Anayasa Mahkemesi, HDP’li Güzel’in Başvurusunu Reddetti

Anayasa Mahkemesi (AYM), Halkların Demokratik Partisi (HDP) Diyarbakır Milletvekili Semra Güzel’in, yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) kararının iptali istemiyle yaptığı başvuruyu reddetti.

Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasında AKP’nin yanında İyi Parti ve CHP de “evet” oyu kullanmıştı. 1 Mart’ta TBMM Genel Kurulu’nda dokunulmazlığı kaldırılan Güzel, dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin iki ayrı TBMM kararının iptali istemiyle Anayasa Mahkemesine başvurdu.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, iki ayrı başvuruyu görüştü. İki başvuruyu birleştiren Mahkeme, Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılmasına ilişkin iki TBMM kararının, anayasaya, yasaya ve TBMM İçtüzüğü’ne aykırı olmadığına ve iptal istemlerinin oy birliğiyle reddine karar verdi.

TBMM tarafından yasama dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verilmesi durumunda, bu karara karşı iptal istemli başvurularda Anayasa Mahkemesi iptal istemini “kesin” olarak karara bağlıyor. Anayasa Mahkemesinin ret kararının gerekçesinin yazılmasının ardından süreç tamamlanacak.

Ne olmuştu?

2017’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin düzenlediği hava operasyonunda öldürülen PKK üyesi Volkan Bora’nın cep telefonunda yapılan incelemede Semra Güzel ile birlikte çektirdikleri fotoğraflar kamuoyuna yansıdı.

Fotoğrafların iktidara yakınlığıyla bilinen medya organlarında yayımlanmasının ardından AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Karma komisyona süratle bunu gönderdik. Gereği yapılacaktır. Biz parlamentomuzda bu tür birilerini görmek istemiyoruz” dedi.

Güzel, Bora’nın “sözlüsü” olduğunu, fotoğrafın da “çözüm sürecinde çekildiğini” söyledi. Fotoğrafın çekildiği dönemde hiçbir siyasi parti ile ilişkisinin olmadığını, Bora’nın üzerinden çıkan fotoğrafla ilgili de hakkında şimdiye kadar bir soruşturma açılmadığını belirtti. 5 yıl önce ele geçtiğini tahmin ettiği fotoğrafların kendisine yönelik “kumpas” amaçlı kullanıldığını savundu.

Fotoğraf nedeniyle Güzel’in dokunulmazlığının kaldırılması için fezleke hazırlandı ve TBMM Anayasa ve Adalet Komisyonu üyelerinden oluşan Karma Komisyon’a gönderildi.

Komisyon’un dün (20 Ocak) bir araya gelmesinden önce  İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel Güzel’in fezlekesiyle ilgili görüşmelerde “evet” oyu kullanacaklarını açıkladı.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan Erdoğan Ve Bahçeli’ye Sert Sözler

Partisini TBMM’deki grup toplantısında konuşan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile MHP Lideri Bahçeli’yi sert sözlerle eleştirerek, “İktidar ülkeye huzur getirmedi, zengin olan Türkiye’nin bütün kaynaklarını ağırlıklı olarak başta Londra’daki bir avuç tefeciye arından içerideki tefecilere tahsis etti” dedi.

Haber Merkezi / Yap-işlet-devret modeliyle yapılan projelerin maliyetleri üzerinden konuşan Kılıçdaroğlu, “Bu kadar büyük paralar sadece beşli çeteye bırakılacak para değil. Buradan nasiplenenler var. Size sözüm söz o nasiplenenlerin tamamını çıkaracağım ortaya. Paralarını Londra’ya götürdüler o oligarklar o paraların da tamamını getireceğim buraya. Beşli çetenin hamisi ve pazarlamacısının adı Recep Tayyip Erdoğan’dır, kimse kusura bakmasın” ifadelerini kullandı.

Kılıçdaroğlu, Alpaslan Kuytul’un kurucusu olduğu kapatılan Furkan Vakfı’nın destekçilerinin polis tarafından darp edilmesine tepki göstererek, “Furkan Vakfı’nı seversiniz sevmezsiniz, onlar da yürüyüş yapmak istiyor. Orantısız güç kullanıldı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez başörtülü kadınlar bu kadar ağır zulme maruz kaldı” dedi.

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati’nin tepki çeken, “Bir problem mi yaşadınız? Rahat olun. Bize hemen ulaşırsınız. Bürokrasiyi alaşağı ederiz, arkamızda Cumhurbaşkanımız var rahat olun” ifadesi üzerinden de Bahçeli’ye seslenen CHP lideri Kılıçdaroğlu, “E yarın Nebati diyecek ki ‘Biz Bahçeli’yi de alaşağı edeceğiz’ diyecek. Ne diyeceksin peki sen?” diye sordu. Kılıçdaroğlu, “Devletin omurgası bürokrasidir değerli arkadaşlarım” ifadelerini kullandı.

Öte yandan CHP lideri konuşmasında dün görülen Boğaziçi Üniversitesi davasına da değindi. 14 öğrencinin yargılandığı davada öğrencilerin avukatının salondan çıkarılmak istenmesini, hâkimin salonu terk etmesini “garabet” olarak değerlendirdi; Boğaziçi Üniversitesi yönetimine ve iktidara şöyle seslendi:

“Tepeden inme hukuksuz bir şekilde üniversitedeki bütün demokratik atmosferi yok ediyorsanız ve öğretim üyeleri 21. yy.’da biz bu yönetimi istemiyoruz diye aylardır gösteriyorlarsa bütün yeni açtıkları fakülteleri, programları iktidara geldiğimizde tamamıyla kapatacağız. Boğaziçi Üniversitesi gerçek anlamda Boğaziçi Üniversitesi olacak. Haksız hukuksuz bir şekilde belli makamlara gelenlerin de görevlerine son vereceğiz kardeşim. Eski yerlerinize  tıpış tıpış gideceksiniz. Burası sıradan bir okul değil burası Türkiye’nin göz nuru Boğaziçi Üniversitesi diyeceğiz.”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, partisinin Meclis’teki grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Kılıçdaroğlu’nun açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle;

“”Bu kez hiçbir ayrım yapmadan CHP grubunda bulunan bütün vatandaşlarla birlikte televizyonları başında sosyal medyada bizi dinleyen bütün vatandaşlara sevgimizi saygımızı gönderiyoruz. Barışa, huzura, beraber yaşamaya ihtiyacımız var. Bu güzel coğrafyada kucaklaşmaya, yani Nevruz’un gereğini yapmaya ihtiyacımız var.

Beni sever sevmez CHP’ye oy verir vermez ama bütün vatandaşların bu ülkede huzur içinde yaşamaları için çaba göstermek benim boynumun borcudur. Beraber yapacağız kucaklaşacağız helalleşeceğin güzel bir Türkiye’yi birlikte inşa edeceğiz. Eğer orman yangınını söndürmeyi dahi beceremiyorsanız e sizin herhalde vicdanınızın sızlaması lazım.

Haksız hukuksuz bir şekilde avukatlar çıkarıldı öğrenciler çıkarıldı hakim terk etti tam bir garabet yalandı. Başarılı öğrencilerin yurt dışına gitmesi lazım. Yurt dışındaki bazı özel üniversitelerden bunlar kabul edilmişler onların yurt dışı yasakları da halen devam ediyor.

Boğaziçi Üniversitesi’nin bütün yönetimine ve iktidara seslenmek isterim tepeden inme hukuksuz bir şekilde üniversitedeki bütün demokratik atmosferi yok ediyorsanız ve öğretim üyeleri 21. yy.’da biz bu yönetimi istemiyoruz diye aylardır gösteriyorlarsa bütün yeni açtıkları fakülteleri , programları iktidara geldiğimizde tamamıyla kapatacağız.

Boğaziçi Üniversitesi gerçek anlamda Boğaziçi Üniversitesi olacak. Haksız hukuksuz bir şekilde belli makamlara gelenlerin de görevlerine son vereceğiz kardeşim. Eski yerlerinize tıpış tıpış gideceksiniz. Burası sıradan bir okul değil burası Türkiye’nin göz nuru Boğaziçi Üniversitesi diyeceğiz.

Furkan Vakfı’nı seversiniz sevmezsiniz yürüyüş yapmak istiyorlar. Orantısız güç kullanıldı. Cumhuriyet tarihinde ilk kez başörtülü kadınlar bu kadar ağır bir zulümle karşı karşıya kaldılar. Buradan onlara da söz veriyorum. İktidarımızda göreceksiniz herkesin düşüncesine, inancına, kimliğine, yaşam tarzına saygı göstereceğiz.

Geçen hafta çöküşten söz etmiştim. Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların hiç de iyi olmadığını örnekler vererek açıklamaya çalışmıştım. Orada ‘Uyuşturucu baronları, bakın dedim küçük adamların hepsi hapislerden baronlardan kimse yok’ demiştim. Hemen İçişleri Bakanlığı açıklama yapmış. Bunu söylemek polislerin emeğini görmezlikten gelmektir diye bir açıklama yaptılar ve beni kınadılar. Ya benim dediğimi anlamıyor yukarıdaki zat.

Arkadaş benim söylediğim şu. Uyuşturucu baronlarını yakalayan kim? Polis. Savcılığa teslime den polis. Yargılayan kim, hakim. Hapse atan kim, hakim. Serbest bırakan kim, hakim. Peki sen niye alınıyorsun kardeşim? Polis üzerinden bizim üzerimize gelmek istiyor. Polis kardeşlerim beni de çok iyi bilirler Soylu’yu da çok iyi bilirler benim de karakterimi çok iyi bilirler, onun da karakterini bilirler. Benim uyuşturucu konusunda ne kadar hassas olduğunu bütün herkes bilir o zat da bilir. Polis üzerinden sözce bizi eleştirecekler.

Bir yönetmelikleri çıktı polis kardeşlerimizin son derece rahatsızlar. Sürekli bunlar yer değiştirecekler. İki seferdi şimdi 4’e çıkarıyorlar, aile düzenleri bozuluyor. Eşi özel sektörde çalışıyorsa kendi gidecek eşi ne olacak? Çoluk çocuğu var okula gidiyor, bu çocuğun hakkı hukuku yok mu? Güzel bir atasözü öndermişler polis kardeşlerim üç taşınma bir yangına bedeldir. Bunlar üç değil defalarca taşınacaklar. bir yangına değil yangınlara bedeldir. Polis kardeşlerime söz verdim bunları düzelteceğiz.

“Hep beraber ödüyoruz”

İktidar ülkeye huzur getirmedi, zengin olan Türkiye’nin bütün kaynaklarını ağırlıklı olarak başta Londra’daki bir avuç tefeciye arından içerideki tefecilere tahsis etti. O kadar büyük faiz ödüyoruz ki defalarca söyledim. Sonra dayanamadı biz faizi indireceğiz dedi. Faizi indirdi ama öbür taraftan vatandaşın sırtına daha ağır faiz bindirdi. Hiçbir banka faiz indirmedi. Buyurun gidin herhangi bir bankaya bir kredi çek bakalım sana faiz kaç uygulayacaklar. Yüzde 14 ise çok güzel. Kim ödüyor faizi? Hep beraber ödüyoruz.

Bu kadar bürokrasi emniyet de dahil olmak üzere bu kadar bürokrasi eleştirilirken, alaşağı edeceğiz diyorlar. E yarın Nebati diyecek ki ‘Biz Bahçeli’yi de alaşağı edeceğiz’ diyecek. Ne diyeceksin peki sen? Devletin omurgası bürokrasidir değerli arkadaşlarım. Dünyada bürokrasi olmayan bir devlet olur mu. Hiç bakmayın istediğimizi yaparız diyor. Akıl alacak şey değil. Yabancı ona rağmen niye gelmiyor? Yalvarıyor yakarıyor. Ona rağmen gelmiyor. Çünkü sizin ülkenizde can mal güvenliği yok kardeşim. Sizin istediğiniz gibi mevzuatı değiştiririz diyorsan yarın ir başkası gelir sen hiç meraklanma ben o mevzuatı da değiştiririm dersin. Önce istikrar olması lazım.

Yıllar yılı bu millete yalan söyleyip oy devşirip yıllar geçtikten sonra benim söylediği noktaya gelip evet biz bunu devletin kasasından ödeyeceğiz deyip itiraf eden adamın o koltukta bir saniye dahi oturmaması lazım. Vallahi benim kafam bu işlere basmaz biz böyle alicengiz oyunlarını nereden bilelim. Şeytana pabucunu ters giydiriyorlar!

“TC devletinde 84 milyon bir avuç kişinin sömürü alanı haline getirilemez”

AKP veya MHP’ye oy vermiş kardeşlerim ellerini vicdanların a koyup beni dinlesinler. Şehir hastaneleri güzel. Kaça mal ettiniz, yükümlülükler nedir bilmiyoruz. Yapım maliyeti 10 milyar 200 milyon lira. Taahhüt edilen para 82 milyar 500 milyon lira. 10 milyara yapıyor 80 milyar ödeyeceğiz. Altına da imza atmışlar yetkili olarak da Londra mahkemeleri diyorlar iktidar değişirse bize dokunmasın kimse. Bir de gidip sigorta yapmışlar Onların tamamını alacağız. TC devletinde 84 milyon bir avuç kişinin sömürü alanı haline getirilemez.

Yavuz Sultan Selim Köprüsü, yağım maliyeti 3 milyar 300 milyon lira Hazine garantisi 9 milyar lira! Erdoğan’ın baştan dediği neydi? Devletin kesesinden bir kuruş çıkmayacak. Şimdi 9 milyar lira çıkacak! Bunlar sıradan rakamlar değil. Ve bunlar sadece beşli çeteye bırakılacak kadar da küçük rakamlar değil. Eğer önümüzdeki seçimlerde hâlâ ben gidip de AK Parti’ye MHP’ye oy vereceğiz diyorsanız bu soygunun tarafı olursunuz hiç kusura bakmayın.

Bakın dedim ya bu kadar büyük para sadece beşli çeteye bırakılacak para değil. Buradan nasiplenenler var. Size sözüm söz o nasiplenenlerin tamamını çıkaracağım ortaya. Paralarını Londra’ya götürdüler o oligarklar o paraların da tamamını getireceğim buraya. Beşli çetenin hamisi ve pazarlamacısının adı Recep Tayyip Erdoğan’dır, kimse kusura bakmasın. Keşke mahkemeye verse götürüp de kendi imzaladığı yazılarla onaylarla her birisini hakimin önüne koyacağım. Nasıl ihalesiz verdiklerini hepsini koyacağım.

“Sen barajı geçemeyince nereye yüzeceksin?”

Erdoğan, ‘Suriyelileri göndermeyeceğim’ diyor, bu ne demek, ben onlara vatandaşlık vereceğim, benim için oy kullanacaklar demek. Devleti tek başına yöneten bir kişi kendi halkının iradesine değil de Suriyelilerin iradesine güvenip koltuğunu koruyorsa bilin ki artık onun bu memlekete vereceği hiçbir şey yoktur. Bahçeli bugünkü grup toplantısında, ‘Eğer köprüden geçmem diyorsanız buyurun denize atlayıp yüze yüze karşıdan karşıya gidip gelebilirsiniz’ demiş. Tek bir sorum olacak sen barajı geçemeyince nereye yüzeceksin?”

Paylaşın

Rusya / Ukrayna Müzakerelerinde Kilit Konular

Ukrayna’da orduyla Rus birlikleri arasında çatışmalar sürerken barış müzakereleri de devam ediyor. Rusya’nın 24 Şubat’ta işgale girişmesinden dört gün sonra başlayan müzakerelerin bir kısmı Belarus sınırında ya da Belarus’ta yüz yüze, diğerleri video konferans yoluyla gerçekleşti.

İki ülke dışişleri bakanları ilk kez 10 Mart’ta Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun arabuluculuğunda Antalya’da bir araya geldi. Türkiye dışında İsrail’in de arabuluculuk çalışmaları var. Hedef, tarafları liderler düzeyinde bir araya getirmek. Ancak Rus tarafı, Devlet Başkanı Vladimir Putin’in “laf olsun” diye zirve görüşmesi yapmayacağını belirterek bunun için gerekli koşulların müzakere masasında netleştirilmesi gerektiğini vurguluyor.

Peki müzakerelerde hangi konular masada, tarafların tutumu ne?

Toprak konusu

Müzakerelerin en zorlu konusunu Rusya’nın toprak talebi oluşturuyor. Rusya 2014’te, uluslararası hukuka göre halen Ukrayna toprağı olarak kabul edilen Kırım Yarımadası’nı ilhak etmiş, Kırım’ın kuzeydoğusundaki Donetsk ve Luhansk’ta Rusya yanlısı ayrılıkçı silahlı gruplara destek vermişti.

Moskova, işgalin hemen öncesinde 21 Şubat’ta, bu bölgelerde ilan edilen “halk cumhuriyetleri”nin bağımsızlığını tanıdı. Putin’in “özel askeri operasyon” diye adlandırdığı işgalin gerekçelerinden biri de bu bölgede yaşayan Rus kökenlilere yönelik “soykırım”a son verme iddiasıydı.

İşgal sırasında Rus birlikleri Kırım’ın kuzeyi, ayrılıkçı bölgeleri çevreleyen bölgeler ve başkent Kiev’in doğu ve batısında geniş toprakları kontrolü altına aldı. Son durum itibarıyla Rusya’nın Ukrayna’da kontrol ettiği toprakların yüzölçümü 170 bin kilometrekareye ulaştı.

Ukrayna hükümeti ise Kırım’da, ayrılıkçı bölgeler Donetsk ve Luhansk ile işgal sırasında ele geçirilen topraklarda Rusya’nın kontrolünü tanımayacağını kaydediyor. Ukrayna’nın baş müzakerecisi Mikhailo Podolyak, bu konuda tutumlarının değişmediğini belirterek başlıca taleplerini ateşkes, Rus askerlerinin geri çekilmesi ve güçlü güvenlik garantileri olarak sıralıyor.

Moskova ise Ukrayna’nın Kırım, Luhansk, Donetsk ve Kırım’ın kuzeyindeki bölgelerden vazgeçmesi durumunda Kırım’a karadan bir köprü oluşturmuş ve içme suyu tedarikini kontrol altına almış olacak. Ukrayna’nın güney kanadı Rusya için tarihi bir önem de taşıyor. Bölge 1783’te Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kazanılan savaş sonrasında Çariçe Katerina tarafından Rusya topraklarına katılmıştı.

Tarafsızlık statüsü

Rusya’nın üzerinde ısrarcı olduğu konulardan biri de Ukrayna’nın tarafsız ülke statüsünü kabul etmesi. Bu, Ukrayna’nın herhangi bir askeri ittifaka üye olamaması, topraklarında yabancı ülke askeri, silah ve teçhizatı bulunduramaması anlamına geliyor.

Rus tarafı, tarafsızlık statüsünde Avusturya ve İsveç modellerinin masada olduğunu bildirmiş, Ukrayna ise tarafsızlık için güvenlik garantilerine ihtiyaç olduğunu vurgulamıştı. Rusya’nın baş müzakerecisi Vladimir Medinski de, müzakerelerde Ukrayna ordusunun ne büyüklükte olacağı konusunun görüşüldüğünü belirtmişti.

Putin, Ukrayna’nın asla NATO’ya üye olmayacağına dair yazılı garanti talep ediyor. Ukrayna lideri Volodimir Zelenskiy’nin son dönemde ülkesinin NATO üyeliğinin gerçekçi olmadığı ve bu hedeften vazgeçmeye hazır olduklarına dair açıklamaları dikkat çekiyor.

Rusların hakları

Ukrayna’da yaşayan Rus kökenlilerin ve Rusça dilinin statüsü Moskova açısından müzakerelerde büyük önem taşıyan konu başlıkları arasında. Ukrayna’da 2019’da kabul edilen bir yasayla Ukrayna diline özel statü tanınmış ve kamuda zorunlu hale getirilmişti. Yasa, tüm Ukrayna vatandaşlarının Ukrayna dilini bilmesini, devlet memurları, asker, doktor ve öğretmenlerin işe alımında ölçüt olmasını zorunlu kılıyor.

“Naziler”den arındırma

Putin, Ukrayna yönetimini Nazi benzeri aşırı sağcı grupların Rus kökenlilere “soykırım” uygulamasına izin vermekle suçluyor. 2014 yılında Rusya yanlısı ayrılıkçılara karşı gönüllü savaşçılardan kurulan Azov Taburu bu suçlamalarda öne çıkıyor. Rusya, Ukrayna ordusuna dahil edilen Azov Taburunun Rus sivilleri terörize eden ve savaş suçları işleyen bir Nazi örgütü olduğunu vurguluyor.

Grubun önde gelen isimlerinin aşırı sağcı, beyazların üstünlüğünü savunan, Yahudi düşmanı ifadeleri daha önce de kamuoyunun gündemine gelmişti. Ukraynalı yetkililer, Azov Taburu’nun Mariupol’de süren çatışmalara dahil olduğunu defalarca dile getirmişti. Ancak Kiev yönetimi Rus kökenlilere soykırım uygulandığı iddiasını reddediyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Bakan Bilgin ‘Asgari Ücrete Zam Tartışmasını’ Kapattı

Yürürlüğe girdiği ilk aydan açlık sınırına ulaşan, ikinci ayda da açlık sınırının 300 TL gerisine düşen asgari ücretle ilgili “zam tartışmasına” Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin de katıldı. 

Gaziantep’te düzenlenen bir programda konuşan Bilgin’e ‘Temmuz’da asgari ücrete zam olacak mı?’ sorusu yöneltildi. Bilgin de bu soruyu “Tartışmaları anlamlı bulmuyorum, çok önemli artış yaptık” diyerek kapattı.

Bilgin “Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez asgari ücreti yüzde 50 üzerinde artırdık. Bu günlerde yeniden asgari ücret tartışmalarını anlamlı bulmuyorum. Çünkü gerekeni enflasyon farkı ile yaptık. Bu durumlarda işçiyi de iş vereni de düşünmek lazım. Çünkü asgari ücret artarken, iş verenlerin de maliyeti arttı.” dedi.

Bilgin konuşmasının devamında ise pandemi döneminde Avrupa ülkeleri ve ABD gibi pek çok ülkenin sıkıntı yaşarken Türkiye’nin yüzde 11 büyüdüğünü söyledi. Bilgin “Önümüzdeki dönemde de enflasyonun aşama aşama düşeceğini hep beraber göreceğiz. Dünya genelindeki ekonomik tahribatı ülke olarak bertaraf etmenin yolu büyümedir, istihdamdır” diye konuştu.

Hükümetin açıklamaları beklenti yaratmıştı 

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hükümet, AKP kanadından yapılan açıklamalar asgari ücrete yeni bir zam geleceğine yönelik beklentiyi güçlendirmişti.

Erdoğan geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, “Vatandaşımızın en önemli sıkıntı ve şikayetinin hayat pahalılığı olduğunu biliyoruz. Hayat pahalılığının önüne geçmek, vatandaşımızı enflasyona ezdirmemek boynumuzun borcudur” demişti.

AKP Sözcüsü Ömer Çelik de emekli ikramiyeleri ve asgari ücrette ikinci bir zam yapılıp yapılmayacağıyla ilgili soruya “Uzun zamandır üzerinde çalışılan konu. Cumhur İttifakı olarak açıkladık zaten. Olgunlaştığı zaman açıklanacak.” şeklinde yanıt vermişti.

Dün CHP Genel Başkan Yardımcısı Veli Ağbaba, bugün de CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer asgari ücretin yılda iki kez belirlenmesi için Meclis’e kanun teklifi vermişti.

Açlık sınırının altında

Asgari ücret bugün Türk-İş her ay yaptığı araştırmaya göre ‘açlık sınırının’ altında. 25 Şubat’ta yayınlanan son verilere göre Ocak’a asgari ücretle eşitlenen açlık sınırı Şubat’ta 4 bin 552 TL’ye çıktı. Bir başka değişle asgari ücret bugün açlık sınırının 300 TL altında. Yoksulluk sınırı da neredeyse asgari ücretin 4 katına ulaşmış durumda.

TÜİK’in 3 Mart’ta açıkladığı Şubat verilerine göre de enflasyon bir önceki aya göre yüzde 4,81, bir önceki yılın aynı ayına göre de yüzde 54,44 artmış durumda. Ancak ENAG’ın verileri TÜİK’i yalanlıyor. ENAG’a göre aylık enflasyon 5,44, yıllık enflasyonsa yüzde 123,80.

2016’ya kadar yılda iki kez belirleniyordu

İş Kanunu’nun 39. maddesi “Asgari ücret en geç iki yılda bir olmak üzere belirlenir” diyor. Yani asgari ücretin 2 yıldan daha önce bir sürede birden fazla kez belirlenmesi için herhangi bir yasal engel yok. Sadece gerekli olan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın isteğiyle Asgari Ücret Tespit Komisyonu’nun tekrardan toplanması gerekli. Zaten 2016’ya kadar asgari ücret yılda iki kez belirleniyordu.

Paylaşın

2021 Dünya Hava Kirliliği Raporu: Türkiye 46. Sırada

Her yıl İsviçre merkezli hava kalitesi teknolojisi şirketi IqAir tarafından yayımlanan 2021 Dünya Hava Kirliliği raporuna göre Türkiye 2020 yılındaki gibi dünyanın en kirli havasına sahip 46. ülkesi oldu. 

Rapora göre Ankara dünyanın en kirli 54. başkenti olurken Iğdır, Avrupa’nın hava kirliliği en yoğun şehri olarak belirtildi. Avrupa’nın en kirli şehirleri sıralamasında Iğdır’ı Rusya’daki Krasnoyarsk ve Sırbistan’daki Novi Pazar izledi. Düzce ise Avrupa’nın en kirli beşinci şehri olarak listede yer aldı.

2021 Dünya Hava kirliliği raporu dünyadaki şehirlerin yüzde 97’sinin Dünya Sağlık Örgütü’nün (DSÖ) belirlediği hava kalitesi standartlarını karşılamadığını ortaya koydu.

Rapordan notlar

2021’in en kirli 5 ülkesi

  • Bangladeş
  • Çad
  • Pakistan
  • Tacikistan
  • Hindistan

Bölge bölge kirlilik

  • Hindistan’ın başkenti Yeni Delhi art arda dördüncü kez dünyanın en kirli başkenti oldu. Onu Bangladeş’in başkenti Dakka, Çad’daki N’Djamena, Tacikistan’ın başkenti Duşanbe ve Umman’ın başkenti Maskat takip ediyor.
  • 2021’de hiçbir ülke PM2.5 için Dünya Sağlık Örgütü’nün belirlediği hava kalitesi standartlarını karşılayamadı.
  • Raporda yer alan 6475 şehirden yalnızca 222’si DSÖ’nun PM2.5 standartlarını karşıladı.
  • 174 Latin Amerika ve Karayip kentinden yalnızca 12’si DSÖ PM2.5 standartlarını karşıladı.
  • 65 Afrika şehrinden yalnızca biri DSÖ PM2.5 standartlarını karşıladı.
  • 1887 Asya kentinden yalnızca dördü DSÖ PM2.5 standartlarını karşıladı.
  • Avrupa’daki 1588 şehirde yalnızca 55’i DSÖ PM2.5 standartlarını karşıladı.
  • ABD’nin büyük şehirlerinden en kirli olanı Los Angeles oldu. Ancak şehirde 2020’ye göre hava kirliliğinde 2020’ye kıyasla yüzde 6’lık düşüş görüldü.
  • Çin’de 2021’de hava kalitesi önceki yıllara oranla iyileşti. Rapora göre Çin’deki şehirlerin yarısından fazlasında hava kirliliği geçen yıla oranla daha düşük ölçüldü. Emisyon kontrolü ve kömür santrali faaliyetinin ve diğer yüksek emisyonlu endüstrilerin azaltılmasının sayesinde son 5 yıldır hava kirliliğindeki azaltma trendi bu yıl da sürdü.
  • Orta ve Güney Asya 2021’de dünyanın en kötü hava kalitesine sahipti ve dünyanın en kirli 50 şehrinden 46’sına ev sahipliği yaptı. Bölgede DSÖ PM2.5 standartlarını karşılayan sadece Kazakistan’ın iki şehri olan şehir Zhezqazghan ve Chu oldu.

Türkiye’de durum ne?

Türkiye’de hava kirliliği ile ilgili çalışmalar yürüten Temiz Hava Hakkı Platformu yıllardır çalışmalarında PM2.5 limit değerinin belirlenmesi gerektiğini vurguluyor. Bununla ilgili halk sağlığını esas alan bilimsel çalışmalar yapıyor. Her yıl açıkladıkları “Kara Rapor”da Türkiye’deki hava kirliliği durumunu ve halk sağlığına olan etkilerini açıklıyor.

Platform bileşenlerinden Greenpeace geçtiğimiz yıl “Havada Kalmasın” kampanyasında PM2.5 için yönetmeliklerde limit değer belirlenmesi çağrısında bulunmuştu. Bu yıl ise “Havanı Koru” kampanyasıyla yetkililere hava kirliliği limitlerinin aşıldığı bölgelerde koruma bölgesi ilan edilmesi çağrısında bulunan Greenpeace Akdeniz, Türkiye’deki temiz hava eylem planlarının yeterli olmadığını belirtiyor.

Uzmanlar ne diyor?

Greenpeace Akdeniz İklim ve Enerji Proje Sorumlusu Gökhan Ersoy:

“Geçtiğimiz yıl 91 bin kişi temiz hava kampanyamıza destek verdi ve birlikte partikül maddeler ‘havada kalmasın’, limit değerler belirlensin talebiyle bakanlığı harekete geçmeye davet ettik. IqAir raporunda Avrupa’nın en kirli kentlerine ev sahipliği yaptığımızı gösteren bulgular da bu talebi doğrular nitelikte. Bakanlığın bu talebe kayıtsız kalmaması olumlu bir gelişme olsa da bugünün ihtiyaçlarını tam anlamıyla karşılamıyor.

DSÖ limitleri ile karşılaştırdığımızda aradaki fark çok yüksek olduğu gibi 2020 itibari ile yıllık 20 mikrogram limit değere göre politikalarını düzenleyen AB standartları ile de uyumlu değil. Yönetmelik yürürlüğe girmeden PM 2.5 için geçiş takvimindeki hedef limit değerleri güncellemeliyiz. Böylece düzenli limit aşımlarının yıllardır gerçekleştiği ilçelerde koruma bölgesi ilan etmek için evrensel standartları referans alacak bir kıstasa sahip olabilir ve havamızı koruyabiliriz.

Temiz Hava Hakkı Platformu Koordinatörü Deniz Gümüşel:

PM2.5, yani 2.5 mikrondan küçük ince toz parçacıkları hava kirliliğinin en sinsi bileşenlerinden, insanda kansere neden olan birinci grup etmen olarak tanımlanmış durumda. Dünya Sağlık Örgütü, 2021 yılında güncellediği hava kalitesi kılavuzunda, PM2.5 için çok daha sıkı sınır değerler belirledi. DSÖ’ye göre nihai olarak ulaşılması gereken yıllık ortalama kılavuz değer 5 µg/m3 iken, Türkiye, 2022 yılı içinde yayınlamayı planladığı Dış Ortam Hava Kalitesinin Yönetimi Yönetmeliği taslağında 2029 yılı sonrasında bile bu değerin tam 5 katı bir limit değer, 25 µg/m3 belirliyor.

Yani halkımız, bundan sonraki yıllarda da insan sağlığı için tehdit oluşturan miktarın -en iyi ihtimalle- 5 katı daha fazla ince toz soluyacak. Platform üyelerimiz Yönetmelik taslağına görüşlerini bildirdi. Yeni yönetmeliğin, hava kalitesi yöntemine halk sağlığını gözetecek düzenlemeler getirmesi için süreci takip etmeye ve yetkilileri bu konuda uyarmaya devam edeceğiz.”

Temiz Hava Hakkı Platformu’ndan Halk Sağlığı Uzmanı Prof. Dr. Gamze Varol:

“Dış ortamdaki hava kirleticileri özellikle PM2.5 bebek ve çocuklar başta olmak üzere herkesin sağlığını olumsuz etkiliyor, yaşamlarını tehdit ediyor. 2021 yılında dünyada ilk kez bir çocuğun ölüm nedenleri arasında hava kirliliğinin olduğu açıklandı. Güvenilir, kamuoyunun paylaşımına açık çevre ve sağlık verilerine erişim, hava kirliliğine karşı politika araçlarını geliştirmek için önemli. Türkiye’de kanserojen olduğu kanıtlanmış PM 2.5 ölçümleri çok kısıtlı, evrensel standartları karşılayan bir limit değere sahip mevzuat henüz yürürlükte değil.

IqAir raporundaki veriler ise hava kirliliğinin kronikleştiği kentlerimizin Avrupa’nın en kirlisi olduğunu gösteriyor. Buralarda yaşayan insanların sağlık riski katsayısı oldukça yüksek. Bilim insanları bu kirliliğin sebep olduğu sağlık sorunlarının Türkiye’deki boyutunu, ölüm ve kronik hastalık verilerine erişimde sorunlar olması nedeniyle kamuoyu ile paylaşamıyor; hava kirliliğine bağlı hastalık yükü, önlenebilir erken ölüm hesaplamalarını artık yapamıyor. Hava kirliliği ile mücadele etmek hükümetlerin başlıca sorumluluğudur. Yapısal önlemlerin ivedilikle alınabilmesi için evrensel standartları karşılayan bir limit değer yürürlüğe girmeli, hava kirliliğinin halk sağlığı üzerindeki etkilerini ortaya koyacak bilimsel çalışmaların yapılması desteklenmelidir.”

Temiz Hava Hakkı Platformu’ndan Halk Sağlığı Uzmanı Dr. Melike Yavuz:

“Hava kirliliği günümüzün en önemli halk sağlığı sorunlarından biridir. Solunum, kalp hastalıkları ve kanser gibi kronik hastalıkların yanı sıra COVID-19, grip gibi solunum yolu ile bulaşan enfeksiyon hastalıkları açısından da önemli bir tehdittir.

Bilimsel kanıtlar, PM2,5’in SARS-CoV-2 için bir taşıyıcı görevi gördüğüne ve PM2,5 seviyesi arttıkça virüsün üreme katsayısının artığına işaret etmektedir. Hava kirliliğine uzun süreli maruz kalan kişi ve topluluklar COVID-19’a karşı daha hassas hale gelmektedir.”

IqAir hakkında

İsviçre merkezli bir hava kalitesi teknolojisi şirketi olan IqAir, kişilerin, kuruluşların ve toplulukların daha temiz havaya ulaşması için çalışıyor. Rapor, 117 ülkede 6476 şehirdeki hava kalitesi izleme istasyonlarından alınan metreküp başına düşen ince parçacıklı madde (PM 2,5) yoğunluğu ölçümlerine dayanıyor.

PM2.5 olarak ifade edilen havanın içerisinde bulunan ince parçacıklı madde kirliliği astım, felç, kalp ve akciğer hastalıklarına sebep oluyor. PM2.5 her yıl milyonlarca insanın erken ölmesine sebep oluyor. Rapora dahil edilen hava kalitesi izleme istasyonlarının yüzde 44’ü devlet kurumları tarafından işletilirken geri kalanı bilim insanları, kar amacı gütmeyen kuruluşlar ve şirketler tarafından yönetiliyor.

(Kaynak: bianet)

Paylaşın

Uzmanı Açıkladı: Gıda Fiyatları Daha Da Zamlanacak

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarım üreticisinin maliyetlerindeki artışa ilişkin Tarımsal Girdi Fiyat Endeksi (Tarım-GFE) verilerini paylaştı. Buna göre gübre ve toprak geliştiricilerde yıllık artış yüzde 153,34 olurken enerjide de bu oran yüzde 101,14 olarak gerçekleşti.

Ocak ayında yaşanan artış bir önceki aya göre yüzde 10,12, bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 57,26 oldu. Ekonomist Oğuz Demir, tarımda uzun vadeli politikalar izlenmesi gerektiğini söylerken, Ekonomist Veysel Ulusoy ise tarım alanlarının daralmasına dikkat çekti.

BirGün’de yer alan habere göre; Veysel Ulusoy çiftçiye verilen devlet desteğin tek başına yeterli olamayacağını aktardı. Ulusoy şöyle konuştu:

“Yanlış tarım politikaları, ekilebilir alanların daralması sonucunda ürün yelpazesinde meydana gelen darlık bu artışı etkiledi. Elinizde potansiyel olarak çitçi varsa 6 ayda endüstriyel tarımsal ürünleri elde edebilirsiniz ama çiftçi potansiyeli ve sayısı azaldığı için bu sorunu hemen düğmeye basarak gideremezsiniz. Çiftçi kayboldu, genetik yapısıyla oynadılar, siyasi oy uğruna köyleri mahalle haline çevirdiler. Türkiye gibi ülkelerde devlet desteği hiçbir işe yaramaz, çünkü enflasyonist bir ülke gelecek herhangi bir zamla etkilenir. Ancak dünya fiyatı üzerinde bir destek verilmesi gerekiyor.”

İlerleyen günlerde tarımsal ürünlere zam geleceğini ifade eden Oğuz Demir ise şunları söyledi: “Kurdaki yükselme buna da etki etti, bizden önce çiftçiler söylüyordu zaten, bunu da verilerde gördük. Çiftçileri zor dönemler bekliyor. Tarımsal ürünlerin fiyatları daha da artacak, ekim dönemlerinde bunun acısını göreceğiz.”

Tarımda uzun vadeli politikaların uygulanması gerektiğini kaydeden Demir, “Sadece destekle sınırlı olmaması gerekli. Tarımsal hayvancılığı stratejik bir alan olarak görmek gerekiyor. Büyük ölçekte yönlendirici küçük ölçekte destekleyici iki çizgiye oturtulması gerekiyor. Ancak hükümetin önceliği bu değil, tarımda kısa vadeli politikalar yapılmaz, sorun yaratır. Uzun vadeli politikalar uygulanması gerekiyor devlet tarafından verilecek salt destek politikasına indirgenmemeli.”

Paylaşın

ILO’dan Türkiye’ye ‘KHK İhraçları’ Uyarısı

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) Uzmanlar Komitesi Raporu, Türkiye’de Kanun Hükmünde Kararnamelerle (KHK) kamudan ihraç edilen yaklaşık 126 bin kişinin hukuki durumunu bir kez daha gündeme getirdi. Raporda, işe dönüş talebi ile açılan davaların yüzde 88’inin reddedilmiş olması ile ilgili, “Yüksek sayıdaki ret davaları kaygıyla not edilmekle birlikte üzüntüyle karşılanmaktadır” denildi.

Genel istatistikler kaydedilirken sendika üyeleri ve görevlilerinin sayısı hakkında bilgi verilmemesine ilişkin de “Üzüntüyle karşılanmaktadır” ifadesi kullanıldı. KHK ile ihraç edilen ve hukuk mücadelesi veren sendika üyeleri ise DW Türkçe’den Eray Görgülü’ye yaptıkları açıklamada, “Yıllardır neden ihraç edildiğimizi bilmiyoruz, savunma hakkımız bile elimizden alındı” diyor.

Ret davalarının oranı, “kaygıyla not edilmekte”

ILO’nun 2022 yılına ilişkin Uzmanlar Komitesi Raporu kamuoyuna duyuruldu. Raporun Türkiye ile ilgili kısmında OHAL kapsamındaki ihraçlar ile iktidarın sendikal faaliyetlere bakışına yönelik eleştirilerde bulunuldu. Raporun “Olağanüstü Hal kararnameleri kapsamında kamu sektöründeki toplu işten çıkarmalar” başlıklı kısmında kamu sektöründeki sendika üyesi ve görevlilerinin işten çıkarılma gerekçelerinin dikkatle incelendiği ifade edildi.

Raporda Türkiye hükümeti tarafından sunulan bilgiye göre KHK ile işten çıkarılan 126 bin 674 kişinin OHAL İnceleme Komisyonu’na başvuru yaptığı bunlardan 14 bin 72’sinin işe iadesinin kabul edildiği, 101 bin 58’inin ise reddedildiği ifade edildi. Bu kapsamda 11 bin 544 başvurunun da henüz kararlaştırılmadığı vurgulandı.

Raporda, hükümet tarafından verilen istatistiklerde sendika üye ve görevlilerinin sayısı hakkında bilgi verilmemiş olmasına ilişkin “Komite, üzüntüyle karışlamaktadır” ifadesi kullanıldı. Ret davalarının oranına ilişkin ise “Yüksek sayıdaki (mevcut durumda neredeyse yüzde 88) ret davalarını kaygıyla not etmekle birlikte, Komite, İnceleme Komisyonu’nun sendika üyeleri ve görevlileriyle ilgili olumsuz kararlarının sayısı ve sonucuna yönelik bilgi eksikliğini de üzüntüyle karşılamaktadır” denildi.

Raporda ayrıca OHAL İnceleme Komisyonu’nun ve onun kararlarını gözden geçiren idari mahkemelerin, sendika üyeleri ile görevlilerinin işten çıkarılma gerekçelerini dikkatle incelemesi ve sendika dışı nedenlerle işten çıkarılan sendikalıların işe iade emrini vermesi gerektiği hatırlatıldı.

İhraç edilen Eğitim-Sen üyelerinin yüzde 75’i işsiz

Raporda ayrıca kamu hizmetinden ihraç edilen Eğitim-Sen üyelerinin yaklaşık yüzde 75’inin halen işsiz olduğuna yönelik iddiaya da yer verildi. Hükümet tarafından yeterince bilgi sunulmamış olması da “Komite, Hükümet tarafından bu ciddi ithama ilişkin hiçbir bilgi sunulmamasını üzüntüyle karşılamakta ve Hükümet’in bu konuyla ilgili yorumlarını sunmasını bir kez daha talep etmektedir” ifadesiyle eleştirildi.

Sendikal faaliyetlerle ilgili ayrıca KESK’e ilişkin şu tespite de yer verildi: “Komite, sunduğu gözlemlerde KESK’in, üyelerinin transfer edildiği ve yerlerinin değiştirildiğine yönelik yeni iddialarda bulunduğunu kaydetmektedir. Komite, Hükümet’in, KESK’in söz ettiği tüm transferlerin hizmet gerekleri doğrultusunda zorunlu olarak yapıldığı ve sendikalaşma özgürlüğüne halel getirmeye yönelik ayrımcılıkların ulusal mevzuata aykırı olacağı yönündeki beyanını kaydetmektedir.” Raporda, komitenin Hükümet’ten, sendikalaşma özgürlüğüne halel getirmeye yönelik ayrımcılık uygulamaları konusunda sosyal taraflarla yakın ilişkiler kurmaya yönelik atılan somut adımlarla ilgili bilgi talep ettiği de dile getirildi.

“Sendikal faaliyetler suç kapsamında değerlendirildi”

Sendikal faaliyetleri nedeniyle kamudan ihraç edilenlerden Eğitim-Sen Merkez Yürütme Kurulu üyesi Ahmet Karagö, yaklaşık 6 yıldır hukuk mücadelesi veriyor. 29 Ekim 2016 tarihinde çıkarılan KHK ile ihraç edildiğini belirten Karagöz, “Halen neden ihraç edildiğimi bilmiyorum” dedi. Sendikal faaliyetlerini sürdüren Karagöz, “Hukukta en temel hak, savunma hakkıdır. Savunma hakkı dahi tanınmadan ihraç edildik. Tabii ki ihraç edilen sadece ben değilim. Bin 602 üyemiz farklı KHK’lerle ihraç edildi” dedi.

Özellikle 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında iktidarın Eğitim-Sen’e yönelik yönelimleri olduğunu dile getiren Karagöz, “Örgütümüzün sendikal faaliyetleri suç kapsamında değerlendirildi. Üyelerimiz, açığa alındı, ihraç edildi, sürgün edildi. Gözaltına alındı, tutuklanan üyelerimizin de olduğunu özellikle ifade etmek isterim” diye konuştu.

“OHAL Komisyonu, bizleri oyalıyor”

15 Temmuz sonrasında Eğitim-Sen’e üye 11 bin 400 kişinin idari işlem yapılmadan önce açığa alındığını sonrasında yürüttükleri mücadele sonucunda bu kişilerin büyük bölümünün göreve iade edildiğini belirten Karagöz, “Sonrasında benim de içinde olduğum bin 602 üye ve yöneticimiz ihraç edildi” dedi. İktidarın halen ihraç sebeplerini kendileriyle paylaşmadığını belirten Karagöz, “Anayasa Mahkemesi’nin kararına rağmen Barış İmzacısı olarak bilinenlerden Eğitim-Sen üyesi 340 arkadaşımızın tamamına ret verildi” ifadesini kullandı. Bunun dışında 480’e yakın Eğitim-Sen üyesinin dosyasının halen komisyonda beklediğine dikkat çeken Karagöz, “OHAL Komisyonu, bizleri oyalıyor” dedi. Sendikal eylem ve faaliyetlerin her ilde farklı değerlendirildiğini de vurgulayan Karagöz, şöyle devam etti: “Bazı il milli eğitim müdürleri yaptığımız eylem ve etkinlikleri sendikal faaliyet kapsamında değerlendirirken, bazı il milli eğitim müdürleri ise suç kapsamında değerlendirip hakkımızda adli ve idari soruşturmalar başlattı.”

“Çok ağır süreçlerden geçiyoruz”

Türkiye’de KHK ile ihraç edilen on binlerce kamu görevlisinden birisi de Barış İçin Akademisyenler bildirisini imzalayanlardan, KESK Uluslararası İlişkiler Uzmanı Osman İşçi. ILO Uzmanlar Komitesi’nin hükümete ihlallerle ilgili sorular yönelttiğini ve yanıtlarını aldıktan sonra raporu hazırladığına dikkat çeken İşçi, “Raporda, çalışma örgütü uzmanlarının duyduğu kaygılar ve hükümetten talepleri yer alıyor” dedi. KHK ihraçları ile kamu görevlilerinin savunma hakkının elinden alındığını savunan İşçi, “KHK ile ihraç edilen birisi, sadece çalışma hakkını kaybetmiyor. Aynı zamanda seyahat hakkını, sosyal güvence hakkını kaybediyor” dedi. Türkiye’nin içinden geçtiği kutuplaşma dönemi nedeniyle aynı zamanda etiketlendiklerini belirten İşçi, “Sosyal çevreden uzaklaşma, izole olma, ailevi ilişkilerinin kopması, kurulu düzen olarak nitelendirilebilecek evliliklerin bitmesi gibi sonuçlarla karşılaşılıyor” diye konuştu. İhraçlar sonrası intihar edenlerin de olduğunu hatırlatan İşçi, “Her birimiz çok ağır süreçlerden geçiyor. Sosyal güvenceniz yoksa, geçiminizi sağlayamıyorsanız, özel sektörde de iş bulamadığınızda süreçler ağırlaşıyor” ifadesini kullandı.

“Savunma hakkımız elimizden alındı”

120 binden fazla kamu emekçisinin ihraç edilmesinin kamu hizmetlerine olumsuz yansımasının olduğunu kaydeden İşçi, “10 binlerce öğretmenin bir anda işinden olması eğitimin niteliğinde, binlerce hakim ve savcının ihraç edilmesi yargının işleyişinde olumsuz sonuçlara neden oluyor” dedi. Kendisinin de binlerce kamu görevlisi gibi bir gecede isminin KHK listesinde yer almasıyla ihraç edildiğini kaydeden İşçi, şunları söyledi: “Suçluluğu kanıtlanana kadar herkes masumdur. Bizim durumumuzda biz suçsuzluğumuzu kanıtlamaya çalışıyoruz. Savunma hakkımız elimizden alındı. Başvuru ile ilgili de mekanizma yok. OHAL İnceleme Komisyonu’na belge sunmaktan başka bir durum söz konusu değil.” İhraçların bireyleri yaşamında ayrı ayrı yaralar açtığını da belirten İşçi, “Hem anne, hem de babası aynı ihraç edilen çocuklar var. Bu çocuklar sosyal güvenceden yoksun hale geliyor. Covid döneminde sağlık hakkının ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gördük. Bir kişinin ilanihaye kamu hizmetinden çıkarılması evrensel hukuka da aykırı” diye konuştu.

Paylaşın

Hipersonik Füzeler Savaşın Seyrini Değiştirebilir Mi?

Rusya Savunma Bakanlığı, hafta sonu Ukrayna’nın Mikolayiv bölgesinde bir yakıt deposunu “Kinjal” adlı hipersonik füzeyle vurduğunu açıkladı. Bakanlık, hipersonik füzenin Kırım hava sahası kullanılarak ateşlendiğini ve vurulan depodan ülkenin güneyindeki Ukrayna askeri güçlerinin yakıt ihtiyacını karşıladığını iddia etti.

Peki vurulması neredeyse imkansız olan bu füzelerle ilgili ne biliniyor? Ya da bu füzeler savaşın seyrini değiştirebilir mi?

Kinjal füzesini diğerlerinden ayıran özellikler neler?

Rus kaynaklarına göre yaklaşık sekiz metre uzunluğundaki bu füzeler çok hızlı ve manevra kabiliyeti de ulaştığı hıza rağmen son derece yüksek. Bu füzeler, ağırlığı 480 kilograma kadar ulaşan konvensiyonel ya da nükleer başlıkları taşıyarak hedefini vurabiliyor.

Bu füzeler ne kadar hızlı?

Moskova, bu füzelerin ses hızından 10 kat daha fazla hızlı ilerleyebileceğini, yani hızının 12 bin 350 kilometre/saate ulaşabileceğini söylüyor. Ancak Batılı ülkeler, Moskova’nın bu iddiasına şüpheyle yaklaşıyor.

Kasım 2020 tarihli bir NATO belgesinde Kinjal olarak nitelenen hipersonik füzelerin yanıltıcı olabileceği belirtiliyor ve bu füzelerin ses hızından 5 kat fazla uçamadıkları ifade ediliyor. Bir karşılaştırma yapmak gerekirse de hızlı füzeler arasında yer alan ABD yapımı Tomahawk seyir füzelerinin saatte ulaştığı hız yaklaşık 900 kilometre.

Bu füzeler nasıl fırlatılıyor?

Kinjal füzeleri, yüksek irtifada MiG-31 tipi savaş jetleri tarafından fırlatılıyor. Ancak savaş jetinden güvenli bir mesafede uzaklaşınca ateşleniyor. Kinjal, 20 kilometre yüksekliğe kadar çıkarıldıktan sonra hedefine doğru ateşleniyor. MiG-31’den fırlatıldıktan sonra füzenin menzili ise 2 bin kilometreye kadar ulaşabiliyor.

Kinjal ne zaman ve ne için geliştirildi?

Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, bu füzelerin varlığını Mart 2018’de duyurmuştu. Kısa bir süre sonra da füze testlerinin başarılı geçtiği açıklandı. Putin için bu füzeler Batı savunma sistemlerine karşı “dokunulmaz” olmayı sağlıyor.

Batılı istihbarat servislerine göre Rusya, bu füzeleri özellikle Avrupa’daki kritik askeri altyapılara saldırı amacıyla ya da ABD’nin füze savunma sistemine karşı geliştirdi. Uçak gemilerinin de bu füzelerin hedefi olabileceği belirtiliyor.

Hipersonik füze geliştiren başka ülkeler de var mı?

Evet, özellikle ABD ve Çin’in bu konuda devam eden çalışmaları olduğu biliniyor. Almanya, Fransa, İngiltere Avustralya ve Hindistan’ın da bu konuda araştırmalar yaptığı belirtiliyor.

Kinjal adlı hipersonik füzeler Ukrayna’daki savaşın seyrini değiştirebilir mi?

ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, CBS televizyonuna verdiği demeçte, bu füzelerin kullanılmasının Ukrayna’daki savaşta belirleyici rol oynayacağını düşünmediğini söyledi. Austin, Putin’in Ukrayna’daki birliklerinin ilerlemesini sağlamak için zaman kazanmaya çalıştığı kanısında.

NATO çevrelerinde de benzer tahminler yapılıyor. Rus hava kuvvetleri, Kinjal olmadan da zaten Ukrayna’nın hava kuvvetlerinden daha güçlü. Rusya’nın kararlılığını göstermek ve Ukrayna’nın teslim olmasını sağlamak için bu füzeyi kullanmış olabileceği de tahmin ediliyor.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Pervin Buldan: Bu Ülkeye Barışı Biz Getireceğiz

Diyarbakır Newroz’unda konuşan HDP Eş Genel Başkanı Buldan, konuşmasında hükümete yüklenerek, barışa, demokrasiye, halkların kardeşliğine, özgürlüğüne, diline, kültürüne tecrit uyguladığını söyledi ve ”Demokratik siyasete karşı darbe politikalarını hayata geçiren bir iktidarla karşı karşıyayız” dedi.

Haber Merkezi / HDP Eş Başkanı Pervin Buldan, “Bugün Barış günü, bugün özgürlük günü, bugün Newroz… Hepiniz hoşgeldiniz. Türkiye’nin dört bir yanında tüm ateşlerin başında Selahattin Demirtaş var, Figen Yüksekdağ var, Aysel Tuğluk var, Sebahat Tuncel var,… Hepsi aramızda, hepsi bu meydanda” diye konuştu.

Deniz Poyraz ve Kemal Kurkut’u anan Buldan, sözlerine şöyle devam etti: “Newroz ulusal birlik iradesinde buluşmaktır. Newroz, zalimlere boyun eğmeyen Mazlum’ların bayramıdır. 9 yıl önce bu meydanda okunan mutabakat, Kürt sorununda çözümün yol haritasıydı. 9 yılda yaşananlar bu çözüm mutabakatının ne kadar ihtiyaç olduğunu gösterdi.

Biz HDP olarak, Kürtler olarak 2015’teki Dolmabahçe Mutabakatının da 2013’te Amed Newrozunda okunan o mektubun da arkasında olduğumuzu ve onu savunduğumuzu bir kez daha ilan ediyoruz.

Bizlere zulüm ettiler, zor kullandılar ancak başaramadıklarını da aslında biliyorlar. Bir kez daha diyoruz ki bu halk bu meydanda olduğu sürece siz asla kazanamayacaksınız, asla başaramayacaksınız. Bugün bu meydanlar işte bunun teyididir. Bu meydanlar bir kez daha 2013’teki mektubun arkasında olduğumuzun teyididir. Bu meydanlar Selahattinlerin, Figenlerin, Gültenlerin, Sebahatlerin cezaevinde olmasına karşı çıkmanın teyididir. Bu meydanlar Sayın Öcalan’a uygulanan tecridi kabul etmediğimizin teyididir.

Bizler Kürt halkı olarak, Türkiye halkları olarak, HDP olarak barışın ne kadar elzem olduğunu, sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın bir gerçeği olduğunu bir kez daha ilan ediyoruz.

Ukrayna savaşı bizlere bir kez daha barışın aciliyetini göstermiştir. Bunun için HDP olarak diyoruz ki büyük barışlara ihtiyaç var ve bu büyük barışlar sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde hayata geçmek zorundadır. Bizler büyük barış için, halklarımızın ortak geleceği için her türlü sorumluluğu almaya hazırız. Barışın etrafında büyük bir kenetlenmeye ihtiyaç olduğunu ilan ediyoruz.

Türkü ile Kürdü ile Alevisi ile Ermenisi ile Süryanisi ile Lazı ile Çerkezi ile bu topraklarda yaşayan bütün halklarla birlikte büyük barışın aciliyetini vurguluyoruz. Barış bu ülkeye geldiği zaman, bütün ülkelere geldiği zaman arkasından nelerin geleceğini biliyoruz. Savaşlar acıdır, kandır, gözyaşıdır; barışlar ise umuttur, gelecektir. Bunun için diyoruz ki büyük barışın tam da zamanıdır. Şimdi barış, hemen barış, büyük barış diyoruz.

İnkarla ve baskıyla, yok saymayla bu meydanları boş bırakmayı asla beceremezsiniz. 8 Mart’ta kadınlar size her yerde gösterdi. 8 Mart’ta kadınlar alanlarda, meydanlarda Türkiye’nin her yerinde zılgıtlarıyla, renkleriyle asla size biat etmeyeceklerini, sizin önünüzde diz çökmeyeceklerini, meydanı boş bırakmayacaklarını gösterdiler.

Şimdi de Newroz’da 3 gündür Türkiye’nin her yerinde milyonlarca insan bir kez daha gösterdi ve şunu dedi: Size boyun eğmeyeceğiz, size biat etmeyeceğiz, sizin önünüzde diz çökmeyeceğiz.

Elbette bu sorunları toplumla birlikte çözeceğimize inanıyoruz. O yüzden el ele, yürek yüreğe bütün sorunlar karşısında, her türlü baskıya ve engellemeye rağmen asla taviz vermeden, korkmadan, direnerek mücadelemizi sonuna kadar götüreceğimize söz veriyoruz.

Biz HDP olarak 27 Eylül’de Ankara’da açıkladığımız deklarasyonumuzun arkasındayız. Bu deklarasyon Türkiye’nin barışına, adaletine, demokrasisine büyük katkı sunacak bir deklarasyondur. O yüzden yanımızda olmayan, bizimle beraber olmayan her kesime buradan bir kez daha çağrımızı yapmak istiyoruz. Esas sorunların çözümünün halkla birlikte olacağına inanıyoruz, toplumla birlikte gerçekleşeceğine yürekten inanıyoruz.

Bu ülkeye barışı biz getireceğiz. Bu ülkeye demokrasiyi, adaleti, her türlü özgürlüğü, hakkı ve hukuku biz getireceğiz ama halkımızla birlikte getireceğiz. Bir kez daha bu Newroz’un barışa, adalete, özgürlüğe vesile olmasını yürekten temenni ediyorum.” Pervin Buldan sözlerine “Jin, Jiyan, Azadî” ile son verdi.

Paylaşın

Diyarbakır’da Coşkulu ‘Newroz’ Kutlaması

Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) 29 ilde hafta sonu düzenlediği Newroz kutlamaları Diyarbakır’daki organizasyon ile son buldu. ‘Şimdi Kazanma Zamanı’ sloganıyla yapılan kutlamalara binlerce kişi katıldı.

Haber Merkezi / Newroz nedeniyle Diyarbakır’da yoğun güvenlik önlemleri alınırken, kutlamaların yapılacağı alana girişte 5 ayrı kontrol noktası oluşturuldu. Saat 10:00’da başlaması planlanan kutlamalar, alana girişlerin tamamlanamaması nedeniyle öğleden sonra başladı.

Kutlamalara gelenlerden gözaltına alınanların olduğu belirtildi, ancak resmi bir sayı paylaşılmadı. Arama sonrası alan girenler binlerce kişi, çalınan şarkılar eşliğinde Newroz’u kutladı. Diyarbakır Nevruz kutlamasına, HDP Eş Genel Başkanı Pervin Buldan, DTK Eşbaşkanı Berdan Öztürk, Ahmet Türk ve Kürdistani ittifak partilerinin temsilcileri ile çok sayıda yabancı delegasyon katıldı.

Milletvekilleri Filiz Kerestecioğlu, Murat Sarısaç, Ahmet Türk ve Sırrı Sakık ile Newroz alanına gelen HDP Eş Genel başkanı Pervin Buldan, protokole geçmeden önce, Kemal Kurkut’u andı. Kurkut cinayetiyle ilgi dava sürecini eleştiren Buldan, davayı takip edeceklerini söyleyerek faillerin yargılanmasını istedi.

HDP Diyarbakır il Eşbaşkanı Zeyyat Ceylan, Newroz Tertip Komitesi adına yaptığı konuşma ile programı başlattı: “Qamişlo’nun, Mahabad’ın, Hewlêr’in Newroz’u kutlu olsun. Kürdistan’ın dört parçasının Newroz’u kutlu olsun. Zulüm oldukça Newroz direnişi sürecektir. Kürt siyasi iradesini kıracağız, diyenlere işte cevap, işte Amed.”

Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Berdan Öztürk “Direniş dışında hiç bir seçeneğimiz yok. Zaman özgürlük zamanı, zaman Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın artık fiziki özgürlüğünün zamanı…” diye konuştu.

Kürsüde söz alan siyasetçi Ahmet Türk, tutuklu siyasetçi Aysel Tuğluk’un sağlık durumuna dikkat çekti, ayrıca Kürt siyasetçilerine çağrı yaparak “Kürt birliğinin zamanıdır” dedi. Tutuklu Kürt siyasetçi Leyla Güven’in ve Diyarbakır’ın tutuklu Büyükşehir Belediye Eşbaşkanı Dr. Selçuk Mızraklı’nın mektupları okundu.

Güven, Elazığ Cezaevinden yazdığı mektubunda Kürt siyasal hareketinin mücadelesinin her türlü baskı ve engellemeye rağmen sürdüğünü vurguladı: “Biz burada, zindanlarda, siz alanlarda direnişe devam ediyorsunuz. Destansı mücadelemizi her alanda, Kürt gençlerinin ve kadınların öncülüğünde sürdüreceğiz. Amed gençlerinin ve kadınlarının şahsında direnen herkesin Newroz’u kutlu olsun.”

Buldan: Bu ülkeye barışı biz getireceğiz

HDP Eşbaşkanı Pervin Buldan da “Bugün Barış günü, bugün özgürlük günü, bugün Newroz… Hepiniz hoşgeldiniz. Türkiye’nin dört bir yanında tüm ateşlerin başında Selahattin Demirtaş var, Figen Yüksekdağ var, Aysel Tuğluk var, Sebahat Tuncel var,… Hepsi aramızda, hepsi bu meydanda” diye konuştu.

Deniz Poyraz ve Kemal Kurkut’u anan Buldan, sözlerine şöyle devam etti: “Newroz ulusal birlik iradesinde buluşmaktır. Newroz, zalimlere boyun eğmeyen Mazlum’ların bayramıdır. 9 yıl önce bu meydanda okunan mutabakat, Kürt sorununda çözümün yol haritasıydı. 9 yılda yaşananlar bu çözüm mutabakatının ne kadar ihtiyaç olduğunu gösterdi.

Biz HDP olarak, Kürtler olarak 2015’teki Dolmabahçe Mutabakatının da 2013’te Amed Newrozunda okunan o mektubun da arkasında olduğumuzu ve onu savunduğumuzu bir kez daha ilan ediyoruz.

Bizlere zulüm ettiler, zor kullandılar ancak başaramadıklarını da aslında biliyorlar. Bir kez daha diyoruz ki bu halk bu meydanda olduğu sürece siz asla kazanamayacaksınız, asla başaramayacaksınız. Bugün bu meydanlar işte bunun teyididir. Bu meydanlar bir kez daha 2013’teki mektubun arkasında olduğumuzun teyididir. Bu meydanlar Selahattinlerin, Figenlerin, Gültenlerin, Sebahatlerin cezaevinde olmasına karşı çıkmanın teyididir. Bu meydanlar Sayın Öcalan’a uygulanan tecridi kabul etmediğimizin teyididir.

Bizler Kürt halkı olarak, Türkiye halkları olarak, HDP olarak barışın ne kadar elzem olduğunu, sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın bir gerçeği olduğunu bir kez daha ilan ediyoruz.

Ukrayna savaşı bizlere bir kez daha barışın aciliyetini göstermiştir. Bunun için HDP olarak diyoruz ki büyük barışlara ihtiyaç var ve bu büyük barışlar sadece Türkiye’de değil dünyanın her yerinde hayata geçmek zorundadır. Bizler büyük barış için, halklarımızın ortak geleceği için her türlü sorumluluğu almaya hazırız. Barışın etrafında büyük bir kenetlenmeye ihtiyaç olduğunu ilan ediyoruz.

Türkü ile Kürdü ile Alevisi ile Ermenisi ile Süryanisi ile Lazı ile Çerkezi ile bu topraklarda yaşayan bütün halklarla birlikte büyük barışın aciliyetini vurguluyoruz. Barış bu ülkeye geldiği zaman, bütün ülkelere geldiği zaman arkasından nelerin geleceğini biliyoruz. Savaşlar acıdır, kandır, gözyaşıdır; barışlar ise umuttur, gelecektir. Bunun için diyoruz ki büyük barışın tam da zamanıdır. Şimdi barış, hemen barış, büyük barış diyoruz.

İnkarla ve baskıyla, yok saymayla bu meydanları boş bırakmayı asla beceremezsiniz. 8 Mart’ta kadınlar size her yerde gösterdi. 8 Mart’ta kadınlar alanlarda, meydanlarda Türkiye’nin her yerinde zılgıtlarıyla, renkleriyle asla size biat etmeyeceklerini, sizin önünüzde diz çökmeyeceklerini, meydanı boş bırakmayacaklarını gösterdiler.

Şimdi de Newroz’da 3 gündür Türkiye’nin her yerinde milyonlarca insan bir kez daha gösterdi ve şunu dedi: Size boyun eğmeyeceğiz, size biat etmeyeceğiz, sizin önünüzde diz çökmeyeceğiz.

Elbette bu sorunları toplumla birlikte çözeceğimize inanıyoruz. O yüzden el ele, yürek yüreğe bütün sorunlar karşısında, her türlü baskıya ve engellemeye rağmen asla taviz vermeden, korkmadan, direnerek mücadelemizi sonuna kadar götüreceğimize söz veriyoruz.

Biz HDP olarak 27 Eylül’de Ankara’da açıkladığımız deklarasyonumuzun arkasındayız. Bu deklarasyon Türkiye’nin barışına, adaletine, demokrasisine büyük katkı sunacak bir deklarasyondur. O yüzden yanımızda olmayan, bizimle beraber olmayan her kesime buradan bir kez daha çağrımızı yapmak istiyoruz. Esas sorunların çözümünün halkla birlikte olacağına inanıyoruz, toplumla birlikte gerçekleşeceğine yürekten inanıyoruz.

Bu ülkeye barışı biz getireceğiz. Bu ülkeye demokrasiyi, adaleti, her türlü özgürlüğü, hakkı ve hukuku biz getireceğiz ama halkımızla birlikte getireceğiz. Bir kez daha bu Newroz’un barışa, adalete, özgürlüğe vesile olmasını yürekten temenni ediyorum.” Pervin Buldan sözlerine “Jin, Jiyan, Azadî” ile son verdi.

Paylaşın