UNESCO Duyurdu: Beş Yılda 400 Gazeteci Cinayete Kurban Gitti

Birleşmiş Milletler (BM) Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü’nün (UNESCO) açıkladığı rapora göre, 2016’dan 2020 yılları arasında dünya genelinde yaklaşık 400 gazeteci cinayete kurban gitti. Açıklanan raporda, dünya genelinde basın özgürlüğünün tehlikede olduğuna dikkat çekilirken, internet ve sosyal medya platformlarının artan rolüne de vurgu yapıldı.

DW Türkçe’de yer alan habere göre; UNESCO dünya genelinde ifade özgürlüğü ve medyanın durumuna ilişkin yeni raporunu Paris’te kamuoyuyla paylaştı. “İfade Özgürlüğü ve Medya Gelişiminde Dünya Trendleri” başlığını taşıyan raporda dünya genelinde basın özgürlüğünün tehlikede olduğu kaydedildi.

UNESCO raporuna göre dünya nüfusunun yüzde 85’i son 5 yılda yaşadığı ülkede basın özgürlüğüne yönelik kısıtlamalar olduğunu deneyimledi. Basın mensuplarına yönelik öldürme, kaçırma, zorla kaybetme, keyfi tutuklama, işkence gibi tehditler arttı. Raporda2016’dan 2020 yılı sonuna kadar yaklaşık 400 gazetecinin cinayete kurban gittiği kaydedildi.

Çoğu Asya ve Güney Amerika ülkelerinde işlenen bu cinayetlerden sadece yüzde 13’ü aydınlatılabildi. Rapora göre sadece 2020 yılında tutuklanan gazetecilerin sayısı 274 olarak kaydedildi. Bu sayının da son 30 yıldır hiç bu kadar yüksek olmadığı kaydedildi.

UNESCO raporunda internet ve sosyal medya platformlarının artan rolüne de dikkat çekildi. Geçmişe göre daha fazla insanın enformasyona erişime sahip olduğu, ancak dezenformasyon ve nefret söylemlerinin yayılmasındaki artışın ve medyaya olan güvenin azalmasının endişe verici olduğu kaydedildi.

Medya ekonomik olarak da zorda

Medyanın ekonomik durumunun da raporda dijital şirketlerin rekabeti nedeniyle zorlaştığı kaydedildi. Geçen beş yılda dünya genelinde günlük gazetelerin reklam gelirlerinin yarıya düştüğü ifade edildi.

UNESCO Genel Direktörü Audrey Azoulay raporun önsözünde, “Beş dijital platformun tüm reklam gelirlerinin yarısından fazlasını aldığı bir zamanda medyanın hayatta kalmak için yeni ekonomi modelleri bulması gerekiyor” dedi. Azoulay, Covid-19 pandemisiyle beraber oluşan ekonomik resesyonların da medyayı etkilediğini söyledi.

UNESCO 2011 yılından bu yana dünya genelinde basın özgürlüğü ve gazetecilerin güvenliğini izliyor. 2014 ve 2018 yılından sonra bu rapor UNESCO’nun yayınladığı üçüncü rapor oldu. Bugün özeti yayınlanan raporun tam metni daha sonra kamuoyuyla paylaşılacak.

Paylaşın

2020’de 62 Gazeteci Görevi Başında Öldürüldü

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 2020’de 62 gazetecinin, 2006 ile 2020 arasında ise 1.200’den fazla gazetecinin sırf işlerini yaptıkları için öldürüldüğünü açıkladı. Açıklamada, on davadan dokuzunda katillerin cezasız kaldığı belirtildi.

UNESCO, 2 Kasım Gazetecilere Karşı Suçlarda Cezasızlıkla Uluslararası Mücadele Günü nedeniyle, “Tehdit altındaki gazeteciler = sansürlü toplumlar” başlıklı açıklama yaptı.

UNESCO’nun öldürülen gazeteciler gözlemevine göre, 2020’de 62 gazetecinin, 2006 ile 2020 arasında ise 1.200’den fazla gazeteci sırf işlerini yaptıkları için öldürüldü. Bu cinayetlerde, on vakadan dokuzu yargısal olarak çözülmedi ve katiller cezasız kaldı.

Gazetecilere karşı işlenen suçların cezasız kalmasına son verilmesinin, tüm insanların ifade özgürlüğünü ve bilgiye erişimini güvence altına almak için en acil konulardan biri olduğunun altını çizen UNESCO, “Cezasızlık, daha fazla ölüme yol açar, genellikle çatışmanın kötüleşmesinin, hukuk ve yargı sistemlerinin çökmesinin bir belirtisidir” diyor.

BM Genel Sekreteri Guterres’ten açıklama

BM Genel Sekreteri António Guterres de gün nedeniyle yaptığı açıklamada, “Üye devletleri ve uluslararası toplumu bugün ve her gün dünyanın dört bir yanındaki gazetecilerle dayanışma içinde olmaya, gazetecilere ve medya çalışanlarına karşı işlenen suçları kanunun tüm gücüyle soruşturmak ve kovuşturmak için gereken siyasi iradeyi göstermeye çağırıyorum” dedi.

UNESCO, cinayetlerin yanı sıra gazetecilerin kaçırılma, işkence ve diğer fiziksel saldırılardan tacize kadar sayısız tehdide maruz kaldıklarını ve bu saldırıların medya çalışanları için bir korku iklimi yarattığına dikkat çekti.

Kadın gazetecilerin, özellikle çevrimiçi yapılanlar olmak üzere tehdit ve saldırılardan özellikle etkilendiğine dikkat çeken UNESCO’nun yakın tarihli “The Chilling: Kadın gazetecilere yönelik çevrimiçi şiddette küresel eğilimler” araştırmasına göre, ankete katılan kadın gazetecilerin yüzde 73’ü, işleriyle bağlantılı olarak çevrimiçi ortamda tehdit edildiklerini ve hakarete uğradıklarını söylüyor.

Çoğu durumda, gazetecilere yönelik şiddet, tehdit ve saldırıların gerektiği gibi soruşturulmadığını belirten UNESCO, cezasızlığın, ciddi insan hakları ihlallerini, yolsuzlukları ve suçları örtbas ederek tüm toplumlara zarar vermesinden endişe duyduğunu paylaştı.

Savcılık hizmetlerinin yalnızca cinayetleri değil, aynı zamanda gazetecilere yönelik şiddet ve tehditleri soruşturma ve kovuşturmadaki rolüne vurgu yapan UNESCO, bu yılki kampanyanın, tehdit mağduru gazetecilerin yaşadığı psikolojik travmaya dikkat çekmeyi, medya çalışanlarına saldıranların cezasız kalmasına son vermek için bu tehditlerin soruşturulması ve kovuşturulmasının önemi konusunda farkındalık yaratmayı hedeflediğini ifade etti.

Gün hakkında

Birleşmiş Milletler Genel Kurulu 18 Aralık 2013’te aldığı kararla 2 Kasım’ı Gazetecilere Karşı Suçlarda Cezasızlıkla Uluslararası Mücadele Günü ilan etti. Tarih, 2 Kasım 2013’te Mali’de Radio France Internationale (RFI) radyosunun iki muhabiri Ghislaine Dupont ve Claude Verlon’un öldürülmesinin anısına seçildi.

BM aldığı kararda, üye devletleri, gazetecilere ve medya çalışanlarına yönelik şiddeti önlemek, hesap verebilirliği sağlamak, gazetecilere ve medya çalışanlarına karşı işlenen suçların faillerini adalete teslim etmek ve mağdurların uygun çözümlere erişimini sağlamak için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çağırıyor.

(Kaynak: bianet.org)

Paylaşın

Dünyada Yerinden Edilen İnsan Sayısı 48 Milyona Ulaştı

Dünya genelinde silahlı çatışmalar ve şiddet nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan insan sayısı 48 milyona ulaştığı duyuruldu. Doğal afetlerin ve Kovid 19 salgınının durumu daha da kötüleştireceği düşünülüyor.

Haber Merkezi / Birleşmiş Milletler (BM) Yerinden Edilmiş Kişiler Raportörü Cecilia Haimens Damary, dünya genelinde silahlı çatışmalar nedeniyle yerinden edilen insan sayısının 48 milyona ulaştığını söyledi. Cecilia Haimens Damary, bu sayının yeni bir rekor olduğunu belirtti.

Cecilia Haimens Damary, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) Üçüncü Komitesi oturumunda yaptığı konuşmada, “Dünyada silahlı çatışma ve şiddet nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalanların sayısı 48 milyona ulaştı. Bu, şimdiye kadar kaydedilen en büyük sayı. Silahlı çatışmaların ve kitlesel şiddetin karmaşık doğası bağlamında, uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları hükümlerine uyumun sağlanması giderek zorlaşmaktadır” dedi.

Damary, konuşmasının devamında, dünya genelinde artan çatışma ve şiddet durumunun, nüfusun yerinden edilmesine yol açan doğal afetlerin yanı sıra 2020’de başlayan yeni tip koronavirüs (Kovid 19) salgınının durumu daha da kötüleşebileceğini de sözlerine ekledi.

Paylaşın

BM’de Olağanüstü Bir Tanık: Dinazor

Birleşmiş Milletler, fosil yakıtları yakmanın tehlikeleri ve küresel ısınma hakkında tanıklık etmesi için ‘olağanüstü bir tanık’ çağırdı, bu tanık bir ‘dinozor’du.

Haber Merkezi / Birleşmiş Milletler (BM) İklim Zirvesi (COP-26) öncesi sosyal medyada ilginç bir video yayınlandı. Videoda, dinozor, New York’taki ünlü BM Genel Kurul Salonu’nu bastığı ve oradaki üst düzey diplomatlara ‘yok oluşun kötü bir şey olduğunu’ söyledi.

Dinazor, konuşmasının devamında, “Bir iklim felaketine doğru gidiyorsunuz. Yine de hükümetler, fosil yakıtları sübvanse etmek için her yıl yüz milyarlarca kamu parası harcıyor. Bu milyarları her yıl dev meteorları sübvanse etmek için harcadığımızı hayal edin” dedi.

Video, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) inandırıcı olmasına dair ciddi bir mesaj taşıyor. UNDP tarafından yayınlanan bir raporda, dünya genelinde her yıl yaklaşık 423 milyar doların, fosil yakıtları sübvanse etmek için harcadığı belirtildi.

Bu rakam, fosil yakıt emisyonlarının çevreye ve insan sağlığına verdiği zarar gibi, petrol, kömür ve gaz yakmanın dolaylı maliyetlerini içermemektedir. BM Genel Sekreteri António Guterres, artan fiyatların “toplumsal huzursuzluğa” yol açabileceği nedeniyle fosil yakıt sübvansiyonlarına son verilmesi çağrısında bulundu.

Paylaşın

İran 2020’de 4’ü Çocuk 250’den Fazla Kişiyi İdam Etti

Birleşmiş Milletler (BM), İran’ın 2020’de en az 4’ü çocuk 250’den fazla kişiyi, bu yıl ise, şimdiye kadar 9’u kadın ve bir çocuk olmak üzere 230 kişiyi idam ettiğini duyurdu. Orta Doğu ülkeleri içerisinde gerçekleştirilen idamların yarısından fazlası İran’da uygulandı.

Haber Merkezi / Uluslararası Af Örgütü’ne göre, idam sıralamasında İran’ı Mısır, Irak ve Suudi Arabistan izledi. Af Örgütü’nün açıkladığı verilere göre, 2020’de Orta Doğu’da 493 idam cezası uygulandı.

BM İnsan Hakları İran Özel Raportörü Cavid Rehman, BM Genel Kurulu İnsan Hakları Komitesinde yaptığı konuşmada, İran’ın idam cezasını “endişe verici düzeyde” uygulamaya devam ettiğini söyledi.

Rehman, son raporunda İran’ın idam cezasını uygulamada kullandığı gerekçelerle ilgili “belirsiz ulusal güvenlik suçlamaları” gibi ciddi endişelere vurgu yaptığını ifade ederek ülkenin “en temel güvenlik önlemlerinin bile bulunmadığı kusurlu yargı süreçlerine” sahip olduğu değerlendirmesinde bulundu.

Rahman, ayrıca, mahkemelerin işkence altında zorla alınan ifadeler güvenmesi… İran İslam Cumhuriyeti’nde ölüm cezasının uygulanmasının keyfi olduğu sonucuna götürdüğünü belirtti.

Paylaşın

690 Milyon İnsan Kronik Açlık Yaşıyor: Yüzde 60’ı Kadın

İngiltere merkezli The Hunger Project (Açlık Projesi) adlı yardım kuruluşunun tahminlerine göre ise dünyada 690 milyon insan kronik açlık koşullarında yaşıyor ve bunların yüzde 60’ı kadın. İlaveten, 850 milyon insan da Covid-19’un etkisiyle yoksulluk sınırının altına düşme tehlikesiyle karşı karşıya.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre; Dünya Gıda Günü’nde Birleşmiş Milletler gıda fiyatlarında beklenen dev artışların “eşi benzeri görülmemiş, felaket düzeyinde bir gıda güvenliği sorunu” yaratacağı uyarısı yaptı.

BM açıklamasında “Şu anda Etiyopya, Madagaskar, Güney Sudan ve Yemen’de yarım milyona yakın insan kıtlık benzeri koşullarda yaşıyor. Son bir kaç aydır Burkina Faso ve Nijerya’da da korumasız bir kesim bu koşullarda yaşamaya başladı” deniyor.

Her yıl 16 Ekim, Dünya Gıda Günü olarak kabul ediliyor ve gıda güvenliğine ilişkin farkındalık çalışmaları yapılıyor. Daha da vahimi çeşitli ülkelerde 41 milyon insanın daha açlık koşullarına düşme tehdidiyle karşı karşıya olduğunu tahmin eden BM derhal yardım kampanyası başlatılmasını istiyor.

İngiltere merkezli The Hunger Project (Açlık Projesi) adlı yardım kuruluşunun tahminlerine göre ise dünyada 690 milyon insan kronik açlık koşullarında yaşıyor ve bunların yüzde 60’ı kadın. İlaveten, 850 milyon insan da Covid-19’un etkisiyle yoksulluk sınırının altına düşme tehlikesiyle karşı karşıya.

Gıda fiyatlarının yükselmesinin dünyanın dört bir yanında insanların günlük yaşamları açısından ne anlama geldiğine ve gıda yoksulluğuyla mücadele konusunda ne tür seçeneklerin değerlendirildiğine bakıyoruz.

Fiyatlar neden yükseliyor?

Çokuluslu gıda şirketi Kraft Heinz yakınlarda, pandemi sonrası her yerde birden enflasyonun yükselmesiyle, insanların artık yüksek gıda fiyatlarına alışması gerektiği yolunda bir uyarı yaptı.

Hindistan’da Mumbai’deki Raah Vakfı kurucu ve yöneticisi Dr Sarika Kulkarni, gıda fiyatlarının yükselmesinin süreceği konusunda Heinz gıda şirketi patronu Miguel Patricio’ya katılıyor. Dr Kulkarni ve Raah Vakfı Hindistan’ın yerel toplumlarının yaşam kalitesini ve sağlık koşullarını yükseltecek çalışmalar yapıyor.

Pandemi döneminde bir çok ülkede tahıl ve diğer tarım ürünlerinden yarı işlenmiş tarım ürünlerine çoğu gıda maddesinin üretiminde düşüş yaşandı. Virüsün kontrol altına alınması ve salgının yayılması tehdidine karşı alınan önlemler de gıda naklini sınırladı.

Şimdi ekonomiler yeniden canlanmaya ve bu ürünleri sunmaya başladı ama üreticilerin büyük bir kısmı bu aşamada çok yükselmiş olan talebi karşılayamıyor ve bu da fiyatların yükselmesine yol açıyor. Ücretlerin ve enerji girdisi fiyatlarının da yükselmesi üretici ve imalatçının üzerindeki fiyat baskısını artırıyor.

Yoksullukla mücadele uzmanı Dr Kulkarni “Fiyatlar arz ve talebin doğrudan bir ürünü. Nüfus artar ve gıda talebi sürekli artarken, ekilebilir tarım alanları, su sıkıntısı, toprak fakirleşmesi, iklim değişikliği ve aşırı iklim olaylarının sıklığı ve çeşitlerinin artışı, yeni kuşakların meslek olarak çiftçiliği seçmek istememesi gibi bir dizi sorun nedeniyle daralıyor” diyor. “Çiftçilerin karşılaştıkları çoklu sıkıntılar da gıda fiyatlarına yansıyor ve yükseliş devam ediyor” diye ekliyor.

“Yiyecek karşılığı seks”

Birleşmiş Milletler’in İnsani Yardım’dan sorumlu yetkilisi Martin Griffiths, “Açlık kapısı bir kez açıldı mı belki de diğer tehditlerden farklı olarak büyük hızla yaygınlaşır” diyor.

Yoksullaşma ve açlık tehdidi ve yükselen gıda fiyatları karşısında kadınlar ve kız çocukları özellikle daha korumasız.

Griffiths, “Kadınlar bize, ailelerini besleyebilmek için umarsızca hangi yollara başvurduklarını anlatıyor. Bunlar arasında yakında gittiğim Suriye’de duyduğum, gıda karşılığında seks, erken evlilik ya da çocuk evliliği de var” diyor.

Farm Radio International (Uluslararası Çiftçi Radyosu) adlı kuruluşun Proje Geliştirme bölümü başkanı Karen Hampson da küresel düzeyde en fazla gıda sıkıntısı çeken insanların bazılarının küçük çiftçiler olduğunu söylüyor.

“Yaşadığımız yükselen gıda fiyatları kadınlar için iki ucu da kesen bir bıçak gibi. Bir yandan tarımla uğraşan ailelerin kendi üretmedikleri gıda ürünlerini satın almaları gerekiyor, dolayısıyla hem maliyetleri yükseliyor hem de gıdaya erişimleri azalıyor. Bu da açlık ve yetersiz beslenmeye yol açıyor.”

“Diğer yandan ise, en azından teorik olarak gıda ürünlerindeki fiyat artışının aslında sattıkları ürünlerden daha iyi bir gelir elde etmeleri anlamına gelmesi lazım. Ama çoğu zaman -en fazla da Afrikalı küçük çiftçiler açısından- gıda ürünlerinin fiyat artışları gelir artışına tahvil olmuyor” diyor.

Hindistan’dan Dr Kulkarni yoksulluğun doğrudan fiyatlarla orantılı olduğunu, bir yandan yoksulluk artarken ne yazık ki aynı zamanda fiyatların da artmaya devam ettiğini ve yoksulların küçük bütçelerinin kalan kısmını da ellerinden aldığını anlatıyor.

“Yüksek gıda fiyatları, daha yoksul toplum kesimleri içerisinde yetersiz beslenme, açlık ve çok sayıda sağlık sorununa yok açıyor. Gıda fiyatlarının yüksek olması toplumların acımasız bir açlık, hastalık ve yoksulluk sarmalına saplanıp kalmasına yol açıyor” diyor.

Yoksullukla, eşitsizlikle mücadele ve bunlara karşı direncin güçlendirilmesi amacıyla veri ve belge toplayan Development Initiatives (Kalkınma Girişimleri) adlı küresel örgütlenmenin CEO’su Harpinder Collacott da Dr Kulkami ile aynı görüşte.

“Aşırı yoksulluk, temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için gereken gelir düzeyine göre hesaplanıyor ve bu temel ihtiyaçların önemli bir kısmını da gıda oluşturuyor. Eğer gıda fiyatları yükselirse, insanların temel ihtiyaçları için gereken miktar da yükseliyor. Bu yükselmeyince, insanlar aşırı yoksulluğa ya da o sınırın da altındaki derinliklere itilmiş oluyorlar.”

Ne yapılabilir?

Gelişmiş ülkelerde yaşayan insanlar gıda fiyatlarındaki yükseliş karşısında, bütçelerindeki temel ihtiyaç sayılmayan maddelerden, tatillerden vazgeçebilme, harcamalarını kısabilme imkanına sahip. Ama gelişmekte olan ve yoksul ülkelerde yaşayan insanların çoğu bu seçeneğe sahip değil

BM, yerel kurumlar ve hükümetler insanları yoksulluk uçurumundan çıkarmak, yükselen gıda fiyatlarıyla baş etmek için daha geleneksel yöntemler benimserken, dünyanın dört bir yanında faaliyet gösteren yardım kuruluşları yaratıcı yaklaşımlara odaklanıyor.

BM Gıda ve Tarım Örgütü FAO’nun başkanı Qu Dongyu, “Gıda ve gelir yardımı eşgüdümlü bir şekilde sağlanmalı” diyor.

“Tarımsal gıda sistemlerini desteklemek ve uzun vadeli yardımlar, insanların anlık sağ kalmasını sağlamanın ötesinde ekonomilerin düzelmesi ve direncin yükselmesinin yolunu açar. Bir an bile boşa harcanmamalı” diye sürdürüyor.

Fakat yardım kuruluşu Development Initiatives’in CEO’su Harpinder Collacott, gıda yoksulluğunun sadece parayla çözümlenebilecek bir sorun olmadığını vurguluyor ve “İnsanların yoksullaşmasına sebep olan sistemlerin ve yapıların radikal bir şekilde değişmesi gerekiyor” diyor.

“Statükoyu değiştirmek ve bazı insanların aşağılara itilmesine dur diyebilmek için, bütün hükümetleri, kurumları, iş dünyasını, sivil toplum örgütlerini kapsayacak ve en yoksul insanları yaklaşımının odağına yerleştirecek küresel bir çabaya ihtiyacımız var” diye sürdürüyor.

Hindistan’dan yoksullukla mücadele uzmanı Dr Kulkarni de iklim değişikliğine uyarlanmış akıllı tarımın geliştirilmesi, örneğin yağmur suyu toplama kapasitelerinin, ürün depolama kapasitelerinin geliştirilmesi, tohum ve diğer tarım girdilerinin fiyatlarının düşürülmesi, çiftçilerin ürünlerinin yeterli bir kısmını kendi tüketimleri için saklamaya teşvik edilmesi gibi yöntemlerden söz ediyor.

Onun kurucusu olduğu Raah Vakfı son yedi yıl içerisinde 30 bini aşkın insanın yaşadığı 105 yoksul köyde, uyarlama projeleri geliştirerek yıl boyu yeterli suya kavuşulmasını sağlamış. “Gençleri tam zamanlı meslek olarak çiftçiliğe yönelmesini ve daha iyi verim ve daha iyi gelir elde etmeyi sağlayacak daha planlı tarımsal koridorlar yaratılmasını teşvik ediyoruz” diyor.

Farm Radio International’dan Karen Hampson’a göre ise gıda yoksulluğunun sebeplerinden biri, gelişmekte olan ülkelerde kırsal kesimlerde yaşayan hanelerin, farklı piyasalardaki ürün fiyatlarıyla ilgili doğru bilgilere yeterince erişememesi. Bu nedenle aracılar ve toptancı tüccarlarla iyi pazarlık edemiyorlar. Aynı şekilde gelişkin tarım yöntemleri ve bölgesel hava durumu tahminlerine erişim eksikliğinin de önemli olduğuna işaret ediyor.

Kanada merkezli bir sivil kuruluş olan Farm Radio International, interaktif radyo yayınları yoluyla, Sahra altı Afrika’da küçük ölçekli tarım yapanların iletişim ve bilgilendirme ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor.

Hampson, “Radyoda yayınlanan tarım programları, çiftçilere ürünlerine nasıl daha iyi fiyat alabileceklerini anlatarak ya da doğru zamanda başka doğru bilgiler aktarmak suretiyle bu durumu değiştirebilir. Örneğin, yakında Tanzanya’da iklim hizmetleri konulu bir projeyi takip eden dinleyicilerin yüzde 58’i, artık iklimle ilgili bilgilerini tarımsal faaliyetlerini iyileştirmek için daha iyi kullandıklarını söylediler. Dinleyicilerin yüzde 73’ü ise radyo programlarını dinledikten sonra, tohum ekimi yöntemlerini geliştirdiklerini bildirdi” diyor.

Neler olabilir?

Dünyanın çeşitli yerlerinde, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanlar artan gıda fiyatlarıyla nasıl baş edeceklerini düşünedursun, bu sahada çalışmalar yürütenler, dünya liderleri hızlı ve iyi düşünülmüş adımlar attığı takdirde bu durumun bir krize dönüşmesinin engellenebileceği konusunda umutlu olduklarını söylüyorlar.

Hampson “Şahsen ben her zaman umut olduğunu düşünürüm” diyor ama şu koşullarla: Kadınları, erkekleri ve genç çiftçileri dinleyip, onların başı çekmesine sorunlarını ifade etmesini sağlayıp, onları politik karar süreçlerine katarsak, kooperatifler yoluyla, çiftçi ve kadın grupları oluşturmak, ve buluşlar geliştirmek yoluyla çabalarını desteklersek olur. Biz odağımıza iklim değişikliğine karşı atılacak adımları ve marjinal grupların desteklenmesini, özellikle de piyasalara, kredilere, bilgiye eşit erişim ihtiyaçlarına cevap verilmesini odağa koyuyoruz.

Dr Kulkarni de benzer bir görüşte: Açıkların nerede olduğu bilindiği ve tanımlandığı için bunlara çözüm geliştirmek için hala zaman olduğu umudunu taşıyoruz. Fakat onları görmezden gelirsek, sorunlarımız var demektir ve o zaman umut etmek de güçleşebilir.

Paylaşın

BM: 2050’de 5 Milyar Kişi Suya Erişimde Zorlanabilir

Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) tarafından yayınlanan yeni bir rapor, 2050’de beş milyardan fazla insanın suya erişmekte zorluk çekebileceği uyarısında bulundu.

Haber Merkezi / Yayınlanan rapora göre, 2018 yılında 3,6 milyar insanın yılda en az bir ay boyunca suya erişimi yetersizdi. Raporun, 31 Ekim – 12 Kasım tarihleri ​​arasında Glasgow’daki BM İklim Değişikliği Konferansı olan COP26’dan önce açıklanması dikkat çekti.

Raporda, Dünya’da var olan su kaynaklarının yalnızca yüzde 0,5’inin kullanılabilir ve erişilebilir tatlı su kaynağı olduğu için su güvenliğinin önemli olduğu belirtildi.

Su kaynaklı felaketler son 20 yılda daha yaygın hale gelirken, 2000 yılından bu yana, su kaynaklı afetler önceki yirmi yıla göre yüzde 134 arttı. 2000 yılından bu yana kuraklık seviyelerinde de yüzde 30’luk bir artış yaşandı ve kuraklıktan en fazla etkilenen kıta ise Afrika oldu.

“Uyanmamız gerekiyor”

WCO Başkanı Peter Taalas, rapora ilişkin yaptığı açıklamada, “Yaklaşan su krizi nedeniyle uyanmamız gerekiyor” uyarısında bulundu.

WCO Başkanı Taalas, “Artan sıcaklıklar, küresel ve bölgesel yağış değişiklikleriyle sonuçlanıyor. Bu durum da yağış biçimlerinde ve tarım mevsimlerinde kaymalara yol açarak gıda güvenliği, insan sağlığı ve refahı üzerinde büyük bir etki oluşturuyor” dedi.

Taalas, dünyadaki su kaynaklarının yönetimi ve iklim politikalarının geliştirilmesi için acil eylem planına ihtiyaç duyulduğunu vurguladı.

“Milyonlarca insan yerinden edildi ve yüzlerce kişi öldü”

Geçen yıl su kaynaklı felaketlerin devam ettiğini anımsatan Peter Taalas, “Asya genelinde aşırı yağışlar, Japonya, Çin, Endonezya, Nepal, Pakistan ve Hindistan’da büyük sellere neden oldu. Milyonlarca insan yerinden edildi ve yüzlerce kişi öldü” dedi.
WCO Başkanı Taalas, sel felaketlerinin sadece gelişmekte olan ülkelerde görülmediğine dikkati çekerek “Avrupa’daki feci sel yüzlerce ölüme ve yaygın hasara yol açtı” şeklinde konuştu.
Peter Taalas, nüfus artışı ve azalan su kaynakları nedeniyle dünya genelinde su sıkıntısı çeken insan sayısının artmasının beklendiği uyarısı yaptı.
Paylaşın

75 Ülkeden Aşı Eşitliği İçin Küresel Dayanışma Çağrısı

Aralarında Çin, Meksika, Pakistan ve Güney Afrika’nın da bulunduğu 75 ülke, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda yaptıkları açıklama ile aşı eşitliği için küresel dayanışma çağrısında bulundu. Açıklamada, artan salgına karşı, tek çözümün küresel dayanışma, birlik ve işbirliği olduğu vurgulandı.

Haber Merkezi / 75 ülke adına yapılan ortak açıklamada, “Bütün devletleri, salgını ve sonuçlarını kontrol altına almak, hafifletmek ve üstesinden gelmek için dayanışmayı, uluslararası işbirliğini güçlendirmeye, kadınlar, çocuklar, gençler, yaşlılar ve engelliler de dahil olmak üzere en çok etkilenenlerin korunmasını sağlamaya ve yanlış bilgilendirme, dezenformasyon, ırkçılık ve yabancı düşmanlığına karşı önlemler alınmalı” ifadeleri kullanıldı.

Açıklamada, dünya çapında aşı eşitliğine hala ulaşılamadığı, başta gelişmekte olan ülkeler olmak üzere birçok ülkenin mevcut aşılara hala yeterli erişiminin olmadığı belirtilirken, aşı milliyetçiliğinin rahatsız edici eğiliminden ve aşı dozlarının ihtiyacın ötesinde stoklanmasından da endişe duyulduğu vurgulandı.

Ortak açıklamada, Dünya Sağlık Örgütü’nün dünya çapında en yüksek risk altında olan ve henüz ilk dozunu dahi olmamış kişileri aşılamaya öncelik verme çağrısının memnuniyetle karşılandığı da belirtildi.

75 ülke tarafından yapılan ortak açıklamada, tüm devletleri, gelişmekte olan ülkelere aşıların adil ve hakkaniyetli dağıtımı için koordineli ve uyumlu çabaları hızlandırmaya çağırdı.

Açıklamada, etkili aşı üreten ülkeleri taahhütlerini yerine getirmeye ve aşıyı alan ülkelere aşıların zamanında ve yeterli bir şekilde teslim edilmesi gerektiği vurgulanırken, aşı araştırmaları, üretimi ve dağıtımındaki çabaların memnuniyetle karşılandığı belirtildi. Ayrıca, açıklamada, tüm devletlere küresel dayanışmayı güçlendirme çağrısı yapıldı.

Paylaşın

BM: Kuzey Kore, Nükleer Reaktörü Yeniden Çalıştırdı

Birleşmiş Milletler (BM) Atom Ajansı’nın yıllık raporunda, Kuzey Kore’nin nükleer silah yapımında kullanılan uranyum zenginleştirme tesisini yeniden aktif halle getirdiği ifade edildi. Kuzey Kore, nükleer silahları ve balistik füze programları nedeniyle çok sayıda uluslararası yaptırım altında.

Haber Merkezi / Raporda, “Temmuz ayının başından bu yana, soğutma suyunun boşaltılması da dahil olmak üzere, reaktörün çalıştığıyla ilgili tutarlı göstergeler var” ifadelerine yer verildi.

Pyongyang’ın yaklaşık 100 kilometre kuzeyinde yer alan Yongbyon, ülkenin ilk nükleer reaktörüne ev sahipliği yapıyor ve Kuzey Kore’nin silah programı için bilinen tek uranyum zenginleştirme tesisi. Rapora göre Yongbyon reaktörü Aralık 2018’den beri etkin değildi.

Kuzey Kore Lideri Kim Jong Un, o dönemki ABD Başkanı Donald Trump ile ikinci bir zirvede Yongbyon kompleksinin bir kısmını yaptırımların hafifletilmesi karşılığında sökmeyi teklif etti, ancak teklifi reddedildi.

Kuzey Kore, nükleer silahları ve balistik füze programları nedeniyle çok sayıda uluslararası yaptırım altında.

Üst düzey bir ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi, Washington’un rapordan haberdar olduğunu ve ortak ülkelerle yakın işbirliği içinde olduğunu söyledi.

Yetkili AFP’ye verdiği demeçte, “Bu rapor, Kore Yarımadası’nın tamamen nükleer silahlardan arındırılması için acil diyalog ve diplomasiye duyulan ihtiyacın altını çiziyor” dedi.

Yetkili, “Rapor edilen bu faaliyeti ve nükleer silahlardan arındırmayla ilgili tüm sorunları ele alabilmek için Kuzey Kore ile diyalog aramaya devam ediyoruz” dedi.

 

Paylaşın

Dünya Son 125.000 Yılın En Sıcak Döneminde: Gelecek Elimizde

Modern toplumun fosil yakıtlara devam eden bağımlılığı, dünyayı son 2000 yılda eşi görülmemiş bir hızla ısıttı ve ısıtmaya devam ediyor. Rekor düzeydeki kuraklıklar, orman yangınları ve seller dünyayı harap ettiği şimdiden su götürmez bir gerçek olarak karşımızda duruyor.

Haber Merkezi / Birleşmiş Milletler Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC), konuyla ilişkin hazırladığı raporda, böyle devam ederse işlerin daha da kötüleşeceğini ortaya koyuyor. Ancak raporda gezegenin geleceğinin büyük ölçüde, insanlığın bugün aldığı kararlar veya alacağı kararlara bağlı olduğunu da açıkça ortaya koyuyor.

IPCC’nin yayımladığı raporun koordinatör başyazarı ve iklimbilimci Xuebin Zhang, konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Kanıtlar her yerde: harekete geçmezsek durum gerçekten kötüleşecek” diyor.

Son birkaç yılda 200’den fazla bilim insanı tarafından derlenen rapor, geçen hafta sanal ortamda düzenlenen bir toplantıda 195 hükümet tarafından onaylandı. Bu toplantı aynı zamanda iklim değişikliğinin durumunu ve onu azaltma ve ona uyum sağlama çabalarını değerlendirecek üç toplantının ilki olma özelliğini taşıyor.

BM’nin Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 1990’dan bu yana altıncı iklim değerlendirmesinin rolan rapor, İskoçya’nın Glasgow kentinde yapılacak olan küresel iklim zirvesinden önce yayımlandı. Glasgow’da yapılacak zirvede, hükümetler, gidişatı tersine çevirme ve emisyonları azaltma sözü verme fırsatına sahip olacaklar.

“Gelecekte yaşayacağımız iklim şimdiki kararlarımıza bağlı”

Küresel emisyonlar bu yüzyılın ortalarında net sıfıra ulaşırsa, ki bu birçok ülkenin geçen yıl verdiğiı bir taahhüt, o zaman dünya 2015 Paris Anlaşması’nda ortaya konan hedefe ulaşabilir ve küresel ısınmayı önümüzdeki dönemde 1,5 derece ile sınırlayabilir. İklimbilimci Valérie Masson, konuya ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Gelecekte yaşayacağımız iklim şimdiki kararlarımıza bağlı” ifadelerini kullandı.

Dünya’nın küresel yüzey sıcaklığı, 1850–1900 arasındaki ortalamaya kıyasla yaklaşık 1,1 °C arttı. Bu, yaklaşık 125.000 yıl önceki son buzul çağından bu yana görülmeyen bir seviye. Bu, IPCC raporuyla birlikte yayınlanan açık gerçeklerden sadece bir tanesidir.

Dünya’nın daha ne kadar ısınacağının uzun vadede beklentisinin ölçüsü ‘iklim duyarlılığı’dır. IPCC’nin en iyi tahmini 3 °C. Yayınlanan rapor, modern ve eski iklim kayıtlarını kullanarak olası aralığı 2,5–4 °C’ye indirerek bu şekildeki belirsizliği azaltıyor. Bu, IPCC’nin 2013’te yayınlanan son iklim değerlendirmesinde rapor edilen daha geniş hassasiyet aralığı olan 1,5–4,5 °C ile karşılaştırılır.

IPCC raporuna göre, örneğin, günümüzün küresel kalkınma modellerinde çok az değişiklik içeren ılımlı bir emisyon senaryosunda, ortalama küresel sıcaklıklar 2,1–3,5 °C artacaktır. Bu, 2015 Paris İklim Anlaşmasını imzalayan ülkeler tarafından bir hedef olarak belirlenen 1,5–2 °C sınırının oldukça üzerindedir. Hükümetlerin sera gazı emisyonlarını radikal şekilde azalttığı bir senaryoda bile, rapor, yüzyılın sonuna doğru bu eşiğin altına düşmeden önce, küresel sıcaklıkların önümüzdeki yıllarda 1,5 °C eşiğini aşmasının muhtemel olduğunu ortaya koyuyor.

“Küresel ısınmayı 1.5 °C ile sınırlamak hala mümkün mü? sorusuna cevap ‘evet’ diyen raporun koordinatörlerinden Maisa Rojas. ancak “Tüm sera gazlarında ani, hızlı ve büyük ölçekli azalmalar olmadıkça, küresel ısınmayı 1,5 °C ile sınırlamak ulaşılamaz olacaktır” değerlendirmesinde bulunuyor.

Rapor, iklim değişikliğinin Dünya üzerinde sahip olduğu baş döndürücü bir dizi etkiyi listeliyor ki  bunlar zaten aşikar; Kuzey Kutbu’ndaki deniz buzunun alanı, son 1000 yıldaki seviyesinden daha düşük. Aynı şekilde okyanuslar da 11.000 yıl önceki son buzul çağının sona ermesinden bu yana görülmemiş bir hızla ısınıyor.

IPCC raporu, bu ciddi ölçümlerin ötesinde, aşırı sıcaklık, yağış ve kuraklığın en çok vurduğu yerler de dahil olmak üzere iklim değişikliğinin bölgesel etkilerini anlamadaki en önemli bilimsel ilerlemelerden bazılarını vurguluyor. Örneğin aşırı kuraklık, özellikle Akdeniz bölgesi ve güneybatı Afrika’da yaygın etkilerle birlikte, dünyanın çeşitli bölgelerini etkiledi.

Rapora göre, Dünya’nın endüstri öncesi sıcaklıkların 2 °C üzerine çıkması durumunda, karada, geçmiş yüzyıllarda her 50 yılda bir meydana gelen aşırı sıcaklık olayı muhtemelen her dört yılda bir gerçekleşecek.

İklimbilimci ve raporun koordinatör başyazarı Xuebin Zhang, sıcaklıklar arttıkça gelecekte aşırı hava olaylarının giderek daha şiddetli hale geleceğini söylüyor. Zhang, “Sadece bir doğa felaketi yaşamayacağız, aynı anda birden fazla doğa felaketi yaşayacağız” diyor.

Yüz binlerce insanı etkileyecek

Rapora göre, küresel ısınmanın buzullar, buz tabakaları ve okyanuslar gibi cisimler üzerindeki etkisi yüzyıllar hatta binlerce yıl boyunca hissedilmeye devam edecek. 2 °C’lik ısınma deniz seviyelerini önümüzdeki 2000 yıl içinde 2–3 metre yükseltmesi bekleniyor. Bu da şu anlama geliyor kıyı şeridindeki tüm yerleşim yerlerini dolayısıyla yüz binlerce insanı etkileyecek.

Rapor, buz tabakası ve büyük orman kaybı veya okyanus sirkülasyonunda ani değişiklikler gibi iklimin en şiddetli etkilerinden bazılarının göz ardı edilmemesi gerektiği konusunda uyarırken, tüm iklim değişikliği projeksiyonlarındaki en büyük belirsizliğin, insanların nasıl hareket edeceğinin bilinmediğine vurgu yapıyor.

IPCC, otuz yıldır küresel ısınmanın tehlikeleri konusunda uyarıda bulunuyor, ancak hükümetler henüz temiz enerji kaynaklarına geçiş yapmak ve sera gazı emisyonlarını durdurmak için gerekli adımları atmadı. “Ama belki de işler değişmek üzere” diyen Zhang, çünkü dünyanın her yerindeki insanlar çevrelerindeki iklim değişikliğinin etkilerini görmeye başladığını söylüyor.

IPCC raporu önemli bir şeyi de belirtiyor: Radikal önlemler ve adımlar atılırsa iklim değişikliğinin korkunç etkilerinin çoğundan hala dönülebileceği. Isınmanın her derecesinin önemli olduğunu söyleyen Rojas, “Gelecek bizim elimizde” diyor.  (Kaynak: nature.com)

Paylaşın