de üye olacağından eminim. Bunun mümkün olduğunca erken gerçekleşmesi için çalışıyoruz” diye konuşan Stoltenberg, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Benim mesajım İsveç’in üyeliğinin İsveç için iyi olduğu, İskandinav ülkeleri için iyi olduğu, Baltık ülkeleri için iyi olduğu ve aynı zamanda NATO için de iyi olduğudur. Bu NATO’yu daha güçlü kılacak ve aynı zamanda Türkiye ve tüm müttefikler için de iyi olacaktır. Yakın gelecekte Ankara’ya gideceğim ancak tarih henüz belli değil.”

İsveç’te, yeni terörle mücadele yasaları yürürlüğe girdi

Bir yıldan bu yana NATO’ya üye olmayı bekleyen Avrupa Birliği (AB) ülkelerinden İsveç’te yeni terörle mücadele yasaları yürürlüğe girdi.

İlgili yasalar uyarınca bundan böyle ülkede terör örgütlerine üye olmak, üye olanlara maddi destek sağlamak ya da bu örgütleri herhangi bir biçimde desteklemek, uzun hapis cezaları ile yargılanmanın yolunu açacak şekilde ağır suç sayılacak.

Konu ile ilgili olarak Financial Times gazetesinde bir makalesi yayınlanan İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, “Yürürlüğe giren yasalar, teröre destek verenleri kovuşturmak için İsveç’e yeni ve etkili araçlar sağlayacak” ifadelerini kullandı.

Kristersson yazısında, söz konusu yasaların devreye girmesiyle, ülkesinin terörle mücadele yasalarında bir boşluğun da kapatıldığını dile getirdi.

Stockholm terörle mücadele yasalarını sertleştirerek, bugüne dek NATO üyeliğine destek vermeyen Ankara’nın onayını almayı umuyor.

Rusya’nın Ukrayna’ya saldırmasının ardından, daha önce geleneksel olarak tarafsız bir dış politika izleyen İsveç ve Finlandiya, geçen yıl Mayıs ayında NATO’ya üyelik başvurusunda bulunmuştu.

Finlandiya geçen Nisan ayında 31’inci üye olarak NATO’ya dahil olurken İsveç hala Türkiye ve Macaristan’ın onayını alamadığı için İttifak’a katılabilmiş değil.

Ankara, İsveç’in üyeliğine onay vermemesine gerekçe olarak, bu ülkenin terör örgütlerine, özellikle de PKK’ya karşı yeterli sertliği göstermediğini savunuyor.

Başbakan Kristersson makalesinde bu konuya da değinerek, yürürlüğe giren yeni terörle mücadele yasalarıyla, İsveç’in Türkiye ile yaptığı anlaşma şartlarını yerine getirdiğini belirtti.

“İsveç, ulusal güvenliğine yönelik tüm tehditlere karşı Türkiye’ye tam destek vermekte ve PKK dahil olmak üzere, bu ülkeye yönelik saldırılar gerçekleştiren tüm terör örgütlerini kınamaktadır” ifadelerini kullanan İsveç Başbakanı, Temmuz ayında Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta yapılacak olan NATO zirvesine haftalar kala, artık ülkesinin NATO’ya üyelik başvurusunun ciddi bir biçimde değerlendirilmesinin zamanının geldiğini vurguladı.

Kristersson, İsveç’in NATO dışında kalmasının, nihayetinde Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin dışında kimseye yaramayacağını dile getirdi.

Paylaşın

İsveç’ten Erdoğan’a “NATO Üyeliği” Çağrısı: Zamanı Geldi

Financial Times için bir yazı kaleme alan İsveç Başbakanı Kristersson, yazısında, “Temmuz ayında Vilnius’ta düzenlenecek NATO Zirvesi’ne işaret eden Kristersson, “Vilnius’taki NATO Zirvesi’ne beş haftadan biraz fazla bir süre kala, İsveç’in NATO üyeliği başvurusunu ciddi olarak değerlendirmenin zamanı geldi” ifadelerini kullandı.

Kristersson, yazısının devamında, “Örgütün geçen yılki toplantısından bu yana, 29 müttefik İsveç’in başvurusunu onayladı. Türkiye ve Macaristan kaldı” cümlelerine yer verdi.

İsveç Başbakanı Ulf Kristersson, Birleşik Krallık merkezli Financial Times gazetesi için bir yazı kaleme aldı. NATO’ya üyelik başvurusunda Türkiye’nin yönelttiği ‘terörü destekleme’ suçlamalarına değinen Kristersson, “NATO üyelik başvurusu sürecinin bir parçası olarak terörle mücadelede adım attık” başlığı altında İsveç’te yürürlüğe girecek terörle mücadelede yeni yasayı anlattı.

Temmuz ayında Vilnius’ta düzenlenecek NATO Zirvesi’ne işaret eden Kristersson, “Vilnius’taki NATO Zirvesi’ne beş haftadan biraz fazla bir süre kala, İsveç’in NATO üyeliği başvurusunu ciddi olarak değerlendirmenin zamanı geldi. Örgütün geçen yılki toplantısından bu yana, 29 müttefik İsveç’in başvurusunu onayladı. Türkiye ve Macaristan kaldı” ifadelerini kullandı.

NATO üyelik başvurusuna itirazları gidermek amacıyla Türkiye’yle varılan anlaşma kapsamında hazırlanan yeni yasaya değinerek “Böylece anlaşmamızın son kısmını yerine getiriyoruz” diye yazan Kristersson, İsveç’in ulusal güvenliğine yönelik her türlü tehdide karşı Türkiye’yi desteklediğini belirtti.

“İş birliğini kolaylaştıracak”

Yasanın detaylarına ilişkin bilgi de veren İsveç Başbakanı, “En basit maksimum ceza dört yıl hapis cezası olacak. Daha ciddi suçlarda ise minimum 2 ve maksimum 8 yıl hapis cezası olacak. Terör örgütü liderlerine ise 2 yıldan müebbet hapse kadar ceza verilebilecek” ifadelerine yer verdi. Kristersson, söz konusu yeni yasanın Türkiye’nin yanı sıra NATO ve Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ile iş birliğini kolaylaştıracağını dile getirdi.

Rusya’nın Ukrayna işgalinin ardından NATO’ya üye olmak için başvuran İsveç’in İttifak’a katılım protokolünü henüz Türkiye onaylamadı. Finlandiya’nın NATO’ya katılım protokolünü onaylayan Türkiye İsveç’ten terörle mücadele konusunda daha fazla adım atmasını talep ediyor.

Türkiye, terörist olarak gördüğü militan grupların üyelerini İsveç’in barındırdığını ve Ankara’nın güvenlik endişelerini gidermek için geçen yıl Haziran ayında Madrid’de varılan anlaşma kapsamında üzerine düşeni yapmadığını savunuyor.

İki ülke arasındaki NATO görüşmeleri, Türkiye’deki seçim sürecinde durma noktasına gelmişti. İsveç 11-12 Temmuz tarihlerinde Litvanya’nın başkenti Vilnius’ta yapılacak ittifak zirvesine kadar NATO’nun 32’nci üye ülkesi olmayı umuyor.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Finlandiya’nın onayını açıkladığı Ankara’da Finlandiya Cumhurbaşkanı Sauli Niinistö ile birlikte düzenlediği basın toplantısında, “Finlandiya’nın üçlü muhtıradaki taahhütlerini yerine getirmek için samimi adımlar attığını gördük” demiş, İsveç’i ise “teröristlere kucak açmakla” suçlamıştı.

Erdoğan, “120 kadar teröristin listesinin İsveç’e verildiğini” söylemiş, bu kişilerin Türkiye’ye teslim edilmesinin istendiğini, ancak bunun gerçekleşmediğini belirtmişti.

İsveç’in başvurusuna bir itiraz da Macaristan’dan gelmişti. Budapeşte yönetiminin gerekçesi, İsveç’in, Macaristan Başbakanı Viktor Orban’ın demokrasi ve hukukun üstünlüğü konusundaki siciline yönelik eleştirilerinden duyulan şikayet.

İsveç’in Dışişleri Bakanı Tobias Billstrom, Macaristan’ın İsveç’in başvurusunu neden kabul etmediği konusunun net olmadığını da söyledi: “Macaristan geçen yıl Madrid’de İsveç’e koşulsuz desteğini sundu. Onların onayı başlatması gerektiğini düşünüyoruz.”

Paylaşın

Zengin Türklerin, Londra’daki Elit Muhitlerde Ev Satın Alımı Arttı

The Times’a göre zengin Türklerin Londra’daki elit muhitlerde ev satın almalarında bu yıl artış yaşanıyor. The Times’ın haberinde, isim verilmeden Londra’da bazı Türk zenginlerine son olarak yapılan on milyonlarca sterlinlik emlak satışlarından örnekler de verildi.

Gazeteye konuşan emlak şirketi Blue Book’un kurucusu Lindsay Cuthill Türk zenginlerin özellikle seçimlerin yapıldığı dönemlerde Londra’nın pahalı muhitlerinden nakitle emlak satın aldığını ifade ederek “İstikrarsızlık genellikle finansal olarak hızlı düşünmeyi teşvik ediyor” dedi.

Birleşik Krallık merkezli The Times gazetesinin haberine göre zengin Türklerin Londra’daki elit muhitlerde ev satın almalarında bu yıl artış yaşanıyor.

Gazeteye konuşan bir emlak şirketi yöneticisi Becky Fatemi “Londra’da tipik olarak Ortadoğu, Asya ve ABD’li yatırımcıları görüyoruz ama bu yıl bir ulus alışılmadık derecede aktif olarak öne çıkıyor: Türkiye’den alıcılar…” dedi.

The Times’a göre Londra’nın kuzeyi ve güneydoğusunda on yıllardır gelişen Türk, Kürt ve Kıbrıslı topluluklarına son iki-üç yılda, “servetlerini yatıracakları istikrarlı bir yer arayan İstanbul’un paralı seçkinleri” de katıldı.

Gazeteye konuşan emlak şirketi Black Brick’ın kurucusu Camilla Dell, TL’deki değer kaybı nedeniyle bazı Türklerin Londra’da sadece ev kiralamaya gücünün yettiğini ancak zenginlerin paralarını ülke dışına çıkarmaya hevesli olduğunu söyledi. Dell “Birçok Türk Erdoğan ne kadar uzun süre iktidarda kalırsa ülke ekonomisinin o kadar kötüye gideceğinden korkuyor. Onun bu durumu tersine çevirebileceğine ilişkin umutlarını kaybettiler” dedi.

Zengin Türklerin Londra’da genellikle Birleşik Arap Emirlikleri, Güneydoğu Asya ve son zamanlarda Rusya’dan alıcıların tercih ettiği prestijli semtlere rağbet ettiği belirtilen haberde “Geçen yıl Knightsbridge, Mayfair, South Kensington ve Belgravia’daki en büyük emlak anlaşmalarından bazılarının arkasında Türk girişimciler vardı” ifadelerine yer verildi.

Hepsiburada’nın kurucusu Hanzade Doğan Boyner’in Belgravia’da geçen yaz 27 milyon sterline altı yatak odalı Viktorya tarzı bir malikane satın aldığı da kaydedilen haberde, isim verilmeden Londra’da bazı Türk zenginlerine son olarak yapılan on milyonlarca sterlinlik emlak satışlarından örnekler de verildi.

Gazeteye konuşan emlak şirketi Blue Book’un kurucusu Lindsay Cuthill Türk zenginlerin özellikle seçimlerin yapıldığı dönemlerde Londra’nın pahalı muhitlerinden nakitle emlak satın aldığını ifade ederek “İstikrarsızlık genellikle finansal olarak hızlı düşünmeyi teşvik ediyor” dedi.

Paylaşın

Ev Sahibi Oranı Düşüyor; Kiracı Oranı Artıyor

2006’da ev sahibi oranı yüzde 60,9 seviyesindeyken, 2022’de kendi evinde oturanların oranı yüzde 56,7 oldu. 2006’da kirada oturanların oranı yüzde 23,5’ken 2022 yılında bu oran yüzde 27,2 oldu.

2011 yılının başından bu yana konut fiyatlarında yıllık artış oranı ilk kez 2020 yılının nisan ayında yüzde 20’yi aştı. Yeni ekonomi modeline geçilmesiyle konut fiyatları hızla artışa geçti. Son verinin açıklandığı Mart 2023’de konut fiyatlarında yıllık artış oranı yüzde 133 oldu.

Türkiye’de konut ve kira fiyatları son yıllarda rekor seviyelere yükseldi. İnşa edilen konut sayısında yaşanan artışa rağmen kendi konutunda oturanların oranı son sekiz yıldan bu yana aralıksız düşüyor. Kirada oturanların oranı ise son 10 yıldan bu yana her yıl yükseliyor.

Türkiye’de halkın yüzde kaçı kendi evinde oturuyor, kiracı oranı kaç?

Kiraya ilişkin verilerin toplanmaya başladığı 2006’da kirada oturanların oranı yüzde 23,5’di. Bu oran 2012’de yüzde 20,9’a kadar düştü. Ancak 2012’den bu yana her sene kiracı oranı yükseliyor. 2018’da yüzde 25’i aşan kiracı oranı 2022 yılında yüzde 27,2 oldu.

10 yılda her 100 kişiden 6’sı daha kiracı oldu

Bu ne demek? 2012 yılında her 100 kişiden yaklaşık 21’i kiracıydı. 2022’de ise her 100 kişiden yaklaşık 27 kişi kiracı durumda. Bu da her 100 kişiden 6’sının daha kiracı ordusuna katıldığını gösteriyor. Aslında bu sayı 6’dan biraz daha yüksek çünkü artış yüzde 6,3 puan.

2006’da ev sahibi oranı yüzde 60,9 seviyesindeydi. Bu oran 2014’te yüzde 61,1’e kadar yükseldi. 2014’ten bu yana ise ev sahibi oranı her sene geriledi. 2022’de kendi evinde oturanların oranı yüzde 56,7 oldu.

2012’da her 100 kişiden yaklaşık 61 kişi ev sahibi iken bu oran 2022’de yaklaşık 57 oldu. Bu da son 10 senede her 100 kişiden 4’ü artık kendi evinde oturmadığını gösteriyor. Düşüş oranı yüzde 3,9 puan. Son 8 senedeki düşüş oranı ise yüzde 4,4 puan.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) verilerine göre konut fiyat endeksinde yıllık artış 2022 yılının eylül ayında yüzde 189’u aştı.

2011 yılının başından bu yana konut fiyatlarında yıllık artış oranı ilk kez 2020 yılının nisan ayında yüzde 20’yi aştı. Yeni ekonomi modeline geçilmesiyle konut fiyatları hızla artışa geçti. Son verinin açıklandığı Mart 2023’de konut fiyatlarında yıllık artış oranı yüzde 133 oldu.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Dikkat Çeken Rapor: Türkiye Uyuşturucu Kullanımında İlk Beşte

EMCDDA tarafından yayınlanan rapora göre, Türkiye uyuşturucu kullanımında dünyanın ilk beş ülkesi arasında. Öte yandan Türkiye’de, uyuşturucu suçlarından tutuklu ve hükümlü sayısı son 7 yılda 36 bin kişiden 128 bine yükseldi.

İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, uyuşturucu ile bağlantılı tutuklu ve hükümlülerin sayısı cezaevinde kalanların üçte birini oluşturuyor.

Avrupa Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi (EMCDDA), 2022 Avrupa Atık Su Raporu’nu yayımladı.

Mezopotamya Ajansı’nın aktardığı raporda, son dönemin en çok kullanılan metamfetamin kullanımının İstanbul ve Adana’da arttığı verilerle ortaya konuldu.

Rapora göre, AKP iktidarında önce bonzai sonra sentetik ve kimyasal uyuşturucu kullanımındaki artış, hem dünyada hem de Türkiye’de gözle görünür şekilde arttı.

Raporda daha önce Çekya ve Slovakya’da görülen metamfetamin kullanımının artık aralarında Türkiye’nin de olduğu Belçika, Kıbrıs, Almanya’nın doğusu, İspanya ve Danimarka, Finlandiya, Litvanya ve Norveç’te yoğunlaştığını grafiklerle belirtiyor.

2021 ve 2022 yıllarında atık sular üzerinden yapılan araştırmalarda amfetamin ve metamfetamin kullanımının Türkiye’de yıllar içerisinde arttığını ve kullanımın en yüksek olduğu ülkeler arasına girdiği belirtildi.

Atık suyunda metamfetamin incelenen 60 ülkede, 2021 ile 2022 arasında kullanımın yükseldiği ülkeler şöyle sıralandı: Çekya, Letonya, Almanya, Türkiye ve Kıbrıs.

Öte yandan İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre, uyuşturucu suçlarından tutuklu ve hükümlü sayısı son 7 yılda 36 bin kişiden 128 bine yükseldi.

Bu verilere göre uyuşturucu ile bağlantılı tutuklu ve hükümlülerin sayısı cezaevinde kalanların üçte birini oluşturuyor.

Paylaşın

Ekonomistlerden Seçim Sonucu Yorumu: Türkiye’yi Zor Günler Bekliyor

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim zaferi sonrası Türkiye’nin ekonomik durumuna dair tespitlerde bulunan Güldem Atabay, Doç. Dr. Murat Birdal ve Prof. Dr. Ayşegül Yılgör’ün ortak görüşü: Türkiye’yi daha zor günler ve daha derin bir kriz ortamı bekliyor.

Güldem Atabay, “Piyasalar kilitlenmiş durumda. Krediler verilemediği gibi, döviz talebi de baskılanarak karşılanamıyor. Şimdi ya baskı kalkacak ve TL değer kaybedecek ya da baskı devam edecek ve sermaye kontrolleri devreye sokulacak” ifadelerini kullandı.

Murat Birdal, “Erdoğan’ın şu ana kadar söylemlerinden para politikası konusundaki duruşunu bozmayacağını anlıyoruz. Yeni hükümetten, özellikle yaşadığı derin güven kaybını restore edebilecek bir hamle gelmesi mümkün gözükmüyor” dedi.

Ayşegül Yılgör, “Merkez Bankası’nın net rezervlerinin eksiye düştüğünü bir dönem. Şimdiye kadar nereden girdiği belli olmayan döviz girdileriyle (swap) idare ettiler ama şimdi tam bir negatif durum söz konusu” ifadelerini kullandı.

Prof. Dr. Ayşegül Yılgör, Doç. Dr. Murat Birdal ve Güldem Atabay, Cumhurbaşkanlığı seçiminin olası ekonomik sonuçlarını bianet’ten Hikmet Adal’a değerlendirdi.

Atabay: Ne kadar güven yaratıcı olabilirler?

Seçim sonucunun etkisini yarından itibaren görmeye başlayacağız. Ama nerede bırakmıştık, önce onu hatırlayalım. Geçtiğimiz hafta Merkez Bankası rezervleri Türkiye tarihinde hiç olmadığı kadar düşük seviyeye gelmişti. Şu an için -0,2 milyar dolar.

Piyasalar kilitlenmiş durumda. Krediler verilemediği gibi, döviz talebi de baskılanarak karşılanamıyor. Şimdi ya baskı kalkacak ve TL değer kaybedecek ya da baskı devam edecek ve sermaye kontrolleri devreye sokulacak.

Zaten Türkiye’nin kredi risk primi (CDS) çok yükseldi. Seçim öncesi 500 seviyelerinden 700’lere yükseldi. Şimdi daha da yükseldiğini 850’lere, 900’lere doğru gideceğini göreceğiz. Bu dış finansman bulunamamak anlamına geliyor.

Şu an Türkiye’nin dış borçlanma faizi döviz bazında yüzde 12’yi aşmış durumda. Borç almış firmalar, borçlanacak olan firmalar için durum pek iyi değil. Hatta tehlikeli.

Bir de Erdoğan’ın ekonomi yönetimine kimlerini getireceğe bakacağız. Önümüzde yerel seçimler var. Büyükşehirleri geri almak isteyecektir. Dolayısıyla kısa vadede normal ve doğru işleri yapacak bir ekip mi gelecek ki böyle bir ekip gelirse dahi ne kadar güven yaratıcı olabilir?

Bence Erdoğan düşük faiz politikasına devam edecek ancak faizler sanıldığı gibi hiç de düşük değil. Yani mevduat faizinden başlayın da kur korumalı mevduattan, kredi faizlerine kadar… Etkileri daha derin bir şekilde piyasalarda hissedilecek.

Biz durumu en çok dolar/TL paritesine bakarak durumu anlayacağız. Çünkü baskılayacak rezerv kaynağı yok. Önümüz yaz. Döviz girişleri turizm sebebiyle olacaktır. Bir iki hafta sert çalkantı, sonra belki yazın biraz daha kontrol altına alabilir ama sonbahara doğru işlerin çok çok ciddi şekilde sertleşebildiği bir zemine doğru ilerleyeceğiz gibi gözüküyor.

Halı altına süpürülen ne kadar problem varsa hepsi ortaya çıkacağı, döküldüğü bir dönemi yaşayacağız. Zor bir döneme giriyoruz.

Birdal: Faiz konusunda geri adım atılmaz

Erdoğan’ın şu ana kadar söylemlerinden para politikası konusundaki duruşunu bozmayacağını anlıyoruz. Yeni hükümetten, özellikle yaşadığı derin güven kaybını restore edebilecek bir hamle gelmesi mümkün gözükmüyor.

Buna karşılık hem eriyen rezervler, hem büyüyen dış ticaret açığı, hem de depremin getirdiği gerçekten büyük ek maliyet düşünüldüğünde kamu açığı, cari açık ve döviz açığı ortaya çıkartacak. Gerçekten ağırlaşan tabloyla karşı karşıyayız. Bu da önümüzdeki dönemin oldukça zorlu koşullarda geçeceğini gösteriyor.

Ben bu senenin sonuna varmadan Erdoğan’ın faiz konusunda geri adım atacağını düşünüyorum. Ama bu hamlesi çok da yeterli olmayacak. Çünkü dış piyasalarda yaşanan kredibilite kaybı artık ancak çok yüksek faizlerle tolere edilebilir hale gelmiş durumda. Bu da iç piyasayı çok daha fazla sıkacak. Dolayısıyla hem Türkiye ekonomisine hem de Erdoğan rejimini oldukça zorlu günler bekliyor.

Yılgör: Sweaplar geçici, ekonomi kötü

Öncelikle baskılanan döviz kurunun bir atak yapması bekleniyor tabii ki. Yabancı yatırımcıların bir reaksiyon göstermesi de olası. Yani borsada bir ters düşüş bekleniyor.

Ama ekonomiyi daha gerçek anlamda düşünürsek halkın yoksulluk sorununa nasıl çözüm getirilecek? Bu konuda olumlu bir beklentimiz yok maalesef. Çünkü şu ana kadar hiç öyle bir perspektif sunulmadı.

Uzun vadeli bir ekonomik model ve hükümetin ekonomik öngörüsü yok. Sadece popülist iyileştirmeler var gündemlerinde. Bundan sonrasının gerçekten büyük sıkıntılı bir dönem olacağını düşünüyorum.

Merkez Bankası’nın net rezervlerinin eksiye düştüğünü bir dönem. Şimdiye kadar nereden girdiği belli olmayan döviz girdileriyle (swap) idare ettiler ama şimdi tam bir negatif durum söz konusu.

Erdoğan’ın seçimin öncesinde Arap ülkelerini kastederek ülkeye döviz girişi olacağına dair söylemi vardı. Bu her zaman oynadıkları bir oyun. Bizim bilmediğimiz pazarlıklarla döviz girişleri oluyor. Bunun karşılığında da büyük siyasi ödüller, tavizler veriliyor.

Ama swaplar geçicidir. Evet, döviz açığını gidermek için kullanılabilecek bir yöntemdir ama döneminin sonunda tekrar o parayı ödemeyi taahhüt edersiniz. Yani kısa vadeli bir değiştirme, dönüştürmedir. Dolayısıyla kalıcı bir çözüm potansiyeli hiçbir zaman taşımaz. Tüm bunlara göre ekonominin daha kötüye gideceğini çok aşikar bir gerçek.

 

Paylaşın