Seçim Kanunu’ndaki Değişiklikler Ne Getiriyor, Ne Götürüyor?

“Kazandıracak seçim sistemi yaratmak” çalışmasının “Seçim sistemi değiştirmekle iktidar ne kadar uzar?” başlıklı ilk bölümünde Süleyman Demirel ve Turgut Özal’ın tek başına hükümet olma dönemlerini, iktidarlarını uzatmak için seçim kanunu değişikliklerine başvurduklarını, şimdi de sıranın Recep Tayyip Erdoğan’a geldiğine değinmiştik.

Devamla da, Milletvekili Seçimi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’nin Anayasa Komisyonu’ndan geçerek Meclis Genel Kurulu gündeminde olan teklifin ilk iki maddesini tartışmıştık.

Partilerin seçime katılıma koşullarının değiştirilmesi

Üçüncü değişiklikle “Seçime katılma yeterliliği elde eden parti, Siyasi Partiler Kanunu’nda öngörülen ve parti tüzüğünde belirtilen süreler içerisinde ilçe, il ve büyük kongrelerini üst üste iki defadan fazla ihmal etmemiş olma koşuluyla seçime katılma hakkını muhafaza eder” cümlesi 1983 tarihli ve 2820 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’na ekleniyor.

Böylece, kongresini yapmadığı için seçime katılamayacak partiye “kongreni yap, bizim ittifaka katıl ve de hatta sana bir de ‘Çiller’ verelim” demek gibi bir şey oluyor sanki.

Buna karşın seçime katılma yeterliliği elde etmiş ve fakat daha sonra kongresini yapmadığı için seçime katılma hakkını yitiren partiye yeni bir kapı açılırken, mecliste grup oluşturarak seçime katılma yolu için açık olan kapıyı kapatarak “İYİ Partinin seçimlere katılımına benzer bir süreci bir daha yaşamak istemediğimiz gibi bu süreçte oyun kurucu siz olamazsınız, o bizim tekelimizde” diye mesaj veriyor iktidar partisi ve küçük ortağı, tüm muhalefete partilerine.

Elbette bu mesajın bir de gizli hedefi olabilir. Bu hedef de, Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) içindeki muhalif ve seçimde dışlanması olası kimi mevcut milletvekilleri olmasın?

Olmaz olmaz dememek gerek, bal gibi de olabilir. Onlar da milletvekili değil mi, yirmisi-otuzu bir araya gelip ‘madem siz bizi dışlıyorsunuz, biz de bir araya gelip size karşı çıkıyoruz’ diyemezler mi? Elbette diyebilirler.

İl-ilçe seçim kurullarında kıdem yerine kura

En kıdemli yargıç demek, AKP’nin iktidar döneminden önce yargıç olmuş ve zamanın süzgecinden geçerek bugünlere ulaşmış, büyük olasılıkla yaşadıkları yerde saygınlık kazanmış yargıçlar topluluğunun üyeleri olmak demek.

Birinci sınıf yargıçlar ise, yargı görevine çok büyük oranda AKP iktidarı döneminde atanmış ve aralarında iktidar partisiyle seçim-yönetim ilişkileri yaşamış valileri milletvekili adayları, parti il-ilçe ve hatta merkez yöneticilerinin olduğu ve avukat olarak parti ve örgütleriyle yoğun ilişki içerisinde olanların olduğu, bilindiği gibi kamuoyuna çok yansıdı.

Kıdemli yargıçlar 1961 tarihli 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun hükümlerine göre, il-ilçe seçim kurullarında görev almak için kıdemlerinin dolmasını ve de sıralarının gelmesini bekliyorlardı. Artık buna gerek kalmayacak, kıdemle elde edemedikleri bir konumu kura ile elde etmiş olacaklar. Fakat kuraya katılacak yeter sayıda birinci sınıf yargıç yoksa, işte o zaman tekrar kıdeme dönülecek.

Yani öncelik kurada. Kura ile kurulların tamamlanamaması durumunda ise, kıdem, eksik tamamlamada yararlanılacak bir araca dönüştürülüyor, kavramın bilgi ve deneyim ile de bağı kesilmiş oluyor.

60 yıldır uygulamada olan ve yargıçların kıdemine göre kendiliğinden oluşan kurulların bileşim biçiminin değiştirilme isteğinin ardında acaba, 31 Mart 2019 yerel yönetim seçimlerinde ‘hiç bir şey olmasa bile bir şeyler olmuştur” mantığıyla İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerini “parça parça düzenlemelerle kazanmak yerine, seçimi bütün olarak yeniletip bir kez daha kaybetmek durumunda kalınmamış olurdu” düşüncesi mi yatıyor dersiniz!

Kimileri il-ilçe seçim kurullarının oluşturulma biçimiyle ilgili bu değişiklik önerisini bir niyet beyanı olarak algılayıp; “her durumda seçim kazandıracak bir seçim sistemi bulmak mümkün değilse, seçim kaybettirmeyecek kurullar yoluyla da sorun çözülebilir” düşüncesine kapılınmış olabilir.

Oysa partilerin sandık görevlileri işlerini eksiksiz yapıp, ıslak imzalı sandık tutanaklarını tüm sandıklar için partilerine ulaştırdığında hem seçimlerin şeffaf ve güvenilir yapısı sağlanır, hem de seçimlerin gerçek sonuçları elde edilmiş olmaz mı?

Yeter ki, iktidarın bu ve benzeri uygulamalarına karşı çıkan tüm siyasi partilerin etkili ve yetkili görevlileri, yapılması gereken işleri şeffaf ve tam olarak yapsınlar, yapabilsinler.

Muhalefetin bu il-ilçe seçim kurulları değişikliğinin yaratacağı hukuki sorunlarla mücadelesi ne denli önemliyse; iktidarın yasanın yürürlüğe girmesiyle üç ay içinde yapılan değişikliklere göre kurulların yeniden oluşturulması ve bu şekilde belirlenen il-ilçe seçim kurulu başkan ve üyelerinin önceki başkan ve üyelerin görev sürelerini tamamlama geçici maddesiyle bu süreci hızlandırma uğraşı o kadar özel amaçlı çaba olarak siyaset sahnesine yansıyacaktır. Galiba işin acı tarafı da burası, yangından mal kaçırma kısmı (!).

Sandık kurulu ve seçmen kütüğüne ilişkin iki madde değişikliği

Sandık kuruluyla ilişkili yapılan 298 sayılı yasanın 23. maddesine eklenen “sandık kuruluna üye bildirme hakkı olan bir parti; oluru olmadan başka bir parti üyesini sandık kurulu üyesi olarak gösteremez” cümlesi, asgari bir nezaket kuralının yasaya madde olarak eklenmesinden öte bir anlam taşıyor mu, bilemiyorum.

Kaldı ki herhangi bir parti, bir başka parti üyesini haberi ve onayı olmadan nasıl kendi partisi dışında bir başka parti için görevlendirebilir ki? İnsani ilişkiler ve nezaket kuralları çerçevesinde görevlendirmemesi, görevlendirememesi gerekmez mi? Gerekir.

Peki öyleyse, böyle bir kuralın yasaya eklenmesinin amacı ne olabilir? Acaba bu, siyasi nezaketin yaygınlaştırılma ve siyasette etkin kılınma girişiminin bir yansıması mı?

Bir diğer değişiklik seçmen kütükleriyle ilgili gibi görünüyor ama, galiba değişikliğin ana hedefi -bana göre- nüfus idaresinin adrese kayıt sistemi olmalı. Çünkü seçmen kütükleri adrese dayalı nüfus sistemi veritabanından oluşturulduğu gibi, her yılsonu bazıyla açıklanan, ülke nüfusunun sosyo-demografik özelliklerinin ve büyüklüğünün sağlıklı/doğru tesbiti de bu kaynağa dayanıyor.

Eğer bu sistem sağlıklı çalışmıyorsa “adresi kapanmış olması sebebiyle adres kayıt sisteminde gözükmeyenler’” ülkenin nüfusunda da, ilgili tüm kayıt sistemlerinde de görünmüyor anlamına gelir ki, tüm sistemin gözden geçirilmesini gerekli ve kaçınılmaz kılar.

Ayrıca bu durum seçimle ilgili yasa ya da yasalara yeni madde eklenmesiyle çözülebilir bir sorun değildir ve de olamaz. Çünkü sorunu seçmen kütükleriyle ilgili yasaya madde ekleyerek çözmeye kalkmak, adrese dayalı nüfus kayıt sistemi dışında yeni seçmenler yaratmak olacaktır ki, bu da eşitsiz seçim ortamı üretilmesinin kaynaklarından birini oluşturur.

Üç erk, bir cumhurbaşkanı yasaların yürütücüsü ve seçim yasakları

Yasama, yürütme ve yargı, devletin üç erki. Erklerin birbirinden ayrılması yoluyla demokratik yönetim anlayışına, erklerin birliği üzerinden otoriter yönetimlere bayrak sallamak iki ayrı dünya görüşünü temsil ediyor. Dolayısıyla ortada iki ayrı davranış kalıbı var.

60 yıllık 298 sayılı yasanın seçimlerle ilgili “Başbakan ve Bakanlara ilişkin yasaklar” madde başlığı “Bakanlara ilişkin yasaklar” haline dönüştürülürken; Bakanların yürütücüler kurulu oluşturduğu ve başbakanın da bu kurulun başı olduğu parlamanter sistemin geride kaldığı kabulü yapılıyor.

Ama bu kabul yeni sistemde cumhurbaşkanını; yürütmenin başı olmasına, tüm bakanları atama ve azletme yetkisine sahip olmasına, partili ve de parti başkanı olmasına karşın başbakan üstü konumda sayarak seçim yasakları kapsamı dışında tutuyor.

Bu yaklaşım acaba yürütme erkinin başı olarak cumhurbaşkanını; aynı zamanda iktidar partisi genel başkanı olarak milletvekillerinin yasama görevlerini yapma biçim ve kararları üzerinde etkili oluşuyla yasama erkine ve il-ilçe seçim kurullarında kıdemi kura ile ikincileştirme yoluyla da yargı erkine dahil etme tehlikesi taşıyor mu?

Eğer böyle bir durum söz konusuysa; bu erkler ayrılığının erkler birliğine doğru evrilmesi anlamına gelmiyor mu?

Yapılacak bir milletvekilliği ve/ya da Cumhurbaşkanlığı seçiminde cumhurbaşkanının seçime giriyor ya da girmiyor oluşu, yürütmenin başı olarak cumhurbaşkanının seçim yasaklarına dahil olup/olmamasını belirleyemez. Çünkü partili cumhurbaşkanı, partisinin genel başkanı olarak seçim sürecinde devlet olanaklarını en üst düzeyde kullanma hakkına sahip biri olarak eşitsiz seçim ortamı yaratmanın aracı olamaz.

Kaldı ki cumhurbaşkanlığı yemini ‘’üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma büyük Türk milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine andiçerim’ diyen cumhurbaşkanlarına bu kapıyı da kapatmaktadır.

Dolayısıyla yürütmenin başının “seçim yasakları kapsamı dışında tutulması” sehven yapılan bir hatanın ürünü olabilir ki, o da komisyonlarda olmasa bile Meclis ve/ya da Anayasa Mahkemesi’nde düzeltilecektir.

Sonuç yerine

Muhtarlık seçimleriyle ilgili bir değişiklik dışında yedi maddede özetlenmeye çalışılan 298, 2820 ve 2839 sayılı yasalarda yapılması amaçlanan değişikliklerin neler getirip, neler götüreceğine değinilen bu yazının vargıları;

  • 1983’den bu yana milletvekili seçimlerinde uygulanmakta olan barajlı nisbi temsil sisteminin partiler için (ittifak yoluyla barajı aşma biçiminde de olsa) barajsız nisbi temsil yoluyla milletvekili çıkarabilme olanağına kavuşmaları ileri bir adımdır,
  • Bir partinin diğer bir parti üyesinin onayını alarak görev paylaşımı, nezaket kuralları ve dayanışma açısından siyasi partiler ve üyeleri arasındaki önemli gelişme olabilir,
  • Her durum ve koşul altında iktidar sahiplerinin seçimi kazanacakları sistemler yaratma çabasını anlayışla karşılamak kolay ve mümkün değildir,
  • Her durum ve koşul altında iktidar sahiplerinin seçimi kazanacakları sistem yaratmaları mümkün olmayınca onun yerine seçimi kaybetmemeye odaklı kurullar oluşturma çaba ve girişimleri amaçlanan başarıyı garanti etmez/edemez,
  • İktidar partilerinin kendi çıkarları doğrultusunda gündeme getirdikleri düzenlemelere karşı muhalefet partileri de şeffaflık ve görevlerini eksiksiz yerine getirme koşul ve şartıyla mücadele etme/edebilme olanağına sahip olacakları gibi bu olanakları kendileri yaratır ve de yaratabilirler,
  • Yasa oluşturma ve değiştirme sürecinde sehven oluşan hatalar/eksikler süreçle birlikte giderilip düzeltilmiyor ve de bu yönde çaba içerisinde olunmuyorsa, hata ve eksik gibi görünen şeyler sehven değil bilinip/istenerek yapılıyor demektir.
  • Dolayısıyla ortaya çıkan ve çıkacak olan sonuçlar en geç bir buçuk yıl içinde tüm yönleriyle önümüze dökülerek test edilmiş ve de gerçekler herkes tarafından görülebilir hale gelmiş olacaktır.

Rize Milletvekili Hayati Yazıcı, İstanbul Milletvekili Feti Yıldız ve Adalet ve Kalkınma Partisi Grup Başkanvekili Çanakkale Milletvekili Bülent Turan, Milliyetçi Hareket Partisi Grup Başkanvekili Sakarya Milletvekili Muhammed Levent Bülbül ile 91 Milletvekilinin verdiği teklif Anayasa Komisyonu’ndan 23 Mart 2022’de geçti.

(Bianet: Sezgin Tüzün)

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir