ABD’den ‘İkinci S-400’ İddiasının Ardından Türkiye’ye Uyarı

Türkiye’ye Rusya’nın savunma sektörüyle daha fazla işbirliği yapmama çağrısında bulunan ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, “Sürekli olarak vurguladığımız nokta şu ki, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı gaddar ve meşru olmayan savaşı, tüm ülkelerin Rusya’nın savunma sektörü ile alışveriş yapmamasını bazı açılardan her zamankinden daha hayati hale getirdi” dedi.

Türkiye’nin Rusya ile ikinci parti S-400 hava savunma sistemleri almak için anlaşma imzalandığına dair Rus medyasında yayımlanan ve Savunma Sanayi Başkanlığı’nca yalanlanan haber, ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’a soruldu.

Price, günlük basın toplantısındaki açıklamasında Türkiye’ye Rusya’nın savunma sektörüyle daha fazla işbirliği yapmama çağrısında bulundu. Price, “Sürekli olarak vurguladığımız nokta şu ki, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı gaddar ve meşru olmayan savaşı, tüm ülkelerin Rusya’nın savunma sektörü ile alışveiş yapmamasını bazı açılardan her zamankinden daha hayati hale getirdi” dedi.

ABD Dışişleri Sözcüsü, “Ne olacağını bekleyip görmemiz lazım ama biz bu konuda yeni bir gelişmeden haberdar değiliz” dedi. Price, Türkiye’nin Rusya’dan yeni parti S-400 satın almasının, Biden yönetiminin yeni F-16 satışını gözden geçirip geçirmeyeceğine dair yorum yapmadı.

Rus basınındaki haber, Türkiye’den bir heyetin F-16 satışını ve mevcut F-16 filosunun modernizasyonunu görüşmek üzere ABD’ye hareket ettiği gün yayımlanmıştı. Haberde, Rusya Federal Askeri-Teknik İşbirliği Servisi Direktörü Dmitri Şugayev’in açıklamalarına dayanarak Rusya ile Türkiye arasında ikinci parti S-400’ler için anlaşmanın ‘çoktan’ imzalandığı ve bazı parçaların da Türkiye’de üretileceği belirtiliyordu.

ABD Dışişleri Sözcüsü Price’ın açıklamalarını aktaran Defense News sitesine konuşan Türk kaynaklar da, Rusya ile bazı S-400 parçalarının Türkiye içinde üretilmesi konusunda anlaşma yapılabileceğini savundu.

(Kaynak: Kısa Dalga)

Paylaşın

Erdoğan’ın Riskli ‘Beşar Esad’ Açılımı

AK Parti iktidarının, Beşar Esad ile yıllar sonra “siyasi diyalog” arayışına girmesi, Türkiye ve Suriye’de olduğu kadar, uluslararası alanda da yakından izleniyor. Erdoğan’ın sürpriz adımının, yaklaşan seçimler öncesinde taktik bir hamle mi olduğu, yoksa gerçekten de dış politikada büyük bir değişim anlamına mı geldiği, uzmanlar tarafından tartışılıyor.

2011 yılında başlayan iç savaşın ardından Esad rejimiyle ipleri koparan, Suriyeli muhalif gruplara her türlü desteği veren, geçmişte “kardeşim” dediği Esad’ı “terörist” ilan eden ve devirmeye çalışan Erdoğan’ın diyalog çabalarının başarılı olup olamayacağı, bunun siyasi çözüm çabalarına nasıl yansıyacağı merak ediliyor.

DW Türkçe’den Değer Akal’ın sorularını yanıtlayan Suriyeli dış politika uzmanı Haid Haid, Erdoğan yönetiminin “diyalog açılımına” ihtiyatlı yaklaşılması gerektiğini söyledi.

Londra merkezli düşünce kuruluşu Chatham House’ın araştırmacılarından olan Haid’e göre son adımlar, yeni bir dış politika anlayışından çok, içeride artan kamuoyu baskısının bir sonucu.

‘Öncelikli hedefi seçimi kazanmak’

Türkiye’nin artık seçim sürecine girdiğini, ekonomideki kötü gidişatın Erdoğan üzerindeki baskıyı daha da arttırdığını belirten Haid, AKP liderinin bugün içeride en çok Suriye politikası ve sığınmacılar sorunu nedeniyle tepkiyle karşı karşıya kaldığına işaret etti.

“Erdoğan’ın öncelikli hedefi seçimleri kazanmak” diyen Suriyeli uzman, şöyle devam etti:

“Erdoğan Esad ile diyalog açılımıyla muhalefet partilerinin en büyük kozunu, seçmende karşılık bulan en güçlü söylemini ellerinden almayı hedefliyor. Çünkü muhalefet partileri, Esad ile diyalog kuracaklarını, sığınmacıların geri göndereceklerini söylüyorlardı. İşte şimdi Erdoğan bu söylemi kendisi de üstlenerek bu kozu ellerinden almayı hedefliyor. ‘Diyalogsa bunu Esad ile ben kurarım’ mesajıyla, muhalefetin elini zayıflatmayı, seçmenleri de kendisine oy vermeleri için ikna etmeyi hedefliyor.”

Ankara’da söylem değişikliği

Erdoğan’ın 5 Ağustos’ta Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile Soçi buluşması sonrası verdiği mesajlar, iktidar cephesinden art arda yapılan açıklamalar, Haid Haid’in bu analizini destekliyor.

AKP yönetimi Esad ile diyalog açılımının ilk sinyallerini Erdoğan’ın Rusya Devlet Başkanı Putin ile Soçi’deki görüşmesi sonrasında verdi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Soçi buluşmasından bir kaç gün sonra, aslında bundan 10 ay önce, Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ile Belgrad’daki Bağlantısızlar Toplantısı’nda ayaküstü kısa bir sohbet gerçekleştirdiğini ilk kez açıkladı.

Bu görüşmenin bunca zaman gizli tutulmuş olunması soru işaretlerine yol açmış olsa da kamuoyu, Türkiye ile Esad rejimi arasında, 2011 yılından sonra ilk kez bu düzeyde siyasi bir temasın gerçekleşmiş olduğunu böylece öğrenmiş oldu.

Çavuşoğlu’nun bu açıklamasının ardından MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yazılı bir açıklamayla, Esad rejimi ile diyalog çabalarına güçlü destek açıklaması da dikkat çekti. Milliyetçi seçmenlerin Zafer Partisi’ne kaymasından rahatsızlık duyduğu bilinen Bahçeli mesajında, Türkiye’nin Suriye ile görüşme düzeyini “siyasi diyalog mertebesine” çıkarmasını, “ciddiyetle ele alınmaya değer” bir adım olarak nitelendirdi.

AKP Genel Başkan Yardımcısı Hayati Yazıcı da, gündeme damgasını vuran açıklamalarıyla Esad rejimi ile doğrudan diyaloğun “çok doğru bir yaklaşım” olduğunu savundu, ihtilafların çözümünde diyaloğun anahtar öneme sahip olduğunu söyledi. Yazıcı, bir televizyon kanalında, “liderler düzeyinde bir görüşme olabilir mi?” sorusuna da, “Ben hiç olmaz diyecek durumda değilim. Bir yerden başlar, bunun düzeyi yükselebilir, inşallah” karşılığını verdi.

Esad, Erdoğan’a jest yapar mı?

Peki, Ankara-Şam hattında liderler düzeyinde diyalog yoluyla normalleşme sürecinin başlatılması gerçekten mümkün mü?

Suriyeli uzman Haid Haid, kısa vadede normalleşmenin mümkün olmadığı görüşünde.

Ankara’nın şu andaki diyalog sinyallerinin seçim vaadi niteliği taşıdığını, bu vaatlerin de seçimlerden sonra genelde unutulduğunu söyleyen Haid, “Türkiye’deki seçimlere kadar Esad’ın da ‘evet diyaloğu başlatacağız’ demesi olası görünmüyor. Çünkü bunu yaparsa, Erdoğan’ı seçimler öncesinde güçlendirecek muazzam bir jest yapmış olur. Bunu da yapmak istemeyecektir” görüşünü dile getirdi.

Suriyeli muhalifler ikna olur mu?

Türkiye’nin ihtiyatlı adımlarla da olsa, Esad rejimi ile diyalog arayışına girerken, diğer yandan yıllardır her türlü desteği verdiği Suriyeli muhalif grupları da gözardı edemeyeceği belirtiliyor.

Çavuşoğlu’nun geçen hafta “bizim bir şekilde muhalefet ile iktidarı, rejimi anlaştırmamız lazım” ve “muhalif Suriyelilerle rejim arasında bir barışın olması gerekiyor” şeklindeki açıklamaları üzerine Suriye’nin kuzeyinde, Türkiye’nin kontrolü altındaki bölgelerde geniş katılımlı protestolar, bunu gözler önüne sermişti.

Haid Haid’e göre bu gösterilerle Suriyeli gruplar Ankara’ya “biz Esad ile uzlaşmayacağız, el sıkışmayacağız” mesajını vermiş oldu. “Kanımca Türk hükümeti, tepkinin bu kadar geniş bir alana yayılmasını ve bu sertlikte olmasını beklemiyordu” diyen Haid, Erdoğan’ın seçmenlerine mesaj verme kaygısıyla adım atarken, bunun Suriye ve Türkiye’deki Suriyelilerde yol açacağı tepkiyi hesaba katmadığı görüşünde.

Haid, “Ancak yaşananlar, Ankara’nın bu tür hamleler yaparken, iki kez düşünmesi gerektiğini gösteriyor” dedi.

Diyalog Türkiye’ye ne kazandıracak?

Türkiye’nin Esad ile diyalog arayışının, Suriye rejiminin politikalarında ne ölçüde değişiklik getirebileceği, Ankara’nın beklentilerine karşılık bulup bulamayacağı, uzmanların en çok yanıt aradığı sorular arasında.

DW Türkçe’nin sorularını yanıtlayan Heinrich Böll Vakfı’nın Ortadoğu ve Kuzey Afrika Bölümünün Başkanı Bente Scheller, Erdoğan’ın Esad ile diyalog yoluyla sorunları çözüme kavuşturmasının çok zor olduğu görüşünde.

“Esad rejiminin, PKK ile işbirliği konusunda oldukça kabarık bir sabıka dosyası var” diyen Scheller, Ankara ile Şam arasında normalleşme sağlansa bile Esad rejiminin geçmişte ve günümüzde olduğu gibi gelecekte de, PKK ve onunla irtibatlı yapılarla işbirliğinden vazgeçmeyeceğini söyledi.

Esad rejiminin komşularının içişlerine müdahale ettiğini, bu yolla onları zayıflatmayı amaçladığını, geçmişte de Türkiye’ye karşı PKK’yı bu amaçla araçsallaştırdığını aktaran Scheller, “Türkiye ile ilişkileri normalleşse bile Esad rejimi gelecekte de PKK’yı Türkiye üzerinde baskı aracı olarak kullanabilmek için muhafaza edecektir” görüşünü dile getirdi.

‘Esad, Suriyelileri geri kabul etmez’

Esad ile diyaloğun, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönmesini de sağlayamayacağını söyleyen Scheller, son dönemde Suriye ile ilişkileri normalleştirme yönünde adımlar atan Lübnan ve Ürdün’ün karşı karşıya kaldıkları sorunlara dikkat çekti.

“Lübnan hükümeti ve Hizbullah, Suriyeli sığınmacıların ülkelerine geri gitmeleri için olağanüstü baskı kurdular. Ama gönüllü olarak geri dönmek isteyenleri bile Esad rejimi geri almadı. Aynı şeyi Türkiye de yaşayacaktır. Çünkü Esad Suriyelileri geri kabul etmeyecektir” diyen Bente Scheller, Esad rejiminin, Suriyelilerin geri dönüşleriyle oluşabilecek ekonomik külfete de katlanmak istemediğini söyledi.

Alman uzman, Ürdün’ün de Esad ile ilişkilerini normalleştirme yoluyla sorunlarını çözüme kavuşturamadığına dikkat çekerken, daha büyük sorunların yaşandığına işaret etti.

Scheller, “Çözüme kavuşturmak bir kenara, Suriye-Ürdün sınırındaki insan, uyuşturucu ve silah kaçakçılığı sorunu daha da büyüdü. Çünkü Esad rejimi, Ürdün’e uyuşturucu kaçakçılığı faaliyetlerini daha da arttırdı. Özetle, Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirmek, onun yapıcı işbirliği ile karşılık vereceği anlamına gelmiyor. Çünkü Esad, herkesin ona borçlu olunduğuna inanıyor, el uzatanlara da müteşekkir değil. Bütün bunlar Esad ile normalleşme düşünen herkes için teşvik edici olmaktan çok, uyarı niteliği taşıyor” görüşünü dile getirdi.

ABD ve AB’nin geçiş süreci önceliği

Ankara’nın son hamleleri Batılı başkentler tarafından da yakından izleniyor.

Bente Scheller, ABD ve AB’nin Suriye’de iç savaşı sona erdirecek bir “geçiş süreci” başlamadan, Suriye ile bir normalleşmeye karşı olduklarını hatırlattı.

Alman uzman, “Bu barış sürecine de aykırı çünkü Esad ile bir gelecek inşa edilemez, bu nedenle geçiş süreci başlamadan normalleşme çabaları, aslında BM yükümlülüklerine de aykırı” şeklinde konuştu.

Bente Scheller, Türkiye’nin Esad rejimi ile normalleşmeye, diplomatik ilişkiler kurmaya yönelmesi durumunda, bunun hem kendi ulusal çıkarları ve öncelikleri, hem de uluslararası yükümlülükler açısından sıkıntılı bir durum oluşturacağını aktardı.

Türkiye’nin yumuşak gücü

Türkiye’nin Suriye’de kontrolü altında tuttuğu bölgelerde sunulan hizmet ve sağlanan imkanların, Esad’ın kontrolü altındaki pek çok bölgeden daha iyi olduğunu bunun da Esad rejimi üzerinde büyük baskı oluşturduğunu aktaran Scheller, “Bu Türkiye’nin yumuşak gücü. Ve Esad’ın aslında bundan büyük rahatsızlık duyduğu da biliniyor” şeklinde konuştu.

Ancak son günlerdeki açıklamaların, Suriye’nin kuzeyinde Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde tedirginliğe yol açtığını hatırlatan Scheller, “Çünkü onlar Türkiye’ye güvendi, bulundukları bölgelerde kendilerini güvende hissediyorlardı. Şimdi ise hayal kırıklığına uğradılar. Türkiye, Esad ile işbirliği yaparsa onlar kendilerini nasıl güvende hissedecekler? Çünkü Türkiye’nin rejimle işbirliği, onların tehlikede oldukları anlamına gelebilir” görüşünü aktardı.

Erdoğan operasyon için düğmeye basar mı?

Ankara’nın Şam ile temaslarını etkileyen bir diğer önemli faktör, Türkiye’nin Suriye’nin kuzeyinde PKK’nın uzantısı olarak gördüğü YPG’nin de ana omurgasını oluşturduğu Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) karşı atmak istediği adımlar.

Erdoğan, yaklaşık üç ay önce Suriye’nin kuzeyine yeni bir operasyon yapılacağını duyurmuştu. Ankara bu yolla, Suriye topraklarında 30 km derinliğinde oluşturmak istediği “güvenli bölgeyi” tamamlamayı hedefliyor.

Erdoğan geçen hafta yaptığı bir konuşmada, “Suriye’de terör örgütünün yuvalandığı son bölgeleri de temizleyerek, bu güvenlik kuşağının halkalarını inşallah yakında birleştireceğiz” demişti.

Ancak başta ABD ve Batılı ülkelerin itiraz ettikleri bu operasyona, Rusya’nın da vetosunu kaldırmaması, Erdoğan’ı zorlu bir tercihe zorluyor.

Operasyon büyük riskler içeriyor

Chattam House uzmanı Haid Haid, son gelişmeleri değerlendirirken, “Türkiye’nin şu anda önündeki tek seçenek Rusya’nın desteğini almaksızın hareket geçmek. Hava gücünü kullanamayacağı için bu daha büyük kayıp ve risk anlamına gelecektir” dedi. Suriyeli uzman şöyle devam etti:

“Erdoğan’ın şu soruya yanıt aradığını düşünüyorum: Böyle bir harekatın kendine sağlayacağı fayda aldığı risklere değecek mi? Faydanın daha ağır bastığını düşündüğü an harekete geçer. Bugün olmasa da yarın ya da üç hafta sonra… Zaten bu diyalog açılımından önceki önceliği bu operasyondu, bu yolla milliyetçi oyları kazanmayı hedefledi. Ama istediği desteği bulamadı.”

Alman uzman Bente Scheller ise, Türkiye’nin sınır bölgesinde daha geniş bir bölgeyi denetim altında tutmasının kolay olmayacağına işaret etti.

Bu tür operasyonların uluslararası hukuka uygun olmadığını, Türkiye’nin diplomatik baskıyla karşı karşıya kalabileceğini söyleyen Scheller, ancak mevcut uluslararası konjonktür nedeniyle kimsenin Ankara’yı engellemek için olağanüstü bir enerji de sarf etmeyeceğine işaret etti.

Scheller, “Dikkatler Ukrayna’ya ve çok tehlikeli ihtilaflara çevrilmiş durumda. Bu nedenle Erdoğan yeniden bir operasyon düzenlemesi halinde bu gayet tabii ki protesto edilir kınanır ama kimse bunu engellemeye çalışmayacaktır” dedi.

Güvenli bölge planı sorunları çözer mi?

Alman uzman, Türkiye’nin güvenli bölge planı için, bu alanı terörden arındırma hedefini öne sürdüğünü, ancak bunun da çok gerçekçi olmadığını söyledi. Scheller, değerlendirmesini şöyle tamamladı:

“Bizler silahlı grupların, terör örgütlerinin nasıl hareket ettiklerini görüyoruz. Kendilerini coğrafya ile sınırlamıyorlar. Zarar vermek isterlerse veriyorlar, bunun silahlı örgütlerin tarihinde görebiliyoruz. Bu nedenle güvenli bir bölgenin Türkiye’nin gerçekten kendisini teröristlerden koruyabileceği anlamına mı gelir bundan çok da emin değilim. Bu nedenle ilan edilen hedef ile elde edilebilecek sonucun pek de örtüştüğü kanaatinde değilim.”

Paylaşın

“Esad’ın Erdoğan’dan Beş Talebi Var” İddiası

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasında bir telefon görüşmesi yapılabileceğini öne süren Türkiye gazetesi, Ankara-Şam hattındaki gelişmelere ilişkin iddialarını sürdürüyor.

Gazete, “Türkiye ile 11 yıl sonra komşu olmak isteyen” Şam yönetiminin Türkiye’den beş talebinin olduğunu iddia etti. Ankara’nın ise görüşmelerde önce “PKK ile YPG’nin temizlenmesini” ve Suriyelilerin güvenli dönüşünü talep ettiği belirtildi.

Esad sınırları geri almak istiyor

Gazetede Yılmaz Bilgen imzasıyla yayımlanan haberde, Şam yönetiminin öne sürdüğü iddia edilen şartlar şöyle:

1- İdlib’e Suriye yönetiminin kontrolünün geri dönmesi;

2- Reyhanlı-Cilvegözü Sınır Kapısı ile Kesep Gümrüğü’nün de Şam yönetimine devredilmesi;

3- Cilvegözü-Şam arasında ticari koridor;

4- Suriye’nin doğusundaki Deir el-Zor-Haseke ile Halep-Lazkiye hattında M4 adıyla bilinen stratejik ulaşım koridorunda (M4) Şam’ın tam kontrolü,

5- Avrupa ve ABD’nin Esad yönetimini destekleyen bürokrat, işadamı ve şirketlere dönük yaptırımları konusunda Türkiye’nin destek vermesi.

‘Türkiye PKK ve Suriyeliler için güvenli dönüş istedi’

Haberde, Türkiye’nin bu taleplere karşılık “PKK/YPG bölgelerinin tamamen temizlenmesini” istediği, bunun yanı sıra “muhalefet ile Şam arasında siyasi, askeri entegrasyon süreçlerinin sağlıklı bir biçimde tamamlanması” ile birlikte mültecilerin güvenli dönüşü ve yerleşim sonrası uygulamaları görmek istiyor.

‘Humus, Şam, Halep pilot bölge olsun’

Haberde, Ankara’nın “ilk aşamada Humus, Şam ve Halep’in güvenli ve onurlu dönüşler için pilot bölge olmasını ve daha sonra bu çerçevenin genişletilmesini” talep ettiği belirtildi.

Öte yandan, Suriye yönetiminin “Türkiye’nin terör ve Suriye petrollerinin merkezi yönetime devrine dönük işbirliği teklifine ek olarak baraj, otoyollar, elektrik, eğitim kurumları, su, ziraat gibi alanlarda da desteğin sürmesini” istediği belirtildi.

Paylaşın

Rusya’dan S-400 Açıklaması; Türkiye’den Yalanlama

Rusya Askeri İşbirliği Dairesi Başkanı Dmitri Şugayev, hava savunma sistemi S-400’lerin ikinci partisinin Türkiye’ye gönderilmesi için Ankara ve Moskova’nın anlaşma imzaladığını açıkladı. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı ise açıklamayı yalanladı.

T24’ün Rusya devlet haber ajansı TASS’tan aktardığına göre Şugayev, Army-2022 uluslararası forumunda gazetecilere yaptığı açıklamada, “Karşılıklı bir anlaşma zaten imzalandı. Birçok şeyin yanı sıra S-400’lerin bazı parçaları da bu anlaşma kapsamında Türkiye’de üretilecek” dedi.

“Yakın gelecekte hiçbir ülkenin S-400’e rakip olacak bir savunma sistemi geliştiremeyeceğinden emin olduklarını” belirten Şugayev, “Türkiye’yle imzalanan anlaşma şu an yürürlükte” dedi.

Türkiye yalanladı

Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı ise tedarik sürecinde yeni bir gelişmenin söz konusu olmadığını duyurdu ve açıklamayı yalanladı.

Yaptırımlar

Türkiye, 2017’de S-400 sistemlerini alarak, Rusya’dan hava savunma sistemlerinin yeni modelini alan ilk NATO ülkesi olmuştu. ABD ise Türkiye’nin S-400 alımına yaptırımlarla karşılık verilmişti.

S-400

S-400 S-300’den geliştirilmiş yeni nesil Rusya yapımı bir kısa-orta-uzun menzilli hava savunma füze sistemidir.

S-400, 1979’da S-300’ün ortaya çıkmasından hemen sonra 1980’lerin başında, o zamanki adıyla Almaz Merkezi Tasarım Bürosu tarafından (günümüzde Alman Bilimsel Endüstriyel Şirketi) Sovyetler Birliği’nde geliştirilmeye başlanmış ve gelişim süreci SSCB’nin dağılması nedeniyle uzun bir döneme yayılmıştır.

S-400’ün S-300 sistemlerinden en önemli farkı, daha fazla hedefi aynı anda takip edebilmesi ve gelişmiş elektronik karşı tedbirlere sahip olmasıdır. S-400’de kullanılan radarlar hafif radar izine sahip olan ve hayalet uçak tabir edilen hedefleri takip edebilme yeteneğine sahiptir.

S-400 sistemine şu ana kadar pek çok devlet ilgi göstermiş olmasına rağmen Çin ve Türkiye haricinde yabancı bir ülkeye satış gerçekleşmemiştir. 2017’de S-400, İngiliz The Economist gazetesi tarafından bir yazısında, “şu anda yapılan en iyi hava savunma sistemlerinden biri” olarak tanımlandı.

SIPRI Kıdemli Araştırmacısı Siemon Wezeman’a göre S-400, “mevcut en gelişmiş hava savunma sistemleri arasında yer almaktadır” demiştir. 2007’den beri Rusya Silahlı Kuvvetleri tarafından kullanılmaktadır.

Paylaşın

İsveç: Türkiye’ye İadeler Hukuka Göre Devam Edecek

Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ve İsveç Başbakanı Magdalena Andersson, İsveç’in başkenti Stockholm’de düzenlenen Kuzey Avrupa ülkeleri zirvesi kapsamında bir araya geldi.

Norveç, İsveç, Finlandiya, Danimarka ve İzlanda liderlerini bir araya getiren zirve kapsamında bir araya gelen Olaf Scholz ve Magdalena Andersson, düzenledikleri ortak basın toplantısında İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğine başvurusunu ve Türkiye’nin tutumunu da ele aldı.

Konuşmasında Finlandiya, İsveç ve Türkiye arasında, İspanya’nın başkenti Madrid’de 28 Haziran’da düzenlenen NATO Zirvesi’ne değinen Andersson, “Madrid’deki NATO zirvesinde Türkiye’nin endişelerini gidermeye yönelik imzalanan üçlü memoradumun şartlarına uyacağız” dedi.

Söz konusu anlaşmanın şartlarından birinin de “Türkiye’ye iadeler” olduğunu hatırlatan Andersson, “İsveç’te işleme alınan iade davaları elbette İsveç hukuku uluslararası hukuka göre işlenecek” dedi.

Türkiye, her iki ülkenin NATO üyeliğine başvuru yaptığı 18 Mayıs öncesinden itibaren “terör” ile ilgili endişelerini dillendirerek İsveç ve Finlandiya’nın üyeliğine karşı çıkıyordu. Söz konusu anlaşmazlık, 28 Haziran’da imzalanan bir memorandum ile giderildi. Bu bağlamda Türkiye’nin taleplerinden biri de İsveç ve Finlandiya’da bulunan toplam 33 kişinin Türkiye’ye iadesiydi.

İsveç makamları, geçtiğimiz hafta yıllar sonra ilk kez Türkiye’den bir iade talebine onay vererek Türkiye’de kredi kartı dolandırıcılığından hüküm giymiş bir kişinin Türkiye’ye iade edileceğini açıklamıştı.

Scholz: Bu konuda çok iyimserim

İsveç Başbakanı Andersson ile ortak basın toplantısında konuşan Almanya Şansölyesi Olaf Scholz de İsveç ve Finlandiya’nın “NATO üyeliklerinin önünde önemli bir engel kalmadığını ve Türkiye’nin iki ülkenin üyeliklerini yakın bir zamanda onaylayacağını düşündüğünü” söyledi.

“Artık hızlı bir şekilde yol alınacağını düşünüyorum, bu konuda çok iyimserim” diyen Scholz, iki ülkenin üyeliği konusunda meclis kararını henüz çıkarmamış ülkelere atıfta bulunarak özetle şöyle konuştu:

“Türkiye dahil, meclis onayını henüz vermemiş NATO ülkelerinin bunu yakında yerine getireceğini bekliyorum.”

Türkiye ile birlikte yedi NATO ülkesi, İsveç ve Finlandiya’nın üyeliği için gerekli olan meclis onay işlemlerini henüz tamamlamadı.

Ne olmuştu ve bundan sonra ne olacak?

Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından 18 Mayıs’ta resmen NATO üyeliğine başvuran Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya katılım protokolleri dün (5 Temmuz) Brüksel’deki NATO Karargahında imzalandı.

30 üye ülkenin temsilcileri, İspanya’nın başkenti Madrid’de 29-30 Haziran’da yapılan NATO zirvesinde Türkiye’nin itirazlarını bir kenara bırakmasıyla iki ülkenin ittifaka davet edilmesi yönünde alınan karar doğrultusunda gerekli formaliteleri tamamlamak için karargahta bir araya geldi.

Bu bağlamda, 30 NATO üyesi ülkenin temsilcileri, İsveç ve Finlandiya’nın İttifaka katılım protokollerini imzaladı.

Söz konusu katılım protokollerinin NATO üyesi ülkeler tarafından kendi ulusal yasaları ve prosedürleri uyarınca onaylanması gerekiyor.

Tüm üye ülkeler, kendi onay süreçlerini tamamladıktan sonra Washington Antlaşması’nı saklayan Amerika Birleşik Devletleri’ne (ABD) yeni üyenin katılımını öngören protokolleri kabul ettiklerine dair bildirim yapıyor.

Bütün aşamalar tamamlanınca NATO Genel Sekreteri, bu durumda Jens Stoltenberg, yeni üyeleri İttifaka katılmaya çağırıyor.

Son olarak yeni üyeler de kendi ulusal yasal sürecini tamamlayarak katılım belgesini ABD’ye teslim ediyor ve katılım süreci tamamlanıyor.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Ukrayna’dan Türkiye Ve Avrupa Birliği’ne Radyasyon Uyarısı

Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy, bölgedeki çatışmalar nedeniyle Zaporijya nükleer santralinde yaşanabilecek bir felaketin olası sonuçlarına dikkat çekerek uluslararası toplumdan Rusya’ya karşı yeni yaptırımlar uygulamasını istedi.

Yayımladığı video mesajda “İşgalciler fabrika kisvesi altında çevredeki kentleri ve halkı bombalıyor” ifadesini kullanan Zelenskiy, Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan Zaporijya nükleer santralindeki “olası bir radyasyon vakasının Avrupa Birliği ülkeleri, Türkiye, Gürcistan hatta daha uzak bölgelerdeki ülkeleri bile etkileyebileceğini” söyledi.

“Her şey sadece rüzgarın yönüne ve hızına bağlı” diye ekleyen Ukrayna lideri, “Rusya’nın eylemleri bir felakete sebep olursa, sonuçları şu ana kadar sessiz kalanları da vurabilir” uyarısında bulundu.

Zelenskiy, uluslararası toplumu Moskova’nın “nükleer şantajına” boyun eğmemeye ve “Rusya’ya karşı yeni ve sert yaptırımlar” getirmeye davet etti. Ukrayna lideri, nükleer santral ve çevresindeki tüm Rus askerlerinin “derhal ve hiçbir ön koşul olmaksızın” bölgeden çekilmesi gerektiğini sözlerine ekledi.

Bölgedeki çatışmalar yoğunlaştı

Ukrayna’nın Enerhodar kenti yakınlarında bulunan Zaporijya nükleer santrali, geçen Mart ayında Rus güçleri tarafından işgal edildi. Ancak santral hâlen Ukraynalılar tarafından işletiliyor.

Bölgede Temmuz ayının sonundan beri yoğunlaşan bombardımanlar, santrale yönelik endişeleri de artırdı. Enerhodar kenti geçen Pazar günü de top ateşine hedef oldu. Tarafların birbirini sorumlu tuttuğu bombardımanda bir sivil hayatını kaybetti.

Ukrayna, Rusya’yı, bu santrali kullanarak bölgedeki Nikopol ve Marhanez gibi küçük kasabaları vurmakla suçluyor. Rusya ise Ukrayna’nın santrali insansız hava araçları, ağır top mermileri ve roketatarlarla vurduğunu iddia ediyor.

Zelenskiy, geçen hafta sonu yaptığı açıklamada, “Zaporijya nükleer santraline ateş açan ya da bu santrali kullanarak etrafa ateş açan tüm Rus askerlerinin” Ukrayna güçlerinin “özel hedefi” hâline geleceğini belirtmişti.

Paylaşın

Dikkat Çeken Rapor: Seçime Giderken Özgürlükler Geriliyor

Punto 24 Bağımsız Gazetecilik Derneği (P24) bünyesinde 2017 yılından beri çalışmalarını sürdüren Expression Interrupted platformu ‘İfade ve Basın Özgürlüğü Gündemi’ raporlarının altıncısını yayınladı.

Nisan, Mayıs ve Haziran aylarını kapsamakta olan rapora göre Türkiye’de ifade ve basın özgürlüğünde yaşanan gerileme, 2022’nin ikinci çeyreğinde gözle görülür biçimde hızlandı.

Rapordaki verilerden bazıları şöyle:

Söz konusu üç aylık dönemde, sosyal medya kullanıcıları, internet medyası ve sosyal medya platformlarına yönelik kapsamlı kısıtlama ve cezai tedbirler öngören 40 maddelik “dezenformasyon” yasa tasarısı Meclise sunuldu; gazetecilere yönelik baskılar Diyarbakır’da 16 gazeteci ve medya çalışanının tutuklanmasıyla derinleşti ve son yıllarda gazetecilere yönelik tutuklamalarda gözlemlenen düşüş trendi tersine döndü; uluslararası medya kuruluşları Deutsche Welle (DW) ve Amerika’nın Sesi (VOA) haber sitelerine Türkiye’den erişim Radyo ve Televizyon Üst Kurulunun (RTÜK) talebiyle engellendi.

İş insanı Osman Kavala’nın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin (AİHM) bağlayıcı kararına rağmen süren mahkumiyeti Türkiye’nin Avrupa kurumları ile ilişkilerini zehirlemeye devam ederken Avrupa Konseyinde Türkiye aleyhine başlatılan ihlal süreci ileri aşamalara ulaştı. Kavala davasıyla ilgili bir oturum düzenleyen Avrupa Parlamentosu, oturum sonunda aldığı kararda Türkiye’nin 1999’dan beri süren AB üyelik sürecini tamamen sonlanma aşamasına getirdiğini savundu. Kararda, “Osman Kavala davasında AİHM’nin bağlayıcı kararına açıkça meydan okuyan Türk hükümeti, AB üyelik sürecini yeniden başlatmaya veya yeni müzakere başlıkları açmaya ve açılmış olanları kapatmaya dayalı her türlü umudu kasten yok etmiştir” ifadelerine yer verildi.

Benzer sonuçlara Avrupa Parlamentosu Dış İlişkiler Komisyonu tarafından, 12 Mayıs 2022 tarihinde 7’ye karşı 54 oyla kabul edilen Türkiye raporunda da yer verildi. Türkiye’nin AB’ye katılım hedefiyle ilgili tekrarlanan açıklamalarına rağmen, son iki yılda taahhütlerini yerine getirmediği belirtilen raporda, “temel özgürlükler, demokrasi ve hukukun üstünlüğü konularında önemli ilerleme olmaksızın Türkiye’yle katılım müzakerelerinin yeniden başlatılması öngörülemez” denildi.

Buna karşılık, hükümetin 2019’dan beri sürdürdüğü yargı reformu süreci ise rapora konu dönemde yasalaşan altıncı yargı reform paketine rağmen yargı bağımsızlığını sağlamak, adil yargılama hakkını güvence altına almak ya da ifade özgürlüğü önünde engel teşkil eden mevzuatı değiştirmek alanlarında herhangi bir ilerleme sunmaktan uzak kaldı.

Yasalaşması halinde ülkede sansürü görülmemiş boyutlarda yaygınlaştırması beklenen “dezenformasyon” yasa tasarısı ise muhalefetin itirazlarına rağmen kısa bir süre içinde Meclis Dijital Mecralar ve Adalet komisyonlarından geçti. Genel seçimlere az bir süre kala yapılmak istenen söz konusu düzenlemedeki en tartışmalı maddelerden biri “halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” başlıklı 29. madde. Maddeyle “Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimseye” üç yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.

40 maddelik yasa tasarısını şiddetli bir biçimde eleştiren basın örgütleri ve muhalefet partilerine göre, böyle bir yasa hem sosyal medyada hükümetin hoşuna gitmeyen bilgi ve görüş ifade eden toplumun tüm üyelerini yargılanma ve hatta hapse girme tehdidiyle karşı karıya bırakacak, hem de son yıllarda varlıklarını giderek daha çok sadece internet üzerinde sürdürebilen medya kuruluşlarını hedef alan yeni ve kapsamlı kısıtlamalar getirecek. Tasarı ayrıca sosyal medya platformlarına da Türkiye vatandaşı olan ve Türkiye’de ikamet eden temsilci atamak gibi ek yükümlülükler getiriyor.

Rapora konu dönemde Danıştay, basın meslek örgütlerinin gazetecilerin görevlerini yerine getirmelerini engellediği ve basın özgürlüğünü kısıtladığı gerekçesiyle itiraz ettiği 27 Nisan 2021 tarihli Emniyet genelgesi ile Basın Kartı Yönetmeliği’ne dair kararlar aldı. Ayrıntıları bu raporun ilgili bölümünde görüleceği üzere, Danıştay, Emniyet Genel Müdürlüğünün eylemlerde görüntü alınmasını yasaklayan genelgesinin yürütmesini kesin olarak durdururken, Basın Kartı Yönetmeliği’nde 21 Mayıs 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren değişikliklerin iptali talebiyle basın meslek örgütleri tarafından açılan davada ise Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığının itirazını haklı bularak yürütmenin durdurulması kararının kaldırılmasına hükmetti.

Türkiye’de basın ve ifade özgürlüğü üzerindeki en büyük kısıtlamalardan biri olan gazetecilere yönelik yargısal baskılar, 2022’nin ikinci çeyreğinde artarak devam etti. Diyarbakır’daki toplu tutuklamaların yanı sıra İstanbul’da da serbest gazeteci İbrahim Haskoloğlu “kişisel verileri hukuka aykırı olarak ele geçirmek ve yaymak” suçlamasıyla tutuklandı. Haskoloğlu sekiz günlük tutukluluğun ardından serbest bırakıldı.

Diyarbakır’da 15 gazetecinin tutuklanmasıyla cezaevindeki gazeteci sayısı, rapora konu üç aylık dönemde kayıtlara giren dört tahliyeye rağmen 67’ye çıktı. Önceki dönem sonunda bu sayı 56’ydı. Rapora konu dönemde, kapatılan Zaman gazetesi ve Cihan Haber Ajansı Düzce temsilcisi Beytullah Özdemir, Cihan Haber Ajansı eski Ankara haber müdürü Kazım Canlan ve Gazeteciler ve Yazarlar Vakfına (GYV) yönelik olarak düzenlenen operasyon sonrasında tutuklanan 8 ve Kasım 2017 yılından beri “örgüt üyeliği” suçlamasıyla cezaevinde bulunan gazeteci Nuh Gönültaş cezalarının infazının sona ermesi üzerine tahliye oldu. Ağustos 2016’dan beri cezaevinde bulunan Cihan Haber Ajansı Genel Müdürü Faruk Akkan’ın da Yargıtay’ın bozma kararıyla 2022 yılının başında tahliye edildiği öğrenildi.

Gazetecilere yönelik soruşturma ve yargılamalar ise hız kesmeden devam etti. Expression Interrupted tarafından yürütülen dava takip ve medya ve açık kaynak izleme çalışmalarından elde edilen sonuçlara göre, 2022’nin ikinci çeyreğinde gazetecilerin sanık olarak yargılandığı toplam 116 dava görülürken bu davalarda sekizi yabancı uyruklu 168 gazeteci hâkim karşısına çıktı. Karara bağlanan 22 davanın sekizinde toplam dokuz gazeteci hakkında 17 yıl 6 ay 12 gün hapis cezası, 210 bin TL tazminat ve 57 bin 980 lira adli para cezası verildi. 16 gazeteci beraat etti; bir gazeteci hakkında açılan tazminat davası reddedilirken bir gazeteciye açılan dava da zaman aşımından düşürüldü.

Yargılamalarda öne çıkan suçlamalara bakıldığında, terör suçlamalarının, özellikle “örgüt propagandası” ve “örgüt üyeliği” suçlamalarının önceki dönemlerde olduğu gibi başı çektiği görülüyor. Bu suçlamaların ardından en sık kullanılan suçlamalar ise “kamu görevlisine hakaret” ve “Cumhurbaşkanına hakaret” oldu. Aynı üç aylık dönemde 12 gazeteci hakkında 11 dava açıldı. 14’ü haber takibi esnasında olmak üzere toplam 38 gazeteci gözaltına alındı. Dokuz gazeteci hakkında ise soruşturma başlatıldı.

Gazetecilere yönelik saldırı ve engellemeler de bu dönemde devam etti. En az altı gazeteci sivil kişilerin fiziksel saldırılarına maruz kalırken çok sayıda gazeteci de 1 Mayıs, Gezi protestolarının yıldönümü ve Onur Haftası nedeniyle düzenlenen gösteriler esnasında polisin sert fiziksel müdahaleleriyle engellendi ve/ veya gözaltına alındı.

Rapora konu üç aylık dönemde bir yandan RTÜK ve Basın İlan Kurumunun (BİK) medya kuruluşları üzerindeki baskısı önceki dönemlerdeki gibi devam ederken bir yandan da Türkiye’deki medya kuruluşlarını hedef alan baskı ve denetim sistemi, uluslararası medya kuruluşlarının Türkçe servislerine genişletildi. RTÜK’ün lisans alma şartını yerine getirmedikleri gerekçesiyle yaptığı başvuru sonucu 30 Haziran 2022 tarihinde Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından alınan kararla, 32 dilde yayın yapan Almanya’nın uluslararası medya kuruluşu DW’nin bütün sayfalarına ve VOA’nın Türkçe internet sitesine erişim engeli getirildi.

HALK TV, Tele1, KRT ve FOX TV gibi hükümetin siyasi öncelikleri doğrultusunda yayın yapmayan kanallar önceki dönemlerde olduğu gibi bu dönemde de RTÜK’ün ceza kararlarının hedefi oldu.

RTÜK, 2022’in ilk yarısında eleştirel yayın çizgileriyle bilinen televizyon kanalları hakkında toplam 30 ceza verirken, aynı dönemde iktidara yakın kanallara ise sadece üç kez ceza verdi. Açıklanan verilere göre, RTÜK KRT TV’ye beş, Tele 1’e dokuz, Halk TV’ye sekiz, Flash TV ile FOX TV’ye de dörder kez ceza verdi. Beş kanala verilen idari para cezası 10 milyon TL’yi buldu. Üst Kurul aynı altı aylık süre içinde TGRT Haber, Beyaz TV ve ATV hakkında toplam 1,5 milyon TL’lik üç ceza kararı aldı. A Haber, Ülke TV, TV Net ve Kanal 7’ye ise hiç ceza verilmedi.

BİK’in Evrensel ve Yeni Asya gazetelerine uyguladığı ilan yasağı ise bu dönemde de devam etti. Evrensel gazetesine Eylül 2019’dan beri “toplu gazete alımı” nedeniyle uygulanan yasak 13 Haziran 2022 itibarıyla 1000. gününü doldurdu.

(Kaynak: Kısa Dalga)

Paylaşın

Türkiye İle ABD Arasında F-16 Görüşmeleri Sürüyor, Son Durum Ne?

Türkiye ile ABD arasında F-16 uçağı alımı ve modernizasyonu ile ilgili bir süredir devam eden teknik düzeydeki görüşmelerin dördüncüsü Pazartesi günü Washington’da yapılacak. Toplantı, ABD Temsilciler Meclisi’nde F-16’lar için konulan şartların ardından yapılacak ilk görüşme olması açısından önemli görülürken, ABD Senatosu’nun satışla ilgili tutumunun Ankara için zorlayıcı olabileceği değerlendirmeleri yapılıyor.

ABD’li Lockheed Martin tarafından üretilen 40 adet F-16 ve 79 adet F-16 modernizasyon kiti almak için ABD ile Ekim 2021’de başlatılan süreç kapsamında şimdiye kadar üç toplantı Türkiye’de gerçekleştirildi. Heyetler arasında, geniş çaplı ve teknik nitelikli toplantıların dördüncüsü ise Pazartesi günü ABD’de düzenlenecek.

Satışla ilgili ABD’deki hava nasıl?

F-16’larla ilgili gelinen durumu ve ABD’deki havayı DW Türkçe’den Gülsen Solaker’e değerlendiren Washington Enstitüsü Türkiye Programı Direktörü Soner Çağaptay, Joe Biden yönetiminin satışın gerçekleşmesini kesinlikle istediğini belirterek, geçmiş dönemde bazı durumlarda Türkiye aleyhine fikir beyan eden ABD Savunma Bakanlığı’nın da bu kez satışın arkasında durmasının önemli olduğuna işaret ediyor.

Çağaptay, Türkiye-ABD ilişkilerinin “savunma eksenli yapısına” ve satışın bu ilişkilerin sürmesi açısından önemine dikkat çekerek, “F-35 programının yokluğunda F-16’lar ilişkilerin ilerlemesi açısından bir bağ. Satış gerçekleşmez ise iki ülkeyi bir arada tutan bir nevi bu siyasi tutkalın varlığından bahsetmek zorlaşacak” diyor. Çağaptay’a göre satışı destekleyen ABD yönetimi de bunun farkında ve bakış açısı bu yönde.

Ankara’nın vurguladığı noktalardan biri F-16’ların satışının sadece Türkiye-ABD ilişkileri açısından değil NATO’nun caydırıcılığı için de önemli olduğu. Ukrayna savaşının çıkmasının ardından Türkiye’nin NATO için öneminin yeniden anlaşıldığına yönelik yorumlar yapılmıştı.

Alman Marshall Fonu Direktörü Özgür Ünlühisarcıklı da Biden yönetiminin ilk başta AKP hükümetine karşı menfi bir tutum içinde olduğunu hatırlatarak, ABD’nin Afganistan’dan çekilmesi ile birlikte Türkiye’nin jeostratejik öneminin hatırlandığını, Rusya’nın Ukrayna işgali ile de artık bu önemin göz ardı edilemez hale geldiğini belirtiyor. Ühlühisarcıklı, ABD yönetiminin bu satışa stratejik açıdan yaklaştığına ve ABD çıkarlarının gereği olarak gördüğünü hatırlatıyor.

Bununla birlikte ABD’de son dönemde önce “anti-AKP ve anti-Erdoğan” olarak başlayan atmosferin yavaş yavaş “anti-Türkiye’ye” doğru evrildiğine ve bunun da kendisini Kongre’de hissettirdiğine işaret eden Ünlühisarcıklı, Kongre’nin konuya yönetimin tersine iç siyasi dinamiklerle yaklaştığını ve oluşan atmosfer ile Türkiye karşıtı lobilerin etkisinin gözlendiğini belirtiyor.

Bu arada İsveç ile Finlandiya’nın NATO üyelikleri ile ilgili müttefiklerin yavaş yavaş tamamladıkları parlamento onay süreci Türkiye’de henüz başlatılmadı.

F-16’lar konusunda Menendez engeli aşılabilir mi?

Ancak ABD yönetiminin desteğine, Ankara’nın da ihtiyatlı iyimserliğine karşılık Biden yönetimi ile Kongre’nin satışla ilgili farklı tutumlar içinde olduğu hatırlatılıyor ve Senato aşamasının zorlayıcı olabileceği belirtiliyor.

ABD Senatosu Dış İlişkiler Komisyonu Başkanı Bob Menendez’in Türkiye’ye F-16 savaş uçağı satışına karşı olduğunu pek çok kere belirtmesi büyük engellerden biri olarak görülüyor.

Menendez, geçen ay Atina-Makedon Haber Ajansı’na yaptığı açıklamada “Ankara’nın davranış ve tutumunu değiştirmesi gerektiğini” söyleyerek, tutum değişikliği beklediği alanları ‘Rusya’dan S-400 satın alınması, Yunan adaları üzerinden uçuşlar, Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkileri ve gazetecilerle avukatların hapsedilmesi dahil insan hakları ihlalleri’ olarak sıralamıştı.

Soner Çağaptay, Senato aşamasının çok incelikli olduğuna ve tek bir senatörün satışı bloke etmesinin mümkün olduğuna dikkat çekerek, “Menendez pek çok kereler bu satışa karşı olduğunu açıklamış bir isim. Tek başına bu satışı engelleyebilir ve bulunduğumuz nokta da şu anda bu” diyor.

Çağaptay, Biden’ın satışı engellememesi için Menendez’i araması gerektiğini ancak şu anda siyasi açıdan Menendez’e diğer pek çok tasarı ile ilgili ihtiyacı bulunması sebebiyle, Başkan’ın nüfuzunu F-16’lar için kullanacağından şüpheli olduğunu belirtiyor. “Bu nedenle maalesef konu muhtemelen Senato aşamasında tıkanacak görünüyor” diyen Çağaptay, sözlerini şöyle sürdürüyor:

“Senato’daki komitelerin başkanları ara seçimlerle değişebilir. Eğer böyle olursa Cumhuriyetçiler komite başkanlığını alabilir ve Menendez başkanlıktan gidebilir. Ancak böyle olsa bile Menendez komitenin ‘kıdemli üyesi’ (ranking member) olacak ve yine tek başına satışı veto edebilir.”

Çağaptay, son tahlilde “F-16 satışının bir Senato ve Menendez sorunu haline dönüşmesini” beklediğini belirterek, “Ankara’nın bu sorunun etrafından dolanabileceği bir yol şu an için göremiyorum” yorumu yapıyor.

Ünlühisarcıklı da ABD yönetimi ile Kongre’deki yaklaşımların farklı olduğunu söylerken, bununla birlikte istenirse Kongre’nin itirazına rağmen satışı mümkün kılacak “kestirme bir yol” bulunabileceğine inanıyor. Türkiye’nin üstüne çizmenin bu konjonktürde ABD yönetimi için çok kolay olmayacağını belirterek, şöyle konuşuyor:

“Bence ABD yönetimi zamana oynayacaktır. İngilizce bir tabir vardır; ‘kick the can down the road’ (sorunu ötelemek) diye. Ama ABD siyasal sisteminde Kongre’nin itirazlarını baypas etmek için kestirme, kısa yöntemler vardır. Yeter ki istesin yönetim.”

Ünlühisarcıklı, bu nedenle yapılacak olan teknik görüşmeleri önemli bulduğunu söyleyerek, “Teknik açıdan konu olgunlaştıktan sonra siyasi bir fırsat bulunabilir” diyor.

Süreç nasıl gelişmişti?

Uzun yıllardır füze savunma sistemini geliştirmek isteyen Türkiye, 2017’de ABD’nin ve diğer NATO müttefiklerinin çekincelerine rağmen Rus yapımı S-400 hava savunma sistemi satın almıştı.

Rusya’dan satın alınan S-400 füze savunma sisteminin ilk parçaları Haziran 2019’da Türkiye’ye ulaşmaya başlamıştı. Bunun üzerine Washington, Rus sistemlerinin NATO ile uyumlu olmadığı ve gizli askeri bilgilerin Rusya’nın eline geçebileceği gibi gerekçelerle Ankara’ya tepki göstermiş, Temmuz 2019’da yeni nesil savaş uçağı F-35 üretim sürecinden Türk ortaklarını çıkartmıştı.

Türkiye, hava savunması için çok önemli olan F-35 programından Eylül 2021’de resmen çıkartılmasının ardından F-35 savaş uçakları için ödediği 1,4 milyar doların geri ödenmemesi ihtimaline karşı alternatif arayışına girmişti. Ankara, Ekim 2021’de ABD’li Lockheed Martin tarafından üretilen 40 adet F-16 ve 79 adet F-16 modernizasyon kiti almak için ABD’ye başvurmuştu.

Bakan Akar bu süreci Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada şöyle anlatmıştı:

“(F-16’ların ömrü doluncaya kadar F-35’lerle boşluğu doldurur, daha sonra da milli muharip uçağımız ile ihtiyaçlarımızı karşılarız) diyorduk. Fakat F-35’lerde çıkan sıkıntıdan dolayı durumu yeniden değerlendirdik. Yıllardan beri kullanmakta olduğumuz, eğitim, bakım ve ikmalinin yanı sıra araç gereçlerimizle uyumu itibariyle F-16 ile devam etmenin uygun olacağı noktasına geldik.”

ABD Dışişleri Bakanlığı da bu satışa yönetimin siyasi desteğini göstererek, Mart ayında Kongre’nin satışa karşı çıkan üyelerine mektup yazdı ve “uygun ABD savunma ticareti bağlarının ülke çıkarlarına hizmet edeceğini” kaydetmişti.

Mitsotakis’in ziyaretinin etkisi

Türkiye ile Yunanistan arasında Ege ve Doğu Akdeniz’de yaşanan egemenlik tartışmaları da satışta rol oynayan etmenlerden.

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis Mayıs ayında ABD Kongresi’ne hitap ederek, isim vermeden Türkiye’nin Yunan hava sahasını ihlal ettiğini iddia etti ve Kongre’den Türkiye’ye yapılacak muhtemel silah satışlarında Doğu Akdeniz’deki durumu göz önünde bulundurmasını istedi.

Ancak ABD Temsilciler Meclisi, Temmuz ayı ortasında ABD Başkanı Joe Biden’ın Türkiye’ye F-16 savaş uçağı satma planıyla ilgili engel oluşturabilecek bir karar aldı ve F-16 satışı için Türkiye’nin Yunanistan hava sahasını ihlal etmemesi ve satışın ABD’nin çıkarına olacağı yönünde garanti istedi.

Bu gelişmenin ABD Başkanı Joe Biden’ın Haziran ayı sonunda Madrid’de düzenlenen NATO Zirvesi sırasında Türkiye’ye F-16 satışına sıcak baktığını söylemesinin üzerine gelmesi Ankara’da tepkiyle ancak ihtiyatlı bir şekilde karşılandı.

Ünlühisarcıklı, iki üke yönetimlerinin bu satışın yapılmasını gerçekten istemesi durumunda Yunanistan hava sahası ile ilgili getirilen tartışmalı şart engelinin de aşılabileceğini ve bir formül bulunabileceğini düşünüyor.

Temsilciler Meclisi’nden geçen metinle ilgili yasal süreç ise henüz sona ermedi. Senato’nun da tasarının kendi versiyonunu onaylaması gerekiyor. Ardından Kongre üyelerine savunma harcama yetkisi veren tasarının her iki versiyonu üzerinde uzlaşılan ortak bir metinde birleştirilecek ve bu metin tekrar Kongre’nin her iki kanadında oylanacak.

Milli Savunma Bakanı Akar, El Cezire televizyonuna yaptığı açıklamada, Temsilciler Meclisi’nin bu adımının arkasında Yunanistan’ın olduğunu belirterek, “ABD Kongresi bu uçakların kullanımı ile ilgili kanun ve şartlar yayınladı. Biz de Türkiye’nin egemen bir devlet olduğunu ve şartlı bir şekilde uçak almayı kabul etmeyeceğimizi söyledik. ABD’nin hatasından geri döneceğini umuyoruz” diye konuştu.

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da 27 Temmuz’da TV 100’de ABD ile F-16 müzakerelerinin iyi gittiğini ve yönetimin yaklaşımının olumlu olduğunu söylerken, ABD Kongre’sindeki sıkıntının hatırlatılması üzerine “Elbette F-16’ları almak isteriz, müzakereler iyi gidiyor ama elimizi kolumuzu bağlayacak bir sürecin içinde de olmayız. Biz ABD’yle diğer müttefiklerimizle görüşmelerimizi sürdürüyoruz” dedi.

Bu arada Türkiye çıkartıldığı F-35 programının yerini tam olarak doldurmasa da kendi milli muharip uçağı gelene kadar F-16’ları almak için çalışmalarını sürdürürken, diğer taraftan satışın gerçekleşmeme ihtimali nedeniyle alternatiflere baktığını da belirtiyor.

Paylaşın

Ekonomik Kriz Siyasi Partileri De Vurdu!

Türkiye yaklaşık 1 yıldır çok zor bir ekonomik süreçten geçiyor. Geçtiğimiz yılın sonunda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Faiz sebep, enflasyon sonuç” tezi doğrultusunda arka arkaya faiz indirimleri döviz kurunu patlattı. Artan kur enflasyonu tırmandırdı. Üstüne küresel ekonomik gelişmeler de eklenince enflasyon 8 ayda yüzde 20’den yüzde 80’e çıktı.

Yapılan zamlara karşın ücretleri eriten yüksek enflasyon kısa sürede düşeceğe de benzemiyor. İktidar temsilcileri de kısmi düzelme için ancak 2023 yılının ilk çeyreğini işaret ediyor. Halkı zor durumda bırakan ekonomik tablo, politikaları eleştiren, sorunları çözeceği iddiasını ortaya koyup seçmenin oyuna talip olan siyasi partileri de zorluyor.

Gazete Duvar’ın Duvar Arkası bölümünde yer alan haberde, ekonomik sıkıntıların arttığı dönemde ülke genelinde çalışmalarını yoğunlaştıran siyasi partilerin saha faaliyetleri, mitingler ve ziyaretler için yaptığı harcamalar da 2’ye hatta 3’e katlanmış durumda. Hazine yardımı alan partiler dahi bu süreçte zorlandıklarını ifade ederken yeni kurulan partiler çok daha büyük bir eşitsizlik içinde seçime hazırlandıklarına dikkat çekiyor.

MHP’den Yeni Yasama Dönemi İçin Af Hazırlığı

Öte yandan MHP’nin cezaevlerinde doluluğu gerekçe göstererek Meclis’e sunduğu “şartlı ceza indirimi” teklifinin AK Parti’nin de oylarıyla kabul edilip yasalaştırılmasının üzerinden yaklaşık 2 yıl geçti. Cezaevlerinde 100 bin kadar kişiyi etkileyen düzenleme çıktı ama beklentiler bitmedi.

Bugün de yeni bir ceza indirimi, hatta af beklentisi dile getiriliyor. Buna gerekçe olarak yine ‘cezaevlerindeki yoğunluk’ gösterilirken arka planda işleyen seçim sürecine de dikkat çekiliyor. AK Parti’nin kritik bir seçime giderken çok sayıda kişinin istediği bu talebe yanıt vermesi gerektiğini dile getirenler var.

Seçimlerin yapılacağı 2023 yılının Cumhuriyet’in 100. Yılı olduğuna dikkat çeken bazı siyasetçiler de böyle bir dönüm noktasında dünyanın birçok ülkesinde yapıldığı gibi simgesel adımlar atılabileceğine dikkat çekerek af konusunun gündeme alınması gerektiğini söylüyor. Bu beklentiler ışığında kulislerde MHP’nin 1 Ekim’de başlayacak Meclis’in 6. Yasama Yılı’nda cezaevleriyle ilgili yeni bir yasa teklifi sunmasının sürpriz olmayacağı konuşuluyor.

Paylaşın

Rusya’nın Varlık Fonu, Türk Lirası Almayı Planlıyor

Rusya Merkez Bankası’ndan Cuma günü yapılan açıklamaya göre Rusya Ulusal Varlık Fonu için Çin, Hindistan ve Türkiye gibi ‘dostane’ ülkelerin para birimlerinin satın alınması planlanıyor.

Kurumun açıklamasına göre bu kararın arkasında yaptırımlar dolayısıyla daha fazla dolar ve euro satın alınamamasının etkisi var.

Reuters’ın haberine göre ruble için halen serbest piyasa koşullarının hakim olduğunu vurgulayan Rusya, petrol gelirlerinin zor günlerde değerlendirilmek üzere bir fona aktarılmasına ilişkin bütçe kuralı getirilmesinin mühim olduğunu ifade etti.

Rusya Merkez Bankası’nın 2023-2025 için öngürdüğü para politikasına ilişkin yayımladığı raporda yeni maliye politikasının nasıl uygulanması gerektiğine yönelik çalışmaların yapıldığı aktarıldı.

Rusya Merkez Bankası Başkan Yardımcısı Alexei Zabotkin, para politikası raporuna dair Cuma günü gerçekleştirdiği sunumda Çin yuanı ve ruble arasındaki ticaret hacminin Moskova’daki piyasada neredeyse euro-ruble hacmine denk geldiğini ifade etti.

Daha önceki bütçe kuralına göre Rusya, ulusal varlık fonu için dolar ve euro satın alıyordu; diğer para birimlerini alamıyordu.

Ancak kurum döviz alımlarını 2022’nin başında rubledeki yüksek oynaklık dolayısıyla durdurdu.

Ancak Reuters’a konuşan uzmanlara göre açıklanan bu para birimlerinde yeterli likiditenin bulunmaması sıkıntı olabilir.

Türkiye’de enflasyonun yüzde 80’e dayanması uzmanlara göre bu engellerden biri.

Rusya Ulusal Varlık Fonu, Maliye Bakanlığı tarafından yönetilse de ülkenin merkez bankası döviz rezervlerinin bir parçası.

Şubat ayında merkez bankası döviz rezervlerinin miktarı 640 milyar dolara ulaştı; bu miktarın yarısı Batı’nın uyguladığı yaptırımlar dolayısıyla dondurulmuş durumda.

Rusya Merkez Bankası aynı zamanda 24 Şubat’ta başlatılan sermaye kontrollerini uygulamak için artık bir neden görmediğini de açıkladı.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın