Gazze’de İsrail Saldırılarında Ölü Sayısı 24 Bin 927’ye Yükseldi

Hamas’ın başlattığı Filistin – İsrail savaşının 106. günü geride kalırken Gazze Şeridi’nde, İsrail saldırılarında 24 saatte 165 kişi yaşamını yitirirken, toplamda da can kaybı 24 bin 927’ye yükseldi.

Haber Merkezi / Gazze Şeridi’nde, İsrail saldırılarında yaralı sayısının ise 62 bin 388’e yükseldiği kaydedildi. İsrail saldırılarında ölenlerin yüzde 70’ini çocuklar ve kadınların oluşturduğu aktarıldı.

Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM) İsrail’i Gazze Şeridi’ndeki Filistinli tutuklulara kötü muamele etmek ve tutsakları aşağılamakla suçladı.

BM’nin Gazze Şeridi’ndeki insan hakları temsilcisi Ajith Sunghay Cuma günü yaptığı açıklamada, tutsak erkeklerin haftalarca gözaltında tutulduklarını ve darp edildiklerini söyledi. Temsilci, görüştüğü bazı kişilerin kendisine gözlerinin bağlandığını söylediklerini aktardı.

Cenevre’de BM merkezindeki gazetecilere video bağlantısı aracılığıyla seslenen Sunghay, bazı tutukluların çırılçıplak ya da külotla serbest bırakıldıklarını kaydetti.

Savaşın başından bu yana kaç kişinin gözaltına alındığı konusunda net bir bilgi olmadığını belirten BM temsilcisi, binlerce kişi olduklarının tahmin edildiğini ifade etti.

İsrail hükümeti ve ordusundan söz konusu ithamlara ilişkin başlangıçta bir yorum ya da açıklamada bulunulmadı. Ancak İsrail ordusu daha önce yaptığı açıklamalarda tutuklulara uluslararası hukuka uygun olarak muamele edildiğini belirtmişti.

Bu açıklamalarda vücutlarında silah ya da patlayıcı madde taşımadıklarından emin olmak için çoğu zaman tutukluların giysilerini çıkardıkları da ifade edilmişti.

7 Ekim saldırısı sonrası İsrail’e açık askeri destek veren ABD yönetimi, Gazze’deki ölü sayısındaki katlanarak artışı sonrası Tel Aviv’e yaptığı çağrıların tonunu değiştirdi.

ABD’de bazı çevrelerde, İsrail’e askeri yardımları koşullara bağlama görüşü güçleniyor. Uzmanlara göre Netanyahu kariyeri boyunca Filistin topraklarında “işgali yönetme” stratejisi uyguladı.

İki devletli çözüm neydi?

İki devletli çözüm anlaşmasının taslağı, İsrail ve Yaser Arafat’ın El Fetih örgütü liderliğindeki FKÖ’nün, Norveç’in arka planda aracılık ettiği müzakerelerin ardından 1993 yılında iki devletin karşılıklı olarak birbirini tanımasını kabul etmesinden sonra oluşturuldu.

Oslo süreci olarak adlandırılan süreçte, hiçbir zamansona gelinemedi ve geride çözülmesi eskisinden çok daha zor olan sorunlar kaldı.

Barış için toprak anlaşmaları, Filistin Yönetimi’nin İsrail’in 1967’deki 6 Gün Savaşı’nda ele geçirip işgal ettiği topraklarda özyönetim kurmasını sağladı.

Ancak askeri işgal ve Yahudi yerleşim faaliyetleri devam etti ve “kalıcı statü sorunları” adı verilen meseleler daha sonraki müzakerelere bırakıldı.

Bunlar arasında, 1948’deki ilk Arap-İsrail Savaşı’nın ardından Birleşmiş Milletler’in 1947’de bölünme yönünde oy kullanmasıyla İsrail’in kurulduğu topraklardaki Filistinli mültecilerin durumu da vardı.

İsrail, 1967’de Doğu Kudüs’ü ilhak etmişti ve bu da bir başka muammaydı çünkü kutsal mekanlar her iki taraf için de taviz vermeyi kabul etmeyecek kadar önemliydi.

Yıllar süren diplomatik tartışmalardan sonra, sorunlar nihayet 2000 yılında Camp David’de dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’ın ev sahipliği yaptığı basına kapalı zirvede ele alındı, ancak İsrail Başbakanı Ehud Barak ve Filistin Yönetimi Başkanı Yaser Arafat arasındaki uçurum kapanmadı.

Başarısızlıkla ilgili herkes birbirini suçladı. İsrailli ve ABD’li yetkililer Arafat’ın o güne kadar elde edebileceği en cömert anlaşmayı geri çevirdiğini söyledi. Filistinlilerse anlaşmayı, Doğu Kudüs’te bir başkent kurulması gibi şartların çok altında kalan bir sahtekarlık olarak nitelendirdi.

İsrail’in ana düşmanını etkisiz hale getirme hedefine çoktan ulaştığını savunan eleştiriler yapıldı. Peki, Filistin nüfusunun yoğun olduğu bölgelerde güvenlik kontrolü Filistin Yönetimi’ne devredilirken, bu kadar çok yatırım yaptığı yerden neden vazgeçiyordu?

Arafat, müzakereleri zayıf bir pozisyonda yürütürken, ABD’li arabulucu İsrail ile tarihteki tüm devletlerden tartışmasız daha yakın bir ilişki içindeydi. İki devletli çözüme giden yolda aşılamaz olduğu ortaya çıkan başka önemli faktörler de vardı.

1987’de Gazze’de kurulan İslami Direniş Hareketi (Hamas), rakibi El Fetih’in barış konusundaki tavizlerine karşı çıktı ve 1994’ten itibaren görüşmeleri intihar saldırılarıyla sabote etmek için çok sayıda fırsat buldu.

Yahudi yerleşimciler aynı zamanda Tanrı’nın kendilerine vaat ettiğine inandıkları topraklardaki varlıklarını genişletmek ve güçlendirmek için bu ertelemeleri fırsat olarak kullandılar.

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir