Selahattin Demirtaş: Demokrasi İçin Bedel Ödüyoruz

Kobani Davası’nda konuşan eski HDP Eş Genel Başkanı Salahattin Demirtaş, “Halk demokrasinin tadına varsa bir daha vazgeçmez. Biz devlete karşı, hükümete karşı en büyük demokrasi savaşını içimizde yaptık, hala yapıyoruz. Bizim partimizde kimse kimsenin önünde eğilmez. Ben partide eş başkan iken yaptığım her hata arkadaşlarım tarafından eleştirildi. Biz demokrasi için bedel ödüyoruz” dedi.

IŞİD’in Kobani’ye yönelik saldırılarına karşı 6-8 Ekim 2014 tarihinde gerçekleşen protesto eylemleri gerekçe gösterilerek, Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanları ve Merkez Yürütme Kurulu (MYK) üyelerinin de aralarında bulunduğu 18’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobani Davası, Sincan Cezaevi Kampüsü’ndeki salonda devam ediyor.

Ankara 22’nci Ağır Ceza Mahkemesi tarafından görülen duruşmaya, siyasetçiler ve avukatlar Ses ve Görüntü Bilişim Sistemi (SEGBİS) ile katıldı. Duruşma, HDP eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın savunmasıyla devam etti.

Mezopotamya Haber Ajansı’nda yer alan habere göre, beyanlarına kaldığı yerden devam eden Demirtaş, 13 Kasım 2012’de Mardin’de yaptığı bir konuşmasının mütalaada suç olarak lanse edildiğini paylaştı. Demirtaş, suçlama konusu yapılan konuşmasını Kürtçe yaptığını, içeriğinin açlık grevleri ile ilgili olduğunu ve açlık grevinde bulunan tutsakların talepleri arasında bulunan PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın özgürlüğüne vurgu yaptığını hatırlattı. Yaptığı konuşmanın üzerinden altı yıl geçtikten sonra konuşması hakkında fezleke hazırlandığını kaydeden Demirtaş, “Fezlekede benim konuşmalarım ile Ahmet Türk’ün konuşmaları da bir biriyle karıştırılmış” dedi.

Demirtaş’ın savunmasından öne çıkan başlıklar şöyle: “Konuşma içeriğinden anlaşıldığı gibi suç suçluyu övme yok. AİHM ve AYM kararlarını hatırlamak istemiyorum ama ‘suçu ve suçluyu övmek’ bu değildir. Bir kişi yaptığı suçtan dolayı övülürse suç olur. Örneğin hakeme yumruk atan Ankaragücü Başkanını alkışlayanlar, suçu ve suçluyu övmüştür.

Sayın Öcalan’a sayın demek suç ve suçlu övmek ise Türkiye’nin yarısı suçludur. Peki burada bir ‘terör örgütü propagandası’ var mıdır? Mesela hangi örgütün propagandası var? Ne fezlekede ne iddianamede böyle bir şey yok. Ya da Demirtaş Kürt olduğu için akla PKK mi geliyor deyip yazmayı gerek duymamışlar mı? Yazma gereği duyulmamış bir suçlamanın savunmasını nasıl yapabilirim? Şimdi hangi örgüt olduğunu bilmediğim için savunma yapmasam yerindedir. Fezleke iş olsun, dostlar alışverişte görsün diye hazırlanmış bir fezlekedir.

O dönem devam eden açlık grevlerine ilişkin taleplerinin yerine getirilmesi için yapılan bir konuşma var. O dönem hükümetine yönelik eleştiriler var. Bir konuşmanın propaganda sayılabilmesi için açık ve yakın bir tehlike oluşturması gerekir. Bir şiddet çağrısı, bir övgü varsa, bu tek başına propaganda sayılmaz; açık ve yakın bir tehlike olması lazım.

Ayrıca yerel makamların yapması gereken de şudur; o gün o konuşma nedeniyle bir şiddet dalgası var mı, ona da bakması lazım. Yargıtay kararları var. Örneğin ‘Yaşasın PKK’, ‘Yaşasın Apo’ ve ‘Yaşasın gerilla’ propaganda değerlendirilmemiş. Bizzat bir şiddeti teşvik etmesi lazım. Konuşmada da böyle bir şey yok. Yeni bir sürecin sosyopsikolojik alt yapısını hazırlamak üzerine yaptığımız bir mitingden bir konuşmadır. Aralık sonu itibari ile bir heyet, PKK Lideri Abdullah Öcalan ile görüşmüştür ve sonrasında süreç resmi olarak başlamıştı.

PKK Liderine yönelik kurgulanan 9 Ekim 1998 komplosunu anımsattığını, bunun son bulması gerektiğini ve Kürt sorununun çözümünün Öcalan’ın muhatap alınması ile çözülebileceğine” dair olduğunu söyledi. Demirtaş’ın, bu doğrultuda paylaşımda bulunurken mahkeme başkanı tarafından sözü kesildi. Mahkeme başkanı, Demirtaş’ın paylaştığı bu bilgilerin yazılı olarak da mahkemeye sunulmasını istedi.

Bir bütün olarak yaptığımız her şey ve konuşma siyasi faaliyettir. Hangi amaç ile yaptığım bellidir. Dönem itibari ile de bellidir. Ortada bir şiddet yoktur. Şunun altını da çizeyim; biz bunları söylerken diğer arkadaşlarımız da bunları yürütmek ile görevlidirler. Aynı suçlamalar onlara yönelik de var. Onlar da bizim gibi siyasi faaliyette bulunmuşlardır” diye kaydetti.

Fezlekenin de bilirkişi raporunun da sağlıklı hazırlanmadığı görülüyor. Burada her ne kadar anlaşılmasa da buradaki konuşma bana aittir. Açlık grevinin bitmesi için hükümete, halka yaptığım duyarlılık çağrısıdır. Adalet Bakanı Sadullah Ergin, Sincan’da bulunan arkadaşlarımızı ziyaret etmişti. Bu adımın devam edilmesi gerektiğini işaret etmiştim.

Bu konuşmalar ve atılan adımların ardından PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın açlık grevlerinin son bulması için not gönderdiğini ve bununla birlikte bittiğini ve yeni bir sürecin adımları atıldığını ifade eden Demirtaş, “Toplumsal bir sorunun siyasi çözümü için elinde mekanizmalar var. Parlamenter ise içtüzüğün kendisine tanıdığı hakları kullanır.  Soru önergesi, araştırma önergesi verebilir. Gündem dışı konuşabilir. Bütün hakların kullanarak siyaset yapabilir. Aynı zamanda Meclis dışında da siyaset yapabilir. Yaptığımız bu konuşmalar tabanımızın bize oy verme gerekçesidir aynı zamanda. Bu konuşmalar bizim siyasi faaliyetlerimizdir.

Mahkeme başkanı cemaatten alındı. Sizlerde o dönemde büyük ihtimale yargıçtınız. Bu salon gibi büyük bir salon yapıldı. Tamamı bizim parti üyelerimiz, arkadaşlarımız tutuklandı. Biz de duruşmaları izlemeye gidiyorduk. 3 buçuk yıl sadece şu yaşandı; Arkadaşlarımızı çeşitli cezaevlerinde getiriyorlardı. Yoklama yapılırken arkadaşlarımız Kürtçe buradayım diyordu. Mahkeme başkanı bu sırada ‘kapat mikrofonu’ deyip konuşmayı kesiyordu. Bu durum o kadar büyük bir krize dönüştü ki avukatlar çeviri yapmak istiyorlardı.  Ancak hiçbir talep kabul edilmedi. Beş yıl boyunca tutuklu kaldılar. Cemaatin yargıçlarından ancak uzun tutukluluk süresinin dolması ile kurtuldular.

O sırada partinin eşbaşkanıydım. Arkadaşlarımızın bir kısmı açlık grevi yapıyordu. Bir kısmı milletvekili seçildi. Açlık grevi taleplerini az önce okudum. Kendileri için bir şey istemiyorlardı. Onların sesinin duyurabilmek kamuoyu ile paylaşmak en azıdan arkadaşlarımızın ölümünün önüne geçmek için yaptığımız şeyler. Biri açlık grevine başlamış ise onu ondan çeviremezsin.

Kendi kendine karar verip bunu yapan birini döndürmek mümkün değildir. Zaten etik de olmaz. Bu faaliyetlerimiz de doğrudan barış ile ilgilidir. Şimdi cemaatin yaptıkları unutuluyor. Bu davalara bakan başkan darbe girişimi gerçekleştiren kişi olarak tutuklandı, cezasını yattı ve çıktı. O kadar zulmü, haksızlığı yaptı. Bizden kısa bir süre önce tutuklandı, hüküm aldı, infazını çekti ve çıktı. Biz hala savunma yapıyoruz. Bu nasıl bir adalet duygusu, vicdan anlamış değiliz.

Siyasi konuşmalarımız ‘bölücü terör örgütü, anayasal, cinayet, bayrak yakmadan’ gibi başlıklar altında değerlendiriliyor. Her şeyden yargılanıyoruz. Değişen ne oldu bu süreçte? Cemaat gitti, ortaklar değişti. Cemaat gitti, MHP geldi. Ortak düşman; Kürtler, kadınlar, Aleviler olarak görülmeye devam ediliyor. Bu fezleke hazırlandığında fezlekeyi hazırlayanlar da içinin boş olduğunu biliyorlardı.

Cemaat ‘çözüm sürecinin’ başlayacağını biliyordu. Bu nedenle bütün siyasi faaliyetlerimizi engellemeye çalışıyorlardı. Suç olarak görüp fezlekeler hazırlıyorlardı. Biz burada barış için miting, yürüyüş yapıyoruz. Emniyet ve valilik bunları engelliyorsa demek ki barışı engellemek istiyorlardı. Bunu Batman’da yaptığımız mitinglerde de söyledik. Bizim bakan ile görüştüğümüzü biliyorlar. Buna rağmen bunu yapıyorlardı. Müzakere ederken bile rakibimizi eleştiririz. Karşımızdakilerin tavrı ise ‘sizin ile müzakere ediyorsak biat edeceksiniz’ şeklindeydi. ‘Bugün hem görüşüyor hem Erdoğan’ı eleştiriyorsun hem de yolsuzluk yaptığını söylüyorsunuz’ diye bizi eleştirenler var.

Kürdistan’da hiçbir zaman bir cemaat bu kadar baskın değildi. 2004 ile başlayan süreç ile bölge tamamıyla Fethullah Gülen cemaatine teslim edildi. İstihbarat, medya temsilcileri, adliye, emniyet, yargı, özel okullar, Nil Kolejleri açıldı. Her yerde Nil Koleji vardı. Bölgede buna rağmen taban bulamadı ama bürokraside çok etkindi.

Ben Diyarbakır’da avukat iken bisikletle ile bir gazete dağıtıcısı gazete dağıtırdı. Her sabah adliyeye gelirdi. Ve her hâkim ile savcının odasına dağıtırdı. Gazete ise Zaman gazetesi idi. Girdiğiniz her hâkim ile savcının masasında muhakkak Zaman Gazetesi olduğu beli olacak şekilde dururdu. Yaka kartı gibi savcı ve hakimlerin masalarında dururdu. Bunu yapmayan fişleniyordu. Yapmayan üç beş kişi vardı onlar da daha sonra sürüldü. Kürtleri Fetullah Gülen’e teslim etmelerinin nedenini ideolojikti. Bize düşmanca davrandılar.

“Siyasal İslam, Kürtler arasında örgütlenemez”

Cemaat, Saidi Kurdi’yi referans aldığını ileri sürerdi ancak tüm kitap ve çalışmalarından Kurdi ifadesini kaldırdılar. En çok Kürt düşmanlığı yapanlara dönüştüler. Onlara biat etmediğimiz ve Türkleşmediğimiz, Kürt olduğumuz için düşman olarak gördüler. Bu arada Kürtler arasında örgütlenemediler. Çünkü siyasal İslam, Kürtler arasında örgütlenemez.

HÜDA-PAR ve tarikatlar ile cemaatler ile girmek istiyorlar ama giremiyorlar. Siyasal İslam’ı içine alamayacak kadar İslam dini yaşamın her alanına girmiştir. Bu nedenle cemaat ile teslim alınmak istendi. Kürt halkı bu coğrafyada ilk İslam’a geçen halkalardan biridir. Hep özerk yaşamıştır. Kendi dilini, kültürünü bu nedenle korumuştur. Türkiye Cumhuriyeti devleti, Türk Dil Kurumu ile ilan ettiği resmî ideolojisini pratikte uygulayamamıştır. Bunun nedenleri arasında medreselerde kendi dilinde aldıkları eğitim etkili olmuştur.

Burada İslam eğitimi de almışlardır. Ayrıca coğrafya olarak da mümkün değildir. Zagros Dağ silsilesi bölgesinde bugünün teknoloji ve iletişime rağmen hâkim olması pek mümkün değildir. Kürtler dağlı halk olarak bilinir. Bu dağların eteğinde yaşam kurmuşlardır. Bunları niçin anlatıyoruz; belki bu kadar tarih bilgisi ne diyebilirsiniz. Bakınız Selçuklu geliyor yapamıyor, Bizans yapamıyor hiç kimse fethedemiyor. İslami kültür olarak almış Kürtler. IŞİD’ten züppelik hocadan, TRT veya diyanetten öğrenmişler. İlk dönemlerden ne öğrenmişler ise o saf hali ile korumayı başarmışlar.

İslami çarpıtan, rant, güç kullanan hiç kimse kendi İslam anlayışını bu topraklarda egemen kılamamıştır. Fethullah Gülen’e de devlet de göz yummuştur. Yeter ki Kürtleri fethetsin. Ne yaptılar ettiler edemediler, bu sefer dini satmaya geldiler. Sonra Fethullahçılar da defolup gittiler. Ayrıca başaramazlar. Oraya damgasını vuran bir dayanışma, dürüstlük, doğruluk kültürü vardır. Bu kültüre göre Kürdistan coğrafyasında kadın erkek yan yana olur. Halayda yan yana olur. Orada İslam’ın formu ile Kürt kültürü ile bir sentez oluşturmuş. Bir yaşam formu oluşturulmuş. O yüzden Gülen ve ekibi saldırı ve tehditleri yaparken arkasında Erdoğan ve Türkiye Cumhuriyeti devleti vardı.

İletişim Başkanlığı binasından 7/24 ve üç vardiya olarak bizlere karşı algı yürütülüyor. 24 saat binlerce personel, bakanlık bütçesi kadar bütçeyi ne yapıyorlar? Ben söyleyeyim; bu dava başta olmak üzere algı yaratmak için bir operasyon ekibi var. Çıksın inkâr etsin Erzurumlu Kürt Fahrettin. Senin istihbaratçılarla, sosyologlarla, beden dili uzmanları dahil olmak üzere pek çok işin erbabı kişi ile emniyetten, istihbarattan, gelen veriler derleyip toplayıp algı yarattığını biliyoruz. Hatta hangi spot ile linç edilecek kişi, üst katta belirleniyor. Bunları biliyoruz.

Fahrettin Altun da günün konusuna bakarak, kimin linç edileceğine karar veriyor. Her şeyin ayrı bir birimi var. Bir toplum farkında olmadan algı ile yönetiliyor. Şimdi biz bu davada yargılanıyor ve anlatmaya çalışıyoruz. Herkesin hesabını iyi yapması lazım. Çağ algı çağıdır. Eski tarz ve yöntemler ile faşizme karşı mücadele edilemiyor. Bu fezlekeleri cemaatler yazdı. Cemaatci polisler tutanak tuttu. İddianameyi hazırlayan savcı cemaatçi çıktı. Şu anda bir mahkemede yargılanıyoruz. Hakimler cemaatçi değil herhalde olsa ortaya çıkardı.

İçinde şiddet olmayan bu konuşmalar nedeniyle savcı bizim niçin cezalandırılmamızı istiyor. Belki rahatsız olduğunuz şeyler vardır. Öyle bir algı oluştu ki belki bundan dolayı rahat da değilsiniz. Belki de Fahrettin iyi çalıştı deyip ‘işimiz kolaylaştı’ diyorsunuz. Adalet falan yok, algı var. Siyasi çıkarlar var. İktidarın, kendi iktidarını sürdürebilme beklentisi var. Buna da her gün söylüyorlar zaten.

Örneğin Bahçeli açık söylüyor. AYM’ye Kandil’in ‘arka bahçesi’ diyor. Ben onların yerinde olmak istemezdim. AYM’ye nasıl der bunu Bahçeli? Bunu yaparak tam olarak neye hizmet ediyor? AYM’yi gözden çıkarıyorlar. Şimdi Türklerde devlet töredir. Töre önce gelir. Türkün tanrısı devlettir. Türkün Allahları da devlettir. Peki niye devletin Anayasa Mahkemesi’ni bu hale getiriyorlar? AYM’nin gözden çıkardıklarına göre daha büyük bir şey kazanıyor olmalılar.

Kürtler binlerce yıl sonra Anadolu coğrafyasında merkeze oynuyorlar. Merkez siyaseti yapıyorlar. Onların belirlediği çeperden çıktılar. Bütün Türkiye’yi demokratikleşme iddiası ile yürümeye başladılar. Onlar açısından tehdit büyüktür. Bu nedenle AYM de parlamento da gözden çıkarılır. Yeter ki bu HDP merkezi olmasın. Arkadaşlarımıza uyarımdır; HDP’den sapma bunlara hizmet eder. Beklentileri bu yöndedir.

Öyle yaparsak bize karışmayacaklar. ‘Kendi mahallende oyna arada bir bombalar, atar döveriz ama mahallende oyna’ diyorlar. Ama herkesi yönetmeye talibiz dersen; Türk devlet aklı devreye girer. Sen devleti soyup soğana çeviriyorsun. Bırakın bir on yıl yönetelim halk görsün. Çünkü biliyorlar ki gelsek bir daha esameleri okunmayacak. Halk demokrasinin tadına varsa bir daha vazgeçmez. Biz devlete karşı, hükümete karşı en büyük demokrasi savaşını içimizde yaptık, hala yapıyoruz.

Bizim partimizde kimse kimsenin önünde eğilmez. Ben partide eş başkan iken yaptığım her hata arkadaşlarım tarafından eleştirildi. Biz demokrasi için bedel ödüyoruz. Onun bunun kara kaşı, kızıl sakalı için bedel ödemiyoruz. Bu orada, bu parti içine yönelik bir mesajdı.

Başka bir konuşmamda gerilla kelimesi suçlama konusu yapıldı. Bu bir suç değildir ve gerilla gerilladır. Güney Amerika’da da burada da anlamı aynıdır. Bir kişi yaptığı terör eylemi nedeniyle terörist olarak görülür. Bu bir polis de olabilir bir sivil de olabilir. Aynı zamanda bir devlet de terör eyleminde bulanabilir. Bir de Kurdistan ifadesi var. Açıkçası buna dair suçlamanın olmasından utanıyoruz. Kurdistan yok diyenler var. Bu utanç verici bir durum.

İnsan vatanını, dilini savunur bu milliyetçilik değildir. Eğer dilini ve milletini birinden daha üstün görürsen bu milliyetçiliktir. Biz sokakta, biz Kürdüz deyip bağırmıyoruz. Biri Kürt, Kürdistan olmadığını söylediğinde varız diyoruz. Yüz yıldır bunun için çalışılıyor. Şu anda İletişim Başkanlığı bunu sürdürüyor. Yıllardır burada kendimi paralamamın nedeni budur. Daracık hücreden bunu görüyoruz. Gelinen süreç ortada. Bazı arkadaşlar popülist deyip duruyor. Partinin önüne geçti diyor ama gelinen süreç ortada.”

Demirtaş, öğleden sonra görüşünün olduğunu paylaşarak duruşmaya haftaya Salı gününe kadar ara verilmesini istedi. Mahkeme, duruşmayı 2 Ocak’a kadar erteledi.

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir