Anne Sütü Nedir, Faydaları Nelerdir?

Anne Sütü, doğumdan sonraki ilk 4 ayda bebeğin hızla büyümesi için gerekli olan enerji ve besin ögelerini yeterince sağlayan bir besindir. Dünya Sağlık Örgütü tarafından bebeklerin ilk 6 ay boyunca yalnızca anne sütü ile beslenmesi önerilmektedir.

Altı aydan sonra da ek gıdalarla desteklenerek, bebek en az 2 yaşa kadar devam etmelidir.

Anne Sütü’nün bebeğe yararları;

Bebeğin ruh ve vücut sağlığı için en uygun besindir.
Her zaman hazır, temiz, uygun ısıdadır, ekonomiktir.
Sindirimi en kolay besin maddesidir.
Her annenin sütü kendi bebeği için en uygun özelliktedir. Prematüre bebeği olan annenin sütü prematüre bebeğe,1 aylık bebeği olan annenin sütü 1 aylık bebeğe,3 aylık bebeği olan annenin sütü 3 aylık bebeğe göredir.

Organ ve sistemlerin gelişmesini düzenleyen büyüme faktörlerini içerdiğinden bebeğin büyümesini ve gelişmesini hızlandırır.
Anne sütü bebeğin ilk 6 ayda ihtiyacı olan protein, yağ vb. her türlü besin değerine sahiptir. Bu nedenle D vitamini ve flor dışında hiçbir ek besine, ek sıvıya, vitamine gereksinim duymaz.
Aşırı şişmanlama (obesite) riski daha azdır.
Annenin ilk gelen sütü (ağız sütü) bebek için çok önemlidir, bebeğin ilk aşısıdır.
İçerdiği akyuvarlar ve koruyucu maddeler sayesinde bebeğinizi enfeksiyonlara karşı korur.

Anne sütü, ishale yol açan mikroorganizmaların oluşmasını engeller
Anne sütü ile beslenen bebeklerde kansızlık daha az olur.
İleri yaşlarda gelişebilecek hastalıkların olasılığını da azaltır. Örneğin; alerjik hastalıklar, şeker hastalığı, astım, kanser, damar sertliği, diş çürükleri vb. İçerdiği A vitamini ile göz hastalıklarına karşı korur.
Anne sütü alan bebeklerde pişik, karın ağrısı ve kabızlık daha az görülür.

Ani bebek ölümü riskini ( beşik ölümü ) azaltır.
Bebeğiniz için doğal bir sakinleştiricidir.
Anne sütüyle beslenen bebekler daha az ağlarlar, daha iyi uyurlar.
Emzirmeyle anne ile bebek arasında var olan duygusal bağ gelişir
Bebeğinizin zekâ gelişiminin daha iyi olmasını sağlar.

Emzirmenin anneye yararları;

Erken emzirmeyle doğum sonu kanamalar çabuk kesilir, memelerde şişme iltihaplanma olmaz, anne loğusalık dönemini daha rahat / sorunsuz geçirir.
Rahmin daha kısa süre de normale dönmesini sağlar.
Emmeyle anneden salgılanan hormonlar sayesinde kısa süre de dinlenme ihtiyacını karşılar, huzurlu olur.
Emziren annelerde meme, rahim kanserine yakalanma riski daha düşüktür
Doğum sonrasında kemiklerin yeniden mineral kazanmasını sağladığı için, menopoz sonrası kalça kemiği kırığı riskini azaltır.

Anne Sütü almayan bebeklerde görülen sorunlar;

Sindirim sistemi, enfeksiyonlar için koruyucu maddeler içerdiğinden anne sütü almayan bebekler sık sık enfeksiyonlara yakalanır.
Orta kulak iltihabı riskini anne sütü alan bebeklere göre daha fazladır.
Bazı kronik hastalıkların oluşma riski anne sütü almayan bebeklerde daha fazladır.(Tip 1 Diyabet, Çölyak hastalığı, Obezite, Koroner Kalp Hastalıkları gibi)
Bebeğin ruhsal, bedensel ve zihinsel gelişimine yardımcı olan anne sütü alınmadığında, dikkat azlığı sendromu, ilgisizlik gibi sorunlar ile karşılaşılabilir.
Anne sütü almayan bebekler daha sık ağlarlar.

Anne Sütü almayan çocukların beslenmesi;

Anne sütü verilemeyen çocuklara mümkünse formül (hazır) mama, değilse hayvan sütleri verilebilir. Anne sütü almayan bebekler normalde aldıkları süt ya da mamalara devam edilmelidirler. Kusma ve ishalle kaybedilen sıvı ve mineraller, ağızdan alınan sıvılar, bağırsak florasını düzenleyen probiotikiçeren tozlar kullanılarak giderilebilir.

Beslenmenin yeterli olduğu, çocuğun ayına uygun gereken kiloyu almasıyla anlaşılır. Bu nedenle çocuğunuzu düzenli aralıklarla sağlık kontrollerine getiriniz. Sağlık ocaklarımızda büyüme takipleri persentil (büyüme) grafikleriyle yapılmaktadır.

Anne sütü oluşumunu arttırmak için ne yapılmalı?

Bebekler düzenli olarak emzirilmeli, emziren anneler kendi beslenmesine dikkat etmeli, dengeli beslenmeli, dinlenmeli ve stresten ve endişeden uzak kalmalıdır.

Yeterli miktarda su içmek önemlidir. Günlük içilen su miktarı 3 – 3.5 litre olmalıdır. Emzirme döneminde yeterli ve çeşitli beslenen annenin sütü besleyici, bebeğinin gelişimi için ideal olur.

Anne sütünün bebeğe ve anneye olan faydaları açısından doğar doğmaz anne sütüyle tanışan bebeklerin uygun olduğunda tamamlayıcı beslenme ile desteklenmesi( genellikle 6. Ayda ) ve 2 yaşına kadar anne sütüne devam edilmesi önemlidir. Unutmayınız ki; ilk 1000 günde yeterli ve dengeli beslenme sizin bebeğinize tüm hayatı için yapabileceğiniz en büyük iyiliktir.

Paylaşın

Andropoz (Testosteron Yetmezliği) Nedir? Belirtileri, Tedavisi

Latince ‘erkekliğin sonu’ anlamına gelen Andropoz, yaşlanan erkekte geç ortaya çıkan testosteron yetmezliğine verilen durumun adıdır. Halk arasında erkek menopozu olarak adlandırılır.

Andropoz, engellenebilen bir durum değildir. Andropozu engellemekten ziyade andropozun görülmesiyle tedaviye gitmek ve belirtileri ortaya koymak son derece önemlidir.

Andropoz ne zaman ortaya çıkar?

Genellikle ilerleyen yaşlarda görülen andropozun kesin bir yaş düzeyi yoktur. Bazı erkekler 50 yaşında andropoza girerken bazıları 80 yaşında girmektedir.

Ayrıca her erkekte andropoz görülmez. Andropoz erkeklerin yaklaşık %25-30’unda görülen bir durumdur. Ayrıca andropoz aniden ortaya çıkmaz ve yavaş yavaş ilerler.

Andropoz şu belirtilerle ortaya çıkar:

Cinsel dürtünün azalması,
Daha az sertleşme olması,
Günlük yaşam enerjisinde düşüş olması,
Güç ve dayanıklılığın azalması,
Boy kısalması,

Hayattan daha az zevk alınması,
Üzgün ve depresif olunması,
Spor yeteneklerinin azalması,
Yemekten sonra uyuklanması,
İş performansının düşmesi.

Andropoz tedavisi nasıl olur? 

Yapılan incelemeler ve tetkikler sonucunda hormon seviyeleri 350 ng/dL’nin üzerinde ise herhangi bir tedavi gerekmez. Ancak serum total testosteron seviyesinin 230 ng/dL’nin altında, serbest testosteron seviyesinin ise 65 pg/ml’nin altında olması durumunda testosteron tedavisi önerilir.

Andropoz tedavisindekiamaç, eksik olan hormonun yerine konmasıdır. Bunun için ağızdan alınan haplar, cilde uygulanan jeller ve iğneler kullanılır. Uygulanan tedavi ile hormon seviyelerinin ideal orana çıkması amaçlanır. Bu nedenle hormon seviyelerinin normalden yükseğe çıkarılmasından kaçınılmalıdır. Ancak aksi bir durum gözlemlenirse doktor kontrolünde doz ayarlaması yapılmalı veya tedavi kesilmelidir.

Paylaşın

Analjezik (Ağrı Kesici) Nedir?

Analjezikler ağrıyı tolere etmek için kullanılan ilaçlardır. Ağrıyı bütünüyle ortadan kaldırmanın ana yolu ağrıyı meydana getiren ana etkeni ortadan kaldırmaktır. Analjezik ilaçlar, periferik ve merkezi sinir sistemine etkisini göstererek görevlerini yapmaktadırlar.

Akut ve kronik ağrı sendromlarında ağrının semptomatik tedavisini sağlayan Analjezik İlaçlar merkezi sinir sistemine etki ederek ağrıyı önler.

Analjezik ilaçları seçerken ağrının şiddetine dayanarak basamak ilkesine göre karar verilmelidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün üç basamak prensibine göre hafif ağrılarda nonsteriodal antiinflamatuar ilaçlar, orta şiddetteki ağrılarda NSAİİ’lere ek olarak zayıf opioidler, şiddetli ağrılarda ise ek olarak güçlü opioidler verilir.

Analjezik ilaçlar kullanılırken öncelikle tercih edilen kullanım şekli ağız yoludur. Her hastaya göre doz farklılıklar gösterebileceği için analjezik ilacın dozu kişiye göre belirlenmelidir. Analjezik ilaçlar için en uygun doz , en az yan tesir ile en iyi etkiyi sağlayan en düşük dozdur.

Hastaya uygulanacak ağrı kesici yöntemlerin amaçları nelerdir?

Hastaların ağrısız uyku süresinin uzatılması, istirahat ve hareket halinde iken ağrının önlenmesidir.

Ağrı kesici kullanımında hangi ilkeler göz önünde bulundurulmalıdır?

Veriliş yolu, doz ve düzeni her hasta için ayrı değerlendirilmeli,
Ağrı başladığında değil, düzenli aralıklarla verilmeli,
Kuvvetli opioidlerin etkileri ve yan etkileri bilinmeli,
Bebek ve çocuklara uygun doz ayarlanmalı,
İlaca başlarken ve değiştirirken dikkatli izlemeli,
İlaç ya da veriliş yolu değiştirilirken eşit doz tablosu kullanılmalı,

Ağrıyı değerlendirirken tesirsiz veya sahte ilaç uygulamasından kaçınılmalı,
Direnç gelişimi gözlenmeli,
Fiziksel bağımlılık ve yoksunluk gibi klinik durumlar izlenmeli,
Fiziksel ve ruhsal bağımlılık ayırt edilmeli,
Hastanın ruhsal durumu izlenmeli,
Yardımcı ağrı kesicilerden yararlanılmalı.

Paylaşın

Antioksidan Nedir, Faydaları Nelerdir?

Hastalıklardan korunmak ve yaşlanmayla gelen olumsuz etkileri geciktirmek konusunda önemli bir rol oynayan Antioksidan (Antioxidant), oksidasyonu engelleyen, yavaşlatan madde anlamına gelir.

Oksidasyon ise, oksijeni bünyesine alma, yanma ve ya yükseltgeme olayıdır. Vücudumuz tarafından üretilen ve en çok bilinen Antioksidanlar; Tokoferol ve Trienoller, Karotenoidler, Askorbik Asit, Propil Galat, Bütillenmiş Hidroksianizol (BHA), Bütillenmiş Hidroksitoluen (BTH) dir.

Antioksidanlar vücudumuz tarafından sentezlenebilmesine rağmen, dışarıdan besinler yoluyla da alınabilmektedir.

Dışarıdan beslenme yolu ile alınan antioksidanların başlıcaları; A, C, E vitaminleri, selenyum, çinko ve flavonoidlerdir. Havuç, domates, ıspanak, şeftali, lahana, brokoli gibi sebze ve meyveler ile balık zengin A vitamini içerikleriyle iyi bir antioksidan kaynağıdır. Limon, mandalina ve portakal gibi turunçgiller ile çilek, kiraz, vişne ve yeşil yaprakları sebzeler ise C vitaminince zengin antioksidan kaynaklarıdır.

Kuru baklagiller, zeytinyağı ve özellikle ceviz, fındık ve badem gibi kuruyemişler ise E vitamini içeren antioksidan gıdalardır. Et ürünleri, yumurta ve ayçekirdeği tüketimi ile de selenyumlu antioksidan gıdalar alınabilir. Çinko içeren antioksidanlar için süt ve peynir ürünleri ile tahıllı ürünler tüketmek gerekmektedir. Bir diğer antioksidan deposu olan flavonoidler için ise patates, soğan, pırasa, elma, üzüm ve çay tüketimi oldukça önemlidir.

Antioksidan’ın faydaları nelerdir?

Antioksidanların en önemli faydası, insan sağlığını tehdit eden serbest radikallerin neden olabileceği tüm rahatsızlıklara karşı vücudumuzu korumasından geliyor. Özellikle kalp ve şeker hastalıkları, makula dejenerasyonu, kanser ve bulaşıcı özellikte hastalıkların önlenmesinde etkilidir. Antioksidanları bir tedavi aracı olmaktan ziyade bu tarz rahatsızlıklara yakalanmamak için bir önlem niteliğinde düşünmek gerekir.

Serbest radikaller, daha geç yaşlarda karşılaşılması beklenen hastalıkların kimi durumlarda daha erken yaşlarda ortaya çıkmasına sebep olabiliyor, bu anlamda serbest radikal oluşumunu engelleyen antioksidanların yaşlanma belirtilerini de geciktirdiği gözlemlenebilir.

Paylaşın

Aflatoksin (Aflatoxin) Nedir, Nasıl Oluşur?

Aflatoksin (Aflatoxin) kelimesinin anlamı, Aspergillus Flavus (Küf) ve zehir anlamına gelen “Toksin” kelimesinden türetilmiştir. Sıklıkla sözü edilen aflatoksin, günlük yaşantımızda her yerde karşılaştığımız küflerden bazılarının, ürettikleri birçok kimyasal maddelerden biridir. 

Bu kimyasal maddeler arasında bazıları insanlarda ve hayvanlarda hastalığa neden olduğu için bir tür zehir özelliği taşımaktadır ve Aflatoksin de bunlardan biridir.

Aflatoksin insanlarda başta karaciğer kanseri olmak üzere, hepatit, siroz, bağışıklık sisteminin baskılanması gibi birçok ciddi sağlık sorunlarına sebep olduğundan dolayı hem üreticinin hem de tüketicinin bilgilendirilmesi gerçekten yaşamsal bir önem taşımakta.

Aflatoksin nasıl oluşur?

Bir gıda maddesinde aflatoksinin oluşması için ilk koşul, bu toksini yapan küfün sporlarının gıda maddesine bulaşması; daha önemli ikinci koşul ise, gıdanın kendisinin ve bulunduğu ortamın, bu küf sporlarının çimlenerek çoğalmasını sağlayacak şartlara sahip olmasıdır.

Aflatoksin yapan küflerin gelişmesi için 25-35 °C sıcaklığa ve %70’in üzerinde nispi neme (veya gıda maddesine 0,70’in üzerinde su aktivitesine)  ihtiyaç vardır.

 

Paylaşın

Afaki (Aphakia) Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Genellikle standart göz taraması ile teşhis edilebilen Afaki (Aphakia); Katarakt cerrahisi ile göz merceğinin çıkarılması durumunu ifade eder. Afaki herkesi etkileyebilir, ancak en çok katarakt ameliyatı olan kişilerde görülür.

Afaki (Aphakia) sorunu ile etkilenmiş olan gözde ciddi bir odaklanma kaybı görülebilir ve bir lens yerleştirilmesi işlemi ile veya kontakt lensler ile ya da gözlükler ile düzeltilebilir. Doktor ayrıca iris, kornea ve retinayı inceleyebilir.

Belirtileri:

Bulanık görüş,
Yakın ve uzak nesneleri görmede sorunlar,
Renklerin parlaklığını görmede sorunlar. Renkler soluk görünebilir. Bu renk körlüğüyle aynı şey değildir.
Titreyen bir iris. Buna iridodonez de denir.
Bir şeyin ne kadar uzakta veya yakın olduğu konusunda sorunlar.

Nedenleri:

Afakinin nedenleri arasında ameliyat, yaralanma ve konjenital tıbbi durumlar yer alır.

Tedavisi:

Cerrahi: Afaki için en yaygın tedavi yöntemidir. Hasarlı lens bir IOL (göz içi lensi) ile değiştirilir.

Kontakt lensler: Doktor özel (afakik) kontakt lensler önerebilir. Bu lensler çok güçlüdür. Bebekler için kullanılan bazı türler aynı anda birden fazla gün kalabilir, ancak bazılarının her gün değiştirilmesi gerekir.

Gözlük: Eğer iki taraflı afaki varsa (her iki gözde de lens eksikliği), doktor gözlük takmayı önerebilir.

Paylaşın

Ateş Nöbetleri Nedir, Neden Oluşur, Ne Yapılmalı?

Ateş Nöbetleri; erken çocukluk döneminde (3 ay ile 5 yaş arası) beyin ile ilişkisi olmayan, enfeksiyon dışındaki nedenlerle oluşan nöbetlerdir. Beyin hücrelerinin normal dışı bir aktivite göstermesi sonucu ortaya çıkan, vücuttaki istemsiz kasılmalara, tıp dilinde konvülsiyon, halk arasında da havale (nöbet) adı verilmektedir.

Tipik bir havale sırasında çocuk bilincini (şuurunu) kaybeder, kol ve bacakları kasılır. Birkaç saniye sonra, kol ve bacaklarla yüzde ritmik kasılmalar olmaya başlar. Bir süre sonra da bütün belirtiler kaybolur ve çocuk yarım saat kadar süren uykuya dalabilir.

Ateşli Havale sık görülür mü?

Yaklaşık her 25 çocuktan biri en az 1 kez ateşli havale geçirir. Bunlardan da yaklaşık üçte birinde bu olay tekrarlar. Ateşli havale 6 ay ile 5 yaş arası çocuklarda görülür. Ne kadar küçük yasta başlamışsa tekrarlama ihtimali o kadar fazladır.

Ateşli Havaleye yatkınlık neden ileri gelir?

İlk havaleyi 1-1,5 yastan önce geçiren, sık ateşlenen, ve ailesinde de ateşli havale geçirenler bulunan çocuklarda bu olayın tekrarlama ihtimali daha fazladır. Yine ateş yeni başlamışken veya fazla yüksek değilken nöbet geçirilmişse tekrarlama eğilimi gösterir.

İlk anda yapabilecekleriniz;

En önemlisi, sakin olun.
Çocuğunuzu  sert bir zeminde yan konuma  getirin ve dilini ısırmaması için dişlerinin arasına kalınca katlanmış bir mendil sıkıştırın.
Boynunu sıkıştıran bir giysi varsa gevşetin ve çocuğu sıkı tutmayın.
Ateşli havale geçiren  çocuklarda anne – babanın yapabileceği  en önemli şey ateşi kontrol altında tutmak ve ateşi düşürme yöntemlerine başvurmaktadır.

Ateşli nöbetler tekrarlar mı?

Bir kere ateşli nöbet geçiren çocukta %25-50 oranında nöbetin tekrarlama riski vardır.
Küçük yaşta başlayan nöbetlerde tekrar riski daha yüksektir.
Ailede nöbet geçiren kişi varsa tekrar riski %50 artar.
Nöbetlerin %50’si ilk 6 ay içinde tekrarlar.
Bir nöbet ne kadar tekrarlarsa tekrarlama riski de o kadar artar.
Ateşli havale uzun sürerse (15 dk’dan fazla) beyin hasarı ve epilepsi riski artar.

Ateşi düşürmek için neler yapılmalıdır?

Ateşi olan çocuğun hemen üstü açılmalıdır. Titrese dahi kesinlikle üzeri örtülmemeli, oda  fazla ısıtılmamalıdır.
Ateş düşürülemiyorsa çocuğun kilosuna uygun ölçekte ateş düşürücü şurup verilmelidir. Ilık su ile vücudu silinmeli; koltuk altı, alın, göğüs ve kasıklara pansuman yapılmalıdır.
Gerekirse saçlar ıslatılmadan ılık su ile duş yaptırılabilir.
Tüm uğraşlara rağmen ateş düşürülemiyor ya da tekrarlıyorsa ateşin nedeninin araştırılması için çocuk doktoruna başvurulmalıdır.

Ateşli Havale nasıl tedavi edilir?

Doktorunuz ateşli havale teşhisini koymadan önce nöbetlere yol açabilecek başka bir nedenin olup olmadığından emin olmak üzere bazı tetkikler yapabilir. Örneğin menenjitten şüpheleniyorsa belden yapılan bir iğne ile beyin-omurilik zarları arasındaki sıvıdan bir örnek alınıp incelenmesi gerekir. Çocuğunuzda ishal ve kusma varsa su kaybı da havaleye yol açmış olabilir. Buna benzer nedenlerle kan ve idrar tahlilleri yapılabilir.

Nöbet sadece ateşe bağlı ise genellikle çocuğunuzun hastaneye yatırılması gerekmeyecektir. Ancak uzun sürmüşse, ya da ateşe yol açan hastalık gerektiriyorsa yatırılabilir.

Ateşli Havaleler nasıl önlenebilir?

Ateşli hastalık sırasında ateş düşürücü ilaçlar verilmelidir. Bunun dışında bazen nöbet geçirmeyi önleyici ilaçların kullanılması gerekir. Bu ilaçlar iki gruba ayrılır: sadece ateşli dönemde kullanılanlar, ve sürekli kullanılanlar. Böyle bir önleyici tedavinin gerekip gerekmediği, ve gerekiyorsa kullanılacak ilacın seçimi doktorunuzla görüşmenizde belirlenecektir.

Paylaşın

AIDS (HIV) nedir, belirtileri nelerdir?

AIDS (Acquired Immune Deficiency Syndrome: Kazanılmış Bağışıklık Yetersizliği Sendromu) olarak adlandırılan virüs kaynaklı bir bağışıklık problemidir. Hastalığa neden olan HIV virüsü vücudun savunmasında rol oynayan önemli hücreleri yok ederek bağışıklık sisteminin baskılanmasına neden olur.

Genellikle HIV/AIDS şeklinde de kısaltılan bu hastalıkta bağışıklık sisteminin zayıflaması sonucu ağır enfeksiyon rahatsızlıkları hatta kanser ve benzer hastalıklar ortaya çıkabilir.

HIV virüsüne maruz kalan kişilerde hastalığın erken evrede tespit edilmesi ve sağlıklı insanlara bulaşmasının önlenmesi için belirti ve bulgular mutlaka bilinmeli, hastalığın bulaşma yolları ve korunma yöntemleri hakkında bilgi sahibi olunmalıdır.

AIDS nasıl teşhis edilir?

AIDS teşhisi için yapılan testler, kan örneği alınarak yapılır. HIV vücuda girdikten sonra vücut savaşmak için antikor denilen maddeler üretir, ancak bu antikorların oluşması için üç aylık bir dönem gerekir. Bu ilk üç aylık döneme ‘pencere dönemi’ denir. Vücudun oluşturduğu antikorları tespit etmek için Anti –HIV testi yapılır.

Ancak pencere döneminde antikorlar henüz oluşmadığından Anti-HIV testi yanıltıcı olabilir. Bu test ile elde edilmiş pozitif bir sonucun western-blotting yöntemiyle tekrar test edilerek doğrulaması gerekebilir. Bu şekilde teşhis koyulabilir. Tedavi için ilk önce kan değerleri, kan sayımı, lenfosit oranı ve CD4 oranlarına bakılır, sonra da tedavi planlanır.

AIDS’in belirtileri neler?

AIDS’in belirtileri virüsü aldıktan yıllar sonra ortaya çıkabilir. Hastalık başlangıçta belirti vermeden vücutta yavaş yavaş bağışıklık sistemini zayıflatır. Bu durumda sağlıklı görünen bir kişi aslında HIV virüsü taşıyıcısı olabilir. Zamanla belirtiler kendini göstermeye başlar.

HIV virüs taşıyıcısı, hastaymış gibi görünmeyebilir veya taşıyıcı kişi kendini hasta gibi hissetmeyebilir. Çünkü, taşıyıcılarda belirtilerin ortaya çıkmasına veya ölüme yol açan şey HIV virüsünün kendisi değildir, vücudun bağışıklık sisteminin çökmesiyle tamamen savunmasız kalması sonucu daha rahat oluşabilen enfeksiyonlardır.

HIV yıllarca belirti vermeyebilir

HIV bulaşan bir kişide virüs alındıktan yaklaşık 3-4 hafta içinde soğuk algınlığı benzeri ateş, yorgunluk, halsizlik gibi belirtiler olur.

Birkaç gün süren bu durumdan sonra HIV taşıyan kişiler herhangi bir belirti olmadan, yıllarca normal, sağlıklı görünümde yaşamlarını sürdürürler. Fakat ömür boyu HIV virüsü taşıyıcısı ve bulaştırıcısıdır.

Hızlı kilo kayıplarına dikkat!

Hastada, diyet yapmadığı halde iki aydan kısa zamanda 7-10 kg kilo kaybı görülür.

Dil üzerinde ve ağız içinde beyaz yaralar, ilerlemiş dönmelerde ise uzamış ishaller, boyun, koltukaltı gibi bölgelerde lenf bezelerindeki şişlikler, aralıklı ateş yükseklikleri görülebilir.

Paylaşın

Kan Gazı Testi Nedir, Neden Yapılır?

Kandaki oksijen ve karbondioksit miktarını ölçen Kan Gazı Testi, vücudun oksijeni ne kadar iyi kullanıp karbondioksitten ne kadar kurtulduğunu ölçer. Peki Kan Gazı Testi, neden ve nasıl yapılır?

Bu test ayrıca, kanınızdaki asit ve bazların da miktarını ölçmek, akciğerlerin ne kadar iyi çalıştığını kontrol etmek, oksijen terapisinin veya diğer nefes tedavilerinin ne kadar işe yaradığını kontrol etmek, kanınızın doğru asit ve baz dengesine sahip olup olmadığı hakkında bilgi sağlamak için kullanılır.

Kan Gazı Testi neden yapılır?

Kan gazı testi vücudunuzdaki oksijen ve karbondioksit seviyelerinin kesin bir şekilde ölçülmesini sağlar. Bu test, doktorunuzun akciğerlerinizin ve böbreklerinizin ne kadar iyi çalıştığını belirlemesine yardımcı olabilir.

Kan gazı testi, akut hastaların tedavisinin nasıl idare edileceğinin belirlenmesi için en çok hastanelerde kullanılan bir testtir. Birinci basamak tedavilerde bu testin pek bir işlevi olmasa da solunum fonksiyon laboratuvarında veya klinikte kullanılabilir. Oksijen, karbondioksit veya pH dengesizliği belirtileri gösteriyorsanız, doktorunuz kan gazı testi isteyebilir.

Kan Gazı Testi nasıl yapılır?

Kan gazı testi, küçük bir kan örneğinin alınmasını gerektirir. Hastanede kalıyorsanız el bileğinizdeki, kolunuzdaki veya kasıklarınızdaki bir atardamardan veya daha önceden açılmış bir damar yolundan kan alınabilir. Kan gazının örneği, damardan veya önceden açılmış bir damar yolundan ayaktan da alınabilir.

Flebotomist olarak adlandırılan kan alma uzmanı, önce enjeksiyon bölgesini bir antiseptik ile sterilize edecektir. Atardamar bulduğunda, teknisyen atardamarın içine bir iğne sokacak ve kanı alacaktır. İğne içeri girdiğinde hafif bir batma hissedebilirsiniz fakat testin kendisi acı verici değildir. İğne çıkarıldıktan sonra teknisyen iğnenin deldiği yere bandaj yapacaktır.

Kan örneği daha sonra taşınabilir bir makineyle veya laboratuvarda analiz edilecektir. Doğru bir test sonucu elde etmek için alınan örneğin 10 dakika içerisinde analiz edilmesi gerekir.

Sonuçlar ne anlama gelir?

Normal sonuçlar kandaki oksijen seviyesini, karbondioksit seviyesini, bikarbonat seviyesini ve PH( asit ve baz dengesi) seviyesini içerir. Normal değerler genellikle:

PaO2: 80 – 100 mm Hg oksijen seviyesi için
PaCO2: 35 – 45 mm Hg karbondioksit seviyesi için
HCO3: 21 – 30 mEq/L bikarbonat seviyesi için
pH: 7.238 – 7.4 asit baz dengesi için

Pek çok sağlık problemi Kan Gazları Testi’nde anormal sonuçlara sebep olabilir. Bu anormalliğe sebep olan durumlar aşağıdaki gibi sıralanabilir:

Bir akciğer rahatsızlığından veya ciddi bir anemiden dolayı vücudunuz akciğerlerinizden yeterli miktarda oksijen almıyor olabilir.
Bir akciğer rahatsızlığından dolayı yeterince oksijen almadığınızı  ,vücudunuz gerekli miktarda karbondioksiti vücudunuzdan atamıyor olabilir.

Böbrek fonksiyonlarında sorunlar yaşayabilir  veya  böbrekleriniz düzgün çalışmıyor olabilir.
Ciddi kusma veya diyareniz olabilir.
Kronik kalp yetmezliğiniz olabilir
Şekeriniz yükseldiğinde oluşan diyabetik ketoacidosis olabilir.

Paylaşın

Akromegali Nedir? Belirtileri, Tedavisi

Akromegali, beyin tabanında bulunan hipofiz bezinin ön bölümünün aşırı çalışmasına bağlı bir durumdur. Daha sade bir deyişle, Akromegali, büyüme hormonunun aşırı üretilmesi sonucu ortaya çıkan kronik bir hastalıktır.

Büyüme tamamlanmadan, kemiklerin uzaması sona ermeden erken çağlarda baş gösterirse jigantism adı verilen dev görünüm oluşur. Bozukluk büyüme çağının bitiminden sonra baş gösterirse, el ve ayakların genişlemesi, çene ve burnun büyümesi ve sesin kalınlaştığı görülür.

Akromegali belirtileri

El ve ayaklarda kademeli olarak büyüme,
Yumuşak doku şişliği,
Âdet düzensizlikleri / iktidarsızlık,
Terleme,
Baş ağrısı,
Görme bozuklukları,
Karpal tünel sendromu,

Kas güçsüzlüğü / yorgunluk,
Eklem ağrısı,
Sinüs ödemi,
Uyku apnesi (solunumun geçici olarak durması),
Ciltte kalınlaşma, yağlanma, sivilcelenme,
Kaba yüz görünümü, özellikle alın, burun, dudaklar, dil ve çenede büyüme.

Akromegali tedavisi

Bromokriptin (akromegalide büyüme hormonu düzeyini normale indirir.)
Cerrahi tedavi: Belirgin suprasellar tümör büyümesi varsa transfrontal, tümör intrasellar ise transfenoidal cerrahi girişim ile tümör çıkarılır.
Radyoterapi: hipofize radyoaktif çekirdek yerleştirilir veya dışarıdan radyoterapi uygulanabilir. Cerrahi kadar etkin değildir ve çabuk yanıt vermez.

Risk altındaki kişiler

Nadir bir hastalık olan akromegali, sıklıkla orta yaşlı kişilerde görülür. Hipofiz tümörlerinin çoğu kendiliğinden ortaya çıkar, herhangi bir genetik geçiş bulunmaz.

Her bir milyon kişiden 40-60ının akromegali hastası olduğu ve her yıl bir milyonda 3 kişinin akromegali tanısı aldığı tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, akromegali belirtileri kolayca gözden kaçırılabileceği için, gerçek sayı daha yüksek olabilir.

Paylaşın