Emeklilerin sorunları TBMM’ye taşındı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Adana Milletvekili Tulay Hatimoğulları, emeklilerin durumunu önceki gün TBMM oturumunda gündeme getirdi ve iletilen sorulara bakandan yanıt istedi.

Sendika kurma hakları davalar yoluyla ellerinden alınmak istenen Tüm Emekliler Sendikasının gündeme getirdiği sorunu ve güncel süreçte de yaşanmakta olan emeklilerin sorun ve taleplerini Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’a şu sorularla soruldu.

Aşağıdaki sorularımın, Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk tarafından Anayasa’nın 98. ve TBMM İçtüzüğü ’nün 96 ile 99. maddeleri gereğince yazılı olarak cevaplandırılmasını arz ederim.

Tüm Emekliler Sendikası’nın 13 Kasım 2020 tarihinde yayınladığı açıklamada; emekliler için uluslararası sözleşmelerle güvence altına alınan sendika kurma hakkının mahkemeler vasıtasıyla ellerinden alınmaya çalışıldığını, uluslararası sözleşmelere uygun iç hukukta düzenlemeler yapılması gerekirken, emeklilerin 25 yıllık sendikal geçmişinin ve kazanımlarının yok sayılmaya çalışıldığı ifade edilmiştir.

2021 Bütçesinin de değerlendirildiği açıklamada; “Türkiye’de 8 milyon emekli asgari ücretin altında ücret almaktadır. Hazine katkısı ile aylık ödemeler 1500 TL’ye çekilmiş olsa da zamlar gerçek ücretlerine yapılmakta gerçek ücretleri hazine katkılı düzeye gelinceye kadar aldıkları aylık sabit kalmaktadır. Bu uygulama emeklileri açlığa mahkum etmenin başka bir yoludur. 2021 yılı için emeklilere reva görülen zam oranı 3+3 ve enflasyon farkıdır. Zam oranlarının vicdansızlığı ve komikliği bir tarafa, enflasyon oranlarının siyasi iktidarın işine geldiği gibi hesaplanıp açıklandığını bilinmektedir. Dolayısıyla 2021 bütçesi emekliler açısından sefalet ve yoksulluk demektir.” ifadeleri yer almıştır.

Bu bütçe teklifinde emeklilerin sağlık haklarını iyileştirici bir politikanın varlığından bahsetmek mümkün değildir. İçinden geçtiğimiz pandemi koşulları nedeni ile emeklilerin yüküne bir de salgının yükü eklenmiştir.

Tüm emeklilerin sağlık hizmetlerinden parasız olarak yararlanması sağlanmalıdır.

Bu bağlamda;

1-Emeklilerin sendikalarına karşı neden kapatma davaları açılmıştır?

2-Davaların geri çekilmesi için Bakanlığınız tarafından adım atılacak mıdır?

3-Uluslararası sözleşmelerin tanıdığı haklar ve emeklilerin yıllardır sürdürülen mücadele ile elde ettiği kazanımların ve sendikal örgütlenme haklarının tanınması ve anayasal güvence altına alınması için çalışmalarınız var mıdır?

4-En düşük emekli aylığının talepleri doğrultusunda brüt asgari ücret tutarına yükseltilmesi için Bakanlığınızın çalışmaları var mıdır?

5-Emeklilerin yılda 4 defa aylık tutarında ikramiye verilmesi talebi karşılanacak mıdır?

6-Emeklilerden sağlık ve tedavi katkı paylarının alınmaması sağlanacak mıdır?

7-Salgın süresince emeklilerin elektrik, su ve ısınma giderlerinin karşılanması talebi için adım atılacak mıdır?

8-Salgın koşullarında yaşlılara, kronik rahatsızlığı olanlara destek verilmesi, ihtiyaçlarının karşılıksız sağlanması için çalışmalarınız var mıdır?

Paylaşın

Ayhan Bilgen: Türkiye’nin ihtiyaç ve yol haritasını birlikte geliştireceğiz

“Türkiye sorunlarını dış baskılarla değil, iç dinamik ve dengelerle çözmesi her zamankinden daha zorunlu hale geldiği bir döneme giriyoruz.” diyen Kars Eski Belediye Başkanı Ayhan Bilgen, “Bunun fikri çerçevesine toplumsal zeminlerde tartışarak Türkiye’nin ihtiyaç ve yol haritasını birlikte geliştireceğiz. Bunu bir platforma ya da hareket mi yoksa bir partiye mi dönüşmesi gerektiği toplumsal karşılığı ile şekillenecektir. ” ifadelerini kullandı.

Partisi HDP’ye yönelik açıklamaları ve tenkitleriyle ‘Yeni bir parti mi kuracak’ tartışmalarının odağındaki tutuklu Kars Belediyesi Eş Başkanı Ayhan Bilgen, konuya ilişkin Sözcü yazarı Aytunç Erkin’in sorularını yanıtladı.

Bugünkü köşe yazısında, Ayhan Bilgen’in avukatı ve aynı zamanda kızı olan Hilal Bilgen’in “Hangi HDP?” yazısından sonra kendisini aradığını belirterek “Bu yazımın ardından 6 Ocak 2021’de, Bilgen’in avukatı aynı zamanda kızı Hilal Bilgen’den şu mesaj geldi: ‘Geçen gün babamı cezaevinde ziyarete gittim. Sizin yazılarınızı yakından takip ettiğini ve ‘Hangi HDP’ başlıklı yazınızı özellikle çok beğendiğinin söyledi. Bu konuyu en açıklayıcı sizin ifade ettiğinizi beraberinde teşekkür ettiğini ifade etti” dediğini aktaran Aytunç Erkin, bu mesajın ardından röportaj talebinde bulunduğu ilettiği Ayhan Bilgen’in sorularını yanıtladığını belirtti.

Erkin’in “Siz siyasi olarak kendinizi nerede tanımlıyorsunuz?” sorusuna yanıt veren Bilgen, “Hak temelli siyaseti her şeyin üzerinde gören ve ‘Anadoluculukta’ bir ortak payda inşa etmeyi önemseyen noktadayız. Alevi felsefesinin Orta Çağ Anadolusu’na taşıdığı dayanışma, barış ve kardeşlik mesajının önümüzdeki kutuplaşmayı da aşabilecek bir felsefi miras sunduğuna inanıyorum. Nurettin Topçu’nun isyan ahlâkındaki Sufi, yerli ve devrimci duruşunu sentezleyebileceğimize inanıyorum” cevabını verdi.

HDP’nin tutuklu eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’a ilişkin de dikkat çeken açıklamalarda bulunan Bilgen’in “HDP’ye katıldığınıza pişman mısınız?”, “AKP’den teklif mi geldi” şeklindeki sorulara ve ‘yeni muhalefet tarzı’ çıkışına ilişkin sorulara verdiği yanıtlar şöyle:

18 Ocak’ta sosyal medya hesabınızdan “Türkiye’de yeni bir fikir ve tarza ihtiyaç var. Bunun düşünsel ve toplumsal zeminini oluşturmak gerekiyor. Bunun yeni bir siyasi partiye dönüşme ihtimali, göreceği ilgi ve imkanlarla ilgilidir” dediniz. Bu tartışma yarattı. Açar mısınız? Ne demek istediniz?

Türkiye sorunlarını dış baskılarla değil, iç dinamik ve dengelerle çözmesi her zamankinden daha zorunlu hale geldiği bir döneme giriyoruz. Soğuk Savaş döneminin konjonktürel ve pragmatik özgürlük söylemi yerine Anadolu hafızasındaki dayanışmacı eşitlik anlayışı ile yeni bir paradigma geliştirmemiz gerekiyor. Bunun fikri çerçevesine toplumsal zeminlerde tartışarak Türkiye’nin ihtiyaç ve yol haritasını birlikte geliştireceğiz. Bunu bir platforma ya da hareket mi yoksa bir partiye mi dönüşmesi gerektiği toplumsal karşılığı ile şekillenecektir. Suriye’de yaşanacak muhtemel gelişmelerin Türkiye’de yaşayan Kürtleri de Türkleri de rehin almasına izin vermemeliyiz.

HDP’den açıklamanıza yanıt geldi ve “Temennimiz odur ki Bilgen’in ifade ettiği fikirler bu iktidara payanda olmasın ve iktidar tarafından kullanılmasın…” Bu cevabı nasıl buldunuz?

Ben ihtiyacı ve siyasetteki tıkanmayı aşmayı öncelikli görüyorum. Siyasetteki sorun, iktidarla muhalefet ardındaki kısır çekişmenin bedelini tüm ülkenin ödemesidir. Yeni bir muhalefet tarzı siyasette iktidar olmadan da değişimin önünü açabilir.

HDP’ye katıldığınız için pişman mısınız?

Ben bir insan hakları savunucusu olarak vicdani dayanışma sorumluluğunun gereğini yaptım. Kürtler’in sorununu Türkler’in kendilerine dert etmesi, Alevilerin taleplerini Sunnilerin empatisi ile gündemleştirilmesi hepimiz için öğretici olacağı gibi yeni bir çatının da inşasına zemin oluşturacaktır.

İddia şuydu: Sizin HDP’nin başkanlığına geçmenizi Selahattin Demirtaş engelledi. Demirtaş neden karşı çıkmış olabilir?

Sorunun muhattabı Selahattin Demirtaş olmakla birlikte Türkiye siyasetindeki lider merkezli siyasetin psikolojik etkisinin belirleyici olduğu kanaatindeyim. Liderlik konusunun Max Weber’in karizma tarifiyle değil, toplumsal siyaset penceresinden ele almayı önemsiyorum. Kişilere endeksli siyasi beklenti ve planlamaların partileri felç ettiğini, toplumu pasifize ettiğini ve kurtarıcı bekleyen bir yere ittiğini düşünüyorum.

Kobani (Ayn el Arap) olayları… Siz o gün, 6 Ekim’de HDP MYK toplantısında katıldınız mı? Toplantıda MYK tarafından “Halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz” denilmişti.

Toplantı önceden planlanmadığı için Parti Meclisi toplantısı sonrasında son anda koyulan bir Merkez Yürütme Kurulu olduğu için aynı saatte başka bir programımla çakıştığından katılmadım. Halkın sokaktan çekilmesini sağlayan irade sokağa çıkmasını sağlayan iradeyi de belirler. HDP’ye yüklenen rol de abartılıdır.

Kürt siyasi hareketinin Kandil’den kopması zor mu ya da nasıl kopar?

– Önce silahlı hareketin başladığı sonra legal siyasi arayışların geliştiği ortamlarda bu tabloyu yönetmek kolay değildir. İrlanda’daki durumun tam tersi Türkiye için geçerlidir. Legal siyaset edilgen pozisyon alıp sorumluluktan kaçınmak yerine kendi işine odaklanıp toplumsal hassasiyet ve beklentilere göre yeniden yapılanmalıdır.

Recep Tayyip Erdoğan’dan ya da AKP’den kendilerine katılma teklifi geldi mi hiç?

Bana ulaşan herhangi bir teklif yoktur. Ben siyasal ilkeler ve programlar üzerinden yaklaşırım. Kim sorusundan önce nasıl sorusunun cevabına odaklanmadığımız için bugün siyaset kişisel karizma ve hesaplaşmanın arenasına dönmüştür.

Siyasal İslam’ın geldiği yeri nasıl değerlendiriyorsunuz

Teopolitik, zor zamanların kurtuluş simidi gibi görülse de insanlığın deneyimi göz ardı edilmemelidir. Kiliseyle ilgili Avrupa’da yaşanan süreç tüm insanlık için büyük kazanımlar ortaya çıkarmıştır. Hilafetin bir savunma aracı olarak Osmanlı’nın dağılma döneminde gündeme alınması işgal ve sömürgeye karşı direniş bayrağı hesabını yaptırmıştır. Bugün… Ortadoğu’da dini siyasetle araçsallaştırmak sadece çatışma ve geriye gidişe hizmet eder. Bir ahlak öğretisi olmadan din sadece din savaşlarının aracı olur.

Paylaşın

Sezai Temelli: Kayyum, OHAL uygulamasıdır

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, “19 Ağustos günü Türkiye’de bir siyasi darbe ile karşı karşıya kaldık. 3 büyük şehrimize; Diyarbakır, Mardin ve Van’a kayyım atandı. Bu atama başlı başına bir hukuksuzluk, bir insan hakları ihlali ve bir siyasi hak ihlalidir. Hukuksuzdur, çünkü uygulama bir OHAL uygulamasıdır.” dedi.

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli,  Avrupa temasları kapsamında Strazburg’da aralarında Yeşiller ve Avrupa Özgür İttifakı, Avrupa Birleşik Solu /Nordik Yeşiller ve Sol Grubunun da bulunduğu Avrupa Parlamentosu’ndaki siyasi grupların temsilcileri ve AP Türkiye eski raportörü ve Sosyalist ve Demokratlar Grubu Başkan Yardımcısı Kati Piri ile birlikte ortak bir basın toplantısı düzenledi.

Tapolantıya katılan katılımcılar kayyumu eleştirirken, HDP’ye destek verdi.

Toplantıda konuşan Temelli, “kayyum uygulamalarına karşı uluslararası kamuoyunun duyarlı olmasını bekliyoruz” diyerek şunları söyledi:

Kayyum atanması bir OHAL uygulamasıdır

19 Ağustos günü Türkiye’de bir siyasi darbe ile karşı karşıya kaldık. 3 büyük şehrimize; Diyarbakır, Mardin ve Van’a kayyum atandı. Bu atama başlı başına bir hukuksuzluk, bir insan hakları ihlali ve bir siyasi hak ihlalidir. Hukuksuzdur, çünkü uygulama bir OHAL uygulamasıdır. 2016 OHAL döneminde hayata geçirdikleri kayyum uygulamasını devam ettirme konusunda Erdoğan rejimi ısrarcıdır. Hem Anayasa hem idari hem de hukuk açısından kabul edilemez olan, Türkiye toplumuna ve Kürt halkına dayatılan bir uygulama var karşımızda.

Demirtaş davası simge bir davadır

2016’da başlayan OHAL uygulaması sürecinde demokratik siyasetin tasfiyesi ve yerel yönetimlerimize el konulması ile karşı karşıya kaldık. Yarın AİHM’de görülecek Demirtaş davası bütün bu dönemi yansıtan simge bir davadır. Demirtaş dışında binlerce siyasi tutsak var Türkiye’de. Hala cezaevlerinde onlarca belediye eşbaşkanlarımız var. OHAL sona ermiş olmasına rağmen iktidar bugün OHAL hukukunu dayatarak belediye başkanlarımızı görevden alıyor. 3 büyük şehirde 30 gün geride kalmasına rağmen hiçbir geri adım atılmadı. Tam tersine dün Diyarbakır Kulp’ta da belediye eşbaşkanları görevden alınarak yerlerine kayyım atandı. Erdoğan iktidarı Kürt halkına kayyım rejimini dayatmaya devam ediyor. Kürt halkının siyasi iradesini yok sayarak aslında otoriter bir rejimi var etme çabasında.

Bu anlayış kabul edilemez

31 Mart seçimlerinde Kürt halkı ortaya koyduğu iradesiyle demokrasi talebini çok net bir şekilde dile getirdi. Erdoğan iktidarı demokrasiye karşı otoriter rejim dayatmasını, Kürt halkının iradesine karşı yaptığı bu tasarruflarla ortaya koymuştur. Demokrasilerin birinci basamağı olan seçme seçilme hakkını yok eden bu anlayışı kabul etmemiz mümkün değil. Bu sadece siyasi hakların gaspı olarak değil bir insan hakları ihlali olarak gördüğümüz bir konu.

Sadece belediye eşbaşkanlarının görevden alınması meselesi siyasi haklar çerçevesinde ele alınsa da Kürt halkına yönelik insan hakları ihlalidir ve bunu izliyoruz. Kayyum atanmış bütün yerlerde her türlü hak ihlalinin hayata geçirildiğini hep birlikte izledik. Sivil, sosyal ve siyasal hakların tümünün gasp edildiği belgelenmiş durumda. Ama Erdoğan rejimi kayyum stratejisi ile OHAL düzeni ile ayakta durmaya çalışıyor. Bu konuda bütün uluslararası kurumların ve kamuoyunun duyarlı olmasını istiyoruz. Demokrasi ve evrensel değerlerden ve insan haklarından taviz vermeyen bir yaklaşım esas olmalıdır. Bu konuda kararlı adımların atılması ve dayanışma ortaya konulması hem Avrupa hem Türkiye hem de Ortadoğu için büyük önem taşımaktadır. Görevden alınmış belediye eşbaşkanlarımızın göreve iade edilmesi demokrasi adına önemli bir adıma vesile olacaktır. Bu konuda Avrupa Birliği kamuoyunun desteği bizim için büyük önem taşıyor.

Erdoğan, Avrupa’yı mülteciler üzerinden tehdit ediyor

Her şeyden önce Türkiye’nin içinde bulunduğu bu süreci çok iyi değerlendirmek zorundayız. Hükümetlerin kendi hesapları çerçevesinde meseleye yaklaşmaları uzun süredir ciddi sorunlara neden oldu. Erdoğan rejiminin Avrupa’ya yaklaşımı tamamen stratejik bir yaklaşımdır. Kazan-kazan formülü ile sadece iktisadi ilişkiler üzerinden Avrupa’ya yaklaşmaktadır. Demokrasi, insan hakları gibi konularda bugüne kadar hiç bir adım atmadı. Avrupa’dan bu yönde gelen taleplere karşı da Suriyeli mültecileri kozunu bir tehdit olarak kullandı. Bu sayede Türkiye’yi kendi içine kapatarak otoriter rejimini büyütmeye devam etti. Erdoğan’ın bu oyununu hep beraber bozmalıyız.

Paylaşın

Temelli’den ‘Demokrasi İttifakı’ Çağrısı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Heyeti, Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Genel Merkezi’ni ziyaret ederek, KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ve KESK yönetimi ile görüştü.

HDP Eş Genel Başkanı Sezai Temelli başkanlığındaki HDP Heyeti, KESK Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik ve KESK yönetimi ile Demokratik Anayasa, Yargı Paketi ve Demokrasi İttifakı’nı görüştü.

Temelli, görüşme sonrası yaptığı açıklamada, 3 büyükşehir belediye başkanlığına atadığı kayyumları eleştirerek, “Biz demokrasi zeminini var edemezsek otoriter rejim üzerinde kendisini yapılandıran bu iktidar benzer sahneleri karşımıza getirecektir” ifadelerini kullandı.

Sezai Temelli, açıklamasında, “Otoriter bir rejim, aklını yitirmiş bir devlet, anayasası olmayan ama anayasalı bir devlet görünümü söz konusu. Hukuk devletinden kaçan, demokratik kurumları tasfiye etmeye çalışan bir yapı var karşımızda” dedi.

Açıklamasının devamında, “Türkiye’nin her yerinde vicdan sahibi herkes bu karara tepkisini gösteriyor” diyen Temelli, “Tepki göstermezsek çok iyi biliyoruz ki bundan sonraki adım tüm Türkiye’yi kayyımla yönetmek olacak” ifadelerini kullandı.

HDP Eş Genel Başkanı Temelli’nin açıklamalarından öne çıkanlar şöyle:

“Türkiye’de bir sivil darbe ile karşı karşıyayız. 19 Ağustos sabahı Türkiye yeniden karanlık bir fotoğrafla karşılaştı. 12 Eylül’den beri devam eden ‘darbe dinamiği’ dediğimiz bir çarkın içinde Türkiye. 12 Eylül Anayasası tüm bunların referansını oluşturuyor. Otoriter bir rejim, aklını yitirmiş bir devlet, anayasası olmayan ama anayasalı bir devlet görünümü söz konusu. Hukuk devletinden kaçan, demokratik kurumları tasfiye etmeye çalışan bir yapı var karşımızda. Bir türlü iyileşemeyen, demokrasi, insan hakları meselesini halledemeyen bir ülkede yaşıyoruz.

“Otoriter rejimin kendisini dayatmasını görüyoruz”

19 Ağustos bunun son fotoğrafı. Halkın iradesini, sandığı yok saymasını, uzunca bir süre kayyımla yönetilen bu kentlere yeniden kayyım atayarak otoriter rejimin kendisini dayatmasını görüyoruz. OHAL’de ısrarı görüyoruz, kayyımda ısrarı görüyoruz. Bu yönetememe halidir. Yönetemedikçe şiddetin her türlüsünü topluma dayatmaya devam ediyorlar.

“Bu şiddeti kabul etmiyoruz”

Kayyım şiddettir. Bu şiddeti kabul etmiyoruz. Bir an öne arkadaşlarımızın göreve iade edilmesini istiyoruz. Suç olan karardan geri dönülmesini ısrarla dile getiriyoruz. Sadece biz mi? Türkiye’de herkes bunu dile getiriyor, bugün sokaklarda milyonlarca insan bunu dile getiriyor. Her gün sokaklarda sivil itaatsizlik eylemleri var. Bu sadece HDP’lilerin eylemleri değil. Türkiye’nin her yerinde vicdan sahibi herkes bu karara tepkisini gösteriyor. Çünkü tepki göstermezsek çok iyi biliyoruz ki bundan sonraki adım tüm Türkiye’yi kayyımla yönetmek olacak. Sadece Amed’e, Van’a, Mardin’e kayyım atanmadı aslında, Türkiye’nin her yerindeki siyasi iradeye karşı bugün aklını yitirmiş devletin şiddetiyle karşı karşıya kaldık, hepimiz bundan mağduruz.

“Demokrasi ittifakını var edemezsek iktidar benzer sahneleri karşımıza getirecek”

Bu mağduriyeti aşmanın yegane yolu demokrasi, hak, hukuk, adalet mücadelesinde yan yana gelmektir. Bu kayyımların atanmasından çok önce böyle bir karar almıştık. Demokrasi ittifakında, demokratik anayasa ittifakı konusunda, yargı reformu konusunda bir çağrıyı yapma konusunda kararlar almıştık. Birçok kurum ziyaretini takvimimize yerleştirmiştik. Ne kadar doğru bir karar olduğu 19 Ağustos’ta bir kez daha ortaya çıktı. Çünkü eğer biz demokrasi zeminini var edemezsek otoriter rejim üzerinde kendisini yapılandıran bu iktidar benzer sahneleri karşımıza getirecektir. Bugün 3 büyükşehir belediye başkanlığına atadığı kayyımı yarın İzmir’e, İstanbul’a, Antalya’ya atamayacağının bir garantisi yoktur.

“Bu zulme hep beraber son verebiliriz”

Anayasal suç teşkil eden bu kararda o denli ısrarlılar ki hala ağızlarından şiddet, nefret söylemi çıkıyor. Hala ötekileştiren ayrıştıran bir akıl hakim. Bu kabul edilebilir bir şey değil. Türkiye demokrasi ile yönetilmeye layık bir ülkedir. Bu coğrafya kadim halkların coğrafyasıdır. Burada farklı inançlar bir arada birlikte yaşama iradesini ortaya koymuştur. 12 bin yıllık tarih var. İşte Göbeklitepe, işte Hasankeyf. Bu coğrafyaya dayatılan zulümdür. Bu zulme hep beraber son verebiliriz.

“İlk görüşmemizi CHP ile yaptık”

Bugün başladık görüşmelere, hatta sabah ilk görüşmemizi CHP ile yaptık, bununla ilgili açıklamaları CHP ile birlikte basına geçeceğiz. Birçok kurum ve yapı ile yan yana geleceğiz. Bir dosyamız var. Bu dosya demokrasi mücadelesine çağrıdır. Bu dosyada anayasa konusunda strateji metnimiz var. Bu strateji metni aslında eşit yurttaşlık temelinde demokratik anayasayı birlikte sürecidir.

“Bu ülkede yaşayan halklar anayasasını yazmalıdı”

Bu ülke artık kendi anayasasını yazmalıdır. Türkiye’nin emekçileri anayasasını yazmalıdır. Türkiye’nin emekçileri kendi anayasasını yazmazsa kendisi için yazılmış bir anayasa olmayacaktır. Yazılmış hiçbir anayasada da kendini bulamayacaktır. Kadınlar bir anayasa yazmalıdır, kadına yönelik şiddete ve bu vahşi saldırılara son vermek, kadını yok sayan bu erkek egemen anlayışa son vermek için kadınlar kendi anayasalarını bizzat kendileri yazmalıdır. Bu ülkede yaşayan halklar anayasasını yazmalıdır. Kürtler, Türkler, Ermeniler, Süryaniler… 72 millet birlikte anayasasını yazmalıdır, eşit haklar temelinde buluşmalıdır.

“Devlet aklı toplumun kolektif aklını ifade eder”

İşte bu zulme son vermenin yolu bir arada yaşayabileceğimiz bir siyasi aklı, ortak aklı, bir kolektif devlet aklını var etmekten geçiyor. Devlet aklı dediğiniz birilerinin keyfince uygulayacağı bir şey olamaz. Devlet aklı toplumun kolektif aklını ifade eder. Devlet bir kurumlar bütünlüğüdür. Bu kurumlarda hangi siyasi iradenin hakim olacağını belirleyecek en temel şey de işte o demokratik anayasa olmalıdır. O kolektif aklı yaratmalıyız. Yoksa zorbalıktan beslenen bu aklın nereye sürükleneceğinin fotoğrafı işte 19 Ağustos fotoğrafıdır.

“Hepimiz buna tanıklık ediyoruz. Bu ilk defa olmuyor”

Bu darbelere son verebilmenin yolu her şeyden önce emek ve demokrasi mücadelesini yükseltmekten geçiyor. Bugün Türkiye’de yaşanan zulüm ve şiddetten en fazla payı belki de emekçiler alıyor. Hatta Toplu İş Sözleşmesi denilen bir tiyatroya tanıklık ediyoruz. Kamu emekçilerinin hakkının nasıl gasp edildiği gözümüzün önünde, hepimiz buna tanıklık ediyoruz. Bu ilk defa olmuyor. Uzun yıllardır bu şekilde devam ediyor. Bugün Türkiye’de yoksulluk sınırı 7 bin liraya yaklaştı, kamu emekçilerine yüzde 3-4 zam teklif ediliyor. Neden? Bütçe yama tutmuyor. Artık bütçe Saray tarafından gasp edilmiş, savaşa ayrılıyor. Cumhurbaşkanı soruyor, “Bir mermi kaç para” diye. Aslında bu bütçe hakkımızın gasp edilmesidir. Neden? Çünkü emekçiye, halka ayrılacak bir bütçe kalmamıştır. Savaşı, yolsuzlukları finanse etmeye ayırdıkları bütçe kalmıştır.

“Neden kayyım atandı?”

Bu kayyım gaspları da aynı bütçenin gaspı gibidir. Yerelde halkın haklarını gasp eden bir anlayıştır. Yine her şey toplumun gözü önünde tezahür ediyor. Neden kayyım atandı? Bu sorunun yanıtını en iyi ifade eden şeylerden bir İçişleri Bakanı’nın, Cumhurbaşkanı’nın aldığı hediyelerdir. Kayyımların yolsuzluklarıdır. Bunlar halkın hakkıdır. Halka ait kaynakların nasıl gasp edildiğinin bir fotoğrafıdır. Haklarımızın gasp edilmemesi için tüm Türkiye’de emekçiler, kadınlar, bütün kesimler yan yana gelmelidir. Bir demokratik anayasa mücadelesi vermeli, bir yargı bağımsızlığı mücadelesi vermelidir.

“Bir müzakere iklimi yaratmak istiyoruz”

Türkiye’de önemli bir şiddet aracı da yargı eliyle hayata geçmekte. Binlerce insan cezaevinde. Her gün onlarca HDP’li gözaltına alınmakta. Tüm toplum şiddet girdabına itilmekte. Bu amaçla ziyaretimizi gerçekleştiriyoruz. İnanıyoruz ki başlattığımız bu girişim bütün kurumları harekete geçirecektir. Herkesin herkesle konuşmasını istiyoruz. Bir müzakere iklimi yaratmak istiyoruz. Faşizme karşı mücadele ederken faşizm baskısı altında olan herkesin, bu şiddetin altında yaşayan herkesin konuşmasını müzakere sürecini başlatmasını arzu ediyoruz. Umarım bunlara vesile olacaktır görüşmelerimiz.

Paylaşın

Saruhan Oluç’tan ‘Açlık Grevi’ Ve ‘Ölüm Orucu’ Açıklaması

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TCMM) düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. 

Saruhan Oluç, basın toplantısında, Soma’daki maden faciasının üzerinden 5 yıl geçtiğini ve hayatını kaybeden 301 madenciyi saygıyla andıklarını belirterek, maden sahibine ödül gibi bir ceza verildiğini söyledi.

HDP Hakkari Milletvekili Leyla Güven’in 187 gündür açlık grevinde olduğunu ve cezaevlerinde de açlık grevlerinin devam ettiğini hatırlatan Oluç, cezaevlerinde 15’er kişilik iki grubun da ölüm orucuna başladığını ifade etti.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, “Önümüzdeki 5 yıl aynı şekilde devam edelim orada HDP’nin belediyesi filan kalmaz” dediğini savunan Oluç, “Bu ifadeniz bile hukuksuzluğun çok açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasıdır. İçişleri Bakanı’nın zaten hukuk, yasa, anayasa, uluslararası demokratik sözleşme gibi dertlerinin olmadığını bu ülkedeki bütün aklı başında insanlar biliyorlar” diye konuştu.

Oluç, Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK) İstanbul kararına ilişkin tartışmaların devam ettiğini anımsatarak, YSK’nin, Anayasa’nın 79. maddesine göre 7 asil, 4 yedek üyeden oluştuğunu ve işleyişinin yasalarla belirlendiğini kaydetti.

Ekonomik gelişmelere ve dolar kurunda yaşananlara değinen Oluç, palyatif  adımlarla Türk lirasının değerinin düşmesinin, doların ise yükselmesinin engellenemeyeceğini öne sürdü.

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, basın açıklamasında şöyle konuştu:

Bugün Soma’da yaşanan maden faciasının, işçi katliamının 5. yıldönümü. 301 işçi, madenci  yaşamını yitirmişti. 301 madenciyi saygıyla anıyoruz, onları unutmuyoruz, ailelerine bir kez daha sabır diliyoruz.

Az maliyet-çok kar, az zamanda-çok çalıştırma anlayışı nedeniyle bu katliam yaşanmıştı. Madenlerde özelleştirme, taşeronlaştırma, rödovans, sendikasızlaştırma ve kölelik koşullarında çalıştırma sistemi nedeniyle bu katliam yaşanmıştı.

Aradan 5 yıl geçti, peki bu konuda adalet sağlandı mı? sorusunun yanıtı tek kelime: Hayır. Ödül gibi bir ceza verildi maden sahibine. Bu yetmedi, ocağın işletilmesini yasaklayan yargı kararı kaldırıldı. Bütün bunların hepsi aslında Türkiye’deki çalışma yaşamına ve hukuka ilişkin eksikliklerin, yanlışların çok açık ifadesi.

Siyasi iktidar ve sermaye sahipleri iş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibidir. 2018 yılında en az 1923 işçi hayatını kaybetti. 2019 Ocak-Mart 3 aylık bilançosuna baktığımızda, en az 392 işçi hayatını kaybetti iş cinayetlerinde; hem madenlerde hem de genel olarak çalışma yaşamında. Bu sorunların çözümü çok açık.

Bir; denetimin ciddi olması, yaptırımların ciddi olması ve uygulanması. İki; çalışma yaşamında insanca çalışmayı sağlayacak yasal reformların ve yapısal düzenlemelerin gerçekleşmesi.

Her ikisi de savsaklanıyor. Hem siyasi iktidar hem sermaye sahipleri iş cinayetlerinin birinci dereceden müsebbibi olmaya devam ediyor. Bir kez daha Soma’da yitirdiğimiz 301 madenciyi saygı ile anıyoruz.

“Açlık grevlerinde son derece vahim bir tablo ile karşı karşıyayız”

Açlık grevleri sürüyor biliyorsunuz. Bugün Leyla Güven’in açlık grevinin 187. günü. Milletvekillerimiz Dersim Dağ 72. gününde, Tayip Temel ve Murat Sarısaç 67. gününde. Geçmiş dönem milletvekillerimiz Sebahat Tuncel ve Selma Irmak 118’inci gününde. Dilek Öcalan’ın da içinde bulunduğu bir grup 148. gününde. Açlık grevleri devam ediyor ve cezaevlerinde 150. güne varıldı. Ve 15’er kişilik iki grup ölüm orucuna başladı. Birinci grup 14’ünci gününde, diğeri 4’üncü gününde. Yani açlık grevlerinin tablosu çok vahim, son derece vahim.

“Bu ülkeyi yönetenlere soruyoruz, ne bekliyorsunuz?”

Önce yetkililere, Adalet Bakanlığı’na, bu ülkeyi yönetenlere soruyoruz, ne bekliyorsunuz? Adaletin, hukukun uygulanması için, var olan yasaların, Anayasa’nın ve uluslararası demokratik sözleşmelerin uygulanması için ne bekliyorsunuz?

Bir kez 2 Mayıs’ta avukatların İmralı’ya gitmesinin sorunu çözemediğini görüyorsunuz. Sorunun çözülmesi, gayri hukuki durumun sona ermesi için niye adım atmıyorsunuz? İnsan hakları hukukuna aykırı bu durumu düzeltmek için niye adım atmıyorsunuz?

Bu keyfi tutum gerçekten kabul edilemez. Bir kez daha Adalet Bakanlığı başta olmak üzere yetkililere sesleniyoruz. Bir an evvel hukukun uygulanmasını sağlayın, bir an evvel hükümlü haklarını İmralı’da bulunan hükümlüler için de kullanılabilir hale getirin.

“CHP ve İYİ Parti, MHP’nin söylediğini söyleyemeyecek mi?”

Muhalefet partilerine sormak istiyoruz; Meclis’te grubu bulunan İYİ Parti’ye, CHP’ye sormak istiyoruz: “Öcalan avukatlarıyla ve ailesi ile görüşebilmeli, hukuk uygulanmalı” cümlesini kurmak sizin açınızdan bu kadar zor mu? İnsani ve hukuki bir talebin yerine getirilmesini söylemek sizin için bu kadar zor mu?

MHP Genel Başkanı Bahçeli bile, ki pozisyonu bellidir, o bile avukat görüşünün yapılabilmesi konusundaki görüşünü beyan etti. Sizler muhalefet partisisiniz. Bu hukuk dışılığa itiraz etmeyecekseniz, neye itiraz edeceksiniz? Hukuk ve demokrasi konusundaki çifte standardınıza ne zaman son vereceksiniz? Bir kez daha insani ve hukuki açıdan bir an evvel adım atılması ve bu duruma son verilmesi gerekmektedir.

“İçişleri Bakanı hukuk dışı kararlar veriyor ve uygulatıyor”

Dün anneler günüydü ve yine cezaevleri önünde İstanbul Bakırköy’de, Diyarbakır, Van, Gebze ve diğer cezaevleri önünde anneler ağır baskı ile karşılaştı. Daha önce de söylemiştik. Bu tabloları yaratmayın. Bu tabloları insanlara yaşatmayın.

Annelere yönelik bu davranış hukuksuzdur. Bu davranışın kararını veren İçişleri Bakanlığı aslında hukuksuz bir adım atmaktadır. O kararı valiler ve kaymakamlara iletmektedir ve onlar da hukuksuz bir kararı yerine getirmektedirler.

Annelere yönelik saldırılar ve şiddet hukuksuzdur. Annelerin vicdani hakkıdır ses çıkarmak, çocuklarıyla dayanışma göstermek. Bu ayrı. Ama aynı zamanda anayasal haklarıdır. Gösteri hakkı anayasal haktır. Şiddet kullanmadan gösteri yapmak anayasal bir haktır. Bunun karşısında kullanılan şiddet ise hukuksuzluktur.

Tabii bu İçişleri Bakanlığı’nın ilk icraatı değil. İçişleri Bakanı şimdi de muhtarları görevden almaya ve kayyım atamaya başladı. 10 mahalle muhtarı Diyarbakır Lice ilçesinde görevden alındı.

Neden görevden alındılar belli değil. Haklarında kesinleşmiş bir yargı kararı yok. Her biri yüzde 80-85 oy almış muhtarlar. Halkın teveccühüne sahip oldukları için görevden alındılar. Suçlu ilan ediliyorlar. Neye göre? Haklarında bir mahkeme kararı bulunmuyor. Anayasa’nın 132. Maddesi de, AİHS 6/2 Maddesi de der ki, “suçluluğu ispatlanıncaya hiç kimse suçlu ilan edilemez”. Masumiyet (suçsuzluk) karinesi diye bir şey var, ama İçişleri Bakanı’nın umurunda değil bu.

“İçişleri Bakanı’nın hukuk gibi bir derdi yok”

Hangi anlayışla İçişleri Bakanı görevden alıyor? Geçen gün söyledi: “Önümüzdeki 5 yıl aynı şekilde devam edelim, böyle devam edersek 5 yıl sonra HDP belediyesi kalmaz”. 5 yıl sonrasını hep beraber görürüz, böyle davranmaya devam ederseniz. Ama kayyım atamaya devam etme yönündeki bu ifadeniz bile hukuksuzluğun açık bir şekilde ortaya konulmuş olmasıdır. Niyetiniz belli. İçişleri Bakanı’nın zaten hukuk, yasa, Anayasa, uluslararası demokratik sözleşme gibi bir derdi olmadığını herkes biliyor.

“YSK yıllardır Anayasa’yı çiğniyor” 

Bir konuya daha değinmek istiyorum. YSK ile ilgili tartışmalar. Biliyorsunuz İstanbul kararı ile YSK’nin hukuka ve demokrasiye açık bir şekilde darbe yaptığını ifade ettik. Bugünlerde tartışılan bir diğer konu var.

YSK, oluşumuna baktığımızda anayasal bir kurumdur. 7 asil 4 yedek üyesi olan bir YSK vardır. İşleyişi yasalarla belirtilmiştir. Her anayasal kurum gibi asil üyelerle toplanır. Asil üyelerinin katılamaması durumunda yedek üyelerin devreye girmesi söz konusu olabilir.

Ama 8 senedir YSK bu şekilde çalışmıyor. Yani Anayasa ve yasaya aykırı bir şekilde çalışıyor. Asil üyelerle, yedek üyeler birlikte toplanıyor. 2014’ten bu yana da, 5 senedir de yedek üyelere oy kullandırarak çalışıyor.

Yani mesele sadece İstanbul kararı ile ilgili değil, yıllardır Anayasa çiğneniyor. 2014’ten bu yana verdiği tüm kararlarda; Cumhurbaşkanlığı seçimi, referandum, bütün kararlarda meşruiyeti sorgulanan bir kurum haline gelmiştir. YSK’nin Anayasa’yı ve yasaları çiğneme hakkı yoktur.

“Kararlarına itiraz edilecek merci olmamasına güveniyorlar”

Şuna güveniyorlar belli ki; kendilerinden sonra bir üst mahkeme olmadığı için kararları bir üst mahkemeye taşınamadığı için böyle rahat davranıyorlar. Mesela KHK’li olanlardan mazbataları geri alıp seçilmemiş ikinci kişiye mazbatayı verme hukuksuzluğunu yapıyorlar. Kendilerini halk iradesinin yerine, Meclis iradesinin yerine ikame edebiliyorlar. Anayasa’yı ve yasaları çiğnemekten geri durmuyorlar. Günü geldiğinde bunların hepsinin hesabı hukuken sorulacaktır.

“Dolar yükselmiyor, TL’nin değeri düşüyor”

Biliyorsunuz geçtiğimiz hafta dolar 6.25’lere kadar yükseldi. Daha sonra yapılanlarla 5,98’e kadar geriledi. Buraya gelmeden önce baktım; şu anda yine 6’nın üzerinde. Neden böyle?

Çünkü gerçekler Hazine ve Maliye Bakanı’nın anlattığı gibi değil. Başarılı ekonomi yönetimi yüzünden dolar 6,25’ten 5,98’e inmedi. Hazine ve Maliye Bakanı çarpıtıyor.

Yükselme nedenleri: Birincisi, Türkiye’de hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve demokrasi açısından atılan bütün yanlış adımlardır. Yanlış adımların güvensizliği ekonomi çevrelerinde artırmasıdır. Güvensizlik arttığı için TL’nin değeri düşüyor. Dolar yükselmiyor, TL’nin değeri düşüyor. İkincisi; ekonomide doğru adım atılmadığını iş çevrelerinin görmesidir. İş çevreleri bunu gördüğü için TL değer kaybediyor.

“Palyatif tedbirlerle ve pembe tablolar çizerek krizi çözemezsiniz”

Peki doların düşüş nedenleri neydi? Bir tanesi, Merkez Bankası’nın örtülü faiz artırımıdır. Yani gecelik faiz oranı örtülü olarak yüzde 1,5 artırıldı. Birinci nedeni buydu, palyatif bir tedbir. İkincisi; kamu bankaları 4 buçuk milyar dolar satım yaptılar. Bu da palyatif bir tedbirdir.

Nitekim bu adımların sonuçları görüldü ve tekrar ibre tersine döndü. Palyatif adımlarla doların yükselmesini engelleyemezsiniz. Bunu defalarca söyledik bir kez daha söylüyoruz. Bu palyatif adımların ekonomik maliyeti son derece ağır olacaktır. Başarısız bir ekonomi yönetimi ve başarısız bir Hazine ve Maliye Bakanı vardır. Pembe tablolar çizerek ekonomiyi toplamanız mümkün olmayacaktır.

Soru: Muhalefet partilerinin Öcalan’ın avukatlarıyla görüşmesi noktasında adım atmasından bahsettiniz. Bahçeli’nin açıklamasını örnek gösterdiniz. İktidara bir çağrınız yok mu? Bahçeli’nin açıklamasını samimi buluyor musunuz?

Biz bütün muhalefet partilerinin ve iktidar partisinin Türkiye’deki hukuka, Anayasa’ya ve hükümlü haklarına, uluslararası demokratik sözleşmelere uygun davranması gerektiğini düşünüyoruz. Bahçeli’nin sözü buna işaret eden bir sözdür. Muhalefet partilerinin de hukuka sahip çıkma, hükümlü haklarına sahip çıkma konusunda aynı cesareti göstermesi gerektiğini düşünüyoruz. İYİ Parti ve CHP’ye çağrımız bu açıdandır. Hukuk uygulansın sözünü açık şekilde ifade etmeleri gerekir ki, bütün partiler hukuk ve demokrasi konusunda hukukun üstünlüğü konusunda buluşabilmiş olsun.

Soru: Öcalan, avukatlarıyla 8 yıldır görüşmedi. Neden şimdi olduğu tartışılıyor. İstanbul seçimleri de bir tarafta. İktidara bir çağrınız yok mu?

Tabii ki iktidara çağrımız var. Adalet Bakanlığı başta olmak üzere ülkeyi yönetenlere çağrımız çok açık. Açlık grevlerinin bir an evvel sonlandırılması, herhangi bir insanın yaşamına ve sağlığına zarar gelmemesi için 2 Mayıs’ta avukatların İmralı’ya gitme uygulaması istikrarlı olarak devam etmelidir. Hukuka uygun davranılırsa ne açlık grevi kalır, ne ölüm orucu kalır. Onların da talebi hukukun uygulanması, hükümlü haklarının uygulanması talebidir. Bu talep doğrultusunda iktidarın adım atması, bir normalleşme yaşanması gerekir. Herkes biliyor ki, son 8 yıl içinde 810 kez avukat başvuru yapması ve bunların 809’unun reddedilmiş olması son derece keyfi ve hukuka uymayan bir tutumdur. Artık bunun değiştirilmesi gerektiğini açık bir şekilde ifade etmek istiyoruz. Çağrımızı da yeniliyoruz.

Soru: İstanbul seçimlerine ilişkin HDP açıklama yapmasına rağmen tartışmalar devam ediyor. HDP’nin İmamoğlu’nu destekleyip desteklemeyeceği yönünde tartışmalar var. HDP nerede duruyor? 

31 Mart öncesinde de bunları yaşamıştık. Bakın HDP’nin kurulları var ve bu kurullar demokratik tartışma geleneğine sahip kurullardır. Bu kurullar toplanır, tartışır ve karar alır. Bunlardan biri MYK’dir. MYK toplanmış ve tartışmıştır. Belli bir yol haritası üzerinde mutabakat sağlanmıştır. Ama MYK tek kurul değildir; diğer taraftan Parti Meclisi var. PM de toplandı ve tartıştı. Bugün MYK ve Meclis Grubu birlikte toplantı halinde şu anda. Orada da tartışılacak. Son olarak da İstanbul’da il ve ilçe örgütü yöneticilerimizle ve seçim çalışması yürüten komisyonlarla birlikte bir toplantı olacaktır. Bütün bu tartışmalar bittikten sonra da HDP yetkili ağızlarından sonuçlar ve kararlar açık bir şekilde deklare edilecektir. Olağan bir süreç işlemektedir. Yavaş işliyor diyebilirsiniz, ama öyle değil, bir hafta içinde hepsi tamamlanmış olacaktır. Bugün yine dijital medyada gördüm. “Türk vekillerle Kürt vekiller anlaşamadı” diye bir haber vardı. Gülüp geçiyoruz bu haberlere. Türk ya da Kürt vekiller ayrımı yok kendi içimizde. Hepimiz HDP vekilleriyiz. Tutumumuz da bu hafta sonunda net bir şekilde kamuoyuyla paylaşılacaktır.

Paylaşın

HDP Sözcüsü Kubilay: ‘Türkiye ittifakı’ Türkiye’yi Kapsamıyor

HDP Parti Sözcüsü Günay Kubilay, Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından dile getirilen Türkiye İttifakı’nı eleştirerek, “Türkiye ittifakı” diye dile getirilen bakış açısının da Türkiye’yi kapsamadığını düşünüyoruz. O ittifak sadece bugünkü kan kaybetmeye başlayan iktidar blokunu güçlendirmeye yönelik yeni bir dayanak arama çabasıdır. Bunu bulup bulamayacaklarını bilmiyoruz. Bizim sorunumuz da değil. Biz demokrasi kulvarındayız ve bununla ilgileniyoruz” dedi.

Halkaların Demokratik Partisi (HDP) Sözcüsü Günay Kubilay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Konuşmasının başlangıcında, Abdullah Öcalan’ın 2 Mayıs’ta avukatlarıyla görüşmesini değerlendiren Kubilay, “Bu görüşme adımını biz HDP olarak geç kalınmış ama doğru ve önemli bir adım olarak değerlendiriyoruz” dedi.

Kubilay, devam etmekte olan açlık grevleri ve ölüm oruçlarına da değinerek, “Ölüm oruçları, açlık grevleri ve tecrit konusu bunlardan bağımsız olarak değerlendirmelidir. Bu son derece insani ve hukuki bir konudur. Gerekli adımlar atılarak ölüm oruçları kırılma yaratmadan açlık grevinin sona ermesini, tecrit konusunun Türkiye’nin gündeminden kalkmasını bekliyor ve istiyoruz” ifadelerini kullandı.

HDP’nin 6 belediye eşbaşkanı ve 56 belediye meclisi üyesinin mazbatasının alınması ile İstanbul seçiminin iptal edilmesini ‘Saray Darbesi’ olarak değerlendiren HDP Sözcüsü Kubilay’ın basın açıklamasında öne çıkan bölümler şöyle:

“6 Mayıs’ta İstanbul’da YSK eliyle İstanbul seçimlerinin yenilenmesini isteyen bir sandık darbesi yapıldı. İstanbul’da seçimlerin yenilenmesi YSK eliyle yapılmış bir sandık darbesidir. Darbeler sadece üniformayla, silahla yapılmıyor. Bunların her biri kendi içinde farklı araç ve yöntemlerle gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla 6 Mayıs’ta İstanbul’da gerçekleştirilen Saray darbesi ne ise, bizim 6 belediye başkanımızın 56 belediye meclis üyemizin mazbatasına el koyan anlayış da aynıdır. Halkın sandıktan çıkmış siyasi iradesine saygı göstermeyen zihniyetin aynı olduğunu düşünüyoruz. Biz İstanbul kararının AKP ve MHP iktidar blokunun siyasi operasyonu olduğunu düşünüyoruz. YSK kararları bir kez daha hukuka ve YSK içtihatlarına ters, direktiflerle verilmiş siyasi kararlardır. Hukuksal dayanağı yoktur ve gayrı-meşrudur.

“YSK kendisine karşı da suç işlemiştir”

O kadar ilginçtir ki YSK iktidar blokunun siyasi baskısı ve kuşatması karşısında o kadar çaresiz kalmıştır ki kendi belirlediği sandık kurullarının yasadışı olduğunu ilan etmek zorunda kalmıştır. O bakımdan da bu kararın yasal sorumluluğu YSK’ya aitse siyasi sorumluluğu da AKP ve MHP’ye aittir. Dolayısıyla İstanbul halkının iradesine nasıl saygısızlık yapılmışsa, YSK kendisine karşı da suç işlemiştir.

31 Mart seçimlerinde Türkiye ekonomisinin,turizminin yüzde 70’ine hitap eden başta İstanbul olmak üzere Ankara, Adana, Mersin, Antalya gibi büyük metropollerde seçimi kaybetmiş olmasının AKP-MHP iktidar blokunda büyük bir kan kaybına yol açtığı ve bu kan kaybını durdurabilecek en başat olgunun İstanbul olduğu ve dolayısıyla İstanbul’da seçimi yenileyerek bu kan kaybının durdurulabileceği düşünülüyor.

Ekim 2016’da Sayın Gültan Kışanak’ın mazbatasına ve 6 belediye başkanının mazbatasına el koyan zihniyet ne ise Sayın İmamoğlu’nun mazbatasına el koyan zihniyet de aynıdır. Onlar aynı tornadan çıkmış ikiz kardeşlerdir.

“Perşembenin gelişi çarşambadan belliydi”

Bugün HDP’nin bir yasal parti olarak hukuki talepleri reddedilirken seyirci kalanlar düşünmelidir. KHKli arkadaşların bırakın sadece belediye başkanlığını, seçilme hakkı elinden alınmak istenirken bu konuda ses çıkarmayanlar düşünmelidir. Hep birlikte düşünmeliyiz, bugün Erdoğan ve hükümetin HDP’ye yönelik tehdit ve şantajlarına, karalamalarına rıza gösterenler bunları düşünmelidir. Dolayısıyla perşembenin gelişi çarşambadan belliydi. Burada zihniyet aynı. Sadece biçim değiştiriyor.

HDP’nin ne yapacağı belli değil mi?

Herkes HDPye soruyor, yahu siz ne yapacaksınız? HDP’nin ne yapacağı belli değil mi? HDP’nin ne yapacağı bellidir. Belki de en az soru sorulması gereken HDP’dir. Bir otoriterleşme sürecinin, bir despotik siyaset tarzının uzun zamandan beri bu ülkeyi kasıp kavurduğunun altını sürekli çizen HDP’dir. Bunun karşısında demokrasiden, barıştan, özgürlükten, haktan ve hukuktan yana olacak HDP’nin bundan başka politikası ne olabilir?

“Kazanımları korumak lazım”

Bugün demokrasi isteyen, demokrasi arayışı içinde olan bütün güçler demokrasi ortak paydasında buluşmak zorundadır. Bunun için demokratik ve meşru yöntemlerle mücadelenin öznesi olmak zorundadır, biz buna “demokrasi ittifakı” diyoruz. Demokrasi isteyen güçlerin birleşik mücadelesine “demokrasi ittifakı” diyoruz.

“Türkiye İttifakı” denilen bakış açısı Türkiye’yi kapsamıyor 

“Türkiye ittifakı” diye dile getirilen bakış açısının da Türkiye’yi kapsamadığını düşünüyoruz. O ittifak sadece bugünkü kan kaybetmeye başlayan iktidar blokunu güçlendirmeye yönelik yeni bir dayanak arama çabasıdır. Bunu bulup bulamayacaklarını bilmiyoruz. Bizim sorunumuz da değil. Biz demokrasi kulvarındayız ve bununla ilgileniyoruz.

Demokrasi kulvarındaki herkesle birlikte olmak istiyoruz

Bununla birlikte demokrasi kulvarında olan herkesle Parlamento içinde veya dışında birlikte olmak istiyoruz. Bu zamana kadar fabrikalarda, tersanelerde ve sokaklarda meşru mücadele yöntemleri ile kazanılmış her şeye Parlamento’da da sandıkta da sahip çıkmak istiyoruz. HDP’nin politik tutumu budur.

Paylaşın

Temelli: YSK, 36 Gün Boyunca Bu Halkı Oyaladı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Sezai Temelli, partisinin TBMM Grup Toplantısı’nda konuştu.

Sezai Temelli, “Nerede bir haksızlık, hukuksuzluk varsa HDP orada olacak. Unutmayın HDP’siz 31 Mart olmazdı, HDP’siz gelecek de olmaz. Bizim ne yapacağımıza vakit harcamayın. Kalemşörler, tweet uzmanları; bırakın HDP’nin ne yapacağını, siz ne yapacaksınız?” diye sordu.

Temelli, Türkiye’de on binlerce insanın KHK’lar ile ihraç edildiğini, kendisinin de onlardan birisi olduğunu dile getirdi, hukuksuzluğa karşı mücadele etmeye devam edeceklerini söyledi.

Yüksek Seçim Kurulu’nun (YSK), KHK’lar ile ihraç edilip belediye başkanı seçilenlere mazbatalarını vermemesine tepki gösteren Temelli, “YSK, olağanüstü hal döneminin hukukuna tabi olarak KHK ile ihraç edilmiş arkadaşlarımıza tuzak kurdu. Tuzakçıdır. Artık onun adı Yüksek Seçim Kurulu değildir, yüksek sahtekarlık kuruludur” diye konuştu.

YSK’nın İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimlerinin yenilenmesi yönündeki kararına değinen Temelli, “Dün bir adaletsizlik ve hukuksuzluk daha yaşandı” dedi ve şöyle devam etti:

“HDP’nin ne yapacağını, siz ne yapacaksınız?”

“Defalarca dile getirdik. Tüm Türkiye’yi, demokrasi güçlerini uyardık ama Türkiye halkları dönüp de Muş, Malazgirt, HDP’ye yapılan bunca şaibeye, seçim yolsuzluğuna, baskıya ve zulme bakmadılar. Türkiye’de siyasete, demokrasiye, barış mücadelesine şaşı bakanlar bir türlü dönüp bu haksızlıklara ses çıkarmadılar. Şimdi kıyamet kopuyor, tabi kopacak. Bu kıyameti biz de koparacağız ama dediğimiz gibi bunun böyle olacağı belliydi. Çünkü bu iktidar bu şaibelerden besleniyor. YSK, 36 gün boyunca bu halkı oyaladı ve sonunda kalktı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimini yenileme kararını verdi. AKP-MHP bloğunun noterine dönmüş ve iktidardan ne talimat gelirse onu yerine getiren bir YSK var. HDP İstanbul’da aday çıkartacak mı? HDP ne yapacak? Şimdi kamuoyunun bunlarla meşgul olmasına gerek yok. Nerede bir haksızlık, hukuksuzluk varsa HDP orada olacak. Unutmayın HDP’siz 31 Mart olmazdı, HDP’siz gelecek de olmaz. Bizim ne yapacağımıza vakit harcamayın. Kalemşörler, tweet uzmanları; bırakın HDP’nin ne yapacağını, siz ne yapacaksınız?”

“Türkiye’nin önü açılsın”

Demokrasi mücadelesi vurgusu yapan Temelli, “Mesele sadece sandık ve sandık sonuçları değildir. Mesele bir demokrasi mücadelesidir. Bu mücadele olmadıktan sonra o sandıktan ha Ali çıkmış ha Veli çıkmış neye yarar? Gelin demokrasi mücadelesinde buluşalım ki sandıklardan demokrasi, barış çıksın, Türkiye’nin önü açılsın” diye konuştu.

31 Mart seçimlerinde bir strateji ortaya koyduklarını ve siyasetin kulvarını değiştirdiklerini ifade eden Temelli, “Üç tane belediye başkanlığı, beş tane belediye meclis üyeliği pazarlığı yapmadık. Tam tersine Türkiye’nin özlemini duyduğu barışın yolunu açmak için mücadele ettik. Dün ne yaptıysak yarın da onu yapmaya devam edeceğiz” dedi.

“Türkiye’nin bu umudu bir kez daha söndürülmemelidir”

Abdullah Öcalan ile 8 yıl aradan sonra 2 Mayıs’ta avukat görüşmesinin yapıldığını hatırlatan Temelli, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Öcalan ile bir saatlik kısıtlı bir görüşme gerçekleşti. Gecikmiştir, eksiktir ama hukuki anlamda olumlu bir adım olduğunu söyleyebiliriz. Bunun burada kalmaması lazım. Bunun bir yasal güvenceye kavuşturulması, düzenli olarak avukat görüşünün gerçekleşmesi gerekiyor. Türkiye’nin bu umudu bir kez daha söndürülmemelidir. Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu onurlu bir barış, demokratik siyasete dayalı bir çözüm sürecidir. Türkiye demokrasisinin ve demokratik cumhuriyetin inşası bu mücadeleden geçmektedir. 5 Nisan 2015’te kesintiye uğrayan süreçten bahsetmiyoruz. Demokratik bir süreçten bahsediyoruz.”

 

Paylaşın

HDP Sözcüsü Oluç: Açlık Grevlerinde Vahim Bir Durum Yaşanıyor

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Merkez Yürütme Kurulu (MYK) toplantısının devam ettiği saatlerde açlık grevleri ve başlayacak ölüm oruçlarına ilişkin basın açıklaması yaptı.

Parti Sözcüsü olarak son basın toplantısını yapacağını söyleyen Saruhan Oluç, “Açlık grevleri temel konumuzdu şu ana kadarki MYK görüşmeleri içinde. Açlık grevinin geldiği son durumu bir kez daha hatırlatmak istiyorum. 8 Kasım’da açlık grevine başlayan Hakkari milletvekilimiz Leyla Güven 173’üncü gününe girdi bugün. Aralarında geçmiş dönem milletvekillerimiz Sebahat Tuncel ve Selma Irmak’ın da olduğu çok sayıda isim açlık grevinde. Selma Irmak ve Sebahat Tuncel açlık grevinin 104’üncü gününde. Önceki dönem milletvekilimiz Dilek Öcalan açlık grevinin 134’üncü gününde. Milletvekillerimiz Dersim Dağ açlık grevinin 57’inci, Tayip Temel ve Murat Sarısaç ise 53üncü gününde” dedi.

“Son derece vahim bir gelişme bu sabah duyuruldu. 15 siyasi tutuklu; Bakırköy, Van, Gebze ve Diyarbakır’daki açlık grevi eylemcileri, eylemlerini ölüm orucuna çevirdiklerini duyurdular. Çok uzun süredir açlık grevini sürdürmekte olan tutukluların ölüm orucuna başlaması vahim bir durumdur. Bu konuyu MYK toplantımızda enine boyuna değerlendirdik, bir kez daha özellikle kamuoyunun ve bu ülkeyi yönetenlerin dikkatini bu konuya çekmek istiyoruz” diyen HDP Grup Başkanvekili Oluç, açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı:

“Bu konudaki talepler çok açık ve nettir. Talep, Türkiye’de var olan İnfaz Yasası’nın, TCK’nin, Anayasa’nın ve yönetmeliklerin uygulanması talebidir esas itibariyle. İnfaz Yasası’na, TCK’ye ve Anayasa’ya aykırı uygulamaların sona ermesi talebidir. Yeni bir yasa önerilmemektedir. Sadece var olanların uygulanması önerilmektedir. Türkiye’nin altında imzası olan uluslararası sözleşmelere uyumlu davranmasıdır istenen. Haberleşme özgürlüğü her hükümlü için temel haktır. Kişiye özel hak ihlaline son verilmesi talebidir açlık grevindekilerin talebi. Bir kez daha bunu hatırlatmak istiyoruz ve bu talebin yerine getirilmesinin önünde hiçbir hukuku ve siyasi engelin bulunmadığına işaret etmek istiyoruz.

Van Milletvekilimiz Tayip Temel bir röportajında çağrıda bulunmuştu Meclis Başkanı Sayın Şentop’a dönük olarak. Sayın Şentop da bu çağrıya cevap verdi. Biz Sayın Şentop’un söylediklerini çok iyi anladık. Ancak şuna işaret etmek istiyoruz.

Sayın Şentop, Leyla Güven de diğer vekillerimiz de Dersim Dağ, Tayip Temel ve Murat Sarısaç da, kendileri için bir şey istemiyorlar. Kendileri için bu açlık grevlerini yapmıyorlar. Doğru tespit ediyorsunuz. Ülkede bir hukuksuzluk var, yasaların ve Anayasa’nın uygulanmadığı özel bir durum var. Bu hukuksuzluğun ortadan kaldırılması için açlık grevi yapıyorlar. Dolayısıyla bir vekil olarak da bir görevlerini yerine getiriyorlar. Buna işaret etmek istiyoruz.

Sayın Şentop’un işaret ettiği mahkemeler 809 kez avukatların taleplerini mesnetsizce reddetmiştir

Sayın Şentop, diyorsunuz ki, bunların hepsi bir takım hukuki taleplerdir. Leyla Güven’in ortaya koyduğu iddialarla ilgili kararları savcılar, mahkemeler verir diyorsunuz. Herkesin bu konudaki gelişmeleri beklemesi gerektiğini söylüyorsunuz.

Doğru, bu konudaki iddialar savcılar ve mahkemelerin ukdesindedir. Bir kez daha şunu hatırlatmak istiyoruz. 809 kez avukatlar görüşme yapabilmek için başvuruda bulunmuşlar ve 809 kez avukatların bu talepleri mesnetsiz iddialarla reddedilmiştir. Şimdi bu bir hukuksuzluktur. Savcılar ve mahkemeler de bu hukuksuzluğu ortadan kaldıracak adımları atmamışlardır.

35 bin saatten fazla süredir devam etmektedir bu tecrit

5 Nisan 2015’ten bugüne kadar, yani 4 yıl 25 gündür yaklaşık, ki bu 1485 gün eder, bu süre boyunca ağırlaştırılmış bir tecrit uygulanmaktadır İmralı’da. Bu süre boyunca ağırlaştırılmış bir tecrit vardır. 35 bin saatten fazla süredir devam etmektedir bu tecrit ve 35 bin saat boyunca aile ile 20şer dakikalık 2 görüşme yapılabilmiştir.

Bu büyük bir hukuksuzluk değil midir? Var olan durum yasaların, uluslararası demokratik sözleşmelerin çiğnenmesi değil midir? İşte buna itiraz vardır. Bunların uygulanması için bu talep ortaya konmuştur. Biz de buna bir kez daha işaret ediyoruz.

Demokratik siyasetin devam etmesi için çaba içindeyiz ve diyalog öneriyoruz

Sayın Şentop, dediğiniz gibi Türkiye’nin çok uzun bir parlamenter siyaset ve demokrasi tecrübesi vardır, bu çok önemlidir. Siz de buna işaret ediyorsunuz. Bu açıdan katedilen mesafeler çok önemlidir. Doğru. Biz de bunun devam etmesi, bu sürecin demokatikleşerek devam etmesi doğrultusunda bir çaba içerisindeyiz. Demokratik siyasetin devam etmesi için çaba içindeyiz. Bunu bir kez daha vurguluyoruz ve diyalog öneriyoruz.

Bu konuda adım atılması için, özellikle ölüm orucuna başlanması nedeniyle durumun son derece vahim bir noktaya evrildiğine işaret ediyoruz. Bu diyalog önerimizi, bu çağrımızı elinizin tersiyle itmemenizi bir kez daha talep ediyoruz.

Tecridin bitirilmesi çağrısı dünyanın her yerinde yükselmeye başladı

Bütün dünya bu açlık grevlerini duymuş vaziyettedir. Bakın, geçtiğimiz günlerde Nobel Ödülü almış 51 aydın, yazar ve bilim insanın da içinde bulunduğu bir topluluk çağrı yaptı. Talepleri çok nettir. Biz Türkiye Hükümeti’ni ve uluslararası kamuoyunu Sayın Öcalan’a yönelik tecride karşı harekete geçmeye çağırıyoruz dediler. Bu çağrı dünyanın her yerinde yükselmeye başladı. Türkiye’de yapılması gereken bizim açımızdan çok nettir. Yasaların, yönetmeliklerin, Anayasa’nın ve uluslararası sözleşmelerin uygulanmasıdır.

Şimdi karşılıklı hesap sorma zamanı değil yaşatma zamanıdır

Aileler büyük bir rahatsızlık yaşamaktadır. Düşünün ki, çocukları cezaevinde her gün eriyen aileler çaresiz bir biçimde bu süreci izliyor. Uluslararası ve ulusal alanda tanınırlığı olan bir çok STK, inanç kurumu, aydınlar, demokratlar, yazarlar bir araya gelerek çağrıda bulunmuşlardır. Bu çağrılara kulaklarınızı tıkamamanızı bir kez daha öneriyoruz.

Tekrar çağrı yapıyoruz. Türkiye’deki bütün vicdan sahibi insanlara, STK’lara, demokrat insanlara, siyasi partilere sesleniyoruz; bu konuda HDP’nin çağrılarına, HDP’nin yaptıklarına kulaklarınızı tıkamayın ve bizleri yalnız bırakmayın. Şimdi eleştiri ve karşılıklı hesap sorma zamanı değildir. Açlık grevlerini ve yarından itibaren başlayacak ölüm oruçlarını kimseye zarar gelmeden sonlandırma zamanıdır.

HDP için aslolan yaşamdır

Bu açlık grevlerini HDP başlatmadı. Bizim irademiz ve kararımızla başlamış açlık grevleri değildir. Ama demokratik siyasetin bütün yollarını kullanarak, kimsenin hayatına zarar vermeden bunu sona erdirmek elimizdedir. Yaşam aslolandır, HDP için ve seçmenleri için bu böyledir. 6 milyonun üzerinde seçmenimiz ve aileleri ile 20 milyonunun üzerindeki insanlar için ve HDP için aslolan yaşamdır. İnsanlar için yaşamı savunmak ve ölümleri sonlandırmak bugün için en önemli görevlerimizdendir.

Kızgın demiri soğutmak halkın yüreğini dağlayarak olmaz

Bizler bir çözüm bulmak istiyoruz. Demokratik siyaset içinde bir çözüm yaratmak istiyoruz. İnsani ve hukuki taleplerin yerine getirilmesi için çaba gösteriyoruz. Bu hukuk, vicdan ve hak arayışıdır. Yasa değişikliği önermiyoruz. Bir kez daha vurgulayalım, var olan yasaların uygulanmasını istiyoruz.

Çağrımız herkesedir. Sadece ülkeyi yönetenlere değil bütün yurttaşlaradır. Gözümüzün önünde insanların birer birer erimesini, sağlık ve yaşamlarında geri dönülmez tahribatların olmasını engellemek mümkündür. Bunun için susmamak gerekir. Bakın kızgın demiri soğutmak halkın yüreğini dağlayarak olmaz. İnsanların yüreği yanıyor ve bu yangının büyümesini bir an önce durdurmamız gerekiyor.

Haklarımızın yenmesini istemiyoruz

Evet, Türkiye ortak paydamızdır; evet, demokratik Türkiye ve demokratik Cumhuriyet ortak paydamız olmalıdır. Milyonlarca insanımızla bu ülkenin bir parçasıyız ve haklarımızı kullanmaktan imtina etmeyeceğiz.

Hakkımızın yenmesini istemiyoruz, hukuksuzluklar yaşanmasını istemiyoruz. Dolayısıyla hem ülkeyi yönetenlere, hem Meclis Başkanı’na, bütün siyasi partilere ve STK’lara bir kez daha çağrımızı yineliyoruz; HDP MYK olarak adım atılması için bizler elimizden geleni yapacağız. Sizlerin de elinden geleni yapmanızı bekliyoruz.

Bu mübarek Ramazan’da insanların yüreğini yakmayın

Önümüzde mübarek Ramazan ayı vardır. İnsanlar bu mübarek günlerde oruç tutacaklar, ibadetlerini yapacaklardır.

Çağrımız bir kez daha bütün İslam alemine ve inananlaradır. Bu mübarek günlerde ailelerin yüreğinin daha fazla yanmasına yol açmayalım, gelin bu yangını söndürebilmek için elimizden geleni yapalım, bu hukuksuzluklara son verelim. Açlık grevindekilerin canlarına zarar gelmeden bu süreci sonlandıralım., talebi yerine getirelim. “

Paylaşın

Demirtaş, Yerel Seçimlerin En Önemli Sonucunu Açıkladı

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) tutuklu eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, yerel seçimlerin en önemli sonucunun ‘toplumun kamplaşma değil birlikten yanalığını göstermesi olduğunu’ söyledi.

HDP seçmenlerinin Batı kentlerinde sandığa gitmiş olmasının çok sevindirici olduğunu da kaydeden Demirtaş, “CHP’li belediyelerin bize diyet borcu değil; halkın tamamına eşit, adil, şeffaf, demokratik hizmet borcu vardır” yorumunu yaptı.

Doğu ve Güneydoğu’da ‘Kürtlerin tüm baskılara rağmen HDP’nin etrafında kenetlendiğini’ söyleyen Demirtaş, partinin bazı eksikliklerinin olduğunu kabul ettiğini, bunlardan ders çıkarılacağını söyledi.

Abdullah Gül’ün ‘ülkedeki hukuksuzluklara karşı daha açık bir tutum sergilemesinin Türkiye demokrasisinin hayrına olacağı kanaatinde olduğunu’ söyleyen Demirtaş, Ahmet Davutoğlu’nun siyasi eleştirileri konusundaysa ‘İşe samimi özeleştiri ve özürle başlamak yerine akıl dağıtmakla başlarsa kimsenin o sicili bozuk aklı alacağını sanmıyorum’ yorumunu yaptı.

Selahattin Demirtaş, avukatları vasıtasıyla BBC Türkçe’den Mahmut Hamsici’nin sorularını yanıtladı.

Genel anlamda soracak olursak 31 Mart yerel seçimlerinin sonuçlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yetkilerin tümünü tek adamda toplayan yeni yönetim sisteminin başarısı toplumun kutuplaştırılmasına bağlıydı. AKP ve MHP ittifakı da bu seçimde olabildiğince kirli bir propagandayla bu kutuplaştırmayı derinleştirerek kazanmayı hedefledi. Ama istedikleri başarıyı elde edemediler.

Tek adam rejiminden tedirginlik duyanlar da karşı blokta kümelenince AKP çok önemli belediyeleri kaybetti. Bu seçimin en önemli sonucu toplumun demokrasiden yana olduğunu, kamplaşma yerine birlikten yana olduğunu göstermiş olmasıdır.

Tabii AKP açısından da oy oranlarının yüzde 30’lara düşmüş olması gerçeği var.

Ayrıca bu seçimle birlikte Kürt seçmenlerin gücü ve demokrasiden yana tavırlarının da siyasette belirleyici olduğu net bir şekilde görüldü. Yine Kürtleri terörize etmenin, dışlamanın kimseye yarar sağlamayacağı da anlaşılmış oldu. Kürtler tüm baskı ve tehditlere rağmen HDP etrafında kenetlenmekten vazgeçmediklerini ortaya koydu.

Bundan sonra siyasetin nasıl evrileceği hem Erdoğan’ın tutumuna hem de muhalefetin demokrasi ilkeleri etrafında ortak mücadeleyi sürdürüp sürdürmeyeceğine bağlıdır.

Erdoğan baskıya ve otoriterizme dayalı politikalarında ısrar ederse toplumsal desteği yitirmeye hızla devam edecektir.

Demokratik reformlara yönelir ve baskılardan vazgeçerse bir ihtimal toparlayabilir kendi tabanını. Aksi takdirde ekonomik krizin de derinleşmesi gibi daha vahim bir tabloyla karşılaşabiliriz.

HDP Batı kentlerinde muhalefetin adaylarını destekledi. Seçimler öncesi sizin yaptığınız oy çağrısının da, HDP seçmeninin Batı’da CHP adaylarına oy vermekle ilgili çekincelerinin azalmasında etkili olduğu düşünülüyor. Bu stratejiden ve çıkan sonuçtan memnun musunuz?

Seçmenlerimiz elbette kolay ikna olmadılar. Bu da bizim açımızdan sevindiricidir. Sorgulamayan bir seçmen kitlesindense sorgulayan, eleştiren ve zor ikna olan seçmenler demokrasi açısından büyük bir güvencedir.

Seçmenlerimizin HDP’nin kararına sahip çıkma iradesini göstermiş olması sevindirici, umutları artıran bir tutum olmuştur. Bütün seçmenlerimize teşekkür ediyoruz.

Sosyal medyada yer yer HDP seçmenlerinden; HDP tabanının Batı’da CHP’ye desteğine rağmen CHP’nin teşekkür açıklamalarında buna yeteri kadar değinilmediği, yeterli oranda teşekkür edilmediği eleştirileri geliyor. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?

Seçmenlerimiz CHP’den teşekkür almak için değil; demokrasi ve barışa şans yaratmak için sandığa gitmiştir. CHP’li belediyelerin bize diyet borcu değil; halkın tamamına eşit, adil, şeffaf, demokratik hizmet borcu vardır.

Ama CHP Genel Merkezi sosyal demokrat kimliğine uygun olarak demokrasi ve barış adına cesur politikalar, çözüm önerileri geliştirmek durumundadır.

Sadece HDP’lilerin değil tüm toplumun en acil beklentisi ve ihtiyacı budur. Bunu geliştirmekte tereddütlü davranırlarsa elbette seçmen bunu göz önünde bulunduracaktır.

YSK son kararını henüz vermiş değil ancak İstanbul seçimlerinin yenilenmesi ve CHP’nin de seçimlere katılması durumunda 31 Mart öncesindeki çağrınızı tekrar yapacak mısınız?

Böyle bir YSK kararı ortada yokken spekülasyon yapmak doğru olmaz. Ancak biz ilkeli bir partiyiz. Yeri ve zamanı geldiğinde ilkelerimiz doğrultusunda bir değerlendirme yapacaktır HDP Genel Merkezi. Bunu da kendi seçmenine danışarak gerçekleştirecektir.

Hem seçim sonuçları hem de oy tartışmaları nedeniyle 31 Mart seçimleri sonrasında Ekrem İmamoğlu ismi öne çıktı. İmamoğlu’nun siyasi çizgisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Kucaklayıcı dil siyasette önemli ve anlamlıdır. Farklılıklara saygı duyarak siyaset yapmak tüm ülkeye kazandırır, toplumun tamamı bundan fayda görür. Ancak bunu sözde yapmak yetmez, pratikte de gerçekleştirmek gerekir.

Sayın İmamoğlu’nun kutuplaştıran, ötekileştiren baskılara, şantajlara boyun eğmeden demokrasi içerisinde birlik siyasetinde ısrarcı olmasını diliyorum. Bu çerçevede başarılı olmasını temenni ederim.

Adalet ve Kalkınma Partisi’nin Doğu ve Güneydoğu’da oylarını yükseltmesini, özellikle de ilçe bazında önemli bir yükseliş sağlamasını nasıl yorumluyorsunuz?

Yerel seçimlerin dinamikleri genel seçimlerden farklı olabiliyor. AKP birçok yerde taşıma güvenlik personeli veya tehditlerle oyunu artırırken bazı yerlerde de HDP’nin hatalarından yararlanmış olabilir.

Devletin tüm gücünü seçimler için sınırsızca ve hukuksuzca kullanan bir devlet partisine karşı seçim kazanabilmek sanıldığı kadar kolay olmuyor. Sanki adil ve eşit bir seçim yarışı varmış gibi değerlendirmek doğru olmaz.

HDP’li yetkililer bölgede kimi yerlerde oyların düşmesinin “devletin baskı politikalarından kaynaklandığını’ öne sürdü. Sizce bu sonucun temel nedeni nedir? HDP’nin eksikleri olduğunu düşünüyor musunuz?

AKP’nin baskısı açıktı zaten, gizleme gereği bile duymadılar. Az önce belirttiğim gibi demokratik bir seçim ortamı yoktu. Bizler dahil beş binden fazla HDP yöneticisi ve üyesi hapishanelere atılmışken bu seçimler yapıldı, bunu da göz ardı etmemek lazım.

Ama HDP’nin de eksikleri mutlaka olmuştur. Partimiz bunu büyük bir özgüvenle ortaya koyuyor, koyacaktır ve gereken dersleri çıkarıp tedbirlerini de özeleştiri çerçevesinde alacaktır mutlaka.

‘Hendek savaşları’ diye anılan sürecin seçim sonuçlarında HDP’ye olumsuz etkisi olduğuna dair yorumlar yapılıyor. Bu yorumlara katılıyor musunuz?

Sokağa çıkma yasaklarında hükümet eliyle ve talimatıyla yapılan hukuksuz yıkımların, katliamların sorumlusunun da, hendek ve barikatın sorumlusunun da HDP olmadığını halk biliyor. Zaten bu yerlerde oy düşüşü yaşanmamıştır.

Halkımız neyin ne olduğunun farkındadır. Fakat o döneme dair birçok hukuksuzluk ve trajik gerçekler geniş kamuoyunca henüz bilinmiyor. Daha çok da HDP seçmenleri ve oralarda yaşayan Kürtler bunun farkında.

Bu nedenle yerel seçimlerde seçmenler HDP’yi bundan sorumlu tutmamıştır, AKP’nin asıl sorumlu olduğunun farkındadır.

HDP’nin daha önce elinde tuttuğu belediyelerde iyi yerel yönetim modelleri yaratamadığına dair eleştiriler var. Bu eleştirilere katılıyor musunuz?

Bu eleştirilerde haklılık payı var. Teoride en iyi modele sahip olan HDP’dir ama bunu pratikleştirmede aynı başarı ortaya konulamamıştır halen. Ancak en dürüst, en şeffaf belediyeler yine de HDP belediyeleridir.

Henüz model ortaya konulamamış olsa da fedakarca ve samimiyetle halk belediyeciliği konusunda mesafe kat ediyor arkadaşlarımız.

HDP’nin bazı yerellerde en uygun adayları belirlemediğine dair de eleştiriler var…

Her yerde ön seçim yapılabilseydi bu tür tartışmalar olmazdı. Neden her yerde yapılmadığını tam olarak bilemiyorum. Belki koşulları yaratılamadı.

Ama bundan sonra hiçbir mazerete sığınmadan tüm adaylarımızın ön seçimle belirlenmesinin altyapısını oluşturmak mecburiyetindeyiz. Emimin HDP bu yönlü eleştirileri ciddiyetle ele alacaktır.

HDP milletvekili Leyla Güven ve yüzlerce kişinin açlık grevi sürüyor. Bu eyleme desteğiniz sürüyor mu? Sizce bu eylemler sonlanmalı mı?

Açlık grevi eylemine değil ama taleplerine desteğim sürüyor elbette. Sayın Öcalan’la görüşülmesini, tecridin kaldırılmasını istemek barış için yapılmış bir girişimdir aynı zamanda.

Ben açlık grevcilerin eylemlerinin sürdürmesini bekleyemem, isteyemem bu ahlaki olmaz. Ama bitirmeleri için baskı da yapamam bu da sonuç alıcı olmaz. Taleplerinin gerçekleşmesi yoluyla bir an önce eylemlerini bitirmelerini istemek ve bunun için çaba sarf etmek daha gerçekçidir.

Bir an önce ve başkaca da bir ölüm olmadan seslerinin, taleplerinin duyulmasını, açlık grevi eyleminin bu vesileyle hemen son bulmasını tüm kalbimle istiyorum.

Seçimlerin ardından sizin de aktif siyaset döneminizde görevde olan Abdullah Gül ve Ahmet Davutoğlu’ndan iktidara yönelik yapılan eleştiriler arttı. Kendilerinin bu eleştirel tutumlarını nasıl yorumluyorsunuz?

Sayın Gül uzun süre cumhurbaşkanlığı yaptı. Ben de o sıralarda partimin eş başkanlarındandım. Birçok konuda düşüncemiz uyuşmasa da diyaloga açık uyumlu tarzıyla, kendi yetkilerini ve sınırlarını dikkate alan tutumuyla saygın bir yönetim anlayışı vardı.

Kendi beyanlarına göre aktif siyasette yer almayı düşünmüyormuş. Ama ülkedeki dehşet boyutlarına ulaşan hukuksuzluklara karşı daha açık bir tutum sergilemesinin Türkiye demokrasisinin hayrına olacağı kanaatindeyim.

Sayın Davutoğlu ise bugün ülke içinde ve Suriye’de yaşanan birçok facianın mimarlarındandır.

Siyasete aktif olarak dahil olur mu olmaz mı kendi bileceği iştir. Ama işe samimi özeleştiri ve özürle başlamak yerine akıl dağıtmakla başlarsa kimsenin o sicili bozuk aklı alacağını sanmıyorum. Sayın Davutoğlu’nun eleştirmeye değil özeleştiri vermeye daha yakın olması gerekir.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na Çubuk’ta yapılan saldırıyı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir burun sürtme, ölümü gösterip sıtmaya razı etme, bedel ödetme operasyonu olduğu aşikar. Bu türden linç eylemleri devlet içinden göz yumma, destek olma gibi yaklaşımlar olmadan gerçekleştirilemez. Kimse kimseyi kandırmasın açık bir tehdit operasyonudur.

Ancak toplumdaki fay hatlarını tetikleme potansiyeli de taşıyan tehlikeli adımlardır bunlar. Kimsenin bu türden provokasyonlara alet olmaması, galeyana gelerek kirli amaçlara hizmet etmemesi gerekir.

Geçtiğimiz günlerde Hakkari’de yaşanan çatışmayı ve gerçekleşen ölümleri nasıl yorumluyorsunuz?

Şiddeti, silahı biz hiçbir zaman yöntem olarak benimsemedik, desteklemedik, doğru bulmadık.

40 yıla yaklaşan ve büyük acılara sebep olan silahlı çatışmaların, operasyonların veya silahlı eylemlerin nihai olarak son bulması için de defalarca barış girişimlerinde bulunduk.

Hakkari’de yaşanan saldırı sonrasında 4 askerin yaşamını yitirmiş olmasından elbette büyük bir üzüntü duyuyorum, şiddeti asla kabul etmiyor, onaylamıyorum. Askerlerin ailelerine taziyelerimi, başsağlığı dileklerimi iletiyorum.

Toplumun bir kısmının yalan propagandalar nedeniyle bize karşı önyargılı olduğunu ve suçlayıcı bir tutum sergilediklerini de biliyorum ama herkes şundan emin olsun ki evlatlarımız, kardeşlerimiz yaşamını yitirmesin diye bizler barış için çok çalıştık, samimiyetle ve fedakarca çalıştık. Maalesef başaramadık, bundan dolayı da çok üzgünüm.

Şimdi 2,5 yıldır suçsuz yere hapisteyiz ama ‘barış, barış, barış’ demekten de asla vazgeçmedik.

Paylaşın

Demirtaş: HDP’liler Ve Kürtler Her Zaman Barışa Hazır Olacak

Halen Edirne F Tipiş Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş, Amerikan Washington Post gazetesinde yayınlanan yazısında 31 Mart yerel seçiminin sonuçlarını değerlendirdi.

Selahattin Demirtaş, yazısında, seçim sonuçlarını Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için “küçük düşürücü bir yenilgi” olarak nitelendirdi.

Erdoğan’ın eleştirileri dikkate almadığını belirten Demirtaş, “Şu anda kibrinden dolayı ağır bir siyasi faturayla karşı karşıya” ifadelerini kullandı.

Selahattin Demirtaş’ın Washington Post’ta yayınlanan yazısı şöyle:

Selahattin Demirtaş, Türkiye Büyük Millet Meclisi eski milletvekili ve Halkların Demokratik Partisi’nin eski eş başkanı. Halen Edirne Yüksek Güvenlik Cezaevinde tutulmaktadır.

31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimler, Erdoğan başta olmak üzere bütün yönetim eliti için önemli mesajlar içeriyor. Seçimleri haklı olarak bir referandum olarak gören Erdoğan, küçük düşürücü bir yenilgiye uğradı. Partisi, ülkesinde siyasi kariyerine başladığı, kendi şehri olan İstanbul dahil olmak üzere, ülkedeki en önemli beş büyükşehir belediyesinde kontrolünü kaybetti.

“Yolsuzluk, adaletsizlik ve tiranlık eleştirilerine kulak tıkadı”

Erdoğan’ın iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) son yıllarda yalnızca demokrasiden değil, aynı zamanda gerçek İslami değerler ve ahlaktan da uzaklaştı. Cumhurbaşkanı, partisiyle ilişkilendirilen yolsuzluk, adaletsizlik ve tiranlık eleştirilerine kulak tıkadı. Şu anda kibrinden dolayı ağır bir siyasi faturayla karşı karşıya.

Ben de dahil olmak üzere, siyasette yer alması gereken binlerce Halkların Demokratik Partisi (HDP) üyesi şu anda siyasi gerekçelerle cezaevinde. Güvenlik güçleri, partimizin cezaevinde olmayan üyelerini taciz etmeye ve engellemeye devam ediyor. Birçoğumuz iktidar yetkilileri tarafından kriminalize edilip “terörist” olarak ilan edildik. Yine de yıllarca eş başkanlık yaptığım partim, bu son seçimlerde gücünü gösterdi.

Karşısına çıkan bütün engellere rağmen, HDP’nin seçim başarısı dikkat çekicidir. Bu başarı, HDP ve birçok Kürt’ün, devletin baskıcı önlemlerine boyun eğmediğini göstermektedir. HDP’liler bir kez daha; özgür, eşit, demokratik ve barışçıl bir Türkiye’de birlikte yaşama kararlılıklarını gösterdiler.

Orta Doğu’daki (ve özellikle Suriye’deki) mevcut gelişmeler, Türkiye’nin hangi yolu izlemesi gerektiğini açıkça göstermektedir: birlik ve toplumsal bütünlük için çaba göstermeliyiz. Bunu ancak barış ve demokrasi ilkeleri etrafında toplanarak başarabiliriz.

Halihazırda devam eden ekonomik krizin ([AA1] özellikle de işsizliğin ve artan enflasyonun) önüne geçmenin yegane yolu, acilen demokratik ve politik reform uygulamaktır. Ancak Erdoğan’ın merkezinde durduğu mevcut siyasi yapının sicili, bunun için gerekli irade, kapasite veya cesarete sahip olmadığını gösteriyor.

“Kürtlerin büyük çoğunluğu diğer halklarla barış içinde yaşamak istiyor”

Erdoğan’ın muhaliflere ve özellikle de Kürt halkına yönelik ayrıştırıcı politikaları, toplumun kutuplaşmasını artırıyor. Kürtlerin büyük çoğunluğu diğer halklarla barış içinde yaşamak istiyor; şiddet ve savaştan usandılar. Evet, Kürtlerin daha fazla demokrasiye ihtiyaç duyduğu, bir dizi politik, toplumsal ve kültürel talepleri olduğu doğrudur. Muhalefetteki bizler bu amaçların yerine getirilmesi için çalışmaya söz verdik. Ancak, bu taleplerin sağlanamamasının ana sorumlusu Cumhurbaşkanı ve iktidar partisidir.

Aralarında milletvekilimiz Leyla Güven’in de olduğu, Türkiye cezaevlerinde ve cezaevleri dışında olan birçok aktivist açlık grevindedir. Açlık grevcilerinin yegane talebi, Abdullah Öcalan’a yönelik mutlak tecride son verilmesidir. Öcalan, yirmi yıldır ağır tecrit koşullarında avukat ve aile ziyaretleri engellenerek İmrali Adasındaki bir hapishanede tutulmaktadır.

Açlık grevcileri, Öcalan’ın Türkiye’deki Kürt sorununun barışçıl ve demokratik çözümünde belirleyici bir rol oynadığını biliyor. Öcalan’ın Türkiye ve Suriye’deki Kürtler arasında önemli bir etkisi olduğu iyi bilinmektedir. Ayrıca, yeniden gündeme gelebilecek olan bir barış görüşmesinde, PKK’nin Öcalan dışında hiç kimseyi dikkate almayacağı da biliniyor.

Öcalan’ın dahil olmadığı hiçbir barış sürecinin sonuçta başarılı olamayacağını ve hatta Erdoğan’ın, birkaç yıl önce PKK lideriyle barışı, bu sebeple değerlendirdiğini söylemek doğru olur. Kürt halkının önemli bir kısmı Öcalan’ı hayati bir muhatap olarak görüyor.

Dahası, seçimlerin sonuçları, sadece partimizin değil tüm Türkiye halklarının barış içinde ve demokratik bir şekilde birlikte yaşamak istediklerini onaylamaktadır. Otoriterliğe ve tek kişilik yönetime karşı çıkıyorlar. Erdoğan’ın bunu anladığını umuyoruz. Bunu yapmazsa, bir sonraki seçimler ona son darbeyi vurabilir.

“HDP’liler ve Kürtler her zaman barışa hazır olacak”

Partimizin tüm üyeleri, hapishanede olanlar da dahil olmak üzere, demokratik ve barışçıl direnişe olan inancımızı yitirmeden çalışmaya devam edecektir. Türkiye için aydınlık ve demokratik bir geleceğe inanıyoruz. Bu seçimlerin yol gösterdiğine inanıyoruz. Hükümet otoriter seyrini sürdürürse daha derin siyasi ve ekonomik krizlerin yaşanacağından endişe ediyorum.

Uluslararası toplumu, Türkiye’yi demokrasi ve barış yolunu seçmeye teşvik etmeye çağırıyoruz. Biz Türkiye halkları olarak, birçok farklılığımıza rağmen sorunlarımızı tartışarak çözebileceğimizi gösterebilmeliyiz. Anadolu ve Mezopotamya tarihi bize çoğulculuk içinde birçok birlik örneği göstermektedir.

HDP’liler ve Kürtler her zaman barışa hazır olacak. Başarılı olacağımıza inanıyorum. Toplumumuzun tüm kesimlerini bir araya getirerek, güçlü bir demokrasiye ve ekonomiye sahip bir ülke yaratacağız. 31 Mart seçimleri bize yolu gösterdi.

Paylaşın