HDP, AYM’ye Ön Savunmasını Sundu

Halkların Demokratik Partisi (HDP), hakkında açılan kapatma davasına ilişkin hazırladığı ön savunma dosyasını Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) sundu. Savunma dosyası bir ek klasör ve 173 sayfadan oluşmakta.

Haber Merkezi / HDP’nin AYM’ye verdiği savunma dosyası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin’e gönderilecek. Başsavcının bir ay içinde esas hakkındaki görüşünü sunması gerekiyor. Bu görüş de HDP’ye gönderilecek. Daha sonra Anayasa Mahkemesince belirlenecek tarihlerde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Şahin sözlü açıklama, HDP yetkilileri de sözlü savunma yapacak. Bütün sürecin ardından davaya ilişkin bilgi, belgeleri toplayacak raportör, esas hakkındaki raporunu hazırlayacak.

15 kişiden oluşan AYM heyeti karara bağlayacak

Bu işlemler sürerken gerek Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı gerekse davalı HDP, ek delil veya yazılı ek savunma verebilecek. Raporun, Yüksek Mahkeme üyelerine dağıtılmasının ardından Başkan Zühtü Arslan, toplantı için gün belirleyecek, üyeler belirlenen günde bir araya gelerek kapatma istemini esastan görüşmeye başlayacak. HDP hakkındaki kapatma davasını, 15 kişiden oluşan Anayasa Mahkemesi heyeti karara bağlayacak.

Savunma sunulmasından sonra açıklama yapan HDP Hukuk ve İnsan Haklarından Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, “AYM’nin verdiği süre içerisinde bugün ön savunmamızı sunduk. Yargılama süreci devam ediyor, daha öncelikli olarak değinilmesi gereken konuları işledik. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı savunmamıza karşı mütalaa verecek, biz de buna karşı esas hakkındaki savunmamızı vereceğiz. Daha önce AYM’ye sunulan ilk iddianameyi reddetme durumu vardı. Bu da bizim için önemli bir itiraz gerekçesiydi. Yarın saat 11:00’de Genel Merkezimizde açıklama yapacağız ve savunmanın başlıklarını sizlerle paylaşacağız. Bu aşamada bu bilgilendirmeyi sizlerle paylaşmış olayım” dedi.

“Kaç sayfalık bir savunma verdiniz ve bir de usule ilişkin itirazlarınız vardı, biraz açar mısınız?” şeklinde gelen soruyu yanıtlayan Dede şöyle devam etti:

“173 sayfalık bir savunma oldu. Ön savunma niteliğinde bir savunma yaptık, ekinde belgerimizi de sunduk. Savunma süreci devam ediyor, aslında bizim de AYM’den taleplerimiz olmuştu. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Türkiye yargı tarihine kara bir leke olarak geçecek şekilde iddianameyi hazırlarken gösterdiği özensizliği iddianame ekinde, dile getirdiği iddiaları kanıtlamak adına sunduğu delillerde de göstermişti. Bize gönderilmesi gereken bir kısım belgeler gönderilmemiş, bir kısım belgeler ise eksik gönderilmişti.

“Verilen süre içerisinde, dosyanın şu anki haliyle savunmamızı hazırladık ve sunduk”

Bu haliyle hakkımızın kısıtlanacağını söyledik ve partimiz hakkındaki iddiaları destekleyen varsa kanıtların, ki biz olmadığını düşünüyoruz, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından mahkemeye, mahkeme tarafından da bize iletilmesini talep etmiştik. Taleplerimizden biri de süre uzatmaya dairdi. Çünkü bir çöp yığını halindeki 70 klasör ve 8 flash bellekteki belgeleri ayıklamak ve incelemek için bile uzun bir zaman gerekiyordu.

AYM bu talebimizi haklı bularak ek süre verdi. Bir de 451 arkadaşımız hakkında siyaset yasağı talep ediliyordu. Bu arkadaşlarımızın savunma hakkı olduğu için kendilerine de tebligat yapılmasını istemiştik, bu da kabul edildi ve tebliğler yapılmaya başlandı. Diğer haklı taleplerimizi, iddiaların dayanağının olmamasına ilişkin eleştirilerimizi ve bunların tamamlanmasına ilişkin taleplerimizi ise AYM reddetmişti. Verilen süre içerisinde, dosyanın şu anki haliyle savunmamızı hazırladık ve sunduk.”

Paylaşın

Demirtaş: Erdoğan İktidarı Gün Sayıyor

“4 Kasım 2016 siyasi tasfiye operasyonu başta halkımızın ve zindanlardaki arkadaşların direnişleri, kararlı duruşları sayesinde önce boşa çıkarılmış, sonra da tersine çevrilmiştir” diyen Demirtaş, “Erdoğan iktidarı gün sayıyor. Gerisi, yeniyi inşa etmekle sorumlu demokrasi güçlerinin yeteneğine, cesaretine ve ferasetine kalmıştır” ifadelerini kullandı.

Ekonomideki durumu da değerlendiren Demirtaş, “Gelin görün ki, bu kez kazın ayağı öyle değil. Ekonomi çöktü ve yoksullaşan kitleler AKP-MHP iktidarını sorgulamaya, ondan kopmaya başladı. Artık değil bizi, tüm Meclisi de içeri atsalar bile tarihi bir seçim yenilgisinden kurtulamayacaklar” dedi.

HDP’nin tutuklu Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Evrensel’den Şerif Karataşa konuştu.

AİHM kararına rağmen hâlâ cezaevinde tutulan Demirtaş avukatları aracılığıyla sorularımızı yanıtladı, “Halkın desteği ve dışarıdaki arkadaşlarımızın özverili çalışmalarıyla HDP’yi büyüttük. Tasfiye etmek istedikleri parti, şimdi AKP-MHP iktidarını tasfiye etme noktasına geldi” ifadelerini kullandı.

Yargıya da taşınan siyasi cinayet iddialarına değinen Demirtaş, “Böylesi kritik geçiş dönemlerinde her türlü provokasyon yaşanabilir. Provokasyonun nereden, kimden, ne zaman, ne amaçla yapılacağını bilemezsiniz, adı üstünde provokasyon. Ancak halkın olası provokasyonlara karşı dikkatli, tedbirli ve duyarlı olmasını sağlamak, siyasi öncülerin görevidir tabii. Provokasyonlara karşı halkı önceden uyarmak ve provokasyonlar hayata geçirilince de serin kanlı bir şekilde süreci yönetmek gerekir. Bunu yaparken halkın cesaretini, umudunu ve direniş isteğini kırmamaya özen göstermek gerekir” dedi.

“Öncelikle tüm Evrensel okurlarına ve emekçilerine içten selamlarımı iletmek istiyorum” diyen Selahattin Demirtaş, üzerinden 5 yıl geçen 4 Kasım’ın hangi saiklerle yapıldığına dair sorumuza şu ifadelerle yanıt verdi:

“Belirttiğiniz gibi, 4 Kasım 2016 siyasi darbe operasyonlarının üzerinden beş yıl geçti. Bu süre zarfında Türkiye, Ortadoğu ve dünya genelinde çok ciddi siyasal, ekonomik ve sosyal değişimler, gelişmeler yaşandı. Gelişmeler her alanda o kadar hızlı ki, bizim dışarıda bıraktığımız dünya ile bugünkü dünya aynı değil artık. Her şey ama her şey hızla değişiyor, dönüşüyor. Sömürü ve yoksullaşma küresel düzeyde katmerleşirken bir avuç zenginin serveti 7 milyar insanın toplam servetini katbekat aşabiliyor. Elon Musk denilen adam, yerkürenin ilk dolar trilyoneri olmak üzere. Yani sadece bu adamın serveti, Türkiye Cumhuriyeti’nin 2022 bütçesinin neredeyse 10 katı. Bir iddiaya göre, Binali Yıldırım’ın sadece Hollanda’daki serveti 26 milyar dolarmış. Buradan yola çıkarak bir tahmin yürütürsek bir avuç AKP yöneticisi ile beşli çete denilen şirketlerin serveti de toplamda 10 Türkiye’ye bedeldir. Peki bu AKP’li siyasetçiler, devletten aldıkları maaşlarla mı edindiler o servetlerini? Elbette hayır. Nasıl edindiklerini az çok biliyoruz. Elon Musk, Jeff Bezos, Mark Zuckerberg gibi küresel zenginlerin hem ticaretten hem de spekülatif para operasyonlarından servetlerine servet kattıkları açık. Peki, bizim “yerli ve milli” zenginlerimiz parayı nereden buldular? İşte bu sorunun yanıtı, bize yapılan operasyonun gerçek nedenidir.”

“On tane Türkiye kadar para, resmen çalınmış durumda”

Demirtaş devamında konuyu biraz daha açarak, “AKP yönetici eliti tarihimizde hiç olmadığı kadar yolsuzluğa ve rüşvete bulaştı. Eskiden devleti yönetenler devletten azıcık çalarlardı. Ama AKP döneminde devlet komple çalındı, geriye azıcık bırakıldı. Bu amaçla o kadar ağır ve ciddi suçlar işlendi ki, bir gün tüm gerçekler ortaya saçıldığında, ki mutlaka saçılacak, insanlar gördüklerine ve duyduklarına inanamayacak, şoke olacaklar. AKP’ye iyi niyetle oy vermiş olan seçmenler bu kadar büyük suçların ve günahların, bilmeden de olsa ortağı olmaktan hicap duyacaklar. Çünkü öyle böyle bir hırsızlıktan söz etmiyorum, on tane Türkiye kadar para, resmen çalınmış durumda” ifadelerini kullandı.

İktidara yönelik eleştirilerini sürdüren Demirtaş, “Tabii ki ülkeyi yönetenlerin tek ağır suçları bu da değil. Özellikle Suriye’de yaşa dışı şekilde desteklenen çeteler, içeride kurulan gizli paramiliter yapılar, seçim kazanmak için Diyarbakır’da, Suruç’ta, Ankara’da patlatılan bombalar, hendekler ve barikatlar gerekçesiyle uygulanan abartılı şiddet, yakılan ve yıkılan şehirler, diri diri ateşe verilen insanlar ve bir de ‘sırrı’ henüz çözülememiş 15 Temmuz darbe girişimi. Dahasını da sayabiliriz ama bunlar bile iktidarın bulaştığı suçların vahametini göstermesi bakımından kan dondurucudur” diye konuştu.

Demirtaş devamla şunları ifade etti:

“İşte tüm bu gerçeklerin ortaya çıkmasını ve hesap gününün gelmesini engellemek için AKP ve Recep Tayyip Erdoğan’ın hem iktidarda kalması hem de tüm gücü elinde toplaması gerekiyordu. Fakat gelin görün ki, önünde bir engel vardı, HDP. 7 Haziran 2015 seçimlerinde bu durum en net şekilde ortaya çıkmıştı. O halde AKP ve Erdoğan açısından ne yapıp edip o engelin ortadan kaldırılması gerekiyordu. Ancak kamuoyunun HDP’ye yönelik desteği ve sempatisi nedeniyle bir türlü operasyon çekemiyorlardı. Aradıkları operasyonun fırsatını 15 Temmuz darbe girişimi AKP ve Erdoğan’a, Allah’ın bir lütfu olarak sundu. Darbe girişiminin yol açtığı korku ve kaos ortamını planlarını hayata geçirmek için kullanan Erdoğan, önce OHAL ilan edip tüm yetkileri kendisinde topladı. Ardından kanun hükmünde kararnamelerle kurduğu düzeni kalıcı hale getirmenin adımlarını attı. Yine de yeterli değildi, Erdoğan kendisini halen tam olarak güvende hissetmiyordu. Tam o dönemde, ortağı Devlet Bahçeli ile yeni bir plan üzerinde gizli bir anlaşma yaparak tek adam rejimini anayasal değişiklikle resmileştirmeye karar verdiler. Bu gizli ve kirli anlaşmanın hayata geçirilmesi için referandumda yüzde 50 evet oyuna ihtiyaç duyuyorlardı. Bunun önündeki en büyük engel de yine HDP’ydi.”

“2023 seçimleri geliyor ve yine içeride olmamız için her türlü hukuksuzluğu, ahlaksızlığı göze alıyorlar”

Bahçeli’nin Erdoğan’dan esas talebinin içeride ve dışarıda Kürt karşıtı politikaları hayata geçirmesi olduğunu anlatan Demirtaş, “Erdoğan da 7 Haziran yenilgisini kendisine tattırmış olan HDP’yi tasfiye etmeye seve seve hazırdı zaten. Böylece ikisinin çıkarları uyuştu ve tek adamlığı alarak Bahçeli’nin kontrolüne girme pahasına iktidarını sürdürmek, Erdoğan’ın tek kurtuluş umudu haline geldi. İşte 4 Kasım 2016 tarihinde gece yarısı evlerimizden kaçırılmamıza böyle karar verildi. Bizi hapse atar atmaz da Bahçeli’nin anayasa değişikliği teklifi uygulandı ve nisan 2017’de tek adam sistemi referandumu, bizler içerideyken hileyle, hurdayla, şaibeyle kabul edilmiş gibi yapıldı. Ardından da 2018 seçimleri geldi. Seçimi kazanabilmek için yine bizi içeride tutmak zorunda hissettiler. Şimdi 2023 seçimleri geliyor ve yine içeride olmamız için her türlü hukuksuzluğu, ahlaksızlığı göze alıyorlar” dedi.

“Her türlü kirli hesaplarını ve sinsi planlarını her seferinde bozan güç HDP’dir”

Ekonomideki durumu da değerlendiren Demirtaş, “Gelin görün ki, bu kez kazın ayağı öyle değil. Ekonomi çöktü ve yoksullaşan kitleler AKP-MHP iktidarını sorgulamaya, ondan kopmaya başladı. Artık değil bizi, tüm Meclisi de içeri atsalar bile tarihi bir seçim yenilgisinden kurtulamayacaklar. Çünkü bizler içeride teslim olmadık, geri adım atmadık, direndik. Özgürlüğümüz pahasına meydan okuduk. Halkın desteği ve dışarıdaki arkadaşlarımızın özverili çalışmalarıyla HDP’yi büyüttük. Tasfiye etmek istedikleri parti, şimdi AKP-MHP iktidarını tasfiye etme noktasına geldi. HDP dağılmış olsaydı ortada muhalefet diye bir şey kalmazdı. Erdoğan da ömrü boyunca saltanat sürerdi. İşte Erdoğan ile Bahçeli’nin HDP’ye yönelik bitmeyen kini ve öfkesinin nedeni budur. Her türlü kirli hesaplarını ve sinsi planlarını her seferinde bozan güç HDP’dir” diye konuştu.

“4 Kasım 2016 siyasi tasfiye operasyonu başta halkımızın ve zindanlardaki arkadaşların direnişleri, kararlı duruşları sayesinde önce boşa çıkarılmış, sonra da tersine çevrilmiştir” diyen Demirtaş, “Erdoğan ve şürekasının yaşadığı şey tam bir çöküştür. Bizler daha şimdiden direnişin ve onurlu duruşun sembolü haline gelmişken Erdoğan tarihe otoriter, zalim bir şahıs olarak geçmeyi garantilemiştir. Bizi yirmi yıl daha içeride tutsalar bile bu durum değişmeyecektir. Durum netleşmiş, artık bitmiştir. Erdoğan iktidarı gün sayıyor. Gerisi, yeniyi inşa etmekle sorumlu demokrasi güçlerinin yeteneğine, cesaretine ve ferasetine kalmıştır” ifadelerini kullandı.

“Bir de gidin HDP’lilere sorun, kendilerini tarihsel açıdan kaybetmiş görüyorlar mı hiç?”

Geçtiğimiz günlerde “Erdoğan dağıldı ve 2015’ten sonra bir daha da toparlayamadı” şeklinde bir demeci olduğunu ancak Gazeteci Kübra Par’ın kendisinin yanıldığını, Erdoğan’ın o tarihten bu yana girdiği her seçimi kazandığını yazdığını hatırlatan Demirtaş şu ifadeleri kullandı:

“Böyle düşünenlere şunu hatırlatmak isterim; Erdoğan siyasete hangi davanın adamı olarak girmişti, şimdi nereye savruldu? Bir düşünün bakalım, Erdoğan’ın neleri kaybettiğini, hangi değerlere kaybettirdiğini ve nasıl darmadağın olduğunu daha iyi anlarsınız. Meselenin tarihini ıskalayıp bir iki seçime bakarak kazananı veya kaybedeni belirlemeye kalkmak yüzeysel olur. Erdoğan, siyasal İslam’ın bu coğrafyadaki yüzyıllık birikimini, kazanımını ve hayallerini tabiri caize şehrin çöplüğüne attı. Kendileri açısından yüzyılın en büyük tahribatını ve kaybını yaşıyorlar. Bir de gidin HDP’lilere sorun, kendilerini tarihsel açıdan kaybetmiş görüyorlar mı hiç?”

“O sandık er geç gelecek ve halk gereğini yapacak”

Yargıya da taşınan siyasi cinayet iddiaları hakkında da değerlendirmelerde bulunan Demirtaş şu değerlendirmede bulundu:

“Böylesi kritik geçiş dönemlerinde her türlü provokasyon yaşanabilir. Provokasyonun nereden, kimden, ne zaman, ne amaçla yapılacağını bilemezsiniz, adı üstünde provokasyon. Ancak halkın olası provokasyonlara karşı dikkatli, tedbirli ve duyarlı olmasını sağlamak, siyasi öncülerin görevidir tabii. Provokasyonlara karşı halkı önceden uyarmak ve provokasyonlar hayata geçirilince de serin kanlı bir şekilde süreci yönetmek gerekir. Bunu yaparken halkın cesaretini, umudunu ve direniş isteğini kırmamaya özen göstermek gerekir. Bizi içeride, kimilerini dışarıda öldürmeyi göze alsalar bile halkın yürüyüşünün durdurulamayacağını, bu iktidarın halkın gücü ve iradesiyle alaşağı edileceğini herkesin bilmesi ve kararlı olması gerekir. Kimse halkın iradesi karşısında bir gün bile duramaz. O sandık er geç gelecek ve halk gereğini yapacak. Nokta.”

Paylaşın

TİP’ten HDP’ye Ziyaret: Seçim İttifakının Çerçevesi Netleşmeli

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, TİP Merkez Komite Üyesi Doğan Ergün, TİP Sözcüsü Sera Kadıgil’den oluşan heyet Halkların Demokratik Partisi’ni (HDP) ziyaret etti. TİP heyeti, HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, Eş Genel Başkan Yardımcısı Tuncer Bakırhan ve HDP Van Milletvekili Muazzez Orhan’dan oluşan heyet ile görüştü. 

Haber Merkezi / Görüşmede konuşan TİP Genel Başkanı Erkan Baş, HDP’nin yayınladığı tutum belgesi ve deklarasyonu önemsediklerini belirterek, deklarasyonu TİP olarak kendi aralarında değerlendirdiklerini söyledi.

Bu deklarasyonun herkes gibi kendilerine de sorumluluk yüklediğini belirten Erkan Baş, “3’üncü yol mu deriz, 3’üncü ittifak mı deriz, başka bir isimle mi isimlendiririz ama bu mesele artık hayati derecede ihtiyaç haline gelmiştir, bu sorumluluk bizim omuzlarımızdadır” dedi.

“Seçim İttifakının Çerçevesi Netleşmeli”

Oluşacak ittifakın seçim ittifakıyla sınırlandırılmaması gerektiğini belirten ve “Türkiye’nin ezilenlerinin bir araya geldiği mücadele birlikteliğinin” kurulmasını öneren Erkan Baş, 3’üncü ittifakın genişlemeye açık olması gerektiğini söyledi. TİP Genel Başkanı Erkan Baş, olası bir seçim ittifakının da çerçevesinin şimdiden netleştirilmesi gerektiğini belirtti.

TİP’in çizdiği çerçeveyi, HDP deklarasyonuna yönelik tutumunu çok kıymetli bulduklarını belirten HDP Eş Genel Başkanı Sancar ise “Bir yöntem ve model oluşturma konusunda hemfikiriz. Biz mümkün olabilecek en geniş mazlumlar, mağdurlar, ezilenler ittifakından yanayız” dedi.

İttifakın ilkeler üzerinden şekillenmesi gerektiğini belirten Sancar, bu ittifakta mevcut gidişattan, Türkiye’nin yönetilme biçiminden rahatsız olan herkesin ve her kesimin yer alması gerektiğini söyledi.

“Türkiye’nin demokratik geleceğini inşa etme…”

Seçim süreciyle ilgili de değerlendirmelerde bulunan HDP Eş Genel Başkanı Sancar, 3’üncü ittifakın etrafında bir araya gelebilecek 10 milyonluk seçmen kitlesinin Türkiye’nin demokratik geleceğini inşa etme konusunda belirleyici bir rol oynayacağını belirtti.

Mithat Sancar, “Önümüzde önemli imkanlar var, saha ve şartlar bana göre her zamankinden daha olgun bu çalışmayı yürütmek için. Başka partilerden ve çevrelerden gelecek öneri ve değerlendirmeleri dikkate alarak ittifak stratejisi adım adım somutlaştıracağız” diye konuştu.

HDP adına uzun süredir sivil toplum örgütleri ve siyasi partilerle görüşen Tuncer Bakırhan ise daha önce de benzer çalışmalar yürüttüklerini ancak ilk kez bu düzeyde bir ilgi ile karşılaştıklarını ifade etti.

Paylaşın

HDP, Savunmasını Hazırladı: AYM’ye Teslim Edilecek

Halkların Demokratik Partisi (HDP), Anayasa Mahkemesinin (AYM) kapatma davasına dair ilk savunmasını tamamladı. Savunma, 5 veya 8 Kasım’da teslim edilecek. HDP’nin AYM’ye savunmayı vermesinin ardından dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin’e gönderilecek.

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının, HDP hakkında açtığı kapatma davasını 21 Haziran’da kabul eden AYM’nin ilk savunma için 7 Eylül’e kadar verdiği süre partinin talebi üzerine iki ay uzatıldı. HDP’ye verilen süre 6 Kasım’da sona eriyor.

Evrensel’in haberine göre, HDP Hukuk ve İnsan Haklarından Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede başkanlığında oluşturulan ve 11 kişinin yer aldığı komisyon tarafından hazırlanan savunma tamamlandı. Savunma, 5 Kasım veya 8 Kasım’da AYM’ye teslim edilecek.

HDP’nin AYM’ye savunmayı vermesinin ardından dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Bekir Şahin’e gönderilecek. Başsavcının bir ay içinde esas hakkındaki görüşünü sunması gerekiyor. Savcılık tarafından sunulacak mütalaanın ardından HDP’ye esas savunmasını hazırlamak için bir ay süre verilecek.

Komisyon dışında akademisyenlerden ve alanında uzman avukatlardan alınan öneriler ve desteklerle hazırlanan ön savunma dilekçesinde HDP’nin öncelikle partilerine yönelik iktidar vesayeti altındaki yargı eliyle yürütülen operasyonlara ve partinin Türkiye demokrasisindeki yeri ve önemine dikkat çekeceği belirtildi.

Paylaşın

HDP’li Sancar: İktidar ‘Çöktürme Planı’nda Israr Ettikçe Kendisi Çöküyor

Kobani Davası’na ilişkin değerlendirmede bulunan HDP Eş Genel Başkanı Sancar, “Bu iktidar Çöktürme Planı’nda ısrar ettikçe kendisi çöküyor. Çözülüyor, çözüldükçe toplumu da yozlaştırmak istiyor. Bütün bunlara karşı birlikte mücadelenin önemini dile getirmeye devam edeceğiz. 4 Kasım demokrasinin kırıntılarını yok etme faşizmi inşa etme sürecidir. Başaramadılar, başaramayacaklar” dedi.

Haber Merkezi / TÜİK’in açıkladığı enflasyon rakamlarına da değinen Sancar, “Bu tablo iktidarın, bir avuç sermayaye, yandaşa rant aktarma politikasındadır. Savaşla halkın yoksulluğu arasında kopmaz bir ilişki vardır. Bir avuç sermayedarlar zengin olur, halka düşense evlatlarını kurban vermek yetmiyor ekmeklerinden olmaktır” ifadelerini kullandı.

Partisinin ‘üçüncü yol’ hedefini aktaran Sancar, “Üçüncü yol; demokratik cumhuriyeti inşa etmek, Cumhuriyet’i demokrasiyle buluşturmak ve ayrılmaz bir hale getirmektir” dedi. Partisine yönelik eleştirilere de sert yanıt veren Sancar, “Söyleyecek sözü olmayanlar, iktidarın güvenli bölgesine sığınıyor. Bu gölgenin herhangi bir güven sağlayacak gücü kalmadı. İktidar, halkın desteğini bir bütün olarak kaydediyor” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Mithat Sancar, partisinin haftalık grup toplantısında değerlendirmelerde bulundu.

1 Kasım Dünya Kobani ile Dayanışma Günü ile sözlerine başlayan Sancar, “Sadece IŞİD’i engellemekle kalmadı. Birlikte, eşit özgür yaşamın tohumlarını ekti. ‘Düştü düşüyor’ diyenlere inat Kobani halkı hala ayaktadır. Birkaç yıl önceye kadar herkesin imkansız diye bakan kadın devrimini Kobani yaratan bir halkın devrimidir. Kobani Devrimi’ni selamlıyoruz. Savaş tezkereleriyle baltalamaya karşı eşit ve özgür yaşamda ısrar ediyoruz. Bundan vazgeçmeyeceğiz” dedi.

Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın tutuklanmasının yarın yıl dönümü olduğunu hatırlatan ve süreci ‘siyasi darbe’ olarak nitelendiren Sancar, açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı;

“4 Kasım bir siyasi darbeydi, siyasi rehin alma operasyonuydu. Bu hukuk dışı operasyonu halkın iradesine bir darbe olarak örgütlediler. 5 yılda 10 binden fazla siyasetçi tutuklandı. Bugün bu sabah önceki dönem Adıyaman Milletvekilimiz Behçet Yıldırım’ın evi basıldı, darmadağın edildi. Siyasi darbe operasyonu tüm hızıyla devam ediyor, HDP’nin direnişi de devam ediyor. O nedenle HDP ayaktadır, büyümektedir, güçlenmektedir.

HDP hakkında hukuktan, delilden yoksun Kobani Kumpas davası açıldı. Partimiz hakkında siyasi intikam amaçlı kapatma davası açtılar. Bu da yetmedi, saldırılarını cinayetlere dönüştürdüler. İzmir İl binasına yapılan saldırıda Deniz Poyraz yoldaşımız katledildi. Bütün bunlar yetmiyor her sabah bir ilimizde gözaltı haberi geliyor. Bunların hepsi iktidarı kesmiyor çünkü ne yaparsa yapsın HDP’ye diz çöktüremiyor, HDP’nin kararlı duruşunu durduramıyor. Davalar açıyor, olmuyor, baskılar yapıyor olmuyor. Olmuyor, olmuyor, olmayacak.

“4 Kasım demokrasinin kırıntılarını yok etme faşizmi inşa etme sürecidir”

Bu iktidar Çöktürme Planı’nda ısrar ettikçe kendisi çöküyor. Çözülüyor, çözüldükçe toplumu da yozlaştırmak istiyor. Bütün bunlara karşı birlikte mücadelenin önemini dile getirmeye devam edeceğiz. 4 Kasım demokrasinin kırıntılarını yok etme faşizmi inşa etme sürecidir. Başaramadılar, başaramayacaklar. Demokrasi, adalet ve barış mücadelesini durduramadılar. HDP’yi durduramadılar, diz çöktüremediler. Karşılarında duran HDP’yi gördükçe öfkelendiler, öfkelendikçe zayıfladılar. Ne yapacaklarını şaşırdılar. Ama biz ne yaptığımızı biliyoruz. Onun için en güçlü siyasi aktör konumuna geliyoruz.”

“İktidar ne kadar aciz ise HDP’ye iktidar diliyle saldıranlarda o kadar acizdir”

Partisine yönelik eleştirilere de yanıt veren Sancar, “HDP halkın içine, umut adresi olmaya, eşit ortak yaşam, demokratik gelecek ve özgürlük hedefine konumlanmıştır. Söyleyecek sözü anlatacak hikayesi kalmayanlar, eski düzenin yani bugünkü iktidarın güvenli gölgesine sığınıyorlar. Bu gölgenin güven sağlayacak gücü kalmamıştır. İktidarın gölgesi kurtarıcı olsaydı bu iktidarı kurtarırdı. Oysa iktidar her gün kaybediyor. Kim ki iktidara yaranmak amacıyla iktidarın sözlerine yanaşırsa iktidarın kaderini paylaşacaktır. Karanlık kuyuya düşeceklerdir. Çünkü çürüyeceklerdir, unutulacaktır. Halkın hafızası demokrasi, özgürlük, refah istiyor. İktidar ne kadar aciz ise HDP’ye iktidar diliyle saldıranlarda o kadar acizdir. Eğer yalan söyleyecekseniz bile karşıdakine güven vermeyi yaratarak yapın bunu. HDP şuradadır, buraya konumlanmıştır demek üretecek söz bulamamak, kendisine söylenen itirazları, eleştirileri hazmedememek demektir.” dedi.

Enflasyon rakamlarına tepki

Açıklanan enflasyon rakamlarına da değinen Sancar, halkın yoksullaşmasında ‘savaş politikasının’ önemli bir yer tuttuğunu belirterek, “Bu tablo iktidarın, bir avuç sermayeye, yandaşa rant aktarma politikasındadır. Savaşla halkın yoksulluğu arasında kopmaz bir ilişki vardır. Bir avuç sermayedarlar zengin olur, halka düşense evlatlarını kurban vermek yetmiyor ekmeklerinden olmaktır. Bu savaş politikalarının halka kan kusturduğunu görüyoruz, diz çökmeyeceğiz. Onurlu barış mücadelesinin önünde diz çökeceğiz elbette” ifadelerini kullandı.

Üçüncü yol

Partisinin ‘üçüncü yol’ hedefini de aktaran Sancar, konuya ilişkin, “Üçüncü yol; demokratik cumhuriyeti inşa etmek, Cumhuriyet’i demokrasiyle buluşturmak ve ayrılmaz bir hale getirmektir” dedi. “Üçüncü yol, ‘Biz bize benzeriz’ diyenlerin değil, ‘Biz bize saygı duyarız’ diyenlerin yoludur. Üçüncü yol; etnik kimliği, dili ve diniyle tek bir tip yaratmanın dışında özgürlükçü bir ülkeyi savunmaktır. Gelin ikinci yüzyıla giderken, üçüncü yolda buluşalım, demokratik cumhuriyeti inşa edelim. Cumhuriyet’i savunuyorsanız, demokrasi olmadan onu savunamazsınız.” dedi.

Paylaşın

Demirtaş, Erdoğan’ın ‘Kapıcısında Araba Var’ Sözlerini Ti’ye Aldı

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şu anda bakıyorsunuz her evde araba var, kapıcısında araba var. Şu anda 2. el araba yetişmiyor zaten” sözlerini ti’ye alarak tepki gösterdi.

Haber Merkezi / “Az kaldı, sizi bu aşırı zenginlikten kurtaracağız” diyen Demirtaş, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı;

“Diyarbakır’daki apartman görevlimiz, Almanya’dan Audi Q8 getirtmiş. Zaten bi tane de Mercedes makam aracı vardı, bu yenisini market alışverişlerinde kullanacakmış. İktidardakiler dışarıda ne yaşıyorsa artık. Neyse, az kaldı. Yakında sizi bu “aşırı zenginlikten” kurtaracağız.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta yaptığı konuşmasında, “Şu anda bakıyorsunuz her evde araba var, kapıcısında araba var. Şu anda 2. el araba yetişmiyor zaten. Böyle bir durum var. Bunları nasıl görmemezlikten geliyorsunuz? Bunu TV ekranlarından vatandaşa anlatır, kandırabilirsiniz. Ama bizi kandıramazsınız. Nerede ne satılıyor, bunları gayet iyi biliyoruz” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

HDP’li Meral Danış Beştaş: Zam, Zulme Dönüştü

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan HDP’li Beştaş, zamlara tepki göstererek, “amlar sonucunda vatandaş çamaşır, bulaşık makinesini, televizyonunu, ütüsünü, klimasını kullanabilecek mi? Kombiler bu sene yakılmayacak, insanlar battaniyelere sarılı vaziyette gece gündüzlerini geçirmeye çalışacak. Bu daha çok hastalık ve yoksulluk demektir. Zam, zulme dönüştü artık” dedi.

Haber Merkezi / HDP’li Beştaş, Kovid 19 salgınına ilişkin yaptığı değerlendirmede ise, “Günde 200-250 insanımız pandemide can veriyor, her gün neredeyse bir uçak düşüyor. Bu rakamlar karşısında iktidar pandemiyi yönetemiyor, gerekli tedbirleri alamıyor. 3’üncü aşı neden ertelendi, 12 yaş altı çocuklara neden aşı yapılmıyor? Sağlık Bakanın görevi sadece tablo açıklamak değildir. Halkın sağlığını temin etmek, gereken tedbirleri almaktır” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Beştaş’ın açıklamaları şöyle;

“Bugün 1 Kasım Dünya Kobanî Günü. Bugünü öncelikle kutlamak istiyorum. Farklı inanç ve halklardan, başka bir dünya mümkün diyenlerden örülü bir direniş tüm dünya halklarına hem ilham hem de umut oldu. Dünya Kobanî Günü tüm halklara kutlu olsun. IŞİD çetelerine karşı insanlık değerlerini yükseltenlere saygı ve sevgilerimi gönderiyorum. Bu uğurda hayatını kaybedenleri minnetle anıyorum.

Biden ile Erdoğan görüşmesi uzun zamandır gündemdeydi. Biliyorsunuz Erdoğan en son New York’a gittiğinde Destici ile görüşmüştü, burada görüşemiyordu herhalde. Büyük lobilerle ve harcanan paralarla sonunda Biden ile görüşme gerçekleşti. Bir saatlik görüşme için ne kadar çaba ve efor sarf edildiğini hepimiz biliyoruz. Ancak bir saatlik görüşmeyle yapısal sorunlar çözülemez. Her şey güllük gülistan denilerek Türkiye yurttaşlarının aldatılmasına izin vermeyeceğiz.

“Türkiye’de hukuka dönülmesi lazım”

Ortada anlaşmazlık konularının olduğu, Türkiye’deki demokrasi çıtasının eleştirisi konusu olduğu bir kez daha görüldü. S-400 ile Kuzey ve Doğu Suriye konusunda tabii ki bir anlaşma yok, kimse de bekleyemez bu politika devam ettikçe. Erdoğan ve küçük ortağı içeride yarattıkları krize karşı bu tür mizansenlerle durumlarını meşrulaştırma girişiminde bulunuyor. Bu kabul edilemez. Türkiye’de hukuka dönülmesi lazım, yeni bir hukuk düzeninin yaşama geçirilmesi gerekiyor. Çözüm ABD, Glasgow, New York ya da Moskova’da değil TBMM’dedir. Hukuk ve insan hakları sorunlarını, demokrasi sorunlarını çözecek merci siyasettir. AKP iktidarına bu çağrıyı bir kez daha yapmak istiyoruz. Biden ile yapılan görüşmeyi süslü cümlelerle, eksik yanlış cümlelerle anlatmaktan ve halkı aldatmaktan vazgeçsinler.

Elektrik üreten santrallerin doğal tarifesine % 47 zam yapıldı. Ekim ayında da % 15 zam yapılmıştı. Zam yapılmayan tek şey emekçilerin maaşlarıdır. Elektriğe en az % 15 zam gelecek. Çünkü bunlar birbirini tetikliyor. Doğalgaza yapılan zam, enflasyonu da tetikleyecektir. Merkez Bankası’nın enflasyon hedefi ile zam hedefi arasında açıkça bir uçurum vardır. Bu zamlar her yere yansıyacak zamlar olarak not edilmelidir. Emekçilere yapılan % 3-5 zam, büyük şaşalı toplantılarla lütuf olarak sunuluyor ama Erdoğan’ın maaşı 100 bin TL’nin üstüne çıktı. Bu, % 14 zam demektir. İşçiye, emekçiye ise 5,88 zam yapıldı. Onların adaletten anladığı budur.

“Zam artık zulme dönüştü” 

Bu zamlar sonucunda vatandaş çamaşır, bulaşık makinesini, televizyonunu, ütüsünü, klimasını kullanabilecek mi? Kombiler bu sene yakılmayacak, insanlar battaniyelere sarılı vaziyette gece gündüzlerini geçirmeye çalışacak. Bu daha çok hastalık ve yoksulluk demektir. Zam, zulme dönüştü artık. 1 Ocak 2021-31 Mart 2021 tarihleri arasında 90 milyon adet elektrik faturası ödenmediği için milyonlarca yurttaşın elektriği kesilmiş. Yaklaşık 1 milyon adet fatura evlere, 1.5 milyon adedi sanayi üretim tesislerine, 2 milyon adedi ticarethanelere, 2 milyon adedi ise sulama abonelerine ait. Diğer yandan EPDK’nin son verilerine göre doğalgaz kesintisi yapılan 1 milyon 279 bin. 840 binin kesinti sebebi faturaların zamanında ödenmemesi. Bu rakamlar son zamlarla artmaya devam edecek.

Meclis gündeminde 2 tane uluslararası anlaşma var. Bu anlaşmalar Genel Kurul gündemine gelir ve yurttaşın sonradan haberi olur. Karadağ ile yapılan anlaşmaya göre üreticinin rekabet gücünü düşürecek, vergiden muaf olacak şekilde canlı hayvan ve işlenmiş et ürünü ve buğday ithal edilecek. Üretici kan ağlarken bu destek niye üreticilere değil de Karadağlılara veriliyor? Bu ithalat anlaşması ile çiftçilere büyük bir darbe vuruluyor. Dışa bağımlı ekonomi devam ettiriliyor. Üretebileceğimiz ürünleri dışarıdan satın alıyoruz. Diğer anlaşma ise Katar ile. 2022 yılında Katar ile gerçekleşecek olan dünya kupası organizasyonu için destek kolluk gücü görevlendirecek. Türkiye’de destan yazan kolluk bakalım orada ne yapacak. Buradan gidecek kolluk gücüne iyi seyirler diliyoruz. Türkiye’de kadınların korunması ve şiddetin önlenmesi konusunda görevlerini kötüye kullandıklarını da burada not edelim.

“Yurttaşların sofrası küçülmeye devam edecek”

Meclis’in diğer bir gündemi İhracat Teşvik Kanunu. Şimdi de hormonlu ihracat rakamlarıyla büyümeyi hedefliyor iktidar. Yine gerçek veriler ve alt yapı yok. Türkiye büyüyor diyecekler, ihracat arttı diyecekler ama büyüyen yandaş sermaye olacak. Yurttaşların sofrasında ekmekleri küçülmeye devam edecek. Sandığa endeksli hayali ihracat canlandırılmaya çalışılıyor. Gelir dağılımı istihdam vb. sorunlar orta yerde dururken, emek sömürüsünü merkeze alan KİT’lerin tek tek satılmasını salık veren, piyasayı sermayeye payanda eden iktisadi anlayış Türkiye’de bir enkaz yaratmış durumda. Bağımsız kurumlara yapılan müdahaleleri her gün görüyoruz. Bu müdahalelerle TL’de bir yılda 35 oranında devalüasyon oldu. Enflasyon % 20’lere dayandı, işsizlik çift haneli rakamlarda seyrediyor. Bu iktidar artık kendi vatandaşlarından vazgeçti.

Türkiye’nin ihracatının milli gelire oranı % 28. Yunanistan’da bu rakam yüzde 35. Erdoğan’ın 2011’de açıkladığı ihracat hedefinin çok uzağında olduğumuzu da hatırlamakta fayda var. Bu kanun teklifiyle ihracatçı firmalar için İhracatı Geliştirme Fonu ile finansman oluşturulacak. İhracatçıya istedikleri krediyi verecekler. Erdoğan kendi maaşından da ihracatçılara fon desteği verebilir. Vatandaşın parası yerine büyük sarayını da ipotek edebilir. Neden vatandaşın cebinden veriyor? Her şeyi vatandaştan alıp yandaşlarını zenginleştiriyor.

Anketlerde yüzdeleri düşüyor, hayali ihracatla bunu yukarı çekmeye çalışıyorlar. Büyüme rakamları yükselsin sonrası Allah kerim diyorlar. İhracat büyüyecek diye vatandaşın sofrasındaki ekmek düşünülmüyor. Hep sermaye hep sermaye, akıllarına yoksul halk gelmiyor. Kimin parasını kime peşkeş çekiyorsunuz! AKP iktidarı müşteri garantili otoyol ve köprüler, hasta garantili şehir hastaneleri kurdu. Şimdi de kredi garantili yandaş şirketleri ihya edecekler. Genel Kurul’da muhalefetimizi sürdüreceğiz en güçlü şekilde.

“Her gün kadınlar katledilmeye devam ediyor”

Her gün kadınlar katledilmeye devam ediyor. Kadınlar öldürülürken hiçbir farklılık gözetilmiyor; yaşı, eğitimi, ekonomik durumu… Kadın olmaları öldürülmeleri için yeterli. Devletin almadığı önlemler ve cezasızlık politikası ise cinayetlerin devamına katkı sağlıyor. En son Şebnem Şirin katledildi. İstanbul Sözleşmesini uygularken yargı ve kolluğun eli titriyordu. Şimdi Erdoğan sözleşmeden çekildiği için elleri rahat cezasızlık politikasını en üst düzeylere yükletiyorlar. Cellatlara sesleniyorum: Kesinlikle tükenmiyoruz, daha çok bileniyoruz. Mücadeleyi diri tutup cinayetleri durdurana kadar mücadeleye devam edeceğiz.

Günde 200-250 insanımız pandemide can veriyor, her gün neredeyse bir uçak düşüyor. Bu rakamlar karşısında iktidar pandemiyi yönetemiyor, gerekli tedbirleri alamıyor. 3’üncü aşı neden ertelendi, 12 yaş altı çocuklara neden aşı yapılmıyor? Sağlık Bakanın görevi sadece tablo açıklamak değildir. Halkın sağlığını temin etmek, gereken tedbirleri almaktır.

Eğitim Sen’in hazırladığı son raporda 32 il, 127 ilçe ve 24 köyde COVID salgını nedeniyle 798 sınıfın kapandığı belirtiliyor. Okullarda yaşanan vakalar ve kapanan sınıf bilgilerinin paylaşılmaması için eğitimciler uyarılıyor. İyi de bunlar açıklanmazsa, tedbir alınamaz. Milyonlarca veli endişeyle çocuklarını okula gönderiyor. Pandemi iktidarın gündeminden çıktı ama bizim gündemimizde olmaya devam edecek. SES ve Ankara Tabip Odası’nın çalışmasına göre 2021 sağlık bütçesinin % 19’u 13 şehir hastanesine ayrılmış durumda.

Sağlıksız bir bütçe ile bir müteahhit bütçesi ile karşı karşıyayız. 2021-2024’e kadar şehir hastanelerine ayrılan kira bedeliyle 39 şehir hastanesinin yapılması mümkün. SMA’lı hastaların aileleri her gün yardım kampanyası yapıyorlar. Ailelerin istedikleri para bunun yanında çok küçük bir rakam olarak kalıyor. Ama sosyal devlet orada yok. Şehir hastaneleri Sağlık Bakanlığının bütçesini kendisine çeken ama hizmeti azaltan bir sistem olarak orta yerde duruyor.

“Hastaneler yurttaşları yaşatmalı, sermayeyi değil”

Kamu Özel İşbirliği modeli ile yapılan şehir hastanelerine 3 milyar 43 milyon TL kira bedeli ödendiği ortaya çıktı. Bununla 3 hastane yapılabilir. Şehir hastaneleri iktidarın inşaat politikalarının bir başka versiyonu, bir hortumlama alanı olarak orta yerde duruyor. Yaşam ve sağlık hakkının bu şekilde ipotek altına alınması sosyal devlet ilkesiyle hiçbir şekilde bağdaşmıyor. Hastaneler insanı, yurttaşı yaşatmak üzerine inşa edilir, sermayeyi ve yandaşı yaşatmak için değil.

Paylaşın

HDP’li Oluç’tan ‘Cumhurbaşkanı Adayı’ açıklaması

HDP’li Saruhan Oluç, Cumhurbaşkanı seçiminde partisinin izleyeceği yol üzerinde yaptığı değerlendirmede, “Cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 gerekiyor. Biz isimden önce seçilecek kişinin yapması gerekenlerin neler olduğunu tartışmak istiyoruz. İlkeler diye sıraladığımız, esas itibarıyla yeni bir başlangıcın ilkeleridir. Bu 11 maddeyi onun için  yazdık. Yani bunun üzerinden bir müzakere yürütülecek” ifadelerini kullandı.

‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ve ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ tartışmalarına da değinen HDP’li Oluç, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin demokratik olmadığını hep söylüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Bunun değişmesi de öyle bir günde olacak bir şey değil. Dolayısıyla bunun için de bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Güçlü demokrasinin inşa edilmesine ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasına ihtiyaç var. O yüzden elbette siyasette kişiler önemlidir fakat Türkiye her şeyi kişiler üzerinden tarif etmeye çok meraklı, çok hevesli. Fakat olması gereken diğeridir. Yani ilkelerde anlaşma yapılması” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Politikyol’dan Mahmut Aydın’a gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamalar şöyle;

-CHP’nin Suriye-Irak tezkeresine hayır oyu vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok önemli bir tutum olduğunu düşünüyorum. Şu nedenle; bu mesele iktidarın oyuncağı haline gelmiş durumda, özellikle Suriye-Irak. Libya da var tabii. Bu tezkereler sayesinde iktidar iç politikada kendi durumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor ve bunları kullanıyor. Bu seferki üstelik 2 senelik bir tezkereydi. Her sene bir kere uzatılır. İki sene olması üstelik de 2023 Haziran’ında genel seçim olacaksa, onun bile ötesine geçen bir tezkere. Dolayısıyla yeni oluşacak meclisin de ipotek altına alınması anlamına geliyor. Ve niye iki sene? Bunun cevabı yok ortada. Genel kurulda da sorduk cevap veremediler.

Büyük ihtimalle gelecek ekim ayında artık Türkiye tamamen seçim ortamına gireceği için kendi milletvekillerini bile bu konuda toparlayamayacaklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla böyle bir yola başvurdular. Bu bile şunu gösteriyor bize: Bu tezkere aslında tamamen bir seçim aracı olarak kullanılan bir şey. İkincisi, konuşmalarımızda da söyledik; bir komşumuzda iç savaş var 11 yıldır sürüyor ve iktidar bu iç savaşa sürekli benzin döküyor.

“Dış politika açısından da çok önemli”

Oyun kurucu değil, oyun bozucu oluyor ve Suriye rejiminin ortaya çıkmasını sağlayacak , diyalog ve müzakere kanallarını açacak, bu iç savaşın diyalog ve görüşmeler yoluyla, barışla sonuçlanmasını sağlayacak adımlar atmak yerine, orada vekalet savaşları sürdürüyor. Özgür Suriye Ordusu adı altında ya da El Nusra’dan HTŞ’ye kadar El Kaide türevi ne kadar yapı varsa onlarla ilişki kurarak, kendi bekasını sağlamak için manipülasyon yapıyor sürekli. Bütün bu açılardan baktığımızda; yani bu durumu CHP’nin de görmüş olması ve buna ilişkin tutum almış olması iç politika açısından da çok önemli, dış politika açısından da çok önemli.

Yani Türkiye Ortadoğu’da sürekli ateşe benzin döken bir iktidarla nereye kadar gidebilir? Bütün dış politikası yanlış olan bir iktidarla. Sadece Ortadoğu’da değil, Irak-Suriye’de değil, Doğu Akdeniz’de de yanlış yaptılar. Mısır’la ilişkilerde yanlış yaptılar. Ege’de yanlış yapıyorlar. ABD ve Rusya ile ilişkilerde yanlış yapıyorlar. Pinpon topu diplomasisi diyorum ben. Ana muhalefet partisi tarafından buna dur denmiş olması değerli bir adımdır. En azından toplumun aydınlatılması bakımımdan. Tezkere, yine çoğunluğa sahip oldukları için AKP ve MHP oylarıyla geçti. Ama toplumun önemli bir kesiminin aydınlatılması ve bu oyunun iktidarın kendi bekasını sürdürmek için planlandığının açığa çıkması açısından ben çok önemli bir adım olduğunu doğrusu düşünüyorum.

– 10 ülke büyükelçisi Osman Kavala için AİHM Kararının uygulanmasını isteyen bir bildiri yayınladı. Cumhurbaşkanı bu elçilerin istenmeyen kişi ilan edileceğini açıkladı. Sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu aslında dış politika açısından baktığımızda büyük bir skandal aslında. Bir ülkenin cumhurbaşkanı akıl dışı bir söz kullanıyor ve 10 ülkenin büyükelçisini istenmeyen kişi ilan etmeye kalkışıyor. Yani savaş durumunda bile çok zor atılacak bir adım. “Öfke baldan tatlıdır” sözü var. Bunlar da öfkelenerek dış politika yapacaklarını zannediyorlar. Zaten Türkiye’de dış politikanın çökmüş olmasının nedeni budur. Birinci dereceden sorumlu Recep Tayyip Erdoğan’dır, AKP Genel Başkanı. İkinci dereceden sorumlu da Mevlüt Çavuşoğlu’dur.

Dış politikada, diplomasi arka plana itildi. Bütün dış politika kabadayılık, höt söt, askeri operasyonlar, askeri güç gösterme operasyonları… Böyle bir şey olur mu? Dış politika dediğiniz; güçlü diplomasi, güçlü diyalog, müzakere yoksa niye var? Erdoğan’ın uluslararası alanda herhangi bir inandırıcılığı kalmış mıdır? Kalmamıştır doğal olarak. Büyükelçi meselesi de öyle bir skandal yani. Siz bakmayın o söylenenlere. Büyükelçilerin daha sonra açıkladıkları 41. Maddeye uyuyoruz dedikleri şey… Zaten uyduklarını söylüyorlar. Zaten buna uyarak çalışmamızı sürdürüyoruz diyorlar. Orada çeviri oyunu yaparak sanki büyükelçiler geri adım attı… Halbuki öyle değil. Aslında kuyuya düşmüş olan iktidara ip attılar gel seni çıkartalım buradan diye.

Yani iktidarın zafer çığlıkları ‘geri adım attırdık’ falan onların hepsi hikaye. Bütün dünya gerçeği gördü. İp attılar kuyudan alıp çıkardılar o iktidarı. Neyin karşılığında bunu yaptıklarını bilmiyoruz, onu göreceğiz önümüzdeki günlerde. Son nokta şu; büyükelçileri eleştirebilirsiniz bir şey demiyorum ama mesele büyükelçiler meselesi değil. AİHM’e Türkiye üyedir ve AİHM’in kararlarına uyacağının garantisini vermiştir. Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Türkiye tarafıdır. 46. Maddesine göre de AİHM kararları üye olanlar açısından bağlayıcıdır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yükümlülüğüdür bu kararları yerine getirmek. AİHM kararları böyle kararlardır. Doğrudan doğruya şikayet eden kişi AİHM’e giden kişi, kişisel başvurusunu devlet aleyhine yapar, devlete dava açar ‘ihlal ettiler benim hakkımı’ diye. Ve karar verildiği zaman da onun muhatabı devlettir.

Şimdi dolayısıyla AİHM Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarını verdi. Bunun uygulanmasını sağlaması gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve yürütmesidir esas itibarıyla. Elçiler de bunu hatırlatıyorlar. Elçiler aslında yapmaları gerekeni yapıyorlar. Hadi diyelim ki bunu Türkiye’de Ankara’da yapmasalar da Strazburg’da ya da Brüksel’de yapsalardı aynı şey yine. Yani bunun arasında bir fark yok. Hatırlatıyorlar bunu. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi yılda 4 kere toplanıyor ve “Bu kararlar uygulansın” diye uyarı yaptılar. Şimdi tekrar toplanacaklar Kasım sonunda. Orada artık bir yaptırıma dönüşüp dönüşmeyeceği konuşulacak. Durum bu… İktidar ne anlatıyor kime anlatıyor? Yani AİHM kararlarını uygulaması gereken, Demirtaş’ı, Kavala’yı serbest bırakması gereken bu iktidardır. Yani kimseye söyleyecek en ufak bir lafları yoktur.

Hukuksuzluk yapıyorlar, uluslararası anlaşmayı imzalamış uymuyorlar. Anayasanın 90. Maddesini açıkça çiğniyorlar ve anayasa suçu işliyorlar. 90.madde ‘uluslararası anlaşmalar yerel hukukla çelişki haline düştüğü anda geçerli olan uluslararası anlaşmalardır amir hüküm budur’ der. Her gün 90. Maddesini de çiğniyorlar. Böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. Onun için büyükelçiler meselesinden bir zafer çıkarmaya çalışmaları kesinlikle doğru olmayan bir şeydir. Bütün dünya gördü, biliyor. Tekrar söyleyeyim; kuyuya düştüler öfkeli çıkış yüzünden. İp attılar, Amerika ip attı onlara o ipe sarılıp kuyudan çıktılar durum budur. Maalesef Türkiye’yi bu iktidar bu hale düşürmüştür.

-Türkiye’nin OECD’nin “gri listesine” alındı. Neden bu listeye alındı Türkiye?

Bu, adım adım iktidarın Türkiye’yi getirdiği bir durumdur. Çünkü, bu FATF, OECD’nin bir kuruluşu. Türkiye’nin de tanıdığı ve BM’de de bağı olan bir kuruluş.  BM kararlarının da aynı zamanda uygulanmasını denetleyen bir kurum. O kadar göstere göstere geldi ki bu. Türkiye 2019’da FATF’ye sözler verdi. Kara para aklanması ve terörizmin finansmanı ile ilgili. 2019’da ‘ben şunları yapacağım’ diye madde madde sıraladı söz verdi. Çünkü uzun zamandır uyarı alıyorlardı. O söylediklerinin hiçbirini yapmadılar. Sonra geçtiğimiz yıl sonunda alelacele bir gün Hazine ve Maliye Bakanı meclise geldi bir kanun teklifiyle. ‘Bu FATF’nin istediği kanun teklifi’ diye getirdiler önümüze. Ve ‘30 Aralık 2020’den önce bunu çıkarmamız lazım’ diye getirdiler.

Biz o zaman baktık kanun teklifine; FATF uluslararası bir kuruluş tabii ki. BM kararlarının uygulanabilmesi için bir kanun teklifinin hazırlanması makul. Çıkarılması gerekir, geç kalınmış bir şey. Korkuyorlardı ‘gri listeye alınırız’ diye. Bu ne demek? Yabancı yatırım gelmemeye başlıyor. Biz o zaman dedik ki ‘getirdiğiniz bu kanun teklifi bu talepleri tam olarak karşılamıyor yeterli değil.’ İkincisi, bunlar çok yaratıcı ve cin fikirli ya… İçine Türkiye’deki STK’lara kayyum atayabilmek için ve onların çalışmalarını engelleyebilmek için bazı maddeler koydular. Sanki Türkiye’deki STK’lar, dernekler falan bir terör finansmanı yapıyormuş gibi maddeler koydular. Biz dedik ki ‘bu FATF’nin istediği kanunla bu maddelerin alakası yok’ itiraz ettik dinlemediler bizi.

“Türkiye’yi bu duruma bu iktidar getirmiştir”

Sonra şubat ayında FATF kanun teklifi çıktı kanunlaştı. FATF bir rapor gönderdi 9 sayfalık. Diyor ki ‘Siz bunu yaptınız ama işte burada bazı konular eksik kalmış, ihtiyaç olan bazı konular eksik kalmış. Bir de üstelik STK’lar hiç bizimle alakası olmayan bir konu…’ FATF’nin ilgilendiği konu şu: BM hangi örgütleri terör listesine aldıysa onların finansmanı ile ilgili bu işler yapılıyor ve diyor ki ‘STK’larla yaptığınız iş aslında bizim talep ettiğimiz bir şey değil yanlıştır.’ Ayrıca Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri bir mektup yazdı bu konuda . Sonunda adım adım gri listeye alınma noktasına geldiler. Bu iktidar getirmiştir Türkiye’yi bu duruma.

Bunun başka bir yerle alakası yoktur. Sonuçta şimdi ne oldu? Gri listedeyiz. Esas önemli olan şu FATF Başkanı bu gri liste kararını açıklarken Türkiye’nin listeye alınması konusunda bazı cümleler kuruyor. Diyor ki ‘siz IŞİD ve El Kaide’nin finansmanı ile ilgili bunu engellemek için gerekli adımları atmıyorsunuz.’ Aslında diplomatik bir dille ifade edilmiş diyor ki ‘siz IŞİD ve EL Kaide’nin finansmanını önlemiyorsunuz, buna göz yumuyorsunuz, yol veriyorsunuz…’ Bu kadar ağır bir suçlama ile Türkiye’yi gri listeye aldılar. Bunun sebebi iktidardır. Başka bir sebebi yok bunun ve Türkiye’yi bu hale getirdiler.

İşte biz Suriye-Irak tezkeresine ‘hayır’ derken bütün bunları da anlatarak hayır dedik. O tezkereler Türkiye’yi bu hale getirdi. O tezkereler, Türkiye’nin bütün oradaki El Kaide türevi ve artığı ne kadar örgüt varsa, El Nusra’dan HTŞ’ye kadar oradaki bütün örgütlerin insan hakları ihlalleri, savaş suçları gibi uluslararası alanda yargılama konusu olacak adımlarına niye destek veriyorsunuz diye soranlara, bu iktidarın vereceği hiç  bir cevap yok esas itibarıyla. Sorun buradan kaynaklanıyor.

-3. Yol adıyla yeni bir ittifak çıkışı yaptınız. Partiniz Anadolu’da çeşitli yerlerde görüşmelere başladı. Çalışmalar hangi aşamada? TİP ve TKP gibi sol partilerle görüşmeleriniz var mı?

Biz biliyorsunuz bir deklarasyon yayınladık geçtiğimiz ayın 27’sinde. Orada birçok şeyi anlattık. Parlamento seçimleriyle ilgili bizim herhangi bir kurulu ittifak arasında bir arayışımız olmadığını söyledik. Ama bizim uzun zamandır ‘demokrasi ittifakı’ adı altında bir çalışmamız olduğunu orada da ifade ettik ve bu demokrasi ittifakının gerçekleşmesi için de her türlü adımı atacağımızı söyledik. Bu şu anlama geliyor; var olan ittifaklar dışında bir parlamento seçimlerini hedefleyen bir ittifaktan söz ediyoruz. Ve bunu da sadece seçimlerle ilgili düşünmüyoruz yani çok önceden söylediğimiz bir konu.

Hem seçimlere kadar giden süreçte demokrasi mücadelesi açısından bunu önemsiyoruz hem de seçimlerden sonra bir iktidar değişikliği gündeme geldiğinde, yeni bir başlangıç yapılacaksa o zaman yeni başlangıcın yapılabilmesini sağlamak. Atılacak adımları denetlemek, teşvik etmek konularında güçlü bir demokrasi ittifakının çok önemli oluğunu düşünüyoruz. Türkiye’de seçimler oldu bitti her şey geçti diye bir durum yok. Çok önemli, seçimlerden sonra yaşanacak bir süreç karşımızda duruyor olacak.

Dolayısıyla bu demokrasi ittifakı uzun vadeli bir durumdur ve esas itibarıyla bizim 11 maddede sıraladığımız, deklarasyonumuzda sıraladığımız konuları da kapsayan bir mücadele ortaklığıdır. Onun çalışmaları sürüyor. Geçtiğimiz haftalarda ziyaretleri yaptık. Partilerle görüşmeleri yaptık, sürdürüyoruz. Belli bir aşamada kamu oyu ile paylaşılacaktır. Dediğim gibi, yani bu sadece seçimlerle ilgili bir konu değil. Daha geniş bir çerçevede ele aldığımız bir konudur esas itibarıyla.

Çünkü başka türlü Türkiye’de demokratik değişim ve dönüşüm yaşanacaksa, demokrasiyi hedefleyenler; bunun için mücadele edenlerin de ortaklığı sağlaması, hem seçim öncesi hem seçim sonrası çok önemlidir diye düşünüyoruz. Bu çerçevede hem parlamento dışı siyasi partiler, parlamento içi siyasi partiler, STK’lar, dernekler yani demokratik kitle örgütleri çok geniş bir yelpazeden meseleye bakıyoruz. Yurttaş girişimleri de var sadece bir kaç siyasi parti ile sınırlı değil.

-Cumhurbaşkanı adayınız var mı adı belirlediniz mi?

Hayır hayır… 27 Eylül’deki deklarasyonda zaten bunu söyledik. Cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 gerekiyor. Biz isimden önce seçilecek kişinin yapması gerekenlerin neler olduğunu tartışmak istiyoruz. İlkeler diye sıraladığımız, esas itibarıyla yeni bir başlangıcın ilkeleridir. Bu 11 maddeyi onun için  yazdık. Yani bunun üzerinden bir müzakere yürütülecek.

-O zaman başka bir ittifaktaki bir aday sizin taleplerinizi ve demokratik ilkeleri karşılayacak ilkeler ortaya koyarsa o zaman destek çıkabilirsiniz?

Elbette ki bunların hepsi mümkün. Biz zaten dedik: Siyasi aktörlerle bu ilkeleri; bizim kendi ilkelerimiz diye ilan ettiğimiz ilkeleri, müzakere etmek istiyoruz. Yani bizim ilkelerimiz değişmezdir anlamında değil elbet. Burada eksikler varsa tamamlanması, yanlışlar varsa düzeltilmesi… Müzakere böyle bir şeydir zaten. Dolayısıyla biz siyasi aktörlerle bunu müzakere edeceğiz ‘ama yeni bir başlangıç için yapılması gereken işler bunlardır bizim şu aşamada gördüğümüz’ dedik.

-Türkiye ilk kez liderler bazlı değil ilkeler bazlı seçime mi gidecek?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin demokratik olmadığını hep söylüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Bunun değişmesi de öyle bir günde olacak bir şey değil. Dolayısıyla bunun için de bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Güçlü demokrasinin inşa edilmesine ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasına ihtiyaç var. O yüzden elbette siyasette kişiler önemlidir fakat Türkiye her şeyi kişiler üzerinden tarif etmeye çok meraklı, çok hevesli. Fakat olması gereken diğeridir. Yani ilkelerde anlaşmak yapılması. Gerekenlerde anlaşmak ve bunun tabii değişime de açık olması…

Hani kapanmış bitmiş bir şey anlamında söylemiyorum bunu, o anlamda bunu önemsiyoruz doğrusu. Başka türlü bu geçiş süreci sağlıklı bir şekilde atlatılamaz. O zaman zihniyette bir farklılık yaratmış olmazsınız. Yani tek adam rejimi olmasın diyoruz o tek adam kötü bu tek adam iyi olmaz. Biz sistemin demokratik olmadığını ve değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Mesele kişilerle ilgili değildir. O yüzden de biz şu aşamada isim tartışmayı kesinlikle doğru bulmuyoruz ayrıca biliyorsunuz bu tür şeylerde ilk önce ortaya atılan isimler en çok yıpranan isimlerdir muhalefetin de bu konuda dikkatli olması gerektiğini hep söylüyoruz.

-AKP kanadından yeni bir Kürt açılımı bekliyor musunuz? Özellikle iktidar tarafından böyle bir görüşme talebi gelirse hazır mısınız, bunun işaretini alıyor musunuz?

Bunun bir işareti yok öyle bir ihtimal de doğrusu biz görmüyoruz. Siz AKP kanadı diyorsunuz ama iktidarda Cumhur ittifakı var. Bu kanat iyi bu kanat kötü anlamında söylemiyorum  bir ittifak var. O ittifak iktidarı sürdürüyor ve iktidarın attığı adımlar var. Siz, bir taraftan demokratik siyaset alanında HDP’yi kapatmak yoluyla tasfiye etmeye çalışacaksınız, HDP’nin 450’den fazla çeşitli düzeylerde seçilmiş milletvekili, belediye eş başkanı, parti yöneticisi, parti meclisi ve MYK üyelerini siyasi yasaklı hale getirmeye çalışacaksınız, yani tam bir tasfiye operasyonu… Aslında demokratik siyaset alanına silmeye çalışacaksınız, iktidar yapıyor bunu. Kim açtı kapatma davasını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı. Kim direktif verdi, iktidarın bir ortağı, öbürü de sustu.

Şimdi bir taraftan bunu yapacaksınız, bir taraftan 6-8 Ekim Kobani davasını 6 sene sonra açacaksınız ve 6 senedir sokaklarda gezen, dolaşan, işinde gücünde olan insanları, 6 sene sonra tutuklu olarak yargılamaya başlayacaksınız. 6 senedir madem suçlulardı niye sokaklarda  dolaşıyorlardı? Onların da hepsini 37-38’er kere ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırmak isteyeceksiniz. Bütün bunları yapan bir iktidar var karşımızda. Üstelik de o iktidarın en tepesindeki yürütmenin başı da ‘Kürt sorunu yoktur’ diyecek. Onun için bu soru bizim için çok gerçekçi değil. Herhangi bir analizimiz de böyle bir ihtimal görmüyoruz doğrusu.

Biz ama Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü çok önemsiyoruz. Bu çözümün demokratik siyaset alanındaki sözcüsü, muhatabı olduğumuzu söylüyoruz. Demokratik çözümün gerçekleşmesinin yerinin Ankara ve meclis olduğunu, müzakere ve diyaloğun çok önemli olduğunu vurguluyoruz. Mecliste bu adımları hep birlikte atalım diyoruz. Bu konudaki tutumumuzu sürdüreceğiz. Dolayısıyla biz bir çözüm gücü, çözüm iradesi ve bunun peşinde ısrarla mücadele eden bir parti olma  durumumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz. Bütün tasfiye operasyonlarına rağmen bu konudaki kararlılığımızı sürdüreceğiz. Çözümü de Türkiye’de, Ankara’da ve Mecliste gerçekleştirmek için her türlü fedakarlığı da yapacağız bu konudaki kararlılığımızdan en ufak bir geri adım yoktur.

Paylaşın

HDP’li Günay: İktidarın Ezberini Bozduk

HDP Sözcüsü Günay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamada, “HDP olarak yürüttüğümüz doğru siyaset, iktidarın ezberini bozuyor, kurdukları oyunları bertaraf ediyor. Öfke nöbetlerine kapılıyorlar. Bu yüzden sabah akşam partimize saldırıyorlar” dedi.

Haber Merkezi / Günay, TBMM’de kabul edilen Irak ve Suriye tezkeresine ilişkinde, “26 Ekim’de Meclis Genel Kurulu’nda Suriye’de ve Irak’ta askeri operasyonların 2 yıl daha uzatılmasını öngören tezkere AKP-MHP çoğunluğunun oyları ve İYİ Parti’nin de desteğiyle ne yazık ki kabul edildi. Suriye-Irak Tezkeresi, AKP-MHP savaş koalisyonunun son tezkeresi olacak” ifadelerini kullandı.

HDP Sözcüsü Günay, tezkereye hayır diyen muhalefet partilerine ilişkin yaptığı değerlendirmede ise, “Türkiye İşçi Partili ile Saadet Partili vekillerinin yanı sıra Cumhuriyet Halk Partisi grubunun kendi öncelikleri ve hassasiyetleri çerçevesinde bu tezkereye hayır oyu kullanmalarını önemli, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından çok kıymetli buluyoruz. İtiraz edilen, karşı çıkılan sadece AKP’nin savaş politikaları değil, savaşla muhalefeti teslim alma anlayışıdır” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcü Ebru Günay, partisinin genel merkezinde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tezkere ve sonrasında yürüyen tartışmalara değinen Günay şunları söyledi:

“Bildiğiniz gibi yarın Cumhuriyetin 99’uncu kuruluş yıl dönümü. Ne yazık ki tekçi anlayış ve bu anlayış üzerinden şekillenen inkâr ve imha siyaseti Cumhuriyet için de büyük bir tehlike haline gelmiştir.

Halk iradesinin tanınmadığı, belediyelere, üniversitelere, kurumlara kayyım atandığı, halkın vekillerinin cezaevlerine doldurulduğu, muhalefetin zapturapt altına alındığı, gazetecilerin, aydınların şiddet ve zorla sindirilmeye çalışıldığı rejimin adı Cumhuriyet değil, faşizmdir.

“Demokratik bir Cumhuriyet kurmayı amaçlıyoruz”

Bugün, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri ucube sistem rejim değişikliğinin en somut göstergesidir. Biz HDP olarak bütün kimliklerin ve farklılıkların özgürce, bir arada, eşit ve ortak bir şekilde yaşadıkları demokratik bir Cumhuriyet kurmayı amaçlıyoruz.

Cumhuriyet demokratikleşmezse, 100’üncü yılında Cumhuriyet’ten geriye bir şey kalmaz. Bu tarihi tespiti ve uyarıyı ilgili bütün taraflara yaparak, geçmişte yaptıkları hatalardan ders çıkarmalarını umuyoruz. Ya Cumhuriyet demokratikleşecek ve güçlenerek varlığını sürdürecek ya da tekleşerek başka ucube ve faşizan sistemlere evrilecek. Cumhuriyeti yaşatmayı amaçlayan herkesin bugün yaşananlardan dersler çıkarmasını umut ediyoruz.

“Kobani zaferini selamlıyoruz”

Değerli arkadaşlar, iki gün sonra 1 Kasım Dünya Kobanî ile Dayanışma Günü ve 2 Kasım Dünya Rojava ile Dayanışma Günü’nü karşılayacağız. Kobanî başta olmak üzere Kuzey Doğu Suriye halklarının IŞİD barbarlığına karşı kazandığı zaferi bir kez daha selamlıyoruz.

IŞİD’e karşı kazanılan zafer sadece Kürt halkının, bölge halklarının zaferi değil, insanlığın bu barbarlığa karşı kazandığı bir zaferdir. IŞİD eliyle palazlandırılan bu saldırganlık ve barbarlık Kürtleri hedef alsa da esas olarak insanlık değerlerini, onurunu hedef aldı. İnsanlığın görüp görebileceği en vahşi yöntemleri 21’inci yüzyılda uyguladı.

Bu vesileyle IŞİD zihniyetini sürdürmeye yönelik yürütülen politikaları, IŞİD’e verilen açık desteği, bugün aynı şekilde yürütülen düşmanlığı da unutmuş değiliz. IŞİD dün başaramadı, onun yarım bıraktığı işi tamamlamaya heves edenler de başaramayacak. IŞİD ile hayal ortaklığı kuranların, düşünce birliği sağlayanların, eylem ittifakında olanların akıbeti de IŞİD’in akıbetinden farklı olmayacak.

IŞİD ile sınır ticareti Kürtlere düşmanlık

Tam da böylesi bir dönemde geçmişten hiç ders almayan AKP-MHP iktidarı Kuzey Doğu Suriye halklarını yeniden hedef almaya, Kürtlere karşı düşmanlık politikalarını derinleştirmeye başladı. Gün geçtikçe güç kaybeden, toplumsal desteğini yitiren iktidar yeni savaş oyunlarıyla ömrünü uzatmaya çalışıyor. Yıllarca IŞİD ile sınır komşuluğu yapmaktan bir kez bile rahatsız olmayan, hatta IŞİD ile sınır ticareti yapan, kapıları açan, TIR’lar dolusu silah gönderen iktidar Kürtler söz konusu olunca her gün tehditlerde bulunuyor.

Bu tezkere iktidarın son tezkeresi olacak

26 Ekim’de Meclis Genel Kurulu’nda Suriye’de ve Irak’ta askeri operasyonların 2 yıl daha uzatılmasını öngören tezkere AKP-MHP çoğunluğunun oyları ve İYİ Parti’nin de desteğiyle ne yazık ki kabul edildi. Suriye-Irak Tezkeresi, AKP-MHP savaş koalisyonunun son tezkeresi olacak. Bu tezkereye evet oyu verenler kendilerini siyasi ve hukuki açıdan büyük bir sorumluluk altına sokarken, 83 milyonluk Türkiye’yi de daha büyük tehlikelerle ve travmalarla karşı karşıya bırakacak.

Geçen yıl kabul edilen tezkerenin hemen sonrasında İdlip’te tek bir hava bombardımanı sonucunda 34 askerin cenazesinin memleketlerine nasıl gönderildiği ve buna karşı AKP-MHP savaş blokunun İdlip’teki saldırı karşısında nasıl çaresiz kaldığını hepimiz hatırlıyoruz. Kürt köylerinin bombalanarak kadın, çocuk demeden sivillerin katledilmesini unutmadık. Demografyanın değiştirilmesinden, bölge halkının mülklerinin yağmalanmasına kadar sayısız savaş suçunun çetelerin desteğiyle sistematik biçimde yürütüldüğünü de unutmadık.

İdlip’ten, Serêkaniyê’ye kadar AKP-MHP Savaş Koalisyonunun köktenci çetelerle birlikte yürüttükleri işgal operasyonları, Suriye’deki siyasi çözüm arayışlarını baltalarken, bölgesel istikrarı tehlikeye atıyor, bölge halklarına kan, gözyaşı dayatıyor. Milyonlarca insanın yeniden mültecileştirilmesi ve bunun da kirli politikalara alet edilmesi tehlikesini doğuruyor. Bu savaş iklimi Türkiye’de de demokratik ilkeleri, normalleşme süreçlerini baltalıyor. Saray’ın baskıcı müdahaleleri altında ülkenin çoğulcu gerçekliğini erozyona uğratarak, halklar arası düşmanlığı körüklüyor.

“Savaş politikaları ülkeyi uçuruma sürükledi”

Bütün bu nedenlerle tarihsel sorumluluğumuz, çözüm ve barışa duyduğumuz inançtan dolayı bir kez daha savaş politikalarına hayır dedik. Biliyoruz ki bu savaş Türkiye halklarının savaşı değil, mesele Türkiye’nin güvenliği, istikrarı, geleceği, bekası değil. Eğer öyle olsaydı sadece son 5 yılda AKP’nin büyük acılara, derin yıkımlara neden olan savaş politikaları ve operasyonları ülkeye istikrar getirirdi. Ama bugün Türkiye 2015 öncesine göre daha büyük bir yıkım, derin bir yoksulluk, daha tehlikeli bir kamplaşma ile karşı karşıyadır.

İşte bu AKP’nin ülkeye dayattığı savaş politikalarının sonucudur. Bu nedenle başından beri dedik ki mesele AKP’nin savaşla, kaosla, düşmanlık ve kutuplaştırma politikalarıyla ömrünü uzatma oyunudur. Ülkeyi yoksulluğa, krizlere, çöküşe sürükleyen iktidarın, kaybettikçe bu halkın evlatlarının canı ve yaşamı üzerinden ömrünü uzatma çabasıdır. Meclis’e sunulan tezkerenin esası da, içeriği de budur. Bu nedenle hem Türkiye halklarını bu oyun karşısında uyardık hem de demokratik kesimlere ve muhalefete iktidarın bu kirli politikalarına alet olmamaları konusunda çağrıda bulunduk.

Kimi muhalif partilerin bütün bu tespitlerimizi paylaştıktan ve sergilenen oyuna dikkat çektikten sonra tezkereye evet oyu vermiş olmaları kendileri açısından hazin bir sonuç, bir ibret vesikasıdır. Ne tarih ne Türkiye halkları bu siyasi riyakârlığı asla unutmayacak.

Muhalefet savaşla kendisinin teslim alınmasına itiraz etti

Türkiye İşçi Partili ile Saadet Partili vekillerinin yanı sıra Cumhuriyet Halk Partisi grubunun kendi öncelikleri ve hassasiyetleri çerçevesinde bu tezkereye hayır oyu kullanmalarını önemli, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından çok kıymetli buluyoruz. İtiraz edilen, karşı çıkılan sadece AKP’nin savaş politikaları değil, savaşla muhalefeti teslim alma anlayışıdır.

Aklı ve vicdanı olan hiç kimse, Türkiye’nin bugünkü koşulları açısından bu oyuna ortak olmaz, olamazdı. Kendisini bu oyunun bir parçası haline getirenler de iktidarla aynı akıbeti yaşamaktan kurtulamayacaktır. AKP-MHP koalisyonuna müdahil olan vekiller evet oyu verirken ülke çıkarları için değil, Saray’ın militarist ve şovenist çıkarlarına ortak olmak için evet dediler. Kendi ikballeri uğruna ülkenin ikbalini ve geleceğini hiçe saydılar. Halkımız bütün bu olup biteni görüyor. Bu dönemde alınan tüm taktiksel ve stratejik kararların toplum nezdindeki karşılığı sandığa da yansıyacak halkımız onlara gereken cevabı verecektir.

26 Ekim önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de geleceğini savaşta, ölümde, kan ve gözyaşında gören ile buna itiraz ederek, barış, birlikte yaşam anlayışını savunanlar arasında keskin bir mücadele yaşanıyor. Bizim yerimiz bellidir, biz dün de bugün de bundan sonra da barışı savunmaya devam edeceğiz. Savaşla sorunların çözülmediğini 40 yıllık deneyim hepimize gösterdi. Bunu görmek için derin siyasi birikime de gerek yok. Bugün yaşadıklarımız bile sonuç çıkarmak için kafidir. Saray rejiminin ve bu rejimle ikbal peşinde koşanların kişisel ihtirasları ve düşmanlıkları yüzünden Türkiye dış politikasının tepetaklak olduğu bir dönemde AKP-MHP savaş koalisyonu tezkere oylamasını geçirmiş olsa da, derin bir yara aldı.

İktidarın savaş politikalarına koşulsuz ve şartsız destek vermek, onu Türkiye halklarına karşı korkunç suçlar işlemesi konusunda cesaretlendiriyor. Bunu Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşanan sayısız katliamda gördük. O dönemden bu yana AKP-MHP savaş ekonomisi ve yarattıkları ucube Saray rejimi, ülkemizde muhalefet dahil her şeyin yeniden dizayn edilmesini hedeflemektedir.

TBMM’de muhalefetin tutumu, tüm farklılıklarıyla birlikte, sonuçtan bağımsız olarak AKP-MHP savaş koalisyonuna karşı önemli bir cevap olmuştur, topluma umut vermiştir. Önümüzdeki dönem ezber bozan, klasik reflekslerden kaçınan ve iktidarın tuzaklarına düşmeyen bir muhalefet bloğunun kurulması konusunda HDP olarak sorumluluk almaya hazırız. “Muhalefet bloğunu” derken tek çatı altında toplanan bir siyasi oluşumdan değil, farklı muhalif kesimlerin bu ucube rejime karşı asgari müştereklerde hareket etmesini kast ediyoruz. Bu aynı zamanda yüzüncü yılında Cumhuriyeti demokratikleştirme sorumluluğunu da hepimizin omuzlarına yüklemektedir.

AKP-MHP ittifakının Kürtlere düşmanca yaklaştığı artık bir sır değil. Binlerce Kürt siyasetçi tutuklu. Nedeni Kürt sorununun çözümünü istemeleridir. Nedeni anadilinde eğitim talep etmeleri; nedeni yerel demokrasinin güçlenmesini istemeleridir. İktidarın çarpıttığı, kimi şovenist çevrelerin iddia ettiği gibi Türkiye’de bölücülük yapmak için değil aksine yerel demokrasi içinde Türkiye’nin tam demokratikleşmesinin ve birliğinin pekişmesini istiyorlar.

“İktidarın ezberini bozduk”

HDP olarak yürüttüğümüz doğru siyaset, iktidarın ezberini bozuyor, kurdukları oyunları bertaraf ediyor. Öfke nöbetlerine kapılıyorlar. Bu yüzden sabah akşam partimize saldırıyorlar. Bunlar artık iyice şirazeden çıktılar. İktidarın küçük ortağı çıkmış tekrar sağa sola talimat yağdırıyor. Partimizin kapatılması için talimat üzerine talimat veriyor. Önce Saray bu talimata biat etti. Saray’da iddianame hazırlandı, yargı harekete geçti ve kapatma davası açıldı. Şimdi o davayı görecek Anayasa Mahkemesi’ni her gün hedef alıyorlar.

Küçük ortak bir kez daha “Anayasa Mahkemesi’nin kapısına kilit vurula” diye buyurdu! Anladık Anayasa’yı rafa kaldırdınız, katıksız bir faşizan zihniyete sahipsiniz, demokrasinin, hak ve hukukun kırıntısına bile tahammülünüz yok. Bütün kurumları iktidarınızın arpalığına dönüştürdünüz. SADAT’ı paralel orduya, TÜGVA’yı paralel devlete dönüştürdünüz. Zaten hükmü kalmamış AYM ve diğer kurumların da kapısına kilit vurmak istiyorsunuz. Biz bu yaptıklarınıza faşizm deyince de zorunuza gidiyor. Peki faşizm demeyelim de ne diyelim? Aslında bizim bir şey dememize gerek kalmadı, kurdukları rejimin katıksız bir faşizm olduğunu her sözlerinde itiraf ediyorlar.

Bu zihniyet önüne geleni, kendisi gibi düşünmeyeni, Saray’a biat etmeyeni, ülkenin yangın yerine sürüklenmesine gönlü razı olmayanları, çürümeye karşı çıkanları, açız diye isyan edenleri ihanetle, teröristlikle suçluyor. Kavala’ya “Sorosçu”, Demirtaş’a, partimize, milyonlarca insana “terörist” diyecek kadar hadsizleştiler. Öğrencisi, çiftçisi, emekçisi, esnafı, kadını, genci, yazarı, gazetecisi, bunların gözünde terörist! Üstelik bütün dünya bunların IŞİD’e verdiği desteği konuşuyorken, bu destek yüzünden gri listeye alınmışlarken.

Saray’ın kadısı mı oldunuz ne hadle yargıya talimat veriyorsunuz?

Ey hak hukuk bilmez, ülkeyi orman kanunlarıyla yönetmek isteyen hukuk düşmanları siz kim oluyorsunuz da insanları terörist olmakla suçluyorsunuz? Bütün ülkeyi teröristlikle suçlarken haddinizi bileceksiniz. Saray’ın kadısı mı oldunuz, şeyhülislamlığa mı soyundunuz?

Siz ne hakla ve hadle yargıya talimat veriyorsunuz? Sonra da hukuk hatırlatanlarla da gerginlik yaratıp bundan nemalanmaya çalışıyorsunuz. Geçti o dönemler. Hukuk cambazlığınız da, hukuk cellatlığınız da sizi kurtarmaya yetmeyecek. Savaş tamtamlarınız da sizi kurtaramayacak. Gidicisiniz ve gidici olduğunuzu bildiğiniz için de her gün daha fazla şirazeden çıkıyorsunuz, her gün daha büyük bir öfke nöbetine kapılıyorsunuz.

Küçük ortaktan talimat alan Erdoğan, kendi savaş oyunlarına destek vermeyenleri de bizim üzerimizden hedef alıyor. Sayın Erdoğan bizim siyasi anlayışımızda tehdit, şantaj, savaşla ve açlıkla halkı terbiye etme yok. O sizin siyasi anlayışınız. Bizi kendinizle asla karıştırmayın. Bu yüzden bütün imkanlarınıza rağmen siyaseten bizimle baş edemiyorsunuz. Talimatla siyasi ilişki arıyorsanız, kendi ortaklarınızla aranızdaki ilişkiye bakacaksınız.

Bizim kendi ittifaklarımız dışında kimse ile bir ortaklığımız da yok aramızda sizinki gibi düzeysiz bir ilişki de yok. Bakın biz söylemiyoruz; bu ülkede 0.1 oranında oy alan gizli ortaklarınız çıkıp “Erdoğan bizim çizgimize geldi, Türkiye’yi biz yönetiyoruz” diyor. Bahçeli’nin bir dediğini iki etmeyen sensin. Onların gönlünü hoş etmek için dün ak dediğine bugün kara diyorsun. Neredeyse kendini inkar edeceksin. Bütün Türkiye’ye vesayet dayatırken, koltuğunu korumak için Perinçek’in, Bahçeli’nin vesayetine girdin. Ne diyelim Allah hepinizi ıslah etsin.

Bütçe görüşmeleri Plan Bütçe Komisyonu’nda başladı. Saray’ın yandaşa ve savaşa kaynak aktaran bütçesine karşı hazırladığımız halkın bütçesini detaylarıyla paylaştık. Bütçenin, halkın bütçesi, kadınların, gençlerin bütçesi olması için çaba gösteriyoruz. Halkın, gençlerin, emekçilerin bütçesini savunmaya devam edeceğiz. Bu süreci sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.

Paylaşın

Selahattin Demirtaş: Korkmuyoruz, Korkmayacağız

HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, ‘Kobani Davası’nda yaptığı savunmada, “Biz halkın seçilmiş vekilleri olarak 5 yıl önce evimizden maskeli kişiler tarafından kaçırıldık. Siyasi rehineyiz biz. Bu hukuksuzluğun hesabı önce sandıkta, sonra da mahkemelerde verilene kadar direneceğiz. Tüm tehditleri ve hakaretleri misliyle sahiplerine iade ediyoruz. Korkmuyoruz, korkmayacağız. Biz suçlu değiliz, halkın öz ve öz masum evlatlarıyız. Allah’tan başka kimseye boyun eğmedik, eğmeyeceğiz.” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / Demirtaş, savunmasının devamında, “Biz suçlu değiliz, halkın öz ve öz masum evlatlarıyız. Allah’tan başka kimseye boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Ne tahliyesi, siz kimsiniz ki bizi tahliye edeceksiniz! Erdoğan ve Bahçeli olduktan sonra. Adam ‘Anayasayı Mahkemesini kapatın’ diyor. Siz gerçekten onurlu olsanız cübbenizi çıkarır ‘biz hukukun üstünlüğünü kimseye ezdirmeyiz’ dersiniz” dedi.

‘Kobani Davası’nın 5’inci duruşmasının 7’nci oturumu Sincan Cezaevi Kampüsü’nde Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinde görülmeye devam edildi. Sincan Cezaevinde tutuklu bulunanlar duruşma salonunda hazır bulunurken, diğerleri SEGBİS ile katıldı.

“Uzun zamandır tutukluyuz ve ben ne suç işlediğimi bilmiyorum”

Duruşmada ilk savunmayı önceki dönem HDP MYK Üyesi Pervin Oduncu yaptı. Oduncu, AİHM’in Demirtaş ve iş insanı Osman Kavala hakkında verdiği kararın uygulanmadığını hatırlattı. Yargı bağımsızlığının iktidardan bağımsız olma anlamına geldiğini belirten Oduncu, “Yargı gerçekten böyle mi işliyor? Yargıya, hukuka güvenin olmadığı yerde demokratik işleyiş sağlanmıyor, demokrasinin işlemediği yerde güven oluşmuyor ve bu durumda ciddi krizler yaşanıyor. Verilerde Türkiye’nin hukukun üstünlüğü konusunda alt sıralara gerilediğini görüyoruz” dedi. Türkiye’nin kara para aklama konusunda gri listeye alındığını hatırlatan Oduncu, “Adaletin, hukukun önemli olduğunu düşünüyorum ve adalete güvenmek istiyorum. Uzun zamandır tutukluyuz ve ben ne suç işlediğimi bilmiyorum. Kimin malına zarar verdim, kimi öldürdüm? Türkiye’ye adaletin, barışın, özgürlüğün gelmesi için çalıştım. Demokratik siyaseti esas aldım ve bundan da vazgeçmedim” şeklinde konuştu.

“Somut bir delil bile yok. Ama yalan deliller var, yalan tanıklar var”

HDP Eski Eş Genel Başkanımız Selahattin Demirtaş tutukluluk durumuna dair söz aldı. Demirtaş, “Mahkemeniz herhangi bir hukuki karar verme yetkisine, gücüne sahip değil. Geçen hafta boyunca bu duruşmanın sonucunun ne olacağı ülkeyi yöneten siyasetçiler tarafından siyaset kürsülerinde ilan edildi. Ülkenin cumhurbaşkanı hem mütalaayı hem ara kararı hem de hükmü açıkladı. Onun küçük ortağı daha da ileri gitti ‘Anayasa Mahkemesi kapatılsın’ diyerek hukuka açık bir müdahale gerçekleştirdi” dedi.

Partili arkadaşlarıyla birlikte 5 yıldır tutuklu olduğunu ifade eden Demirtaş, “Bu 5 yıl birilerini hala tatmin etmiş değil. Önümüzdeki dönem cumhurbaşkanlığı seçimleri var. Mahkeme ve heyeti dahil olmak üzere, AİHM kesinleşmiş kararıyla da somutlaşmış bir durum olan siyasi kumpas davalarında görevlendirilmiş yargı mensupları AKP-MHP’nin yeniden kazanması için bir siyasi çalışma yürütüyor. Mahkemeniz çok defa ara kararında ‘AİHM kararı bizi bağlamaz’ dedi. ‘Anayasa’nın 90’ıncı maddesini tanımıyorum’ dedi. Anayasa Mahkemesini, AİHM’i tanımayan bir yargı mercii, kendisine yargı mercii diyen bir mahkeme heyeti bizi hukuk adına nasıl yargılıyor?” diye sordu.

5 yıldır konuştuklarının ve söylenecek çok şey olmadığının altını çizen Demirtaş sözlerini şöyle sürdürdü: “Gerekli savunmaları yaptık. Savunmalarımızı da halkımıza karşı sorumluluğumuz gereği olarak yaptık. Yoksa ben dahil hiçbir arkadaşımızı yargılayacağınız somut bir delil bile yok. Ama yalan deliller var, yalan tanıklar var. Ülkenin cumhurbaşkanı, AYM üyelerinin yarısından daha fazlasını atamış durumda, HSK üyelerini belirliyor. HSYK üyeleri de sizi de belirliyor. Dolayısıyla buraya sizi atayan Cumhurbaşkanıdır. Tüm devlet mekanizmasında güç sahibi olmuş siyasi kişi ki aynı zamanda bir partinin genel başkanı, neden durup durup bu davaya bu kadar müdahale eder? Türkiye’de başka dava mı yok? Kendisine sormak istiyorum: Türkiye Cumhuriyeti mahkemelerinde yargılaması yapılan bir tek bu dosyalar mı var? Neden bırakmıyorsun hukuk işlesin, derdin ne? Derdin, bizim tutukluluğumuz üzerinden HDP’yi terörize ederek muhalefete saldırmanın bir aracı olarak kullanmak bu davayı.

“Korkmuyoruz, korkmayacağız”

Toplumu korkutma aracı olarak kullanıyor. Milliyetçiliği kışkırtma operasyonları davası olarak görüyor. Bir diğeri öç alma davası olarak kullanıyor. AİHM, Anayasa bunu demiş, bunlar hukuk meselesi. Hukuk tartışması mahkemelerde tartışılır ama burası bir mahkeme değil. Yargı üzerindeki siyasi baskı kalktığı zaman burası mahkemeye dönüşecek. Bir gün mutlaka dönecek ama o gün sanık sandalyesinde oturanlar Kobanî’nin gerçek katilleri olacak. Bugüne kadar hiç tahliyemi talep etmedim çünkü beni tutuklayan siz değilsiniz, bırakacak olan da siz değilsiniz. Erdoğan’ın talimatıyla burada tutuklu bulunuyoruz. Halkımıza güveniyoruz. Biz dimdik onurumuzla direniyoruz. Halkın iradesiyiz biz. Biz halkın seçilmiş vekilleri olarak 5 yıl önce evimizden maskeli kişiler tarafından kaçırıldık. Siyasi rehineyiz biz. Bu hukuksuzluğun hesabı önce sandıkta, sonra da mahkemelerde verilene kadar direneceğiz. Tüm tehditleri ve hakaretleri misliyle sahiplerine iade ediyoruz. Korkmuyoruz, korkmayacağız. Biz suçlu değiliz, halkın öz ve öz masum evlatlarıyız. Allah’tan başka kimseye boyun eğmedik, eğmeyeceğiz. Ne tahliyesi, siz kimsiniz ki bizi tahliye edeceksiniz! Erdoğan ve Bahçeli olduktan sonra. Adam ‘Anayasayı Mahkemesini kapatın’ diyor. Siz gerçekten onurlu olsanız cübbenizi çıkarır ‘biz hukukun üstünlüğünü kimseye ezdirmeyiz’ dersiniz.

“Bulaşmayın bu suça. Bu devleti tanıyorum”

Bir hukukçu olarak da bu kumpasa dahil edilmek istenen hukukçulara sesleniyorum: Daha ağır suçlara dahil ediliyorsunuz. Ben de bunu tarih not düşsün diye söylüyorum ki Vizontele’de olduğu gibi sonra ‘vay ben duymadım, görmedim’ olmasın. AİHM kararı tutuklu tüm arkadaşlarımı ilgilendiriyor. Ama derdiniz kişisel olarak benimleyse diğer arkadaşlarımı bırakın. Size minnet etmiyorum, meydan okuyorum. Ben siyasetçiyim, seçimler gelecek burada da siyaset yaparım. Ama arkadaşlarımın özgürlüklerini iade edin. Bir gün halkın iradesiyle son bulacak ve bize karşı işlenen suçlar hukuk önünde mutlaka karşılığını olacak.

Kırmızı ışıktan geçsem ödüm kopuyor size maşallah nasıl bu kadar büyük suça ortak oldunuz. Bu ülkenin yurttaşı olarak söylüyorum, bulaşmayın bu suça. 12 yıl parlamentoda görev yaptım, bu devleti tanıyorum. Hesap sorulur. Net söylüyorum, sorulur. Kimsenin yanına bırakmaz. Benim kara kaşım, kara gözüm için değil Türkiye devletini batırdılar. Devleti yıkmayı başaran Bahçeli ve Erdoğan oldu. Ne yargı kaldı ne üniversite kaldı ne ekonomi kaldı, insanların açlıktan nefesi kokuyor. Siz bu ülkenin yurttaşlarısınız. Yurtlarda kaldınız bizim gibi. Günü geldi bir öğün yemekle karnımızı doyurup okulu bitirdik. Sizin üzerinizden ne yapıldığını görmüyor musunuz? Bir günde doları 2 TL artırıp trilyonlar götürdüler. Asgari ücrete mecbur bırakılan milyonlarca insan var. Türkiye Cumhuriyeti bunu hak ediyor mu?

Sizin haddinize mi ya bizi katil ilan etmek!

Kendimiz için bir şey istemiyoruz. Biz siyasetçiyiz, siyaset yürütüyoruz, mezarda da olsak yürütürüz. Size ne oluyor? Yapmayın etmeyin. Ben bu davada çok konuşmayacağım. 5 yıldır zaten aynı iddianamelerde savunma verdik. AİHM ihlal kararı verdi. Şimdi sizin karşınıza çıkıp ne diyeceğim? Türkiye’nin en temiz, en onurlu siyasetçileri, insanlar var karşınızda. Şiddete bulaşmadık, barış için uğraştık. Yapmayın. Ne karar verirseniz verin muhtemel siyasetin dışında bir karar olmayacak ama Allah aşkına bunu düşünün. Gece gündüz nedir ya Erdoğan’ı, Bahçeli’si, Soylu’su hakkımızda ‘katiller’ deyip duruyor. Sizin haddinize mi ya bizi katil ilan etmek! Daha yargılama bitmedi ama 50 defa katil ilan ettiler. Mahkeme bunun karşısında sessiz kalıyor.

Erdoğan ve Bahçeli’nin derdi yargı bağımsızlığı değil. Kendileri dışında kimse karışmasın istiyorlar. ‘Seloyla ilgili yargı ne diyorsa onu çıkartamayacaksınız’, diyor. Yani diyor ki ‘ben ne dersem o.’ Şimdi ben size soruyorum, Selo’yu çıkartabilecek misiniz haydi bakalım. Halkımız korkmasın bu ülkeye demokrasiyi, barışı, eşitliği halklar getirecek, biz de halkımızın hizmetinde, emrinde olmaya devam edeceğiz.”

Paylaşın