Ersan Erçelik Kimdir? Hayatı, Eserleri

29 Temmuz 1980 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Ersan Erçelik, Celal Bayar Üniversitesi, İşletme Bölümü’nden mezun oldu. Edebiyatçılar Derneği ve TEMA üyesi olan Erçelik halen İzmir’de yaşamaktadır.

Haber Merkezi / 2002 de yazmaya başladı. Şiir, deneme, eleştiri, inceleme, öykü ve söyleşileri, Varlık, Yasakmeyve, Agora, Damar, Deliler Teknesi, Edebiyat ve Eleştiri, Eski, Güney, İle, Karakalem, Koridor, Kum, Mor Taka, Patika, Şiiri Özlüyorum, Ünlem, Yaratım, Yom Sanat, Cumhuriyet Kitap gibi dergilerde yayımlandı.

Eski dergisinde başladığı “Şiirle Yüz Yüze” adlı şiir eleştiri yazılarını Deliler Teknesi’nde, çeşitli temaların şiirle ilişkisini ele aldığı denemelerini “Keşfedenler İçin Atlas” başlığı ile önce Kum dergisinde, sonra Karakalem dergisinde sürdürdü. “2007 Şiir Teknesi” adlı şiir yıllığını hazırladı.

Eserleri;

Yüzüm Yeryüzünde Bir Dövme (2007)
Kırık Pena (2007)

Ödülleri;

2007 8. Uluslararası Altın Safran Belgesel Film Festivali Şiir Ödülü (Birincilik) / Kırık Pena ile
2007 İzmir Karşıyaka Belediyesi Homeros Şiir Ödülü (Üçüncülük) / Mezarkabul adlı dosya ile
2007 Doğan Şadıllıoğlu Ödülü (Mansiyon) / Eros’un Nefesi adlı dosya ile
2008 Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği Şiir Ödülü (Birincilik) / Yüzüm Yeryüzünde Bir Dövme ile

“Uykuya dalmadan”

Denize doğru
aramıza yerleşiyor yorgun rüzgâr
orada, çimenlerde dinlenen temmuz ışığı
yaşlı ağaca dayalı tahta merdiven
gün boyu beyaz dut toplamışlar
kızarmaya bırakmışlar narları.

Üstümüze gelirken yıllar, yine de güzelsin
uzaklaşırken kamera çitlere doğru
soğuk sular dökünüp geçiyorsun içimden
çıplak adımlarla
en güzel hayallerini giyin, en renkli şalını dola
düş ki, seninle birlikte gitmek ister.

Sırılsıklam iliklerim seninle
avuçlarınla yaklaş güneş düşerken kumsala
aramızda ormanların, uzak kırların rengi
gözünü bahara açan ilk gelinciğin
olgunlaşıp yere düşen dutlar
gün bize bırakmış tayların yelesini.

Uyandık seninle, her yanda kumru sesi
rüzgârın gömleği gül desenli, gül kokulu her bahar…

“Kelebek burcu”

Gecenin kirpiklerinden konuşalım. Mavi bir sokağı
dönmeden sesin, kelebek burcundansın
attar aşkın yedi şehrini dolaşsa da
biz sokağın ucunda, ne kadar eskitsem bir uç veriyor asma
yaprağın. Düşünürken gördüm avluya düşen gölgeyi.

(İlhan Berk bilir, gezdiği yerde yeşil bir dal vardır.)

Bir elmayı soyar gibi bakarsın toprağa
anlamaktan hep kuşku duydun. Sezginin deniziydi
uyuyordu sözcüklerinin kıyısında.
Şimdi çiçeğin üstüne basarak geçiyor rüzgâr
dut dalları söyleştiği.

Rüzgar ki bilmez çocukluğunu, bundandır hırçınlığı.

Hortum döne döne çalışır fırtınasına
ardına bakmaz dünya, farkında değildir hızının.

(Dünya ki, hiç kimse onun gibi bakmadı kendine.)

Sarı bir kedi gözlerini dikmiş bakıyor
gerinen bahar göğüne.
Daha bir limon kadar sararmamıştır
öğlen vakti. Karşıdan karşıya geçiyor bir kadınla
bir çocuk. Otlara devrilen bir akşam el ele.

Akşamın saçları ki uzundur sevişmeler kadar.

Mayısın gönyesi kırık, bayırlara açık pergelinin ucu
defterinin kenar süslerinden uçurmuş kuşları.

(Bir vadi uyanmış sığırcıkları gösteriyordu.)

Gecenin kirpiklerinden konuşalım. Şimdi akşamdır
senin orada vakit, salıncak bilir
ipte sallanır beyaz gömlek rüzgârla.
Yakından bakıldığında ışıltılar, sonsuz sulardır
zaman. Denizin kıyısında taşlar, midye kabukları toplar.

(Denizin adı dalgaların içindedir, İlhan Berk’in şiirde.)

“Hançer dansı”

Gecenin esneyen bir ağzı vardır
ağaç yanlış açıyordur çiçeğini

Sabah uyanan taşlarla başlar büyük suya
terk edilen insan birden uçurumdur kendine

Menzil damlayadursun yolu özleyene
usulca açılır insana bir ağıt, bir yalnızlık

Giderek beni unut sezginin dilinde.

Ağzı tütün kokan sıkıntı
çıplak incinmişliğimizi giyinse

İçini tutan kolonlarda dozerin diş izleri
zamanla birer enkaz arkadaşlığın mazisi de

Bir arkadaşlık ki nice demlerden sonra
fedakârlığın camı öyle narin, hohlasan kırılır

Giderek sesi çıkmaz olur bıçağın kesişine.

Susmayı öğrendiğimiz sınırların dili
hangi boşluğu soyunsak avutan bir sanrı

Baharın bahçesinde bir tümce serinlik
yağmurun dostça uzanması çimene

Ne zaman küslüğe kapansa kapıları
uzun süre ipte beklemiş bir boyun gibi

Yaradan konuşmanın hançeri kalır geriye!

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir