Galaktore nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Gebelik süreci ve doğum dışında memelerden süt gelmesi durumuna ‘Galaktore’ denir. Hamilelik ve emzirme dönemleri dışında memeden süt gelmesi sorunu; fizyolojik, farmakolojik nedenlerden ya da hipofiz adenomlarından kaynaklanmaktadır.

Galaktore çoğunlukla kadınlarda görülmekle birlikte, nadiren erkeklerin de memelerinden süt gelebiliyor. İster erkeklerde, isterse kadınlarda görülsün galaktore çok ciddiye alınması, sağlık kurumuna başvurularak tedavi edilmesi gereken bir sorundur.

Nedenleri;

Galaktorenin oluşumunda genellikle bir hastalığın tedavisi için kullanılan ilaçların etkisi olduğu, bunun bir yan etki olarak ortaya çıktığı bilinmektedir. Bununla birlikte vücudumuzdaki her bir etkinin ve tepkinin hormonsal dayanağı olduğundan galaktorenin de hormonsal düzensizlikle bağlantılı olabileceği düşünülmektedir. Aynı zamanda olumsuz psikolojik etkenler, fizyolojik sorunlar ya da beyindeki hipofiz bezinden kaynaklanan problemler dolayısıyla da galaktore oluşabiliyor.

  • Beyin tümörleri
  • Tiroid hormonu sorunları
  • Böbrek rahatsızlıkları
  • Hipofiz bezinde sarkoidoz
  • Polikistik over sendromu
  • Bazı ilaçların yan etkisi
  • Çevresel etkenler

Belirtileri;

Galaktore’nin en belirgin iki belirtisi, meme uçlarından süt beyazı bir akıntı gelmesidir. Akıntı, bazen sarı ya da yeşil renkte de olabilir. Bu gibi bir durumda, doktorunuz meme kanseri açısından muayene etmek isteyebilir. Diğer belirtiler şunları içermektedir:

  • Adet dönemleri dışında akıntı
  • Adet düzensizliği
  • Baş ağrısı
  • Görme problemleri
  • Cinsel isteksizlik
  • Çene ya da göğüs bölgesinde artan tüylenme
  • Sivilce problemi
  • Erkeklerde sertleşme güçlüğü

Teşhisi ve tedavisi;

Galaktore teşhisi için, doktorunuz size önce fiziksel bir muayene yapacak ve belirtileri inceleyecektir. Doktorunuz ayrıca sağlık geçmişiniz, aldığınız ilaçlar ve yaşam tarzınız ile ilgili sorular da soracaktır. Doktorunuz; hormon seviyelerini kontrol etmek için kan testi talep edebilir, ayrıca hamilelik testi de talep edilebilir.

Tümörden şüphelenilmesi durumunda, doktorunuz MRI talep edebilir. Bu test, hipofiz bezinde bir tümör ya da kusur olup olmadığını anlamak için yapılmaktadır. Ayrıca doktorunuz, meme kanserini kontrol etmek için ultrason ya da mamografi talep edebilir.

Tedavi, galaktorenin altında yatan nedene bağlı olarak değişiklik gösterecektir. İyi huylu bir tümör, ilaç ya da cerrahi yöntemler ile tedavi edilebilir. Vücuttaki hormonlara bağlı olarak geliştiyse, doktorunuz yine bazı ilaçlar önerebilir. Galaktore tedavisi, genellikle ilaç tedavisi ile gerçekleştirilmektedir.

Paylaşın

Güneş yanığı nedir? Nedenleri, Tedavisi

Yaz mevsiminde en sık görülen sorunlardan biri olan güneş yanığı, cildin güneş ışığından veya güneş lambası gibi yapay kaynaklardan gelen ultraviyole, yani kısaca UV, ışığa çok fazla maruz kalmasından dolayı geçici olarak iltihaplanmasına verilen isimdir.

Güneş yanığı derinin güneş ışığına kısa sürede ve yoğun olarak maruz kalması sonucu oluşan deri rahatsızlığıdır. Uzun süre güneşe maruz kalındığında ultraviyole ışınları; ciltte önce kızarıklık, daha uzun süreli hasarlarda da içi su dolu baloncuklara sebep olur.

Kızarıklık, ağrı, şişme güneşten 2-4 saat sonra başlar, 24 saatte maksimuma ulaşır. Bu birinci derece yanıktır. İçi su dolu kabarcıklar olduğunda yanık artık ikinci derece olmuş demektir. Üçüncü derece yanıklarda kabuklanmalar olur, güneş üçüncü derece yanığa sebep olmaz.

Belirtileri;

  • Bulantı ve kusma
  • Baş ağrısı
  • Ateş
  • Titreme
  • Boyun tutulması

Tanısı;

Güneş yanığı fiziksel muayene sonucunda teşhis edilebilir. Bu muayene sürecinde doktor bireye belirtileri, ultraviyole ışığa maruz kalma süresi ve geçmişteki güneş yanığı vakaları hakkında soru sorabilir.

Çok az miktarda güneş ışığına maruz kaldıktan sonra güneş yanığı veya cilt reaksiyonu geliştiren bireylerde, doktor sorunu gözlem altında tekrarlamak için cildin küçük bölgelerinin  ölçülü miktarlarda UVA ve UVB ışığına maruz kaldığı bir test olan fototest yapılmasını önerebilir. Bu test sonucunda bireyin cildi UV ışığına aşırı tepki verirse, birey ışığa duyarlı ya da güneş ışığına duyarlı olarak kabul edilebilir.

Tedavisi;

Güneş yanığı tedavisi ilk müdahale çok önemlidir. 2. ve 3. derece yanıklarda ise vakit kaybetmeden en yakın hastane kuruluşuna başvurulmalıdır. Güneş yanığı durumunda yaranın acısını alıp kişiyi rahatlatacağı düşüncesi ile yanık bölgesine yoğurt ve diş macunu sürülmesi son derece yanlış bir uygulamadır. Tıbbi etkisi bilinmeyen ve bakteri üremesine yol açabilecek bu maddelerin yanık sahasında sürülmesinden mutlaka kaçınılması gerekmektedir. Bunun yerine doktorun önereceği ilaçlar ve uygulamalardan faydalanılmalıdır.

İkinci derece yanıklar su toplaması ile karakterlidir ve birinci derece yanıklardan daha derin bir yanık yaralanmasına işaret eder. Su toplaması olan güneş yanığı sahaları açık yara olarak kabul edilmelidir ve bir plastik cerrah tarafından yapılacak değerlendirmenin ardından kimi hastalarda kapalı pansumana geçilmesi gerekebilmektedir.

Su toplaması olan sahanın genişliği arttıkça, bu durumun vücut için daha belirgin zarara yol açacağı unutulmamalıdır. Özellikle kronik böbrek yetmezliği, alkolizm, kalp hastalığı gibi ek hastalıkların ya da durumların varlığında, geniş yüzeyleri kaplayan ikinci derece yanıklarda damar içi yoldan serum tedavisi gerekebilmektedir. Güneş yanığı olan hastalarda sıklıkla 5-7 gün içerisinde tam iyileşme beklenmektedir.

Güneş yanığında ağrı ve sıcaklık hissi, 48 saat sürer. Nemlendirici kremler günde üç kere uygulanırsa kişiyi rahatlatır. Bu kremlere iki gün devam edilmelidir.

  • Soğuk banyo yaptırılabilir ve yanık yerler günde birkaç kez soğuk su ile ıslatılmış steril bir bezle silinebilir
  • Küçük bir havluyu su ile ıslatın ve yanık olan alanlara hafifçe uygulayın. Bunu 15 dakika kadar uygulayın ve gün içinde 4-5 kere tekrarlayın
  • Yanıklar olduğunda çocuğa bol su içirilmelidir. Bu durum, hastalık hissini önler
  • Bir hafta içinde soyulmalar başlar, deriye nemlendirici kremler sürmek gerekir. Vazelin uygulamayın çünkü bu hava temasını önler ve hava teması iyileşme için gereklidir
  • Deri su toplar ve patlarsa, üzerindeki ölü deriyi temiz, küçük bir makasla temizlemek gerekir. Sonra da antibiyotikli bir krem sürülmelidir
  • Merhemi günde üç kez yıkayıp, tekrar sürmek gerekir. Derinin su topladığı durumlarda, bir sağlık kuruluşuna başvurulup tedaviye başlanmalıdır

 

Paylaşın

Gut nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Halk arasında ‘zengin’ ya da ‘padişah’ hastalığı olarak da bilinen, romatizmal, ortopedik bir rahatsızlık olan Gut, eklemlerde ağrı, şişlik, hassasiyet ve sıcaklığa neden olan bir iltihap şeklidir. 

Gut, vücuttaki aşırı ürik asit miktarından kaynaklanır, bu da eklemlerde ve yumuşak dokularda anormal ürik asit kristallerinin (monosodyum ürat kristalleri) birikmesine ve gut hastalığına neden olur. Bir yumruya yol açan yumuşak dokudaki ürik asit toplanmasına tofüs denir. Ürik asit kristalleri böbreklerde de oluşabilir ve böbrek taşlarına neden olur.

Monosodyum ürat vücutta doğal bir kimyasal olan ürik asitten oluşur. Ürik asit, RNA ve DNA’nın (hücrelerdeki genetik materyal) doğal parçalanmasından meydana gelir. Özellikle kırmızı etlerin, kabuklu deniz canlılarının ve sakatatların aşırı tüketimi vücutta ürik asit birikimine yol açar.

Alkolden kaçınmak, hayvan etlerini az, sebze ve meyveleri daha fazla tüketilmesini amaçlayan bir diyet ile kandaki ürik asit seviyesinin ve gut ataklarının gelişmesi olasılığının azaltılması sağlanabilir.

Belirtileri;

  • Sabaha karşı vücutta asit iyonları birikmesi sonucu eklemlerde şişlik oluşur ve şiddetli ağrılar meydana gelir. Hatta ağrılar o kadar şiddetlidir ki hasta uykusundan uyanır
  • Böbreklerde ürik asit birikimi nedeniyle oluşan bir gut hastalığı ise idrarda kan, taş gibi belirtilere ek olarak karın ve bel ağrıları yaşanabilir
  • Ağrılar kronik bir hale gelir ve eklemlerde biriken ürik asit, eklemlerin sürekli şişmesine yol açarak deformasyonlara neden olabilir

Tanısı;

Gut, bir kan testiyle kolayca teşhis edilemeyen hastalıklar skalasındadır. Çünkü birçok insanın farklı nedenlere bağlı olarak kan ürik asit seviyelerinde artış olabilir ve bu durum her zaman gut hastalığına neden olmaz.Gut hastalığının tanısı için, hastalıktan etkilendiği düşünülen bir eklemden sıvı alınır ve bu sıvı patolojik inceleme için gönderilir. Sıvı, monosodyum ürat kristallerinin varlığı için polarize bir mikroskop altında incelenir.

  • Kan testi; Doktorunuz kandaki ürik asit ve kreatinin seviyelerini ölçmek için bir kan testi önerebilir. Yine de kan testi sonuçları yanıltıcı olabilir. Bazı insanlar yüksek ürik asit seviyelerine sahiptir, ancak hiçbir zaman gut hastalığına sahip olmazlar. Bazı insanlar da gut belirtileri ve semptomları gösterir, ancak kanlarında olağandışı ürik asit seviyeleri yoktur.
  • Röntgen; Gut hastalığı dışında eklem iltihabına neden olabilecek diğer hastalıkların bulunmasında yardımcı olur.
  • Ultrason; Ultrason, kas ve iskelet sistemindeki eklemlerde meydana gelen iltihabi durumu veya ürat kristallerini tespit edebilir.
  • MR; MR görüntülemesi ile eklemdeki ürat kristallerin varlığı tespit edebilir.

Gut hastalığı, eklemlerin zayıflamasına ve uzun vadede eklem hasarına neden olabileceğinden, bu hastalıkta doğru tanının konulması son derece önemlidir.

Tedavisi;

Gut hastalığı ilerledikçe ürik asit kristalleri eklem ve eklemlerin çevresindeki dokularda birikim yaparak deri altında şişlikler oluşturur. Gut hastalığının tedavisi yapılmazsa eklemlerde hasar oluşturabilir. Bu şişlikler genellikle hasta eklemlerin içinde veya çevresinde, dirseklerin yanında, parmakların üstünde, ayak başparmağında ve kulak kıvrımında oluşmaktadır.

Gut hastalığı tedavi edilmezse hastalık ilerledikçe ürik asit kristalleri eklem çerçevesindeki dokularda birikim yapmaya başlar.

Gut hastalığının tedavisi akut ataklar sırasında ve ataklar arasında ayrı şekillerde yapılır. Ağrılı durumlarında; yani akut atak zamanlarında “antienflamatuar” ilaçlar kullanılır. Gut hastalığında kullanılan ilaç tedavisi kişinin hastalık seyrine göre ayarlanmaktadır. Eğer ürik asit seviyeleri oldukça yüksekse idrarla atılmalarını sağlayan ilaçlar da verilebilmektedir.

Aşırı yorgunluk atakları tetikleyebilir. Ağrılı dönemlerde zaten spor yapamaz; ama kronikleşmiş hastalığı varsa kendini çok yoran sporlar yapmamalıdır. Ağrılı dönemde istirahate ihtiyaç duyabilirler. Gut hastalığında tuz kristallerinin çözünmesi arttırması açısından su tüketimi de önemlidir. Böylece böbrek taşı oluşmasının da önüne geçilir.

İltihaplı eklemlere buz koymak; ağrı ve şişliğin azalmasında etkili olabilir; ancak bunun dışında tedavi edici bir etkisi yoktur. Gut tedavisi mutlaka doktor kontrolünde yapılmalıdır. İltihaplar için doktor tavsiyesi dışında asla ilaç kullanılmamalıdır.

Diyeti;

Gut hastalığıyla nasıl başa çıkılır sorusunun cevabı uygun bir diyette yatmaktadır. Gut hastalığında diyetle atak gelişimini engellemek, atak geliştiğinde de atağın şiddetini azaltmak mümkündür. Diyette dikkat edilmesi gereken özellikler şunlardır:

  • Başta su olmak üzere bol bol sıvı tüketmek, özellikle fruktozla tatlandırılmış içeceklerden uzak durmak.
  • Protein ihtiyacını düşük yağ oranlı süt ve süt ürünlerinden karşılamak.
  • Et, balık ve kümes hayvanları tüketimini sınırlamak. Küçük miktarlarda tüketmek gut hastaları tarafından tolere edilebilir. Ayrıca sayılan kaynaklardan hangisinin kişiye daha fazla zararlı olduğunun saptanması da beslenmede büyük önem taşır.
  • Kilo alımını engellemek ve küçük prosiyonlar tüketerek kilo vermek. Burada önemli olan nokta ürik asit düzeyini aniden arttıracağından hızlı ve aşırı kilo kaybından kaçınma gerekliliğidir.
Paylaşın

Glokom (Göz Tansiyonu) nedir? Belirtileri, Tedavisi

Net olarak bilinmemekle birlikte Türkiye’de 40 yaş üzeri her 100 kişiden 1’inde görülen Glokom (Göz Tansiyonu), göz içi basıncının sıklıkla yükselmesi nedeniyle görme sinirinin zarar görmesidir. Glokom, körlüğe neden olabilen bir hastalıktır.

Başka bir tanımla; Glokom, göz içi basıncının artması sonrasında gözün optik sinirinin hasar görmesine ve kişinin görme yeteneğini kaybetmesine neden olabilen oldukça ciddi bir göz hastalığıdır. Göz tansiyonu gözün ön kısmında sıvı birikmesi sonucunda ortaya çıkar. Göz önünde biriken bu sıvı, göz içi basıncını arttırarak, optik sinire hasar verir ve böylelikle kişide glokom gelişebilir.

Belirtileri;

Hastaların büyük bir bölümünde herhangi bir belirti görülmez. Erken dönemde bazı hastalarda sabahları belirginleşen baş ağrıları, zaman zaman bulanık görme, geceleri ışıkların etrafında ışıklı halkalar görülmesi, televizyon izlerken göz etrafında ağrı, vb. belirtiler ortaya çıkabilir.

göz tansiyonu (glokom), birçok hasta tarafından, ancak, ileri dönemde ve belirgin görme kaybı ortaya çıktığında fark edilir. Aile bireylerinde bulunan glokom hastalığı, ilerleyen yaşlarda görülen şeker hastalığı, miyopi, uzun süreli kortizon tedavisi, göz yaralanmaları ve migren glokom riskini artırır.

Diğer bir glokom tipi ise, ileri yaşlarda ani bir şekilde krizle ortaya çıkan dar açılı glokomdur. Şiddetli göz ağrısı, görme azalması, gözde kızarıklık ve bulantı-kusma ile ortaya çıkar. Acil tedavi gerektirir. Bebeklikte ve çocukluk çağında izlenen türlerinde gözde sulanma, ışığa karşı hassasiyet ve gözde büyüme izlenir.

Glokom kimlerde görülür?

  • Göz içi basıncı normalden yüksek olan kişilerde glokom gelişme riski daha yüksektir; ancak göz içi basıncı yüksek olan herkeste glokom olabileceği anlamına gelmez
  • 40 yaşın üzerindeki kişilerde glokom riski artmaktadır
  • Glokomun genetik ile ilişkisi olabilir. Ailesinde glokom olan kişilerde gelişme riski daha yüksektir. Diğer bir deyişle, bir veya birden fazla gende bozukluk olabilir ve bu bireyler hastalığa karşı daha hassas hale gelebilir
  • Şeker hastalığı ve hipotiroidizm (guatr) olan hastalarda glokom gelişme riski daha fazladır
  • Ciddi göz yaralanmaları göz içi basıncı yükselmesine neden olabilir. Diğer risk faktörleri; retina dekolmanı, göz tümörleri ve kronik üveit veya iritis gibi göz iltihaplarıdır. Bazı göz cerrahileri de ikincil glokom gelişimini tetikleyebilir
  • Genellikle uzağı iyi görememe olarak bilinen miyopide glokom sıklığı yaklaşık iki misli artmıştır
  • Uzun süreli kortizon kullanımı (damla, ağızdan veya cilt pomadı vb. olarak) ikincil glokom gelişimine neden olabilir
  • Bu özelliklere sahip kişilerin, görme sinirindeki hasarın erken tespiti için düzenli göz muayenesi olmaları önemlidir

Tanısı;

Göz doktorunuz tarafından düzenli göz muayeneler, glokomun saptanması için en iyi yöntemdir. Sadece göz tansiyonunuzun ölçülmesi, glokom olup olmadığının saptanması için yeterli değildir. Glokomu saptamanın kesin olan tek yolu, tamamen göz muayenesi yapmaktır.

Glokom açısından değerlendirilmeniz sırasında, göz doktorunuz şunlara bakacaktır:

  • Göz içi basıncınızın ölçülmesi (tonometri),
  • Gözünüzün drenaj açısının incelenmesi (gonyoskopi),
  • Optik sinirinizde hasar olup olmadığının belirlenmesi (oftalmoskopi),
  • Her bir gözün görme alanının değerlendirilmesi (perimetri)

Optik sinirin fotoğrafının çekilmesi veya başka bir bilgisayarlı yöntemle görüntülenmesi tavsiye edilmektedir. Bu yöntemlerin hepsi, herkes için gerekli olmayabilir. Ayrıca bu testlerin, durumunuzda değişiklik olup olmadığının izlenmesi için düzenli aralıklarla tekrarlanması gerekebilir.

Tedavisi;

Göz tansiyonu (glokom), tanı konulduktan sonra tamamen iyileştirilip ortadan kaldırılamaz; fakat birçok olguda uygun tedavi ile başarılı bir şekilde kontrol altında tutulabilir ve görme kaybının ilerlemesi engellenebilir.

Açık açılı glokom, öncelikle, göz içi basıncını düşüren çeşitli ilaçlarla tedavi edilir. Dirençli vakalarda veya glokom tipine göre cerrahi tedaviler uygulanabilir. Bazı hastalarda birden fazla cerrahi girişim de gerekebilir.

Kriz ile ortaya çıkan dar açılı tipinde ise tedavi çok acildir. Lazer tedavileri, kontrol altına alınamayan glokomda veya kapalı açılı glokomda kullanılabilir. Glokom sinsi bir hastalıktır. Her sene göz tansiyonunuzu ölçtürmeyi unutmayınız.

Paylaşın

Fenilketonüri (PKU) nedir? Detaylar

Aileden katılım yoluyla geçen bir hastalık olan Fenilketonüri (PKU), tedavi edilmezse, bu çocuklarda kalıcı zihinsel sakatlığa neden olmaktadır. Fenilalanin hidroksilaz enziminin eksik olması sebebiyle, proteinli gıdalarda bulunan fenilalanin denen aminoasit karaciğerde parçalanamaz. Böylece fenilalanin ve metabolitleri kan ve dokularda birikir. Beyinde birikmesi nedeniyle beyni harap eder ve beyinde hasar oluşturarak zihinsel özre neden olur.

Hastalıklı bebekler doğumda sağlıklıdır. Bu bebekler erken dönemde teşhis edilip tedavi edilmez ise geri dönüşümsüz beyin hasarı, zeka geriliği, gelişme geriliği, nöbetler, istemsiz kasılmalar, yürüme bozuklukları, hiperaktivite, kendine zarar verme, otistik davranış bozuklukları görülür. Bu çocukların idrarı fenilalanin metabolitleri nedeniyle kötü kokuludur ve bu koku fare idrarı kokusuna benzetilir.  Fenilketonürili tedavi edilmeyen çocuklarda giderek saç, deri ve gözlerde pigmentasyon azalması meydana gelir ve bu çocuklar sarışın, ince saçlı ve mavi gözlü olurlar.

Fenilalanin miktarları dikkate alınarak hiperfenilalaninemiler 5 gruba ayrılabilir;

  • Klasik fenilketonüri
  • Orta derecede fenilketonüri
  • Hafif fenilketonüri
  • Hafif hiperfenilalaninemi
  • Tetrahidrobiopterin metabolizmasına bozukluğuna bağlı hiperfenilalaninemiler

Nedenleri;

Arızalı bir gen (genetik mutasyon), hafif, orta veya ağır olabilen PKU’ya neden olur. PKU’lu bir insanda, bu kusurlu gen, bir amino asit olan fenilalanini işlemek için gereken enzim eksikliğine veya eksikliğine neden olur.

PKU’lu bir kişi süt, peynir, kuruyemiş veya et gibi protein yönünden zengin besinler ve hatta ekmek ve makarna gibi tahıllar veya yapay bir tatlandırıcı olarak aspartam yediğinde tehlikeli bir fenilalanin birikmesi oluşabilir. Bu fenilalanin birikmesi beyindeki sinir hücrelerine zarar verir.

Genetik olarak çocuğa bozukluğun geçebilmesi için her iki ebevenden PAH geninin kusurlu bir versiyonu geçmelidir. Eğer sadece bir ebeveynden kusurlu bir gen geçerse, çocuğun herhangi bir semptomu olmaz, ancak genin taşıyıcısı olacaktır.

Belirtileri;

PKU’lu yenidoğanlarda başlangıçta herhangi bir belirti yoktur. Ancak, tedavi olmadan, bebekler genellikle birkaç ay içerisinde PKU belirtileri geliştirir. PKU belirti ve semptomları hafif veya şiddetli olabilir…

  • Vücutta çok fazla fenilalaninin neden olduğu nefeste, ciltte veya idrarda küf kokusu
  • Nöbetler içerebilecek nörolojik problemler
  • Deri döküntüleri (egzama)
  • Egzama ve cilt hastalıkları
  • Anormal derecede küçük kafa (mikrosefali)
  • Hiperaktivite
  • Zihinsel engellilik
  • Gelişimde gerilik
  • Davranışsal, duygusal ve sosyal problemler
  • Psikolojik bozukluklar

Teşhisi;

Hastalığın tanısı yenidoğan tarama testlerinde kan fenilalanin düzeyi artışının belirlenmesi ile kolayca konulur.  Bunun için ülkemizde yenidoğan bebeklerden Guthrie kartı denilen özel kağıtlara, bebek hastaneden taburcu olmadan önce topuklarından birkaç damla kan alınır. Guthrie testinin yanlış negatif sonuç vermemesi için kan örneğinin bebeğin yeterli protein alımını takiben yaşamın ilk 24 saatinden sonra alınması gerekmektedir. İlk 24 saatinden önce taburculuğu yapılacak bebeklerde ise ilk kan örneğinden sonra ilk hafta içinde tekrar kan örneği alınmalıdır.

Tedavisi;

Erken tanı konduğunda fenilketonüri tedavi edilebilen bir hastalıktır. Tedavide genel ilke, gıda ile alınan fenilalanin miktarını azaltarak kan fenilalanin düzeyini normal sınırlar içinde tutmaktır. Diyet tedavisi için fenilalanini çok azaltılmış özel ve ilaç niteliğindeki mamaların kullanılması gerekmektedir. Beyin dokusunun en hızlı geliştiği ilk 8-10 yıl boyunca tedavi devam etmelidir.

Hastalığın önlenmesi mümkün müdür?

Kalıtsal bir hastalık olduğu için önlenmesi mümkün değildir, fakat tedavi ile nörolojik sekeller önlenebilir, sağlıklı bir yaşam sürdürülebilir.

Ülkemizde hangi sıklıkta görülür?

Fenilketonüri Amerika’da ve bir birçok Avrupa Ülkesinde her 10.000-30.000 yenidoğanda bir görülmesine karşın Ülkemizde 3.000-4.500 yenidoğandan birinde görülmektedir. Türkiye Fenilketonüri hastalığının en sık görüldüğü bir ülkedir. Her yıl 400-500 çocuk bu hastalıkla doğmaktadır. Her 20-25 kişiden birinin hastalığı taşıyor olması ve ülkemizde akraba evliliklerinin yüksek oranda yapılması hastalığın sık görülmesine neden olmaktadır. Hastalığın yeterince bilinmemesi, zeka geriliği gösteren çocukların bu hastalık yönünden incelenmemesi hastalığın yayılımına neden olmaktadır.

Paylaşın

Fibromiyalji nedir? Teşhisi, Tedavisi

Fibromiyalji sendromu (FMS) olarak da adlandırılan Fibromiyalji, kaslarda ve kemiklerde görülen yaygın ağrı, hassasiyet alanları ve genel yorgunluk ile karakterize kronik bir rahatsızlıktır. Fibromiyaljinin nedeni tam bilinmemektedir.

Dünya popülasyonunun % 3-6’sında olduğu tahmin edilmektedir. Çocukluk dönemi de dahil her yaşta görülebilmekle birlikte hastalar genellikle 20-50 yaş aralığındadır. Kadınlarda erkeklere oranla 10 kat fazla görülür.

Nedenleri;

Uzun yıllar süren araştırmalar sonucunda bazı faktörlerin hastalığı tetiklediği ortaya konmuştur. Buna göre fibromiyaljiyi tetiklediği düşünülen faktörler şöyle sıralanmaktadır:

  • Enfeksiyonlar; Daha önceden geçirilmiş çeşitli enfeksiyon hastalıkları fibromiyaljiyi tetikleyebilmekte ya da belirtilerinin daha kötüye gitmesine neden olabilmektedir
  • Genetik faktörler; Fibromiyaljiye aynı aile üyeleri arasında daha sık rastlanmaktadır. Araştırmalar, bazı genetik mutasyonların fibromiyaljinin gelişiminde rol oynayabileceğini düşündürmektedir
  • Stres; Fiziksel ya da duygusal travma gibi bir stres kaynağı vücutta aylar veya yıllar boyunca devam eden uzun süreli etkilere yol açabilir. Stres, fibromiyaljiye katkıda bulunabilecek hormonal bozukluklarla ilişkili de bulunmuştur
  • Kişilik yapısı; Daha çok hassas yapılı, duygusal, mükemmeliyetçi ve olaylardan çabuk etkilenen kişilik yapısına sahip kişilerde fibromiyalji daha sık görülmektedir
  • Travma; Fiziksel ya da duygusal travma yaşayan insanlarda fibromiyalji daha sık ortaya çıkabilmektedir. Şikayetlerin travma sonrası stres bozukluğu ile ilişkisi olduğu bulunmuştur

Belirtileri;

Günümüzde fibromiyaljinin vücutta aynı zamanda hassas noktalar olarak adlandırılan ağrı bölgelerine neden olduğu bilinmektedir.

Bu bölgelerin bazıları geçmişte “tetikleme noktaları” olarak adlandırılan hassasiyet alanları ile örtüşmektedir ancak başka ağrı noktaları geçmişte kabul gören hassasiyet alanlarından ayrı yerlerde görülmektedir.

Geçmişte, bireylerin vücutlarındaki on sekiz belirli tetikleme noktasından en az on birinde yaygın ağrı ve hassasiyet varsa fibromiyalji teşhisi konulmuştur. Bu noktaların üzerine sıkıca bastırıldığında birey acı hissediyorsa, fibromiyalji ağrı noktası hassas olarak tanımlanmıştır. Bu noktalar arasında baş arkası ve ense, omuz üstleri, üst göğüs, kalçalar, dizler ve dirseklerin dışı mevcuttur.

2016 yılında fibromiyalji tanı kriterlerinde yapılan revizyonlarda ve güncellemelerde belirtilen beş ağrı bölgesinin dördünde kas-iskelet ağrısı yaşayan bireylerde fibromiyalji teşhisi değerlendirilmektedir.

Ağrı noktaları artık fibromiyalji teşhisi için tek başına yeterli görülmemektedir. Üç aydan fazla bir süredir devam eden yaygın bir ağrı ile bu ağrıyı açıklayabilecek tanımlanabilir bir tıbbi durum yoksa fibromiyalji teşhisi konulur. Hiçbir laboratuvar testi veya görüntüleme taraması fibromiyaljiyi tespit edemez.

Ağrı, en belirgin fibromiyalji belirtisidir. Vücuttaki çeşitli kaslarda ve diğer yumuşak dokularda tutarlı, sürekli ve donuk bir ağrı gibi hissedilir. Hafif bir ağrıdan yoğun ve neredeyse dayanılmaz bir rahatsızlık ve acıya kadar değişebilir. Ağrının şiddeti günden güne değişebilmektedir. Bununla birlikte, vakalarda ağrı ve yorgunluklarının bütünüyle iyileştiği remisyon tipi dönemler görülebilir.

Fibromiyalji ağrısı göğüs bölgesinde olduğunda, kalp krizinin ağrısı ile benzerlik gösterebilir. Bu ağrı delici, keskin ya da yanma hissi gibi gelebilir ve kalp krizinde olduğu gibi nefes alamama hissi uyandırabilir.

Fibromiyalji ağrısının sırtta hissedilmesi çok yaygındır. Bu ağrının bel fıtığı, çekilmiş bir kas ya da romatizma ile arasındaki farkı anlamak her zaman mümkün olmayabilir. Romatizma ile fibromiyaljinin aynı anda görüldüğü vakalar da mevcuttur.

Fibromiyalji ağrısını bacaklardaki kaslarda ve yumuşak dokularda da hissetmek mümkündür. Bu ağrı kramp ağrısına ya da romatizma ağrısına benzeyebilir. Genellikle derin, zonklayan veya yanma hissine benzeyen bir ağrıdır.

Bazı vakalarda bacaklardaki fibromiyalji uyuşma, karıncalanma veya bacakların üzerinde bir şeyler yürüyormuş gibi hissedilir. Bazı durumlarda yorgunluk etkisini bacaklar üzerinde gösterebilir ve uzuvları hareket ettirmek üzerinde ağırlık varmışçasına zor olabilir.

Fibromiyaljinin ağrı haricindeki belirtileri arasında sürekli yorgunluk, uyku sorunları, uzun süre boyunca uyumaya rağmen dinlenmiş hissetmeme (dinlendirici olmayan uyku), başağrısı, depresyon, anksiyete, odaklanma veya dikkat sorunları, karın boşluğunda acı ya da ağrı, gözlerde kuruluk ve interstisyel sistit gibi mesane problemleri bulunmaktadır. Fibromiyalji bireylerin duygusal halini ve günlük enerji seviyesini de etkileyebilir.

Fibromiyalji sisi, fibro sisi veya beyin sisi olarak da bilinir. Bazı bireylerin yaşadıkları bulanıklık hissini tanımlamak için kullandığı bir terimdir. Beyin sisinin belirtileri arasında hafıza kaybı, konsantrasyon zorluğu, ve dikkat vermede zorluk bulunmaktadır. Bazı vakalarda bireyler fibromiyaljinin neden olduğu beyin sisini, hissedilen fiziksel ağrıdan daha rahatsız edici bulmaktadır.

Fibromiyalji noktaları nelerdir? 

Fibromiyaljide sıklıkla tetik noktalar veya hassas noktalar olarak adlandırılan vücut alanları bulunur. Fibromiyalji noktaları, hafif basınç uygulamakla bile ağrıya neden olabilen 18 farklı alanı içerir. Günümüzde, bu noktalar fibromiyaljiyi teşhis etmek için nadiren kullanılır. Bunun yerine, bu noktalar şüphelenilen hastalıkları dışlamanın bir yolu olarak tercih edilebilir. Bu tetik noktalarının neden olduğu ağrı, vücudun birçok bölgesini etkileyen tutarlı künt bir ağrı olarak tanımlanabilir. Eski yönteme göre bilinen 18 tetik noktasının en az 11’inde yaygın ağrı ve hassasiyet varsa kişiye fibromiyalji tanısı konur. Tetik noktalarından bazıları şunları içerir:

  • Başın arkası
  • Omuz üstleri
  • Üst göğüs
  • Kalçalar
  • Dizler
  • Dirsekler

Fibromiyalji noktaları artık tanı için odak nokta değildir. Bunun yerine, üç aydan fazla bir süredir devam eden yaygın ağrı varsa ve ağrıyı açıklayabilecek teşhis edilebilir bir tıbbi durum yoksa fibromiyalji tanısı konabilir.

Teşhisi;

Fibromiyalji teşhisi hastanın öyküsü, hastalık belirtileri ve fiziki muayene ile konur. Fibromiyalji teşhisi için üç ay şikayetlerin ve belirtilerin devam etmesi gerekir. Fibromiyalji muayenesinde tender point denilen vücudun 18 hassas noktasından yaklaşık 11’inde bu ağrılı noktaların bulunup bulunmadığı tespit edilir. Bu referans noktalarında hastanın aşırı hassas olması temek şart kabul edilir. Fibromiyaljinin sadece kan tetkiklerinde ortaya çıkmasını beklememek gerekir. Ancak kan tetkikleri ayırıcı tanı için istenebilir. Sık sık başka hastalıklarla karıştırılan fibromiyaljide, bu karışıklığı önlemek için yapılacak tetkikler büyük önem taşır.

Tedavisi;

Fibromiyalji tedavisinde kullanılan ilaçların asli amacı ağrıyı kontrol altına almak ve yaşam kalitesini yükseltmektir.

Bu genellikle iki yönlü bir yaklaşımla, kendi kendine bakım ve ilaç kullanımı ile gerçekleştirilir. Fibromiyalji tedavi süreci için alınan ilaçlar ağrıyı hafifletebilir ve daha iyi uyumaya yardımcı olabilir.

Fibromiyalji için yaygın olarak verilen ilaçlar arasında ağır ağrılar için reçeteli, hafif ağrılar için reçetesiz ağrı kesiciler, yorgunluğu gidermek ve uyku düzeninin geri getirmek için antidepresanlar, sinir hücrelerinin ağrı sinyalleri göndermesini engellemek için bazı epilepsi ilaçları mevcuttur.

Daha ağır ağrı kesiciler ve narkotikler, araştırmaların ağrıyı azaltmak için etkili olmadıklarını gösterdiği için geçmişte olduğunun aksine artık tavsiye edilmemektedir.

Fiziksel terapi, kasların dayanıklılığı ve gücünü arttırırken aynı zamanda vücuttaki stresi azaltır. Egzersiz ve stres azaltma teknikleri hem zihinsel hem de fiziksel olarak bireyin kendisini daha iyi hissetmesine yardımcı olacaktır. Destek ve rehberlik için bir terapiste başvurmak çok faydalı sonuçlar verebilir.

Fibromiyalji tedavisi bitkisel ilaçlarla ve doğal tedavi yöntemleriyle de desteklenebilir. Eğer reçete edilen ilaçlar fibromiyalji semptomlarını tamamen rahatlatmazsa, bunlara ek olarak çeşitli alternatifler mevcuttur.

Bu alternatif doğal tedaviler hem stresi hem de ağrıyı azaltmaya odaklanır ve geleneksel tıbbi tedaviler ile birlikte kullanılmalıdır.

Bu tedaviler arasında fizik tedavi, kaplıca terapisi, meditasyon, yoga, tai chi, egzersiz, masaj terapisi ve dengeli, sağlıklı bir diyet mevcuttur. Bu tedavi türlerinden herhangi birisine başlamadan önce mutlaka doktora başvurulmalı ve bireyin durumu ile uyumu hakkında bilgi alınmalıdır.

Fibromiyaljiden korunmak için bunlara dikkat edin;

Fibromiyalji her ne kadar hayatı tehdit eden bir hastalık olmasa da hayat kalitesini son derece etkilediği için titizlikle takip edilmelidir. Tedavisi uzun sürebilen fibromiyalji bulgularında düzelme olana dek hekim kontrolü şarttır. Fibromiyaljiden korunmak için bunlara dikkat etmek gerekir;

  • Düzenli olarak egzersiz yapmak çok önemlidir. Özellikle gevşeme egzersizleri, germe egzersizleri, kardiyovasküler kondüsyon egzersizleri, düşük yoğunlukta yürüyüş, yüzme ve bisiklete binme, su aerobiği gibi aktiviteler faydalıdır
  • Fibromiyalji tedavisi için kullanılan ilaçlar, ağrıyı azaltmak, uykuyu düzenlemek ve depresyonu tedavi etmeye yöneliktir. Antidepresanlar, ağrıı kesiciler, uyku düzenleyiciler ve kas gevşetici ilaçlar mutlaka doktor kontrolünde kullanılmadır
  • Uyumadan önce çay, kahve, alkol, kola gibi maddelerden uzak durmak gerekir
  • Fizik tedavi uygulamalarından sıcak uygulama, derin ısıtıcılar ve elektriksel stimülasyon, masaj ve kaplıca kürleri tavsiye edilir
  • Sıcak ve kuru hava fibromiyaljiye iyi gelebilir
Paylaşın

Fibrokistik Meme nedir? Detaylar

Fibrokistik Meme Değişimleri; memede en sık görülen rahatsızlıkların başında gelmektedir. Fibrokistik, kist olup; bunlar içi sıvı dolu ve etrafı lifli dokuyla çevrilmiş keselerdir. Yani memede içi sıvı dolu fibrokistler ( kistler ) veya içi katı doku dolu fibroadenomlar görülür. Bu kitleler kansere dönmeyen kitlelerdir.

Yaklaşık tüm kadınların yarısı, hayatlarının bir döneminde fibrokistik değişikliklere bağlı yakınmalar ile hekime başvurmaktadır. Yakınmalar bazı kadınlarda çok hafif olabilir; adet öncesi görülen bir miktar ağrı gibi. Bu kadınların muayenelerinde ellerine kitle de gelmeyebilir. Bazı kadınlarda ise bulgular çok şiddetlidir; ağrı günlük yaşamı etkileyecek kadar fazladır. Adetlerden sonra bile azalmadan devam edebilir.

Fibrokistik meme ve fibrokistik meme arasında fark var mıdır?

Hayır İkisi ayanı anlama gelir. Geçmişte bu bulgular hastalık olarak kabul edilirken günümüzde bunun bir hastalık olmadığı ve normal yapının değişimi olarak kabul edilmektedir. Meme displazisi, kronik kistik mastit, gibi isimlerde fibrokistik değişiklikler için zaman zaman kullanılan terimlerdir.

Memede fibrokistik değişikliklerin sebebi nedir?

Meme bir süt bezidir ve süt üreten bezlerden, sütü meme başına taşıyan kanallardan ve bu yapıyı destekleyen destek dokusundan oluşur. Süt bezlerinde aynı rahimde olduğu gibi adet döneminin başlangıcından itibaren östrojen ve progesteron gibi hormonların etkisi ile gebeliğe hazırlık yapılır. Süt üreten hücrelerde artış ve gelişme gözlenir. Adet sonuna doğru memelerde görülen gerginlik sebebi budur.

Gebelik gerçekleşemez ise rahimde artan ve gelişen hücreler adet dönemi sonunda kanama ile atılır. Memede ise artan ve gelişen hücreler adet sonunda gebelik gerçekleşmediği içen yıkılırlar ve bu hücrelerin bir kısmı ölür. Ölen hücreler çevreden gelen iltihap(inflamasyon) hücreleri tarafından yok edilirler. Bu süreç içinde aktive edilen bazı kimyasal salgılar rol alır. Ölen hücrelerin temizliği sırasında gelişen bir dizi kimyasal olay sırasında süt bezleri ve kanallarında da bazı hasar ortaya çıkabilir; bu hasarın tamiri sırasında yara dokusunun iyileşmesi olan fibrozis gelişebilir.

Memedeki süt bezleri süt üretmedikleri zamanlar bile salgı işlevlerini sürdürebilirler. Normalde salgılanan sıvı süt kanallarında tekrar geriye emilir. Fibrokistik değişiklikler sırasında bu kanallarda ve bezlerde hasar geliştiği için bu sıvı geriye emilemez; bazen sıvı salgılanmasında aşırı artış olabilir ve sıvı birikir ve kist denilen için sıvı dolu keler gelişir. Bu sıvı keseleri mikroskopik büyüklükte olabildiği gibi 6-7 cm çapında büyük makrokistlerin oluşması ile sonuçlanabilir.

Tüm bu olayların sonucu memede gelişen değişikliklere fibrokistik değişiklik denir. Bu olaylar her adet döneminde tekrarlanır ve bir süre sonra kalıcı değişikliklere yol açabilir. Ölen hücre artıklarının miktarı, bu artıkların temizlenme sürecinin yeterliliği, inflamasyonun derecesi her kadında farklı olabildiği gibi, her iki memede veya aynı memenin farklı yerleşimlerinde farklılık gösterebilir; aydan aya farklılık gösterebilir.

Fibrokistik değişiklikler hangi yaş grubunda görülür?

Ergenlikten ileri yaşa dek her yaşta tanı konabilir. Meme daha ilk oluştuğunda ya fibrokistiktir veya değildir. Herhangi bir şikâyet yapmadığı sürece fark edilmeyebilir ve uzun süre sonra tanı konabilir. Genellikle üreme çağında aktif olup ağrı sızı gerginlik ele gelen kitle şeklinde fark edilir. Meme büyüklüğüne göre sayıları onlu değerlerden yüzlü değerlere kadar çok sayıda olabilir. Ancak meme ultrasonlarınızda sadece en büyükleri seçilerek yazılır. Hepsinin yazılması gerekli değildir. Çünkü önemli olan sayı, boyut ve yerleşimleri değil; ne olduğundan kesin emin olunmasıdır.

Fibrokistik meme kansere dönüşür mü?

Fibrokistler asla kansere dönmez ancak fibrokistik memesi mevcut hastalar nasılsa kansere dönmez diyerek doktora fazla gitmez. Fibrokistik yapısı olan ve olmayan hastalarda meme kanseri oluşma şansı eşittir. Ancak hastalar nasılsa fibrokistler kanser olmaz diyerek yıllık muayenelerini geciktirirlerse memede sıfırdan başka bir noktada başlayan kanser kitlesi eline gelse de anlamayacaktır. Kist olduğunu düşünebilir. Bu nedenle yıllık meme kontrollerini aksatmamalıdır.

Fibrokistik memenin başlıca bulguları nedir?

Memede fibrokistik değişikliklere bağlı olarak en sık görülen yakınma ağrıdır. Bu ağrılar genellikle adet döneminin ortasına doğru başlan ve adet görmeye başlayınca azalır veya kaybolur. Bu tip ağrının sebebi adet dönemi içinde vücuttaki meydana gelen hormonal değişikliktir. Adet döneminin ikinci yarısında memelerde su tutulmaya başlanır. Dolgunluk ve şişlik hissi ile birlikte ağrılarda artış gözlenir. Adetin başlaması ile birlikte memelerde tutulan su çözülür ve ağrı azalır, kaybolur. Bazı olgularda ağrı süreklilik gösterebilir.

Fibrokistik değişikliklerin sık görülen bir diğer bulgusu da memede ele gelen kitlelerdir. Çoğunlukla ele gelen bu kitleler kisttir. Kist içi su dolu bir kesedir. Adetin ikinci yarısında daha da büyür ve ağrıya sebep olur. Genellikle adet bitimi ile küçülürler.

Fibrokistik memenin getirdiği en önemli sorun nedir?

Bu tip yakınmalar ile hekime başvuran kadınlarda klinik muayeneyi takiben duruma göre mamografi ve meme ultrasonografisi çekilir. En sık karşılaşılan sorunlardan birisi de bu tetkiklerde saptanan bazı bulguların meme kanseri bulguları ile karışmasıdır. Böyle durumlarda mutlaka memenin sorunlu bölgesinden parça alınarak patolojik incelenmesinin yapılması gerekir. Bu da kadında çok önemli bir stres sebebidir.

Fibrokistik meme ve meme kanseri;

Hormon ve hormon benzeri maddelerin sürekli ve değişen etkileri sonucu süt bezleri ve süt kanallarını döşeyen hücrelerde bazı değişiklikler olabilir. Bu hücreler diğerlerinden farklı bir görünüme sahiptir ve bunlara atipik hücre denir. Bazen bu hücrelerde artış saptanır ve buna da atipik hiperplazi denir. Atipik hiperplazi bulunan memelerde meme kanseri gelişme riski daha yüksektir; çünkü bu hücrelerin genetik yapılarında bozulmalar başlamıştır ve ortaya çıkan genetik bozuklukların tamiri yetersiz kalmaya başlamıştır.

Bir memede fibrokistik değişiklik bulunması meme kanseri riskini artırmaz. Sadece fibrokistik değişiklikler ile birlikte atipik hiperplazi bulunursa meme kanseri riski artar. Bu artış fibrokistik değişiklik bulunmayan kadınlardan 2-6 kat daha fazladır. Atipik hiperplazi teşhisi ancak buradan biyopsi ile doku örneğinin alınıp incelenmesi ile konur. Atipik hiperplazi, fibrokistik memelerde % 5 oranında görülür.

Fibrokistik meme değişikliği saptanan kadın ne yapmalıdır?

  • Her ay adetin bittiği ilk hafta kendi kendisini muayene etmesi gerekir.
  • Her yıl bir uzman tarafından muayene olması gerekir. Eğer risk faktörleri yüksek ise ( aile hikayesi, atipik hiperplazi varsa, vb) 6 ayda bir muayene öneriliyor.
  • 40 yaş üzerinde ise her yıl mamografi 40 yaş altında ise her yıl ulrasonografi ile kontrol edilmelidir. Risk faktörleri yüksek ise ( aile hikayesi, atipik hiperplazi varsa, vb) 6 ay ara ile bu tetkikler yapılabilir.

Bu tetkikler sıranda şüpheli bir gelişme saptanırsa biyopsi yapılarak parça alınarak incelenmesi gerekir. Fakat her fibrokistik değişiklik saptanan hastada biyopsi yapılması gerekli değildir; ancak tetkiklerde şüpheli gelişme saptandığında biyopsi önerilmektedir.

Fibrokistik değişikliğin tedavisi var mıdır?

  • Yakınmaların azaltılması; Öncelikle ağrı yanma gibi yakınmalar için ağrı kesici ve antienflamatuar ilaçlar kullanılabilir. Memeye uygun beden sütyen giyilmesi de rahatlama sağlamaktadır. Bazı vitaminler önerilse de bu etkilerini destekleyen bir bilimsel çalışma bulunmuyor. Sadece E vitamini ile ilgili bazı çalışmalar olumlu etkisi olduğunu bildiriyor. Evening Primrose oil bazı esansiyel yağ asitleri içermektedir ; en az 6 ay süre ile günde 3 gram alındığında olumlu etkileri bildirilmiştir.
  • Hormonal bozuklukların düzeltilmesi; Düzensiz adetlerin hastanın meme yakınmalarının artırdığı görülmüştür. Bu hastaların doğum kontrol hapları ile adet bozukluklarının düzenlenmesinin faydalı olduğu ileri sürülmektedir. Tiroid bozuklukları ve şeker hastalığı gibi hormonal bozuklukların de şikayetleri artırdığı görülmüştür. Bu hastalıkların da tedavi edilmesi ile yakınmalar azalmaktadır. Bazı fibrokistik değişikliklerde östrojen hormonunun normalden yüksek olduğu saptanmaktadır; bu hastalarda östrojen hormonunun meme üzerine olan etkilerini azaltmak amacı ile progesteron hormonu verilmesi önerilmektedir.
  • Yaşam biçimi ve diyet değişiklikleri; Kafein alınmasının fibrokistik değişiklikleri artırdığı bildirilmektedir. Kahve, çay, kolalı içecekler, çukulata gibi yiyeceklerin kesilmesi ile kafein alımı sınırlandırılabilir; bira peynir şarap gibi mayalı gıdalar azaltılabilir.

Cerrahi müdahale gerektirir mi?

Ancak çok ağrı yapan, sürekli büyüyüp memede şekil değişikliği yapan ve hastayı huzursuz eden fibroadenomlarda ameliyat düşünülebilir. Ancak yine de farz değildir. Fibrokistler ise çok büyürse ameliyata gerek yoktur, kan alır gibi bir defada ağrısız içinde birikmiş sıvı iğneyle boşaltılabilir.  Farz olan en azından bir kez biyopsi yaptırıp kenara konmalıdır. Sonrasında hasta ister ise alınır istemez ise alınmadan takip edilir.

Kimler risk grubundadır?

Fibrokistik meme yapısı bir risk faktörü değildir. Dolayısı ile bu yapıya sahip toplumun % 70 ‘lik kısmında olan bayanların meraklanmasına, üzülmesine gerek yoktur. Neden bu yapının oluştuğuna dair bir kanıt yoktur. Ancak ailesel yatkınlık olduğu istatistikî olarak gösterilmiştir. Yani annemizde var ise bizde de olma ihtimali çok yüksektir. Bu meme yapısı meme kanseri riskimizi arttırmaz, sadece meme kanseri takiplerinde meme filmlerinizi yorumlayan radyoloji hekimlerinin özen ve dikkat gerektiren bir uzun bir değerlendirme yapmasına vesile olur. Zira meme içerisinde gördükleri pek çok yuvarlak kitlenin ne oldukları konusunda kesin emin olmaları gerekmektedir. Her defasında kavun tarlasında,  karpuz aramak işi yapılmaktadır. Asıl önemli olan fibrokistik kitleleriniz değil, bunların arasında sıfırdan başlamış bir kanser kitlesini gözden kaçırmamaktır. Fibrokistik memenin yıllık takiplerinde kilit nokta radyoloji uzmanınızın değerli yorumlarıdır.

 

Paylaşın

Erken doğum nedir? Nedenleri, Belirtileri

20. gebelik haftasından sonra doğumun ister ağrıların başlaması veya suyun gelmesi isterse de başka bir nedenle 37. gebelik haftasından önce gerçekleşmesi erken doğum olarak adlandırılır. Sağlıklı bir gebelik 40 – 42 hafta sürer.

Her bebeğin 9 ay 10 günü anne rahminde geçirmesi en ideal durumken, her şeye rağmen erken doğumlar olmaktadır. Tıpta ve son yıllarda ülkemizde yaşanan gelişmelere bağlı olarak artık daha fazla prematüre bebek hayatta kalabiliyor. Bir kaç yıl öncesine kadar prematüre bebekler için yaşam sınırı 27 haftayken, günümüzde bu sınır 24 haftaya kadar inmiştir.

Ancak, erken doğan bebeklerin önemli bir kısmı tam hazır olmadan dünyaya gelmelerinin olumsuz sonuçlarını yaşıyorlar. Bu nedenle doğum uzmanları dünyanın her yerinde erken doğum riski taşıyan bebeklerin bir kaç hafta, hatta bir kaç gün daha geç doğmalarını sağlamak için, ellerinden geleni yapıyorlar. Yapılan çalışmalar geciktirilen her gün için bebeklerin yaşama şanslarının arttığını gösteriyor. Ancak her şeye karşın erken doğumu yaşayan birçok kadın var.

Nedenleri;

Normal bir gebelik yaklaşık 40. hafta sürer. Doğum hamileliğin 37. haftasından önce gerçekleştiğinde erken doğum olarak adlandırılır. Rahimdeki bu son haftalar, sağlıklı kilo alımı ve beyin ve akciğerler de dahil olmak üzere çeşitli hayati organların tam gelişimi için çok önemlidir. Bu nedenle erken doğan (prematüre) bebeklerin daha fazla tıbbi problemleri olabilir ve hastanede daha uzun süre kalmaları gerekebilir. Ayrıca öğrenme güçlüğü veya fiziksel güçlük gibi uzun vadeli sağlık sorunları olabilir.

Erken doğum hakkında öğrenecek çok şeyimiz var, bu yüzden nedenlerini ve neden olduğunu açıklamak her zaman mümkün değildir. Enfeksiyon , plasenta problemleri veya genetik problemler gibi erken doğum için anne ve bebek risk faktörleri vardır, ancak çoğu durumda nedeni bilinmemektedir. Ancak, aşağıdaki durumlardan herhangi birine sahip hamile bir kadının erken doğum yapması daha olasıdır:

  • Şeker hastalığı
  • Kalp hastalığı
  • Böbrek hastalığı
  • Yüksek tansiyon

Belirtileri;

  • Kasık kemiğinin üstünde menstrüel benzeri kramplar
  • Leğen kemiği, uyluk veya kasıklarda basınç ya da ağrı hissi
  • Bel veya sırtta belirsiz ağrı veya basınç
  • Bağırsak krampı veya ishal
  • Soğuk algınlığı benzeri belirtiler
  • Vajinal akıntıda artış, renk ya da yoğunlukta değişiklik, kan

Bu belirtilerden birini veya bir saat içinde dörtten fazla kasılma yaşarsanız, derhal doktorunuzu arayın.

Kimler risk altında?

Erken doğum konusunda bilinmeyen birçok etken olduğu için bütün anne adaylar bu risk açısından değerlendirilmelidirler. Ancak bazı hamilelerin bu durumla karşılaşma riski çok daha yüksek. Risk altındaki anne adayları şu şekilde gruplanıyor:

  • Yaşı 17´in altında, 35´in üzerindekiler
  • Birden fazla bebek bekleyenler
  • Daha önce düşük, ya da erken doğum yaşayanlar
  • Bazı sistemik ve enfeksiyon hastalığı olan gebeler
  • Düşük kilolu anne adayları
  • Sigara kullananlar
  • Hamileliğinde vajinal kanama sorunu olanlar
  • Stres altında ve yoğun çalışma şartları altında yaşayanlar
  • Düşük sosyoekonomik durumda olan hastalar

Bu risk faktörlerini önceden tespit etmek ve gerekli önlemleri almak çok zor değil. Anne kilosunun ve yaşının ideal aralıkta tutulması, çalışma şartlarının uygun olması, iki gebelik arası geçen sürenin 1 yıl üzerinde olması, sigara ve diğer kötü alışkanlıklardan uzaklaşılması ve olası erken doğum eyleminin; bel-kasık ağrısı, vajinal akıntı miktarında artış, su gelmesi, vajinal kanama gibi öncü belirtilerinin hasta tarafından erken fark edilmesi ve doktora başvurulması erken doğumu engellemede önemli ölçüde rol oynar.

Erken doğum riski azaltılabilir mi?

Sağlıklı devam eden gebeliğin, erken doğumla sonuçlanıp sonuçlanamayacağının önceden belirlenmesi mümkün değildir. Ancak bazı etkenler erken doğum riskini arttırabilir. Bu etkenlerden uzak durmak, gebeliğin olağan seyrinde devam etmesine yardımcıdır. Gebelik süresince hekimin belirlediği aralıklarda kontrole gitmek ve gerekli testleri yaptırmak, olası erken doğum riskinin kontrol altına alınmasında oldukça etkilidir. Özellikle idrar yolu enfeksiyonu ve vajinal enfeksiyonlar, erken doğuma yol açabilir. Bu yüzden enfeksiyonların erken teşhis edilip, tedavi edilmesi önemlidir. Erken doğum riskini azaltmak için şu önlemler alınabilir:

  • Düzenli olarak doktor kontrolüne gitmek
  • Sigara ve alkol tüketimini tamamen bırakmak
  • Yoğun fiziksel güç isteyen ağır işlerde çalışmamak
  • Kimyasal maddelerden sakınmak
  • Sağlıklı, düzenli ve yeterli beslenmek
  • Düzenli su tüketimi
  • Ateşli hastalıklara karşı kendini korumak
  • İki gebelik arasındaki sürenin altı aydan kısa olmaması
  • Üremeye yardımcı tüp bebek yöntemiyle planlanan gebeliklerde çoklu embriyo implantasyonundan kaçınmak

Ne zaman hastaneye gidilmeli?

Pek çok anne adayı yalancı kasılmalar hissetse de bazı kasılmalar gerçektir ve doğum ile sonuçlanır. Bu yüzden anne adayının yalancı kasılmalarla, gerçek kasılmaları ayırt etmesi son derece önemlidir. Pozisyonun değiştirilmesiyle azalmayan sancılar, kısa aralıklarla ve artan şiddette olmayan kasılmalar, çoğunlukla Braxton Hicks olarak tanımlanan yalancı kasılmalardır. Ancak hissedilen kasılmaların gerçek kasılma olması durumunda anne adayı, düzenli, giderek sıklaşan, yoğun ve uzun süren kasılmalar hisseder.

Bu kasılmaların varlığında konuşmak güçleşir. Öne doğru eğilmek zorlaşır ve anne adayı kendisini sıcak ve endişeli hisseder. İştah kaybının da gözlendiği bu durumda anne adayı, temkini elden bırakarak ne yaptığını önemsemez hâle gelebilir. Kasılmaların sıklığı ve şiddetinin son derece önemli olduğu doğum sürecinde bu gibi belirtilerin varlığında kişi, hekime haber vererek hastaneye gitmelidir. Eğer vajinadan su gelmesi gibi doğumun başladığını işaret eden belirtiler varlığında kişi en yakın sağlık kuruluşuna başvurmalıdır.

Paylaşın

Endometriozis nedir? Belirtileri, Tedavisi

Kesin nedeni halen bilinmeyen Endometriozis, rahim içindeki endometrium denilen dokunun, batın içinde başka dokulara yerleşmesi durumudur. Hastalık her yaş grubundaki kadını etkileyebilmesine rağmen en çok 30’lu ve 40’lı yaşlardaki kadınlarda görülür.

Rahmin içerisinde bir tabaka bulunur ve bu tabaka her adet döneminde dökülerek adet kanamasına neden olur. Bazen bu tabaka, çeşitli nedenlerden dolayı rahmin dışında, örneğin yumurtalıkarda, mesanede, bağırsaklar üzerinde, böbrekte hatta beyin gibi organlarda bile gelişebilir. Bu tip anormal yerleşimlerin niçin olduğu tam açıklanamamıştır. Ancak anatomik bozukluklar, bağışıklık sisteminindeki aksaklıklar veya hormonal faktörler üzerinde durulmaktadır. Nedeni ne olursa olsun, genel olarak bu hastalığa endometriozis tanısı konulur.

Kimlerde daha sık görülür?

Endometriozis infertilite (kısırlık) şikayeti olan kadınların yarısında izlenebileceği gibi çocuk sahibi olmuş kadınların %20’sinde de gözlenmektedir. Daha çok modern hayatın bir rahatsızlığı olarak bilinmektedir. Sosyo ekonomik seviyesi yüksek, şehirli hayatı olan kadınlarda daha fazla izlenebilir. Coğrafi faktörler veya genetik yatkınlık da hastalığın nedenleri arasında olabilmektedir. Endometriozis infertiliteye neden olabileceği gibi çocuğu olmayan genç kadınlarda da izlenmektedir.

Belirtileri;

Endometriozis bazen tamamiyle tesadüfen saptanır, yani şikayet olmadan da gelişebilir. En fazla görülen şikayet, sancılı adet kanamasıdır. Hatta hastalar bu dönemlerden çok korkarlar, ağrıyı dindirebilmek için acil servislere bile başvurdukları olmuştur. Bunun dışında adet düzensizliği, sancılı büyük abdeste çıkma, bazen dışkıda kanama veya idrarda kan görülmesi olabilir.

Akciğerlere yerleştiği zaman kanlı balgam çıkartmaya yol açabilir. Beyine yerleştiği zaman epilepsiye yol açtığını gösteren vaka takdimleri vardır. Endometriozis en sık yumurtalıklara yerleşir ve yumurtalılarda çikolata kisti dediğimiz kitlelere yol açar. Çikolata kisti durumlarında kasık ağrısı, kabızlık veya cinsel ilişki sırasında ağrıya neden olabilir. Bazı durumlarda infertilite şikayeti ile gelen ve hiçbir semptom göstermeyen kadınlarda da saptanabilir.

Endometriozisdeki kasık ağrısı adet dönemleriyle alakalıdır. Sancılar kanama ile başlar ve adet dönemine devam eder, daha sonra kaybolur. Başka bir deyişle ağrılar her ay halinde mesai yaparlar.

Teşhisi;

Endometriozisin kesin tanısı, lezyonu direkt olarak gördüğümüzde koyulabilir. Bu da ancak laparoskopi dediğimiz yöntemle olur. Yani batın içersine endoskopik bir aletle girip rahmin üst kısmı, yumurtalıklar, bağırsaklar ve bunları çevreleyen zarlar direkt gözlemlenerek endometriozis bulguları saptanır. Bazen mum alevi gibi sarı renkte olur, bazen de mürekkep renginde olabilir. Bazı durumlarda yumurtalıklarda çikolata kisti saptanır.

Laporoskopi dışında ultrasonografi, jinekolojik muayne bulguları ve kanda bakılacak Ca 125 adlı hormon seviyesi tanıda yardımcı olur. Zor olgularda manyetik rezonans gibi ileri görüntüleme yöntemlerine başvurulabilir.

Tedavisi;

Endometriozisde iki ana şikayet vardır: Birincisi sancılı adet görme, diğeri ise kısırlıktır.Şikayetin tipine göre tedavi yolu farklı olabilmektedir. Örneğin sadece ağrı şikayeti olan kadınlara ağrı kesiciler, hormonal ilaçlar verilebilir veya daha ağır olgularda cerrahi yöntemler önerilir. İnfertilite şikayeti olanlarda farklı görüşler olmakla beraber cerrahi yöntem ile daha çok laparoskopi tercih edilir, çikolata kistlerinin çıkarılması veya direk yumurtlamayı artıcı tedavi veya tüp bebek önerilir. Hastanın yaşı, evlilik süresi, eşlik eden erkek faktörünün olması hangi tedavi yönteminin seçileceğinde önemli rol oynamaktadırlar.

Unutmamak gerekir ki endometriyozis modern hayat şartlarının neden olduğu bir rahatsızlıktır ve hayat şartlarını düzenlemek, özellikle beslenme alışkanlığında yapılacak değişiklikler hastalığın ilerlemesini engelleyebilir. Çocuk sahibi olan ve artık üretkenlik potansiyellerini düşünmeyen daha ileri yaşlı kadınlarda rahim ile yumurtalıkların alınması kesin tedavi yöntemidir.

Ameliyatı sonrasında gebe kalma oranı nedir?

Endometriozisde operasyon sonrası gebe kalma olasılığı cerrahi tekniğe ve uygulamayı yapan hekimin tecrübesine göre değişmekle birlikte ilk yıl içerisinde %50’ye varan gebe kalma şansı vardır. Ancak özellikle ilerlemiş olgularda sadece cerrahi yeterli olmamakta cerrahi sonrası yumurtlamayı arttırıcı tedavi veya direkt tüp bebek tedavisini önermekteyiz. Endometriozisin nedeni tam anlaşılamadığı için cerrahi sonrası nüksetme olasılığı da 1. yıldan sonra %50’ye varmaktadır. Bu yüzden hastalığın ilerlememesi için ya baskılayıcı tedavi uygulamak gerekir ya da en kısa sürede gebelik için uygun koşulları oluşturmak için tedavi vermek önerilir.

Tedavisinde ilaç kullanılıyor mu?

Yukarıda bahsettiğimiz gibi ilaç tedavisi hastalığın ilerlemesini veya ağrı gibi şikayetlerin azalmasını sağlamak için kullanılmaktadır. İlaç tedavisini kestikten sonra endometriyozise bağlı bulguların tekrarlayacağını göz önüne almak gerekir. İlaç tedavisini daha çok henüz gençlik çağında olan kadınlar için önermekteyiz. Kullanılan ilaçların endometriyozisi tedavi edici özelliği yanında maalesef yan etkileri de olmakta hatta bazen tedaviyi yarıda bırakmaya yol açmaktadır.

Paylaşın

Dış kulak yolu iltihabı nedir? Tedavisi

Akut veya kronik olarak seyredebilen Dış Kulak Yolu İltihabı (Eksternal Otit), kulağın dış kulak yolu olarak adlandırılan bölümünde ortaya çıkan iltihabi durumdur. Dış kulak yolu kulak kepçesi ile kulak zarı arasında bulunur.

Dış kulak yolu, sıcak ve nemli bir alandır. Bu durum da bakteri ve mantarların üremesini ve kolayca hastalık oluşmasına yol açabilmektedir. Genellikle yaz aylarında görülmekle birlikte yılın her mevsiminde görülebilen dış kulak yolu iltihabı, dış kulak yolunu döşeyen derinin ve kulak zarı dış yüzeyinin iltihabıdır. Orta kulak iltihabından farklıdır. Dış kulak yolu iltihabı diğer bir adıyla Eksternal Otit; enfeksiyon, alerjik veya dermatolojik nedenlerden kaynaklanabilmektedir. Ancak dış kulak yolu iltihaplarının en sık nedeni mantar veya bakteriyel enfeksiyonlardır.

Belirtileri;

Dış kulak yolu iltihabı belirtileri kaşıntı, zonklayıcı tarzda ağrı, tıkanma, akıntı şeklindedir. Bu belirtilere kimi zaman ateş de eşlik edebilmektedir. Kulak ağrısı boyun ve göz çevresine yayılabilir. Çiğneme gibi kulağın hareket ettiği hareketler ve kulak yolunun hemen önündeki kıkırdak çıkıntıya bastırmak ağrının artmasına yol açabilir.

  • Dış kulakta kaşıntının yanı sıra sarı, sarı-yeşil renkli ve kötü kokulu akıntı, iltihaplı veya kötü kokulu ağrı, tıkanıklık gibi semptomlar görülebilir
  • Kulak ve kulak yolunda kızarıklık ve şişlik olabilir
  • Kulak derisi pullu ve döküntülü görülebilir
  • Dış kulak yoluna dokunmak veya hareket ettirmek ağrıyı arttırır

Bu tür belirtilerin görülmesi ile birlikte vakit kaybedilmeden doktora başvurmak gerekir.

Teşhisi;

Genellikle hastanın şikâyetleri ve kulak muayenesi ile dış kulak iltihabı aile hekimi tarafından kolay bir şekilde teşhis edilebilir. Enfeksiyon ileri bir aşamadaysa veya dirençliyse bir kulak burun boğaz uzmanı tarafından daha fazla değerlendirmeye ihtiyaç duyulabilir.

Kulak zarınızın hasar görmesi veya yırtılması durumunda aile hekimi hastayı bir kulak, burun ve boğaz uzmanına (KBB) yönlendirir. KBB uzmanı enfeksiyonun orta kulak kaynaklı olup olmadığını belirlemek için orta kulağın durumunu inceler. Bu kulak muayenesi önemlidir; çünkü dış kulak iltihabında uygulanan tedaviler orta kulak için uygun değildir.

Tedaviye cevap vermeyen olgularda  enfeksiyon nedeni mikroorganizmanın tam olarak belirlenmesi için kulaktan akıntı veya döküntü örneği alınarak laboratuvara gönderilmesi gerekebilir.

Tedavisi;

Tedavide amaç enfeksiyonu durdurmak ve kulak kanalının iyileşmesini sağlamaktır. Tedavide çeşitli kulak damlaları kullanılır. Dış kulak yolunun temizlenmesi, kullanılan damlanın tüm alanlara ulaşabilmesine yardımcı olmak için gereklidir. Bu amaçla kulaktaki akıntılar, kulak kiri birikintileri ve diğer kalıntıları temizlemek için bir vakum cihazı veya kulak küreti kullanılır. Çoğu olguda iltihabın türüne ve ciddiyetine bağlı olarak, tedavi için aşağıdaki bileşenlerin kombinasyonunu içeren kulak damlaları kullanılır:

  • Kulağın normal antibakteriyel ortamını geri kazanmaya yardımcı olan asidik çözeltiler
  • İltihabi durumu azaltmak için steroidli damlalar
  • Bakterilere karşı savaşmak için antibiyotik içeren damlalar
  • Daha ciddi bakteriyel enfeksiyonlarda ağızdan antibiyotik tedavisi
  • Mantarın neden olduğu bir enfeksiyonla savaşmak için antifungal ilaçlar

Bunlara ek olarak kulak ağrısı için ağrı kesici ilaçlar reçete edilebilir. Kulakta cilt altı irin toplanması varsa steril bir iğne ile delinerek boşaltılması gerekebilir.

Önlemler;

Dış Kulak Yolu İltihabını önlemenin en güvenli yolu, kulak yolunun savunma mekanizmalarının iyi çalışmasını sağlamaktır. Bazı ipuçları yardımcı olabilir.

  • Kulak çubuğu, ataç, sıvı veya sprey maddeler veya parmağınızı kulak yoluna sokmayın. Bu işlem dış kulak yolu derisini zedeleyebilir. Eğer, kulağınız kaşınırsa doktorunuza danışınız
  • Kulak kirini (mumunu )çıkarmaya çalışmayın. Eğer, işitmenin etkilendiğini hissediyorsanız, herhangi bir diğer nedenin bulunup bulunmadığını değerlendirmek amacı ile doktorunuza danışınız
  • Kulaklarınızı mümkün olduğu kadar kuru tutmaya çalışın. Yüzme veya duş almadan sonra kulaklarınızı havlu ile kurulayın. Başınızı ve kulak kepçelerinizi hareket ettirmeye çalışarak suyun dışarı akmasını sağlayın. Düşük derecede ayarlanmış, saç kurutma makinesi, kulak yolunu kurutmada yardımcı olabilir, ancak kulağınızdan 30 cm. uzakta tutun
  • Sık tekrarlayan dış kulak yolu iltihabınız oluyorsa yüzme sırasında ise başlık kullanarak suyun kulaklarınıza kaçmasını engelleyebilirsiniz. Kulak tıkacı, kulaklarınızın iltihaplanmasına olanak sağlayabilir
Paylaşın