Demirtaş: Her Şey Seçime Kadar, Türkiye Umudunu Kaybetmesin

HDP Eski Eş Genel Başkanı Demirtaş, “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla hakkında açılan davanın duruşmasındaki savunmasında, “Her şey seçime kadar. Ben istiyorum ki, Türkiye umudunu kaybetmesin. Yargıda hala soluk ve nefes var. Türkiye Cumhuriyeti devletinde yürütmeden korkmayan hakimler ve mahkemeler var. Önümüzde kaldı bir buçuk yıl, Türkiye’nin seçimi. Seçime doğru giderken yürütme bir kez daha medya ve toplum üzerinde baskı kurmamalıdır. Herkes, fikrini özgürce ifade etmelidir” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan  HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın 2014 ile 2016 yılları arasında Ankara, Diyarbakır, Mardin ve Mersin’de yaptığı konuşmalar gerekçesiyle “Cumhurbaşkanına hakaret” iddiasıyla hakkında açılan davanın duruşması Mersin 14. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Demirtaş, Edirne F Tipi Kapalı Cezaevi’nden Ses ve Görüntü Bilişim Sistemleri (SEGBİS) ile duruşmaya katıldı. Demirtaş’ın 5 ilde farklı tarihlerde yaptığı konuşmalar nedeniyle hazırlanmış olan 5 dosyanın birleştirildiği duruşmada yaptığı savunmanın önemli bölümleri şöyle:

“Çok önemsediğim ve üzerinde durduğum ve aslında yargının da böylesi bir dönemde ciddiye almasını gerektirecek bir durum olarak gördüğüm somut norm denetimini bu aşamada ileri sürmek istiyorum. Nedir o? TCK’nin 299’uncu maddesi. Hem hukukçu hem de siyasetçi kimliğimizle TCK’nin 299’uncu maddesinin ifade özgürlüğünü kısıtladığını söylüyoruz, eski haliyle de yani cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmeden önceki haliyle de eleştiriyorduk. Fakat, 2014 yılından cumhurbaşkanlığı seçiminden bu yana fiili olarak da resmi olarak da tarafsız cumhurbaşkanı bu ülkede yoktur.

O dönemlerde partimin eş genel başkanıydım ve milletvekiliydim. Mağdur müşteki de bir partinin genel başkanı ve aynı zamanda da cumhurbaşkanıdır. Yani iki partinin genel başkanının karşılıklı olarak birbirine kullandığı siyasi söylemlerden dolayı ben “Cumhurbaşkanına hakaretten” yargılanıyor olacağım. 299’uncu madde cumhurbaşkanını koruyan bir maddeydi. 2018’deki cumhurbaşkanlığı seçimiyle birlikte yeni yönetim sistemi ve rejime kanunların uyarlanması amacıyla çok sayıda yasal değişiklik yapıldı.

Aslında yasal değişikliklerden biri de 299’uncu madde de yapılmalıydı. Madem ki yeni sistemde bir parti genel başkanı cumhurbaşkanı olabiliyorsa, o halde 299’uncu madde yeni sisteme uygulanmış olarak yeniden düzenlenmeliydi. Ancak parlamento, yasa koyucu iradesiyle bunu yapmadı. Dolayısıyla ortada bir çelişki var. Peki, bunu başka ne şekilde giderebiliriz? Anayasa Mahkemesi, mevcut 299’uncu maddenin hali hazırda yürürlükte olan anayasaya aykırılığını denetleme yetkisine sahip.

138 bin soruşturma, 30 binden fazla mahkumiyet verildi

Cumhuriyet tarihinde, Cumhurbaşkanına hakaret suçlamasıyla açılan soruşturmaların rekor dönemini yaşıyoruz. 138 bin soruşturma açılmış Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarına. 30 bin küsur kadar mahkumiyet kararı var. Yurttaşlar, seçilmiş cumhurbaşkanına eleştiri yöneltme konusunda son derece baskılanmıştır. Öyle ki daha birkaç gün önce Kocaeli’de bir lisedeki öğrenci, çocuklara poşet çay fırlattı diye Cumhurbaşkanını taklit etmekten idari soruşturmaya maruz tutuldu. Sizin, bugün somut norm denetimi talebini ciddiye almanız hukukun üstünlüğü, bir toplumun yürütmeyi denetleme hakkı ve aynı zamanda yargının yurttaşlar üzerinde baskı aracı olarak kullanılmasını önüne geçilmesi açısından çok önemlidir.

Şimdi Recep Tayyip Erdoğan gün aşırı konuşuyor, bazen günde 3 defa konuşuyor. Hangi konuşmayı, hangi sıfatla ve kimlikle yaptığını bilmiyoruz. Hangi konuşmasına biz cevap verirsek “Cumhurbaşkanına hakaret”, hangisi kamu görevlisine hakaret veya genel hakaret suçunu oluşturur bilmiyoruz. Yürüttüğü faaliyet itibariyle cumhurbaşkanlığı faaliyeti ile parti başkanlığı faaliyeti karışırsa, ki karışıyor da, biz eleştiri yöneltirken tam olarak hangi maddeyi nasıl ihlal ettiğimizi nasıl anlayacağız? Dolayısıyla kanun maddesinde bir öngörülemezlik var.

Eleştirilerimin tamamı yürütmenin başına yönelik eleştirilerdir

Yaptığım konuşmalar 2014 sonrasıdır. 2014’ten itibaren partisinin grup toplantılarına, il başkanlarının toplantılarına, MYK toplantılarına katılıp konuşmalar yapmıştır ve bu durum 2018 yılında da resmileşmiştir. O nedenle eğer ben yargılanacaksam muhalefet partilerinin liderinden biri olarak, 125’inci maddedeki kamu görevlisine hakaretten mi yargılanayım, yoksa Cumhurbaşkanına yönelik hakaret içeriyor da o zaman 299 maddedir. Bunun tespitinin yapılması gerekir.

Çünkü, ben cumhurbaşkanı sıfatıyla yürütülen bir görevden dolayı Recep Tayyip Erdoğan hakkında tek bir cümle kurmuş değilim. Tamamı, yürütme erkinin başı olan Recep Tayyip Erdoğan ile ilgili söylediğim şeylerdir. AKP Genel Başkanı olarak yaptığı faaliyetlerden dolayı söylediğim şeylerdir. Vakti zamanında Abdullah Gül’ü eleştirdik, Ahmet Necdet Sezer eleştirildi. Fakat, eleştirdiğimiz vakit kimin ne olduğu belliydi, cumhurbaşkanıydılar. Yürütmenin başı değildiler. Partileriyle herhangi bir bağları yoktu. Ama şimdi cumhurbaşkanı fiili olarak yürütmeyi elinde tutuyor. Yani devletin erkinden biri olan yasama, yürütme ve yargının bir erkin tek başına kontrol ediyor.

Bu sistemde denetim nasıl yapılacak?

Şu anda yapılan yargılama, devletin üç erkinden biri olan yasamanın üyesi olarak yaptığım konuşmalar hakkındadır. Yürütmenin bir yöneticisini eleştirdiğim için yani devletin diğer erkini eleştirdiğim için 3’üncü bir erk tarafından yani yargı tarafından yargılanıyorum. İşte bu demokrasilerde olmaz. Demokratik ülkelerde devletin 3 erki hem birbirlerinden bağımsızdır hem de birbirini denetler. Özellikle, yargı yürütmenin faaliyetlerinin tamamını denetler. İdare hukukuna göre de yargının hiçbir eylemi, işlemi yargı denetimi dışında olamaz.

Peki, yürütmenin denetlendiği başka yol var mı? Tabii ki de vardır. Birincisi yargı ise ikincisi de parlamentodur. Parlamentonun iç tüzüğüne ve Anayasaya göre Meclis’in iki görevi vardır. Bir yasama, iki denetleme faaliyetidir. Yasama faaliyetinin nasıl icra edildiğini biliyoruz. Peki, denetim nasıl yapılır? Eski ve yeni sistemi karıştırarak söylüyorum. Yazılı soru, gensoru, genel kurul, basın toplantısı, miting ve yürüyüşler. Bakın parlamento dışında yürütülen faaliyetler de parlamento denetimine tabidir.

Parlamentonun bana verdiği yetkiyi, seçilmiş bir parlamenter olarak elde ettiğim yetkiyi kullandığım için yani hükümetin faaliyetlerini denetlediğim için yargı beni nasıl yargılayabilir? İdare mahkemesi olarak, yürütmenin bir kararını denetime tabi tuttuğunuzda sırf bunun için kimse sizi yargılayabilir mi? Hayır, bu sizin yetkiniz ve göreviniz. İdarenin tüm işlerini denetlemek sizin göreviniz.

Peki, ben yasama üyesi olarak denetim yetkimi kullandığımda neden yargılanıyorum? Beni yargılanırsan 138 bin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı, ülkenin yürütmesinin başını eleştirdiği için yargılanırsa yürütme organı denetimden çıkar. Denetlenemez, hale gelir. Ne olur sonra? Pandora belgelerinde çok sayıda iş insanının Türkiye’deki mal varlığını dışarıya kaçırdığın öğreniriz, demek ki denetleyememişiz.

Erdoğan’ın Kılıçdaroğlu’ndan bir farkı yok

Somut norm denetiminin yapılması için davayı Anayasa Mahkemesi’ne taşımanızı talep ediyorum. 299’uncu maddeyle hiçbir yurttaş yargılanamaz. Ben Kemal Kılıçdaroğlu’na herhangi bir hakarette bulunursam beni 299’dan değil 125’ten yargılanırsanız. Tayyip Erdoğan’ın hukuk karşısında Kemal Kılıçdaroğlu’ndan hiçbir farkı yoktur. Çünkü, bir partinin genel başkanıdır. Recep Tayyip Erdoğan, cumhurbaşkanlığının kendisine verdiği dokunulmazlık zırhına ve 299’uncu maddeye dayanarak kamuoyunu susturma ve bastırmaya çalışıyor. Yargının bunun engellemesi ve durdurması lazımdır. Bir pankarttan, slogandan cezalandırılan yurttaşlar var. ODTÜ’de, İTÜ’de, Boğaziçi’nde açtığı pankarttan kaynaklı “Cumhurbaşkanına hakaretten” yargılananlar var. Oysa cumhurbaşkanı yürütmenin başı ve partinin genel başkanıdır. Biz AKP için şimdi ne desek cumhurbaşkanlığına hakarete girebilir.

Her şey seçime kadar. Türkiye umudunu kaybetmesin

AİHM’de kanunilik ilkesi şarttır. Bir yargılamanın sürdürülebilmesi için öncelikle o cezanın veya suçun düzenlendiği maddenin öngörülebilir olması lazım ve kanunilik ilkesinin olması lazım. Ben, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde hukukun üstünlüğüne inanan, Türkiye’de yargının bağımsız olması gerektiğine inanan çok sayıda savcı ve hakimin olduğunu biliyorum. İnanıyorum demiyorum, biliyorum. 22 yıllık hukukçuyum, 12 yıl parlamentoda görev yaptım. Cumhurbaşkanlığına hakaretten verilecek ceza ve cezalardan korkmuyorum, baştan söyleyeyim. Cezadan korkmuyorum. 37 ağırlaştırılmış müebbet, 15 bin yıl ağır hapisle yargılanıyorum.

Hali hazırda yerel mahkemelerde verilmiş 3 buçuk yıl Cumhurbaşkanına hakaret cezası, 4 yıl 8 ay propaganda cezası, 2 buçuk yıl Ankara Başsavcılığı’na cezalar var. 3-5 yıl da siz verirsiniz, sorun değil. Her şey seçime kadar. Ben istiyorum ki, Türkiye umudunu kaybetmesin. Yargıda hala soluk ve nefes var. Türkiye Cumhuriyeti devletinde yürütmeden korkmayan hakimler ve mahkemeler var. Önümüzde kaldı bir buçuk yıl, Türkiye’nin seçimi. Seçime doğru giderken yürütme bir kez daha medya ve toplum üzerinde baskı kurmamalıdır. Herkes, fikrini özgürce ifade etmelidir.

Paylaşın

HDP’li Günay: Bizim Çözüm Talebimiz Milyonların Talebidir

HDP’li Günay, partisinin çözüm için var olduğunu ve çözüm için de projeler ürettiğini belirterek, “Bu konuda yalnız da değiliz, sadece Türkiye’de değil bütün coğrafyada milyonlarca inanmış insanla birlikte hareket ediyoruz. Bizim çözüm talebimiz milyonların talebidir, ölümden, yoksulluktan, ezilmekten kurtulmak isteyenlerin talebidir” dedi.

Haber Merkezi / Günay, iktidarı derinleşen ekonomik kriz üzerinden de eleştirerek, “Halkın ve toplumun gerçeğini görmeyen anlayışla bütçe hazırlayacaklar. Kendilerine ve yandaşlarına daha fazla rant, müteahhitlere, savaşa, yandaşa kaynak, emekçilere yani bu ülkenin yüzde 90’ınına yoksulluk ve sefalet bütçesi hazırlayacaklar.” ifadelerini kullandı.

HDP Parti Sözcüsü Ebru Günay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. HDP’li Günay’ın açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle;

“Biz Kürt sorunu da dâhil bütün toplumsal sorunların demokratik, müzakere ve diyalogla çözümünden yanayız; bunun için bedelleri ağır olsa da çok büyük bir mücadele yürütmeye devam ediyoruz. Biz çözüm için varız, çözüm için çaba gösteriyoruz, bunun için projeler üretiyoruz.

Bu konuda derin bir birikime, yol-yöntem zenginliğine, şimdiye kadar uygulanmış ve sorunu derinleştirmiş yöntemlerin dışında önerilere sahibiz. Bu konuda yalnız da değiliz, sadece Türkiye’de değil bütün coğrafyada milyonlarca inanmış insanla birlikte hareket ediyoruz. Bizim çözüm talebimiz milyonların talebidir, ölümden, yoksulluktan, ezilmekten kurtulmak isteyenlerin talebidir.

İşte deklarasyonumuzu bu ruhla ve bu bilinçle hazırladık. Bu belgeyi partimiz açıklamış olsa da Türkiye sorunlarının çözüm deklarasyonudur. Türkiye halklarının deklarasyonudur. Bütün dezenformasyonlara, karalama kampanyalarına, yalan siyasetine rağmen geçmişte yürütülen çözüm sürecine toplumun yüzde 70’ine yakını destek verdi. Eğer o süreç devam etmiş olsaydı inanıyoruz ki bu destek yüzde yüze çıkacaktı. Dolayısıyla bugün aklı başında kim ortaya koyduğumuz bu 11 maddeye karşı çıkabilir?

Kim ben demokrasiye karşıyım diyebilir?

Kim “hayır ben çözüm istemiyorum, barış istemiyorum, demokrasiye karşıyım’ diyebilir. Kim ‘halkların ortak yaşamını savaş gerekçesi sayıyorum, ekonomide eşitlik bana göre değil, kadınlara karşı şiddeti savunuyorum” diyebilir? Normal koşullarda buna karşı hiç kimse çıkmaz, çıkmamalı. Ama iktidarını, bütün bu sorun alanlarının devamında görenler elbette ortaya koyduğumuz bu önerilere saldırıyor.

Yeniden “Vatan, Millet, Beka” söylemlerinin arkasına saklanarak kirliliklerini gizleyip, çözüm talebimiz karşısında çözümsüzlük dayatmasında bulunmaya başladılar. Bakın bu iktidar bütün ortaklarıyla Kürt sorununu inkar etme yarışına girdi. Küçük ortak ‘öyle bir sorun yok’ diyor, büyük ortak ise ‘biz çözdük diyor’.

Çözüm arayanları karalamaya, hedef göstermeye, tehdit etmeye başladılar. Bu iktidar kendisine itaat etmeyen herkesi terörist olmakla suçluyor. Geçmişte patates soğanı, hak arayan öğrenciyi, ölmek istemiyorum diyen kadını, eşit yurttaşlık talebini dile getiren Alevi’yi, emeğimin hakkını alamıyorum diyen çiftçiyi, batıyorum diyen esnafı, açım diyen köylüyü, eziliyorum diyen memuru, doğasına sahip çıkan Karadeniz ve Ege ahalisini terörist ilan etmişlerdi, şimdi de sıra kebapçılara geldi.

Toplumu bölmek, düşmanlaştırmak, birbirine düşürmek dışında ellerinde bir sermayeleri kalmadı, kaos ve gözyaşından medet ummak dışında bir yol bilmiyorlar. Küçük ortağın düzeysizliğinin, gözü dönmüş bir şekilde çaresizce sağa sola saldırmasının, iktidarın ittifakının toplam korkusudur. Bahçeli’nin büyük ortak adına racon kesmesi yaşadıkları siyasi sefaletin göstergesidir.

Partimizin meşruiyetini tartışmak haddinize mi?

Aczinizi ciddiye almazdık ama söyleyecek bir kaç sözümüz var. Partimizin meşruiyetini tartışmak haddinize mi? Barajın altında kalan, halk desteğini yitirmiş, bütün dünyada şiddetle yan yana gelen ve terörizm tartışmalarıyla anılan ocakçılar; siz kim oluyorsunuz da 6 milyon oy almış, 20 milyon insanı temsil eden bir partinin meşru olup olmadığını tartışıyorsunuz? Siz kendinizi efendi, toplumun geri kalanlarını tebaa olarak mı görüyorsunuz? İçinizde hortlayan iktidar kibriniz, görgüsüz efendiyi, egemenlik zehrini dizginleyin; zira geçti o dönemler, bu topluma parmak sallayamazsınız, hadsizlik yapamazsınız.

Çıkmışlar utanmadan sıkılmadan “Meclis her meselenin çözüm adresidir ama ihanetin çözüm kaynağı olmaz” diye buyuruyorlar! İhanet sizin bu topluma dayattığınız savaş siyasetidir, kutuplaştırmadır, düşmanlık zihniyetidir, saraylarınızda keyif çatarken insanları bir kuru ekmeğe muhtaç hale getiren politikalarınızdır. İhanet “Vatan Vatan” diyerek ülkenin canına okumanızdır, ülkeyi talan etmenizdir. İhanet bu ülkenin gencecik evlatlarını ölüme gönderirken ülkenin kaynaklarını ensesi kalın yandaşlarınıza peşkeş çekmenizdir.

İhanet sizin ayrımcı diliniz, faşist anlayışınızdır. Sizin varlığınız, zihniyetiniz bu ülkeye bu ülke insanına en büyük ihanettir. Tekraren ifade ediyorum. Geçti o dönemler, siz isteseniz de istemezseniz de bu ülke bütün sorunlarını çözecek, hayal ettiği aydınlık günlere kavuşacak. Bu toplum gerçek yüzünüzü gördü, çözümsüzlük politikalarına asla prim vermiyor, çıldırmanız bu yüzdendir, saldırganlığınız bu yüzdendir. Bir de insani bir uyarıda bulunalım, bu kadar hiddet, bu şiddet bünyenize zarar.

Deklarasyonumuz aydınlık yarınların müjdecisidir

Aslında bunların ciddiye alınacak, büyütülecek bir karşılıkları da yok. Biz elbette bunların yarattığı ve toplumsal bedeli ağır olan çözümsüzlükleri biliyoruz, bu çözümsüzlükle ciddiyetle kararlılıkla mücadele ediyoruz. Biz kendimize, mücadelemize, çözüm isteyen milyonların iradesine güveniyoruz. Zaten bizi mutlu eden bütün bu hezeyanlara rağmen toplumun büyük kesiminin çözümden, barış ve kardeşlikten yana tavrıdır.

Demokrasi, Adalet ve Barışa Çağrı Deklarasyonumuzun hak ettiği yankıyı bulmasından memnunuz, bu toplumun çözüm talebi ve iradesinin somut göstergesidir. Bu aynı zamanda aydınlık yarınların müjdecisidir. Türkiye bu gidişattan kurtulmak istiyorsa çözüm ve barış yolunda kararlı adımlarla ilerlemek zorundadır. Bu hepimizin ortak ve en büyük sorumluluğudur. En başta muhalefete, demokrasi isteyen bütün demokratik güçlere büyük görevler düşüyor. İnanıyoruz ki herkes sorumluluğunu yerine getirecek ve hep birlikte Türkiye’yi bu karanlık girdaptan kurtaracağız. Herkes bilsin ki Türkiye bu korkunç yönetimi hak etmiyor, bu ülke bu rezalete mahkûm değil.

Sadece Kürt sorununu değil emekçilerin sorunlarını da inkar ediyorlar

Kuşkusuz bunlar sadece Kürt sorununu inkar etmiyorlar. Bu iktidar, yoksulluğu, yolsuzluğu, talanı, rantı, barınma sorununu, kadınların, gençlerin, Alevilerin, ezilenlerin, emekçilerin sorunlarını da inkar ediyor. Çünkü bu sorunların müsebbibi bu iktidardır. Dünyada herhalde 20 yıl iktidarda kalıp hiçbir şeyin sorumluluğunu almayan başka bir iktidar örneği yok. Önce sorunu inkâr ediyorlar, sorunu kabullenmek zorunda kaldıkları noktada sorumluluğu bir başkasına yüklüyorlar. Artık gülünç duruma düşüyorlar.

Erdoğan sorunların çözümünde muhatap gösterdiğimiz Meclis açılışında Kürt sorununu inkar ettikten hemen sonra Türkiye halklarının yaşadığı derin yoksulluğu, hayat pahalılığını inkar etmek için Yeşilçam filmlerini aratmayacak bir mizansen sergiledi. Peşine taktığı basın ordusuyla alışveriş yaptı, görüntüleri servis ettirdi. Marketten çıktığında “fiyatlar gayet uygun” diyerek “geçinemiyoruz” diyen halkın feryatlarıyla alay etti. Her şeyi inkar edelim derken kendileri artık gülünç duruma düşüyorlar.

Bu zihniyet halktan kopmuş, çarşı pazar nedir bilmiyor. Temel gıda maddelerinin ne olduğundan, bunların fiyatlarından bihaberler. Sürdürdükleri saray ve saltanat hayatı, içine gömüldükleri lüks ve şatafat gözlerinin önündeki gerçeği görmelerini bile engelliyor. Bu gerçeği görmek işlerine gelmiyor. Zaten çok geçmeden o mizansen gösterisinde ne aldıkları ne kadara alışveriş yaptıkları da ortaya çıktı. Erdoğan aldığı 3-5 atıştırmalığa bin lira ödedi. Yani bir asgari ücretlinin yarım aylık maaşı.

Muhtemelen onları da kalitesini beğenmediği için tüketmeyecek. O mizansen için markete bin lira ödedi ama gösterinin hepimize maliyeti çok daha yüksek. Koruma ordusuyla, lüks araç filosuyla, çekim ekipmanlarıyla o gösterinin binlerce liraya mal oldu ve o da ekmek bulamayan halkın cebinden çıkacak. Çünkü halkı aslında yoksul olmadıklarına inandırmaya çalışıyorlar! Yazık gerçekten yazık, toplumun bunlara inanacağını bekliyorlarsa daha çok beklerler. Halkımız onların gösterilerine değil cebindeki hakikate bakıyor, sofrasındaki yoksulluğa bakıyor.

“Yoksulluk ve sefalet bütçesi hazırlayacaklar”

İşte bu inkarcı, halkın ve toplumun gerçeğini görmeyen anlayışla bütçe hazırlayacaklar. Kendilerine ve yandaşlarına daha fazla rant, müteahhitlere, savaşa, yandaşa kaynak, emekçilere yani bu ülkenin yüzde 90’ınına yoksulluk ve sefalet bütçesi hazırlayacaklar. Sonra da bu tür gösterilerle çıkıp “nankör tebaa halinize şükredin, aldığınız asgari ücret neyinize” yetmiyor diyerek halkı ve toplumu da küçümseyecekler.

Biz elbette bu vicdansızlığa halkımızı mecbur etmeyeceğiz. Ekonomi komisyonumuz yarın Türkiye’nin en yoksul ili olan Ağrı’da bütçeye ilişkin ekonomi programımızı açıklayacak. Nasıl ki “HDP’liyiz Her Yerdeyiz” diyerek Türkiye’nin dört bir tarafını gezdik, nasıl ki Kadın Yoksulluğuyla mücadele için tarlaları, işyerlerini, fabrikaları, atölyeleri gezerek kadınlarla omuz omuza yoksulluğa karşı mücadele ettiysek, bu bütçe sürecinde de il il, sokak sokak halkımızla birlikte halkın bütçesi için mücadeleyi yükselteceğiz.

Paylaşın

“Kış Geliyor, Fiyatlar Yakıyor Ama Zamlar Donduruyor”

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemde ilişkin değerlendirmelerde bulunan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, yaşanan ekonomik krize değinerek, “Gıda fiyatları, enflasyon bir de şu anda halkın en temel sorunlarından birisi de kış geliyor. Kışın nasıl ısınacaklar? Elektrik faturasını, doğalgaz artışlarını biliyoruz. Kış geliyor, yurttaş donma tehlikesi ile karşı karşıya. Şimdiden kara kara düşünüyorlar. Fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor” dedi.

Haber Merkezi / Türkiye’nin en temel, yakıcı gündemi ekonomi olduğunu belirten HDP’li Beştaş, gündeme ilişkin yaptığı açıklamalardan öne çıkan bölümler şöyle;

“Türkiye tarihinde görülmemiş zamlarla, fahiş fiyatlarla halkı baş başa bırakmış durumda. Her fırsatta duyarsınız AKP sözcülerinden, yağ kuyruklarını örnek verirler. Şimdi AKP Genel Başkanı’na ve sözcülerine tanzim kuyruklarından, son yapılan LPG zamlarından sonra akaryakıt istasyonlarındaki otogaz kuyruklarına bakmalarını salık veriyoruz.

Erdoğan’ın “fiyatlar uygun” açıklamasını bütün Türkiye’nin merak ettiğini biliyorum. Bütün Türkiye yurttaşları adına soruyorum. “Peki fiyatlar uygunsa enflasyon neden bu kadar yüksek?”. Biz Erdoğan’ı ve AKP sözcülerini halk pazarına davet ediyoruz. Gelin halk pazarına gidin ve bir de oradaki fiyatlara bakalım hangisi uygun, onu herkesle paylaşın.

Halk mango yiyebiliyor mu ki kurutmasını yapsın? 

1 Milyon TL devlet desteği ile Emine Hanım bir yemek kitabı çıkardı. O kitaptaki yemekleri halk neyle yapacak. Geçtim 1 Milyon TL’lik devlet desteğini, halkın cebinden, vergilerimizden giden parayı geçtim, o yemekleri kim nasıl yapacak? Bizim Emine Erdoğan’a tavsiyemiz, halkın yoksulluğunun kitabını yazsınlar. Böyle şatafatlı yemek kitaplarıyla, devlet desteğiyle bir şeyler söylemek kolay tabi ki!

Şimdi bir tertiplenmiş market gezisi vardı. Sepetini Erdoğan abur cuburla doldurdu ve bütün Türkiye öğrendi bin 2 TL tutmuş hesabı. Peki bu sepette ne yok? Bu sepette abur cubur dışında hiçbir şey yok. Ayçiçek yağı yok, et yok, zeytin yok, tavuk yok, balık yok, pirinç yok, bulgur yok, mercimek yok, hiçbir şey yok! Herhalde kendi evlerinde yemek yemiyorlar, abur cuburla besleniyorlar. Eğer beslenmiyorlarsa çocuklara çok kötü örnek oluyorlar. Çünkü, bütün ebeveynler evlerde çocuklara abur cuburla karnınızı doyurmayın, yemek yiyin, yemek saatini bekleyin, atıştırmayın, tokluğunuz açlığınızı bastırır gibi sözler kurarız. Bunu hepiniz kendi evinizde yaşıyorsunuz. Bir de işin o boyutu var tabi ki.

Kış geliyor, fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor 

Gıda fiyatları, enflasyon bir de şu anda halkın en temel sorunlarından birisi de kış geliyor. Kışın nasıl ısınacaklar? Elektrik faturasını, doğalgaz artışlarını biliyoruz. Kış geliyor, yurttaş donma tehlikesi ile karşı karşıya. Şimdiden kara kara düşünüyorlar. Fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor.

Bugünlerde en çok tartışılan meselelerden biri yurt, barınma sorunu. Öğrenciler yurt bulamıyor, ev bulamıyor, buldukları evlerin kiralarını ödeyemeyecek durumda. Üniversitelerini bırakacak duruma geldiler iktidar ne yapıyor mağdurları hedef gösteriyor ve  sebep olduğu sorunları görünmez kılmaya çalışıyor. Yurt sorununun olmadığını, öğrencilerin bozguncu terörist olduklarını ilan edebiliyor.

Tabi şunu anlıyoruz yazlık, kışlık, uçan, yüzen saraylarda yaşayanlar barınamayan öğrencilerin, kiracıların, sokakta yaşayanların sorunlarını göremiyor. Bu da işin diğer boyutu. Bu meselede şunu özellikle söylemek istiyorum. Bu barınamama meselesi, aynı zamanda Türkiye’nin geldiğimiz dönemde ne kadar önemli bir sorunu olduğunu ve bu sorunun büyütülmemesi için, büyümemesi için çözüm aranması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Türkiye vergi kaçakçılarının cenneti olmuş durumda 

Pandora Papers belgeleri dünyanın her yerinde tartışılıyor, soruşturmalar açıldı fakat Türkiye’de bildiğiniz gibi hiçbir soruşturma açılmadığı gibi bu konu gündeme bile gelmiyor. Aslında Sayıştay papers raporları da çok farklı değil, buna da bakmalarını istiyoruz. Burada da Türkiye’den para kaçırıldığını, nasıl kaçırıldığını Man Adaları’ndan gayet iyi biliyoruz. Sermayeye her gün AKP sözcüleri, “Türkiye’ye gelin yatırım yapın” çağrıları yapıyor ama kendileri de ülkenin kaynaklarını çalarak, yolsuzlukla yurtdışına kaçırıyorlar.

Yolsuzluk ekonomisinin tesis edilmesi ve devam ettirilmesi böyle bir şey. Türkiye’de 220’den fazla isim var ve şu gerçeği bir kez daha gördük; AKP döneminde Türkiye, vergi kaçakçılarının cenneti olmuş durumda. Paradise ve Panama’dan sonra Pandora Pappers vergi kaçakçılarının offshore şirketleri üzerinden nasıl vergi kaçırdıklarını açıkça ortaya koyan bir belgeden söz ediyoruz. Vatan millet edebiyatı yapanların her fırsatta nasıl hırsızlık yaptıklarını bir kez daha bütün dünya da Türkiye de görmüş oldu.

Madem ‘Kürt sorunu yok’ diyorsunuz o zaman neyi konuşuyorsunuz? 

Diğer bir mesele; Kürt meselesi. Biliyorsunuz, Meclis açılalı bir hafta oldu. Bu bir hafta içinde de 2-3 kezdir “Kürt sorunu yoktur” diye inkar ile karşı karşıyayız. Garip, “herkes çözüm iradesi Meclis’tir” dediği için iktidardan panikle, garip bir hezeyanla Meclis’te peş peşe inkar açıklamaları yapılıyor. Olmadığını iddia ettikleri sorun hakkında konuşmaktan dillerinde tüy bitti. Madem “Kürt sorunu yok” diyorsunuz, o zaman neyi konuşuyorsunuz? O zaman neden nefes tüketiyorsunuz. Bir meselenin olmadığını kanıtlamaya çalışmak o meselenin varlığını kabul etmek anlamına geliyor. Bu kadar akli bir duruşla davet ediyoruz. Bir şey yoksa niye aksini ispat etmeye çalışıyorsunuz?

Kürt sorunu yok diyorlar. İnsanların doğduğu topraklarda aç ve işsiz kalması için can atanlar sorunu çözdük diyorlar. Bir sorunun farkında olmayanlar, fark etmeden tarihin çöplüğüne gitti. Türkiye’deki iktidar değişimlerinin sebeplerinin başında Kürt sorunu konusunda takındıkları tutum belirleyici oluyor. Başta da söylemiştim, ciddiyetsiz yaklaşanlar, en ciddiyetsiz şekilde hafızalarda kaybolup gittiler, sizin de gideceğiniz yer orasıdır. Unutulacaksınız! Başka bir seçeneğiniz yok. Bu iktidarı Kürt sorununu ciddiye alan çözüm iradesi gösteren, Türkiye’nin demokratikleşmesini savunanlar devralacak.

Şunu da söyleyeyim; işyerleri, esnaflar hedef yapılıyor en son kebapçılar hedef yapıldı. Sorun çok ciddi olduğu için mizahi bir değerlendirme yapmaktan özellikle kaçınıyorum; ama 90’ların iş dünyasını, iş insanlarını hedef yapanları unutmadık. Bunu da hatırlatmak istiyorum. Bu konu daha çok tartışılacak.

İnkar edilen sadece Kürt meselesi değildir 

Bugün aslında inkar edilen sadece Kürt meselesi değildir. Alevilerin, gençlerin, kadınların sorunları da inkar ediliyor. Türkiye’nin demokrasi sorunudur bu. Bu sebeple Kürt sorununun inkarının muhatabı sadece Kürtler değildir, 84 milyon Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır. Bizler HDP olarak bu bilinçte Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü esas alıyoruz. Partimizin bileşenleri ve üzerinde yükseldiği taban açısından bu sorunun hem taraflarından biridir hem de sorunun çözümüne ilişkin en birikimli ve donanımlı partilerin başında gelmektedir. Bu bize ağır bir tarihsel sorumluluk yüklüyor hem de Türkiye halklarının geleceği için çözümün acil ve ertelenemez bir görev olduğunu da önümüze koyuyor.

Meclis’te 40 yıllık savaşın ekonomi politiğine dair bütçe açıklandı. Açıkça soruyoruz burada; bu savaşın bitmesini istemeyenler kim? Bu savaştan beslenenler kim? En insani çözüm önerisini bile reddedip baskı ve şiddette ısrar edenler kim? Halkların geleceğini çalan, sofrasını fakirleştiren bu soruna çözüm isteyenler kimler? Şüphesiz bu rakamı açıklayıp dert yananlar. Halk tüm bu çıplaklığı ve samimiyetsizliği görmekte, er geç oylarıyla sandıkta, sokaklarda, alanlarda mahkum edecektir.

Paylaşın

HDP’li Sancar’dan Dikkat Çeken ‘İttifak’ Açıklaması

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, HDP’nin bir ittifak arayışı olmadığını belirterek, “Amacımız bütün ezilenlerin, her kesimden insanın, vicdanlı, iyi insanın, inançların, hakların ortak iradesini bu ülkenin çözüm gücü haline getirmektir” dedi.

Haber Merkezi / Partisinin 27 Eylül’de açıkladığı deklarasyona ilişkin ise Sancar, deklarasyondaki amacın ‘ne birileriyle pazarlık ne de birilerine ayar verme derdi’ olduğunu, herkese demokratik ortak yaşamı birlikte kurmaya davet anlamına geldiğini dile getirdi.

HDP Eş Genel Başkanı Sancar, Erdoğan’ın “Kürt sorunu yoktur” açıklaması için de “Kürt sorunu çözüldüyse demokrasi ve barış için mücadele eden siyasetçileri neden rehin alıyorsunuz? Türkiye’nin üçte birinde seçim sonuçlarını yok sayan bir anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi? Madem çözdünüz neden hala panzerler Kürt çocukları ezerek öldürüyor? İnkâr siyaseti uzun süre Kürt yoktur laflarıyla yürütüldü. Hayat ve mecburiyet bir yere kadar izin verebiliyor buna. Kürt yoktur demeye cesaret edemiyor kimse artık. Bu sefer Kürt sorunu yok demeye başladı. Kürt sorunu vardır noktasına gelindi.” ifadelerini kullandı.

Sancar, Kılıçdaroğlu’nun Kürt sorununun çözümü için “HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz” sözü üzerine başlayan tartışmayı ilişkin ise, partilerinin Türkiye’nin tüm sorunlarının çözümüne talip olduğunu belirterek, HDP’nin muhatap olduğunu söyledi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar partisinin grup toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Sancar, şunları söyledi:

“Yoğun bir yaz sürecini geride bıraktık. Umutluyuz, kararlıyız, cesaretliyiz, ısrarlıyız. HDP’nin fikriyat, hareket, bir değişim gücü olduğunu bilmeyenler kapatma davası açarak bizleri yıldıracaklarını sanarak, baskı ve zor politikalarıyla bizi yolumuzdan alıkoymaya çalıştılar.

“HDP’ye olan inanç ve güven de artıyor”

Halk acil değişim istiyor. Bu soygun ve talan düzeninden bıkmış, usanmış, üç kuruşa muhtaç hale getirilmiş insanların ortak talebi bu gidişatı durdurmak. Halk adalet, refah, demokrasi, iş, güvenle bakabileceği ortak bir gelecek, eşitlik, insanlık onuruna yakışır yaşam istiyor. HDP’ye olan inanç ve güven de artıyor, Türkiye’nin dört bir yanında hem de. Bu inanç ve destek büyüyor, güçleniyor.

Her bir sese ses ve umuda adres olmaya devam edeceğiz. Halklara ve demokrasiye en güçlü nefes olacağız. Barışın inşasında hem amele, hem usta, hem mimar olacağız. Hukuksuzluk kararını dağıtan ışık olacağız. Herkes için gerçek adaletin yolunu açacağız. Güçlü demokrasiyi hep birlikte inşa edeceğiz. 27 Eylül’de Ankara’da Türkiye siyasetinin önünü açan bir deklarasyon yayınladık. Bu deklarasyonu yayımlama amacımız ne birileriyle pazarlık hesabı ne de birilerine ayar verme derdidir.

Her şeyden önce bütün toplum kesimlerine müzakere ve diyalog teklifidir. Ülkenin bütün sorunlarını çözmede sorumluluk alma iradesidir bu deklarasyon. Türkiye’de yaşayan herkese demokratik ortak yaşamı birlikte kurma davetidir. Otoriterliğe, tekçiliğe, baskıya, her türlü sömürüye karşı çokluk içinde demokratik birlik çağrısıdır.

Milletvekili seçimlerinde tutumumuz demokrasi güçleri, toplumsal muhalefetle, ezinlerle, emekçilerle, ekoloji mücadelesi yürütenlerle, kadınlarla, gençlerle yürüttüğümüz mücadele birliğini demokrasi ittifakını daha da büyütmek ve güçlendirmektir. Bunun dışında bir ittifak arayışımızın olmadığını bir kez daha açıkça ilan ediyoruz. Amacımız bütün ezilenlerin, her kesimden insanın, vicdanlı, iyi insanın, inançların, hakların ortak iradesini bu ülkenin çözüm gücü haline getirmektir.

Bu saydığım bütün kesimlerle yürüyüşümüzü büyüteceğiz, demokrasi ittifakı adı altında milletvekili seçimlerinde ülkenin bütün sorunlarını açacak güce ulaşacağız. Hedefimiz budur, bunun dışında ne konuşulursa konuşulsun boştur, gereksizdir, anlamsızdır. HDP yoluna bu ışıkla ve hedefle yürüyecektir.

Elbette ki siyasal muhalefetle de seçim güvenliğinden geçiş sürecine, demokrasinin yerelden başlayarak güçlü bir biçimde inşasından barışa varıncaya kadar konuşmaktan, müzakere ederek yol bulmaktan yanayız. Çünkü Türkiye’nin ihtiyacı budur. Halkın siyasetten beklentisi budur. Mesele bu çürük düzeni değiştirmek ve halkı bu rezaletten ve sefaletten kurtarma meselesidir. Esas odaklanmamız gereken noktanın da bu olduğunu asla aklımızdan çıkarmamalıyız.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki tutumuz da açıktır. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde isimler üzerinden değil deklarasyonda da altını çizdiğimiz temel ilkeler üzerinde ve müzakere anlayışıyla hareket edilmesi gerektiği görüşündeyiz.

“Tutum belgemiz Türkiye’nin deklarasyonudur”

Güçlü demokrasinin temellerini atmaya adaydır bu ilkeler. Bizim çağrımız bu ilkeler sorunları çözmek, ülkeyi birlikte yönetmek, halka onurlu bir gelecek yaratmak için yol gösteriyor. Güçlü demokrasinin temellerini atmaya aday. Bizim çağrımız bu ilkeler etrafında diyalogdur, müzakeredir, mutabakat arayışıdır. Bu çağrılarımızı bir kez daha duyurmayı bir görev sorumluluk olarak görüyorum.

Tutum belgemiz Türkiye’nin deklarasyonudur. Güçlü demokrasiye giden yolun haritasıdır. HDP’nin yarınlara olan sözüdür.

1 Ekim’de yeni yasama yılı açıldı. Bir yanda dağlar kadar sorun var, açlık, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik, kutuplaşma var. Yoksulluk ve yolsuzluk baştan başa sarmış her yeri. Diğer yanda ise bu sorunları yaratan ve yok sayan siyaset var. Bunun karşında ortak tutum geliştirmemiz, ortak adımları güçlendirmemiz gerekiyor.

Biliyorsunuz Meclis aynı zamanda Kürt sorununda inkâr sözleriyle açıldı. Bu ülkenin en önemli sorunlarından birinin Kürt sorunu olduğunu söylüyoruz, aslında bunu herkes biliyor ama iktidarın başı, AKP’nin genel başkanı sorunu inkâr ederek yaptı konuşmasını.

“Kürt sorunu denilen meseleyi hak ve özgürlükten kalkınmaya kadar tüm boyutlarıyla çözdük” dedi. Tabii gülebiliriz ama o kadar ciddi bir mesele ki gülerek geçiştirmek lüksümüz yok. Halklarımızın anlayabileceği sadelikte bu sözün nasıl bir çarpıtma anlayışını yansıttığını anlatmaya çalışalım.

Bundan bir yıl önce Meclis kürsüsünde “Kürt sorunu çözdük” diye bir cümle kullanmamıştı AKP Genel Başkanı. Üstüne daha geçenlerde Diyarbakır’da “Çözüm Süreci’ni biz bitirmedik” diyerek hem sorumluğunu hem de bitmemiş bir sürecin getirebileceği çözümü bizzat itiraf etmiş oldu. Yani kendilerinin bitirdiği bir süreçle, ardından yürürlüğe koydukları savaş, inkâr, imha politikalarıyla yola devam ettiler.

“Kürt sorununu çözdük” diyebiliyorlar. Bir yılda sorun nasıl çözüldü de hiç kimsenin bundan haberi olmadı. Binlerce siyasetçi, seçilmiş kişi neden hâlâ cezaevinde? Eğer çözüldüyse Kürt sorunu, çözüm içim mücadele eden siyasetçiler neden cezaevinde? Türkiye’nin üçte birinde seçim sonuçlarını yok sayan anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi, kayyım atayan anlayış Kürt sorununu çözmüş olabilir mi?

Kürt sorunu çözmekse eğer derdimiz o panzerler orada gezmeyecek. Panzerler çocukları, yaşlıları eziyor, sonra buna kılıf uydurmak için valiler yalan söylüyor. Kobani kumpas davası, kapatma davası neden var? Bu mu Kürt sorununu çözmek?

İnkâr siyaseti uzun süre Kürt yoktur laflarıyla yürütüldü. Hayat ve mecburiyet bir yere kadar izin verebiliyor buna. Kürt yoktur demeye cesaret edemiyor kimse artık. Bu sefer Kürt sorunu yok demeye başladı. Kürt sorunu vardır noktasına gelindi. HDP, Türkiye’deki bütün sorunları çözmeye taliptir, adaydır, hazırdır. “Çözdük” diyerek sorun inkâr ediliyor.”

Paylaşın

HDP’li Günay’dan Dikkat Çeken ‘Deklarasyon’ Açıklamaları

Halkların Demokratik Partisi (HDP) 27 Eylül’de tutum ve ilkelerinin yer aldığı 11 maddelik “Demokrasiye ve Barışa Çağrı” deklarasyonunu kamuoyuna duyurdu. HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın açıkladığı deklarasyonda, demokratikleşme, Kürt sorunu, yoksulluk, ekoloji ve kadın sorunlarına dair çözüm önerileri ve politik gelişmelere dair ilkeler yer aldı.

Deklarasyonda dikkat çeken konulardan biri ise toplumsal taraflara ve siyasi aktörlerle müzakere etmeye, ortak mücadeleye ve ortak yönetime hazır olduğunu da vurguladı. HDP Sözcüsü Ebru Günay Ebru Günay, “Demokrasiye ve Barışa Çağrı” deklarasyonuna ilişkin JinNews’tan Dilan Babat’ın sorularını cevapladı.

Bir süredir gündemde olan deklarasyonunuzu, erken seçim ve Kürt sorununda muhataplık tartışmalarının yürütüldüğü bir süreçte açıkladınız. Neden böylesi bir deklarasyon açıklama gereği duydunuz, bu fikir nasıl oluştu?

Deklarasyon bu son tartışmalardan çok bağımsız bir yerden başlayan bir tartışma. Haziran ayından itibaren ‘HDP’liyiz Her yerdeyiz’ çerçevesinde birçok kentte, yerelde, il ve ilçelerde ve mahallelerde buluşmalar gerçekleştirdik. Eş Genel Başkanlarımızın, MYK, PM, Kadın Meclisi ve vekil arkadaşlarımızın katılımıyla çok güçlü etkinlikler gerçekleştirdik. Kimi yerlerde halk buluşmalarımız mitinglere dönüştü, esnaf ziyaretleri gerçekleştirdik. Bununla paralel olarak ‘kadın yoksulluğu’ kampanyası yürütülerek emek veren, yoksullukla mücadele eden kadınlarla bir araya geldik. Gençlik buluşmaları gerçekleştirdik. Bunlar olurken şunu da fark ettik; Türkiye’de çok temel sorunlar var. Gittiğimiz her yerde buluşmaların doğal sonucu olarak, temas ettiğimiz halkımızın sorunlarını dinledik. ‘HDP’liyiz Her Yerdeyiz’in’ devamı olarak şuna ihtiyaç olduğuna karar verdik. Sorunların çözümü için HDP ne yapabilir? Ne gerekiyor? Bu sorunları tanımlayıp acil çözüm bekleyen sorunlara yönelik ‘bizim tavrımız ne olmalı?’ üzerinden tartışmayla bir yola çıkışla başladı bu süreç.

Bütün bir yaz tanıklık yaptık. Türkiye’de ciddi bir ekolojik yıkım söz konusu. Dünyanın tamamında bir iklim söz konusu ama bu iklim krizine giderken, dünya devletleri bu ekolojik yıkım ve krize karşı tedbirler alarak gidiyor. Ama Türkiye en hazırlıksız yakalanan ülkelerden biri. Çünkü bu konuda iktidarın birçok meselede olduğu gibi ekolojik yıkım sorununu çözmeyen bir yerden bakması, kendisini iktidarını ve bekasını düşünmek üzerine. Orman yangınları devam ederken insanlara çay dağıtıldı. Bu ülkede Orman Bakanı yanan yerlere jetlerle giderken, yangını söndürmek için bir yangın söndürme helikopterinin olmadığı çıplak gerçekle yüz yüze kaldı. Kadına dair sorunlara baktığımızda giderek erkek egemen bir zihniyetin çok daha baskınlaştığı, eşbaşkanlık sisteminin kriminalize edilmesiyle başlayan ve İstanbul Sözleşmesi’yle devam eden ciddi kadın kazanımlarına saldırılar oldu. Kadın katillerini koruyan bir iktidar gerçekliği var. Sahada çok ciddi gerçeklerle karşı karşıya geldik. Pandeminin de yarattığı etkiyle büyük bir ekonomik kriz ve işsizlikle iç içe. Deklarasyonumuzu açıkladığımız sırada gençler ‘Barınamıyoruz’ deyip sokaklarda, parklarda yattılar. Türkiye’de barınamamanın, sokaktaki eylemler, öğrencilerin yaşadığı sorunlar en son noktaya geldi. Hayata ekonomik olarak borçlu başlayan bir gençlik gerçeği var.

Bunların toplamını düşündüğümüzde muhalefet partisi olarak HDP’nin bütün bu sorunlara dair bir sözü ve çözüme giden sürece ön ayak olma ihtiyacının olduğunu fark ettik. Son tartışmalar, deklarasyon tartışmalarımızı yürütürken, gündeme gelen tartışmalardı. HDP fikriyatı Türkiye’de stratejik bir süreci ifade eder. HDP’nin kendini ifade etmesi, renkleriyle, felsefesi, ruhu, birleşeni, halklar ve inançlarıyla çizdiği siyaset rotası aslında Türkiye siyaseti açısından halklar lehine stratejik bir aklı ifade eder. Stratejik bir aklın somutlaşmış halini ifade ediyor. Herkesin Türkiye siyasetinde güncel politikalara odaklandığı yerde HDP’nin stratejik aklının asıl meselelere işaret etmesi, bu konuda tutumu açıklaması HDP fikriyatının tarihi sorumluluk yüküdür. HDP Türkiye’de halklar arası barışın, kadın ittifakının, bir gençlik ittifakının ve halklar ittifakının geleneğini temsil ediyor. Bunu düşündüğümüzde bu koşullarda herkesin günlük politikalarla kendisini idame ettirmeye çalıştığı ya da elinde olan mevziiyi ve iktidarı kurtarmaya çalıştığı bir yerde olunca HDP’nin halklardan yana tavrını ortaya koyması, acil sorunlarda tutumunu ortaya koyması çok tarihi bir gereklilikti. Sorunlar yumağı var, çözümden yana siyaset yapan bir partiyiz. Çözüm önerilerimizi ve tavrımızı gösterme gereği duyduk.

Deklarasyonda, mevcut sorunların çözümüne dair 11 madde yer alıyor. Bu çözüm ilkelerini özetleyecek olursanız, neler söylersiniz?

Deklarasyonda çok somut ilkeler vardı. Seçime dair somut durumlar bekleniliyorsa onun olmayacağını ilk günden ifade ettik. Bizim için sorun ve Türkiye’de beklenilen meseleler. Türkiye’nin demokratikleşmesi meselesi seçimden çok daha öte ve büyük bir süreci ifade ediyor. Acil bekleyen meselelerin konuşulması çözüme yatırılması önemli. 11 madde içerisinde Türkiye’de acil çözüm bekleyen ve HDP’nin meselelere nasıl yaklaştığını çok açık ifade ettiğini düşünüyorum. HDP kendi bulunduğu yerden siyaset arayışını halklardan yana bir barış ittifakı tavrını koydu. Kadın ittifakından yana tavrını çok açık bir şekilde ifade etti. Gençlik, emek, doğa, ekolojiden yana tavrını ifade etti. Türkiye’nin yaz döneminde buluşmalarda sorunlar ortaya çıktı. Ama HDP son dört yıldır, kesintisiz bir şekilde sokakta, eylem alanlarında, evde, köyde bir haliyle aslında çok uzun bir süredir Türkiye toplumu ile buluşmalar gerçekleştiren ve onların dinleyen sorunları açığa çıkarttı. Bu sorunsal alanlar kendini 11 maddede özetlediğimiz ve tanımladığımız maddeler. Türkiye’de bir demokratik anayasaya, Kürt sorununa, kadından, doğa dostu olmadan yana bir tavra ihtiyaç var. Maddelerin hepsine bakıldığında acil sorunsal alanda ilkeler, çözüm önerilerini de sunan bir yerden bakıyor. Türkiye’de yargının mağduru olmayan hiçbir kesim kalmadı. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı bu konuda özellikle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve CPT gibi uluslararası kuruluşların kararlarının ve tasfiyelerinin tanınması. Türkiye’de cezaevi koşulları başta olmak üzere bütün yargısal alanlarda iyileştirilmeye gidilmesi çok elzem ve temel sorunlardan bir tanesi.

Kadına dair politikalara baktığımızda İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmemiz, kadına yönelik şiddetin arttığı, kadının güvencesiz bırakıldığı, faillerin korunduğu bir süreç başlatıldı. Eşbaşkanlık sisteminin kriminalize edildiği bir süreç. Bunlar hepsinin HDP’nin siyasetteki ilkelerini ifade ediyor. Türkiye’nin 3’üncü büyük partisinin sadece 6 belediyesinde seçilmiş belediye başkanları görevi başında. Geri kalan bütün belediyelerimize kayyım atanmış ve aslında halkın iradesine bir darbe hali var. Bir demokratikleşme sürecinde ya da bir çözümden söz ediyorsak bu iradenin tanınması, kayyım rejiminin son bulması, belediye başkanlarımızın göreve iade edilmesi çok elzem meselelerden biri. Bu bir rejime dönüştü. HDP’nin belediyelerine kayyım atandı ama bütün Türkiye tanıklık etti. Boğaziçi üniversitesine atanan kayyım rektör bunun sonucuydu. Yine STK’lara dair değiştirilen yasal düzenleme ile kayyım sisteminin önünün açılması aslında Türkiye’nin bir kayyım rejimi ile yönetildiğini göstergesi.

Halkın iradesinin tanınması, seçme ve seçilme iradesinin tanınması ve korunması temel ilkelerden biri. HES’lerin, doğa talanın, orman yangınlarının durdurulması, iklim krizine dair tedbirlerin alınıp bir doğa dostu tavrın oluşturulması temel ilkelerden biri. Ülkenin içerisinde bulunduğu ekonomi ve yoksullukta hakça dağıtım, adil üretim alanlarının ve istihdam alanlarının oluşturulması olmazsa olmazlardan biri. Uzun süre insanların evine ekmek götüremediği için intihar haberlerini bu ülkede yaşadık ve yaşamaya devam ediyoruz. Mevcut sistem ülkenin üretim kaynaklarını kendisine ve etrafındakilere pay ediyor. Yoksuldan, kadından, emekçiden yana bir tavır söz konusu değil. Pandemi sürecinde Kod-29 ile mağdur edilen onlarca emekçi oldu. Buradan baktığımız zaman bütün toplumsal alanlara dair çözüm önerileri ve bu çözüm önerilerine yedirilmiş ilkeleri kamuoyu ile paylaşmış olduk.

Muhalefet cephesinde de deklarasyona ilişkin kimi açıklamalar oldu. Olumlu olumsuz ne gibi tepkiler aldınız, nasıl karşılandı?

Öncesinden başlayan bir süreç. Herkes merakla HDP’nin tavrını ve tutumu çok büyük merakla bekledi. Tartışmalarda şunu fark ettik; Deklarasyonda da ifade ettiğimiz üzere HDP’nin ve HDP seçmenin Türkiye’nin demokratik geleceğinde bir kilit noktası olduğunu hem deklarasyon tartışmaları hem de deklarasyondan sonraki tartışmalarda açıkça ortaya koydu. Tartışılması bu konuda değerlendirilmesi elbette önemli ve kıymetli. Her müzakere yeni bir ufku, yeni bir çözümü kendisiyle getirir. Tartışılması bizler açısından çok önemli. Tartışılmayla beraber artık biraz bundan sonrası tartışan kesimlerin demokrasiden ve barıştan yana tavır alan herkesin durduğu ve elini taşın altına nerede ve ne zaman koyacağı önemli. Sorunların çözümü için sorumluluklarını yerine getirip çözüm için ne kadar mücadele edecekleri önemli. Deklarasyonda şunu açıkça ifade ettik; Biz bu sorunların çözülmesinde bu ilkelerin tartışmasında üzerimize ne düşerse yapmaya hazırız. Çözümün yolunda yol almak istiyoruz diyoruz. Şimdi biraz daha Türkiye’de bütün kesimlerin elini taşın altına koymasının zamanı. Bu tavrı değerlendirmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bunun yarattığı etkiler, sonuçlar zamanla gösterilecektir. Bu açıdan zamana da ihtiyacımız olabilir. Demokrasiden, özgürlükten yana olan herkesin bu ilkeler etrafında konuşmaya hazır olduğumuz, çözüm bekleyen meseleler konusunda bizler de sorumluluğumuzu yerine getirmeye hazırız.

Deklarasyonda yer alan maddelerden biri tarafsız ve bağımsız yargı, Yargının durumu şu anda nedir?

Türkiye’de tarafsız ve bağımsız bir yargıdan söz etmek mümkün değil. Geldiğimiz aşamada Türkiye’nin yargısal durumuna baktığımız da bağımsız tarafsız yargıçların cübbelerinde bir düğme var. Herkes aslında olması gerektiği gibi bağımsız ve tarafsız bir yerde değil. Tam da saray rejimi etrafında düğme ilikleyerek oradan gelen talimatlarla yol alan yargılama süreçlerini bunun üzerinden başlatılan bir yargı süreci işliyor. Partimiz çok büyük bir yargı kıskacında, kumpas davaları… Dönemin yargısı tarafsız, bağımsız yargı üzerinden yürümüyor. Dönemin yargısı kumpas ve sarayın yargısı üzerinden yürüyor. Hakkın, hukukun yasanın değil, saray yargısının ve kumpaslarının olduğu bir yargı sistemi var. Halihazırdaki Kobanê kumpas davası, partimizi kriminalize etmeye çalışan bir süreç. Yine HDP’de siyaset ya da çalışma yapan yargısal süreçle muhatap olmayan üyemiz ya da yöneticimiz yok. Kamuoyunun bildikleri dışındakileri de ifade ediyorum. Öte taraftan Türkiye’nin bütün demokratik güçleri yargı kıskacında. Hala gazetecilerin cezaevinde olduğu, akademisyenlerin cezaevinde olduğu. AİHM kararlarının tanınmadığı bir yargı süreci içerisinden geçiyoruz. Osman Kavala’nın AİHM kararı ve tahliye edilip hala bırakılmaması gibi… Bu koşullarda tarafsız yargıdan söz etmek mümkün mü? Elbette değil. Kadın katillerinin ellerini kollarını sallayarak dışarıda gezdiği bir süreçten geçiyoruz. Bu durumda özgürlükten, mağdurdan yana bağımsız bir yargıdan söz etmek mümkün değil. İktidarın karşısındaysanız, muhalefet ediyorsanız ve hakikatleri söylüyorsanız hemen bir ‘terör’ yargılaması süreci içerisinde kendinizi bulma, bir gözaltı ve cezaevine gitme sürecini yaşama tehdidi ile karşı karşıyasınız. Mesele sadece HDP’nin yargı kıskacında olma meselesi değil. Mesele Türkiye toplumunun tamamının bir yargı kıskacında olması.

Herkesin her an hukukun bir silaha dönüşebileceği, mağdur edilebileceği yaşamı tehdit altında. Her an en kötü ihtimalle bir sosyal medya suçlamasıyla gözaltına alınıp tutuklanabilecek durumdasınız. Ya da hak arama süreci başlattığınız da, örneğin ‘barınamıyoruz’ diyen öğrenciler bir ihtiyaçtan söz ediyorlar. Sokaklarda uyumak zorunda kalıyoruz diyorlar. Gençlerin çok temel hakları olan ‘barınma hakkı ihlali’ için mücadele eden gençlere sistematik olarak bir gözaltına alınıp bir yargı tehdidi ile karşı karşıya. Yargının iktidarın elinde sopaya döndüğü bir yargı gerçeği var. Bağımsız ve tarafsız bir yargının güçlenmesi Türkiye’nin demokratikleşmesi açısından olmazsa olmaz şartlardan biri.

Deklarasyondaki başlıklardan birisi de Kürt sorununda demokratik çözüm. Bu başlık çokça tartışıldı. Anadilde eğitim başta olmak üzere yerel yönetimlerin güçlendirilmesinden bahsediyorsunuz. Muhalefetin ve diğer kesimlerin de bu başlıklar üzerinden değerlendirmeleri oldu. İlk etapta Meclis’in işaret edilmesiyle tartışmalara konu olan Kürt sorunun çözümü nasıl olacak?

Kürt sorununun çözümü artık çoklu muhatap ve dinamiklerin olduğu dolayısıyla çoklu mutabakatlara ihtiyaç olan bir mesele. Deklarasyonda çok açık ifade ettik; sorunun çözümü şiddetle değil, sorunun çözümü müzakere ve diyalogla çözülür. İnkar ve asimilasyon ile değil, kırım politikası ile değil, onları anadillerinde tanıyan, varlıklarını tanıyan bir yerden tutum almakla mesele çözülür. Tüm bunları konuştuğumuz da Meclis çok büyük bir aktöre dönüşüyor. Meclis aynı zamanda toplumsal birçok kesimin kendisini bir şekilde temsiliyetini bulduğu ve Türkiye’deki en güçlü yasama organına dönüşen dolayısıyla çözüm süreçlerinin güvenceye kavuştuğu, daha kalıcı hale geldiği bir zemini ifade ediyor. Bu nedenle bu konudaki temel çözüm alanlarından birini ifade ediyor. 2013 tarihinde yürütülen süreçte bile Sayın Öcalan’ın kendisi bile çokça işaret ettiği bir yer var. Bu sürecin Meclis’te güvence altına alınması lazım. Meclis’in rolü ve misyonuna da işaret ettiği bir gerçeğe dönüşüyor. Sayın Öcalan Meclis’in rolüne ve misyonuna işaret ederken aynı zamanda ‘imkan olursa sorunu bir haftada çözerim’ diyerek kendi çözüm gücünü ve muhataplık durumunu da ifade ediyor. Dolayısıyla çoklu muhataplarını Meclis’in ortak iradesiyle, çoklu aktörlerle Kürt sorunun diyalog ve müzakere ile kalıcı bir barış ile çözmesi elbette ki önemlidir.

Can yakıcı sorunlardan biri anadil hakkının tanınması. Anadillerin güvence altına alınması çözümsel süreci başlatan önemli adımlardan birisi olacaktır. Dünyadaki bütün örneklerden biliyoruz, çözüme giden müzakere süreçleri çok zorlu süreçleri ifade ediyor. Müzakerenin, toplumsal mutabakatın ve Meclis iradesiyle de açığa çıkması kuşkusuz çok güçlü kalıcı çözümlerinde geliştiği dünya deneyimleri var. Çoklu denklem içerisinde çoklu alanların mutabakatı esas bu konuda müzakere, çözüm elbette olmazsa olmaz. Çoklu mutabakat içerisinde barıştan yana, çözümden yana tavra sahip olan Sayın Öcalan’ın rolü tartışmasız bir konu.

Deklarasyonda yer alan başlıklardan biri de kadına özgürlük ve eşitlik. Eşit temsiliyet ve Eşbaşkanlık sisteminin yaygınlaşması için ne gibi çalışmalarınız olacak?

Eşbaşkanlık sistemini yalnızca Türkiye’de değil dünyada da bütün yönetimsel mekanizmalarda uygulayan tek parti HDP. Kadın renginin, gücünün, temsil gücünün, bakış açısının yönetimsel alanlara yansımasını ifade ediyor. Bir süredir kayyım rejimiyle beraber eşbaşkanlık sistemi, kayyımlara gerekçe yapılan, kriminalize edilen, en büyük kadın kazanımına karşı bir erkek sistem direnişi olarak değerlendirmek gerekiyor. Kuşkusuz parti kadın meclisi ve partimizin her aşamasında çalışan kadın arkadaşlarımız eşbaşkanlık sisteminden yana tavrından asla geri adım atmadı. Bu konuda tüm kriminalize etme çalışmalarına rağmen ısrarla ve inatla koruyan, hayata geçiren ve kadının yönetimsel süreçlerde söz almasına yönelik bu mücadeleden bir adım geri durmadı. Bizim için temel felsefe ‘eşbaşkanlık mor çizgimizdir.’ Bundan geriye gitmek kadınların asla kabul edeceği bir şey değil. Mesele tek başına bir kadınla bir erkeğin bir kenti, bir partiyi ya da bir yeri yönetmesi değil. Kadın özgürlüğünün, kadın bakış açısının, kadın renginin, dokunuşunun hayatın her alanına yansıması olarak, ruhu ve fikriyatı olarak değerlendirmek gerekiyor.

Özellikle dünyanın tamamında da kadın kazanımlarına yönelik çok ciddi saldırıların olduğu bir zaman. Ama buna karşı çok güçlü kadın direnişlerinin olduğu, kadın kazanımlarının kadınlar tarafından çok güçlü korunduğu bir zamandan geçiyoruz. Kadın dayanışması ve kadın ittifakı içerisinde mücadelemizi yürütmeye ve büyütmeye devam edeceğiz. Eşbaşkanlık sisteminin kriminalize edilmesi sonrası partimize yönelik kadın kazanımlarına saldırıların bir devamı olarak Türkiye İstanbul Sözleşmesi’nden çekildi. Bu aslında kadınları hukuken güvencesiz bırakmanın adı ve biçimi oldu. Kadın katillerinin çok rahat bir biçimde sokaklarda gezdiği bir süreci başlattı. Bu yüzden İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden taraf olmak ve kadınları tekrardan erkek şiddetine karşı, erkek devlet şiddetine karşı hukuku güvenceye kavuşturmak elbette bizim için temel çalışmalardan biri. Kadın meclisimiz bu konuda gerçekten çok aktif bir çalışma yürütüyor, yürütmeye de devam edecek.

Uzun süredir devam eden ekonomik kriz, hem siyasetin hem de toplumun gündeminde. Deklarasyonda yer alan başlıklardan biri olan krizin çözümüne dair önerileriniz neler olacak?

Bu konuda ekonomi masamızın özel çalışmaları var. Hatırlarsanız ‘İş aş buluşmaları’ gerçekleştirdik. Bütçenin adil dağılımı konusunda özel çalışmalar yürüttük. Tekrardan aynı çalışmaları devam ettireceğiz. Özellikle savaşa, ranta değil eğitime sağlığa bütçenin ayrılması için elimizden geleni yapacağız. Özellikle güvenlikçi politikalardan kaynaklı olarak eğitime sağlığa değil de savaşa, savaş sanayiine, güvenlikçi politikalara yatırım yapan bir iktidar gerçeği var. Bu aslında yoksulluğu örtmenin, gizlemenin başka bir yolu. Mesela, “Evime ekmek götüremiyorum” diyen vatandaşa “Merminin fiyatını biliyor musun?” diyen bir cumhurbaşkanı gerçeği var bu ülkede. Sel felaketinden, orman yangınından mağdur olanlara o realiteyi görmeden, insanların yaşadığı mağduriyeti, yoksulluğu görmeden çay dağıtan bir iktidar gerçekliği var. İktidar etrafında toplanan rant öbeklerinin, ülkenin kendi çıkarlarını, bu ülkenin kendi yoksulundan emekçisinden, kadınından aldığı vergiler üzerinden büyütmeye çalışıyor. Ülkenin temel kaynaklarını parsellemeye çalışan bir öbek hali oluşmuş. Bunların deşifrasyonuna, bunların dağıtılmasına karşı bütün sorunsal alanlardaki mücadele hattımız ekonomik alanda da devam edecek. Ama temel düsturumuz savaşa, ranta bütçenin değil kadınlara, gençlere ve yoksullara bütçenin adil dağıtımı olacak. Sosyal devlet ilkesinin esas alınması gerekir. Bazı şeylerin kağıt üzerinde değil de pratikte de gerçekleşmesini sağlamak, önünü açmak gerekiyor. Bu konudaki aktif mücadele hattımız devam edecek.

Deklarasyonda yer alan ilkelerde buluşan tüm kesim ve siyasi aktörlerle müzakere ve diyalog çağrısı yaptınız. Bu aktörler kimler? İktidar da buna dahil mi?

Biz aslında çok açık ifade ediyoruz. Demokrasiden, barıştan ve özgürlükten yana rol almak isteyen bütün aktörlerle bu ilkelerimizi konuşmaya hazır olduğumuzu ifade ediyoruz. Bizim için aktörler kadın özgürlük mücadelesi yürüten, kadın kazanımlarını korumaya çalışan, kadın ittifakını ve dayanışmasını büyüten kadınlardır aktörler ya da geleceksiz bırakılmaya çalışılan gençlerdir aktörler, bütün temel hak ve özgürlükleri gasp edilen, kimlikleri tanınmayan halklardır bu konudaki aktörler. Bütün inanç özgürlüğüne rağmen kendisini bir şekilde baskıya rağmen kendisini korumaya ve devam ettirmeye çalışan inanç grupları aktörleridir bizler için. Yine bu ülkede bir şekilde ezilen, katledilen, kıyımdan geçirilen yine de varlığını devam ettirmeye çalışan halklardır aktörler. HDP’nin aradığı en geniş cephedeki ittifakı bunu gerektiriyor. Zaten deklarasyonda çok açık bir biçimde ifade ettik.

Olası durumda muhalefet cephesinin tutumu da bu deklarasyonun başlıklarına dair çalışmalarda etkili olacak mı? Önümüzdeki sürece dair öngörünüz nedir?

Bu bizim en geniş mutabakatla vardığımız, yani hem toplumun bütün kesimleri içerisinde en geniş tartışma zeminlerinden vardığımız, yine parti kurullarımız ve organlarımız içerisinden en geniş ve uzun tartışmalarla vardığımız şeyler. Bizim için esas olan bu ilkelerdir. Bu ilkeler üzerinden tartışmalar yürütmek ve bunlar üzerinden çözüm arayışlarını ortaya koymaktır.

Deklarasyon açıklandıktan sonra deklarasyonun sadece seçim endeksli yapıldığına dair kimi iddialar ortaya atıldı. Bu iddialara dair neler söyleyebilirsiniz?

Bu konuda herkes durduğu yerden değerlendirmeler yapıyor. HDP’nin tavrı ve tutumu Türkiye’nin demokratikleşmesi, Türkiye’nin acil sorunlarına çözüm bekleyen bir çözüm siyaseti üretmek, dolayısıyla güncel politikalardan çok bağımsız bir yerden Türkiye halklarının, kadınların ve gençlerin geleceğinden yana tavır almayı ifade ediyor. Mücadelemizi büyütmeye bu konuda deklarasyonumuzdaki tavrımızı ve tutumuzu büyütmeye, demokrasi ittifakını geliştirmeye, barış, kadın özgürlüğünü ve gençler için bir gelecek yaratmak için mücadele hattını her geçen gün büyütmeye ve yol almaya devam edeceğiz. Bu sürece gelirken ki parti kurullarımızdaki tartışmalarımızdaki kararlılık da bunun üzerinde. Kendi siyaset hattını kuran, bu hattı korumak için direnen ve mücadelesini büyüten bir yerden yol almaya devam edeceğiz.

Paylaşın

İlerici İttifak’tan HDP Çağrısı: Kapatma Tehdidine Derhal Son Verilmeli

93 ülkeden 135 sosyal demokrat ve sosyalist partinin çatı örgütü olan İlerici İttifak, 1 Ekim’de yaptığı toplantıda Halkların Demokratik Partisi (HDP) üzerindeki baskıları ve Anayasa Mahkemesi’nde (AYM) devam eden kapatma davasını tartıştı.

Haber Merkezi / İlerici İttifak’ın (Progressive Alliance) yönetim kurulu, HDP ile dayanışmayı arttırmayla ilgili bir karar tasarısı kabul etti. Tasarıyı, İlerici İttifak’a Avrupa’daki sosyalist ve sosyal demokrat partilerin çatı partisi Avrupa Sosyalist Partisi (PES) sundu. Söz konusu kararda şu ifadeler yer aldı:

Son genel seçimlerde 6 milyona yakın oy alan TBMM’nin üçüncü büyük partisi Halkların Demokratik Partisi (HDP), Haziran 2015’te % 10 seçim barajını aşmasından bu yana ağır saldırı ve baskıların hedefi oldu ve özellikle 2016’daki başarısız darbe girişiminin ardından ifade özgürlüğü ve demokrasiye yönelik geliştirilen daha geniş kısıtlamalarda hedef alındı.

Halihazırda eski milletvekilleri ve belediye başkanları ile partinin eski eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu binlerce HDP’li tutuklu. Partinin 108 önde gelen üyesi, 2014 yılında IŞİD’in saldırısına uğrayan Kobanî kentine destek amacıyla halkı protesto etmeye çağırdıkları için ‘Kobanî Davası’nda müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya. Ve bu davaya dayanarak, partiyi kapatmaya yönelik başka bir dava daha var ki bu da HDP’yi Türkiye’de kapatılan altıncı Kürt yanlısı parti yapacak.

“Demokratik sisteme olan güven sarsacaktır”

Bütün bunlar, giderek siyasallaşan yargı sayesinde mümkün oldu. HDP, Kürt sorununa ve temel hak ve özgürlüklerle ilgili diğer sorunlara siyasi bir çözüm bulma girişimini bünyesinde barındırmaktadır. Üzerindeki baskı ve potansiyel kapatılma Kürt sorununu ağırlaştıracak ve insanların Türkiye’de zaten zayıflamış olan demokratik sisteme olan güvenini sarsacaktır.

İlerici İttifak; Türkiye’yi demokrasiye, ifade ve örgütlenme özgürlüğüne ve hukukun üstünlüğüne saygı duymaya ve siyasi muhalefet üzerindeki baskıyı sona erdirmeye çağırmaktadır. Özellikle, üyelerinin hapsedilmesi ve kapatılma tehdidi de dahil olmak üzere HDP’ye yönelik devam eden baskıya işaret ediyor ve demokrasiye yönelik bu saldırıya derhal son verilmesi için çağrıda bulunuyoruz. Bu saldırı aynı zamanda Kürt sorununu barışçıl bir şekilde çözmeye ve genel olarak hak ve özgürlükleri yeniden tesis etmeye yönelik bir parlamenter yolu da ortadan kaldırmaktadır.

HDP’nin eski eş genel başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da aralarında bulunduğu HDP’lilere, diğer milletvekilleri ve belediye başkanlarına yönelik toplu tutuklamaları ve HDP’yi yasaklama girişimini kınıyoruz. Siyasi tutsakların serbest bırakılması, parti üyelerine yönelik siyasi suçlamaların düşürülmesi ve HDP için öne sürülen yasaklamanın reddedilmesi çağrısında bulunuyoruz.

Türkiye’yi seçmenlerin demokratik tercihlerine saygı duymaya, seçilmiş temsilcileri görevden alıkoymaktan ve seçilmiş belediye başkanlarını atanmış kayyımlarla değiştirmekten kaçınmaya çağırıyoruz. Ve seçilmişlerin göreve iade edilmesi çağrısında bulunuyoruz.

Muhalif figürleri ve eleştirel örgütleri sınırlamak amacıyla Türk yargı sisteminin giderek artan bir şekilde kötüye kullanılmasını kınıyor ve yetkilere kuvvetler ayrılığıyla birlikte tamamıyla bağımsız bir yargı çağrısında bulunuyoruz.

Türkiye’yi, hükümeti ve devlet yetkililerini eleştirenleri cezalandırmaya son vererek ifade özgürlüğüne olanak vermeye; protesto ve gösterileri kısıtlama ve saldırmaya son vermeye, toplanma özgürlüğüne izin vermeye çağırıyoruz.

“Selahattin Demirtaş ile Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya çağırıyoruz”

Türkiye’yi Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarına uyma yükümlülüğünü yerine getirmeye ve HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş ile kültür aktivisti ve hayırsever Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya çağırıyoruz. Ayrıca AİHM’in, siyasi saikli ve mesnetsiz olarak değerlendirdiği Türkiye’deki Demirtaş davasına yönelik eleştirilerinin, halen devam eden ‘Kobanî Davası’nda aynı suçlardan yargılanan ve müebbet hapis cezasıyla karşı karşıya olan tüm HDP sanıklarını da ilgilendirdiğine dikkat çekiyoruz.

Türkiye’yi, muhalefet partilerine yönelik, özellikle HDP’yi etkileyen ancak Cumhuriyet Halk Partisi’ne(CHP) bağlı belediyelerin faaliyetlerini de kısıtlayan saldırı ve baskılara son vermeye çağırıyoruz.

Türkiye’nin hükümeti eleştirenlere ve insan hakları savunucularına yönelik uyguladığı yoğun baskı ve gözaltıları kınıyoruz. Buna son verilmesini ve suçlamaların düşürülerek tutuklananların serbest bırakılmasını talep ediyoruz.

Yukarıdakilerin tümü ışığında;

HDP’nin Türkiye’de barış, demokrasi ve adalet için verdiği amansız mücadeleyle olan net dayanışmamızı ilan ediyoruz.

HDP’ye ve Türkiye’de daha geniş anlamıyla demokratik topluma yönelik siyasi saikli yargı baskısını yakından izleme hususunda anlaşmış bulunmaktayız.

İlerici İttifak’ın tüm üyelerini, giderek zorlaşan bir süreçten geçen HDP ile dayanışmalarını daha da güçlendirmeye davet ediyoruz.

Ayrıca, Türkiye ile ilişkilerin iyileştirilmesine ilişkin her türlü anlaşmanın insan hakları, demokrasi ve hukukun üstünlüğü alanlarındaki gelişmelere bağlı olması düşüncesine katılıyoruz.

 

Paylaşın

HDP’li Başaran’dan ‘Deklarasyon’ Yorumu: Rotamızı Belirledik

‘Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu’na ilişkin değerlendirmede bulunan HDP’li Başaran, “HDP olarak bütün bu saldırı ve tasfiye girişimlerine rağmen bu deklarasyonla Türkiye’nin ve halkımızın geleceğine dair sorumluluk aldığımızı Türkiye toplumuna bir kez daha deklare ettik. Elbette bu deklarasyonla en başta kendi siyasi rotamızı ve önerilerimizi belirledik”

Haber Merkezi / HDP Batman Milletvekili Ayşe Acar Başaran, partisinin Genel Merkezi’nde yaptığı basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Gündemin farklı başlıkları hakkında önemli açıklamalarda bulunan HDP’li Başarır, partisinin yayınladığı ‘Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu’na ilişkin ise şunları söyledi;

“Biz HDP olarak bütün bu saldırı ve tasfiye girişimlerine rağmen bu deklarasyonla Türkiye’nin ve halkımızın geleceğine dair sorumluluk aldığımızı Türkiye toplumuna bir kez daha deklare ettik. Elbette bu deklarasyonla en başta kendi siyasi rotamızı ve önerilerimizi belirledik. Ne yapacağımızı, nerede durduğumuzu, temel meselelerle ilgili yaklaşımlarımızı bu deklarasyonla ortaya koyduk. Ama bununla beraber mevcut Türkiye gidişatından çözüm arayanlara; demokrasi, barış, özgürlük ve aydınlık bir gelecek için talepte bulunanlara da yol gösterdiğimize inanıyoruz. Önerilerde bulunduk, çözüm perspektifi sunduk. Siyasetin bu sürekli çıkmazından bir çözüm önerdik.

Bu deklarasyonla aynı zamanda Türkiye’nin mevcut gidişatından kurtuluşun ortak mücadele olduğunu, bunun birlikte hareket etme çağrısı olduğunu da ifade etmek lazım. Bu çağrı en başta Türkiye toplumunadır. Kadınlara, gençlere, yoksullara, emekçilere; demokrasi, özgürlük isteyenlere ve tabii ki muhalefet güçlerinedir. Açıkladığımız günden beri Türkiye’de tutum belgemizin çok ciddi bir karşılık gördüğünü mutluluk ve ilgiyle çok yakından takip ediyoruz.

Şimdiye kadar birçok tartışma yürütüldü ve değerlendirmeler yapıldı. Bu tartışma ve değerlendirmelerden de memnun olduğumuzu ifade etmek lazım. Tutum belgemiz önemi doğrultusunda Türkiye toplumunda büyük bir yankı buldu. Bu tartışmaların bir çoğunun çözüme hizmet edeceğinin farkındayız. Türkiye’nin normalleşmesine katkı sunacağının, bu çıkmazdan çıkış için bir yol açacağının da farkındayız. Çünkü şu anda toplumun çözüm beklentisi ve talebi her yerden yükseliyor.

“Dönem Türkiye’de sorunları köklü biçimde çözme dönemidir”

Son birkaç günlük tartışmalardan şahit olduğumuz gibi, şunu çok net bir şekilde ortaya koyduk ki şartlar bütün ağırlığıyla Türkiye’ye çözümü dayatıyor. Tüm sorunların tartışılması, konuşulması ve çözülmesi için bir toplumsal irade olduğu ortada. Kimse bu hakikatten kaçamaz.

Bu durumu yok sayanlar ve kulak arkası edenler, kendilerini iktidar rant çıkarları için ülkeyi uçuruma sürüklemeyi göze alanlar, bu deklarasyonumuzu sığ ve ciddiyetsiz biçimde ele alanlar da bilmeli ki, ortaya koyduğumuz tutum belgesini görmezden gelerek sorumluluğunu değerlendirmeyen kimse bundan sonra Türkiye’nin geleceğinde söz sahibi olamayacaktır. Dönem Türkiye’de sorunları köklü biçimde çözme dönemidir.

Çözümsüzlük ve kaos planları Türkiye’ye zarar veriyor, fakat çözümsüzlük politikalarının sahipleri de er ya da geç bu politikaların kurbanı olacaktır. AKP-MHP iktidarının her gün biraz daha toplumdan kopması, Türkiye’de güç kaybetmesi, artık toplumsal karşılığının kalmaması da bunun kanıtıdır. Çözümsüzlüğe esir olanlar artık bu alışkanlıklarından, bu yaklaşımdan vazgeçmek zorundadır.

“Çözüm kararlılığımızdan vazgeçmeyeceğiz”

Deklarasyonumuza karşı gösterilen bazı tutumlardan gördük ki, bizim çözümüz gücümüz ve dengeleri etkileyen pozisyonumuzdan rahatsız olan; hala kaos ve çatışmada geleceğini görenler var. Buradan bu siyaseti yürütenlere de söyleyeceğimiz var. Yürüttüğünüz bu çözümsüzlük politikası her gün biraz daha sizleri çözmeye, toplumdan uzaklaştırmaya ve çökertmeye devam ediyor.

Bu da deklarasyonumuzun aslında ne kadar etkili olduğunun, ne kadar yerinde çözüm önerileri getirdiğinin de göstergesidir. Ne yaparlarsa yapsınlar, bugün halen çözümsüzlükten, çatışmadan, saldırıdan, tekçilik ve baskıdan medet umanlar bilsin ki, Türkiye’yi aydınlık bir geleceğe taşıma hedefinden vazgeçmeyeceğiz. Çözüm kararlılığımızdan vazgeçmeyeceğimizi buradan bir kez daha söylüyoruz.

“Eleştirileri çok kıymetli buluyoruz”

Nasıl ki 5-6 yıldır bütün saldırı politikalarınıza karşı ayakta durduysak, pozisyonumuzu ve çözüm olma irademizi gösterdiysek, önümüzdeki günlerde de çözüme ulaşmak için her türlü mücadeleyi vermeye devam edeceğiz. Biz bir çerçeve metin koyduk ortaya tutum belgemizle beraber. Bununla ana rotalarımızı, ilkelerimizi toplumla paylaşıp tarif ettik. Tabii ki bu politikalar güncelde de çokça üzerine tartışılıp genişletilebilir. Pratiğimizle deklarasyonumuzun ruhunu önümüzdeki günlerde büyüteceğiz ve bu çerçevede eksik kalan kısımları da tamamlayacağız. Bu konuda yapılan tavsiye ve dostane eleştirileri, farklı kesimler tarafından yapılan eklemeleri de çok kıymetli buluyoruz.

Bunları önümüzdeki günlerde mücadelemizi güçlendirecek eleştiriler ve dostane tavsiyeler olarak görüyoruz. Bir kez daha ifade etmek istiyoruz ki bu tutumumuzu Türkiye’nin bir tartışma ve yol haritasına ihtiyacı olduğunu görerek ortaya koyduk. Bundan sonra herkesin üzerine düşen sorumlulukla hareket etmesi gerektiğini, bütün toplumun bu konuda üzerine düşen rolü yerine getirmesi gerektiğini söylüyoruz. İnanıyoruz ki, önümüzdeki günlerde bütün bu saldırıların karşısında kadınların ortak mücadelesiyle, Türkiye’de yok sayılanların, demokrasi ve özgürlük isteyenlerin ortak mücadelesiyle aydınlık bir geleceği kuracağız.”

Paylaşın

HDP’li Sancar: AK Parti Ömrünü Uzatma Planı Yapıyor

AK Partinin yarı başkanlık için muhalefetle görüştüğü iddiaları üzerinden “Bu ömrü uzatmaya mı yönelik yoksa kaybetme endişesiyle yapılan bir planlama mıdır?” sorusuna HDP’li Sancar; “Evet, çok net söyleyeyim. Şuanda AKP’nin tek başına da olsa MHP ile birlikte de olsa yaptığı her hamlenin altında bu hesap yatıyor. Yani ömrünü uzatma. Ya tam kazanma, eğer olmuyorsa en azından tam kaybetmeme hesabı yapıyor, bu açık” dedi.

Halk TV’deki Suat Toktaş ile Liderler Özel programına katılan HDP Eş Genel Başkanı Prof. Dr. Mithat Sancar, gündeme dair önemli değerlendirmelerde bulundu.

HDP’nin seçimlerdeki tavrının ne olacağını aktaran Sancar, “Bizim Cumhur İttifakı’nda yer almamız söz konusu değildir. Bir ittifak söz konusu olacaksa, bu bizim kendi ittifakımızdır. Bunun dışında bir arayışımız yoktur” dedi.

Suat Toktaş’ın AK Partinin yarı başkanlık için muhalefetle görüştüğü iddialarını hatırlatarak “Bu ömrü uzatmaya mı yönelik yoksa kaybetme endişesiyle yapılan bir planlama mıdır?” sorusuna Sancar, şu şekilde cevap verdi;

“Evet, çok net söyleyeyim. Şuanda AKP’nin tek başına da olsa MHP ile birlikte de olsa yaptığı her hamlenin altında bu hesap yatıyor. Yani ömrünü uzatma. Ya tam kazanma, eğer olmuyorsa en azından tam kaybetmeme hesabı yapıyor, bu açık. Yeni bir mesel de değil bu yarı başkanlık konusu. Bizim dışımızda muhalefetin bazı partilerinin yoklandığına dair bizim bilgimiz var. Benim bildiğim yeni de değil. Bir yıl önce de muhalefeti yokladılar. ‘Acaba sistemi yarı başkanlık gibi bir sisteme çeksek muhalefet nasıl karşılar?’ gibi yoklamalarda yaptılar.

“Başbakansız bir yarı başkanlık sistemi”

Dolayısıyla bir çalışmaları olduğu da biliniyor. Bu aslında AKP çevrelerinin zaman zaman kendilerinin sızdırdığı, zaman zaman da başka kanallardan sızan bir bilgi. Yani bir anayasa taslağı üzerinde çalışıyorlar. Burada da üzerinde çalıştıkları sistemin tam yarı başkanlık olmadığı da anlaşılıyor. Yarı başkanlığın vazgeçilmez unsurlarından bir tanesi başbakanlığın olmasıdır. Önermeye hazırlandıkları sistem de başbakansız bir yarı başkanlık sistemi”

“Eğer aday çıkarmamız gerekecekse”

”HDP aday çıkaracak mı?” sorusuna da yanıt veren Sancar, ”Bu sorunu en son sorulması gerek soru. Biz cumhurbaşkanlığının isimler üzerinde konuşulmaması gerektiğini söylüyoruz. Kişiler değil, ilkeler ve yöntemler. Aday çıkarmamız gerekecekse şimdi yaptığımız gibi yaparız. Bizim adayımızın kim olacağını halk buluşmaları ile demokrasi güçleri ile konuşarak tartışarak belirleriz. Üç sayfa, üç aylık buluşmalar ve bir aylık komisyon tartışmaları üzerine çıktı. HDP’nin önemli özelliği farklı kesimleri bir araya getiriyoruz. Demokrasi ve tartışma bizi bir arada kalmamızı sağlıyor. Eğer aday çıkarmamız gerekecekse, takip edeceğiz” dedi.

”İlke ve yöntem üzerinde müzakere önerdik”

Sancar ayrıca ”Çok net bir ifade beklemeyin, biz cumhurbaşkanlığı seçiminde ortak aday fikrine açık olduğumuzu belirttik. Bunun içinde ilke ve yöntem üzerinde müzakere önerdik. Eğer bu ilke ve yöntemlerde ortaklaşamazsak bu olabilir ama bunu da ben şimdi söyleyemem” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

HDP’li Gergerlioğlu’ndan Diyanet’te Çok Sert Sözler

Bitlis’te bir camide asılı tabelanın fotoğrafını sosyal medya hesabından paylaşan HDP’li Gergerlioğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı’na “Ey Diyanet, Allah Kürtçe bilmiyor mu?” diye seslendi.

Haber Merkezi / Halkların Demokratik Partisi (HDP) Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu, sosyal medya hesabından Bitlis’te bir camide asılı tabelanın fotoğrafını paylaştı.

Diyanet İşleri Başkanlığı’na seslenen Gergerlioğlu, paylaşımında, “Ey Diyanet, Allah Kürtçe bilmiyor mu? Bitliste bir cami… Asılı bir tabela… Bitlis yüzde 90’ı Kürt şehridir. Diyanet, camilerde İngilizce, Almanca, Fransızca ve Rusçaya rahatlıkla izin veriyor. Ama Kürtçe tabela asmak ya da Kürtçe hutbe vermek, Kürtçe ibadetini yapmak yasak oluyor” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

HDP, ‘Demokrasi Tutum Belgesi’ni Açıkladı: Güçlü Demokrasi

Halkların Demokratik Partisi (HDP), 2023’te düzenlenecek cumhurbaşkanlığı ile milletvekili seçimleri öncesi ve sonrasına dönük tavır ve ilkelerin yer aldığı ‘Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu’nu açıkladı. 11 maddelik belgede, güçlü demokrasi vurgusu yapılırken, “Türkiye’nin çözmesi gereken en köklü sorunun Kürt sorunu olduğu” savunuldu.

Haber Merkezi / HDP Eş Genel Başkanlar Pervin Buldan ve Mithat Sancar, tarafından kamuoyuyla paylaşılan 11 maddelik ‘Adalete, Demokrasiye, Barışa Çağrı Deklarasyonu’nu şu şekilde:

1. Güçlü demokrasi: Türkiye’nin temel ihtiyacının katılım, müzakere ve demokratik uzlaşı esasına dayalı, evrensel temel hak ve özgürlüklerin en geniş şekilde sağlandığı güçlü demokrasi olduğuna inanıyoruz. Bu çerçevede geniş yetkilere sahip çoğulcu bir parlamentonun bulunduğu, kuvvetler ayrılığının tam anlamıyla işlediği, denge ve denetleme mekanizmalarının gerçekten etkili olduğu bir demokratik parlamenter sistem öngörüyoruz.

Güçlü demokrasi, aynı zamanda yerinden ve yerelden yönetim anlayışını gerektirir. Bu nedenle kuvvetler ayrılığının yerele doğru genişletildiği, yerel yönetimlere yetki ve kaynak devrinin güvence altına alındığı, yerel katılım mekanizmalarının işlediği güçlü bir yerel demokrasi olmadan güçlü demokrasiyi inşa etmek mümkün değildir.

2. Tarafsız ve bağımsız yargı: Yargı kurumu Yürütme’nin vesayeti altındadır. Yargı eliyle siyaseti ve toplumu dizayn eden, yargıyı muhalefeti tasfiye etme aracı olarak kullanan anlayış, adaleti her anlamda yerle bir etmiştir. Bu nedenle tüm siyasi davaların ve mahkumiyetlerin sonuçlarıyla birlikte ortadan kaldırılmasını, adaletin ve toplumsal barışın tesisi açısından bir gereklilik olarak görüyoruz. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi (AKPM), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Avrupa İşkenceyi Önleme ve İzleme Komitesi (CPT) olmak üzere tüm uluslararası kurumların hak ihlalleri, hukuk dışı cezaevleri koşulları, tecrit vb. ile ilgili kararlarına ve tavsiyelerine uyulmasını adaletsizliklerin tamiri açısından önemli bir ihtiyaç olarak değerlendiriyoruz.

3. Kayyım rejimi değil halk iradesi: Belediyelerden üniversitelere ve sivil toplum kuruluşlarına kadar uzanan, seçme-seçilme hakkını yok sayan, halk iradesine ve seçim adaletine ipotek koyan ve bir yönetim biçimi haline gelen kayyımlar rejimi anlayışına son verecek yasal düzenlemeler, bu rejimin yarattığı tahribatların giderilmesi ve kayyım mağdurlarının tüm haklarının iadesi için acildir.

4. Kürt sorununda demokratik çözüm: Türkiye’nin çözmesi gereken en köklü sorunu Kürt sorunudur. HDP, demokratik çözüm ve barış konusunda üzerine düşen her şeyi yapmaya, Türkiye’deki bütün toplumsal kesimlerin sorunlarını ve kaygılarını dikkate alan yapıcı bir rol üstlenmeye hazırdır. Cumhuriyetin demokratikleşmesi ile doğrudan bağlantılı ve iç içe geçmiş olan bu sorunun çözümü için muhataplarla diyalog kurulması, inkâr ve bastırma siyaseti yerine demokratik ve barışçı bir çözüm için adım atılması gereklidir. Meclis, diyalog ve çözüm zeminini kurarak, demokratik müzakere yöntemleriyle tüm toplum için geleceğin kazanılmasına önayak ve odak olmalıdır. Bu çerçevede, başta anadili hakkı olmak üzere tüm evrensel kimlik haklarının tanınması için gerekli düzenlemelerin yapılması büyük önem taşımaktadır.

Savaş politikaları, silah ve çatışma yöntemleri yerine, diyalog ve müzakere seçeneklerinin kendini tarihsel olarak dayattığı ve güncel olduğu aşikârdır. Bunun için Türkiye halklarının tümünün yararını ve geleceğini düşünerek herkes özveride ve fedakârlıkta bulunarak adım atmalıdır. Sorunlarımızı şiddet aracılığıyla değil; konuşarak, müzakere ederek, diyalog yoluyla çözmek temel düsturumuzdur.

5. Barışçı dış politika: Yurtta, bölgede ve dünyada barıştan yana, uzun vadeli işbirliğine yönelik stratejiler yeni dönemin dış politika anlayışının temelidir. Komşularımız başta olmak üzere diğer ülkelerle savaş ve çatışmaya, askeri güç gösterisine dayalı, maceracı politikalardan uzaklaşmak, güçlü ve ilkeli diplomasiye, diyaloga ve her alanda iyi ilişkilere dayalı barışçıl politikalar yürütmek, hepimizin yararınadır.

6. Kadına özgürlük ve eşitlik: Kadınların eşit ve özgür yaşam haklarının her tür güvenceye kavuşturulması ve temsilde eşitliği sağlamak için eşbaşkanlık uygulamasının yaygınlaşması ve yerleşmesi vazgeçilmez adımlardır. Aynı zamanda kadınlara yönelik sistematik erkek şiddetiyle ve kadın cinayetleriyle mücadele edilmesi zorunluluktur. İstanbul Sözleşmesi’nin yeniden geçerli hale getirilmesi ve uygulanması, toplumsal cinsiyet eşitliği önündeki siyasal, idari, ekonomik ve kültürel tüm engellerin kaldırılması ilk acil adımlar arasındadır.

7. Ekonomide adalet: Ekonomik krizin yarattığı güvencesizliğe ve geleceksizliğe son verecek politikalar esastır. İstihdamın artırılması ve adil gelir dağılımı hedefi ile, işsizlik ve yoksulluğu ortadan kaldıracak bir ‘Hakça Dağıtım Programı’ en büyük toplumsal ihtiyaçtır. Bütçe kaynaklarının; saraylar, savaşlar, yandaşlar için değil, halkın ekonomik güvencesi için seferber edilmesi ilk adımlardır. Halkın; elektrik, doğalgaz, su, internet gibi temel ihtiyaçları ‘Sosyal Haklar Programı’ kapsamında ihtiyaç sınırına kadar ücretsiz sağlanması; Emeklilikte Yaşa Takılanların (EYT), Kredi Yurtlar Kurumu (KYK) mağduru gençlerin, ataması yapılmayan öğretmenlerin sorunlarının çözülmesi acil ihtiyaçtır. Emeklilerin yaşam koşullarının iyileştirilmesi, çiftçilerin yanlış politikalar sonucu oluşan borçlarının silinmesi, pandemi döneminde mağduriyetleri olağanüstü artan esnafın desteklenmesi ilk yapılması gerekenler arasındadır. Kadın yoksulluğuna son verecek ve kadınların ekonomik yaşamda daha etkin olmasını sağlayacak politikalar şarttır. Emekçilerin sendikal örgütlenme, toplu sözleşme ve grev haklarının evrensel ölçütlerde güvence altına alınması vazgeçilmez olandır.

8. Kamu yönetiminde liyakat: Kamu yönetimi, iktidar blokunun tekelinde kadrolaşmanın alanı olmamalıdır. Kanun Hükmünde Kararnameler’le yaratılan hak gasplarının giderilmesi, kamuda işe alımda ve atamalarda her tür ayırımcılığa son verilmesi ve sadece liyakatın esas alınması gereklidir.

9. Doğaya saygı: İklim krizine karşı acil durum ilanı, çılgınca doğa ve çevre tahribatına yol açan, rant uğruna ormanları, tarım alanlarını, akarsuları tahrip eden ve ekolojik dengeyi bozan tüm projelerin, başta Kanalİstanbul olmak üzere, durdurulması gereklidir. Başta enerji, ulaşım, kentleşme ve tarım olmak üzere tüm politikalarda doğa hakları odaklı yaklaşım acil zorunluluktur. Her canlının sağlıklı bir ekosistem içinde yaşam hakkının etkin yasalarla koruma altına alınması; orman yangınları, sel gibi ağır ekolojik tahribatın önüne geçmek için elzemdir.

10. Gençler için özgür yaşam: Gençlerin yaşam tercihlerine saygı duyan bir yaklaşımla, kendilerini serbestçe ifade edebilmeleri ve özgürce yaşayabilmeleri için başta eğitim ve kültür olmak üzere ekonomik, toplumsal ve siyasal alanlarda bütün engellerin kaldırılması, eğitim sistemindeki çarpıklıkların giderilmesi özgür ve güvenceli yaşamın gereğidir. Gençlerin ekonomik olarak desteklenmeleri, her alanda daha fazla yönetime katılmaları, yaratıcı ve ilerletici fikirlerin toplumda daha belirleyici hale gelmesine yol açacaktır.

11. Demokratik anayasa: Sivil, özgürlükçü, yeni bir anayasa, gerçek anlamda bir toplumsal sözleşme Türkiye’de yeni bir başlangıcın ve demokratikleşmenin tacı olacaktır. Bu anayasa; farklı kültürlere, kimliklere, inançlara, anadillerine ve yaşam tarzlarına saygıya dayalı eşit yurttaşlığı esas almalıdır. Anayasanın hazırlanma süreci, her kesimi kapsayan, demokratik katılım ve toplumsal müzakereye dayalı bir yöntemle yürütülmelidir.

Paylaşın