Özel’den ‘Kamuda Tasarruf’ Sorusu: Beşli Çetelerle İlgili Bir Şey Gördünüz Mü?
Partisinin grup toplantısında konuşan CHP Lideri Özgür Özel, Mehmet Şimşek’in açıkladığı kamuda tasarruf programına ilişkin, “Beşli çetelerle ilgili bir şey gördünüz mü?” diye sordu.
Özgür Özel, konuya ilişkin açıklamasının devamında, “İtibardan tasarruf olmaz diye Saray harcamalarını savunanlar vardı. Mehmet Şimşek 2015’te makam araçları için ‘çerez parası’ diyordu, şimdi 3 yıllık tasarruf genelgesi hazırlamış. Demek ki o zaman garibanların dostu olanlar doğru söylemiş. Koca genelgede umudumu artıran tek madde vergide adalet. Türkiye’de 100 lira vergi toplanıyor. Bunun 65’i dolaylı vergi” dedi ve ekledi:
“Yani mazot, doğalgaz, su… Bu ürünlere en zengin fabrikatör de orada çalışan işçi de aynı vergiyi ödüyor. Dolaylı verginin adaletsizliği bu. Kalan 24 ise işçinin, emekçinin, emeklinin, memurun daha maaşını çekmeden kesilen parası. 11 ise herkesin gelirinden ödediği vergi. Vergi çok kazanandan çok, az kazanandan az, hiç kazanmayandan hiç alınır.”
Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin TBMM’deki grup toplantısında gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Özel’in açıklamaları şöyle:
“İlk duruşmada dört kilometre kuyruk, kapıda 10 bin kişi vardı. Salon 400 kişiydi. Her aileden bir kişi alındı. Son duruşmada salonda 200 kişiydik. CHP kurumsal olarak hiç yalnız bırakmadı orayı. Çeşitli siyasi partiler ilk gün vardı, son gün bazıları vardı ama orada salonun 87 duruşmada yaşadığı, yavaş yavaş artan ilgisizlik.
Medyanın büyük oranda kayıtsızlığı. İlk günler muhalefet partisiyken orada bulunan MHP’nin milletvekillerinin, yöneticilerinin sanki sarayla ittifak yapınca sorumlular değişmiş gibi adeta kamuoyu önünde de taraf değiştirmeleri… İlgisizlikleri hiçbirimizin gözlerinden kaçmadı. Maalesef ilk günlerde müthiş bir adalet mücadelesi, kararı verecek genç, dürüst, namuslu bir hakimin, yüz binlerce sayfa dokümana hakim bir hakimin karardan önce değiştirilmesiyle, seyyar bir giyotinin adalet katletmek üzere Elbistan’dan Soma’ya sevkiyle önce birinci kademe mahkemesinde hepimizin yüreklerini sızlatan bir karar alındı. Yargıtay kararı 5 – 0 bozdu.
Dedi ki yahu ne taksiri, ne bilinçli taksiri, kanunda yazan olası kast. Burada uygulanmayacaksa nerede uygulanacak? 301 kere müebbet istemelisin deyip yolladı. Yolladım sandı yollayamadı. 5 günde gidecek karar, 5,5 ay bekledi. 5 – 0’lık heyetin, üçünü görevden aldılar ve tayin ettiler. Yerine 3 yandaş, seyyar giyotin daha getirdiler. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı karara itiraz etti. 5,5 ay sonra. 5 ay önce yollaması gereken karara. Yeni gelen üçü, üçe iki kendi dairesinin kararını bozdu. Yolladılar. Soma’daki mahkeme apar topar bu yeni üç kişilik karara uydu. Ölen işçi başına 5 gün yatanlar. Şehit başına 5 gün yatanlar çıktılar dolaştılar.
Dün de küstahlık yaptılar. Soma demeyin, geride kaldı. Biz orayı unuttuk dediler. Dün bu partinin genel başkan yardımcıları, grup başkanvekilleri, milletvekilleri, üyeleri Soma’yı unutmayan, unutamayan, yüreğinde babasının, eşinin, evladının acısını taşıyanlara sarıldılar. Dün Soma’da tarihin en büyük kalabalığı vardı. Çünkü karar değişmedi. Ama atmosfer değişti. Dün oradaki anneler, ilk kez biz adaletin bir gün geleceğine inandık dediler. Getireceğiz. Ant olsun. Buradan Türkiye işçi sınıfına bir çağrıyı daha yapmak isterim. Soma’da 301 kişi öldü. Bütün dünya duydu. Türkiye’de hayat durdu, bir ay. Soma’dan bugüne Türkiye’de 649 madenci daha öldü.
649. Yani Soma’dan bugüne iki Soma daha oldu. Ama kimsenin haberi olmadı. Burada bile söylediğimde konuklarımızdan 649’a şaşıranlar var ki haksız değiller. Soma’dan beri iki Soma oldu ve kimsenin haberi yok. Mesaj Türkiye işçi sınıfınadır. Sermaye yargıya hakim sermaye, medyaya hakim sermaye size diyor ki örgütlenin, öğüdü tersten veriyorlar. Örgütlenin diyorlar, birer birer ölürseniz biz sizi görmeyiz, duymayız. Ölecekseniz bile hep birlikte ölün ki haberimiz olsun. Haberleri olsun diyorlar. Bu mesajı alın, asla ölmek için değil yaşamak ve emeği savunmak için örgütlenin.
Bütün emekçiler hangi iş kolunda çalışırlarsa çalışsınlar. Sendikalar üye olmaya, haklarını arayacak gerçek sendikalara, ücret sendikacılarına, aidat sendikalarına değil, sarı sendikalara değil mücadele sendikalarına üye olmaya bir kez daha davet ediyoruz. Çok basit iki rakam vereceğim. Bunu hangi siyasi partiden olursa olsun, aklı ve vicdanı olan tüm vatandaşlarımıza seslenerek söylemek istiyorum. ILO, Çalışma Örgütü. Türkiye’nin de mensubu olduğu ILO. Rakamlarını açıkladı. Türkiye ölümlü işçi kazalarında dünya birincisi, rakam olarak. 100 bin nüfusa oranlı bakıldığında da dünya ikincisi. Birinci Malezya.
Her 100 bin nüfusta iş kazasında ölen işçi sayısı. Birinci Malezya, ikinci Türkiye. Üçüncü Zimbabve, dördüncü Belize. Beşinci ülkenin adını ilk kez duydum. Böyle devam ediyor. Bakın, bu ülkede yarın senin evladın. Senin komşun. Allah vermesin en sevdiklerimiz. Hayatını kaybederler. Çünkü dünyada işçi hayatının Türkiye kadar ucuz ve tehdit altında olduğu bir başka ülke yok. Zimbabve, Elitre, Belize’nin durumu Türkiye’den iyi. O yüzden bu hak yaşam hakkı. İşçi sağlığı, işyeri güvenliği. Bunlar en önemli insan haklarıdır. Buna sahip çıkmayan Allah muhafaza kendi evladına sahip çıkmıyordur. Bu konuda herkesin pür dikkat kesilmesi lazım.
Soma’dan altı ay önce Soma madenlerinde kötü kokular, duyumlar geliyor. Araştıralım deyip önerge vermiştik. 20 gün kala Meclis’te görüşebilmiştik. AKP oylarıyla reddedilmişti. Kazadan 20 gün sonra kurdular ve gittik hep beraber çalıştık. 1250 sayfalık bir rapor. Bunun 880 sayfasında, CHP, MHP, bugünkü DEM ve AKP ortaklaştı. CHP bu rapora 250 sayfa ilave karşı oy, farklı görüş ve öneri yazdı. Bu raporun ortak kısmının 90 sayfası bir daha Somalar yaşanmasın diye öneridir. Bakın 90 sayfadan bir sayfanın bir tek paragrafı şudur.
Eski imalatlar haritalara işlenmeli. Dikkatle takip edilmeli. İçine su ve gaz sensörleri konulmalıdır. Yani bir yerde madeni işletiyorlar, sonra gidiyorlar. Orada maden olduğu da unutuluyor. İçeride ne olduğunu bilmiyoruz. Oraya gaz ve su sensörü koyulmalıdır. Biz bunu yazdık. Altına dört parti imza attık. Bundan haberi olmayan olamaz. Ama birilerinin haberi yoktu. Ermenek’teki madencilerin gecenin bir yarısı kaza kaza ilerledikleri madende beş metre, dört metre, üç metre, bir metre, 20 santim sonra bir eski imalat olduğundan haberleri yoktu. İçeride su doluydu. Önerdiğimiz su sensörü yoktu. Son kazmayı vurdular. Tonlarca su doldu.
Ayşe Teyze, rahmetli babası lastik ayakkabıları ile kocası duran Ayşe Teyze, benim çocuğum yüzme bilmez, nasıl kurtaracaklar ki dedi. Kurtarma başladı deyince… Suda boğularak öldüler. Bakın 90 sayfalık önerinin bir maddesi bu. Ermenek olmayabilirdi. Bunun için buradan vicdanı, ahlakı olan herkesi bu vahşi kapitalist düzen daha çok para kazansın diye uygulanmayan bu basit tedbirlere kulak vermeye davet ediyorum. Partimiz bu konuda bir taslak hazırladı. Paydaşların, işçi sendikalarının, işçi örgütlerinin ve tüm siyasi partilerin görüşüne sunacağız. Önümüzdeki günlerde bunu tüm paydaşlarla çalışıp Meclis’e getireceğiz.
O gün bir kez daha göreceğiz. Kim emeğin yanında? Kim ölen işçini anasına taziyeye giderken samimi? Kim ölen işçinin evladına, bunlar bizlere emanet derken samimi. O gün söylemekle değil bugün yeni facialar olmasın diye bir şey yapmakla. Oy vermekle. Parmak kaldırmakla, kendi partine itiraz etmekle olur. Önümüzdeki günler bunun mücadelesini vereceğiz. Tüm kamuoyunun dikkatini buraya bekliyoruz. Soma’yı unutmadık. İliç’i de unutmadık. Soma’dan İliç’e bütün cinayetler bu vurdumduymazlığın eseridir. Unutmayacağız. Unutturmayacağız.
İki kardeşim. Ankara Üniversitesi İkinci Sınıf Eczacılık Fakültesi öğrencileri çiçek sundular. Tabi benim akışımda Soma öndeydi. Öncelikle onlara teşekkür ediyorum. Eczacılar çok kutsal bir mesleği, çok büyük zorluklarla yapıyorlar. Bundan 2 bin yol önce Ebers Papirüsü ile tıptan ayrılmış bir mesleği yapıyorlar. Gece ve gündüz çalışıyorlar. Sabahlara kadar herkes uyurken birimizin çocuğu ateşlenirse ben buradayım diyen eczacılar, meslek yapıyorlar. Odaları, birlikleri kamu yararını her şeyden çok gözetiyorlar. Çok sorunları var.
Ama dinleyin, kendi sorunlarından çok hastaların sorunlarını dile getiriyorlar. Yaşatmak için yaşamak zorunda olan bir meslek grubu. Bir yıl önce tedbir alınmazsa her iki eczaneden birini kaybederiz dedi. Eczaneler hızla iflas ediyorlar. Kapanıyorlar. Yeni mezunlar geleceklerini çok endişe ile takip ediyorlar. Bu konuda ben eczacı odasının yöneticiliğinden başlamış, her kademesinde görev yapmış, bugüne gelmesinde en büyük borcu ve vefayı eczacılara, eczacı odaları, örgütlerine borçlu olan birisi olarak bir kez daha üyesi olmaktan büyük onur duyduğum eczacılık ailesinin 14 Mayıs Eczacılık Gününü kutluyorum. Sorunlarını biliyorum. Dile getirmeye devam edeceğiz. Eczacılar ve mesleğimle gurur duyuyorum.
TÜİK verilerine göre ülkemizin sağlık harcamalarına ayırdığı para yüzde 3,7. OECD’nin en düşük rakamı. Bunun da çok çok düşük bir kısmı ilaca harcanıyor. Birileri ilaçta tasarruf yapıyoruz diyorlar. Bunun baş savunucusu bizleriz. Bilinçli ilaç tüketimi için eczacılar kadar gayret eden hiçbir meslek grubu yok doğal olarak. Ama sadece Euro 35 lira olmuşken, ilaçta 17 lira olarak kabul etmek…
Her türlü kesintiyi yapmak bakın nelere mal oluyor. Geri ödeme kapsamında yer alan ilaçlarda kısıtlamaya gidiliyor. Firmalar yeni icat edilmiş ilaçları Türkiye’ye getirmek istemiyorlar. Geri ödeme listesine girmek istemiyorlar. Burada sorunlar var. Dünya yeni ilaçlardan yararlanıyor. Biz birçoğundan yararlanamıyoruz. Hastalarımızın cebini yakan ilaç fiyat farkları var. Her geçen gün artıyor. Bakın her anne ve babanın çocuğu ateşlenir. Bugün en çok bilinen, çocukların ateşini hızla düşüren, her anne ve babanın buzdolabında tutmak istediği, serin bir yerde tutmak istediği bir ateş düşürücü şurup var. Fiyatı 130 lira. İki sene önce 35-40 liraydı. Bugün 130 lira.
Devletin buna ödediği para 55 lira. Tam neredeyse yarısını, hatta yarısından 10 lira fazlasını anne ve babalar ödüyor. 75 lirasını. 55 lirasını devlet ödüyor. Böyle bir fiyatlandırma sistemi eczacıya zarar değil. Eczacıya maalesef utanç. Doktor şurup yazmış. Çıkarıyor ve veriyor. Devlet 55 lira ödüyor, sen de 75 lira vereceksin. Bu insanlar gecenin bir yarısında bununla karşılaşıyorlar. Yarım kalan tedaviler nedeniyle yeni komplikasyonlar çıkıyor. İhtiyaç duyulan ilaçlara erişim sağlanamıyor. Yerli ve milli ilaç üretimi konusunda dilimizde tüy bittiği halde Türkiye’deki ilaç firmalarının pek çoğu yabancılara satıldı ve satılmaya devam ediyor.
Türkiye’nin yerli ilaç kullanımı 2002’ye göre kendi içinde 8,8’den 8.0’a geriliyor. Yabancı ilaç kullanımı ise 2,5 katına kadar, 2019’a kadar çıkmıştı. Ondan beri de veriler sağlıklı açıklanmıyor. Yani yerli ilaçta büyük bir gerileme, yabancı ilaçta büyük bir artış var. Bunu maskelemek için Türkiye’deki fabrikayı yabancı satın alıyor. Diyor ki olsun yerli sayılır, Türkiye’de üretiyor diyor. Bunun bir kısmı doğru ama iş sıkıştığında bir kısmı çok büyük bir tehlike içeriyor. O yüzden CHP olarak yerli ilaç sanayini desteklemek zorundayız.
Örneğin Abdi İbrahim İlaç Firması, yabancılara satılmaya direnmek bir yana yurtdışında ilaç firmaları satın alıyor. Bunu hep birlikte desteklemeliyiz. Türkiye’nin en önemli ilaç firmalarının yabancılara satılmış olmasının yarattığı mesele her şeyde beka sorunu arayanların, belediye seçimine beka sorunu olur diye bakanların, duyması, düşünmesi, tedbir alması gereken meseledir.
Bir diğer mesele SMA hastası çocuklar mesela. Hepimizin her yerde karşısında. Vicdanımızda yara. Ama esas sorun Türkiye’nin bir yetim ilaç politikası olmamasıdır. Nadir görülen hastalık, çok nadir görülen hastalıklar aslında Türkiye’de adeta şöyle düşünün, bir ovada bir sürü ev. Yağan bir yağmur var. Evlerden birine yıldırım düşüyor. Geri kalanı yansınlar bakalım. Nasılsa bize düşmedi diye bakıyor. Devletin görevi o ovaya bir paratoner yapmaktır. Ateş düştüğü yeri yakamaz. Nadir ve çok nadir görülen hastalıklar binde bir, 10 bin de bir, milyonda bir görülen hastalıklar. Buna yakalanıyorsun.
Bunun ilacı nasılsa az satılıyor diye devlet tarafından karşılanmazsa ülkeye gelmiyor. Hatta yeterince satılmayacak diye teşvik edilmezse, özel bir tedbir alınmadıysa üretilmiyor. O yüzden bu ilaçların adı yetim ilaçlardır. Türkiye’nin bir yetim ilaç politikası yoktur. O yüzden SMA hastası ana ve baba tek başınadır. Adını bilmediğiniz binlerce çok nadir görülen hastalığa evladı yakalanan anne ve baba tek başınadır. O ilaç, sürüm olmadığı için 100 milyon liradır. ABD’deki bir şirketin elindedir. Bunun için bu ülkenin bir yetim ilaç politikası olması lazım. Ben 10 yıl Plan ve Bütçe Komisyonundan AKP’nin geçirdiği sağlık bütçesine yetim ilaçla ilgili muhalefet şerhi yazdım.
Görev yaptığım 10 sene. Partim her sene yazıyor artık. Ama bu olmaz. Bir şey yapacaksınız. Bir bütçe yapacaksınız. Bu alanda kim para kazanıyorsa o kumbaraya para atacak. Eczacılardan da kesilecek, ilaç deposundan da kesilecek, ilaç firmalarından kesilecek. Özel hastanelerden kesilecek. Ayrıca o kadar da devlet koyacak. Bu ülkede kim hastalanırsa yetim ilaca ihtiyacı var. O ilacı bedava alacak. Bugün SMA hastası hastalardaki sorun şudur. Üç farklı tedavi var. Aya göre değişiyor. Hastaya göre değişiyor.
Teşhise, hastanın reaksiyonuna göre değişiyor. Ama sadece bir seçenek üzerinde duruluyor ve yetim ilaç politikası yok diye, ilaç pahalı diye, devlet de belli kademeler uyguluyor diye gerçek ile yaşanan arasında dağlar kadar fark var. Yetim ilaçlar, bir fon tarafından aileye düşmeden ödenirse bilim kurulu hastaya hangi ilacı derse, hasta onu imal edecek. Şimdi senin çocuğuna bu ilaç uygun değil dendiğinde aile buna inanmıyor. Ben de olsam inanmam. Bir bilim kurulu olmalıdır. Kasa başka bir yerde olmalıdır. Yetim ilaç politikası bambaşka bir seyirde takip edilmelidir. Bunu da büyük bir ciddiyetle herkesin bilgilerine sunuyorum.
Bundan iki gün önce her birimizin ateşini ölçmüş, tansiyonu ölçen, iğnesini yapan, bu dünyadaki en kutsal mesleklerden biri olan hemşirelerin günüydü. Sorunları boylarını aştı. Onların sorunlarını biliyoruz. Türk Hemşireler Derneğinin taleplerinin arkasındayız. Hemşirelerin de hemşireler günü ve haftasını yürekten kutluyoruz. Onlar sağlık sisteminin ayrılmaz ve en kritik mensuplarıdır. Hepsine CHP grubu olarak yürekten bir dayanışma alkışı yolluyoruz. CHP’nin bütün dostu çiftçiler, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün deyimiyle milletin efendilerinin Çiftçiler Gününü kutluyorum.
Alın terini toprağa damlatan, nasırlı elleri ile kah kızgın güneşin altında, kah dondurucu soğuğun altında çalışan. Tarlada, bahçede, serada, hayvan damında durmaksızın çalışan ancak emeğinin karşılığını alamayan çiftçilerimizin 14 Mayıs Dünya Çiftçiler Gününü CHP adına yürekten kutluyoruz. Dünyanın en eski mesleklerinden biri değil en eski uğraşı. Hayatta kalmak için önce toplayıcılık, sonra avcılık, sonra tarım geldi. O günden bugüne sürüyor. O olmazsa hayat olmaz. Teknoloji her şeyi halleder, tarımı kolaylaştırır ama toprak olmadan, tohum, su olmadan, tarım olmadan hayat olmaz.
Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar hep nesilden nesile öğrenilerek geldi. Cumhuriyet yapılması gereken en doğru tespiti yaptı. Tarım potansiyelinin planlı bir şekilde geliştirilmesi için önemli hamleler yaptı. Genç Cumhuriyet ülkemizi buğdaydan un üreten, pancardan şeker üreten, pamuktan tekstil üreten fabrikalarla donatırken başta aşar vergisi olmak üzere çiftçinin üzerindeki yükleri kaldırdı. Mekanizasyonun ilk adımlarını attı. Çiftçilerin kullanımına sundu. İkinci dünya savaşı yıllarında toprak reformuyla topraksız köylüyü topraklandırma. Devlet üretme çiftlikleri ile çiftçiye bilimsel modern destekler sunma.
Köy enstitüleri üzerinden de köylüye kırsal restorasyon ve motivasyon çalışmaları inanılmaz derecede umut verici ve sonuç alıcıydı. Maalesef ikinci dünya savaşı sırasında bile bunlar yapılırken ikinci dünya savaşını takip eden dönemde gerek egemen güçlerin müdahaleleri, gerek Türkiye’yi yönetenlerin Cumhuriyetin kurucu kadrolarının yürüdüğü bu yol ve koydukları vizyondan sapmaları, bir takım oyunlara gelmeleri sonucunda bu hedefler, bu bilimsel, iyi niyetli yürüyüş maalesef sekteye uğratıldı. İçi boşaltıldı.
Bugün ağır bir tarım ve gıda kriziyle karşı karşıyayız. Nüfusu her yıl ortalama 1 milyon artan bir ülkedeyiz. 20 yıldır uygulanan politikalarla Türkiye’nin ekilen ve dikilen arazileri 3,7 milyon hektar azaldı. Kaybedildi. Bu ne demek iki tane Trakya demek. Her yıl doyurmak zorunda olduğumuz yeni 1 milyon kişimiz var ama maalesef iki Trakya’yı kaybettik AKP döneminde. Çiftçi ektikçe zarar eden, ürettikçe iflasa sürüklenen bir kısır dönüğünün içinde.
Tarım Kanununun 21’inci maddesi gayrisafi milli hasılanın yüzde 1’ini çiftçilere vermeyi kanuna bağlamışken, teşvik olarak vermeyi. Maalesef bu rakam zorla beşte biri buluyor. Bütün uyarılarımıza rağmen. Yüzde 1 değil yüzde 1’in beşte biri olan binde ikilik noktadayız. Yani geçen seneki rakama bakarsak çiftçiler kanuna göre 263 milyar destekleme primi hak etmişken, 85 milyar ödenmiş,178 milyar lira hakları duruyor. O para nereye gitti? O para kur korumalı mevduata gitti. O para nereye gitti? Plan ve Bütçe Komisyonunda son dakika önergeleri ile beşli çetenin kesinleşmiş vergi borçlarının aflarına gitti. Siyaset ki öncelik belirleme işidir.
Birilerinin önceliği beşli çeteler. Birilerinin önceliği yandaş müteahhitler. CHP’nin önceliği çiftçiler, hayvancılıkla uğraşanlar, milletin efendileri. Maalesef, SGK’nin resmi verilerine göre kayıtlı çiftçi sayımız 10 yılda yüzde 55 azaldı. Nüfus artıyor. 100 çiftçiden 55’i ya şehre iş aramaya, bulursa bir fabrikaya ama 45’i 10 yılda köyünde. 55’i ortadan kalkmış durumda. Esas beka sorunlarından bir tanesi bu. Çarpıcı bir örnek. Çarpıcı bir ifade. Türkiye yaş ortalaması düşük bir ülke olmasına rağmen çiftçilerinin yaş ortalaması 58. Artık genç çiftçi yok. Bu birkaç yıl sonra sağlığı yüzünden, yaşı yüzünden çalışamayacak ama bir sonraki kuşağı da yetiştirememiş bir tehlikeye daha dikkat çekiyor.
O yüzden bu noktada çok ciddi tedbirler alınması lazım. Türkiye, Ukrayna’dan buğday, Arjantin’den soya, ABD’den mısır, Hindistan’dan mercimek, Şili’den hayvansal ürünler ithal etmezse kendini doyuramayan bir ülke haline getirilmiş durumda. Bu ithalatların her biri de kendi yerli üreticimizi biraz daha zor durumda bırakıyor. TÜİK Nisan gıda enflasyonunu yüzde 68,5 olarak açıkladı. OECD ülkelerinde bu ortalama yüzde 5,3. Türkiye’nin içinde bulunduğu lige bakın. Türkiye gıda enflasyonunda en yüksek dördüncü sırada. Türkiye’den kötü üç ülke var. Arjantin, Lübnan ve Venezuela. Bu ülkenin nasıl yönetildiğini, nereye sürüklendiğini görün.
Biraz önce iş kazasını bahsettim. Dünya birincisi. Nüfusa göre ikinci. Bir tek Malezya’dan geride. Zimbabve’den bile ileride. Gıda enflasyonunda sadece Venezuela, Lübnan ve Arjantin’i geçmemiş. Bu durumdayız. Böyle yönetiliyor bu ülke. Bu hükümet sistemi, her şeyi ben bilirim diyen anlayış. Bakanların böyle milletvekillerinden, milletin seçip yolladığı, Meclis’in onayladığı, hesap sorduklarından değil bir kişinin dolma kaleminden çıktığında işte Türkiye’nin geldiği durum budur. Bu konuda kapsamlı bir hazırlığımız var.
Beşer yıllık dönemde dinamik tarım politikaları oluşturulmasını öneren, nüfusun ve iktisadi faaliyetlerin Anadolu’ya dengeli olarak dağıtılmasını planlayan, maliyetleri azaltan, verimlilikleri yükselten yeni tarım düzeni için üretken kamu yatırımlarını kapsayan, nitelikli tarım bütçesi öneren bir çalışmamız var. Girdi piyasalarını düzenleyecek. Rekabete aykırı tekelci yapılara dur diyecek. Fındığın tekeli var. Dünya büyüğü. Ona dur diyecek. Çaydaki tekelci yapılara dur diyecek, üzümdeki, narenciyedeki tekelci yapılara dur diyecek hazırlığımız ve önerilerimiz var.
Çıktı piyasalarını reforma edecek, kooperatifçilikle bu yapılara düzenleme ve denetim getirecek. Tarımsal üretimi planlayacak. Bir ürünün ekimini bir yıl vadeli kumar olmaktan çıkaracak, hangi ürün ekilirse, ne kadar planlanıyor, ne teşvik alınacak, ne gelir elde edilecek, devletin düzenleyeceği bir yapısal reformu bu ülkenin önüne koymaya hazırlanıyoruz, hazırlandık ve detaylarını kamuoyu ile paylaşacağız. Hayvancılık politikalarında yeni bir sayfa açacağız.
Hayvan popülasyonlarını artıracak, akılcı şekilde izleyecek, ürünlerin işlenmesini sağlayacak entegre yapıları ortaya koyarak yepyeni bir düzen getireceğiz. Tarımsal kamu yönetimini yeniden yapılandırarak kamucu bir tarım reformu yapacağız. Bağımsız, demokratik kooperatif yapılarının ayrıca üreticilerin örgütlenmelerini ve güçlenmelerini sağlayacağız. Doğa ile dost, dirençli, onarıcı tarım politikalarını hayata geçireceğiz. Bunları önümüzdeki iktidarımız için, bir büyük tarım reformu için hazırlıyoruz. Ayrıca kamuoyu ile paylaşarak, yapıcı muhalefetin en iyi örneğini sunacağız.
Bunlar yapılır mı? Vallahi genel iktidar olunca en alası, en iyisi yapılır. Ama bilmeyene söyleyeyim. Sadece CHP belediyeleri geçtiğimiz dönemde buğday tohumu, mazot, gübreyi ücretsiz verip, üretilen buğdayı satın alıp, halk ekmek üretti. CHP’ belediyeleri. Ücretsiz yem dağıttılar. Üretilen sütü satın aldılar. UHT yöntemi ile sakladılar ve çocuklarımıza ücretsiz süt dağıtıyorlar. Sebze fidesi dağıttılar. Sulama hortumu dağıttılar. Eriyik gübre ile ücretsiz olarak üreticiye verdiler. Üretilen sebzeleri satmaları için köylülere üretici Pazar yeri açtılar. Afet oldu, bağ direği dağıttılar.
Her bir belediyenin ayrı ayrı yaptığı bu muazzam projeleri önümüzdeki yıllarda iyi projeleri yaygınlaştırıp, standardize ederek CHP belediyelerinde elden geldiğince hayata geçireceğiz. Ama biraz önce saydığım 10 maddelik temel ayaklar üzerine oturan tarım reformunu Cumhuriyetin ilk yıllarında Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün sonrasında İsmet Paşanın önderliğinde Cumhuriyetin liyakatli kadrolarının yaptığı reformun ikinci yüzyıla yakışır reformunu yine Cumhuriyetin kurucusunun partisi CHP iktidarında hayata geçireceğiz.
İçinde bulunduğumuz hafta, aynı zamanda Engelliler Haftası. Bugün grubumuzda engelli kardeşlerimiz, büyüklerimiz, çalışanlar buraya geldiler. Sesimi duyamayanlar, engelliler için CHP onları çok seviyor. Bizim partimiz onları çok seviyor. Biz engellileri bir gün hatırlamak istemiyoruz. Onlar da bir gün hatırlanmak istemiyorlar. Biz engellileri bir dezavantajlı grup olmaktan çıkarıp, bu toplumda herkesle birlikte aynı hakları kullanabilmek için bütün engellerin önlerinden kaldırıldığı, yeni bir kamu reformu, kamusal düzenleme öneriyoruz.
Bu konularda bugün değil iki gün sonra 16 Mayıs Perşembe günü ilgili gölge kabine bakanımızın aileden sorumlu, engellilerden sorumlu bakanımızın çabalarıyla, yine kadın kollarımızın ev sahipliğinde Ankara’da bir büyük engeli buluşması düzenleyeceğiz. Engellilerin sorunlarını bir grup konuşması parantezinden çıkarıp, bu haftaya uygun olarak hep birlikte Perşembe günü bütün Türkiye’ye sesleneceğiz. Hepinizi bekliyoruz.
Dün nihayet kamuda tasarruf genelgesi yayınlandı. 8’inci büyük iki ara dönemde yapılanla birlikte 10’uncu tasarruf genelgesiydi. Bu genelgede bugüne kadarkinden bir farkı var, olumlu farkı. O da sarayın, Cumhurbaşkanlığı harcamalarının genelge dışında tutulmamış olması. Ama pratikte neler oluyor, en yakından takip edeceğiz ve paylaşacağız. Sadece Meclis dışarıda tutulmuş. Bu konuda gayet normal tutulması. Bu Meclis israf etsin demek değil yürütmenin başının Meclis’e talimat vermemesi gerekir.
Vermesi hadsizlik olur. Bu konuda Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’a çağrıda bulunuyorum. Bir, iki ipucu vermişti. Bu hafta içinde TBMM Başkanlık Divanını bütün arkadaşlarımız var, olağanüstü toplantıya çağırsın. Meclis tasarruf genelgesi dışında değildir, Meclis’e tasarruf et deme yetkisi yürütmede değildir. Kendi genelgemizi hızla hazırlamalıyız. Yürütmenin ortaya koyduğundan çok daha kapsamlı bir tasarruf genelgesi için CHP olarak bütün gruplara ve Meclis Başkanına çağrıda bulunuyoruz. Başkanlık divanı toplansın, millete kemer sık denirken milletin vekilleri tasarrufun dışında kalmasınlar.
Tabi CHP yerel yönetimler, kendi belediyeleri için bunun çok ilerisinde bir tasarruf genelgesini geçen hafta belediye başkanları ile paylaştı. Biz belediyelerin de hem bizim genelgemizin, hem de Cumhurbaşkanlığınca yayınlanan genelgenin harfiyen uymalarını bekliyoruz. Ancak buradaki hassas nokta şudur. Zaten CHP’deki altın oran yani AKP ile CHP arasındaki altın oran çarpı dörttür. CHP’li belediyeler geçmiş icraat pratiklerine bakıldığında, geçmiş hesaplarına bakıldığında, yayınladığımız faaliyet raporlarına bakıldığında, yarı fiyatına iki kat iş yaparlar. Bu şudur. Bir harcarken tasarrufluyuz. Üretirken çalışırken verimliliğimiz yüksek. Tabi bu kendiliğinden olmuyor. Nasıl oluyor?
Örneğin birisi çöp ihalesini yandaş bir AKP’li belediyeye 50 milyon liraya verirken, benim CHP’li belediye başkanım o araçları o ihaleye vermek yerine kendisi satın alıyor. İstihdam yaratıyor. O fiyatın yarısına işi bitiriyor. İki sene sonra da bütün kamyonlar, bütün araç ve gereç bize kar kalıyor. Mesela nasıl oluyor? Örnek, bir örnek Denizli Belediyesi gittim ve gözümle gördüm. Sayın Başkanım 45 aracı geri yolladım. Neymiş, daire başkanına, onun yardımcısına, yardımcısının özel kalemine makam aracı çekmişler altına. Geri yolladım. Havuza 5 araç koydum. Herkes kendi arabasıyla gelsin. Ya da toplu taşımayla gelsin. İşi icabı lazımsa mesai saatinde kullansın. Tasarruf 70 milyon lira.
CHP zaten bu konuda sıkıntıda değil ama genelgenin hem yerel yönetimler birimimizin, parti sözcümüzün dikkatini çeken hem de benim dikkatimi çeken iki hususu var. Bir tanesi şu. Diyor ki yüzde 15 yatırım harcamalarından tasarruf yapacağız. Şimdi bu CHP’nin tasarruf ettiği paralarla yarattığı bütçe ile ya da yurtdışından bulup da sizin imza atmadığınız, yurtiçinden bulup imzalamadığınız kaynaklarla yapacağımız harcamalara, yatırımlara dur deyip, CHP’li belediyeleri üretmeyen belediyeler diye göstermeye kalkarsanız, biz orada yokuz. Benim başkanlarım hiçbir bahaneye, engellemeye, hiçbir çelme çakmaya mahal vermeden, bahane üretmeden hizmet ettiler.
Etmeye çalışacaklar. Engellemeye çalışanla milletin huzurunda hesaplaşırız. Genelgenin dikkat çeken bir tarafı. 3 yıl boyunca emekli olan kadar yeni personel istihdamı. Yani atanmayan öğretmene şunu söylüyor. Bu sene 20 bin kişi emekli oldu. 20 bin. Seneye 22 bin oldu, 22 bin. Öyle beden 68 bin, 84 bin atama beklemeyin diyor. Ayrıca dünya kadar işsiz var. Onlara diyor ki kusura bakmayın, ben kamu kaynaklarını kur korumalı mevduata verdim. Beşli çeteye verdim. Yandaş müteahhitte verdim. İsrafa verdim. Sana diploma verdim ama birazcık bekleyeceksin. 3 sene kamuda alım yok. Biz buna kökten itiraz ediyoruz.
Bakın Mehmet Şimşek’in açıkladığı rakam toplamda 100 milyar lira edecek, her şey hayata dediği gibi geçerse. Tam uyulursa. Bundan önce kimse uymadı bunların genelgelerine. Başta kendileri. Merkez Bankası geçen sene 800 milyar zarar etmiş. 3 yıllık tasarrufun 8 katı. Kur korumalı mevduata 1,2 trilyon lira vermişler. Bu dediklerinin tam 12 katı. Kamu özel işbirliği ödemelerine 6 yılda 222 milyar lira vermişler. Bundan sonraki 3 yıl 674 milyar lira verecekler. Tasarrufun tam 6 katı. Bütçeden faize bu sene 1,3 trilyon ayırdılar. Tasarrufun tam 13 katı. Bakın 13, 19, 31, 39. Tam şu saydığım 4 kalem millete kemir sık, öğretmene atanma, iktisadi idari bilim fakültesi öğrencilerine, veterinere, hemşireye bekle, eczacıya bekle.
Diploma verdim ama parayı beşli çeteye verdim. Bunun 31 katını bu 4 kaleme ödüyorlar. O yüzden öyle kemeri garibana sıktırıp, beşli çetelere onunla ilgili bir şey gördünüz mü? Örneğin dolar bazında garanti verdin. Yetmez doların ABD enflasyonunu da yıllık zam diye veriyor. Yani İzmir –İstanbul Otobanı var. Bir de İzmir-Çeşme Otobanı. İzmir-Çeşme Otobanını Turgut Özal yaptırmış. Devlet parasıyla yaptırmış. Aradaki geçiş parası aynı kilometre. Bu tarafta tam 8 katı. Oraya 15 lira verirken, burada 120 lira veriyorsun. Yetmez dolar arttıkça rahmetli Özal’ınki sabit. Yılda bir kere artıyor.
Bu dolar arttıkça katlanıyor. 120 oluyor, 150. 150 oluyor 180. Bir dur diyor. Dolar farkını verdim ama sen bu parayı ABD’de tutsan. Yüzde 4 dolar enflasyon var ve onu da veriyor. Sen bir şey yapacaksan önce bu sözleşmeyi TL’ye çevir. Gel diyeceksin. Gel bakayım. Geçen sefer uyduk şeytana, bütün parayı sana verdik. Millet açlıktan kırılıyor. Artık dolar yok. Bugünkü kurdan çevirdim. ABD enflasyonunun da kaldırdım dese, demin saydım bu tasarrufun 31 katı buraya gidiyor. Oradan yüzde 3 indirse fiyatı 31’in yüzde 3’ü bir kata gelir, hiç bu tasarruf tedbirlerine gerek kalmaz.”
“İsrafa son”
Ben kamunun israfına, kamunun israfa son vermesine sonuna kadar destek veriyorum ama 10 bin lira emekli maaşı, zam yap diyoruz. Gör bak diyecek ki kamu tasarruf yapıyor, siz de katlanın. Asgari ücrete zam yap diyeceğiz, gör bak diyecek ki biz bile tasarruf yapıyoruz. O yüzden bu oyuna gelmeyeceğiz ama şunu göreceğiz itibardan tasarruf olmaz diye saray harcamalarını savunanlar milletin canı burnunda bu sefer sarayı da yazmışlar.
Mehmet Şimşek, kendisine şey deniyordu. Kamudaki taşıt alımı. Ne dedi? 2015’te çerez parası onlarla uğraşmayın dedi. Şimdi tasarruf genelgesine koymuş 3 yıllığına. Demek ki onlar değil biz haklıyız. Demek ki devleti yönetenler değil millet haklı. Demek ki godomanların dostuna karşı garibanların dostu doğruyu söylemiş. Sonuna kadar mücadeleye devam edeceğiz. Koca genelgede umudu artıran bir cümle var. Vergide adalet. Demiş ki daha doğrusu genelge ile ilgili açıklama yaparken Mehmet Şimşek demiş ki vergide adalet ve etkinlik sağlayacağız. Tam zurnanın zırt dediği yer burası arkadaşlar. Bir daha anlatıyorum. Bıkmadan anlatacağım. Herkese anlatın.
Türkiye’de 100 lira vergi hepimizden toplanıyor. Bunun 65 lirası dolaylı vergi. Yani mazottan, doğalgazdan, sudan, elektrikten, ekmekten, sütten, bulgurdan, çikolatadan, sakızdan yüzde 65. Bu nasıl bir adaletsizlik biliyor musunuz? Türkiye’nin en pahalı jeepi ile fabrikatör gidiyor mazot alıyor. Aynı vergiyi veriyor. Arkadan derme çatma bir mobiletle onun fabrikasında asgari ücretle çalışan geliyor, mazot alıyor. Aynı vergiyi veriyor. Yani dolaylı verginin adaletsizliği bu. En pahalı kotralarla gezenlerle, traktörüne mazot koyanlardan aynı vergiyi alıyorlar diyeceğim, öbür taraftan daha az bile alıyorlar.
Ama bunlar dolaylı vergi. Yüzde 65. Yüzde 65’ten geriye kalan daha yüzde 35 var ya bunun da yüzde 24’ü işçinin, emeklinin, memurun maaşını çekmeden kesilen gelir vergisi. Etti mi sana yüzde 89. Kalan yüzde 11 de bütün ihracatçıların, üreticilerin, müteahhitlerin, kur korumalı mevduata para koyan herkesin, hepsinin gelirinden ödediği vergi yüzde 11. Vergi çok kazanandan çok, az kazanandan az, hiç kazanmayandan hiç alınmaz. Bu kadar net. Çok kazanandan çok alacaksın. Az kazanandan az alacaksın. Kazanmayan garibana ilişmeyeceksin.
Bizde kazan kazanma yüzde 65 vergi veriyor. Kalan yüzde 24 de geçinemiyor maaşla ne vergisi? Ödemesi gerekenler yüzde 11. O yüzden vergide adalet diyorsun ya ilk kez dediler. DİSK miting yaptı ve destekledik. Yürüyüş yaptı ve destekledik. Her yerde söylüyoruz. Vergide adalet temel mücadelemizdir. Kısa kısa birkaç konu ile tamamlayacağım. Polis arkadaşlarımın bunu duyurun dediğini biliyorum. Gölge içişleri bakanı, gölge kabinemizden Murat Bakan’a bu konuda çok başvuru var. Sadece bu sene 2024’te 24 polis kardeşimiz intihar etti. Hayatını kaybetti. 2023’te asker, polis, korucu toplam şehit sayımız 110. 12 ayda. Burada dört ayda 24 polis intihar etti.
Rakamlar böyle giderse asker, polis, korucu ve şehit sayısına yakın sadece polis intiharlarından kaybımız olacak. Bu herkesin bir durup düşünüp ne oluyoruz demesi gereken bir konudur. İçişleri Bakanı Sayın Yerlikaya olmak üzere herkesin ne oluyoruz deyip, dönüp bakması gereken bir konudur. Kamu Denetçiliği Kurumu kendi geçen sene yazdığı raporlarında ağır çalışma şartlarından, polislerin psikolojilerinin bozukluğundan, mesleki motivasyon düşüklüğünden, hem bedenen hem de ruhsal olarak yıpranma ve tükenmişlik duygusundan, yoğun olarak yaşanan stresten dolayı riskin çok olduğunu ve çok ağır şartların mutlaka gözden geçirilmesi gerektiğini söylemiş. Kamu denetçisini ben atamıyorum. Meclis seçiyor. Kamu denetçisi eski AKP milletvekili Sayın Malkoç.
AKP grup başkanvekili, önceki dönem Adalet Bakanımızın kayınpederi. Cumhurbaşkanının çok eski bir dava ve mesai arkadaşı. O söylüyor. Ben söylemiyorum. Benim söylediğim şu. Biz şunu öneriyoruz. Polise derhal fazla mesai ücreti ödenmeye başlamalıdır. 12-24/ 12-36 sistemleri polisin hayatından tamamen çıkarılmalıdır. Meslek içi mülakatlar, meslek içi yükselmeler mülakatla yapılmamalıdır. Mülakat terk edilmelidir. Zaten polis. Hayatımız, namusumuz. Malımız, mülkümüz ona emanet. Daha ne mülakatı? Sınavı başarıyor, mülakatta alengirli soru. Her ile yüksek kapasiteli personel lojmanları konmalıdır.
Verdiğiniz maaşa bakın bir de o şehirdeki kiralara bakın. Mutlaka lojman yapılmalıdır. Taban maaş yeniden yapılandırılmalı, polis sandığına zorunlu üyelik kaldırılmalı, uzman iktisatçılarla orası yapılandırılıp iyi yönetilmelidir. Polise mutlaka sendika hakkı verilmeli. Polis intiharlarına yönelik Meclis araştırma önergelerimiz reddediliyor, mutlaka gruplar arası uzlaşma ile bu komisyon kurulmalı.
Tam teşekkülü rehabilitasyon merkezleri oluşturulmalı. Gece görevleri 8 saati aşmamalı. Sivil personelin özlük hakları düzenlenmeli. İkinci şark mutlaka kaldırılmalı. Emniyet Teşkilatı Vakfının gelirleri polislere sosyal tesis, lojman ve kreş yapılması amacıyla kullanılmalı. Özlük hakları ve çalışma koşullarını düzenleyen emniyet teşkilatı personel kanunu bir an önce çıkarılmalıdır. Biz CHP olarak polisimizin haklı taleplerine, bu 15 madde ile değiniyoruz. Arkasındayız. Çok milli olanlara, günü geldiğinde polis cenazesinde milliyetçiliği kimseye bırakmayanlara hodri meydan diyoruz. Bir tarafta bir büyük adaletsizlik bizi yakıyor.
Kepez Belediye Başkanımız bir yurttaşımızın hayatını kaybettiği teleferik kazasından sonra Sayın Mesut Kocagöz tutuklandı. Ortaya çıktı ki o görevi çoktan bırakmış. Üstüne 3 kere denetleme geçirmiş. Mesut Kocagöz’ü karalayan ifadeyi veren esas mahkeme de o karara varırsa, çıkan görüntülere göre durmuş teleferiği yeniden çalıştırmış. Mesut Kocagöz’e artık tahliye beklerken 24 gün içinde hazırlanan iddianame şu anda kabul edildi. Çok ciddi itirazlarımız var ama sağlık durumu kötüye gidiyor.
Ailesinin gözü yaşlı. Kepez oy verdiği yani arkasında onu bekliyor. Biz tensiple birlikte tahliyenin gecikmeden bu kararın verilmesini kepez için, ailesi için, Mesut Başkan için istiyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak Mesut Başkan’ın masumiyetine inanıyoruz. Tutukluluk halinin kaldırılmasını ve kendisinin eninde sonunda zaten beraat edeceğini biliyoruz. Buradan Mesut Başkan’a, CHP grubundan sevgilerimizi dayanışma duygularımızı iletiyoruz.
Bir diğer hukuksuzluk partisinin başındayken partisinin eş genel başkanıyken Sayın Demirtaş’ı Sayın Eş Genel Başkanları ve 108 siyasetçiyi aldılar, 18’ini içerde tutuyorlar. Kamuoyunun bildiği adıyla Kobane davası. Ama esasen HDP’li DEM’li siyasetçilerin siyasetten uzaklaştırılma, kayyuma bahane üretme ve kendilerine adil bir yargılama süreci yaşatılmaksızın suçlandıkları ve kamuoyunda seçimlerin manipülasyonu içinde algı yönetimine başvurulmuş bir dava. Bu dava Perşembe günü görülecek. Bir önceki davayı 4 kişilik bir heyetle takip ettik, bu davayı da güçlü bir heyetle takip edeceğiz. Bu davadan adalete uygun bir karar çıkmasını bekliyoruz.
Davaya ilişkin 159 aydının imzaladığı bildiride vurgulanan, yargının siyasi otoritenin emrinden çıkması beklentisi Türkiye’den her siyasi görüşten yurttaşımızın temennisi olarak iletildiğini biliyorum. Hukuka uyulması temennimizdir. Evrensel hukuk kurallarına uygun bir yargılama yapılmadığı ama kararın hiç olmazsa öyle kurulması, anayasa bağlayıcılığı AİHM kararlarının bağlayıcılığının göz önüne alınmasını ümit ediyoruz. Perşembe günü o davada da bu siyasi davada da adalet bekliyoruz. Kendileri sabırla burada beklediler. Biz kendilerinin taleplerini alıyoruz. Çalışmalar yapıyoruz. Sırf laf atmadıkları ve sabırla pankart kaldırdıkları için bu Yükseköğretim Kurumu’nun denklikle ilgili yapmış olduğu çalışmalara tepki gösteriyor ve kendilerine denklikte YÖK’e takılanlar diyorlar.
Söylediklerinin çok haklı yönleri var. Kabul edilmeyecek tarafları var. Ama biz kendilerine kapımızı açık tutuyoruz. Milli eğitimden sorumlu arkadaşımız dikkatle takip ediyor. Devlet verdiği sözü tutar. Bir kişi bir işe başladığında kanun kural neyse ona güvenir, devlete güvenir. Sonradan değiştirilmesini, o insanların mağdur edilmesini doğru bulmuyoruz. Denklikle ilgili ilk eleştirilerimizden sonra bir düzeltme geldi ama itirazlar var. Bu itirazların da dikkatle takip edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Son söz. Bugün 14 Mayıs. 4 gün sonra 18 Mayıs. 18 Mayıs Cumartesi günü saat 13.00’da ben, milletvekillerim ve sözümüze değer verenler İstanbul’da Saraçhane Meydanı’nda olacaklar.
Niye? Yıllar önce Ecevit’e, rahmetli Ecevit’e ‘Madem atamayacaktın, bu çocukları niye okuttun?’ diyenler, bugün 1 milyon öğretmeni atamıyorlar. Söz veriyorlar. Atamıyorlar. Yetmiyor. Atanmayan öğrenmene atanamayan öğretmen diyorlar. Yani çok istiyorum da atayamıyorum. Ya da atayacağım da sen de bir kusur var, atanamıyorsun. Bal gibi atanmayan öğretmenler var. Onlarla birlikte olacağız. Bu öğretmenlere ve tüm mezunlara her meslekten söz verdiler. Beyanname yazdılar, mülakat kalkacak diye. Şimdi kaldırmıyorlar. Bu sözü takip edenlerle, mülakat mağdurlarıyla orada olacağız. Yetmez. Sadece mülakat mağdurları değil hepimizin çocukları gelecek nesiller bundan öncekilerde olduğu gibi müfredat mağduru olacaklar.”
Bundan öncekilerde olduğu gibi müfredat mağduru olacaklar. Öyle bir müfredat yaptı ki beyzadeler. Boyacı küpü gibi yapıp çıkardılar şimdi diyor ki 10 yıldır çalışıyoruz. 7 günde görüş verin. İtiraz ettik, küstahça 10 güne çıkarmış ve öyle bir müfredat yaptılar ki bilim yok akıl yok duygu yok ve esas dayanması gereken çağdaş eğitimin en önemli nitelikleri yok.
Laik eğitimi tamamen ortadan kaldıran, bilimsel eğitimi kaldıran ve kendine göre nesil yaratma sapkınlığına devam eden ve esasen de yaptı da ne sonuç aldı? Eğitimden kadın seçmende CHP’li yüzde 15 memnun. AK Partili kadın seçmen de yüzde 19 memnun. Yani AK Parti’ye oy veriyor ama bunların verdiği eğitimden yüzde 81’i memnuniyetsiz. Aynı kafa müfredat da yapıyor. O yüzden 18 Mayıs Cumartesi. Yer Saraçhane. Saat 13.00. Atanmayan öğretmenler, mülakat mağdurları, müfredata itiraz edenler konuşacak. Onları duyacağız. Destek olacağız. Seslerine ses vereceğiz ve onlarla birlikte haykıracağız. Hepinizi 18 Mayıs Cumartesi Saraçhane’ye bekliyoruz.”
“İktidara yürüyoruz”
Son sözüm, gençlik kolları muhteşem bir üye kampanyası yaptı. Geçen Uşak’taydım. Gençlik kolları başkanı diyor ki ben kazanacağım. Ne yaptın dedim? Uşak’ta 2,5 haftada 402, 25 yaş altı üye yapmış. Bütün Türkiye’deki ilçelerimizden inanılmaz rakamlar geliyor. Üye kayıt formu yetiştiremiyoruz. 19 Mayıs günü rakamları paylaşacağız. Kampanyayı gençler için bitirecektik ama galiba durduramayacağız. Ama kadın kolları katılacak. Baba evine büyük bir yönelim var. Büyük bir keyif içindeyiz. Bu, birilerinin keyfini kaçırdı. Akılları sıra partiye operasyon çekecekler. Çelme takacaklar.
Bir takım partilerin Twitter, sosyal medyadaki troll hesaplardan, bir takım satın alınmış kalemlerden oradan buradan bir cümle bulup benim yöneticimin, milletvekilimin, genel başkan yardımcımın CHP’ye karşı linç girişimi yapmaya çalışanlar var. Hesap ne? Biz enseyi karartacağız, CHP’yi yoracaklar üzecekler. Öyle yağma yok. Nasıl geldik? Sokağı dinleyerek geldik. Sokakta ne var? Eskişehir’e Afyon’a gittim, Uşak’a gittim, Kütahya’ya gittim, Manisa’ya gittim, Soma’ya gittim. Sokakta özgüvenli siyasete çok büyük destek var. Sokakta Atatürk’ün partisine güven, inanç var. Sokağı duyduk. Duymaya devam ediyoruz. Trollere inat birilerine inat çatlasınlar, iktidara yürüyoruz. İktidara yürüyoruz. İktidara yürüyoruz. Hepinize saygılar sunuyorum.”