Kılıçdaroğlu: İmamoğlu Ve Yavaş’ın Adaylığına Karşı Değilim

İstanbul Sanayi Odası’nı ziyareti eden CHP Lideri Kılıçdaroğlu, görüme sonrası yaptığı açıklamada, İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın cumhurbaşkanlığı adaylığına karşı olmadığını söyledi.

Haber Merkezi / Katıldığı bir televizyon programda sarf ettiği ‘ittifak isterse aday olurum’ sözleri hatırlatılan Kılıçdaroğlu, ”Bunu daha öncede ifade etmiştim, yeni bir şey değil aslında. İttifak bu konuda kararı birlikte, demokrasi konusunda birlikte mücadele ettiğimiz, parlamenter sistemi getirmek istediğimiz arkadaşlarla karar verilecek” şeklinde yanıt verdi.

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, İstanbul Sanayi Odası’nı (İSO) ziyaret ederek Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan ve yönetim kurulu üyeleri ile bir araya geldi. Kılıçdaroğlu ve İSO Yönetim Kurulu Başkanı Erdal Bahçıvan ziyaret öncesinde yaptıkları ortak basın açıklamasında şu değerlendirmelerde bulundular:

Kemal Kılıçdaroğlu: Ekonomideki gidişi sizler de çok iyi biliyorsunuz, yakından izliyorsunuz. İş dünyası zaten ekonominin temel aktörlerinden birisi. Siyasetçi olarak biz de yaşanan ekonomik bunalımı yakından izlemeye çalışıyoruz. Dolayısıyla sorun yaşayan bütün kesimleri dinlemek ve çözüm yollarını, sağlıklı, tutarlı çözüm yollarını kamuoyuyla paylaşmak için çaba harcıyoruz. Sanayinin kalbi, bir anlamda onların temsilcisi İstanbul Sanayi Odasını bu vesileyle ziyaret ediyoruz. Sayın Başkan’dan, arkadaşlarından bilgi alacağız. Bize lütfedip bilgi verecekler. Dolayısıyla biz de o bilgilerden yararlanarak sağlıklı ve tutarlı çözümler üretmeye çalışacağız.

Erdal Bahçivan: Değerli basın mensupları, İstanbul Sanayi Odasının her zaman önem verdiği karşılıklı istişare ve diyalog kültüründen hareketle CHP Genel Başkanı Sayın Kemal Kılıçdaroğlu ve beraberindeki kıymetli heyetiyle bugün İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu olarak bir istişare toplantısında bulunacağız. Sayın Genel Başkanın da söylediği gibi İstanbul Sanayi Odası Türkiye’nin sanayinin hem öncü, hem en eski, hem de şuanda da en büyük odası olmak hasebiyle sanayinin hem bugün içinde bulunduğu durum ama asıl önemlisi geleceğe dair vizyonu noktasındaki en önemli bir… Kendilerinin bugün bizlerle beraber olmasını Türk sanayisinin ve Türk ekonomisinin önümüzdeki döneme dair değerlendirmek adına önemli bir fırsat olarak görüyoruz. Bugünkü ziyaretin ben çok önemli ve anlamlı bir vesileye fırsat olacağı düşüncesiyle hem zatıalilerine hem de beraberindeki heyete bugün bizlerle beraber oldukları için, aramızda oldukları için şükranlarımı sunuyorum.

Kemal Kılıçdaroğlu: Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Soru: Dün katıldığınız Haber Global yayınında “eğer ittifak kabul ederse adayım” demiştiniz. Bugün gün içerisinde ittifakla bir temasınız oldu mu?

Kemal Kılıçdaroğlu: Yo hayır arkadaşlar. Bunu daha önce de ifade etmiştim zaten yeni bir şey değil aslında. İttifakla, bu konuda kararı birlikte yola çıktığımız, demokrasi konusunda birlikte mücadele ettiğimiz güçlendirilmiş parlamenter sistemi birlikte Türkiye’ye getirmek istediğimiz arkadaşlarla beraber karar verilecek.

Soru: Bugün ittifakla bu konuda bir temasınız oldu mu?

Kemal Kılıçdaroğlu: Yo hayır bugün bir temas olmadı.

Soru: Şunu da ekleyeyim, İmamoğlu ve Sayın Yavaş’ın adaylığına daha önce karşı olduğunuzu söylemiştiniz. Halen aynı mı?

Kemal Kılıçdaroğlu: Efendim karşı değil. Arkadaşların görevleri var ve şu anda çalışıyorlar. Başarılı bir süreci İstanbul’a ve Ankara’ya yaşatıyorlar.

Soru: Sayın Bakan Nebati’nin bir açıklaması olmuştu geçtiğimiz günlerde. ”En fazla ne kaybedersin? Maaş alıyorsun enflasyonun altında ezilirsin. Ama ben bütün varlığımı kaybederim bu iş düzelmezse” dedi. Sayın Bakanın bu açıklaması hakkında neler düşünüyorsunuz?

Kemal Kılıçdaroğlu: Talihsiz bir açıklama önce onu ifade edeyim. Çünkü Bakanlar, ekonominin gidişini şahsileştirmezler. Kendi şahsi pozisyonlarını ekonomik pozisyonla eş tutmazlar. Bu yanlış, doğru değil, dolayısıyla talihsiz bir açıklama. Öyle ifade edeyim.

“Türkiye bu sorunları aşabilecek potansiyele sahip”

CHP Lideri Kılıçdaroğlu, görüşmesinin ardından basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Kılıçdaroğlu, görüşmeye ilişkin, “Sorunları öğrendik. Doğrudan doğruya sorunu yaşayan değerli sanayici, yönetici arkadaşlar bizleri bilgilendirdiler. Sorunların aşılması konusunda biz de kendi düşüncelerimizi aktardık. Karamsar olmamamız gerektiğini, Türkiye’nin bu sorunları aşabilecek potansiyele sahip olduğunu, kadrolarının olduğunu, yeni kurum ve yeni kurallarla yola çıkıldığı takdirde bütün bu sorunların aşılacağı ifade edildi” diye konuştu.

Kılıçdaroğlu, görüşmede asgari ücret konusunun gündeme gelip gelmediğine ilişkin soru üzerine, “Her sanayici, kendi çalıştırdığı işçinin daha iyi bir ücret, daha iyi bir hayat standardı yaşamasını ister. Bu da ifade edildi. Ancak yaşanan enflasyonun hem kendilerini hem çalışanları olumsuz etkilediği de zaten bilinen bir gerçek. Bu da dillendirildi” dedi.

CHP lideri Kılıçdaroğlu, “Bu yılın başında, yani asgari ücret belirlenirken asgari ücret 384 dolardı. Bugün dolar kuru yine yükselmiş. Bugünkü dolar kuru ile çarpılsın, 384 dolar karşılığında Türk lirası işçiye asgari ücret verilsin. Bizim düşüncemiz bu. Hatta o konuda bir hesap yaptım. 2 bin 825 TL net, yıl başında asgari ücret. 384 dolar, böldüğünüz zaman 2 bin 825 TL, net para kazanıyordu. Şimdi 14 TL ki 14 TL’yi aştı, eğer 14 TL hesap edilirse dolar kuru, bugün itibariyle 5 bin 376 net işçiye para verilmesi lazım. Bunun bir de vergi yükü var. Dolasıyla asgari ücretin, sanayici üzerinde uluslararası rekabet gücünü olumsuz etkilememesi için asgari ücretin vergiden muaf olması lazım. Bunu da ifade ettik” diye konuştu.

“Devlet şu anda sağlıklı yönetilmiyor”

AK Parti iktidarını eleştiren Kılıçdaroğlu, “Devlet, akılla, mantıkla yönetilir. Devlet, bilgiyle yönetilir. Devlet, dayatma kültürüyle yönetilir mi? Böyle bir anlayış olabilir mi? Devlet şu anda sağlıklı yönetilmiyor. Devlet şu anda savruluyor” dedi.

CHP lideri Kılıçdaroğlu, Türk lirasının değer kaybı üzerine, “Merkez Bankası, kendisine ait olmayan dolarları satarak ‘acaba doları frenleyebilir miyim’ diyor. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde böyle bir olay olmadı. O nedenle toplum daha büyük sorunlarla karşılaşmasın diye biz bir an önce seçimin olmasını istiyoruz. Yoksa seçim olur veya olmaz, zamanında olur ama gecikilen her günün topluma maliyeti artacaktır” eleştirisini yaptı.

“İnatla devlet yönetilmez”

Türkiye’de yaşanan üretim sorununa da değinen Kılıçdaroğlu, “Önümüzdeki süreçte gıda kriziyle karşılaşacağız. Ekilmeyen topraklarımız var, çiftçi ciddi sorunlarla karşı karşıya şu anda. Acaba iktidarın, saray ve şürekasının haberi var mı? Emin olun dünyadan haberleri yok bunların. Ülkeyi yönetemiyorlar. Nereye gittiğini, ne yaptıklarını da biliyorlar. İnatla devlet yönetilmez. ‘Ben inat ettim böyle yapacağız.’ Etrafında hiçbir bakan, bürokrat da ‘bu yanlış’ diyemiyor. Çünkü dediği zaman görevinden olacak” diye konuştu.

Paylaşın

Saruhan Oluç: Büyük Bir Peşkeş Operasyonu Var

HDP Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında, “Büyük bir hırsızlık var ortada. Büyük bir peşkeş operasyonu var ortada. Bu operasyonu yürüten Merkez Bankası’dır. Ayıptır, günahtır; soruyoruz, bu halkın değerleri, zenginlikleri kimlere peşkeş çekiliyor? Açıklanmak zorundadır. Ülke yanıyor, birileri haksız kazanç peşinde” dedi.

Haber Merkezi / Saruhan Oluç, basın toplantısında, “Bu çökmüş olan 2022 bütçesi revize edilmeden AKP-MHP oylarıyla geçecek olursa, kabul edildiği andan itibaren kadüktür. Çökmüş bir bütçe ile karşı karşıyayız. Mutlaka revize edilmelidir. İktidar bu revizyondan kaçamaz.” ifadelerini kullandı.

Merkez Bankası’nın son bir haftadaki müdahalelerinin başarısız olduğunu söyleyen Oluç, doların düşürülmesi ve ateşin söndürülmesi doğrultusunda kesinlikle sonuç alınamadığını belirtti.

Oluç “Ama birileri çok büyük haksız kazanç elde etmiştir. Merkez Bankası kendisinde olmayan dolarları satıyor. Merkez Bankası’nda dolar yok. Yüksek faizle borçlanıyor ve o dolarları satıyor, müdahale ederken bankaların emanet dolarlarını satıyor ve sonuç alamıyor. Dolarlar uçup gidiyor. Nereye?” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Genel Kurul’da bütçe görüşmelerinin sürerken TBMM’de düzenlediği basın toplantısında ekonomideki gelişmeleri değerlendirdi. Oluç’un açıklamaları şöyle;

Bütçe görüşmeleri Genel Kurul’da sürüyor. Bütçe hazırlandığı ve görüşüldüğü sırada dolar 9,27 idi. Şu anda 14 buçukta dalgalanıyor. Bu bütçenin tüm öngörüleri ve değerlendirmeleri çökmüştür. 9,27 nerede 14,5 nerede? Bu çökmüş olan 2022 bütçesi revize edilmeden AKP-MHP oylarıyla geçecek olursa, kabul edildiği andan itibaren kadüktür. Çökmüş bir bütçe ile karşı karşıyayız. Mutlaka revize edilmelidir. İktidar bu revizyondan kaçamaz.

“Merkez Bankası kendisinde olmayan dolarları satıyor”

Dolar bugün 14,60’ı gördü ve Merkez Bankası müdahaleye başladı. Duyuru yaptı müdahaleye başladık diye. Kısa süredeki dördüncü müdahale. 14.30’a indi, aradan biraz zaman geçti çıkmaya devam etti. Şimdi dalgalanıyor. Merkez Bankası’nın son bir haftadaki müdahaleleri başarısız olmuştur ve kesinlikle sonuç alınamamıştır, doların düşürülmesi, ateşin söndürülmesi doğrultusunda.

Ama birileri çok büyük haksız kazanç elde etmiştir. Merkez Bankası kendisinde olmayan dolarları satıyor. Merkez Bankası’nda dolar yok. Yüksek faizle borçlanıyor ve o dolarları satıyor, müdahale ederken bankaların emanet dolarlarını satıyor ve sonuç alamıyor. Dolarlar uçup gidiyor. Nereye?

“Büyük bir hırsızlık ve peşkeş operasyonu yapılıyor”

Büyük bir hırsızlık var ortada. Büyük bir peşkeş operasyonu var ortada. Bu operasyonu yürüten Merkez Bankası’dır. Ayıptır, günahtır; soruyoruz, bu halkın değerleri, zenginlikleri kimlere peşkeş çekiliyor? Açıklanmak zorundadır. Ülke yanıyor, birileri haksız kazanç peşinde.

Soruyoruz; Merkez Bankası son bir hafta içinde ne kadar döviz sattı? Piyasadan ne kadar faizle borçlandı? 100 bin dolar üstü dolar bozduranlar kimlerdir? 100 bin dolar üstü dolar satın alanlar kimlerdir? Kime peşkeş çekiyorsunuz dolarları? Bu soruların cevabı verilmezse,  her biri yargılama konusu olacaktır günü geldiğinde. Çok açık bir şekilde söylüyoruz.

“Ahlaksızlık neymiş Sayın Kurtulmuş, açıklayın şimdi!”

Bakın, Numan Kurtulmuş’un yaptığı ‘ahlaksızlık’ açıklamasıyla bu yaşananları karşılaştıralım. Ahlaksızlık neymiş Sayın Kurtulmuş, açıklayın şimdi. Ahlaksızlık; kimin olduğu belli olmayan alım satımlarla büyük ve haksız kazançlar elde etmektir. Ve sizin iktidarınız bunu yapmaktadır.

Bu iktidara güven kalmamıştır. Halk, iktidara güvenmiyor, ekonomi politikalarına ve  söylemlerine güvenmiyor. Halk TL’ye güvenmiyor. Az buçuk birikimlerini koruyabilmek için çaresizce ne yapacağını arıyor. Her gün, her an yoksullaşıyor.

Geçmişte haftada bir devalüasyon oluyordu. Şimdi yarım saat, 45 dakikada bir devalüasyon oluyor. Yönetemiyorsunuz. Eğer bugün döviz mevduatları bankalarda yüzde 62’ye ulaşmışsa, 2001 krizinden sonraki en büyük noktaya ulaşmışsa, bu iktidara duyulan güvensizlikten kaynaklıdır. İktidarın uluslararası alana ve topluma güven vermiyor olmasıdır esas nedeni.

“Nebati, kendilerine güvenilmediğini itiraf ediyor”

Bu koşullarda ateş gittikçe büyürken, yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati açıklamalar yapıyor.

Bizim modelimiz Çin, Güney Kore modeli değil Türk tipi ekonomi modeli diyor. Yapmayın. Türk Tipi Başkanlık Sistemi icat ettiniz. Bu ucube Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi  Türkiye’yi bu hale getirdi. Batırdı. Ne hukukun üstünlüğünü, ne kuvvetler ayrılığını, ne denge denetleme mekanizmalarını bıraktı, ne de ekonomiyi. Şimdi bir de Türk tipi ekonomi modeli yaratacaksınız. İnsanlara korku salıyorsunuz bu ettiğiniz laflarla.

Sayın Nebati diyor ki; çok hızlı düzelecek ekonomi, yeter ki bize güvenilsin. İşte itiraf. İktidara güvenilmediğini itiraf ediyor. Evet, biz de söylüyoruz; iktidarınıza, ekonomi politikalarına güven kalmadı, diyoruz. Bakan da, yeter ki, bize güvenilsin diyor. İnanmayanların,  güvenmeyenlerin sayısının her geçen gün arttığı bir Türkiye’yle karşı karşıyayız.

“Ekmek kuyrukları oluşuyor, ekonomi modelimiz başarısız olursa üzülürüm diyor”

Bakan Nebati, “dışarıdan herhangi bir saldırı yok” diyor. Hani dış güçlerdi? Meclis’te araştırma önergesi indirdik, dış güçleri araştıralım dedik, reddettiniz. Hani dış güçler diyordunuz. Genel Başkanınız Recep Tayyip Erdoğan, ‘dış güçler’ diye konuşup, duruyordu. Bakan Nebati şimdi, “saldırı yok, çok net olarak söylüyorum” diyor.

Haklı çıktık yine değil mi? Dış güçler yok, sizin yanlış ekonomi politikalarınız, yanlış attığınız adımlar var. Esas mesele bu.

Sayın Nebati, “model başarısız olursa üzülürüz” diyor. Üzülmeyi bırakın, kahredin kendinizi. Sizin ekonomi modeliniz zaten başarısız. Bu başarısızlık bu ülkede milyonlarca emekçiyi, işçiyi, çiftçiyi, köylüyü, esnafı, milyonlarca engelliyi, emekliyi, kadını, genci hepsini perişan etmiş durumda. İnsanlar kan ağlıyor. Ekmek kuyrukları oluşuyor,  ekonomi modelimiz başarısız olursa üzülürüm diyor. Üzülmek yetmez, kendinizi kahredin diyoruz. Böyle bir hakkınız var mı? İnsanların bu hale gelmesinden, pahalılığın ve işsizliğin zirve yapmasından dolayı, ortaya çıkan sonuçlar karşısında üzüleceksiniz öyle mi. Kabul edilemez bu.

“Siz biterseniz, Türkiye toplumu kazanacak”

Sayın Nebati, ‘despotik yönetim anlayışım yok’ diyor. Kime söylüyorsunuz bunu? Kimin despotik yönetim anlayışı vardı. Geçmiş bakanlarınıza mı söylüyorsunuz? Lütfü Elvan’ı, Berat Albayrak’ı mı kast ediyorsunuz? Yoksa Genel Başkanınızı mı kastediyorsunuz?

Dünya alem biliyor ki, despotik yönetim anlayışı Erdoğan’dadır. Kiminle hesaplaşıyorsunuz? İşte bu da bir itiraf.

Son olarak diyor ki, “Bitersek hep beraber biteceğiz, kazanırsak hep beraber kazanacağız” Öyle mi? AKP-MHP iktidarı bitince hep beraber bitmiş olmayacağız. AKP-MHP koalisyonu bitecek,Türkiye bitmeyecek, siz Türkiye değilsiniz. Bitersek hep beraber biteceğiz lafı doğu değil.

Biterseniz, Türkiye toplumu kazanacak. Emekçisi, işçisi, köylüsü, çiftçisi, kadını, genci, emeklisi, esnafı kazanacak. Siz biterseniz onlar kazanacak. Sizin siyasi bekanızla ülkenin bekası arasında bir ilişki yok. “Aynı gemideyiz” mantığıyla söylüyorsanız, gemi batmasın diye söylüyorsanız; sizin kaptan ve yardımcı kaptanlar gemiyi batırıyor, burnu aşağı doğru gidiyor geminin. Gemiyi batırmamak için kaptanı ve yardımcılarını değiştirmek gerekiyor. Siz Erdoğan’ı kastederek, ‘onun sözünden çıkmam’ diyorsunuz ya. İşte ancak kaptanı ve yardımcılarını değiştirirsek gemiyi kurtarırız. Siz biterseniz bu ülkenin yoksulları, halkları rahatlayacak. Kurtulacak.

“Yeni bir kriz durumuyla karşı karşıyayız”

Biraz evvel haberlere düştü. Tayyip Erdoğan, Merkez Bankası Başkanı ve kamu bankaları genel müdürleri ile görüşecekmiş. Bu ne demek? Hani Merkez Bankası bağımsızdı? Şimdi kamu bankalarının müdürlerine ve Merkez Bankası Başkanına ekonomik direktifler verilecek demek. Yeni bir kriz durumuyla karşı karşıyayız. Daha beter hale getireceksiniz ekonomiyi.

Biraz rahatlamanın yolu, elinizi ekonomiden çekmektir. Susun, kameralardan uzak durun, bu ülkenin Saraydan yöneltilemeyeceği, bu ülke ekonomisinin Saraydan yönetilemeyeceği, tek adam yönetimiyle sürdürülemeyeceği ortaya çıkmıştır. Bu görüşme de ekonomiyi daha sıkıntılı durumlara yuvarlayacaktır.

Akla zarar modeller öneriyorsunuz, buna yeni ekonomi modeli diyorsunuz. Bu yeni deği. Bu ekonomi modeli, 12 Eylül 1980 askeri darbesinden sonra, Kenan Evren’in tank paletleriyle uyguladığı ekonomi politikalarıdır. Siz şimdi askeri diktatörlük dönemi ekonomi modeline geri döndünüz. 80’lerdeki ekonomik krizlere, 1994-2000 ve 2001 krizlerine o ekonomik model neden oldu. Banker skandalları, hayali ihracatlar, devalüasyonlar o model yüzünden yaşandı. Siz şimdi o modeli yeni diye satıyorsunuz. Aynı suda iki kere yıkanılmaz. Ortada yeni bir ekonomi modeli yok. Siz bu uygulamalarınızla Türkiye’yi daha ciddi bir krize sürükleyeceksiniz.

“2022 bütçesi kabul edilmeden çökmüştür”

Eskiden bir gecede açıklanan devalüasyon, şimdi saatler içinde ortaya çıkıyor. Bugün bunun en somut örneğini yaşıyoruz. Daha geçen gün Merkez Bankası yıl sonu dolar tahminini 9.95’ten 13,77’ye çıkarmıştı. O zaman, bir hafta sürmez bu tahmin dedik. Ne oldu? Bugün 14.60 seviyelerini gördü. O yıl sonu dolar tahmini de tutmuyor. O Merkez Bankası Başkanı necidir? Neye göre yapıyor tahminleri? Daha geçen hafta 12 aylık tahmini 15.56 diye açıkladı, bugün dolar 14.60’larda. Merkez Bankası Başkanı’na sesleniyoruz. İstifa edemiyorsunuz, affınızı isteyin. Daha fazla orada durmayın.

Tekrar vurguluyoruz. Bu bütçe kadük hale gelmiştir. Bu bütçe revize edilmelidir. Bu bütçe bu haliyle kabul edilirse, orta vadeli plan ve Merkez Bankası tahminleri gibi çökmüştür.

“Sosyal medya olmasaydı, AKP’nin pudra şekeri düzenini toplum öğrenemeyecekti”

Geçen gün dedi ki, AKP Genel Başkanı Erdoğan, “Sosyal medya demokrasiye tehdittir.”  Şimdi sosyal medyayı neden hedef aldığınızı biz çok iyi biliyoruz.

Sosyal medya olmasaydı;

AKP’nin pudra şekeri düzenini bu toplum öğrenemeyecekti.

Sedat Peker’in ifşa ettiği çete ve mafya ilişkilerine ve suçlarına ilişkin, iktidar içindeki bakanların mafya iltisaklı durumuna ilişkin bilgileri toplum öğrenemeyecekti.

Mafyanın otellere, kamu arazilerine nasıl çöktüğünü, bunların nasıl ucuza kapatıldığını bu toplum öğrenemeyecekti.

İçişleri Bakanı Soylu’nun suçlarını bu toplum öğrenemeyecekti.

Soylu’nun suçlularla ortaya çıkan fotoğraf albümünü bu toplum öğrenemeyecekti.

Sokakta, karakolda, cezaevlerindeki işkenceyi, baskıyı bu toplum öğrenemeyecekti.

Toplumsal muhalefete, öğrencilere, emekçilere yönelik kolluk şiddetini bu toplum öğrenemeyecekti.

Sarayın yolsuzluklarını, şatafatını, israfını öğrenemeyecekti bu toplum.

Pandora Papers belgelerini, yurt dışına kaçırılan paraları duymayacaktı.

Sarayda düğme ilikleyen yüksek yargı üyelerini göremeyecekti.

Erkek şiddeti sonucunda can veren kadınların çığlıklarını duymayacaktı.

İzmir il binamızda katledilen Deniz Poyraz’ın katilinin ilişki ağını toplum duymamış olacaktı.

Yani sosyal medya olmamış olsaydı, bu toplum iktidarın dipsiz medyasının dipsiz yalanlarıyla baş başa kalacaktı. Siz onun için sosyal medyayı demokrasi düşmanı ilan ediyorsunuz. Sosyal medyayı susturmak için hazırlık içinde olduğunuzu biliyoruz, bunu asla kabul etmeyeceğiz.”

Paylaşın

ORC Anketi: Millet İttifakı, Cumhur İttifakı’nı Geçiyor

ORC Araştırma, 3-9 Aralık 2021 tarihleri arasında yaptığı anketin sonuçlarını paylaştı. Anket sonuçlarına bakıldığı zaman AK Parti ve MHP’nin oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın oy oranı yüzde 39,1 iken CHP ve İYİ Parti’nin oluşturduğu Millet İttifakı’nın oy oranı yüzde 41,4 olarak çıkıyor.

“Bu Pazar Genel Seçim olsa hangi partiye oy verirsiniz?” sorusunun yöneltildiği ankete göre, sadece 3 parti yüzde 10 barajını aşabiliyor. Türkiye genelinde 41 ilde toplam 3 bin 920 kişi ile görüşülerek yapıldığı belirtilen araştırmada AK Parti yüzde 30,3, CHP yüzde 25,5 ve İYİ Parti yüzde 15,9 oy alıyor.

MHP’nin yüzde 8,8 ve HDP’nin yüzde 8,1 ile baraj altı kaldığı araştırmada, DEVA Partisi yüzde 3,3, Gelecek Partisi ise yüzde 3,0 oy oranına ulaşıyor. Saadet Partisi’nin yüzde 1,4 oy aldığı ankette, Mustafa Sarıgül liderliğindeki Türkiye Değişim Partisi yüzde 1,2 ve Muharrem İnce’nin başkanlığını yürüttüğü Memleket Partisi yüzde 1,0 oy alabiliyor.

ORC’nin bir önceki araştırması ise sistem değişikliğiyle ilgiliydi. “Sistem değişikliği ile ilgili referandum olsa tercihiniz hangisinden yana olur?” yönündeki araştırmaya katılanların yüzde 57,8’i ‘parlamenter sistem’ derken, ‘mevcut sistem’ diyenlerin oranı yüzde 35,2’de kalmıştı. Aynı araştırmada kararsızların oranı yüzde 7,0 idi.

Paylaşın

‘2021 Weimar İnsan Hakları Ödülü’ Demirtaş’a Verildi

2021 Weimar İnsan Hakları Ödülü, Almanya’da düzenlenen törenle Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş verildi. Ödülü Demirtaş’ı temsilen Weimar’a gelen kardeşi Süleyman Demirtaş aldı.

DW Türkçe’nin haberine göre, Weimar’da düzenlenen törene bir teşekkür mesajı yollayan Demirtaş, mesajında 5 yıllık tutukluluğu sırasında Almanya’dan ve tüm dünyadan kendisi ve tutuklu arkadaşlarıyla gösterilen dayanışma için teşekkür etti.

Törende bir konuşma yapan Weimar Belediye Başkanı Peter Kleine, Kürt sorununa demokratik çözüm, demokratikleşme, inanç özgürlüğü ve Türkiye’de insanların dil, kültür ve siyasi açıdan eşitliği konusunda gösterdiği çabalar nedeniyle Demirtaş’ın ödüle layık görüldüğünü söyledi. Kleine koronavirüs pandemisi nedeniyle birçok mahkumun Türkiye’de tahliye edildiğini ancak bu imkanın Demirtaş’a tanınmadığını belirtti.

Weimar Belediye Meclisi de ödülle ilgili yaptığı açıklamada, 48 yaşındaki Demirtaş’ın 2016 yılından beri suçsuz yere, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararına rağmen cezaevinde tutuklu olduğunu ifade etti.

“Demirtaş Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir umut”

Almanya Kültür ve Medyadan Sorumlu Devlet Bakanı Claudia Roth da törende bir konuşma yaptı. Claudia Roth “dostum” olarak nitelediği Selahattin Demirtaş için verilen ödülün, ülkenin en önemli insan hakları ödüllerinden biri olduğunu söyledi.

Roth, “cesarete sahip, kalbi olan, sıcak kalpli ve zeki” bir siyasetçi, bir insan hakları savunucusu ve demokrat olarak nitelediği Demirtaş’ı Türkiye’nin demokratikleşmesi için bir umut olarak gördüğünü ifade etti.

Roth, Süleyman Demirtaş’tan kendisini unutmadıklarını ve kendisini desteklemeye devam ettiklerini Selahattin Demirtaş’a iletmesini istedi.

Ödül hakkında

Azınlık haklarını savunan Göttingen merkezli Tehdit Altındaki Halklar Cemiyeti (GfbV) Demirtaş’ı ödüle aday göstermiş, Weimar Belediye Meclisi de 21 Temmuz 2021 tarihli toplantısında ödülü Demirtaş’a verme kararı almıştı. 1995 yılından beri her yıl verilen ödülün maddi değeri 5 bin Euro.

Weimar Belediye Meclisi geçen yıl Hollandalı Katolik Rahip Jozef Jan Michel Kuppens ile Malavili Felicia K Monjeza’yı insan hakları ödülüne layık görmüştü. Ödülün Malavi’deki tütün plantajlarındaki modern köleliğin sona erdirilmesi için yaptıkları çalışmalar nedeniyle verildiği açıklanmıştı.

1998’te Meral Danış Beştaş almıştı

Türkiye’den 1998 yılında da HDP Adana milletvekili ve hukukçu Meral Danış Beştaş ödüle layık görülmüştü. Ödül her yıl 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde takdim ediliyor.

Paylaşın

“İktidar Ülkeyi Tecritle Kuşattı, Cezaevine Çevirdi”

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Hukuk ve İnsan Hakları Komisyonundan Sorumlu Eş Genel Başkan Yardımcısı Ümit Dede, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü vesilesiyle partisinin genel merkezinde basın toplantısı düzenledi.

Haber Merkezi / İşkenceye maruz kalmış olan Garibe Gezer’in hapishanede şüpheli şekilde hayatını kaybetmesini kınayan Dede, konuşmasında şunları söyledi;

“Garibe Gezer’in hayatını kaybettiği bilgisi bizlere ulaştı. Garibe Gezer’in yaşamına sona vermesine giden süreç insan hakları özetidir. Hükümetin yarattığı çatışmalı ortamda bir abisi yaşamını yitirdi, onun cenazesini almaya giden diğer abisi yaralandı ve felç kaldı, Garibe’ye de cezaevleri yolları göründü. Cezaevinden cezaevine sürülen Garibe Gezer en son Kandıra Cezaevine götürüldü. Önce darp edildi, sonra tecavüze maruz bırakıldı. En son ailesiyle yaptığı telefon görüşmesinde biz bu uygulamaları öğrenmiş olduk. Gardiyanlara bir işlem yapılmazken, Garibe Gezer hücre cezasına çarptırıldı ve dün de hücrede hayatını kaybettiği açıklandı. Avukatlar cezaevine alınmadı, diğer müvekkilleriyle yapmak istedikleri görüşmeler de engellendi. Garibe Gezer’in yaşadıkları Türkiye’de yaşanan hak ihlallerini özeti niteliğindedir. Kendisine rahmet, ailesine başsağlığı diliyoruz.

“İnsanın zorbalık ve baskıya karşı son çare olarak başkaldırmak zorunda kalmaması için insan haklarının hukukun egemenliğiyle korunmasının önemli olduğunu’’ vurgular İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi. Birleşmiş Milletler, 6 yıl süren ve milyonlarca insanın yaşamına mal olan İkinci Dünya Savaşı’nın yol açtığı ağır insani yıkımın tekrar etmemesi için “bir daha asla” sloganıyla barış, özgürlük, eşitlik, insan hakları ve demokrasiye dayalı uluslararası bir sistem oluşturma hedefiyle kurulmuş ve İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi de bu saiklerle bundan tam 73 yıl önce 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi iç hukukun parçasıdır

Türkiye’nin de imzacısı olduğu ve böylece Anayasa’nın 90’ıncı maddesi gereğince iç hukukun bir parçası olan İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinde ve yine Türkiye’nin imzacısı olduğu başkaca uluslararası sözleşmelerde ve ayrıca Anayasada güvence altına alınan hak ve özgürlüklerin AKP iktidarı açısından bir anlam ifade etmediğini AKP Genel Başkanı Erdoğan her fırsatta açıkça ifade etmektedir. Anayasayı, uluslararası sözleşmeleri ve yasaları hiçe sayan AKP iktidarı, hukuk tanımaz tutumuyla geçmiş yıllarda olduğu gibi 2021 yılında da tüm vatandaşların ve mültecilerin yaşamını katlanılamaz hale getirdi. Nitekim yakın zamanda Dünya Adalet Projesi tarafından açıklanan Hukukun Üstünlüğü Endeksinde (Rule of Law Index) Türkiye’nin 2021 yılında 139 ülke arasında 117’nci sırada yer aldığı duyuruldu. Türkiye, Doğu Avrupa ve Orta Asya grubunda bulunan 13 ülke arasında ise Rusya’nın da gerisinde kalarak sonuncu sırada yer aldı. Aynı araştırmada, hükümetin hesap verebilirliği açısından 128 ülke arasında Türkiye 97’inci, yasal ve yönetsel düzenlemelerin adil ve etkili biçimde uygulanması açısından 110’uncu, iktidarın sınırlanması açısından ise 124’üncü sırada olduğu açıklandı.

Mücadelemizi sürdürüyoruz

“Bir daha asla” diye çıkılan yolda ‘’İnsanlık ailesinin bütün üyelerinin doğal yapısındaki onuru ile eşit ve devredilemez haklarını tanımanın dünyada özgürlük, adalet ve barışın temeli olduğu’’ inancıyla, sadece HDP’ye ve HDP’lilere yapılan haksızlıklara karşı değil tüm insanlara karşı yapılan haksızlıklara ilişkin kararlılıkla mücadelemizi sürdürüyoruz. AKP iktidarının 2021 yılı içerisinde gerçekleştirdiği ve her biri mücadele gerekçemiz olan hak ihlallerini insan hakları günü vesilesiyle bir kez daha ifade etmek isteriz. Türkiye’de yaşanan ihlalleri tek bir açıklama ile anlatmak mümkün değil özetle ihlalleri anlatmaya çalışacağız.

Irkçı ve ayrıştırıcı dil katliamlara neden oluyor 

Cumhur İttifakı iktidarının kullandığı ayrıştırıcı, ötekileştirici, cinsiyetçi dil ve başta Kürt halkının talepleri olmak üzere tüm toplumsal talepleri şiddet yoluyla bastırma konsepti önceki yıllarda olduğu gibi 2021 yılında da birçok insanın yaşamını kaybetmesine yol açtı. Yaşam hakkı ihlalleri Dersim Ovacık’ta 7 Mayıs’ta hayvanlarına barınak yapmak için aracıyla evden ayrıldıktan sonra SİHA ve helikopterlerle bombalanarak yaşamını yitiren Murat Yıldız isimli vatandaş ve Kadıköy’de “dur” ihtarına uymadığı iddiasıyla polisin ateş ederek öldürdüğü 15 yaşındaki E.Ç. gibi şiddet kullanma tekelini elinde bulunduran kolluk kuvvetleri tarafından gerçekleştirilen ihlaller ile sınırlı değildir. Yapısal şiddetin bir ürünü olarak üçüncü kişiler tarafından gerçekleştirilen fakat devletin “önleme ve koruma” yükümlülüğünü yerine getirmeyerek ve hatta katillere cesaret veren dili, tutumu ve cezasızlık politikası ile adeta teşvik ettiği ihlalleri de kapsamaktadır. Bu bağlamda, Konya’da yaşayan bir Kürt aile olan Dedeoğlu ailesinin 11 Temmuz’da “biz ülkücüyüz sizi burada yaşatmayacağız” diyen 60 kişilik ırkçı grubun saldırısına uğraması ve kısa süre sonra saldırganların neredeyse tamamının serbest bırakılması, 26 Temmuz’da yine Konya’da yaşayan Kürt bir aile olan Dal ailesinin 60 kişilik bir ırkçı grubun saldırısına uğraması ve Hakim Dal’ın katledilmesi, 30 Temmuz’da Dedeoğulları ailesinden 4’ü kadın 7 kişinin katledilmesi ve bu katliama ilişkin tutuklanan 13 kişiden 12’sinin daha duruşma başlamadan tahliye edilmesi ve sadece bir kişinin tutuklu olması hukuk çerçevesinde izah edilebilir mi?

Deniz Poyraz’ın katledilmesi iktidarın ırkçı politikalarından ayrı düşünülebilir mi?

Elbette 2021 yılında yaşanan en acı olaylardan biri de Deniz Poyraz yoldaşımızın 21 Haziran’da Onur Gencer isimli kişi tarafından katledilmesidir. Sosyal medya profillerinde silahlı fotoğraflarını yayınlayan, Kürtlere ve HDP’lilere tehditler yağdıran katilin İzmir kent merkezinde 24 saat polis gözetiminde olan il binamıza elinde silahların bulunduğu bir çantayla elini kolunu sallayarak girmesi, polisin saatlerce katili etkisiz hale getirmek ve Deniz’i yaşatmak için hiçbir girişimde bulunmaması, kadınları ve anneleri yerlerde sürükleyen polisin, saatler sonra il binamızdan dışarı çıkan katili şefkatle karşılaması ve “abicim’’ diye hitap etmesi, önceki dönem milletvekilimiz Behçet Yıldırım somut hiçbir delil bulunmaksızın 8 gün gözaltında tutulmuşken, Deniz’in katilinin sadece 18 saat gözaltında tutulmuş olması, etkin bir soruşturma yürütmeyen ve avukat arkadaşlarımızın taleplerini yanıtsız bırakan savcının bu siyasi katliamı gerçekleştiren katilin bağlantılarını ortaya çıkaracak hiçbir araştırma yapmadan alelacele iddianame hazırlaması hukuk çerçevesinde izah edilebilir mi? Bu katliamların ve benzer mahiyette sayısız katliamın Cumhur İttifakının yürüttüğü ırkçı, militarist politikalardan ve cezasızlık politikasından bağımsız olduğunu kabul etmek mümkün müdür?

Tüm ülke işkence merkezi haline getirildi

Anayasa’nın ve Türkiye’nin de bir parçası olduğu evrensel hukukun mutlak olarak yasaklamasına ve insanlığa karşı bir suç olma vasfına rağmen işkence olgusu 2021 yılında da Türkiye’nin en başat insan hakları sorunu olmuştur. Resmi gözaltı merkezlerinin yanı sıra kolluk güçlerinin barışçıl toplanma ve gösterilere müdahalesi sırasında sokak ve açık alanlarda ya da ev ve iş yeri gibi mekânlarda yaşanan işkence ve diğer kötü muamele uygulamaları yeni bir boyut ve yoğunluk kazanmıştır. Denilebilir ki siyasal iktidarın baskı ve kontrole dayalı yönetme tarzı sonucu günümüzde tüm ülke adeta işkence mekânı haline gelmiştir. 21 Kasım’da Diyarbakır’ın Sur ilçesinde Tacettin Aslan isimli vatandaş ailesinin gözü önünde ters kelepçe yapılarak yere yatırılmış, çok sayıda polis tarafından saldırıya uğramış, götürüldüğü çarşı karakolunda işkence ve kötü muamele devam etmiştir. Bu olaya ilişkin polis memurları hakkında idari ve adli soruşturma başlatılmamış, Tacettin Aslan hakkında ise polise mukavemet ettiği iddiasıyla soruşturma açılmıştır. Melih Bulu’nun Boğaziçi Üniversitesi Rektörlüğüne kayyım olarak atanmasının ardından öğrencilerin yaptıkları eylemlere müdahale eden polisin öğrencilere ters kelepçe, darp, çıplak arama, cinsel taciz, su verilmemesi gibi birçok işkence ve kötü muameleyi sokaktan başlayarak gözaltı merkezlerine kadar uygulaması Cumhur İttifakı iktidarının 2021’de hafızalara kazınan uygulamalarından biriydi.

15 Temmuz darbe girişimini “Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren iktidar, 2020 Mart ayından başlayarak tüm dünyayı etkisi altına alan COVID 19 salgınını aynı anlayışla değerlendirmiş ve salgının devam ettiği 2021 yılında da otoriterleşmenin, yasaklamaların ve engellemelerin bir aracı haline getirmiştir. Pandemi gerekçe gösterilerek en temel anayasal haklardan olan toplantı, gösteri ve yürüyüş yapma hakkı keyfi olarak kısıtlanmıştır. Cumhur İttifakı üyesi siyasi partiler, açık ve kapalı alanlarda binlerce kişinin katılımıyla etkinlikler ve kongreler gerçekleştirirken muhaliflerin açık alanda gerekli tedbirleri alarak yapmak istedikleri eylem etkinlikler ise kısıtlanmıştır. İşçilerin, kamu çalışanlarının, öğrencilerin, kadınların, siyasi partilerin, STK’ların ve bir bütünen muhalif tüm kesimlerin toplanma özgürlüğü yok sayılırken, toplantı gösteri ve yürüyüş hakkını ihlal etme konusunda Van Valiliği 5 yılı aşkın süredir kesintisiz uyguladığı yasaklama kararlarıyla 2021 yılını da birincilikle göğüslemiş oldu.

11 ayda 310 kadın katledildi

AKP iktidarı “aile yapısını bozduğu” iddiasıyla 20 Mart 2021 tarihinde Resmî Gazetede yayımlanan Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile sözleşmeden çekildi. Salgın koşullarında kadına dönük şiddetin oldukça arttığı bir dönemde İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin sonucu olarak 2021 yılı kadınlara yönelik ayrımcılık ve şiddetin arttığı bir yıl olmuştur. Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü’nün (OECD) verilerine göre cinsiyet ayrımcılığının en fazla olduğu ülkeler arasında yer alan Türkiye, 129 ülkenin olduğu listede 26’ncı sırada yer almıştır. Türkiye aynı zamanda OECD’ye üye ülkeler arasında kadına şiddetin en yaygın olduğu ülke durumuna düştü. 2021 yılının ilk 11 ayında en az 310 kadın katledilmiş, binlerce kadın taciz, tecavüz ve şiddete maruz kalmıştır. Siyasi iktidarın, İstanbul Sözleşmesinden çekilmenin yanı sıra kadınların İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararına karşı gerçekleştirdiği eylemleri engellemesi, eylem yapan kadınların darp edilerek gözaltına alınması, kadınlara karşı suç işleyen erkeklere “iyi hal” indirimi uygulanması ve kadın mücadelesi yürüten aktivistlere cezalar verilmesi gibi politikaları kadınlara dönük şiddetin 2021 yılında daha da artması sonucunu doğurmuştur.

Çocuklara dönük hak ihlalleri de 2021 yılında yoğunluk kazanarak devam etti. Şırnak’ta çocuğa yönelik istismarda bulunan Uzman Çavuş Aslan A.’ya yargı “cinsel istismar” suçundan ödül gibi 2,5 yıl hapis cezası verdi. Urfa’nın Eyyübiye ilçesine bağlı Şıhmahsut Mahallesi’nde yaşayan Mohammad Dwla isimli erkek,  13 yaşındaki çocuğu Amara Dwla’ya şiddet uyguladı. Fail erkek daha sonra çocuğu işkence ederek katletti. Batman’ın Bağlar Mahallesi’nde Emniyet Müdürlüğü’ne ait zırhlı araç çocukların bulunduğu sokakta çocukları kovalayarak ezmeye çalıştı. Bitlis’in Ahlat ilçesinde aşırı hız yapan askeriyeye ait sivil plakalı otomobilin çarptığı 10 yaşındaki Eyüp Kırtay yaşamını yitirdi. Şırnak’ın İdil İlçesinde bisikletiyle gezen 7 yaşındaki Mihraç Miroğlu zırhlı polis aracının çarpması sonucu hayatını kaybetti.

Kürtçeye yönelik düşmanlık artarak devam ediyor

Kürt diline tahammülsüzlük 2021 yılında da öne çıkan hak ihlalleri arasında yer aldı. KADES uygulaması 6 dilde hizmet vermeye başlarken Kürtçe dilini seçeneklerine eklemedi. TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan’ın yargılandığı davada Kürtçe savunma yapmasına izin verilmedi. Bitlis’teki bir camiye asılı olan ve 5 dilde ayet yazılı olan tabeladan Kürtçe çıkarıldı. TBMM’de Kürtçe konuşan Ayşe Sürücü’nün mikrofonunun sesi kapatıldı.

2021 yılında en yoğun yaşanan ihlallerden biri de düşünce ve ifade özgürlüğü hakkına yönelik oldu. Sosyal medya başta olmak üzere düşüncelerini ifade eden muhalifler vesayet altındaki yargı tarafından cezalandırılmaya devam etti. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı Fahrettin Altun’un dört maaş aldığı yönündeki paylaşımla ilgili olarak “ohhhh yiyin bakalım, boğazınıza dizilsin milyonlarca yoksul insanın hakkı” yazan avukat Neslihan Ceylan’a ‘kamu görevlisine hakaret’ suçlamasıyla dava açıldı. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in Siirt ziyaretinde “Burası Kürdistan’dır ama inkar ediliyor” diyen esnaf Cemil Taşkesen gözaltına alındı. “Cezai ehliyeti yoktur” raporu olan 96 yaşındaki Aliye Yabansu hakkında Cumhurbaşkanına hakaret”ten dava açıldı. Fırat Üniversitesi’nde araştırma görevlisi olan Hifzullah Kutum’a sosyal medya hesabından yaptığı “Şoreşa Îlonê hemû Kurdan pîroz be, Bijî Kurdistan” paylaşımı gerekçesiyle dekanlık tarafından uyarı cezası verildi, sonraki süreçte görevden alındı ve tutuklandı.

Göçmen ve mülteciler ırkçı saldırılara maruz kalıyor  

Sayılarının 5 milyonu geçtiği tahmin edilen sığınmacı/mülteci/göçmenler 2021 yılında da her türlü ayrımcılığa ve istismara, nefret söylemine ve ekonomik sömürüye yoğun bir şekilde maruz kalmalarının yanı sıra kolluk güçlerinin ve sivil kişilerin ırkçı şiddetine maruz kalmışlardır. İran sınırını kullanarak Van üzerinden Türkiye’ye gelen Afganistanlılar, Suriye’deki iç savaştan Türkiye’ye sığınmak zorunda kalan Suriyeliler ve Rojavalılar bu saldırıların temel hedefleri oldular. 12 Ağustos 2021’de Ankara Altındağ’da bir söylenti üzerine toplanan kitlenin Suriyelilere ait ev ve dükkânlar ile otomobilleri ateşe vermesi, Suriyelileri linç etmek istemeleri ve polisin bu duruma seyirci kalması siyasi iktidarın mültecilere ilişkin politikalarının önemli bir yansıması olarak hafızalara kazındı.

Basına yönelik saldırılar sürüyor

20121 yılında basın organlarına sansür ve erişim engeli uygulamaları devam ettirilirken basın emekçileri gözaltına alındı, darp edildi ve haklarında yürütülen yargılamalarda cezalara çarptırıldı. Ankara’da, Konya’daki katliamı protesto edenlere polisin müdahalesini takip eden muhabir Delal Akyüz polisler tarafından darp edildi. Ardından gazeteciyi yere yatırarak darp eden polisler, Delal’in telefonuna el koydu. Çektiği fotoğrafları sildi. Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile kapatılan Özgür Gündem gazetesinin ana davasında karar çıktı. Mahkeme heyeti Kemal Sancılı, İnan Kızılkaya ve Eren Keskin’e “örgüt üyeliği” iddiasıyla 6’şar yıl 3’er ay, Zana Kaya’ya ise “örgüt propagandası” iddiasıyla 2 yıl 1 ay hapis cezası verdi.

Kobanî Kumpas Davası, Çöktürme Planının yeni aşamasıdır  

AKP iktidarı 2021 yılında Çöktürme Planının yeni aşamalarını devreye koymayı da ihmal etmedi. 2020 yılının Ekim ayında dönemin MYK üyelerinin tutuklanmasıyla yeni bir evreye dönüşen Kobanî soruşturması 2021’in ilk günlerinde davaya dönüştü. 3530 sayfa iddianame ve 370 klasör ekle başlayan davada, dosyadaki gizlilik kararının kalkmasıyla kumpasın belgelerine ulaşıldı. Ankara TEM Şube Müdürlüğü antetli ve kim tarafından yazıldığı belli olmayan belge, soruşturmanın, iddianamenin ve bir bütünen dava dosyasının özeti niteliğindeydi. Söz konusu belgede özetle savcıya kumpası nasıl kuracağının talimatı verilmekteydi. 3530 sayfalık iddianame ve ekindeki 370 klasör belgeyi 3 iş günü içerisinde ‘’titizlikle’’ inceleyip iddianameyi kabul kararı veren mahkeme, kimlik tespiti yapmadan, iddianameyi okumadan başladığı yargılamada bir başkan ve bir üye değişikliği ile 8 ayı geride bıraktı. AİHM kararını tanımadığı gibi adil yargılanma hakkından da bihaber olan mahkeme heyeti, avukatların ve yargılanan arkadaşlarımızın adil yargılanma koşulları oluşmadan katılmayacaklarını bildirdiği ve katılmadığı duruşmaları salona doldurduğu jandarma ve polislerle aç/kapa yaparak devam ettiriyor.

Partimiz ve bu davayı gören AYM kapatılma tehdidi altında

İktidarın, vesayeti altındaki yargı eliyle kurduğu kumpasların en büyüğü olan HDP kapatma davası da 2021 yılında yargının siyasallaşmasının geldiği noktayı gösteren önemli bir gelişme oldu. Cumhur İttifakının baskısı altındaki Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından MHP kurultayına yetiştirilmek için alelacele hazırlanan iddianamenin Anayasa Mahkemesi tarafından iade edilmesi kararına içerlenen Bahçeli’nin ‘’ Anayasa Mahkemesi de kapatılsın’’ söylemi Cumhur İttifakının hukukun üstünlüğüne, hukuk devleti ilkesine nasıl yaklaştıklarını göstermesi açısından önemli bir örnek olarak tarihe geçti. HDP’nin kapatılması iddiasıyla hazırlanan iddianamenin Anayasa Mahkemesine verildiği 17 Mart tarihinde milletvekilimiz Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği, daha sonra Anayasa Mahkemesince ihlal ve yeniden yargılama kararı verilecek olan hukuksuz karara dayanılarak düşürüldü. Karara karşı TBMM’deki HDP Grubunda protesto eylemi yaparken sabaha karşı polislerce Meclis’ten çıkarılan Gergerlioğlu sonrasında tutuklandı. İktidarın vesayeti altındaki yargı mensupları tarafından HDP’lilere, kadın hakları aktivistlerine, gazetecilere, kötü çalışma koşullarını protesto eden sağlık çalışanlarına, üniversite öğrencilerine, muhalif duruş sergileyen vatandaşlara ilişkin gözaltılara, tutuklamalara ve davalara 2021 yılında da devam edildi. Binlerce muhalif vatandaşın hukuksuzca gözaltına alındığı 2021 yılının hukuksuz gözaltılara ilişkin özeti, İçişleri Bakanı Soylu’nun 15 Şubat’ta 40 ilde yapılan eş zamanlı operasyonlarda bir günde 718 kişinin gözaltına alındığını gururla (!) duyurması oldu.

AİHM kararları uygulanmıyor, siyasetçilerimiz halen rehin olarak tutuluyor

Hukuka aykırı tutuklamalar devam ederken AİHM tarafından derhal serbest bırakılmaları yönünde karar verilen Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala, iktidarın vesayeti altındaki yargıçların hukuk tanımaz tutumu nedeniyle 2021 yılını da cezaevinde geçirdi. Binlerce muhalife de yargılandıkları mahkemelerce akıl almaz cezalar verildi. HDP milletvekili Leyla Güven’e siyasi faaliyetlerinden dolayı verilen 22 yıl 3 ay, TJA Sözcüsü Ayşe Gökkan’a kadın mücadelesi faaliyetlerinden dolayı 30 yıl ceza ve tutuklama kararı verilirken, Siirt’te 18 yaşındaki İpek Er’i nitelikli cinsel saldırıya maruz bırakarak intihara sürükleyen Uzman Çavuş Musa Orhan’a 10 yıl hapis cezası verildi ve tutuklanmasına ilişkin talep mahkeme tarafından reddedildi. Elbette Cumhur İttifakı yargısının adaletinden milletvekilleri de nasibini aldı. 27’inci dönemde Meclis’e toplam 1467 fezleke gönderildi. Bu 1392 fezlekenin 1041’i ise 60 HDP’li milletvekili hakkındaydı.

Cezaevleri ihlal merkezi haline getirildi

Yıl boyunca hak ihlallerinin en yoğun yaşandığı alan cezaevleri oldu. Pandemiyi de” Allah’ın lütfu” olarak değerlendiren iktidar, 7242 sayılı yasada yaptığı değişiklikler ve Cumhurbaşkanlığı tarafından yayınlanan yönetmelikteki düzenlemelerle cezaevlerini özellikle siyasi tutsaklar açısından işkence ve kötü muamelenin kesintisiz sürdürüldüğü mekanlar haline getirdi. Çete liderlerinin yüzü suyu hürmetine topluma karşı suç işleyenler ödüllendirilerek salıverilirken, siyasi tutsaklar ve muhalifler cezaevlerinde tutulmaya devam edildi. Siyasi tutsaklar en temel hakları olan sosyal, sportif etkinlikleri ile havalandırma imkanı, sağlığa erişim hakkı, aile ve avukat görüş hakkı gibi temel haklarından yararlanamaz hale geldi. Ailelerinden yüzlerce kilometre uzaktaki cezaevlerine sürgün edilen siyasi tutsaklar daha cezaevi girişinde çıplak arama dayatması ve işkenceyle karşılanıp keyfi disiplin cezaları verilerek kısıtlı sosyal imkanlardan ve iletişim imkanlarından mahrum bırakılmış, hücre cezası rutin haline getirilmiş ve bu disiplin cezaları bahane edilerek tutsakların infazları yakılmış, denetimli serbestlik kurumundan yararlanmaları engellenerek ceza içinde ceza uygulaması devam ettirilmiştir. Yaşadıkları hak ihlallerine ilişkin dilekçeleri kayda alınmayan tutsaklara ayrıca bu dilekçeleri yazmış olmaları sebebiyle disiplin cezaları verilmiştir. Muhalif yayınlara erişebilme ve radyo kullanma olanakları ellerinden alınan tutsaklara Kürtçe kitaplar verilmedi, ailesiyle anadilinde konuşan mahpusların telefonları kesildi. Batman Cezaevinde tutuklu oğlunun görüşüne giden ve başka bir tutukluya Kürtçe selam veren Fatime Demir’e 6 aylık görüş yasağı verildi.

Hasta tutsaklar ölüme terk edildi 

2021 yılında cezaevlerinde hak ihlallerinden en çok zarar gören kesim yine hasta tutsaklar oldu. Hastalıkları ağırlaşmasına ve yaşları ilerlemesine rağmen Adalet Bakanlığı ya da cezaevi yönetimleri hasta tutsakları cezaevlerinden tahliye etmedi, yakınlarıyla vedalaşma hakkı tanımadı. Mide kanseri olan ve “cezaevinde kalamaz” raporu verilen Hadi Yalçın ile akciğer kanseri olan 65 yaşındaki Hayrettin Yılmaz 2021 yılında kaybettiğimiz hasta tutsaklardan sadece ikisi olurken, 26 yıldır haksız yere cezaevinde tutulan ve 10 farklı ağır hastalığı olmasına rağmen bugüne kadar Adli Tıp Kurumuna sevk edilmemiş olan M. Emin Özkan pandemi koşullarında gerekli tedbirler alınmadığı için Korona Virüse yakalandı ve şimdi yoğun bakımda yaşam mücadelesi veriyor. DTP Eş Genel Başkanlığı, HDP Eş Genel Başkan Yardımcılığı ve milletvekilliği görevlerini yürütmüş olan Aysel Tuğluk, Kocaeli Tıp Fakültesi Adli Tıp Kurumunun “cezaevinde tedavi olamaz ve tek başına yaşamını idame ettiremez” raporuna karşın iktidarın vesayeti altındaki İstanbul Adli Tıp Kurumunun “cezaevinde kalabilir” raporu vermesi sebebiyle tahliye edilmedi.”

Paylaşın

Demirtaş’tan Erdoğan’a Miting Yanıtı: Hodri Meydan

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, kendisine ”Senin tabanının şu anda miting yapacak mecali kaldı mı?” diyen Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a yanıt verdi. 

Haber Merkezi / Selahattin Demirtaş, sosyal medya hesabı üzerinden verdiği yanıtta, “Erdoğan, miting yapmıyorum diye merak etmiş. HDP zaten meydanlarda. Yine de çok istiyorsan haydi! İki saat için çıkayım, tek bir megafonla Yenikapı’ya gideyim. Ertesi gün de sen, devletin tüm imkanlarıyla aynı meydana çık. Bir kişi eksik toplayan siyaseti bıraksın. Var mısın?” ifadelerini kullandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ne demişti?

Erdoğan, Katar ziyareti dönüşünde Demirtaş’ın muhalefete yedi bölgede yedi ortak miting yapma çağrısıyla ilgili şöyle demişti:

“Diğer taraftan Edirne’de cezaevindeki zat bunlara diyor ki ‘Bir araya gelin, birlikte mitingler yapın.’ Bunu söyleyeceğine sen bir tane miting yap bakalım orada. Sen önce kendi tabanına bir sinyal ver bakalım. Senin tabanının şu anda miting yapacak mecali kaldı mı? Biz tabi bunlarla muhatap olacak durumda değiliz. Eğer hala bunlar oradan idare ediliyorsa, benim milletimin özellikle bu konudaki tavrı çok açık, net ortaya çıkacaktır ve ortadadır. Milletim teröristlere veya terörizme asla taviz vermeyecektir”

Paylaşın

Hapisteki Gazeteci Sayısı 2021’de Zirve Yaptı

Gazetecileri Koruma Komitesi’nin (CPJ) yayımladığı son rapora göre 2021 yılında hapiste bulunan gazetecilerin sayısı, bugüne dek kaydedilen en yüksek rakama ulaştı. Söz konusu rapora göre, dünya çapında 1 Aralık itibarıyla 293 gazeteci cezaevlerinde tutuklu bulunuyor.

CPJ’nın basın özgürlüğü ve medyaya saldırılar konusundaki yıllık anketine göre, son bir senede en az 24 gazeteci yaptığı haber nedeniyle öldürüldü. Ayrıca öldürülen 18 gazetecinin ise yaptığı haber nedeniyle mi öldürüldüğü netleştirilemedi.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli sivil toplum kuruluşu CPJ, gazetecileri hapsetme nedenlerinin ülkelere göre değiştiğini ancak bu yıl ulaşılan rakamın yüksekliğinin dünyadaki siyasi çalkantıları ve bağımsız haberciliğe yönelik toleransın azaldığını yansıttığını belirtti.

Listede Türkiye de var

CPJ Genel Müdürü Joel Simon, “Bu, dünya çapında hapiste bulunan gazetecilerle ilgili olarak, CPJ’nin altı yıldır üst üste kaydettiği en yüksek rakam. Bu rakam iki içinden çıkılmaz zorluk olduğuna işaret ediyor. Hükümetler bilgiyi kontrol etmek ve yönetmek için kararlı ve bunları yapmak için gösterdikleri çabalar konusunda da oldukça arsızlar” dedi.

Rapora göre en fazla cezaevlerinde gazeteci olan ülke Çin. Bu ülkede 50 gazetecinin demir parmaklıklar ardında olduğu belirtilirken, Çin’i 26 gazeteci ile Myanmar, 25 gazeteci ile Mısır, 23 gazeteci ile Vietnam ve 19 gazeteci ile Belarus’un izlediği belirtildi. Raporda Belarus’u Türkiye , Eritre, Suudi Arabistan, Rusya ve İran’ın takip ettiği kaydedildi.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

İYİ Parti Ve CHP Arasında ‘Cumhurbaşkanı Adaylığı’ Tartışması

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun olası adaylığına ilişkin değerlendirme yapan İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın’ın açıklaması Millet İttifakı’nı oluşturan CHP ve İYİ Parti arasında tartışma konusu oldu.

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Koray Aydın, “Kazanma riski görünen, anket ilmiyle belirlenen bir adayı, İYİ Parti olarak kabul etmiyoruz. Millet İttifakı’nın varlığı seçimi ilk turda kazanabilecek genişlikte, o bakımdan en uygun adayın istişarelerle belirlenerek ortaya konulması Türkiye’ye yapılabilecek en iyi iyilik. Kazanamama ihtimali olan birinin uygun olmayacağını söyleyeceğiz, sonuç odaklı düşüneceğiz.” demişti.

Partinin bir diğer genel başkan yardımcısı Cihan Paçacı ise Aydın’ın sözlerini değerlendirdi ve bu açıklamaların Kılıçdaroğlu’nun adaylığına karşı çıktıkları anlamına gelmediğini savundu.

Habertürk’e konuşan Paçacı, “Kemal Bey cumhurbaşkanı olması halinde doğru bir isimdir. Ancak tespiti sırasında birinci turda seçilmeyi sağlayacak bunu riske sokmayacak adayın tercihi doğru olur” dedi.

İttifak ortağı CHP’den ise parti sözcüsü Faik Öztrak, İYİ Partili Aydın’ın cumhurbaşkanı adayı açıklamasına ilişkin, ”Genel başkanımızın Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı hakkındaki görüşleri artık kamuoyuna mal olmuştur. Bunların üzerine yorum yapmak gereksizdir. Genel başkanımızın açıklamaları nettir” dedi.

Paylaşın

Avrupa Konseyi’nden Dikkat Çeken ‘Alevi Davaları’ Kararı

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, 30 Kasım-2 Aralık tarihleri arasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Türkiye aleyhine ihlal kararı verdiği davaların icra süreci değerlendirildiği toplantıda ele aldığı başlıklardan biri de Alevi davalarıydı. Komite, “Devlet yetkililerinin Alevi topluluğuna, Alevilerin dini uygulamalarına ve ibadet yerlerine yönelik tutumu, Devletin tarafsızlık ve eşit mesafelilik yükümlülüğüne ve dini toplulukların özerk olarak var olma hakkına aykırı” dedi.

Bakanlar Komitesi’nin cemevleri ve zorunlu din dersleriyle bağlantılı olarak, din veya inanç özgürlüğüne ilişkin ihlal tespitleri içeren AİHM davalarının uygulanmasına dair önemli kararlar verdiğini belirten İnanç Özgürlüğü Girişimi, bu davalar arasında, “Zengin Grubu Davaları/Türkiye, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı/Türkiye ve İzzettin Doğan ve Diğerleri/Türkiye” davalarının yer aldığını aktardı.

İnanç Özgürlüğü Girişimi’nden (İÖG) Dr. Mine Yıldırım, Bakanlar Komitesi’nin Alevi davalarına ilişkin kararının bu davalarda ortaya konan din veya inanç özgürlüğü meselelerinin çözümü için atılması gereken köklü adımlarla ilgili ilerleme sağlanmadığına ve bu sorunların çok uzun zamandır sürdüğüne işaret etmesinin önemli olduğunu söyledi:

“İÖG olarak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) nezdinde din veya inanç özgürlüğü hakkındaki kararların uygulanmasını yakından izliyoruz. Bu süreçte gerek zorunlu Din Kültürü Ahlak Bilgisi dersleri gerekse cemevlerinin ibadet yeri statüsü ve kamusal din hizmetlerinin eşitlik ilkesi gözetilerek sunulmaması konusunda ulusal düzeyde maalesef adım atılmadığını gözlemliyoruz.

“Oysa, AİHM’in bulguları Türkiye’de herkesin inanç özgürlüğünün korunması için atılması gereken önemli bulgular içeriyor. 2022 yılı Türkiye için kapsamlı bir danışma süreci ile bu sorunları çözmeye odaklanma olanağı sunuyor. Gerek sivil toplum gerekse din veya inanç toplulukları bu konuda katkı sunmaya hazır.”

“Alınan tedbirler ayrımcılığı çözmek için yetersiz”

Komitenin aldığı kararlarda Türkiye Hükümeti’nin şimdiye kadar aldığı tedbirlerin, AİHM tarafından tespit edilen ihlallerin çözümü ve Alevilere yönelik ayrımcılığın önüne geçilmesi açısından yetersiz olduğunun altını çizdi.

Bakanlar Komitesi’nin söz konusu davalarla ilgili kararları şu şekilde:

Bireysel tedbirlerle ilgili olarak Komite

  • yetkilileri, Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı davasında başvuran vakfın Eylül 2017’den bu yana aydınlatma masraflarından muaf tutulup tutulmadığı konusunda bilgi vermeye ve başvuran vakfın bu masrafları düzenli olarak geri almasına olanak tanıyan pratik çözümleri değerlendirmeye yeniden davet etti;
  • bu tedbirin ve bu davalardaki diğer bireysel tedbirlerin genel tedbirlerle bağlantılı olduğunu kaydetti.
    Mart 2023’te yeniden ele alınacak

Genel tedbirlerle ilgili olaraksa Komite,

  • Önceki kararlarına atıfta bulunarak, yerel mahkemelerin cemevlerinin aydınlatma masraflarının geri ödenmesine karar verme uygulamasının, Alevi topluluğunun Devletin dinî sübvansiyonlarından ve vergi muafiyetleri dahil diğer avantajlardan genel olarak dışlanması da dahil olmak üzere, Mahkeme tarafından tespit edilen ayrımcılığı çözmek için yetersiz olduğunu belirtti;
  • Bu nedenle yetkilileri, Alevi inancına eşit davranılmasını sağlamak için daha kapsamlı önlemler almaya ve cemevlerini aydınlatma masraflarından muaf tutmak için bazı pratik çözümleri değerlendirmeye çağırdı;
  • İlk ve orta dereceli okullarda verilen zorunlu “din kültürü ve ahlak bilgisi” derslerine yönelik 2018 müfredatının Mahkeme tarafından dile getirilen tüm endişeleri gidermediğini bir kez daha kaydetti;
  • Bu nedenle yetkilileri, Türk eğitim sisteminin, Devletin çeşitli dinlere, mezheplere ve inançlara karşı tarafsızlık ve eşit mesafelilik yükümlülüğünü yerine getirmeye, çoğulculuk ve nesnellik ilkelerine saygı duymaya ve Sünni İslam’dan farklı bir dinî veya felsefi inancı olan ebeveynlerin çocuklarına, öğrencilerin ebeveynlerinin dinî veya felsefi inançlarını açıklamak zorunda kalmadan zorunlu din eğitiminden muaf olması için için uygun seçenekler sunmayı ısrarla tavsiye etti;
  • Alevi çalıştaylarında bu kararlarda vurgulanan sorunların nasıl çözüleceğine dair ulusal bir tartışma başlatıldığını hatırlatarak, yetkililere, 2010 yılında bu çalıştayların nihai raporunda uzlaşmaya varılan tavsiyelerin uygulanmasının ilerletilmesi için çağrıda bulundu;
  • Bununla ilgili, yetkilileri daha fazla gecikmeden belirli yasal ve idari önlemleri gösteren somut bir takvim içeren kapsamlı bir eylem planı hazırlamaya; bu bağlamda, 10 Aralık 2010 ve 29 Haziran 2016’da kabul edilen Irkçılığa ve Hoşgörüsüzlüğe Karşı Avrupa Komisyonu’nun (ECRI) raporları da dahil olmak üzere ilgili Avrupa Konseyi tavsiyelerinden ilham almaya teşvik etti;
  • Yetkilileri, Mahkeme’nin mevcut dava grubundaki bulgularını ele almak için yeni İnsan Hakları Eylem Planı’nın uygulanması çerçevesinde belirli çözüm odaklı tedbirler almaya şiddetle teşvik etti; bu bağlamda Avrupa Konseyi’nin destek sağlamaya hazır olduğunu ifade etti;
  • Bu davalarda incelenen uzun süredir devam eden sorunlar ve şimdiye kadar kaydedilen ilerleme eksikliği göz önüne alındığında, bu davaların Mart 2023’te AİHM kararlarının icrasına dair yapılacak BK toplantısında (CM-DH) yeniden ele alınmasına karar verdi;
  • Sekretarya’ya bu toplantıda incelenmek üzere genel tedbirlerin olumlu bir değerlendirmesine olanak tanıyan kapsamlı bilgilerin bulunmaması durumunda, bir geçici karar taslağı hazırlaması talimatını verdi.

Davaların arka planı

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46/4 maddesi uyarınca AİHM kararları, sözleşmeye imza atan devletleri bağlıyor. Bakanlar Komitesi ise ulusal makamlar, başvuru sahipleri, STK’lar, insan hakları kurumları ve diğer ilgili taraflarca sağlanan bilgilere dayanarak bu kararların uygulanıp uygulanmadığını denetliyor. Bu denetim süreci kapsamında İnanç Özgürlüğü Girişimi de 12 Ekim 2021’de, din veya inanç özgürlüğüne ilişkin ihlal tespitleri içeren söz konusu AİHM kararlarının uygulanmasına dair bildirim sunmuştu.

Zengin Grubu Davaları olarak adlandırılan “Hasan ve Eylem Zengin/Türkiye” ve “Mansur Yalçın ve Diğerleri/Türkiye” kararlarında AİHM’nin Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi (DKAB) derslerine ilişkin önemli bulguları yer alıyor.

Kararlarda;

  • DKAB ders içeriğinin nesnel ve objektif niteliklere sahip olmadığına,
  • Eğitim sisteminin ebeveynlerin çocuklarını kendi dinî veya felsefi görüşleri doğrultusunda yetiştirme haklarına saygı gösterme konusunda yapısal sorunlar içerdiğine,
  • Okullarda din eğitimi konusunda insan hakları standartlarıyla uyumlu bir reformun ivedilikle gerçekleştirilmesi gerektiğine dikkat çekiliyor.

Cumhuriyetçi Eğitim ve Kültür Merkezi Vakfı/Türkiye davası ise, Yenibosna Cemevi’nin aydınlatma giderlerinin, ibadet yeri olarak tanınan diğer mekânlar açısından olduğu gibi, devlet tarafından karşılanması talebinin “Cemevleri ibadet yeri değildir” gerekçesiyle reddedilmesi ile ilgili. AİHM bu davayla ilgili verdiği kararında AİHS’nin ayrımcılık yasağını içeren 14. maddesinin, din veya inanç özgürlüğünü koruyan 9. madde ile bağlantılı olarak ihlal edildiğini tespit etmişti.

Benzer şekilde, “İzzettin Doğan ve Diğerleri/Türkiye” başvurusunun şikâyet konusu da İslam’ın Sünni geleneğine bağlı çoğunluğa sunulan dinî kamu hizmetinin Alevilere de sunulmasına ilişkin taleplerin reddedilmesiydi. Başvurucuların bu talepleri, Alevi dinine ilişkin hizmetlerin kamu hizmeti kapsamına alınması, Alevilerin ibadet yerlerinin ibadet yeri statüsü kazanması, Alevi din adamlarının memur olarak işe alınması ve Alevi inancını taşıyanların ibadetlerine bütçe ayrılması için özel bir hüküm çıkartılmasıydı.

AİHM Büyük Daire 2016 yılında Türkiye’nin din veya inanç özgürlüğü hakkını koruyan 9. madde ve 9. maddeyle bağlantılı olarak ayrımcılığı yasaklayan 14. maddeyi ihlal ettiğine karar vermişti.

Paylaşın

Fitch Ratings, Türkiye’nin Kredi Notu Görünümünü ‘Negatif’e İndirdi

Türkiye’nin ‘durağan’ olan kredi notu görünümünü ‘negatif’e indiren ABD merkezli derecelendirme kuruluşu Fitch Ratings, Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası’nın (TCMB) ‘erken’ parasal gevşeme döngüsüne girdiğini belirterek, yurtiçi güvende bozulmaya dikkat çekti.

Fitch Rating, resmi internet sitesinde yer alan açıklamada, kredi görümünün negatife düşürülmesinin gerekçeleri arasında, enflasyondaki artış gösterildi. Açıklamada şöyle denildi:

“Merkez Bankasının para politikasında erken gevşeme döngüsüne girmesi ve 2023 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce faizlerde daha fazla indirim veya ek ekonomik teşvik beklentisi yurtiçi güvende bozulmaya yol açtı ve bu da benzeri görülmemiş gün içi oynaklıklar da dahil olmak üzere Türk Lirasının keskin bir şekilde değer kaybetmesine ve enflasyonun artmasına neden oldu. Bu gelişmeler makroekonomik istikrar ve finansal istikrar için risk oluşturmaktadır ve potansiyel olarak dış finansman baskılarını yeniden alevlendirebilir.”

Ekonomiye yönelik siyasi müdahalelerin belirsizlik ortamını körüklediğine işaret edilen açıklamada, “Cumhurbaşkanı da dahil hükümet yetkililerinin düşük faiz oranlarını savunmaları, kamuoyuna lirayı daha da zayıflatacak açıklamalar yapmaları ve Merkez Bankası kararlarına ve yönetimine siyasi müdahalenin artan görünürlüğü nedeniyle politika tepkisinin zamanlaması ve türü konusunda yüksek derecede belirsizlik var” ifadelerine yer verildi.

Merkez Bankası’nın Eylül ayından bu yana yaptığı 400 baz puan faiz indiriminin reel faizi negatife çektiğini belirten Fitch, bu durumun yurtiçi güveni zayıflattığını ve dövize talebi arttırdığını belirtti. Fitch Merkez Bankası’nın dövize doğrudan mühadalesi devam etse de “Tek başına TL üzerinde baskı yaratan ana unsurları gidermeye yönelik olmadığını ve bankanın zaten zayıf olan uluslararası rezervlerine daha da zarar verebileceğini” kaydetti.

Paylaşın