TİP Lideri Baş: Faşizme Karşı Mücadele Türk Ve Kürt Emekçilerin Birliğinden Geçiyor

TİP Lideri Erkan Baş, T24’ten Cansu Çamlıbel’in “Türkiye’de gerçekten kim veriyor o anti-emperyalist mücadeleyi?” sorusuna verdiği yanıtta, “Net söyleyelim. Adalet ve Kalkınma Partisi, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’yi özel olarak kullanmak isteyen ABD emperyalizminin Türkiye’de iktidar koltuğuna oturttuğu bir partidir” dedi ve ekledi:

“Tayyip Erdoğan’ın iktidara geldikten sonraki ilk ciddi eylemi Amerikan askerlerinin Irak’ı işgal etmek üzere Türkiye’den geçmesine izin vermek için bir tezkere çıkartmaktı. Beceremedi ama Tayyip Erdoğan’ın varlık sebebi ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarını uygulamak. “Senin çıkarlarını senden bile daha iyi ben savunurum” diyen bir lider. Dibine kadar Amerikancı, Amerika’ya karlı göbekten bağlı bir iktidarla mücadele ediyoruz.”

Baş, açıklamasının devamında, “Ben programa bakarım. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın programı net bir anti-emperyalist programdır. Bölgede kimin nasıl yaşayacağına halkların karar vermesini savunan bir programdır. Siyasal İslam ise -hani ılımlı İslam falan denildi ya- aslında uyumlu İslam’dır. Kapitalizm ve emperyalizme uyumlu İslam yaratmaktır. Tayyip Erdoğanların dünya çapındaki misyonu budur. Bunların üzerini örterek bu tartışmayı yapamayız” ifadelerini kullandı.

Erkan Baş, konuya ilişkin açıklamasının sonunda, TİP kendi programı olan bir siyasi partidir. Başka siyasi partilerle ittifak ilişkilerine göre pozisyon almaz. Programına göre ittifak geliştirir. Biz bu ortaklıklar konusunda Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemli gördüğümüz bir misyon üstlenmiş durumdayız.

Türkiye’de emperyalizme, faşizme karşı, bugünkü iktidara karşı mücadele zafere ulaşacaksa bunun formülü Türk ve Kürt emekçilerin birliğinden geçer. Bu birliği sağlayamayan hiçbir mücadele Türkiye’de gerçek başarıya ulaşamaz. Biz bu yüzden inatçıyız. Biz bu yüzden HDP ile ittifakta ısrarcıyız. Bunu da bir seçim ittifakı olarak görmüyoruz.” dedi.

Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, T24’ten Cansu Çamlıbel’e konuştu. Erkan Baş’ın açıklamalarından bazıları şöyle:

“İnsanlar bakkalını bile siyasi tercihine göre seçer oldu”

Seçim kampanyaları başladığından beri Emek ve Özgürlük İttifakı’nın önde gelen iki ortağı sanki bir çekişme içindeymiş gibi bir görüntüsü oluştu. TİP ve HDP yani Yeşil Sol’u kastediyorum. İlk önce liste anlaşmazlığı yaşandı ve ayrı listelerle seçime gitme kararı aldınız. Ardından HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, seçmenlerine “Bize vermeyeceğiniz her oy AKP’ye gider” uyarısı yaptı. Ardından Yeşil Sol Diyarbakır milletvekili adayı Cengiz Çandar ittifakın içindeki sol bileşenlerden “dekoratif unsurlar” diye söz etti. En son da TİP İstanbul milletvekili adayı Ahmet Şık’ın HDP’ye dönük eleştirilerinin yer aldığı bir görüntü sosyal medyaya düştü. Millet İttifakı gibi birbirine benzemez altı partiden oluşan bir ittifak içinde bile bu kadar kavga gürültü çıkmadı. Savunduğu değerler itibarıyla daha birbirine benzediğini düşündüğümüz ittifakın bileşenleri neden daha kavgalı bir görüntü veriyor?

AKP nasıl iktidarda duruyor sorusunun en önemli yanıtlarından bir tanesi şu; toplumu bölerek iktidarda duruyor. 21 yıla bakın, hep düşmanlaştırıcı bir dil var. Karşı tarafta hep düşmanlar var. Bazen Ergenekoncular oluyor, bazen teröristler oluyor, bazen dinsizler oluyor, bazen gayrı milli unsurlar oluyor. Ama AKP hep bu dönem boyunca toplumu bölerek, kutuplaştırarak ve kendi tarafını da konsolide ederek var oldu. Artık bu olağan bir durum oldu maalesef. Şimdi kampanya sürecinde toplantılar sırasında da görüyorum insanlar alışveriş yaptıkları bakkalı bile siyasi tercihine göre seçer oldu. Pazarda alışveriş yaparken esnafı değerlendirmeye çalışıyorsunuz “bizden midir karşıdan mıdır” diye. Toplum bu hale gelmiş durumda ve bu çok tehlikeli bir şey. Bir kere bunu bozmak lazım. Oy getirip getirmemesinden bağımsız olarak Türkiye’deki bu düşmanlaştırıcı halin ortadan kaldırılması lazım.

Toplumun tepesindeki yüzde 1 AKP döneminde daha zengin hale geldi ve toplumun yüzde 99’u yoksullaştı. Bizim bunu tartışmamız lazımken kimlikler üzerinden bir kutuplaşmayı tartışıyoruz. Bunu bozmamız lazım. 21 yıldır devam eden bu iktidardan birkaç kez eşiğine gelip kurtulamamış oluşumuz galiba hepimiz açısından anksiyete yaratan bir durum. “Artık kurtulmamız lazım. Ya bir hata yaparsak” duygusu çok belirleyici. Bir sevgili arkadaşımın değerlendirmesi var, çok önemsiyorum. Artık kantarla gram altın tartar moddayız.

Bana en çok gelen sorulardan biri şu; “Yurtdışında yaşıyorum, TİP’e oy versem nasıl bir katkısı olur?” Bunun arkasında şu var; orada kullanılan oylar Türkiye’ye dağılacak, oradan size düşen oy kaç olur ki kaygısı. Artık insanlar bunların hesabını yapmaya başladıysa bu gerçekten kantarla gram altın tartmaya benziyor. Ama tabii yurttaş haklı bu duygusunda. Eylem yapamıyor, miting yapamıyor, slogan atamıyor, iktidarı eleştiren yazı yazamıyor, Tweet atarsa cezaevine girme riski var, elinde bir tek oyu kalmış durumda iktidarı değiştirebilmek için.

Oy atacağı seçimi de darbeyle eş tutan bir İçişleri Bakanı var ülkenin.

Geldiğimiz noktada onu bile elinden almaya çalışıyorlar. Ben bu kadar ince hesap yapmak durumunda hisseden yurttaşın o duygusunu da anlıyorum. Bir de buna şunu ekleyin; ittifak Türkiye’de yeni bir kavram. O nedenle de devamlı her iki ittifak için de “aman çatlıyor mu, aman birbirlerine mi girecekler” gibi bir tedirginlik var. Oysa ittifak dediğiniz kavram zaten farklılıkların bir arada durması. Anlaşamayanların yan yana geldiği zeminlere ittifak diyoruz.

87 seçim bölgesi var Türkiye’de ve Cumhur İttifakı 87 seçim bölgesinde de ayrı listelerle seçime giriyor. Aslında kendi kurdukları tuzağa düştüklerini hatırlatmak isterim. Onların amacı bizleri bu duruma düşürmekti ama kendileri düştüler. En bölünmüş ittifak şu an Cumhur İttifakı – ki ben bunu da seçimlerdeki yenilgilerinin ilk göstergesi sayıyor.

Ama birbirleriyle kavga etmiyorlar kamuoyu önünde.

İşte onu ustaca başardılar. Ben listelerin teslim edildiği saat 17.00’ye kadar orada bir değişiklik bekliyordum. Aslında bir B planları var herhâlde diye düşünüyordum.

AKP-MHP tek liste gidecek diye…

Ama yapamadılar. Kamuoyu işin o kısmıyla ilgilenmiyor nedense. Millet İttifakı’nda da CHP ile İYİ Parti 70 yerde ayrı giriyorlar. Ama sanki Cumhur İttifakı’nın tamamen ayrı seçimlere girmesinden daha büyük bir problem gibi gösteriliyor.

Bizim cepheye baktığımızda ise biz aslında Türkiye’nin yedi bölgesinde tam olarak anlaşamadık. Bizim Gümüşhane’de, Bayburt’ta farklı davranmamızın Türkiye seçimine bir etkisi yok. Oralardaki matematiği değiştirecek bir durum yok.

“HDP ile merkezi düzeyde hiç gerginlik yaşanmadı”

Ama İstanbul’da vardı.

Oraya geleceğim. Yedi yer dedim ya işte. Hatta gerçekten anlaşamadığımız yerler şuydu: İstanbul, Ankara, İzmir, Hatay, Muğla. Buralarda da İzmir’in bir bölgesinde anlaşılmış, Ankara’nın bir bölgesinde anlaşılmış, Bursa da anlaşılmış mesela. Gerçekle yansıyan arasında bir açı oluşabiliyor. Biz belki o sürece yönetemedik. Hem bizim açımızdan hem HDP açısından merkezi düzeyde bu süreçte hiçbir gerginlik yaşanmadı. Bütün süreç boyunca ilişkilerimiz aynı sıcaklık ve samimiyetle devam etti. Anlaşamamak da siyasetin içindedir. Olay bundan ibaret. Ama tabii bunun kaşınmaya çalışıldığı örnekleri gördük. Bizim HDP’ye düşmanlığımızdan çok bizim HDP ile yan yana durmamıza dönük düşmanlığını HDP üzerinden ifade etmeye çalışan arkadaşlar çıktı Türkiye solu içinde. Kürt tarafı açısından baktığımızda ise bize olan düşmanlıktan çok HDP’nin Türkiye solu ile ittifakına olan düşmanlığını HDP’yi değil bizi eleştirerek ortaya dökmeye çalışan arkadaşlar oldu. Bunlar bence tehlikeliydi. Onlar dışında söylenen her şey kıymetliydi.

“Samimi eleştirilerin başımızın üzerinde yeri var”

HDP içinde siyaset yapmış ve bunun için bedel ödemiş Ahmet Şık sokakta bir gencin yorumu üzerine “Kürt faşistlerle uğraşamam” diyor. Bunun şöyle algılanması doğal olmaz mı; “Bunu orada siyaset yapmış birisi olarak bunu söylüyorsa demek ki var bir bildiği. Demek ki gerçekten HDP içinde demokrat bir duruş yok.”

Bir kere bakın orada ifade edilen görüşlerle ilgili hem Ahmet açıklamasını yaptı hem de biz parti olarak yaptık. Bizim HDP’ye ilişkin böyle bir değerlendirmemiz yok.

Üzüldünüz mü?

Tabii ki çok üzüldüm. Bir kere orada bir gizli çekim olduğu gerçeğini bir kenara koymamak lazım. Bir örnek vereyim; benim bir kızım bir oğlum var, ikisi için de canımı veririm ama evde öyle bir an olabilir ki evde sesimi yükseltebilirim, canımdan çok sevdiğim çocuğuma öfkeyle bağırabilirim. Siz o anı kameraya çekseniz üzerine “Bak Erkan Baş kızına sürekli bağırıyor” diye düşünebilirsiniz. Bu benim kızımı sevmediğim anlamına gelmiyor. Ahmet ya da ben siyasi görüşlerini gizleyen insanlar değiliz ki. Siyaset bunun için yapılır zaten. Ama siyasi görüş başka şeydir, sizin anlık olarak bir diyalog sırasında kurduğunuz cümle başka bir şeydir. Bir de bu gizli çekilmiş ve belli ki servis edilmiş bir şey. Bence bu Türkiye’deki Türk ve Kürt emekçilerin birliği fikrini zedelemek isteyen odakların işine yaradığı fikrini hiç aklımızdan çıkartmamız lazım. Bütün bu tartışma sürecinde samimi eleştirilerin hepsinin başımız üzerinde yeri var. Ama buradan yola çıkarak Türkiye sosyalist hareketiyle Kürt hareketi arasındaki ilişkilere hasar vermek, bunu bozmak isteyen yaklaşımlara karşı dikkatli davranmak durumundayız.

HDP’li arkadaşların bize dönük, bizim onlara dönük eleştirilerimiz olur. Ama bunların ifade edileceği yerler ve ifade ediliş biçimleri son derece önemlidir. Mesela Gültan Hanım bana cezaevinden bir mektup yazdı. Tartışmak istiyorum bunu ama bunu tartışabilmemin ön koşulu Gültan Hanım’ın özgürlüğü. Cezaevindeki bir insanla ben nasıl tartışabilirim ki? Binlerce siyasetçisi cezaevinde olan, sürekli iktidarın baskısı altında olan bir siyasi hareketle nasıl tartışmaya girebilirsiniz? Bu doğru bir şey değil. Fakat şu olur; dostlarımızla kendi aramızda fikirlerimizi paylaşırız karşılıklı.

“Ahmet Şık kendisini bu ülkedeki barış mücadelesine adamış bir isim”

Dostlarınızdan olmasının beklenebileceği isimlerden birisi de mesela Sırrı Süreyya Önder değil mi? Ahmet’in o görüntüdeki ifadeleri için “hastalıklı bir bakış açısı” dedi. Dahası hem partiden hem Ahmet’in kendisinden gelen özrün yeterli olup olmadığının tartışmalı olduğunu da ekledi.

Tam bunu kastediyorum. Bakın o videonun yayınlandığı günün bir gün öncesinde yaklaşık 8,5 saat Babala TV çekimlerinde Ahmet ile beraberdik. Program boyunca defalarca kez -programın formatı öyle olduğu için- bizden HDP’ye dönük kötü söz söylememiz için zorladılar bizi. Sekiz buçuk saat! Bir tane HDP için kötü bir söz söylesek başarıya ulaşmış olacaktı o programa katılanların oradaki varlıkları. Biz bunu söylemedik, söylemeyeceğiz.

Bakın Türkiye İşçi Partisi 1971’de “Kürt halkı vardır” dediği için kapatılmış bir parti. Ahmet Şık’ın Türkiye’de kontrgerilla cinayetlerine ilişkin çalışmalarına, HDP’den adaylığına baktığınızda kendisini Türkiye’de barış mücadelesine adamış kıymetli isimlerden biri. Böylesine bir tarih ortada dururken bir gizli çekimde söylenmiş bir laf. Önü yok, arkası yok, ne dendiği belli değil. Böyle kolay insan harcamamalıyız. Orada söylenen cümleleri belli ki bir dostuyla yaptığı – ki o da gözden kaçtı orada konuştuğu kişi Ahmet’in daha önce HDP’den tanıdığı bir arkadaş- bir dertleşme hali. “Kürtler faşisttir” falan demiyor Ahmet. Kendisine dönük eleştirilerde haklılık payı olanları ayırıyor ama düşmanca eleştiriler için böyle bir laf kullanıyor. Bence çok büyütmemekte fayda var. Ayrışmak dünyanın en kolay şeyidir ama dostluk çaba ister.

“Biz barışın Türkçe sesi olmak istiyoruz”

Ahmet’in o eleştirisinde şöyle bir sitem yok muydu; Emek ve Özgürlük İttifakı’nın egemen yapısı HDP ve o egemen yapı kendinden küçük yapıların nefes alanını daraltıyor.

Samimiyetle söyleyeyim, Ahmet’e bunu sormadım bile. Çünkü ben Ahmet’in bu ülkede yaşayan her yurttaşın eşit yurttaş olarak görülmesi konusundaki çabasını biliyorum. Bu eşitsizliğe en fazla maruz kalanlar Kürtler, Aleviler olduğu için onların gıyabındaki duyarlılıklarını da biliyorum. Ama her topluluğun içinde o topluluğa yakışmayan davranışlarda bulunan insanlar olabilir ve bunların davranışını da o toplumun tümüne mal etmemek gerekir. Gerçekten kendisine sormadım ama bana sorarsanız kastettiği şey odur. Ben Boşnak’ım, Boşnaklar içinde birisi kötü bir şey yaptığında başkası söylemeden ben onu eleştirip o davranışı engellemeyelim.

TİP Kürt sorunu açısından kendisini en fazla şurada sorumlu görüyor; Türkiye’nin batısına yayılan bir şovenizm var, bir Kürt düşmanlığı var, iktidarın beslediği bir ırkçı anlayış var. Biz bunu kırmak istiyoruz. Biz barışın Türkçe sesi olmak istiyoruz. Kürt halkındaki büyük barış iradesine batıdan el uzatma çabası içindeyiz. Temel misyonumuz bu bizim.

Türkiye solu içinde sizi eleştirenlerin temel argümanını şöyle özetleyebiliriz: “HDP’nin YPG’nin Amerikan silahlarıyla savaşıyor olması üzerinden Suriye savaşı sırasında ortaya koyduğu tutum malum. HDP ittifak ortağına Finlandiya oylamasında ABD’ye karşı net tavır ortaya koymama konusunda telkinde bulundu, TİP de bu telkin yüzünden meclise gitmedi.”

Hiç öyle bir şey yok.

Hadi diyelim HDP hiç telkinde bulunmadı o zaman şunu sorayım. Suriye’de kendi çizgisindeki Kürt hareketinin Amerikan silahlarıyla özgürlük mücadelesi vermesi konusunda bir rahatsızlığı olmayan HDP ile birlikte sandığa gidiyor olmak TİP’i rahatsız ediyor mu, etmiyor mu?

Beni şu rahatsız ediyor. Türkiye NATO’nun en büyük ordusu. Amerika ile iş birliğinden söz ediyorsak bugün Türkiye’deki iktidar. AKP dünyadaki en Amerikancı iktidarlardan bir tanesi.

Ama siz AKP ile beraber seçime gitmiyorsunuz. Onun için HDP’nin tutumunu soruyorum.

Hayır ama ben kime karşı mücadele ediyorum şu anda? Türkiye’deki Amerikan ofisine karşı mücadele ediyorum. Tayyip Erdoğan Türkiye’de nasıl iktidara geldi? Bunları ne çabuk unutuyoruz.

“Faşizme karşı mücadele Türk ve Kürt emekçilerin birliğinden geçiyor”

Hiçbir şeyi unutmuyoruz da sorduğum şey başka. Bir de bu konu içinde ismini geçirdiğiniz için Tayyip Erdoğan’ın argümanını da hatırlatayım. “YPG Türkiye’yi Amerikan silahlarıyla vuruyor Suriye’den. Ben onlara karşı anti-emperyalist bir mücadele veriyorum.” Sağdan sola kime sorsanız anti-emperyalist mücadele içinde Türkiye’de? Gerçekten kim veriyor o anti-emperyalist mücadeleyi?

Net söyleyelim. Adalet ve Kalkınma Partisi, Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Türkiye’yi özel olarak kullanmak isteyen ABD emperyalizminin Türkiye’de iktidar koltuğuna oturttuğu bir partidir. Tayyip Erdoğan’ın iktidara geldikten sonraki ilk ciddi eylemi Amerikan askerlerinin Irak’ı işgal etmek üzere Türkiye’den geçmesine izin vermek için bir tezkere çıkartmaktı. Beceremedi ama Tayyip Erdoğan’ın varlık sebebi ABD’nin Ortadoğu’daki politikalarını uygulamak. “Senin çıkarlarını senden bile daha iyi ben savunurum” diyen bir lider. Dibine kadar Amerikancı, Amerika’ya karlı göbekten bağlı bir iktidarla mücadele ediyoruz.

Ben programa bakarım. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın programı net bir anti-emperyalist programdır. Bölgede kimin nasıl yaşayacağına halkların karar vermesini savunan bir programdır. Siyasal İslam ise -hani ılımlı İslam falan denildi ya- aslında uyumlu İslam’dır. Kapitalizm ve emperyalizme uyumlu İslam yaratmaktır. Tayyip Erdoğanların dünya çapındaki misyonu budur. Bunların üzerini örterek bu tartışmayı yapamayız.

TİP kendi programı olan bir siyasi partidir. Başka siyasi partilerle ittifak ilişkilerine göre pozisyon almaz. Programına göre ittifak geliştirir. Biz bu ortaklıklar konusunda Türkiye’nin geleceği açısından son derece önemli gördüğümüz bir misyon üstlenmiş durumdayız. Türkiye’de emperyalizme, faşizme karşı, bugünkü iktidara karşı mücadele zafere ulaşacaksa bunun formülü Türk ve Kürt emekçilerin birliğinden geçer. Bu birliği sağlayamayan hiçbir mücadele Türkiye’de gerçek başarıya ulaşamaz. Biz bu yüzden inatçıyız. Biz bu yüzden HDP ile ittifakta ısrarcıyız. Bunu da bir seçim ittifakı olarak görmüyoruz.

Erdoğan sizin iddia ettiğiniz gibi sahte bir emperyalizm jargonu üzerine oynuyor olabilir ama benim sormaya çalıştığım şey başkaydı. HDP’nin anti-emperyalist jargonunun da bir samimiyetsizlik boyutu var mı yok mu?

Yok, yok.

Halklar kendi iradelerini ortaya koyana kadar Amerikan silahlarının kullanılması sizin için kabul edilebilir mi?

Değildir asla. Yeşil Sol’un programına da bakalım, HDP’nin programına da bakalım. Hedef nedir? Kürtlerin özgürce yaşayabileceği bir iklimin yaratılması. Suriye’nin iç savaşını kışkırtan kimdi? Amerika Birleşik Devletleri’ydi. Oradaki cihatçı örgütle beraber, Türkiye’yi de sürecin bir parçası haline getirerek orada şeriatçı bir iktidar yaratmak istiyorlardı. Suriye’yi böyle böleceklerdi. AKP buna öncülük yaptı. Bu planın bozulması nedeniyledir Kürt hareketine duydukları öfke. Kürt hareketinin orada aldığı tutum emperyalizmin bölge politikalarına müdahaledir aslında. Kendi inisiyatifini geliştirmiştir. Şimdi uluslararası güç dengeleri nedeniyle zaman zaman Rusçulukla zaman zaman Amerikancılıkla eleştirilmeye devam edilecek. Benim açımdan belirleyici olan şey şu; bu coğrafyada yaşayan Türk, Kürt, Arap bütün halkların eşit ve özgür biçimde yaşayabilecekleri ilişkilerin geliştirilmesi. Ana dilde eğitim bir haktır ve ben bunu savunacağım. Mesela yarın öbür gün bir AB komiseri de benzer bir şey söyledi. Ben o da söylüyor diye hak talebinden vazgeçemem ki.

Parti programınızda şu ifade var; “Ülkeyi emperyalizme bağımlı kılan tüm uluslararası kurumlardan çıkılır.” Türkiye’nin üye olduğu uluslararası kurumlar arasında NATO var, Avrupa Konseyi var. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne taraf olmamız hasebiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uyma meselesi var. Bir de Avrupa Birliği adaylığı var Türkiye’nin. Sanıyorum bunlar içinde Avrupa Konseyi üyeliğini bir kenara koyuyorsunuz, doğru mu?

Evet, evet.

“NATO ortadan kalkmalı”

Peki diyelim ki TİP iktidar ya da iktidar ortağı oldu bir gün, Türkiye’yi NATO’dan çıkartır mı ya da Avrupa Birliği adaylığını geri çeker mi? Nasıl bir Türkiye dış politikası hayal ediyorsunuz?

Bir kere bağımsızlık önemli bir şey. Bir ülkenin kendi ayakları üzerinde durabilmesi önemli bir şey. Türkiye tarımdan sanayiye pek çok alanda bu bağımlı politikaların olumsuz sonuçlarını yaşıyor. Türkiye artık üretemez bir ülke haline gelmiş durumda. Ya da mülteciler meselesinde sürecin bütün yükünü Türkiye’ye yıkan bir Avrupa Birliği anlaşması var. Bizim bağımlılık ilişkisi dediğimiz şeyler bunlardır. Yoksa bizim kendisini dışarıya kapatmış bir Türkiye hayalimiz yok. Tam tersine öyle güçlü bir ülke olabiliriz ki biz insan kaynaklarımız, doğal kaynaklarımız açısından. Dünyanın her tarafıyla eşit ilişki kurabilecek bir ülke haline gelebiliriz. Ben sosyalistlerin 60’lar 70’lerdeki gibi kendisini dünyaya kapatmaya ihtiyacı olmadığını düşünüyorum. Tam tersi her yurttaşın pasaport sahibi olup istediği yere gidebileceği bir ülke hayali kuruyorum. Bu tabii savaş örgütlerine ilişkin yaklaşımımızı değiştirmez. Biz NATO’nun ortadan kalkması gerekir diye düşünüyoruz.

Türkiye bugün dünyadaki gelişmiş ülkeler seviyesine gelsin…bu hedef küçük bir hedef. Gelişmiş ülkelerin bile ötesine taşıyabiliriz biz Türkiye’yi. Doğru bir planlı ekonomi, halkı merkezi alan bir ekonomik model geliştirildiğinde biz bence Avrupa’yı geçmeyi hedeflemeliyiz, Avrupa’ya yetişmeyi değil. Nihayetinde orada da sınıflar arasındaki kutuplaşma artıyor.

Erkan Baş’ın T24’ten Cansu Çamlıbel’e verdiği röportajın tamamı için TIKLAYIN

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir