Hipoglisemi nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Hipoglisemi, kandaki şeker seviyesinin çok düşük olduğunda ortaya çıkan bir durumdur. Çoğu insan hipoglisemiyi sadece diyabetli kişilerde görülen bir şey olarak düşünür. Ancak, hipoglisemi şeker hastalığı olmayan kişilerde de ortaya çıkabilir.

Toplumda yaygın olarak görülmesine rağmen önemsenmediği için kronikleşen; ellerde titreme, açlık hissi, sinirlilik, unutkanlık, konsantrasyon güçlüğü, uykuya eğilim gibi semptomlarla kendini gösteren hipoglisemi hastalığı belirtileri nedeniyle; tansiyon, bunama, kalp ritim bozukluğu, migren, depresyon gibi ciddi hastalıklarla karıştırılabiliyor. Bu hastalıkların şüphesiyle uzun süreler tedavi gören ancak tedaviye yanıt alamayan hastalarda altta yatan esas nedenin hipoglisemi olduğu örneklerine sıklıkla rastlanıyor.

Nedenleri;

Hipoglisemi, kan şekeri (glikoz) seviyenizin çok düşmesi durumunda ortaya çıkar. Bunun olmasının birkaç nedeni vardır, en yaygın diyabet tedavisinde kullanılan ilaçların yan etkisidir. Hipoglisemiye neden olan diğer faktörler şunlardır:

Belirtileri;

Hipogliseminin belirtileri; şekerin düşme hızına ve kan şekerinin düzeyine bağlıdır. Örneğin; insülin gibi kan şekerini çok çabuk etkileyen ilaçlara bağlı hipoglisemi belirtileri çok belirgindir. Bu belirtiler arasında;

  • Ani gelen soğuk terlemeler,
  • Ellerde titreme,
  • Dalgınlık,
  • Bulantı,
  • Açlık,
  • Fenalık,
  • İç titremesi en sık görülenlerdendir.

Etraftakiler hastanın renginin solduğunu ve terlediğini görürler. Bu belirtiler çok kısa sürede saniyeler, dakikalar içinde ortaya çıkar. Durum daha da ilerlerse nefes darlığı, şuur kaybı ve koma gelişebilir. Ağızdan kullanılan haplara bağlı şeker düşmeleri daha yavaş gelişir. Hafif durumlarda; açlık hissi, baş ağrısı, sersemlik hissi, dikkati toplayamama gibi belirtiler yanında kişilik değişiklikleri ortaya çıkar. Çabuk sinirlenme, anlamsız konuşmalar, şaşkınlık hissi, konuşurken kontrolü kaybetme görülebilir.

Tedavisi;

Hipoglisemi için iki olası tedavi yaklaşımı vardır:

  • Acil tedavi anormal derecede düşük kan şekeri atağını gidermeyi amaçlar
  • Altta yatan nedenin tedavisi ise uzun vadeli bir çözüm sağlayabilir.

Anormal derecede düşük kan şekeri olan bir hastanın, hipoglisemi atağını sonlandırmak için en kısa sürede şekerli bir şeyler yemesi veya içmesi gerekir. Eğer hipoglisemiden şüpheleniyorsanız; yapmanız gereken ilk şey kan şekerinizi ölçmektir. Belirtilerin yanında kan şekeriniz 70 mg/dl’nin altında ise hipoglisemi tedavisine başlamalısınız. Hipoglisemi tok iken oluşmuş ise 2-3 adet kesme şeker ağzınıza atabilir ya da 1 çay bardağı meyve suyu / limonata içebilirsiniz. Eğer ana öğünden 15-30 dakika öncesi hipoglisemi ile karşı karşıya kaldıysanız hemen yemek yiyebilirsiniz. 10-15 dakika içinde herhangi bir değişiklik gözlenmiyor; aksine kötüleşme devam ediyorsa, şeker alımına (aynı miktarda) devam edilmeli.

Diyabetli kişilerin düzenli yemek saatlerine uyması önemlidir. Bu, kan şekeri seviyelerini mümkün olduğu kadar sabit tutmak için hayati öneme sahiptir.

 

 

Paylaşın

Hipertiroidi nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Hipertiroidi, adem elmasının altındaki nefes borusunun etrafına sarılmış küçük bir bez olan tiroidin aşırı tiroid hormonu ( T4 ve T3) salgılanmasıyla oluşan bir hastalıktır. Bu hastalığa tirotoksikoz ismi de verilir. Halk arasında zehirli guatr olarak da bilinir.

Hipertiroidi vücudunuzun metabolizmasını hızlandırabilir, istenmeyen kilo kaybına ve hızlı veya düzensiz kalp atışına neden olabilir. Görmezden gelindiği takdirde ciddi sonuçlar doğurabilir, ancak çoğu kişi hipertiroidi teşhisinin ardından uygun tedavi yöntemleri ile tedaviye olumlu yanıt verir.

Nedenleri; 

  • Graves hastalığı
  • Toksik nodüler guatr (tiroid bezindeki aktif bir veya bir kaç nodülden aşırı hormon salgılanması)
  • Tiroid bezinin iltihapları (tiroiditler)
  • Aşırı tiroid hormonu almakla (bilerek veya istemeden)
  • Aşırı iyot alınması (nodülü olan hastaların iyotlu tuz veya iyotlu öksürük şurubu içmeleri ile)

Belirtileri;

  • Ellerde titreme
  • Uyumada zorluk
  • Sinirlilik
  • Huzursuzluk
  • Ciltte incelme ve nemlilik ve aşırı terleme
  • Sıcağa tahammül edememe
  • Çarpıntı
  • Kas zayıflığı ve çabuk yorulma
  • Tiroid bezinde büyüme (guatr)
  • Artmış barsak hareketleri ve bazen ishal
  • Diyet yapmaksızın ağırlık kaybı
  • Tırnakta kırılma
  • Kalp ritm bozuklukları
  • Saçlarda incelme ve dökülme
  • Gözlerde ileri doğru fırlama
  • Adetlerde düzensizlik
  • Erkeklerde meme büyümesi
  • Kemik erimesi (Osteoporoz)
  • Standart tedaviye dirençli kalp yetmezliği

Tanısı;

Hipertiroidi tanısı için kanda tiroit hormonlarına (T3 ve T4) ve TSH düzeyine bakılır. Eğer kanda T3 ve T4 yüksek, TSH düşük çıkarsa hipertiroidi teşhisi konur. Bunun yanı sıra tiroit bezi içinde fazla tiroit üreten bölgeyi değerlendirmek için tiroit sintigrafisinden yararlanılabilir. Tiroit sintigrafisi ile aynı zamanda nodüllerin kontrolü de yapılır. Sintigrafi, çok düşük doz radyoaktif iyot verilerek yapılmaktadır.

Tiroit sintigrafisinde fazla iyot tutan nodüller “sıcak nodül”, az iyot tutan nodüller “soğuk nodül” olarak değerlendirilir. Sıcak nodüllerin kötü huylu hücre içerme ihtimalleri daha düşüktür. Tiroit bezini ayrıntılı şekilde görüntüleyebilmek için tiroit ultrasonografisi, ekokardiyografi ve göz muayenesi de yapılır

Tedavisi;

Üç basamaklı bir tedavi yaklaşımı uygulanır. İlk basamakta tiroid hormon salgısını baskılayan ilaçlar vardır. Sıklıkla hastaya önce bu ilaçlar verilir ve takibe alınır. İlacın yeterli gelmediği, çok yüksek doz ilaca gereksinim duyulduğu ya da ilaca bağlı yan etkiler ortaya çıktığında ikinci basamak tedaviye geçilir. Bu radyoaktif iyod tedavisidir. Tiroid bezinin boyutlarına ve salgıladığı hormon miktarına bakılıp bir hesaplama yapılarak hastalara uygun dozda radyoaktif iyod içirilir. Radyoaktif iyodun etkisi birkaç ay içinde ortaya çıkar. Bu tedavi sıklıkla sorunu çözer ama çocuk ve genç hastalarda pek tercih edilmemektedir. Bu hastalarda üçüncü basamak yani ameliyatla tiroid dokusunun tamamının ya da büyük bir bölümünün alınması seçeneği uygulanmalıdır.

Beslenme;

Hipertiroidi hastalarının iyottan yoksun beslenmeleri ve sigara içmemeleri en önemli beslenme kuralıdır. Hipertiroidi tedavisinde ilaç kullanırken kilo alma durumu oluşabilir. Bu nedenle nişastalı, şekerli gıdalardan uzak durmak faydalıdır.  Bağışıklık sitemini güçlendirmek de hipertiroidi hastaları için hastalığın seyrini etkileyen faktörlerdendir.  Hipertiroidi hastalarının bu önerilere dikkat etmesi gerekir;

  • Sarımsak, mantar ve brokoli sofranızda sıklıkla bulunmalıdır
  • Probiyotik içerek yoğurt ve faydalı yağlar mutlaka her gün tüketilmelidir
  • Omega 3 almak için haftada bir, iki kez balık tüketimi tavsiye edilir
  • Çay, kahve ve asitli içeceklerden uzak durulmalıdır
  • Glisemik indeks diyeti hipertirodi için faydalı olabilir

Hamilelikte Hipertiroidi;

Geçmişte hipertiroidi tedavisi gören ya da ailesinde hipertiroidi olan kadınlar hamilelik öncesinde ve süresince mutlaka uzman kontörlünde tiroit hormonlarını takip etmelidir. Eğer gebelik öncesinde kişide nodül varsa hamilelikten önce biyopsi yapılması gerekir. Çünkü hamilelik döneminde nodüller büyüyebilir ve hem anne adayını hem de bebeği olumsuz etkilenebilir. Hipertiroidi düşük yapma olasılığını da hastalığın seviyesine göre artırabilir.

Hamilelikte genellikle Basedow-Grasev hastalığına bağlı olarak hipertiroidi ortaya çıkar. Hamilelikte ortaya çıkan hipertiroidi, bebeğin tiroit bezinin de fazla çalışmasına yol açar. Anne aldığı antitiroit ilaçlarla tedavi olurken bu ilaçlar plasentadan bebeğe de geçer. Ayrıca hamilelik sırasında hipertiroidi tedavisinde radyoaktif iyot uygulanmaz. Eğer ameliyat gerekiyorsa, bunun için gebeliğin 20’inci haftasını doldurması beklenir.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

Paylaşın

Hipersomnia nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Hipersomnia, gün içinde aşırı uykulu hissetme durumdur. Hipersomni hastaları gün içinde zorluk çekerler çünkü sıklıkla yorgun hissederler, bu da konsantrasyon ve enerji seviyesini etkiler. Hipersomnia hastarı ne kadar uyusalar da dinlenememekten yakınırlar.

Farklı bir bilinçlilik durumu olarak tanımlanan uyku, vücut ve beyin sağlığı için gerekli olan bir işlevdir. Farklı nöronların etkilendiği karmaşık uyku durumu insan ömrünün 3’te 1’ini kapsayan bir ihtiyaçtır. Uyku REM ve non-REM evrelerinden oluşur. Aktif uyku durumu olarak tanımlanan REM uykusu, toplam uyku süresinin yaklaşık olarak %20 ile %30’unu oluşturur ve bu evre, uykunun başlamasından yaklaşık olarak 90 dakika sonra başlar.

Düzenli aralıklarla her 90 dakikada bir bu döneme girilir. Rüyaların görüldüğü bu evrede göz ve solunum dışındaki tüm kaslar hareketsizdir. Nabız ve solunum sayısı yüksek olan REM uykusunda, beyin faaliyeti artmıştır. Non-REM dönemi ise uykunun daha büyük bir kısmını kapsar ve bu dönemde göz hareketleri gözlenmez, nabız ve solunum da yavaştır.

Hastaların uyandıktan sonra tam uyanık olmakta güçlük çektiği hipersomnia hastalığı, narkolepsi, idiyopatik hipersomnia ve Kleine-Levin sendromu olarak üç ayrı kategoride incelenir. Her üç kategori de hipersomnia ile birlikte seyreden ve yaygın olan uyku bozukluklarıdır.

  • Narkolepsi: Gündüz 2-6 kez görülebilen, halüsinasyonların eşlik ettiği ani uykuya geçiş durumudur. Hastalar, yemek yemek, araba kullanmak gibi monoton ortamlarda ani şekilde uykuya dalarlar. Bu uyku birkaç dakika sürer ve dinlendiricidir. Hipersomnianın eşlik ettiği narkolepsi hastalığında katapleksi ve uyku paralizisi de görülür. Katapleksi ani olarak duygu değişimlerinde meydana gelen kas tonusunda azalma sonucu uykuya geçiştir. Birkaç dakika sürer ve sıklıkla halüsinasyonlar eşlik eder. Uyku paralizisi hastanın 10-15 saniye süre ile hastanın hareket edememesi ve nefes alamaması durumudur. Hasta bu sürede istese de kaslarını hareket ettiremez, nefes alamadığı için boğulma hisseder ve ses çıkaramaz. Genellikle 15 saniyeden uzun sürmeden biten bu ataklara halüsinasyonlar da eşlik edebilir. Narkolepsi hastalığı bu durumların bazısıyla veya birkaçıyla başlangıç gösterir.
  • İdiyopatik Hipersomnia: Hastalık genellikle 15-30 yaşları arasında görülmeye başlar. Başlangıçta hafiftir. İlerleyen yaşlarda ağırlaşır ve hayat boyu kalıcıdır. Hastanın gün içerisindeki faaliyetlerini etkileyecek kadar etkili uykululuk hali vardır. Genellikle gece uykuları uzun ve kesintisizdir. Buna rağmen sabah zor uyanma ve sabah uyku sarhoşluğu denilen kendine gelememe durumu söz konusudur. Hastaların yaptığı uzun süreli gündüz uykuları dinlendirici değildir ve bir süre sonra sürekli uykululuk halinden şikayetler baş gösterir.
  • Klein-Levin Sendromu: Hastalık genellikle genç erkeklerde görülür. Sebebi henüz bilinmeyen Klein-Levin sendromlu hastalarda aşırı uyku isteği ile birlikte aşırı iştah ve seksüel isteklerde artış görülür. Hafızada geçici kayıp, hatırlamakta güçlük, dengeli hareketlerin işlevinde bozukluk ve odaklanma güçlüğü görülebilir.

Nedenleri;

Hipersomnia yani gündüz uykululuk hastalığına sebep olan faktörler genellikle nörolojik ve psikolojiktir. Hipersomniaya narkolepsi, idiyopatik hipersomni, Kleine-Levin sendromu, şiddetli kafa travması, beyin kafa içi basıncının artması, kronik yetersiz gece uykusu, uykuda üst solunum yolu direnci sendromu, depresyon, kronik yorgunluk sendromu, gecikmiş uyku fazı sendromu, ilaç ve madde kullanımı, tıkayıcı tipte uyku apne sendromu gibi uyku ile ilişkili solunum ve hareket bozuklukları gibi pek çok hastalık yol açabilir.

Belirtileri;

Hipersomnia belirtileri hastalığın alt türlerine göre benzerlik ve farklılık gösterebilir.

Narkolepsi de belirtiler:

  • Uyku ataklarının dinlendirici nitelikte olması
  • Katapleksi ataklarının 6 ay devam ediyor olması
  • Uykuya dalarken ve uyanırken halüsinasyon görülmesi
  • Uyku paralizisi

İdiyopatik Hipersomnia da belirtiler:

  • Uzamış uyku atakları
  • Aşırı uykululuk veya aşırı derin uyku varlığı
  • Gece uykusunun uzaması veya gündüz sık uyku ataklarının olması
  • Başlangıcın sinsi ve 25 yaşından önce olması
  • Şikayetlerin en az 6 aydır olması

Klein-Levin sendromunda belirtiler:

  • Uyku sonrası aşırı beslenme isteği
  • Değişen cinsel davranışlar
  • Değişen algı

Teşhisi;

Hipersomnia hastalığının doğru tanısı çok önemlidir. Hastalık birincil hipersomnia da olabilir, ikincil hipersomnia da olabilir veya başka bir uyku bozukluğu hastalığına benziyor olabilir. Burada iyi ayrım doğru teşhis ve etkin tedavi oldukça önemlidir.

  • Hastalık Öyküsü: Hipersomnia hastalığının tanısına gidebilmek için hastanın uyku düzeni, günlük yaşantısı, kullandığı ilaçlar, geçirdiği hastalıklar, uyku bozukluğuna ilişkin şikayetlerin yanında ek şikayetler mutlaka sorgulanmalıdır.
  • Uyku Günlüğü: Hastanın öyküsüne ek olarak ilgili hekim hastadan uykularını rapor etmesini isteyebilir. Uykuya yatış saati, kalkış saati, aralıklı/aralıksız uyuduğu, gün içerisinde kaç saat, ne sıklıkla uyuduğu hastalık hakkında ipucu verir. Bunun için hastadan gün içerisinde geçirdiği uyku ataklarının, gece uykularının düzenli bir şekilde not edilmesi istenmelidir.
  • Epworth Uykululuk Ölçeği: Gün içerisinde ne sıklıkla, hangi faaliyetler esnasında uykuya geçildiği, nasıl bir hisle uykudan uyanıldığı gibi sorular barındıran Epworth uykululuk testi yapılır ve ölçeğe göre puanlama yapılır. Belli bir puanın üzerindeki hastalar için hipersomnia düşünülür.
  • Uyku Testi: Bazı hastalarda kesin tanıya gidebilmek için uyku testi yapılır. Bunun için hasta hastanedeki uyku odasında bir gece gözlem altında tutulur ve uyku sırasında beyin fonksiyonları, solunum ve kalp işlevleri takip edilir. Yapılan test ve tetkikler sonucunda hipersomnia tanısı konur. Hipersomnia tablosuna neden olan altta yatan başka bir hastalık varlığını ortaya çıkarmak veya dışlamak için doktor ek testler isteyebilir.

Tedavisi;

Hastadan alınan bilgiler ışığında yapılan fizik muayene sonrası hekim tarafından uygun görülen uyku testleri uygulanır. Kesin tanı konduktan sonra hastalığa yönelik uygun ilaç tedavisi başlanır. Tedavide ilk adım, uyku hijyeninin sağlanması ve gece uykusunu etkileyecek olumsuz ortam ve etkenlerin giderilmesi yönünde hasta bilgilendirilir. Düzenli egzersiz ve beslenme önerilerek uyku ve uyanıklık döngüsünün sağlanması hedeflenir. Gerekirse diyet önerilerek beslenme alışkanlıkları değiştirilir. Planlanmış kısa süreli gündüz uykuları önerilebilir.

Yaygın olarak görülen hipersomnia kişilerin yaşamlarını tehdit eden ev, iş ve trafik kazalarına sebebiyet verebilen, sosyal uyumu bozan, kişisel performansın düşmesine sebep olan ve hayat kalitesini son derece düşüren bir hastalıktır. Sağlıklı bir uyku ve sağlıklı bir yaşam için düzenli olarak doktor kontrollerinizi yaptırmayı ihmal etmeyin.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın

Hiperemezis nedir? Belirtileri, Tedavisi

Gebelerin çoğunda sabah bulantı, kusma olur. Şiddetli bulantının hormon seviyesinin yükselmesi nedeniyle olduğu düşünülse de gerçek neden bilinmiyor. Hamileliğinin ilk aylarındaki sorunlardan biri olan mide bulantısının sık, inatçı, aşırı ve şiddetli olduğu durumlara Hiperemezis Gravidarum adı verilir.

4.-6. haftalarda başlayıp 9-10 hafta civarlarında maksimuma ulaşıp 14. hafta civarlarında iyice azalır. Bulantı kusma bazı gebelerde doğuma kadar sürebilir.

Nedenleri;

Hiperemezis gravidarumun kesin nedeni bilinmemektedir. Hiperemezis gravidarumun nedeni ile ilgili bazı teoriler arasında gebelik hormonu dengesizlikleri, B vitamini eksikliği; hipertiroidizm; mideyi etkileyen kasların elektriksel özelliklerinde anormallikler ile birlikte ortaya çıkan gastroözofageal reflü (gastrik ritmiler); Helicobacter Pylori enfeksiyonları; psikolojik faktörler; ve karbonhidrat metabolizmasındaki bozukluklar yer almaktadır.

Hiperemezis gravidarum çoklu gebeliklerde (ikiz veya daha fazla) ve migrenli kadınlarda daha yaygındır. Ailesinde hiperemezis gravidarum öyküsü olan veya daha önceki bir hamilelikte bu durumu yaşayan kadınların gelecekteki hamileliklerde Hiperemezis gravidaruma sahip olma olasılığı daha yüksektir.

Belirtileri;

  • Şiddetli bulantı kusma
  • Yemekten tiksinme
  • Gebelik öncesi kilonun % 5 ve fazlası kaybetme
  • İdrar çıkışında azalma
  • Dehidratasyon
  • Baş ağrısı
  • Bilinç bulanıklığı
  • Aşırı yorgunluk
  • Sarılık
  • Bayılma
  • Kan basıncı düşmesi
  • Çarpıntı
  • Deri elastisitesi kaybı
  • Anksiyete ve depresyon

Tedavisi;

Eğer hastalığın ilk evrelerindeyse ve hafif seyrediyorsa doktorun kusmayı tetikleyen yiyeceklerden uzak durmanı, sık sık ama az az yemek yemeni ve yatak istirahati yapmanı önerir. Gerekli durumlarda reçetesiz bazı ilaçlar da yazabilir.

  • Yağlı ve baharatlı yiyeceklerden uzak durarak
  • Bol su içerek
  • Her türlü yemek kokusundan uzak durarak
  • Öğün miktarlarını azaltarak bu sorunu göğüsleyebilirsin
  • Bu yazıya da bak: Hamilelikte Beslenme Hakkında Bilmen Gereken Her Şey!

Bu arada tuvalete çıktığında idrar rengini kontrol ederek vücudundaki su oranını inceleyebilirsin. Eğer idrarının rengi koyudan açığa döndüyse işler yolunda demektir.

Ancak, hamilelikte mide bulantın çok yüksek seviyelere ulaştıysa düzenli ve ciddi bir tedaviye ihtiyacın var. Bunun için doktorun farklı yöntemler deneyebilir ve bu süreç içerisinde birkaç gün hastanede kalmanı isteyebilir. Bu tedavileri kısaca açıklayalım:

İntravenöz tedavi: Aşırı kusma nedeniyle kaybedilen besin maddelerinin serum yoluyla vücuda sağlanmasıdır. Bu sayede ihtiyacın olan sıvı, elektrolit, vitamin ve mineralleri geri kazanırsın.

Bunları bilmelisin: Hamilelikte Alınması Gereken Vitamin ve Mineraller Nelerdir?

İlaç tedavisi: Doktorun gerekli gördüğü takdirde B1 vitamini takviyesi, Postadoxin, Dramamine, Emedur, Metpamid ve Largactil gibi ilaçlar önerebilir. Bunları doktorun tavsiye etmediği sürece kullanmamalısın.

Tüp beslenme: Kaybedilen besin maddelerinin bir tüp yapı aracılığı ile burun ve mideden vücuda iletilmesidir.

Bunlar dışında beslenmeye dikkat etmek de tabii ki çok önemli. Doktorun sana bir hiperemezis diyeti önerecektir. Normal hamilelikte mide bulantısında olduğu gibi;

  • Ağır, yağlı, asitli ve baharatlı yiyeceklerden kaçınmak
  • Besin alınmadığı ve mide bulantısının başladığı zamanlarda tuzlu krakerler tüketmek
  • Beyaz leblebi, fındık gibi atıştırmalıklar yemek faydalı olabilir
  • Bunlar da işine yarayabilir: Hamilelikte Halsizlikle Savaşmana Yardımcı Olacak 8 Besin

Bunlar dışında hamilelikte kusmayı önleyen yiyecekleri merak edebilirsin. Zencefil ve nanenin mide bulantısı üzerinde iyi bir etkisi olduğu biliniyor. Doktoruna danışarak bu gıdaları da tüketebilirsin.

Elbette yoğun kusmaların ardından güçsüzlük ve halsizlik sorunun olacak. Bunları aşmak için en iyi yöntem ise yatak istirahati! Stresten, yorgunluktan ve ağır işlerden kaçınarak güzelce uyuduğun birkaç gün de sana iyi gelecek.

Dikkat: Sayfa içeriği sadece bilgilendirme amaçlıdır. Tanı ve tedavi için mutlaka doktorunuza başvurunuz.

 

Paylaşın

Hepatit nedir? Belirtileri, Nedenleri, Tedavisi

Karaciğerin bazı etkenlere bağlı olarak iltihaplanma durumu olarak tanımlan Hepatit, erken teşhis edilmediğinde karaciğer yetersizliği başta olmak üzere birçok hastalığa davetiye çıkarabilir. Tedavi edilmezse siroz, karaciğer yetersizliği ve daha pek çok hastalığa yol açarak dünyada her yıl binlerce kişinin ölümüne yol açmaktadır.

Hepatit denilince akla ilk olarak viral olan “kronik hepatitler” gelmektedir. Viral hepatitler ise virüs tipine bağlı olarak Hepatit A, Hepatit B, Hepatit C, Hepatit D, Hepatit E, Epstein-Barr virüsünün yol açtığı hepatit ve herpes virüsü hepatiti olarak adlandırılıyor. Hepatit A, E ve Epstein-Barr virüsü gibi virüslere bağlı hepatitlerde, virüs haftalar ya da aylar içinde iltihaba neden olup, vücut virüse karşı savaşıyor ve onu yenip, kendini virüsten temizleyebiliyor.

Ancak Hepatit B, C ve D’de hastalık akut (başlayıp daha sonra) olmayıp kronikleşebiliyor. Yani bu mikrop vücutta sürekli tutunup, ilerleyen zamanlarda karaciğerde siroz oluşumuna yol açabiliyor. Hepatit D ise yalnızca Hepatit B ile infekte kişilerde kronikleşebiliyor. Türkiye’de mikrobun artık çok iyi tanınmış olması, nasıl bulaştığının iyi bilinir hale gelmesi, tanının çok hızlı konulabilmesi, nasıl önlem alınacağının bilinmesi ve basın-yayın organlarının bilgilendirici yayınlara yer vermesi sayesinde, yeni kuşaklarda kronik hepatit hastalarının görülme sayısı hızla azalıyor.

Hepatit nasıl bulaşır?

Hepatit A, virüsü taşıyan dışkı ile kirlenmiş su ve besin maddelerinin (sebze ve meyveler) ağızdan alınması ile bulaşır. Bulaşmada ellerin rolü büyüktür. Virüs ellerde saatlerce canlı kalabilir. Okullardaki sıra ve kapı kolları, tuvaletlerdeki musluklar virüs taşıyan dışkı ile kirlenebilir. Buralardan eller aracılığı ile ağızdan bulaşma daha kolay ve yaygın olur.

Hepatit B ve C, kan ve vücut sıvıları ile bulaşır. Buradaki temel mekanizma, virüsle bulaşmış kan ya da vücut sıvılarının, yeni bir kişinin dolaşım sistemine bulaşmasıdır. Bu nedenle diş çekimi gibi tıbbi girişimler, kan nakilleri, cinsel ilişki başlıca risk faktörlerini oluşturur. Hepatit B’de cinsel yolla bulaşma ön planda iken; Hepatit C’de kan yolu ile bulaşma ön plandadır.

Kan ve vücut sıvılarındaki hepatit B virüsünün bulaşıcılığı AIDS’e neden olan HIV virüsüne göre 100 kat daha fazladır. Bu nedenle hepatit B’li kişilerin cinsel partnerleri mutlaka güvenli seks için önlem almalı (prezervatif kullanımı gibi) ve en önemlisi aşılanmalıdır.

Belirtileri;

Hepatit B veya Hepatit C virüslerinin bulaşma yolları aynı olsa da kronikleşme oranları farklılık gösteriyor. Kişinin yaşı ne kadar gençse, kronikleşme oranı da o kadar artıyor. Anneden doğum sırasında bulaşan virüs yüzde 90 oranında kronikleşirken, bu oran beş yaş altında yüzde 15 ile 30, yetişkinlerde ise yüzde 5’in altında görülüyor. Hepatit B hastalarında mikrobun vücuda girmesinin ardından önce akut bir enfeksiyon gelişebiliyor ve vücut mikrobu yenip, tamamen temizleyebiliyor.

Yetişkinlerde mikrop vücuttan temizlendikten sonra hasta ona karşı doğal bir bağışıklık geliştiriyor ve mikrop tekrar geldiğinde hastalık oluşmuyor. Hepatit B, akut döneminde nadiren ölümlü tablolara yol açıyor. Hepatit C’de vücudun mikrobu yenme oranı yüzde 15, hastalığın kronikleşme oranı ise 85 civarında gerçekleşiyor. Bir çocuğun yeni gelişen bağışıklık sistemi, mikrobu tanımıyor ve onunla savaşamıyor. Tüm viral enfeksiyonlarda olduğu gibi halsizlik, kırgınlık, yorgunluk, bulantı, kusma, hafif ateş, ishal gibi belirtilere bazen göz aklarında sarılık ve idrar renginde koyulaşma da eşlik edebiliyor.

Tanı;

Hepatitlerde kesin tanı kan testi ile konulur. Bu nedenle hepatitten şüphelenilen bir durumda hiç vakit kaybetmeden en yakın sağlık kuruluşuna başvurulmalıdır.

Tedavisi;

Akut hastalıkta özel bir tedavi yoktur. Bazı hastaların, hastanede yatarak tedavi olmaları gerekebilir, serum ve diğer ilaçlar kullanılır. Hastaya sindirimi kolay yiyecekler verilir. Yağı az yiyecekler önerilir. Üzüm, bal gibi glikozdan zengin besinlerin mönüde yer alması uygundur. İstirahat önerilir. Akut hastalık genel olarak 4-6 haftada kendiliğinden iyileşip şifa ile biter. B virüsü hepatitinde, hasta görünürde iyileşmiş olsa bile, virüs, 6 aydan sonra hala kanda bulunmaya devam ediyorsa, hastalık kronik döneme geçmiş demektir. Bu kişiler için düzenli doktor kontrolü esastır.

İlerleyen (kronikleşen ) hepatit B ve hepatit C enfeksiyonları için tedavi seçenekleri vardır. B ve C virüsü taşıyıcısı, hasta olmasa bile, kanı ve diğer vücut sıvıları ile hastalığı başkalarına bulaştırabileceğini bilmelidir. Her 4-6 ayda bir karaciğer fonksiyon testlerini yaptırmalıdır. Alkol almaktan kaçınmalı, herhangi bir nedenle ilaç almak zorunda kalırsa bunu doktoruna danışmalıdır.

Korunma ve öneriler;

Hepatit A için;

  • Eğer Hepatit A’ ya karşı bağışıklığınız yoksa mutlaka aşılanın
  • Dışkı değmiş su ve yiyeceklerle bulaştığı için; her tuvaletten sonra, yemek hazırlamaya başlamadan ve yemek yemeden önce mutlaka ellerinizi yıkayın

Hepatit B ve C için;

  • Hepatit B’ye karşı bağışıklığınız yoksa mutlaka aşılanın
  • Diş fırçası, jilet, tırnak makası gibi kişisel bakım malzemelerinizi kimseyle paylaşmayın
  • Güvenli seks için mutlaka prezervatif kullanın
  • Dövme, piercing gibi girişimlerin riskli olduğunu unutmayın
  • İlaç bağımlığınız var ise enjektörünüzü paylaşmayın
  • Hepatit B taşıyıcı ya da hastasıysanız tıbbi bir girişim öncesi mutlaka hekiminize haber verin
  • Hepatit B taşıyıcı ya da hastasıysanız kesinlikle kan ve organ bağışında bulunmayın!
Paylaşın

Hava yolu tıkanıklığı nedir? İlkyardım

Hava yolu tıkanıklığı; Solunan havayı burundan ve ağızdan akciğerlere taşıyan karmaşık bir tüp sistemi olan solunum yolunun herhangi bir yerinde tıkanma durumudur. Tıkanma tam tıkanma ya da kısmi tıkanma şeklinde olabilir.

Burun ve dudaklarınızdan gırtlağınıza kadar olan bölgede yaşanan tıkanma üst solunum yolu tıkanıklıkları, gırtlağınızdan akciğerlerin dar geçiş yolları arasındaki bölgede olan tıkanma ise alt solunum yolu tıkanıklıkları ile adlandırılır.

Hava yolu tıkanıklığı belirtileri nelerdir?

Kısmi tıkanma belirtileri:

  • Öksürür
  • Nefes alabilir
  • Konuşabilir

Bu durumda hastaya dokunulmaz, öksürmeye teşvik edilir.

Tam tıkanma belirtileri:

  • Nefes alamaz
  • Acı çeker, ellerini boynuna götürür
  • Konuşamaz
  • Rengi morarmıştır

Bu durumda Heimlich Manevrası (=Karına Bası Uygulama) yapılır.

Bilinci yerinde tam tıkanıklık olan kişilerde Heimlich Manevrası (=Karına bası uygulama) nasıl uygulanır?

  • Hasta ayakta ya da oturur pozisyonda olabilir
  • Hastanın yanında veya arkasında durulur
  • Bir elle göğsü desteklenerek öne eğilmesi sağlanır
  • Diğer elin topuğu ile hızla 5 kez sırtına ( kürek kemikleri arasına) süpürür tarzda vurulur
  • Tıkanıklığın açılıp açılmadığına bakılır, açıldıysa işlem durdurulur

Tıkanıklık açılmadıysa heimlich manevrası yapılır;

  • Hastanın arkasına geçip sarılarak gövdesi kavranır
  • Bir elin başparmağı midenin üst kısmına, göğüs kemiği altına gelecek şekilde yumruk yaparak konur. Diğer el ile yumruk yapılan el kavranır
  • Kuvvetle arkaya ve yukarı doğru bastırılır
  • Bu hareket 5 kez yabancı cisim çıkıncaya kadar tekrarlanır
  • Tıkanıklık açılmadıysa tekrar sırtına vurulur
  • Bu işlemler 5’er kez olacak şekilde dönüşümlü olarak tekrarlanır
  • Hastanın bilinci kapanırsa, sert zemin üzerine yatırılır
  • Şah damarından nabız ve solunum değerlendirilir
  • Tıbbi yardım istenir (112)
  • Temel yaşam desteği uygulanır

Bilincini kaybetmiş(=bilinci kapalı) kişilerde Heimlich Manevrası:  

  • Hasta yere yatırılır, yan pozisyonda sırtına 5 kez vurulur
  • Tıkanma açılmadığı takdirde hasta düz bir zeminde başı yana çevrilir
  • Hastanın bacakları üzerine ata biner şekilde oturulur
  • Bir elin topuğunu göbek ile göğüs kemiği arasına yerleştirilir, diğer el üzerine konur
  • Göbeğin üzerinden kürek kemiklerine doğru eğik bir baskı uygulanır
  • Şah damarından nabız ve solunum değerlendirilir
  • İşleme yabancı cisim çıkıncaya kadar devam edilir
  • Tıbbi yardım istenir (112)
  • Bu hareketi 5–7 kez yabancı cisim çıkıncaya kadar ya da yardım gelinceye kadar devam edin
  • Bu tür olgularda havayolu tıkanıklığından şüphelenildiğinde, ilkyardımcılar Temel Yaşam Desteği uygulamalarını yapacaklardır. Kurtarıcı nefes verdikten sonra hava gitmiyorsa tıkanıklık olduğu düşünülür, ilkyardımcı ağız içinde yabancı cisim olup olmadığını kontrol etmeli, yabancı cisim görüyorsa çıkarmalıdır

 Bebeklerde tam tıkanıklık olan hava yolunun açılması (*):

  • Bebek ilkyardımcının bir kolu üzerine ters olarak yatırılır
  • Başparmak ve diğer parmakların yardımıyla bebeğin çenesi kavranarak boynundan tutulur ve yüzüstü pozisyonda öne doğru eğilir
  • Baş gergin ve gövdesinden aşağıda bir pozisyonda tutulur
  • 5 kez el bileğinin iç kısmı ile bebeğin sırtına kürek kemiklerinin arasına hafifçe vurulur
  • Diğer kolun üzerine başı elle kavranarak sırtüstü çevrilir
  • Yabancı cismin çıkıp çıkmadığına bakılır
  • Çıkmadıysa başı gövdesinden aşağıda olacak sırtüstü şekilde tutulur
  • 5 kez iki parmakla göğüs kemiğinin alt kısmından karnın üs kısmına baskı uygulanır
  • Yabancı cisim çıkana kadar devam edilir
  • Tıbbi yardım istenir (112)

(*) Bebek çok küçük ise ve karından baskı uygulanamıyorsa bebekler için yukarıda anlatılan uygulamalar yapılır. Ancak diğer hallerde bebeklerde yapılan uygulamalar, bilinci kapalı erişkinlerde yapılan Heimlich Manevrası uygulamaları ile aynıdır.

Paylaşın

Hamilelikte astım ve alerji nedir? Detaylar

Kronik bir solunum sistemi hastalığı olan astım, erişkinlerde görülme sıklığının ortalama %5 oranında olduğu dikkate alınırsa gebelerde de sık karşılaşılan bir sorun olduğu aşikardır. Bebeğin sağlıklı doğması, anne adayının sağlığına bağlı. Hamilelik döneminde en sık karşılaşılan akciğer hastalığının astım ve alerjik sorunlar olduğu belirtiliyor.

Araştırma sonuçlarına göre hamilelerin, yaklaşık üçte birinde astım ve alerjiyle ilgili problemler artış gösteriyor, üçte birinde değişmiyor, üçte birinde ise iyileşiyor. Bu nedenle anne ve çocuk sağlığı açısından hamile kalmadan önce yaptırılacak testler büyük önem taşıyor.

Astım ve alerjik problemi olan kadınların hamilelik öncesinde gerekli alerji testlerinin yapılmasının şart olduğu söyleniyor. Böylece hastanın duyarlı olduğu alerjenlere karşı duyarsızlaşma yapılarak hamilelik sırasında oluşabilecek krizlere karşı önlem alınabilir. Bu işlem hamilelik sırasında da yapılabilir. Ancak aşırı bir reaksiyon oluştuğu taktirde bu bebeğe de zarar verebilir. O nedenle hamilelik öncesinde yapılmasında ve bununla ilgili kayıtların iyi tutulmasında fayda vardır.

Hamilelik döneminde ilaç kullanımı;

Hamilelik döneminde güvenilirliği kanıtlanmamış hiçbir ilacın kullanılması önerilmiyor. Hamilelik döneminde astım ve alerji açısından en sık beta-mimetik ve steroidlerin aerosol formlarının kullanıldığı belirtiliyor. Beta mimetikler anne kalbinin düzensiz çalışmasına neden olabilir. Steroidler annede oral pamukçuk yapabilir. Her iki grup ilacın da bebek üzerinde belirgin bir anomaliye yol açtığı gösterilememiştir. Steroidlerin hayvan deneylerinde fetusta yarık damağa yol açabileceği saptanmış. Ancak insan fetuslarında ise bir sorun oluşturmuyor. Hamilelikte kullanılacak diğer astım ilaçları antikolinerjikler ve tefilindir.

Kalıtım faktörü;

Birçok hastalıkta olduğu gibi astım ve alerjide de kalıtım faktörünün rolü olduğu biliniyor. Astım ve alerji hastası hamile kadınların çocuğuna da aynı hastalıkların geçme ihtimali bulunuyor. Hamilelik sırasında bunu engellemek için henüz yapılacak bir şey olmadığı belirtiliyor. Ancak, bir anne babanın alerji öyküsü bilinirse ve göbek kordonunda Ig E miktarı saptanırsa dış alerjik etkenlere karşı önlem alınabilir.

Alınabilecek önlemler;

Pek çok hastalığın nedenleri arasında olduğu bilinen sigara içilmesi, genetik bir özellik olmadığı için anne karnındaki bebeğin alerji hastası olmasına yol açmıyor. Ancak, anne adaylarının gebelik döneminde yoğun sigara içmeleri düşük riskini artırıyor.

Hamile kadınların hem kendileri hem de doğacak çocukları için alabileceği birçok önlem bulunuyor. Evde özellikle çocukların odasında toz ve küf bulunmaması gerektiği belirtiliyor.

Kürklü hayvan, hava da oluşturacağı parazitler de alerjik etki yapabilir. Halı, yün ve deri giysiler, klima alerjiye ortam hazırlayabilir. Ayrıca, solunumu olumsuz etkilediği için, evde sigara içilmemeli ve virüs hastalıklarına karşı önlem alınmalıdır.

Her anne adayının kendi özelliklerini bilerek davranmasının önemine değinilerek; Anne adaylarının, daha önce yaptırdıkları duyarlılık testleri ya da kendi deneyimleriyle belirledikleri alerjen besinlerden uzak durmaları isabetli olur. Bebek doğduktan sonra, alerjik bünyeli anne, emzirme sırasında, yumurta, süt ve fıstık gibi majör alerjenlerle beslenmemelidir. Bebeğe katı gıdalar en erken 6 aylıkken verilmelidir.

Paylaşın

Guvatr nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Guvatr, boynumuzda adem elmasının hemen altında yer alan kelebek şeklindeki tiroit bezinin anormal büyümesi sonucu ortaya çıkan bir hastalıktır. Tiroid bezi salgıladığı hormonlar aracılığıyla vücudumuzun ve alışma hızını düzenlemektedir. Türkiye’de de görülme sıklığı fazladır. Cinsiyet dağılımına bakıldığında, kadınlar erkeklere oranla 5 kat daha fazla risk altındadırlar.

Boynun ön tarafında yumru görünümüne yol açan guatr varlığında kişi yutkunduğunda yumru aşağı ve yukarı doğru hareket eder. Solunum sırasında zorlanma, boğazda yumru hissi ve öksürüğe yol açabilen hastalık, çoğunlukla ağrısızdır. Büyük oranda iyot eksikliğine bağlı olarak oluşan guatr, medikal yöntemlerle tedavi edilebilir.

Nedenleri;

Guatr’ın dünyada en sık görülen nedeni beslenmede iyot eksikliğidir. Diğer nedenler şunlardır:

  • Graves hastalığı
  • Hashimoto hastalığı gibi tiroidin iltihaplı hastalıkları
  • Tiroid bezinin tek tarafında nodül ya da şişlik
  • Tiroid bezinde birden fazla nodül ve şişlik varlığı (multinodüler guatr)
  • Tiroid kanseri (İyi huylu tiroid nodüllerine kıyasla çok nadir görülür)
  • Hamilelik (Hamilelik sırasında salgılanan HcG hormonu tiroid bezinin az da olsa büyümesine neden olabilir)
  • Kistler
  • Boyun bölgesinden radyasyona maruz kalan kişiler
  • Ailesinde nodül hikayesi olan kişiler

İyot içeren yiyeceklerin az olduğu bölgeler, kadın cinsiyet, çeşitli bağışıklık hastalıklarına sahip olanlar, amiodaron, interferon ve lityum gibi ilaçları kullananlar, hamilelik ya da menopoz dönemindeki kadınlar ve 40 yaş üstü kişiler guatr hastalığı açısından risk altındadır.

Belirtileri;

  • Boğaz bölgesinde gözle görülür şişlikler
  • Boğazda baskı hissi
  • Öksürük
  • Yutkunma ve yutma güçlüğü
  • Nefes darlığı
  • Ses kısıklığı
  • Çarpıntı
  • Titreme
  • Baş dönmesi
  • Halsizlik
  • Yorgunluk
  • Baş ağrısı
  • Kilo alma
  • Kabızlık
  • Saç dökülmesi
  • Cildin kuruması
  • Ağrı ve ateş
  • Guatr hiçbir belirti vermeden ilerleyebilir

Tanısı:

Boynun ön bölgesinde bulunan tiroit bezinin farklı nedenlere bağlı olarak büyümesiyle oluşan guatr, rutin sağlık taramaları sırasında ya da hastalığın belirti vermesiyle fark edilir. Kişinin hekime başvurmasının üzerine hekim, öncelikle hastanın öyküsünü dinler ve fizik muayenesini yapar. Tiroit hormon düzeylerinin ölçümü için laboratuvar testleri yapılır. Ayrıca ultrasonografi ile tiroit bezi ayrıntılı olarak incelenir. Hekim, gerektiğinde ek olarak sintigrafi ve biyopsi yapılmasını isteyebilir. Elde edilen verilerin ışığında kişiye guatr tanısı koyulur.

Tedavisi;

Guatr tedavisinde ilaç tedavisi, radyoaktif iyot tedavisi ve cerrahi tedavi olmak üzere 3 farklı yöntem vardır.
Hormon eksikliği olan hastalar tiroid hormonu ilaç olarak verilmektedir. Hormon fazlalığı olan hastalara hormon yapımını baskılayacak ilaçlar verilerek hormon düzeyi normale çekildikten sonra ameliyat veya radyoaktif iyot tedavisi yapılır.

Hormon seviyelerinin normal olduğu ve genelde nodüllerin görüldüğü durumlarda genellikle cerrahi tedavi uygulanır. Cerrahi tedavide tiroid bezinin bir bölümü veya tamamı çıkarılmaktadır. Ameliyatta tiroid bezi komşuluğundaki dokuların korunması önem taşımaktadır. Ayrıca ameliyat bölgesinde iz bırakmamak için özen göstermek gerekir.

  • Hangi durumlarda guatr hastalığının ameliyatla tedavi edilmesi önerilir?

Guatr olgularında hormon düzeylerinde bozukluk, solunum ve yutma problemleri, kanser şüphesi ve guatra bağlı estetik problem nedeniyle cerrahi tedavi önerilmektedir.

  • Guatr ameliyatının riskleri nelerdir?

Guatr ameliyatında en önemli riskler ses tellerini çalıştıran sinirlerin zedelenmesi ve tiroid bezi komşuluğunda bulunan paratiroid bezinin zarar görmesidir. Ses telini çalıştıran sinirin tek veya iki taraflı olarak zedelenmesi ses kısıklığı ve nefes darlığı ile sonuçlanabilirken, paratiroid bezinin zarar görmesi kalsiyum seviyesinin düşmesine enden olmaktadır. Kalsiyum gereksinimi karşılanmazsa metabolizma, kalp ve sinir sistemi ile ilgili ciddi problemleri ortaya çıkmaktadır.

Kimler risk altındadır?

  • Ailesinde guatr, tiroid nodül, tiroid kanseri ve tiroidit gibi tiroid hastalıkları olan kişiler
  • Daha önceden tiroid nodülü nedeniyle ameliyat geçirmiş kişiler
  • Sigara içenler
  • Menopoz dönemindeki kadınlar
  • Baş ve boyuna yönelik ışın tedavisi (radyoterapi) gören kişiler kontrol ve takiplerini düzenli olarak yaptırmalıdırlar

Guatr hastalığında kanser görülme olasılığı var mıdır?

Guatr hastalığında altta yatan kanser olup olmadığını net olarak belirlemek ancak ameliyatta çıkarılan dokunun incelenmesiyle mümkün olabilir. Tüm guatr hastaları göz önüne alındığında %15 civarında kanser görülme olasılığı söz konusudur.

Ne zaman doktora gitmeli?

Eğer tıraş olurken ya da aynaya bakarken boynunuzda şişlik fark ettiyseniz; bununla birlikte çarpıntı, sinirlilik, geçmeyen ishal, kabızlık, uykusuzluk veya aşırı uyku hali, ellerde titreme, kilo alma, yutmada ve nefes almada zorluk gibi belirtiler varsa en yakınınızdaki iç hastalıkları uzmanına müracaat etmelisiniz.

Paylaşın

Gıda zehirlenmesi nedir? Belirtileri, Tedavisi

Virüsler, bakteriler ve mikroorganizmalar nedeniyle yapısı değişmiş besinlerin tüketilmesiyle oluşan toksik zehirlenmesi olan Gıda Zehirlenmesi, genellikle hafif geçirilmekle birlikte ölümcül de olabilen, oldukça sık karşılaşılan önemli bir hastalıktır.

Gıda zehirlenmelerinin çoğu bakterilerin ürettiği toksinlerden veya bakteri miktarından kaynaklanmaktadır. Bazı bakteriler gerekli nem, beslenme, sıcaklık ve zaman koşulları oluştuğunda milyonlarca üreyebilirler ve ne kadar çok bakteri varsa, enfeksiyon ve hastalık riski de o kadar yüksektir.

Nedenleri;

Gıdaların hazırlanması ve sunumu aşamasında hijyen kurallarına uyulmaması ve gıdaların hazırlandıktan sonra uygun saklama koşullarının sağlanamaması durumunda gıdalarda mikroplarla veya bunların toksinleri ile bulaş olur. Dolayısıyla iyi pişmemiş veya pişiren kişinin gıdayla temas etmeden önce ellerini yıkamadığı yiyecekleri tüketmeniz halinde gıda zehirlenmesi geçirebilirsiniz.

Bakteriler ya çok sayıda oldukları için ya da daha yaygın olarak ürettikleri toksinler nedeniyle gıda zehirlenmesine neden olurlar. Bazı bakteriler çoğaldıklarında toksin üretirler ve pek çok olguda bulaş olmuş yiyeceği yedikten sonra hastalanmanıza neden olanlar da bu toksinlerdir.

Gıda zehirlenmesinin en yaygın bakteriyel nedeni çiğ kümes hayvanlarında, pastorize edilmemiş sütte, kırmızı ette ve arıtılmamış suda bulunan bakterilerdir. Çok sık olmamakla birlikte gıda zehirlenmesine kimyasallardan gelen toksinler veya böcek ilaçları da neden olabilir. Ağır metal zehirlenmesi, mantar zehirlenmeleri bu grupta yer almaktadır.

Belirtileri;

  • Mide bulantısı
  • Karın ağrısı
  • Karna giren kramplar
  • Kusma
  • Baş dönmesi
  • Baş ağrısı
  • Gözlerde bulanıklık
  • Çift görme
  • Yüksek ateş
  • İshal
  • Halsizlik
  • Ağız kuruluğu

Tanısı;

Gıda zehirlenmesi tanısında hastadan alınan öykü son derece önemlidir. Doktor hastada görülen belirti ve şikâyetleri ve bunların ne kadar zamandan beri devam ettiğini sorgulayacaktır. Eğer gıda zehirlenmesinden şüpheleniliyorsa, belirtilerin başlangıcından önceki saatler içinde tüketmiş olduğunuz gıdaları tam olarak bilmek isteyecektir. Daha sonra hastayı muayene ederek vücut ısısı, tansiyon, nabız ve genel durum hakkında bilgi edinir.

Bakteriyel patojenlerin, onların toksinlerinin veya kan, serum veya dışkıdaki diğer toksinlerin laboratuvar testleri ile teşhisi temel olarak mümkündür. Fakat gıda zehirlenmesi ve bunun teşhisi için laboratuvar testleri çok fazla kullanılmaz. Bu testler; örneğin antibiyotikle tedavi gerektiren Listeria isimli enfeksiyonundan şüphelenildiğinde uygun antibiyotiğin seçimi gibi ek tedavi gereksiniminde yapılır.

Tedavisi;

Gıda zehirlenmesi vakalarının çoğu kendi kendini sınırlama özelliğine sahiptir ve doktora gitmeden birkaç gün içinde geçer. Ancak rahatsızlık birkaç günden fazla sürerse, dışkınızda kan varsa, bebek, yaşlı ya da gebeyseniz tıbbi yardım almanız gerekir. Besin zehirlenmesinin tedavisindeki temel amaç; kaybedilen sıvıyı ve mineralleri yerine koymak ve zehirlenmeye neden olan bakteriyi yok etmektir.

Bunun için zehirlenmeye neden olan bakteri saptandıktan sonra uygun antibiyotik tedavisi verilir. Fakat çoğu besin zehirlenmelerinde antibiyotik gerekli olmadığının bilinmelidir. İshali engellemek için ilaç verilmesi pek uygun değildir. Çünkü bağırsakta bakteri beklerse yayılma eğilimi gösterir. Bu yüzden bir an önce dışkı yoluyla bakterinin atılması gerekir. Kişinin sıvı kaybının yerine konması için ağızdan ya da damardan sıvı desteği sağlanmalıdır. Özellikle evde kendiniz yeterince sıvı aldığınızdan emin olun.

Mideniz bulanıyor veya kusuyorsanız herhangi bir şey yemeyin; bir saat süreyle midenizi dinlendirin ve ardından küçük yudumlarla su içmeyi deneyin. Düzenli su içtiğinizden emin olun. Hastalığın başkalarına da geçmesini engellemek için kişisel hijyeninize dikkat edin. Örneğin, tuvalete gitme ve yemek hazırlamanın öncesinde ve sonrasında ellerinizi yıkayın. İyileşme zamanı enfeksiyon türüne, yaşınıza, sağlık durumunuza ve başka bir hastalığınızın olup olmamasına bağlıdır.

Önlemler;

  • Et, balık ve tavuk gibi hayvansal ürünlerin güvenilir yerden alınmasına özen gösterilmelidir
  • Son tüketim tarihi geçmiş besinler tüketilmemelidir
  • Sebze ve meyvelerin iyice temizlendiğinden emin olunmalıdır
  • Süt meyve suyu gibi içeceklerin açıldığından itibaren tüketilmesi gereken süre içerisinde tüketilmelidir
  • Buzdolabında saklanması gereken besinler buzdolabında saklanmalıdır
  • Kuru ve serin ortamlarda saklanması gereken yiyeceklerde kuru ve serin ortamlarda saklanmalıdır
  • Açıkta satılan besinler alınmamalı ve tüketilmemelidir
  • Besinlerin pişirilmesinde kullanılan gereçlerin temiz olduğundan emin olunmalıdır
  • Buzdolabında çok uzun süre beklemiş besinler tüketilmemelidir
  • Tüketilen fastfood ürünlerinin nerede ve nasıl yapıldığına dikkat edilmelidir
Paylaşın

Genital Siğil nedir? Belirtileri, Tedavisi

Human Papilloma virüsünün (HPV) neden olduğu Genital Siğiller, cinsel yolla en sık bulaşan enfeksiyonların başında gelmektedir. Hem kadınlar hem de erkekler de görülen siğiller, bulaşıcı olduğundan mutlaka tedavi edilmelidir.

Genital siğilden korunmanın en önemli tedbirinde ise HPV aşıları ön plana çıkmaktadır. “Genital siğil kendi kendine geçer mi?” , “Genital siğil belirtileri nelerdir?” “Genital siğil nedenleri nelerdir”, “Genital siğil tedavisi nasıl yapılır?”, “Genital siğil kremi” “Genital siğil ilaç tedavisi” gibi sorular genital siğil hakkında merak edilen konuların başında gelmektedir.

Nedenleri;

Genital siğillere Human Papilloma virüs yani HPV neden olmaktadır. 200’den fazla HPV tipi vardır. Bunlardan sadece 40 HPV tipi Genital Siğile neden olmaktadır. En sık Genital siğil nedeni HPV 6 ve HPV 11 tipleridir. Neredeyse hemen her zaman cinsel yolla bulaşan Genital Siğillerde  risk faktörleri de bulunmaktadır.

Genital Siğil risk faktörleri şu şekilde sıralanabilir;

  • Birden fazla partnerle korunmasız cinsel ilişki
  • Cinsel yolla bulaşan başka bir enfeksiyonun olması
  • Genç yaşta cinsel hayata başlamak
  • Bağışıklık sistemini baskılayıcı ilaç kullanımı genital siğil riskini artırabililer

Belirtileri;

HPV ile birlikte meydana gelen genital siğiller hastalarda çeşitli semptomlar meydana getirmeyebilir. Başlangıç sürecinde özellikle oldukça küçük olan siğiller asla dikkat çekmez. Ancak biraz büyüdükleri takdirde elle veya gözle fark edilmesi mümkün olabilir. Genital siğiller büyüdükçe etkisi artıp büyüme ve çoğalma hızı artabilir ancak bağışıklık sisteminin çalışma mekanizmasına göre kendiliğinden gerileme veya iyileşme göstermesi de mümkündür. Çoğu durumda bireylerde semptomlar görülmez ancak bazı durumlarda kaşıntılar ve buna bağlı olarak kanamalar meydana gelebilir. Enfeksiyon durumlarında da bireyler çeşitli semptomlar nedeniyle genital siğil varlığından haberdar olabilirler.

Tanısı;

Genital siğiller görüntüleri açısından çok tipiktir. Genital siğillerin teşhisi Deri Hastalıkları Uzmanı (Dermatolog) tarafından yapılan muayene ile siğillere bakılarak tanı konabilir. Jinekoloji ve Üroloji tarafından da tanı konabilir. Kadınlarda, özellikle yıllık rutin jinekolojik muayene sırasında tespit edilebilir.

Eğen genital siğilleriniz varsa, tedaviniz bitene kadar cinsel ilişkiye girmeyin ve partnerinizi de bilgilendirin. Kadınlarda HPV, rahim ağzı kanseri için önemli bir risk faktörüdür. Bu nedenle genital siğillerin yanı sıra diğer HPV tiplerinin varlığı için aşağıdaki testler yapılır:

  • Pap Smear Testi; Jinekolojik muayene sırasında vajinanın girişinden özel bir fırça veya spatul vasıtasıyla örnek alınır. Acısız bir işlemdir. Rahim ağzında hücresel değişiklik olup olmadığı belirlenir. Smear testi tek başına kanser tanısı koyulmasında yeterli değildir. Smear testinin pozitif çıkması bir problem olduğuna ve tanıya yönelik testler yapılması gerektiğine işaret eder
  • HPV DNA testi; Pap smear’in anormal çıkması durumunda, HPV’nin kansere neden olma olasılığı araştırılır.
  • Kolposkopi; Vulva, vajina ve serviksin ışıklı büyüteçle incelenmesidir
  • Servikal Biyopsi; Rahim ağzından doku alınarak kansere neden olabilecek hücre değişimleri araştırılır

Tedavisi;

Genital siğil tedavisinde lezyonun büyüklüğüne göre tercih edilecek yöntem değişebilmektedir.

  • Genital siğilin cerrahi olarak çıkartılması
  • Koter ve lazer ile lezyonun yakılması
  • Kriyoterapi yöntemi ile genital siğilin dondurulması gibi tedavi seçenekleri bulunmaktadır.

Lezyon anal bölgede ise genel cerrahi uzmanı tarafından anal bölgenin içinde kontrol edilmesi gerekir. Lezyonun ağız içinde bulunduğu durumlarda ise Kulak Burun Boğaz doktoru tarafından muayene edilmesi gerekir.

Genital siğil krem tedavisi siğilin neden olduğu şikayetleri azaltmak için doktor tavsiyesiyle kullanılabilir. Genital siğil kremleri cildin diğer yerlerinde ortaya çıkan siğiller için kullanılan kremlerden daha farklıdır. Bu yüzden elde veya vücudun farklı bölgelerinde çıkan siğiller için kullanılan kremleri genital siğil tedavisinde kullanılmamalıdır.

Öneriler;

HPV kaynaklı genital siğil hastalığından korunmak için kişi mutlaka korunmalı ve hijyen kurallarına dikkat edilmelidir. Ancak bunun yeterli bir çözüm olmadığının bilinmesi gerekir. Özellikle kadın hastalarda siğiller rahim ağzı kanseri gibi daha ciddi sorunlara yol açabileceği için teşhisi sağlandığında kişi yalnızca genital siğil tedavisini başlatmakla kalmamalı, çeşitli taramaları da yaptırmalıdır. Bunlar HPV DNA testi, kolposkopi, Pap Smear Testi ve ihtiyaç halinde biyopsi uygulamalarıdır. Kişi HPV için risk grubunda olduğunu düşünüyorsa HPV aşısı yaptırması da bir diğer öneri olacaktır.

 

Paylaşın