İstanbul: Hırka-i Şerif Camii

Hırka-i Şerif Camii; İstanbul’un Fatih İlçesi, Hırka-i Şerif Mahallesi, Akse­ki Caddesi üzerinde bulunmaktadır. Hırka-i Şerîf Camii, Sultân Abdülmecid tarafından 1850 yılında Hz. Peygamber tara­fından Veysel Karanî’ye hediye edilen “Hırka”nın muhafaza edilmesi ve halkın daha ra­hat ziyaret etmesi gayesiyle yapılmıştır.

Cami, kesme taştan ve sekiz köşeye müs­tenit tek kubbelidir. Sekiz büyük, sekiz de yarım daire şeklinde 16 penceresi vardır. Pencerelerin üzerlerindeki ya­zılar Mustafa İzzet Efendi’ye aittir. Caminin içindeki Lafza-i Celâl, Hz. Peygamber’in, Cihârıyâr-ı Güzin’in, Hz. Hasan ve Hüseyin’­in isimlerini taşıyan levhaların yazıları ise, Sul­tân Abdülmecid’e aittir.

Gerek plânında ve gerek yapımında büyük itina gösterilen Hırka-i Şerîf camiine 1847 tarihin­de başlanmış ve 1851 yılında ta­mamlanmıştır. Cami iki katlı bir yapıya sahiptir. Üst kat­ta cemâatin Hırka-i Şerifi rahatça ziyaret et­melerini sağlayacak ayrı giriş ve çıkış koridor­ları, Hünkâr Dairesi, Hırka-i Şerif Odası, Üveys ailesi için meşruta, tuvalet ve abdest alma muslukları, müezzin mahfili ve odalar bulunmaktadır.

Caminin mihrabı, minberi ve kürsüsü al­tın yaldızlı ve işlemeli olup, rokoko stilde, mozaik taşlardan yapılmıştır. Mihrap üstün­de madeni borulu islik bulunmaktadır. Girişte son cemâat mahfili bukunan caminin kesme taştan ve tek şerefeli olan iki minaresi vardır. Ampir üslûptaki minareler gövdeden ve binanın üstünden başlamaktadır. Şerefe alt­larında bulunan çıkmalar korint üslûbundaki başlıkları takliden işlenmiştir.

Şerefe kor­kulukları sekiz köşeli olup klâsik minarele­rin stalâktitli şerefeleri de zamanın sütun baş­lıklarının bir nevi benzerleridir. Külahı ise, kurşun kaplıdır. Girişleri de avludandır. Ca­miye, üç kapılı avludan girilmektedir. Kıble yönündeki giriş bugün kapatılmıştır. Sağ­daki avlu kapısı üzerinde Sul­tân Abdülmecid’in tuğrası bulunmaktadır.

İstanbul’un kısa tarihi

İstanbul’un tarihi, Yenikapı Theodosius Limanı kazılarıyla gün ışığına çıkan Neolitik çağ yerleşimiyle, 8500 yıl geriye uzanmış, bu süreçte kentin geçirdiği kültürel, sanatsal, jeolojik değişim ve kent arkeolojisi hakkında yeni bir dönem açılmıştır. Şüphesiz, İstanbul’un tarihi ile ilgili en göze çarpan özelliği, Roma, Bizans ve Osmanlı İmparatorluğu gibi üç evrensel imparatorluğa başkentlik yapmış olmasıdır.

M.S. 4. yüzyılda Roma İmparatorluğu çok genişlemiş; İstanbul, stratejik konumundan dolayı, İmparator Büyük Konstantin tarafından Roma’nın yerine yeni başkent olarak seçilmiştir. Kent 6 yılı aşkın bir sürede yeniden düzenlenmiş, surlar genişletilmiş, tapınaklar, resmi binalar, saraylar, hamamlar ve hipodrom inşa edilmiştir. 330 yılında yapılan büyük merasimlerle, kentin, Roma İmparatorluğu’nun başkenti olduğu resmen açıklanmıştır.

Yakın çağın başladığı dönemde İkinci Roma ve Yeni Roma adları ile anılan kent, daha sonra “Byzantion” ve geç devirlerde Konstantinopolis olarak adlandırılmıştır. Halk arasında ise kentin adı tarih boyunca “Polis” olarak anıla gelmiştir. Büyük Konstantin’den sonraki imparatorların da şehri güzelleştirme çabalarının devam ettiği anlaşılmaktadır. Kentteki ilk kiliseler de Konstantin’den sonra inşa edilmiştir. Batı Roma İmparatorluğu’nun 5. yüzyılda çökmesi nedeniyle, İstanbul, uzun seneler Doğu Roma İmparatorluğu’nun (Bizans) başkenti olmuştur.

Bizans döneminde yeniden inşa edilen kent, surlarla tekrar genişletilmiştir. Günümüzdeki 6492 m. uzunluğundaki ihtişamlı şehir surları, İmparator Il. Theodosius tarafından yaptırılmıştır. 6. yüzyılda nüfusu yarım milyonu aşan kentte, İmparator Justinyen idaresinde bir altın çağ daha yaşanmıştır. Günümüze kadar ulaşan Ayasofya, bu dönemin bir eseridir. 726-842 yılları arasında kara bir devir olan Latin egemenliği, 4. Haçlı seferinin 1204 yılında şehri istilası ile başlamış, tüm kilise ve manastırlar ile abidelere kadar şehir yıllar boyu talan edilmiştir. 1261’de idaresi tekrar Bizanslıların eline geçen kent, eski zenginliğine tekrar kavuşamamıştır.

İstanbul, 53 günlük bir kuşatma sonrası, 1453’te Türklerin eline geçmiştir. Fatih Sultan Mehmet’in savaş tarihinde ilk defa kullanılan iri boyutlardaki topları, İstanbul surlarının aşılmasının önemli bir sebebidir. Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti buraya taşınmış, ülkenin çeşitli yerlerinden getirilen göçmenlerle şehir nüfusu arttırılmış, boş ve harap olan şehrin imar çalışmalarına başlanmıştır. Şehrin eski halkına din hürriyeti ve sosyal haklar tanınarak, yaşamlarını sürdürmeleri sağlanmıştır. Fetihten yüzyıl sonra ise Türk Sanatı şehre damgasını vurmuş, kubbeler ve minareler şehir siluetine hakim olmuştur.

16. yüzyıldan itibaren Osmanlı Sultanlarının Halife olmalarından ötürü, İstanbul tüm İslam dünyasının da merkezi olmuştur. Sultanların idaresinde şehir tamamen imar edilmiş, büyüleyici bir atmosfere bürünmüştür. Eski akropolde kurulu Sultan Sarayı, Boğaziçi’nin ve Haliç’in eşsiz manzarasına hakim kılınmıştır. 19. yüzyıldan itibaren Batı dünyası ile sıklaşan temaslar sonrası, camiler ve saraylar, Avrupa mimarisi tarzında, Boğaziçi kıyılarına inşa edilmeye başlanmıştır.

Kısa sürede inşa edilen birçok saray, Osmanlı İmparatorluğu’nun son döneminin de sembolleridir. 20. yüzyılın başında, İstanbul, Osmanlı İmparatorluğu’nun sona ermesine şahit olmuştur. Osmanlı İmparatorluğu parçalanırken ve iç ve dış düşmanlar kendi payları için mücadele ederken; Mustafa Kemal Atatürk, Türk Milletinin desteğini alarak, silah arkadaşları ile birlikte, vatan toprağının kurtarılması için mücadeleye girişmiştir. Milletin iradesi ile kazanılan Kurtuluş Savaşı’nı müteakiben; Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde, 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulmuştur.

Bu süreçte, başkentin Ankara’ya taşınması, İstanbul’un önemini değiştirmemiştir. Bu eşsiz şehir, büyüleyici görünümü ile dünya üzerindeki en önemli kültür-turizm-sanat-finans ve ticaret başkentlerinden biri olmayı sürdürmektedir.

 

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir