DEM Partili Sezai Temelli’den “Yeni Anayasa” Çağrısı

TBMM’deki 23 Nisan özel oturumunda konuşan DEM Parti Grup Başkanvekili Sezai Temelli, “Fırat’ın batısındaki vatandaşlık ile Fırat’ın doğusundaki vatandaşlık arasındaki eksiklik kabul edilemez. Artık bu ülke anayasa konuşacaksa eşit yurttaşlık temelinde bir anayasayı konuşmalıdır. Süreklileşmiş tahakküm ilişkilerinden kurtulmamız gerekiyor” dedi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı ve TBMM’nin açılışının 105’inci yılı dolayısıyla özel gündemle toplandı. DEM Parti adına konuşan Grup Başkanvekili Sezai Temelli, İstanbul’da meydana gelen depremlerden etkilenenlere geçmiş olsun dileklerini ileterek söze başladı. Temelli, şunları kaydetti:

“Sayın başkan, eş genel başkanlar, başkanlar; değerli milletvekilleri ve ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımız, hepinizi saygıyla selamlıyorum. İki saat önce Marmara Denizi merkezli bir deprem yaşandı, büyük bir deprem yaşandı. İstanbul ve çevre illerdeki tüm halklarımıza geçmiş olsun. Bizim bütün belediyelerimiz ilk andan itibaren hazırlığını yaptı, İstanbul belediyelerinden bir çağrı gelirse diye yardıma hazır durumda bekliyorlar.

Sözlerime, Sevgili Başkanımız Sırrı Süreyya Önder’e bir kez daha geçmiş olsun dileyerek başlamak istiyorum. En son İmralı’ya giden Pervin Başkan, Sayın Öcalan’ın şöyle bir mesajını getirdi: ‘Büyük barış çabasını topluma yansıtan, toplumsal ön yargıları şahsında kırabilen biridir’. Sevgili Sırrı Süreyya Önder bu ön yargılarla mücadele ederek bugünlere kadar geldi. Şu anda da hasta yatağında direniyor, bizlere de düşen bu ön yargılarla mücadele etmektir. Bu mesajı oradan veriyor. Onun hastalığı döneminde gelen, arayan, geçmiş olsun dileklerinde bulunan herkese de bu vesileyle bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

23 Nisan vesilesiyle toplandık. Meclis’in bir özel günü ama yine geçmişiyle, bugünüyle eksikli toplandık. Çünkü bu ülkede siyasi tutsaklık varsa o meclis eksik toplanmıştır. Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Leyla Güven ve Can Atalay şahsında bütün siyasi tutsaklara da buradan selamlarımı yolluyorum. Umarım bir daha eksikli toplanmayız.

23 Nisan deyince çocuklara da selamlarımı yollamak istiyorum ama önce anacağımız çocuklar var. Maalesef onlar bu 23 Nisan’ı da göremediler. Ceylan Önkol, Uğur Kaymaz, Berkin Elvan, Oğuz Arda, Narin Güran, Rabia Naz Vatan ve Ahmet Minguzzi’yi anmak istiyorum. Ne acıdır ki anıyoruz, aramızda yoklar. Bize düşen çocukları yaşatmaktır. Çocuklara barış dolu bir geleceği var etmek ve onları yaşatmaktır. Tüm çocukların da bayramı kutlu olsun.

23 Nisan 1920’yi konuşmadan önce 150 yıl geriye gitmek lazım. 23 Aralık 1876’ya gitmek lazım. Öyle ya da böyle, iyi ya da kötü 150 yıllık bir parlamento geleneği olan bir ülkede, coğrafyada yaşıyoruz. Birinci meclis, Meşrutiyet Dönemi’nin meclisi. Sonra 1908’i hatırlamak lazım, bu coğrafyanın ikinci meclisidir. 1920’yi bunlardan ayıran özellikler var ama her üç meclisin de çok önemli ortak özelliği var. O da o meclisi oluşturan temsiliyetler. Kimler var? Türkler, Kürtler, Araplar, Lazlar, Arnavutlar, Boşnaklar, Ermeniler, Yahudiler, Rumlar var. Bu üç meclisin de ortak özelliği çoğulculuğudur. Bu coğrafyanın çoğulculuğunu oraya yansıtmış olmasıdır. 1920 meclisi de böyle bir meclistir.

Özellikle gönül bağıyla bin yıllık tarihine sahip çıkan kadim halkların var ettiği bir meclistir. O meclis, çok doğal olarak bu ülkeyi cumhuriyete taşımıştır. O irade maalesef bu cumhuriyeti demokratikleştirememiştir. Neden? Çünkü o meclis 1921 Anayasasını yaptığında demokratik toplum iradesiyle belki de nüvelerini bulabileceğimiz nahiyelere kadar bir düzenlemeyi, bir özerklik anlayışını içinde barındırırken; 1927’de bütün bu çoğulculuğu yok sayan bir anlayışın hakim olduğu bir tarih başlamıştır. İşte o günden bugüne yaşadığımız birçok sorunun altında, cumhuriyetin demokratikleşememesi meselesinin altında tam da bu kopuş yatmaktadır.

Cumhuriyet tarihine baktığımızda; umumi müfettişliklere, Şart Islahat Planlarına, OHAL’lere, darbelere, bütün bunlara baktığımızda esas ızdırabın nerede saklı olduğunu görüyoruz. Tam da 1918-24 aralığında yaşanan gerçeklik ile sonrasında yaşanan hakikat arasında saklı olduğunu biliyoruz. Maalesef kuvvetler ayrılığının gücünü kullanmak yerine, devlet-meclis ilişkisinde devletin ve bürokrasinin vesayetinin gölgesinde kalan meclis, ülkenin demokratikleşmesini bir türlü sağlayamamıştır. Meclis ve toplum ilişkisi hep kopuk kalmıştır.

Bakın, yakınlarda bir 27 Şubat açıklaması geldi, tarihi bir çağrı geldi İmralı’dan. O çağrıda çok önemli vurgular vardı. ‘Demokratik toplum ihtiyacı kaçınılmazdır’ diyordu. Evet, neden demokratikleştiremedik? Neden demokrasiyi var edemedik? Çünkü demokratik toplum ihtiyacının ne denli önemli bir ihtiyaç olduğunu hep ıskaladığımız için. Yine o çağrıda diyordu ki demokratik siyaset kanalları açılmalıdır. O siyaset kanallarını açmak yerine biz biraz önce siyasi tutsaklardan bahsettik. “İkinci yüzyıl mutlaka demokrasi ile taçlandırılmalıdır” diyordu. Evet, ihtiyacımız olan işte o demokrasidir. ‘Demokrasi dışında bir yol yok’ diyordu. Evet, bizim başka yolumuz yoktur.

Bu çoğulcu toplum, kendisine uygun bir şekilde bir araya getirerek o demokratik cumhuriyeti mutlaka var etmeli, inşa etmelidir. Nelerimiz eksiktir? Mesela eksik vatandaşlığın artık son bulması gerekiyor. Fırat’ın batısındaki vatandaşlık ile Fırat’ın doğusundaki vatandaşlık arasındaki eksiklik kabul edilemez. Artık bu ülke anayasa konuşacaksa eşit yurttaşlık temelinde bir anayasayı konuşmalıdır. Süreklileşmiş tahakküm ilişkilerinden kurtulmamız gerekiyor.

“Bu topluma adalet ve eşitlik lazım”

Artık bu ülkede seçilmişlerin iradesi tanınmak zorundadır. Seçilmişlerin iradesini yok sayan kayyımcı anlayıştan mutlaka kurtulmamız gerekiyor. Sürekli ve kapsamlı mahrumiyetten kurtulmamız gerekiyor. Bugün dönüp bölgedeki yoksulluğa baktığımızda, bu ülkede yaşanan yoksulluktan bölgenin payına düşene dönüp baktığımızda ne denli adaletsiz bir toplumda yaşadığımızı görüyoruz. Bu topluma adalet ve eşitlik lazım. Bu topluma velhasıl demokrasi lazım. Bunun için en önemli adresi, biricik adresi işte bu meclistir. İşte burasıdır, bu mekandır. Bu mekan önce olmak zorundadır. Tüm bu konuştuğumuz meseleleri halledebilmemizin yegane yolu buradan geçmektedir. Bir demokratik uzlaşıyı var etmekten geçmektedir. Burada bulunan bütün bu temsiliyet -ki neredeyse toplumun büyük bir kesimini temsil etmektedir- bu sorumlulukla hareket ederek ve demokratik uzlaşı zemininde müzakereleri yaratarak cumhuriyetin demokratikleşmesi için adımlar atmak zorundadır.

Geçmişten çıkaracağımız çok ders vardır ama çıkaracağımız bu dersler kadar biriktirdiğimiz deneyimler de vardır. Bugün bu konuda toplumun birçok kesiminin artık barış istediği bir gerçekliktir. Toplum barışa hasrettir. Bu barışı var etmenin yolu kaçınılmaz olarak bizim sorumluluğumuzdadır. Bunu mutlaka hayata geçirmek için gereken bütün çabayı göstereceğimizi ilk günden bugüne kadar dile getirdik.

DEM Parti olarak, almış olduğumuz sorumluluk gereği Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı’na sahip çıkıyoruz. Bütün toplumu demokrasi zemininde buluşturmak için çabamızı ortaya koyuyoruz. Bugünden sonra da kuşkusuz böyle olmaya devam edecektir. Şimdi çağrımız herkesedir, bütün kesimleredir. Meclis’ten başlayarak tüm toplumun bir müzakere zemininde buluşmasını sağlamak, yeni bir toplumsal mutabakatı var etmek ve yolu buradan açmak artık bir gereklilik olarak önümüzde durmaktadır. Bir düşünürün de söylediği gibi sessiz hakikate zehir bulaşır. O yüzden konuşmalı, diyalog kurmalıyız; hakikatin sesini yükseltmeliyiz. O hakikatin etrafında buluşmamızı engelleyecek hiçbir şey yoktur. Mutlaka bunu başarabiliriz. Önümüzdeki süreç tam da bunu gösteriyor.”

Paylaşın

Özgür Özel, “Kıbrıs” Üzerinden İktidara Yüklendi

Partisinin grup toplantısında konuşan CHP Lideri Özgür Özel, “Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan oturdular Semerkant’ta. Bizimkiler aval aval bakarken ikna edildiler. Güney Kıbrıs’ı tanıdılar. Tanımak yetmez Güney Kıbrıs’a büyükelçi görevlendirdiler” dedi ve ekledi:

“Tam olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin tam olarak dış politikasının paspas edildiği Kıbrıs davamızın paspas edildiği beceriksiz bir dış politika…. Bizimkileri Kıbrıs’a yollayan Kıbrıs’ı kurtaran sağda Erbakan solda Ecevit varken bugün o Kıbrıs’ı satan Erdoğan Erdoğan Erdoğan. Ey Erdoğan Kıbrıs davası bu ülkenin namusudur. Satamazsın sattırmayız.”

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Özgür Özel, partisinin grup toplantısında açıklamalarda bulundu. Özel’in açıklamalarından öne çıkan bölümler şöyle:

“Geçtiğimiz cumartesi günü Yozgat’taydık. Yürekten teşekkür ediyorum. Milletin, milletin efendisi olan çiftçilerimize, köylülerimize, geçim sıkıntısı içindeki emeklilerimize, yok sayılan, hor görülen kadınlarımıza, hayalleri çalınsa da bir umuda tutunan gençlerimize, Yozgat Meydanı’nı doldurdukları için, dosta güven, olmayana kaygı verdikleri için ve ‘Biz buradayız! Meydan boş değil. Meydan bu meydan! Yozgat burada!’ diyenlere yürekten teşekkür ediyorum.

AK Partili kalemler karar veremiyorlar. Traktör sayısında birbirleriyle kavga ediyorlar. Biri 500 demiş, öbürü saymış 354’müş. Öbürü hesap yapmış. Yozgat’ta 35.000 traktör olacakmış. Yüzünden biri gelmiş. Demek ki 99’u bizimle birlikte değilmiş. Vallahi Türkiye’nin gündemine oturan, bütün dünyaya sesini duyuran, günlerdir yandaş kanalların gündemini belirleyen Yozgatlıların ve Yozgatlı çiftçilerin alnından öpüyorum. İyi ki varlar. Birilerinin kimyası bozuldu.

Oy kendilerine verilice ‘Anadolu irfanı’ diyenler, Yozgat haksızlığa karşı susmayınca etmedik hakaret bırakmadılar. İşte bunların Anadolu’ya bakışı, Anadolu halkına bakışı, Anadolu irfanından anladıkları budur. Onların yanında olunduğunda makbul olanları, olmadığında merdut ilan edenler, reddedilmiş ilan edenler bugün Türkiye’de iktidardadır.

Bu yüzden, bu yüzden o güzel buluşmaya gelen, katkı koyan, hatta Yozgat’ta olan, yüreği meydanda olan ama o günlük çıkamayan, Yozgat’ta olmayan ama Yozgat’taki o meydanda kendini bulan herkese şunu söylemek isteriz: Çok net bir durum var. Artık Türkiye’de saflar netleşti. Biz saflaşmadan, kamplaşmadan, kutuplaşmadan yana değiliz. Biz kardeşlikten, kucaklaşmadan, zorluklarla birlikte mücadele etmekten yanayız. Artık bir tarafta yokluktan, yoksulluktan, işsizlikten, adaletsizlikten yılmış milyonlar var. Karşıda bu düzen sürsün, iktidarımız sürsün ne olursa olsun diyen bir avuç muhteris var.

Biz bu işin sağını solunu, parti ayrımlarını bir kenara bırakıp demokrasiden yana olanlarla otokrasiden yana olanların mücadelesinde 105 yıl önce bu Meclis’te, 1. Meclis’te başlayan halkın iradesini önceleyen, halk ne derse o olur diyen, oyu bir ara halktan alıp onu baş tacı edip sonra güç kaybedince ona sırt dönenlerin, burun kıvıranların, önünden sandığı almaya çalışanların, seçeceği cumhurbaşkanına karışanların, cumhurbaşkanı adayını alıp da hapse atanların karşısında sosyal demokratların yanında milliyetçi demokratlar, onların yanında muhafazakar demokratlar, liberal demokratlar, sosyalist demokratlar, Kürt demokratlar, Yozgat’ta olduğu gibi yan yana omuz omuza Aleviler, Sünniler, tüm mezhepler, tüm görüşler hep beraberiz.

Biz Gazi’nin emaneti kurduğu demokrasiden, cumhuriyetten yanayız. Seçme seçilme hakkından, seçimlerde yarıştan yanayız. Yarıştan kaçanlara, diktatör olmaya çalışanlara, sandığı kaçıranlara karşı biriz, beraberiz ve millet olduğumuz için biz yine 105 yıl önce olduğu gibi kol kola, omuz omuza hep beraber olduğumuz için biz kazanacağız. Tek adamlar kaybedecekler.

9 Ekim günü karar verdiler darbe yapmaya. İstanbul’a yolladılar darbenin adalet ayağını güya. Bir adalet sarayına, orada yargı eliyle her şeyi dizayn etsin, düzenlesin diye. O günden bugüne onlar bir sonraki cumhurbaşkanına, cumhurbaşkanı adayımıza kumpas kurmaya, onu, arkadaşlarını, arkadaşlarımızı itibarsızlaştırmaya uğraşırken biz de buna günbegün itiraz ediyoruz. Bu kürsüden operasyondan 3 hafta önce bir darbe mekaniğinin devrede olduğunu, adım adım ilerlediklerini, bunun bir darbe girişimi olduğunu ifade etmiştim.

Daha sonra bu darbeye direndik. Darbenin başına cunta dedik ve birçok tanımlama yaptık. Buna karşı onlar da kendilerince geçmişte darbelerin mağdurları iken, geçmişin mazlumları iken şimdi zalim oldukları için, bir darbenin başında oldukları için, tertipçisi oldukları için, gücü milletten almak yerine milletten korktukları için kendilerini savunmaya çalıştılar. Bazen daha büyük tehditlerle, bazen bir adım geri atarak, bazen başkalarına saldırtarak, bazen bir adım, bir kelime eksik konuşup sanki makulmüş gibi davranarak ama bu darbedeki heveslerinden vazgeçmediler şu ana kadar.

Bütün süreçte dünya kadar tanımlamalar, dünya kadar söz söylendi ama hiçbir söz Abdullah Amca’nın sözü kadar güçlü değildi. Bütün süreci özetledi. Abdullah Amca dedi ki: ‘Turbunan şalgamınan devlet idare edilmez. Adaletlen, hukukla idare edilir.’ dedi. Buradan Abdullah Amca’ya söz olsun. Organik tarım yapanlar gibi organik bir sloganı bulan, yüreğinde hisseden, o sloganı buram buram toprak kokan, Yozgat kokan Abdullah Amca’ya söz olsun. Bu düzen değişecek. Turplan, şalgamlan değil, adaletle yönetenler bu devletin başına gelecek.

Yarın 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Biraz önce özel oturumda Türkiye’nin dört bir yanından gelen çocuklara bir selam verdik. Onların coşkusunu, onların gözlerinin içindeki pırıltıyı gördük. Ben buradan hem onların şahsında, Meclis’e gelen çocuklarımızın şahsında tüm çocuklarımızın bayramını kutluyorum. Ancak maalesef ülkemizde çocukların ağır sorunları var. Söylemek bile ağır. Ya bir ülkede çocuğun ağır sorunu olur mu? Maalesef var. Her 4 çocuktan biri öğün atlamak zorunda kalıyor evde.

Her 3 çocuktan bir tanesi okula gidiyor ve okulda hiçbir şey yemeden evine dönüyor. Çünkü elinde beslenme çantası ya da cebinde kantinden bir simit alacak parası olmadığı için. Güvencesiz çalıştırılanların yanında çocuk yaşta çalıştırılanlar var. Nitelikli eğitimden mahrum bırakılan bir nesil, babasının, annesinin ekonomik durumundan dolayı hayata kapatamayacağı kadar farkla geriden başlayan çocuklarımız var. Ve ne yazık ki güvende tutamadığımız, koruyamadığımız çocuklarımız var. Geçen sene bugün, 23 Nisan’ın öncesinde yüreğinde bayram heyecanı olan Narin, Matya Ahmet ve daha 2 yaşında olan annesinin giydirip de bayram günü güzelce giydireceği Sıla bebek yaşıyordu.

Hepimizin gözü önünde kaykay kıyafeti almaya giden 14 yaşında Ahmet Minguzzi hunharca, barbarca, gözü dönmüşçe katledildi. Halen daha mezarına saldıranlar, annesini tehdit edenler, ailesiyle görüşen gazetecileri tehdit edenler var. Ellerinde güvercin resimleriyle, o güvercinlerin bacaklarına sardıkları uyuşturucu zulalarıyla, uyuşturucuyu yolladıkları yerlerle ‘Biz güçlüyüz.’ diyenler var. ‘Meydan okuyoruz.’ diyenler var.

Bir yandan, bir yandan bu memlekette adalet arayan milyonlar, bir yandan adaletsizlikten dolayı, yaşadıkları haksızlıklardan dolayı evinden çıkamayan, karanlık odada ışığını açamayan anne babalar var. Bu yüzden bu Meclis’in kuruluşunun 105. yılında, Cumhuriyet’in kuruluşunun 102. yılında ant olsun ki bu memlekete hem siyaseten hem de her bir bebek için, evlat için, ana için, baba için hem güvenliği hakim kılacağız. Hukuk devletini hakim kılacağız. Adaleti hakim kılacağız. Çocuklarımızın karnını da doyuracağız. Onları koruyacağız. Bundan sonra kimsenin evladını bu memlekette sahipsiz bırakmayacağız.

Milleti de devleti de temsil etmeyen bir küçük grup 34 gün önce uzun süredir hazırladığı bir darbe planını devreye soktu. ‘Bize savaş ilan ediyorsunuz’ demiştik ya, öyle şeyler yaptılar ki, aldık başımızın üstüne koyduk. Savaş ilan edilmiş birisi, bir parti ne yaparsa, bir halk ne yaparsa aynı cesaretle, aynı kararlılıkla korkmadan karşılarında durduk. Ama savaş hukukunda bile olmayan şeyleri yaptılar. 31 yıl önceki diplomanın iptali, savaş hukukuna göre savaşı kazanabilirsiniz ama o ülkenin resmi evrakları, kayıtları ve tapuları geçerlidir. Savaş hukuku sizin bir ülkeye karşı savaş kazanmanızı o ülkedeki tapuları geçersiz kılmaz, mülkiyet hakkını ortadan kaldırmaz. Devlet devlet diğer devletin verdiği belgeye bile kazanan devlet saygılıdır. Hukukun gereği budur. O belge geçerlidir.

Ortada ispatlanan hiçbir suç yokken, sadece gizli tanıkların ifadeleriyle, ilhamını FETÖ’cülerden alan bir kumpasla karşı karşıyayız. Dosyada ve iddialara bakıldığında tutuklamayla ilgili hiçbir somut gerekçe yokken 15,5 milyon insanın aday gösterdiği cumhurbaşkanı adayımızı, 6 belediye başkanımızı ve 100’e yakın arkadaşımızı orada haksız yere tutuyorlar. Aradan 34 gün geçti, bir iddia kanıtlanamadı daha, bir iddia kanıtlanamadı. Ancak 24 şirkete kayyum atadılar, 28 şirkete de tedbir koydular. Daha mahkeme bitmeden şirkete kayyum atayıp mahkemenin sonucunu baştan bilip o şirketleri batırmaya, o şirkette çalışanları o şirketlere sokmamaya başladılar.

Dosyada suç olmadığı için insanları yalancı tanıklığa zorlamaya başladılar ve çok net olarak şunu ifade etmek isterim ki, hatta dün bir gazeteciye, bir köşe yazarına, bir gizli tanık ifadesine ya da bir yalancı şahide ya da etkin pişmanlıktan yararlanan birinin ağzından çıkan her söze, ‘Hadi bakalım şimdi bunlar doğru TRT’den istiyordunuz, hadi yayınlansın.’ dendiği için uzunca bir izahat yaptım. Sonunda da şöyle söyledim, buradan bütün gazeteci arkadaşlarıma da söylerim. Ben Silivri’de onlarca görüşme yaptım.

Daha fazlasının bilgileri teker teker geliyor. Bugün Silivri’de yaşanan şudur: Apar topar yapılan bir operasyon, yazılamayabilen bir iddianame var. Gizli tanık var, Çınar, Ladin, Meşe diye üç tane odun. Bu gizli tanıkların ifadelerinin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne ve bizim Anayasa Mahkememize göre somut delillerle desteklenmesi lazım. Diyor ki sadece gizli tanık ifadesiyle işlem yapılmaz.

Ne yapıyor? Gizli tanık dünya kadar iftira atıyor, geçen hafta anlattım. Savcıyı çağırmış Tayyip Bey, geçmişte bu işleri nasıl yaptıklarını anlatmış. Davanın özeti ‘Kişi kendinden bilir işi’ davasıdır bu. Tayyip Erdoğan biz şöyle yapardık demiş. Akbil’de biz şöyle yaptık, reklam şirketleriyle şöyle yaptık, billboard’larla böyle yaptık, emin ol bunlar da öyle yapıyor. Gizli tanık ifadeleri aslında Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının verdiği tüyolar. Bunları söyleyip yola çıkıyorlar ama bir tane kanıt bulamıyorlar.

“Hesap verecekler”

Bir MASAK raporu var, tel tel dökülüyor ama raporda ortaya çıkan hesap hareketlerinin hepsinin tek tek cevabı veriliyor ve cevapsız kalmıyor. Asla ve asla çaresiz söylenen sözler karşısında savcılar çaresiz kalıyor, bizim taraftan kimsenin başı öne eğilmiyor. Bu durumda bu durumda döndüler AK Parti’yle iş yapan, bakanlıklarla iş yapan, geçmişte İBB’yle AK Parti döneminde iş yapmış, sonra bu tarafa gelmişlere yalancı tanıklık için zorlama yaptılar. Kabul edenler oldu, ileride hesap verecekler, mahkemede tek tek takip edeceğiz. O yalancı tanıklıkların ispatını ortaya koyamadıklarında, koysa zaten yalancı olmaz, tanık olur.

Ama savcılık zoruyla ‘şöyle söyle, şöyle ifade ver’ onu ispatlayamayanlar ileride hesap verecekler. Yalancı tanıklar da somut delile ulaşamayınca şimdi etkin pişmanlığa sarılmak üzere bir işe giriştiler. Ben etkin pişmanlıktan yararlanan ve süreci devam eden kimseye bir şey demem. Kanunda olan haktır, yararlanmıştır. Ne söylemiştir, ne etmiştir? Zaten baktığınızda ifadesine ne Ekrem başkanı suçlayan bir durum var ne başka bir şey. Ama buna hiçbir şey demem.

Bir tek şunu söylerim arkadaşlar, bütün basın mensuplarına söylüyorum, onlarca arkadaşımız şunu anlatıyor: ‘Hastaneye gideceksin’ diye beni aldılar, gittiğim binanın hastane olmadığını gördüm. Bir odaya girdim, ne sedye ne doktor ne hemşire. İçeriye savcı bey girdi, avukatım da yoktu yanımda ve dedi ki “orada doğru yapmadın, avukatından mı çekindin, sana baskı mı yaptılar, verdiğin ifade beni memnun etmedi, ben bu kapıdan çıkar giderim, 10 yıl evlatlarının yüzünü göremezsin’. ‘Bence daha doğru bir ifade vermelisin.’Bir diğeri diyor ki ‘Beni aldılar, cezaevinde 6 kapı geçirdiler. Nazikçe davrandılar, bir koltuğa oturttular, karşıma bir ekran açtılar, baktım savcı bey karşımda. Beni görüyorsun, 5 dakika daha buradayım. 5 dakika içinde kararını ver.’

Kanuna göre tarafsız yayıncılık yapması gereken TRT bugün 86 milyona değil, bir avuç cuntacıya hizmet etmektedir. Ekrem İmamoğlu, sevgili başkanımız, şimdi olduğu gibi Silivri’de hücresinde kanaldan kanala geçerken TRT’nin bir kanalına yakalanmış. Gördüklerine inanamamış. Buna isyan eden bir paylaşım yaptı. Bunun üzerine utanmak, sıkılmak neredeyse RTÜK başkanı ve İletişim Başkanlığı’ndan sert tepkiler geldi. Diyorlar ki: bir siyasetçinin tutukluyken TRT’yi hedef alması kamuoyunun haber alma hakkına saldırıymış.

RTÜK üyesi Tuncay Keser’in 22 Mart ve 10 Nisan tarihlerinde TRT’nin taraflı yayınları hakkında yaptığı iki başvuruyu sümen altı eden RTÜK başkanı Ebubekir Şahin, TRT’ye kalkan olmaya çalışıyor. Bir hatırlatma yapayım. Bu yılın ilk 4 ayında, bu yılın ilk 4 ayında RTÜK 7 kez muhalif kanallara, Now, Halk TV’ye, Sözcü’ye, masumiyet karinesini, yani yargılanan birinin yargılaması bitene kadar masum olmasıyla ilgili temel bir kaideyi aksattıkları için 7 kez ceza kesmiş. Sebep ne? Sinan Ateş davası bitmeden tetikçiye katil diyor diye. Sebep ne? Kartalkaya yangını ile ilgili buradakilerin katilleri diye oradaki sanıkları söylediler diye ceza kesmişler.

Çünkü yargılama bitmeden bunu yapmak suçmuş. Ebubekir Şahin, Allah aşkına şu kadar haysiyet varsa, şu kadar vicdan, şu kadar insaf, yapmış olduğun görevin gerektirdiği şu kadarcık, toplu iğne başı kadar adalet duygusu varsa. ‘İmamoğlu inşaat projelerinde usulsüzlük’ .TRT Haber, Gece Bakışı programı. ‘İddialar komik de çatı yüksekliği, teras büyüklüğü, kat planı projeye aykırı değiştirilmiş.’ Bakın, İmamoğlu’nu çatı yüksekliğini 20 cm yüksek yapmakla, terası büyütüp, terası küçültüp yatak odasını büyütmekle suçluyorlar. ‘İmamoğlu inşaat projelerinde usulsüzlük’. dosya resimleri, bu TRT. Bırak yargılama bitecek, masumiyet karinesi, daha iddianame yok.

Dosyada gizlilik var. Dosya TRT’ye servis edilmiş. TRT’de ‘usulsüzlük’ iddiası bile demiyor. ‘Usulsüz yapıya kullanım izni. Beylikdüzü Belediyesi projeye aykırı yapıya izin belgesi düzenledi.’ Usulsüz yapıya kullanım izni. Bu mavi bir dosya. Güya dosya gizli. Kimse bilmiyor. Avukatlar zor görüyor. TRT bu ifadeleri kullanıyor: ‘İsyan eden öğrenciler için, polise saldıran provokatörler camlarını kırdığı İBB binasına girdi’ Binanın giriş katını gösteriyor, 22 Mart. Evlatlarımızı provokatör olmakla suçluyor. Oysa ki polisten kaçarlarken İstanbul İl Başkanı, sevgili Özgür Başkan dedi ki: ‘Genel Başkanım, açtık kapıları, gazdan kaçıyor çocuklar.’ Sonra da öbür kapıdan çıktılar, güvende evlerine gittiler.

Balonlara bak: ‘Ekrem İmamoğlu. Suç örgütü kurma, ihaleye fesat karıştırma, iş adamlarıyla hareket etme, ihaleler, hizmet alımları, muvazalı sözleşmelerde usulsüzlük yapma.’ İddiası bile demiyor, iddiası. ‘İddiası’ bile demiyor. Bütün gece 4 saat bunu yayınlıyor adamlar. Ondan sonra, ondan sonra bir de diyorlar ki Halk TV’ye “Sinan Ateş’in katilleri dedin, daha mahkeme bitmedi, ceza öde.’ Nerede adalet? Nerede insaf? Nerede bu ülkede hepimizin paralarıyla, hepimizin vergilerinden maaşları ödenen TRT’nin yaptığı bu işler? Her darbe TRT’yi hedef alır. Her darbede TRT’den bir bildiri okurlar. Cuntanın ilk hedefidir ama 15 Temmuz’da nasıl cuntacılar gittiler TRT’yi ele geçirdiler ama en sonunda milletten şamarı yediler. 19 Mart cuntası da TRT’yi ele geçirmiş olabilir ama millet bizimledir.

Döviz tutabilmek için 50 milyar dolar, 1.9 trilyon lirayı cayır cayır yaktılar. Mehmet Şimşek denen bu darbenin mali ayağı. ‘Biz bu rezervleri bu günler için topladık’ diyor. Oysa bakın, parayı Ekrem İmamoğlu’nu hapse atıp tepki yükselince, dolar yükselince onu bastırmak için, borsa batınca, 1 günde 31,5 milyar değer kaybedince, küçük yatırımcı ezilince, yabancı yatırımcı parasını alıp yurt dışına kaçarken, 3 milyar dolarlık hisse senedi satılıp giderken dolar fırlamasın diye almış bu parayı tutmuş. Bu 31,5 50 milyar dolar, 1.9 trilyon lira. Burada bizim yayını kaydeden kameraman arkadaşım, tertemiz bir kardeşimiz.

Bu kardeşimize desek ki ‘Gel buraya, bu 1.9 trilyon lira sana emanet. Bu parayı al, en doğru yerde harca.’ Kardeşim derse ki “Bu milletin çiftçisi çok ezildi. Türkiye’deki bütün çiftçilerin toplam borcu 1 trilyon lira. Toplam borç bu kadar.” 1.9 trilyonun 1 trilyon lirasıyla bütün çiftçi borçları kapanıyor. Geriye kalan 900 milyar lira ile çiftçi başına 412.000 lira para veriyorsun, destekleme. 412.000 lira Bugün çok eski olmayan bir traktör satın alır mesela. Her çiftçiye 412.000 lira verebilirsin. Ya da bütün borçları kapatırsın, o borcu olan çiftçiye borcu kadar üstüne para verebilirsin. Böyle bir parayı yaktılar, Ekrem İmamoğlu korkusundan.

Bu darbenin siyasi hedefi CHP ve İmamoğlu’nun önünü kesmekti. Bu darbenin bir de şeytani hedefi var. Kanal İstanbul o da. Operasyonun gelmesine 19 gün var cuntanın başı oturmuş Kanal İstanbul projesine bakıyor. Bugün bakan olan Murat Kurum ‘Kanal İstanbul gündemimizde yok’ demişti. Bu darbeyi yapanlar 24 bin konut için planlamayı yapmışlar. Arap basınında reklam yayınladılar Kanal İstanbul konusunda. Bu projeyi İmamoğlu durdurdu, seçildi ve bir kumpas davası uyduruldu. Arap medyası şimdi orada satılacak dairelerin reklamlarını yapıyor.

İBB başkanı İstanbul’un muhafızı Ekrem İmamoğlu olunca, ‘Ya Kanal ya İstanbul!’ deyince, ‘bu projenin adı Kanal İstanbul değil, ihanet İstanbul’dur’ deyince İstanbullu da Ekrem İmamoğlu’nu seçince işte o yüzden bir terör örgütü uydurulacak, bir kumpas davası uydurulacak. İkisi aynı anda işleme alınacak. Hırsız damgasından uğraşırken kayyum atanacak. O kifayetsiz muhteris kardeşim milletin adaletiyle değil Tayyip Bey’in adaletiyle adil kardeşim gidip kayyum olarak oraya oturacak. Yanı başında oturttu verse onu işler yolunda olacak. Olmayınca İstanbullu “kalk oradan oraya Ekrem oturacak’ deyince kayyum atayıp bir başkasını oraya oturtmaya çalışıyorlar.

Ve Arap medyası şimdi cayır cayır cayır bu dairelerin satışının reklamlarını veriyor. Ve oraya gitti arkadaşlar hiç haberimiz yok İSKİ’ye bildirilmeden Sazlıdere İstanbul’da Avrupa yakasının çoğu Anadolu’dan Avrupa’ya basılıyor. Avrupa yakasının kendi su haznesi yüzde 100 olan içme suyu kullanımını 3 yıl önce yüzde 0’a değiştirmişler. ‘Buranın suyu kullanılamaz artık.’ demişler. Kullanmayacaksınız. Neden sebep? Sebep etrafını yapılaşmaya açıyorlar. Artık orası su da toplayamaz. Artık orasının temizliği de korunamaz. Sazlıdereyi bırakın suyu başka yerden bulun diye karar almışlar. İSKİ’ye tebliğ etmemişler. Yeni öğreniyoruz, yeni öğreniyoruz.

İhale açmışlar bakanlık eliyle 24 ihale. Şu anda 100’ün üzerinde şirket alt işverenlerle birlikte binlerce dozer kamyon çalışıyor oralarda. Kanalı daha yapamıyorlar. Ona İstanbul’un muhafızı Ekrem İmamoğlu engel oluyor ama etrafındaki konutların inşaatına başlamışlar. Neden? Söz vermişler, söz vermişler, satmışlar. Belki de bilmediğimiz kısmının paranın baştan peşin almışlar. İşte bu yüzden iyi ki İstanbullular oraya muhafız diye Ekrem Bey’i dikmişler. İyi ki bu darbe girişimi olup da kayyum ısınma hareketlerini yaparken İstanbullular Saraçhane’de 1 milyon kişi dikilmişler. Maltepe’de 2.2 milyon kişi dikilmişler. İyi ki Yozgat’ta o traktörleri çalıştırmışlar. İyi ki İstanbul’u bunlardan kurtarmışlar.

İşin işin özeti budur arkadaşlar. İşin özeti budur. Her çarşamba İstanbul’da bir ilçede her cumartesi Türkiye’de bir ilde itirazı yükseltmeye mücadeleyi sürdürmeye devam edeceğiz.

Bakın, ayda yüzde 2,5 faiz düşecek. ‘Tayyip Bey çok biliyorum’ dedi, 9 olan faizi 50’nin üstüne çıkardı. Seçimden sonra Nebati’yi yolladı, yerine rasyonel, sözde rasyonel, sözde demokrat, sözde namuslu, darbenin en önemli ayağı, mali ayağı olan, bütün dünyada artık kimsenin yüzüne bakmayacağı Mehmet Şimşek’i getirdi. 2,5 kar puan, 2500 bas puan diyorlar, %2,5. Düşe düşe güya enflasyon düşecek. Niye? Vaktiyle enflasyonun üstüne faiz verilse Almanya gibi, Amerika gibi başaracakken Tayyip Bey inadıyla fırlattı, şimdi kademe kademe düşüyordu. 2,5 puan düşeceği gün 3,5 puan artış oldu. Yüzde 6, İmamoğlu’nun tutuklanmasının faiz karşılığı. O gün Avrupa Merkez Bankası 2.75’ten 2,5’a indirdi faizi. Biz Türkiye’de faizi yüzde 46 yaptık.

Dünyanın en yüksek ikinci faizi. Neredeyiz biliyor musunuz? En yüksek faiz Venezuela’da, orada da seçim sonucu, seçimler adil yapılmadı diye iktidar muhalefet arasında büyük bir mücadele var. Üçüncü sırada olan da Zimbabve, yüzde 35’le. Hani ekonomide en iyi noktada olanlar var ya, A’dan Z’ye diziliyoruz. Zimbabve ile Venezuela’nın arasına, V ile Z harfinin arasında Y var ya, bizim Yozgat’ı soktu bunlar. Yozgat dünyanın Zimbabve ile Zimbabve ile Venezuela arasına Yozgat’ı sokanlara, Türkiye’yi sokanlara, Ankara’yı, İstanbul’u sokanlara yazıklar olsun. Vatandaşın tüketici kredisi ve kredi kartı borcu 172 milyar lira arttı.

Rahmetli Ecevit’in döneminde 68.000 atanmamış öğretmene ‘Ey Ecevit ey vicdansız Ecevit madem atamayacaktın niye okuttun sabileri?’ diyen Erdoğan ‘madem atamayacaktın niye okuttun sabileri?’ diye soracağım 1.045.000 öğretmen mezun etmiştir. Şimdi o 1.045.000 öğretmenin 15.000’ini sadece atayıp onu da kendi kurduğu akademi yöntemiyle mülakat yöntemiyle kendince kendine yakınlardan seçmenin gayreti içindedir. Ama bir yandan da proje okullar denen ülkenin göz bebeği en iyi öğrencilerin sınavla girdiği okullardan 6000 en iyi öğretmeni atıp yerine 6000 kendi sendikasından yandaş öğretmen getirmenin gayreti içindedir.

Erdoğan’ın gözlerinin içine baka baka seçmenin sorması gereken soru şudur: Sen 14 Mayıs’ta birinci turda seçimi kazanamadın. 28 Mayıs’ta karşıma çıktığında ‘Mülakat kalkacak’ dedin. Onun için oy verdim. Asgari ücret enflasyonlu dönemde bir kere değil hani temmuzda yapılıyordu gerekirse martta, temmuzda, ekimde ve aralıkta dört kere zamlanır dedin. Onun için oy verdim. Emekliyi asla enflasyona ezdirmeyeceğiz dedin onun için oy verdim. Kanal İstanbul yok diye söz verdiniz seçimde. Onun için oy aldınız. Şimdi hepsinin tersini yapıyorsun. Gözümün içine bak ey Erdoğan utanmıyor musun utanmıyor musun diye seçmenin sorma hakkı vardır.

Doktora öğrencisi Rümeysa Öztürk Filistin davasına destek veren bir yazı yazdığı için 25 Mart’ta ABD’de gözaltına alındı. Rümeysa’nın kefaletle serbest bırakılma talebi bile reddedildi ama Erdoğan’dan bir tane ses yok. Trump ona hatırlatıyor. ‘Severim onu’ diyor. ‘İyi anlaşırım. Bir rahibim vardı elimde onu ondan almıştım’ diyor. Hatırlayın Erdoğan Trump’a şöyle söylüyordu: ‘Bu can bu bedende durdukça benim rahibi vermeden sen rahibini alamazsın. Ey Trump ver papazı al papazı’ diyordu. O gün papaz dediği kişi Amerika Birleşik Devletleri’nde öldüğü güne kadar yaşadı.

Asla ve asla Amerika’daki papazı kendisine vermediler. Fethullah Gülen’i söylüyor. Ama Trump bir sert telefonla kendi papazını aldı. Şimdi gevrek gevrek hatırlatıyor. ‘Papazımı almıştım’ diyor. Yani ‘Ayağını denk al. Ben sana hiçbir şey vermeden senden istediğimi alan biriyim’ diyor. Ya bari bu cümlenin üstüne ya. İnsan bir telefon açar da ‘Bak o zaman verdim papazı şimdi bırak Rümeysa kızımızı’ diyemeyen Trump’ın karşısında tir tir titreyen İstanbul’a yapacağı darbenin icazetini dahi Trump’tan alan bir tükenmişle muhatabız arkadaşlar. Filistin’de öldürülen Ayşenur kızımıza da sahip çıkamadı.

Gazze’de tehcir planı uyguluyor Trump. ‘Güzelmiş ya burası’ diyor. ‘Buralara oteller yapılır’ diyor. ‘Casinolar yapılır’ Kumarhane işletecek. Filistinlilere de diyor ‘3-5 ülkeye gidiverin’ Türkiye’ye ve etraftaki Arap ülkelerine gidecek. Gazze’de soykırım yaptı yetmez tehcir yapacak. Oraya kurulacak ama esas mesele buradaki kumarhaneler değil Ege’deki hidrokarbon yatakları 100 yıl Avrupa’ya yetecek kadar doğalgaz Gazze’nin önünde var. Trump bunun hesabını yapıyor. Netanyahu ile oyunu kurmuş işletiyor. Erdoğan da susuyor. Trump’a gık diyemiyor. Netanyahu ile yalandan kayıkçı kavgasına tutuşuyor.

Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak hafta sonu İstanbul örgütümüz yürümek istedi izin vermediler. Ama İstanbul Valisi ‘burada kimseye izin yok’ dedi. 2023’te TÜGVA’yı tam o istikametten yürüttmüştü. Yürüyenin kim olduğuna göre Filistin davasıyla ilişki kuran bir iktidar var ve sıcak salonlarda hamaset yaparak Filistin davasını artık öyle bile savunmayan bir iktidar var. Ve maalesef biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak Trump’ın Gazze tehcir planına karşı bütün dünyada ses duyurmaya çalışırken bunların ağzından bir kelime çıkmıyor. Ama bir yandan bir yandan Ekrem Başkan’a yaptıkları yüzünden Alman hükümeti Eurofighter’ları vermemeye karar vermiş.

Bakın Trump’ın iktidarını sürdürürsün. ‘Türkiye’de darbe yaparsın ses etmem’ ama ‘Gazze’ye çökeceğim sen de ses etme’ pazarlığı ortada. Bu sırada Eurofighter’lar verilmiyor. Bir anda şunların haline bakın. Biz Almanya’daki muhataplarımıza ‘Aman yapmayın’ diyoruz. Bizim buradaki meselemiz için Türkiye’nin güvenliğini tehlikeye atmayın diyoruz. Türkiye Erdoğan’dan büyüktür. Türkiye Erdoğan’dan ibaret değildir diyoruz.

Hani Erdoğan diyor ya ‘dünya 5’ten büyüktür’ ‘Türk milleti de 1’den o tek adamdan büyüktür’ diyoruz. Kimse endişelenmesin. İş Almanya’yla çözülecek olsun. Yeni şansölye atanınca önce tebrik mesajını atarız. Ondan sonra da bu kurulacak iktidardaki iktidar ortaklarına hem şansöyleye hem iktidardaki tüm ilgili bakanlara gerekirse gider yüz yüze görüşürüz. Türkiye’nin hakkını bu kifayetsizler gibi Trump’tan tırsarak ya da fırsatçılık yaparak değil aslanlar gibi biz savunuruz.

Biz ne bekliyoruz? Türki Cumhuriyetler Kıbrıs’ı tanıyacak. Bekliyoruz ki tanısınlar. Ne oldu? Bırak Kıbrıs’ı Türki Cumhuriyetlerin tanımasını Türki Cumhuriyetler Kazakistan, Kırgızistan, Türkmenistan, Özbekistan oturdular Semerkant’ta. Bizimkiler aval aval bakarken ikna edildiler. Güney Kıbrıs’ı tanıdılar. Tanımak yetmez Güney Kıbrıs’a büyükelçi görevlendirdiler. Tam olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin tam olarak dış politikasının paspas edildiği Kıbrıs davamızın paspas edildiği beceriksiz bir dış politika….

“Kıbrıs’ı ne işlere zemin etmişler”

Bizimkileri Kıbrıs’a yollayan Kıbrıs’ı kurtaran sağda Erbakan solda Ecevit varken bugün o Kıbrıs’ı satan Erdoğan Erdoğan Erdoğan. Ey Erdoğan Kıbrıs davası bu ülkenin namusudur. Satamazsın sattırmayız. Kıbrıs’ı ne işlere zemin etmişler. Kıbrıs kadar turp çıktı ey heybeden. Kıbrıs kadar! Eski KKTC Büyükelçisi Yasin Ekrem Seri, Babası Maksut Serim Akbil, İkdaş, Belbim davaları sırasında Vakıfbank Valide Sultan şubesinin müdürü…

O günden beri o ilişki içindeler. Bir açıp okuyalım, bir açıp okuyalım neler olmuş Akbil’de. Nasıl yolsuzluktan yargılanılmış? Bütün Harun Karaca en son bütün Akbil yolsuzları nasıl yıllarca milletvekilliği ile kaçırılmış? Sonra o davalara neler yapılmış?

Maksut Serim ya Vakıfbank’ın şube müdüründen örtülü ödenek başkanı yaptı. Yanından ayırmıyor. Gelmiş gelmiş onun oğlu Yasin Ekrem Serim meslekten gelmez dışişlerine sokulmuş, özel kalem yapılmış, büyükelçi yapılmış. Kıbrıs gibi yere meslekten gelmeyen büyükelçi atanmış. 6 ay sonra buradan söyledim pis kokular geliyor ne oluyor diye görevden aldılar. Niye aldınız kardeşim söyleyin cevap yok. Bakın. Bir hesap hareketleri var. Gemiler var. Onunla ilgili kimler kimler var.

Hakan Fidan’ın Binali Yıldırım’ın isimleri geçiyor. Ben geçen hafta da aynı özeni söyledim. Çocuklarının ismi geçiyor ama biz bir kişi düzgünce soruşturulup yargılanıp ceza alıp kesinleşmeden ne kişiye bir şey deriz ne ailesine bir şey deriz. Buradan Sayın Hasan Doğan Sayın Erdoğan’ın özel kalemi. Bazı konuşmaların bazı kısımlarını Sayın Erdoğan’ın dikkatine sunduğunu duyuyoruz. Bu kısmını söyleyin. İzlesin Erdoğan. Bir bizim kitabımızda aile ile uğraşmak yok. Eğer ailenin bir suçu varsa o babasının oğlu olduğu için sanıklara giderek değil bizzat kendisi sorgulanır, yargılanır ceza alır kesinleşirse orada kesinleşir.

Hani siyaseti belli sınırların içinde yapılacak ya. Biz öyle aileye sağa sola olmadan saldırmayız. Ama şuna bakın şuna şuna Sayın Erdoğan. Şimdi bir yandan 45 kaset 40’ı var 5’i kayıp. O 5’inde neler var neler diye söyleyenler her tarafa dökülen bilgiler bu 40 kaset 45 kaset işini ilk söyleyen Sedat Peker. Söylediği Süleyman Soylu o gün İçişleri Bakanı İçişleri Bakanı ne işi var Dubai’de Sedat Peker’in peşine Dubai’ye? O günden sonra bakanlıktan alındı ama burada bir kenarda tutuluyor. Şimdi o birileri ya bu işte Süleyman Soylu var da Hakan Bey yok mu? Binali Yıldırım’ın oğlu yok mu?

‘Erdoğan’ın oğlunu Özgür Özel niye konuşmuyor?’ diye bize alttan bilgi akıtanlar var ya Sayın Erdoğan senin aileni karıştırmaya çalışanları uzaklarda arama. Bu içinde cümlesinde kurduğum cümlelerde ara. Çok soylu bir davranış var çok soylu. Kendini kurtaracak ya kendini kurtaracak ya o yüzden izlesin bunu Sayın Erdoğan. ‘Ya o kasetler bizde de var. İçinde bir ben mi varım? Özgür Özel’e söyleyin birazcık da soyadı Erdoğan olanları konuşsun’. Ey Süleyman Soylu ben nerede ne konuşacağımı senden öğrenecek olsam senden beter olayım. Ama milletimizin de vicdanına sığınırız. Bir tarafta Kıbrıs yıkılıyor. Kasetler, söylenenler, tanıklar, ispatlar onu söyleyen. Ya bir soruşturma açılmıyor.

Bir yandan Sayın Bahçeli ‘terörsüz Türkiye’ye ne diyorsun’? Eyvallah dedik. Terörsüz Türkiye istiyoruz. Şehitlerin gazilerin rızasını istiyoruz. Tüm mağdurların rızasını istiyoruz. Annelerin gözyaşı akmasın diyoruz. Bunun üstüne şunu söyledik bir hafta. Siz de gerçek bir demokratikleşme ile hem terörsüz hem çetesiz Türkiye istiyor musunuz? Mafyasız Türkiye istiyor musunuz? Buna bir cevap alamadık. Terörsüz Türkiye’ye var mısın? Varım. 3 Y’ye de varım.

Terörsüz Türkiye’ye tutuksuz yargılamaya TRT’den yayına varım dedi. Yine cevap yok. Bugün 23 Nisan mesajı yayınlamış Sayın Bahçeli. Dün ayakta videosunu gördük. Memnun olduk. Bu kürsüde söylemiştim. Sayın Bahçeli ayağa kalkana kadar siyasete dönene kadar biz ona bir şey söylemeyeceğiz. Kültürümüzde yok hastayla uğraşmak. Kültürümüzde yok birisi yatarken, yerdeyken ona vurmak. Bir yandan kendi partisi içinde kendisi yatarken onun hakkında tezviratları yapanlar, yayanlar suçüstü yakalandı. Velihat diye kendisini gösterenlerin esas nasıl davaya ihanet içinde oldukları lidere ihanet içinde oldukları yakalandı.

Sayın Bahçeli ayağa kalktı. Güya onlara hesap soracaktı. Ona hesap soracağına bugün Allah razı olsun yazmış da yazmış. ‘CHP’ diyor ‘Özgür Özel’ diyor. Benim kendisine söyleyeceğim şu. Diyor ki: ‘Savaş ilan ediyormuşsun.’ Bizim kültürümüzde yok. Yurtta barış cihanda barış. Biz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün partisiyiz. Ben savaş ilan ederim demedim. Bu yapılanı savaş ilanı kabul ederim dedim. Gazinin partisi savaş ilan etmez ama işgale sessiz kalmaz. İşbirlikçilere sessiz kalmaz.”

Paylaşın

Devlet Bahçeli, Erken Seçime Kapıyı Kapattı

MHP Lideri Devlet Bahçeli, erken seçim tartışmalarına ilişkin, “Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın kararı kesindir, seçimler zamanında yapılacak ve bundan da asla taviz verilmeyecektir” dedi.

Haber Merkezi / İktidarın “terörsüz Türkiye” diye adlandırdığı yeni çözüm sürecine ilişkin de değerlendirmede bulunan Devlet Bahçeli, “Bu aşamada PKK’nın kongresini toplayıp 27 Şubat İmralı çağrısına binaen örgütsel fesih işlemini tamamlaması, silahları da Türkiye Cumhuriyeti’ne teslim etmesi akla ve adalete en uygun seçenektir. Bu iş daha fazla uzamamalıdır” ifadelerini kullandı.

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı nedeniyle yazılı bir mesaj yayınladı. Bahçeli, mesajında şu ifadeleri kullandı:

“Doğru, dengeli, derinlikli ve objektif sonuçlar çıkarıldıktan sonra, bununla birlikte ihtiyaç duyulan derslerin alınması kaydıyla devamlı yanan tarih meşalesi hem önümüzü aydınlatacak hem de ufuk ötesine ışıklar salacaktır. Geçmişini bilmeyen, daha acıklısı, geçmişine dudak bükmüş ve yüz çevirmiş toplum veya milletlerin geleceğin kilitli kapılarını aralaması, tarih mizanında hayat ve varlık iddiasında bulunması akla ziyan bir beklentidir.

Akan hayatın omurgasından yakalayabilmek, devamlı farklı renklere, şekillere ve kisvelere bürünen hadiselerin içyüzünü görebilmek evvelemirde sağlam ve sağduyulu bir tarih şuuruyla mümkündür.

Bu şuur geçmişle geleceği munzam ve muntazam bir kader köprüsüyle birleştirmektedir. Türk siyasetinin en mühim ve mütemadi sorunu şuursuz heyecanın yol açtığı çılgınlık hali ve bunun sonucunda beliren yılgınlık hamulesidir. Bir güne sıkışıp kalan, gündelik olayların peşine takılan, rövanşist takıntılara hapsolan bir siyasetin elbette misyonu yoktur, vizyonu ise hepten koftur.

Gerek Türk siyaseti gerekse de dünya siyaseti maalesef kurak bir dönemdedir. Buna bağlı olarak sorun çözme kültürünün yeşerip kök salması zaman almakta, bir diğer ifadeyle önyargıların kırılmasını, psikolojik zorlukların aşılmasını, ekonomi-politik tıkanmaların açılmasını gerektirmektedir.

Elitist çevrelerin direnişine, vesayetçi kesimlerin engellemesine; istismarcı, inkarcı ve yasakçı anlayışların karşı çıkışlarına rağmen Türkiye kronik sorunlarından kurtulma iradesini kararlılıkla göstermektedir.

Terörsüz Türkiye hedefinin icra ve icmali bu kararlılığın yeni yüzyıldaki nişanesidir. Türk milleti bahse konu hedefe yediden yetmişe sahip çıkmıştır. Muazzam bir ortak akıl devredeyken demokrasi dışı arayışlara özenmek, suyu bulandırmaya çalışmak, korku yaymak, şüpheleri artırmak milli iradeye hakarettir.

Doğudan batıya, kuzeyden güneye barış, huzur ve kardeşlik rüzgarları esmeye başlamışken, bu havayı bozmanın pususuna yatmak hıyanete kadar ulaşacak yanlıştır. Bölgesel tansiyonun tırmandığı, küresel siyasi ve ekonomik karmaşanın şiddetli fırtınayı andırdığı bir zaman aralığında; hiçbir dış baskı, dayatma ve tazyik olmadan, devlet-millet dayanışmasıyla husule gelen terörsüz Türkiye gayesine adım adım ulaşma gayreti son bir asrın mucizevi atılımıdır.

Türk ile Kürt arasına nifak tohumları saçmak için on yıllardır müsait ortam ve durum kollayan iç ve dış odakların uykuları kaçmakta, rahatsızlıkları her hallerine sirayet etmektedir.

Türk milleti varlığına, birliğine ve bin yıllık kardeşliğine emsali görülmemiş ölçüde düşkündür ve nitekim süte leke düşürmeme emelindedir. Su akacak yatağını bulacaktır. Dalgalanan deniz sonunda durulacaktır. Kül yeniden ateş almayacak, alamayacaktır.

İyi niyetli, adil, azimli, anlayışlı, müşfik, hoşgörülü, sabırlı ve umutlu diyalog ve işbirliği marifetinin refakatinde; aracısız, aralıksız, bagajsız, pazarlıksız ve gizli gündemsiz temas ve iletişimin rehberliğinde hayırlı sonuçlar ortaya çıkacaktır.

Kaldı ki samimi arzum ve inancım budur. Yakın vadede silahlar gömülüp kucaklayıcı ve demokratik siyasetin perdesi hiç kapanmamak üzere açılacaktır. Bu aşamada PKK’nın kongresini toplayıp 27 Şubat İmralı çağrısına binaen örgütsel fesih işlemini tamamlaması, silahları da Türkiye Cumhuriyeti’ne teslim etmesi akla ve adalete en uygun seçenektir.

Kanlı ve kanunsuz silahlara veda insanlık değerlerine vefadır. Bu iş daha fazla uzamamalıdır. Demir tavında dövülmelidir. Terörsüz Türkiye hedefinin gerçekleşmesi hususunda müjdeli haberleri sırasıyla almak, Cumhuriyet’in yeni yüzyılında milli imkan ve kaynaklarımızı sosyal ve ekonomik kalkınmaya çevirmek, ülkemizi baştan ayağa reformlarla sarmak, yatırım seferberliğiyle donatmak, muasır medeniyetlerin üzerine sıçratacak hamleleri el birliğiyle yapmak temel ve öncelikli görevimizdir.

Cumhur İttifakı bu görevi harfiyen yerine getirmeye inançlı, istekli, iradeli, dahası kabiliyetli ve yeterlidir. Allah’tan niyazım, terörsüz Türkiye hedefine samimiyetle hizmet eden DEM Parti İstanbul Milletvekili ve TBMM Başkanvekili Sayın Sırrı Süreyya Önder’in bir an evvel sağlığına kavuşması ve şifa bulmasıdır.

DEM Parti’nin Türkiye partisi olması istikametinde açık tavrı ve yapıcı tutumu iyi bilinen isimlerden birisi olarak sivrilen Sayın Önder’in mesaisine dönmesi temennimdir. Türkiye prangalarından, kara propaganda aparatlarından kurtulacaktır.

CHP Genel Başkanı’nın ülkemize karşı tereddütsüz hayata geçirdiği hücum ve husumet siyasetine rağmen bu kurtuluş gerçekleşecektir. CHP’nin muhalefeti Türkiye’yi zora sokmak üzerine planlan müfrit ve müfsit bir muhalefettir. CHP’nin muhalefeti vatanı ve devleti düşürmek maksadına matuf karanlık bir siyasettir. Demokrasi ve hukuk güvenliğimiz tehdit altındadır.

Lise ve üniversite öğrencilerimizin arkasına saklanıp sokakları kışkırtan, utanmadan rızkı ve nimeti boykot eden, daha doğrusu milli ekonomiyi ve milli kurumları düşmanca hedef alanlar esasında Türkiye için bariz bir tehdit haline dönüşmüştür.

CHP Genel Başkanı’nın ‘savaş ilan ederim’ açıklaması ise sakat bir mantık, basiretsiz ve hatta skandal bir hezeyandır. Kime savaş ilan edeceği, bu savaşı kiminle yapacağı, ne için savaşacağı, silah ve militan açığını nasıl takviye edeceği muamma, muallak ve muğlaktır.

Özgür Özel’e diyorum ki, dilemeyiz ama, şartlar başka tercih yapmamızı imkansızlaştırırsa ve ısrarla savaş ilanı için muhatap arayacaksan biz buradayız, nasıl savaşılır, nasıl mücadele edilir, savaş ilanının vahim sonuçları nasıl olur, bihakkın bunu ispat edecek kudret ve kırattayız.

Her şeyden önce CHP’nin, hukukun üstünlüğüne, gündemdeki yargı sürecine saygı duyması lazımdır. Sipariş kalabalıklar önünde bağırıp çağırmak, kel başa şimşir tarak misali, kasket giyip çakma ve kiralık traktör sürmek bağımsız ve tarafsız Türk mahkemelerine asla tesir edemeyecektir.

“Özgür Özel,  kaos ve kriz siyasetine hız vermiştir”

Özgür Özel dingili kırmış, uçuruma savrulmuştur. Kaos ve kriz siyasetine hız vermiştir. Bunlardan daha dikkat çekeni ise iradesini ve siyasetinin kontrolünü Türkiye muarızı çevrelerin eline ve keyfine korkak şekilde terk etmiştir.

Özellikle TBMM Genel Kurulu’nun 16 Nisan 2025 tarihli 77’inci Birleşiminin açılmasından sonra CHP’li Meclis Başkanvekili ile CHP’li Katip Üyenin daha önceden yapılan bir tertip ve eylem planını tatbik ederek hukuksuz, kanunsuz ve korsan iş ve işlemleri 105 yıllık maziyi kucaklayıp bugüne gelen Gazi Meclisi’mize karşı çok büyük haksızlık, hayasızlık ve siyasi ahlaksızlıktır.

Hakkında verilen kesinleşmiş hapis cezası bilinen Can Atalay’la ilgili Anayasa Mahkemesi’nin kararının hüküm kısmını okutan CHP zihniyeti teamülleri ve İç Tüzüğü açıkça çiğnemiştir. Tekraren ifade etmek isterim ki, CHP’li Meclis Başkanvekili ve CHP’li Katip Üye derhal istifa etmelidir.

Bir başka tedbir olarak, bu yasama yılının sonuna kadar TBMM Başkanı, CHP’li Meclis Başkanvekiline Genel Kurulu yönetme ruhsat ve izni vermekten imtina etmelidir. Konunun bir mahkum hakkındaki kararı gayri meşru ve gayri ahlaki şekilde okutulmasından daha farklı boyutları vardır.

TBMM böylesi bir yetki ihlaline ve sorumluluk aşımına tesadüf etmemiştir. Can Atalay ile ilgili okutulan metin, bununla mündemiç doğurması ümit edilen hukuksal sonuç mutlak butlanla batıldır. Bir siyaset eskisinin böylesi alacakaranlık zamanlarda abuk sabuk konuşması da potansiyel hazımsızlığını sürekli deşifre etmektedir.

Gazi Meclisi’mizin 105’inci yıl dönümünde vaki rezalet milli iradeye ağır saldırı ve suikasttır. Bugün Can Atalay kararını kaçak-göçek ve fırsatçılıkla okutanlar, yarın Türkiye’nin aleyhine bir başka muhtemel tasarruf ve teklifi oldubittiye getirerek gündeme taşıyabilecektir. CHP artık tehlikeli bir siyasi odaktır.

Milli güvenliğimiz ve demokrasi hayatımız adına zehirli bir siyasi organdır. İlk Meclis’in hatıraları CHP’de buharlaşmıştır. Milli Mücadele yılları silinip atılmıştır. Kuvayı Milliye geleneği silindir gibi ezilmiştir. Çok daha üzücü olanı ise Aziz Atatürk’ün anılarının çiğnenmiş olmasıdır.

CHP milli egemenliğe karşı gelmiştir. Bilindiği üzere, 23 Nisan 1920’de demokrasi ve millet egemenliği tarihsel sahnesine tam olarak çıkmıştır. Demokrasi ve millet egemenliği ancak bu değerlere hürmet ve riayet etmesini bilen milletin ahlaklı temsilcileri vasıtasıyla anlam ve kalıcılığını bulacaktır. Dünyanın o zamanki siyasi ve toplumsal ikliminde Meclisimiz taşıdığı eşsiz özellikleriyle hem insanlık için örnek, hem de Türk tarihi açısından ibret, ilham ve ihtiram vesikasıdır.

Unutmayalım ki, hakimiyet havzalarımızdan birer birer çekildiğimiz ıstırap dolu tablo içinde, Türk milletinin o dönemdeki en son, en etkili hamlesinin adı Büyük Millet Meclisi’dir. Nihayetinde TBMM; Türk milliyetçiliğinin, millet ve vatan sevdasının millet iradesiyle buluşması, ayrılmamak üzere birleşmesidir.

23 Nisan 1920’nin aziz hatıralarını aramak ve anlamak için çok uzaklara gitmeye gerek yoktur.

19 Mayıs ruhunda tecelli etmiş yüksek ülkülerde,

İsli gaz lambalarının ışığında kaleme alınan kararlarda,

Ardı arkası gelmeyen sararmış telgraflarda,

Heyecanla toplanılan kongre salonlarında,

Asker götüren katarların loş vagonlarında,

Mermi taşıyan kağnıların gıcırtılı tekerleklerinde, gaile dolu teknelerinde,

Mekteplerden getirilen ve uykusuz gecelerle geçen sıralarda,

Nihai olarak şehadetlerle dolu vatan topraklarında, Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni canlı bir şekilde görmek, anlamak, tanımak mümkündür, her vicdan sahibi için de şeref konusudur.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemiyle TBMM daha da etkinlik kazanmış, asıl fonksiyonuna tam olarak kavuşmuş, denge ve denetleme vasfı tescillenmiştir.

İlaveten kuvvetler ayrımı netleşmiş, kesinleşmiştir.

TBMM, Türk milletinin alın teri, göz nuru, cepheden cepheye verdiği kurtuluş mücadelesinin ilelebet yaşayacak iradesinin mümtaz bir tecelligahıdır. Gazi Meclis, CHP’ye ve müfteri koalisyonunun tahriklerine takılmadan, daha güçlü, gerçek işlev ve tarihi mirasına daha da sahip bir mevkie erişmiştir.

Büyük Millet Meclisinin açılması, aziz milletimizin varlığına ve bekasına yönelmiş dayatmalar karşısında neleri göze alıp, neleri başarabileceğinin de imrenilecek bir numunesini teşkil etmiştir. Gerek Büyük Millet Meclisi’nin açılış şartları, gerekse sonradan yaşanan siyasi, sosyal gelişmelerin tamamı; milletimizi küçümseyen, onuruna ve mukaddesatına el ve dil uzatmaya yeltenen, gücünü sınamaya kalkışan mihrakları nasıl bir akıbetin beklediğini anlamaları açısından da tarihi ihtar belgesi olmuştur.

Bu nedenle, Millet Meclisimizin açılması ile başlayan sürecin manasını ayrıntıları ile bilmenin, devlet ve millet hayatımızda yeniden karşımıza çıkan benzer tehditlerin doğru anlaşılması bakımından çok önemli olduğunu düşünüyorum. En karamsar ortamda, en müşkül anlarda bile Türk milletine gücü yetmeyenlerin, bugün yeni maceralarla şanslarını bir kez daha denemeye kalkışmaları bu açıdan boş bir gayret olacaktır.

TBMM görevinin başındadır, açıktır, Türkiye Cumhuriyeti’nin kalpgahı, Türk milletinin ta kendisidir. Erken seçim yalan ve yaygarasıyla partimizi tartışmaya yeltenen, küçücük akıllarıyla niyet okuyuculuğuna teşebbüs eden çürüklerin hevesleri boşunadır. Milliyetçi Hareket Partisi’nin ve Cumhur İttifakı’nın kararı kesindir, seçimler zamanında yapılacak ve bundan da asla taviz verilmeyecektir.

23 Nisan 1920 Cuma günü Ulus’taki Taş Bina’da milli iradenin teşekkülüyle birlikte Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmış, Kuran-ı Kerim tilavetleriyle, kesilen kurbanlarla, dudaklardan dökülen aminlerle, yüreklerden kopan dileklerle İlk Meclis tarih sahnesindeki muhkem yerini almıştı.

TBMM’nin 105’inci yıldönümünde muhterem milletvekillerinin verecekleri her kararda mensubu oldukları “Gazi Meclis”in tarihine, şerefine, namusuna ve anlamına uygun hareket etmeleri vatan ve mukaddesat borcudur.

Bu Meclis’te meşru her görüş demokratik sınırlar çerçevesinde tıpkı 1920’li yıllarda olduğu gibi özgürce seslendirilmelidir. TBMM, Türk milletinin irade ve egemenliğinin temsil kurumudur. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. Milletin önünde ve üstünde bir güç yoktur. Dün yedi düvele meydan okuyan, en buhranlı anlarda, en ağır şartlarda bile demokrasinin erdeminden ayrılmayan Gazi Meclis’te her fikre cevaz vardır, ama ihanete, bölücülüğe, bölünmeye icazet yoktur, izin yoktur, fırsat yoktur.

Bu tarihi ve milli kararlılığa herkesin riayeti samimi dileğimdir. Cumhuriyetimizden üç yıl önce açılmış olan TBMM, nasıl ki yeni Türk devletinin doğuşunu müjdelemişse, pırıl pırıl çocuklarımız da ülkemizin onurlu ve yüksek geleceğini müjdelemektedir.

Bu kutlu günün çocuklarımıza armağan edilmesinin en önemli nedeni ve gerekçesi de bize kalırsa budur. Milletimiz, bağrından yetişen yeni nesillerle varlığını sürdürecek, devletimiz genç kuşaklarla geleceğe umutla bakmaya devam edecektir. Bu vesileyle sevgili çocuklarımızın ve bugünün kendilerine ithaf edildiği dünyadaki bütün çocukların 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramını kutluyorum.

Gerçek ve kalıcı barış, huzur, mutluluk ve kardeşlik diliyorum. Yüzyıllarca hüküm sürdüğümüz coğrafyalarda, varlığını feda ederek huzur içinde yatan meçhul kahramanların muhterem hatıralarını minnetle yâd ediyorum

Türkiye Cumhuriyeti’nde hayat ve vücut bulmamızı sağlayan kahraman nesilleri, aziz şehitlerimizi, bu kutlu Meclis’i emanet eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, ilk Meclis’in muhterem üyelerini, ebediyete irtihal etmiş tüm milletvekillerini rahmetle anıyorum.

Bu düşüncelerle Gazi Meclisimizin 105’inci açılış yıldönümünü iftihar duygularımla kutluyor, aziz milletime esenlikler ve selamet dolu yıllar diliyorum.”

Paylaşın

DEM Partili Bakırhan: Barış Tercih Değil, Zorunluluk

Partisinin Meclis’teki grup toplantısında konuşan DEM Parti Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, Türkiye için barışın bir tercih değil, bir zorunluluk olduğunu söyledi.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Eş Genel Başkanı Tuncer Bakırhan, partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuştu. Tuncer Bakırhan, şunları söyledi:

“Değerli arkadaşlar bugün Kürt Gazeteciler Günü. 127 yıl önce Kahire’de ilk Kürt gazetesi olan Kürdistan gazetesi açılmıştı. O gün bugündür 22 Nisan Kürt Gazeteciler Günü olarak kutlanıyor. 127 yıl önce sürgünde başlayan Kürt gazeteciliği bugün de son derece zor koşullar altında varlığını ve çalışmalarını sürdürüyor. Bu coğrafyada hakikatleri yazma çabasını sürdüren çok sayıda gazeteci katledildi, birçok gazeteci gerçekleri yazdığı için hapishanelerde ömrünü geçirdi. Özgür gazetecilik geleneğinden taviz vermeyen ve hakikatleri yazma konusunda kararlılık gösteren tüm özgür basın çalışanlarını Apê Musa şahsında kutluyor, anıyor ve Kürt Gazeteciler Gününü kutluyorum.

Geçtiğimiz hafta çok talihsiz bir olay yaşadık. Meclis Başkanvekilimiz ve İmralı Heyeti Üyemiz, aynı zamanda barış için büyük emek veren barış emekçisi Sayın Sırrı Süreyya Önder çok ciddi bir kalp krizi geçirdi. Hemen hastaneye kaldırıldı, büyük bir operasyon geçirdi. Biz de Eş Genel Başkanlar olarak 3 gün orada kaldık. Arkadaşlarımız hala orada. Biliyorsunuz, Sırrı Süreyya Önder barış çalışmalarını yürütüyordu, İmralı Heyetindeydi.

Birçok rahatsızlığı bulunmasına rağmen asla çalışmalardan geri kalmadı. Sağlık sorunlarına rağmen çalışmalara aktif bir şekilde katıldı. Umarız ki yakın zamanda iyileşir, aramıza döner ve kaldığı yerden daha güçlü bir şekilde devam eder. Buraya gelmeden önce hem hastane yönetiminden hem de hastanede bulunan arkadaşlarımızdan bilgi aldık. Durumu stabil. Yani hala direniyor, mücadele ediyor, bu durumu yenmeye çalışıyor. Yeneceğine olan inançla bir kez daha ailesine, sevenlerine ve partimize geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum.

“Görülmemiş bir dayanışma ve sahiplenme ortaya çıktı”

Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. İlk günden beri Türkiye’nin bütün renkleri, siyasi partiler ve demokratik kitle örgütleri hastane önündeydi. Mesaj gönderdiler, aradılar, Sırrı Süreyya Önder’in sağlık durumunu yerinde incelediler, ilgilendiler. Gerçekten görülmemiş bir dayanışma ve sahiplenme ortaya çıktı. Bu vesileyle süreci en başından beri takip eden, bizi arayıp soran Cumhurbaşkanı Erdoğan’a, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’a, ana muhalefet partisi genel başkanına, siyasi parti genel başkanlarına ve yöneticilerine, bileşen partilerimize ve ittifak güçlerimize teşekkür ediyorum.

Dayanışmalarından ve sahip çıkmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Sayın Mesut Barzani şahsında, bizi yurt dışından arayan siyasi parti liderlerine, siyasetçilere ve sanatçılara da teşekkür ediyorum. Türkiye’nin ve Kürdistan’ın birçok yerinden kurum ve kişiler bizi aradı. Dünyanın her yerinden. Ayrıca aydınlar, sanatçılar, demokratik kitle örgütleri, bireyler, kadınlar, gençler… Herkes oradaydı, bizimle dayanışma halindeydi. İlgilenen, arayan soran herkese bir kez daha teşekkürlerimi iletiyorum.

Tabii en önemlisi de orada bizim derdimizi çeken hastane emekçilerine teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Sırrı Süreyya Önder’in sağlığına kavuşması için çabalayan hastane emekçilerine, doktorlara da teşekkür ediyorum. Gördük ki tüm farklılıklara rağmen insanlar Sırrı arkadaşımızın sağlığı sebebiyle ortak bir duyguda buluştu. Bu çok önemlidir. Sevgili Sırrı’nın birleştirici gücü, sağlık durumunun birleştirici gücü aynı zamanda barışın da ortak paydası oldu. Sadece hastalıklarda, sadece acıda ve tasada değil; barış sürecini tartıştığımız bugünlerde de ortak duygu ve dayanışma içerisinde olmayı umuyoruz ve istiyoruz.

Sırrı Süreyya Önder arkadaşımızı sanırım bu ülkede tanımayan çok az. Bu topraklarda sadece siyasete damgasını vurmadı; ülkenin sanatına ve sinemasına en önemlisi de umuduna katkı sunan, çok büyük bir umut emekçisi olan bir arkadaşımızdır. Çok büyük iz bıraktı bu konularda. Onun barış için gösterdiği çabaya, halklar için yürüttüğü mücadeleye hepimiz tanıklık ettik. Sırrı arkadaşımız için bu büyük dayanışma da aslında halkların gönlündeki yerini bir kez daha ortaya çıkardı. Paylaşılan dilekler, edilen dualar vardı. Gecenin bir yarısı Siirt’te Mahsut Hoca -kendisi bir Arap yurttaşımızdır- Sırrı Süreyya Önder’e dakikalarca dua etti. Bunların tamamı bize bir şey gösterdi.

Toplumun barışla kurduğu bağ güçlü. Toplum canlı ve güçlü bir şekilde, Sırrı Süreyya Önder’in barışa verdiği emeği sahiplendi. Bu çok değerli ve çok kıymetliydi. Milyonlarca insan onun sağlığını kendi sağlığı gibi hissetti. Bu dayanışmada gerçekten çok berrak ve sade bir umut vardı, siyaset yoktu. Bu dayanışmada barışa güçlü bir refakat vardı. Biz bunu önemsiyoruz. Çünkü biliyoruz ki barış aynı zamanda sağlıktır. Barış bir toplumun iyileşmesidir. Barış, toplumsal şifadır. Bu ülkenin her karışında, her köyünde, her parça toprağında barış uğruna bedel vermiş insanlar vardır.

“Barışın tarihi artık takvimlerde yazsın”

Takvim yapraklarını çevirdiğimizde her gün yitirdiğimiz insanları da anıyoruz. Artık istiyoruz ki bundan sonra çevirdiğimiz takvim yapraklarında yitireceğimiz insanlar olmasın. Artık barışın takvimini çevirelim, barışın tarihi artık takvimlerde yazsın diyoruz. Şifa dileğimiz yalnızca bir kalbin iyileşmesi için değil. Çatışmaların ürettiği bütün hastalıkların ve ötekileştirmelerin de iyileşmesini diliyoruz. Barışın şifası önce Sırrı arkadaşımıza, sonra bütün ülkeye yayılsın; umut büyüsün, yaşam büyüsün. Em cardin dibêjin hevalê Sirri duayê me bi te re ye, duayê gelê Kurd, gelên Tirkiyeyê bi te re ye. înşela tu yê di demeke kurt de vegerî ser karê xwe. Em ê bi hev re doza aştiye berdewam bikin. Ji te re ji gelê me re derbasî be.

Hem dünyada hem bölgemizde fırtınalı bir dönemden geçiyoruz. Küresel dengeler alt üst olmuş durumda. Büyük güçler arasında kıyasıya bir kavga ve rekabet var. Böylesi bir dünyada, hala iç barışını kuramamış, siyasetini normalleştirememiş ve hukukun işlemediği bir ülke emin olun ki çok zorlanır. Böylesi bir süreçte ayakta kalması çok zorlaşır. Ayağını yere sağlam basmayan bir ülke, emin olun, fırtınalarda savrulur. İşte tam da bu nedenle, bugün Türkiye için Barış ve Demokratik Toplum Süreci sadece bir tercih değil zorunluluktur.

Bu süreç Türkiye’nin en büyük şansıdır, en büyük fırsatıdır. Umarım bu şans ve fırsatı hep birlikte değerlendiririz. Çünkü şunu çok net görüyoruz. İç barışını sağlamış bir Türkiye 85 milyon insanıyla bu fırtınalara karşı hazır olur. Büyük şair Shakespeare, yazdığı ilk oyununda aynen şöyle der: “İnsan ilişkilerinde gelgitler vardır. En yüksek dalgayı doğru zamanda yakalayan başarıya ulaşır.” Biz de diyoruz ki içinden geçtiğimiz bu barış süreci tam da böylesi bir dalgadır. Doğru zamanda 85 milyonla bu dalgayı yakalarsak ülkenin kaderini değiştiririz.

Bu ülke demokrasi ve adaletle buluşur. Ama bu barış dalgasını eğer elimizden kaçırır ve ıskalarsak emin olun ki 85 milyon olarak ekonomiden demokrasiye kadar birçok alanda ceremesini çekeriz. Dolayısıyla Shakespeare’in dediği gibi bu dalgayı yakalayabileceğimiz en önemli aşamadayız. Umarım herkes bu dalgayı yakalamak için siyasi iradesini ortaya koyarak Türkiye’yi yeni döneme ve demokratik bir zemine kavuşturur.

“Barışı sağlarsak bu ülke ayağa kalkabilir, karnımızı doyurabiliriz”

Unutmayalım ki barış gecikirse ekmek küçülür, umut azalır, özgürlük daralır. Dolayısıyla, barışın gelmesi ekmeğimize, umudumuza ve özgürlüğümüze katkı sunacaktır. Bu yüzden doğru zaman bugündür, yarın değil. Bir gün bile gecikmeden barışa ulaşmak için var gücümüzle hep birlikte mücadele etmeliyiz. Bugün milyonlarca yurttaş sadece barış değil aynı zamanda geçim istiyor, aş istiyor, iş istiyor, huzur istiyor. Bir parça nefes almak istiyor. Bakın rakamlarla bunlar net bir şekilde ortada. Aile Bakanlığının 2024 verilerine göre 3 milyon 600 bin aile aşırı yoksulluk içerisinde. Yani 4’le çarpsanız yaklaşık 14-15 milyon insanımız aşırı yoksulluk içerisinde. 9,5 milyon insanımızın genel sağlık sigortasını devlet ödüyor.

Çünkü bu insanlar geçinemediği için ay sonunda 780 lirayı biriktirip kendi sağlık sigortalarını ödeyemeyecek durumda. Ülkenin yarısı neredeyse 22 bin lira maaşla geçinmek zorunda. Bütün bu tabloya baktığımızda görüyoruz ki barış sadece siyasetin meselesi değildir; sofradaki ekmeğin, okuldaki çocuğun, hastanedeki hastanın da meselesidir. Çünkü sürüncemede bırakılmış bir barış kronik enflasyon gibidir. Yakıcıdır, yıkıcıdır. Barışı sağlarsak bu ülke ayağa kalkabilir. Barışı sağlarsak karnımızı doyurabiliriz. Barışı sağlarsak çocuklarımıza umutlu ve mutlu bir gelecek yaratabiliriz. Barış berekettir. Gelin, bu bereketi 85 milyon olarak birlikte yaşayalım; birlikte ekmeğimizi büyütelim, barış içinde huzurlu bir Türkiye’de yaşayalım.

Dün heyetimiz sayın Öcalan ile görüşmek için İmralı’ya gitti. Verimli, önemli ve değerli bir görüşme gerçekleştirdiler. Elbette görüşmenin önemli gündemi Sırrı Süreyya Önder’in sağlık durumuydu. Sayın Öcalan geçmiş olsun dileklerini iletmiştir. Çok önemli bir aktör olduğu için üzüntülerini belirtmiştir. Ancak yürütülmekte olan ve ivme kazanması gereken çözüm tartışmaları ile sürecin genel değerlendirmesi de aynı şekilde ele alınmıştır.

Sayın Öcalan’ın yüksek bir tempoyla ve moralle çalışmalarını sürdürdüğünü arkadaşlarımız bize iletti. Sayın Öcalan, önümüzdeki haftalarda sürece ivme kazandıracak gelişmelerin yaşanmasının, herkesin ortak beklentisi olduğunu dile getirmiştir. O da süreçten umutlu. Önümüzdeki günlerde bu sürecin ivme kazanacağını düşünüyor. Sayın Öcalan’ın çalışmalarını bu çerçevede yaptığını arkadaşlarımız bize aktarmıştır. Yapılan bu görüşme kurullarımız tarafından değerlendirilecek, ardından kamuoyuna görüşmeyle ilgili bir açıklama yapılacaktır.

Değerli arkadaşlar, içinden geçtiğimiz bu süreçte iki büyük adım şarttır. Birincisi sağlam bir hukuki zemin, ikincisi güçlü bir siyasi irade gerekiyor. Önümüzdeki günlerde zaten Grup Başkanvekillerimiz Adalet Bakanı ile bir araya gelecek. Sadece Adalet Bakanı ile değil; aynı zamanda Meclis Başkanıyla ve Meclis’te grubu bulunan siyasi partilerle de temaslarımızı sürdüreceğiz, bir araya geleceğiz.

DEM Parti olarak, barış ve demokratik çözüm için üzerimize düşen her sorumluluğu yerine getirmek amacıyla 7/24 çalışma içerisindeyiz. Buradan iktidara ve muhalefete de sesleniyoruz: Türkiye siyaseti artık normalleşmeli. Barış süreci ivme kazanmalı ve devlet demokrasiye duyarlı hale gelmelidir. Başta İnfaz Kanunu ve cezada adalet olmak üzere yasal düzenlemelerin yapılması; hasta tutsaklardan tutalım siyasi nedenlerle cezaevlerinde tutulanlara kadar, cezaevlerinin boşalması Türkiye’ye rahat bir nefes aldıracaktır. Gelin, bunun önünü hep birlikte açalım.

“İktidar direksiyonu 85 milyonun ortak geleceği için çevirmelidir”

İktidar da artık içeride ve dışarıda büyüyen tehlikeleri görmekle kalmamalı, gidişata yön vermeli, inisiyatif almalıdır. Direksiyonu 85 milyonun ortak geleceği için çevirmelidir. Yol yokuş, hava sert. Ortadoğu’daki gelişmeleri hepimiz yakından takip ediyoruz. Ama şimdi rotayı halkın selametine, halkın yararına kırma zamanı. Bizler ortak ve demokratik yaşamı örmeye hazırız. Sadece elimizi değil gövdemizi dahi taşın altına koymaya hazır olduğumuzu belirtmek istiyorum.

Değerli arkadaşlar, bu kürsüden bir süredir, Sayın Öcalan’ın büyük emeklerle inşa ettiği Barış ve Demokratik Toplum Sürecinin ne kadar önemli olduğunu anlatmaya çalışıyoruz. Çünkü bu süreç, sadece bugünü değil gelecek yüzyılı da belirleyecek kadar önemli ve değerlidir. Bunun için de sık sık tarihe, o büyük hakikat aynasına bakıyoruz. Çünkü geçmiş sadece geçmiş değildir; doğru okunursa bize hem bugünü anlatır hem de yarına dair yol gösterir.

Size tarihteki birkaç kırılma anını anlatacağım. Yaşadığımız, bazılarına şahit olduğumuz kimi örnekleri vermek istiyorum. Tarihteki bu kırılma anlarını, zamanı ve zemini doğru değerlendirebilseydik, bugün başka bir Türkiye’de olurduk, başka şeyleri konuşuyor olurduk. Bugün ekonomiyi, demokrasiyi, haksızlıkları, adaletsizlikleri, hukuksuzlukları konuşmuyor olacaktık. Bu kırılma anlarından ilkinde 1924 yılında ortak mücadeleyle kurulan cumhuriyet demokrasiyi dışladı.

Tekçi ve inkarcı bir rejimin yolunu açarak Kürt sorununa ve demokrasi krizine neden oldu. 1950’lerde bütün dünya değişiyordu, çok kutuplu dünyaya geçiş yapıldı. Bir fırsat penceresi açılmıştı ama bu fırsat penceresi de değerlendirilemedi. Bu imkan heba edildi. Daha sonra yine Kürt sorununda inkar ve demokrasi nefreti nedeniyle 1960’ta, 1971’de, 1980’de ve 1997’de tank paletleriyle halkın iradesine, demokratik çözüm umuduna ve demokratik ülke umuduna darbeler yapıldı. 2003’te Sayın Öcalan’ın uzattığı barış eline karşı darbe mekaniği devreye sokularak büyük bir barış imkanı itildi.

1999’da, hala birçoklarının anlamadığı Sayın Öcalan’a yönelik uluslararası komplo devreye sokuldu. Sayın Öcalan’ın barışı inşa etme gücü ve gerçekliği görülmeyerek Türkiye karanlık bir girdabın içerisine sürüklendi. 2015’te Çözüm Süreci buzdolabına sokularak ülkeye bir kara kış yaşatıldı. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından başlayan 20 Temmuz OHAL süreciyle Türkiye’de demokrasi ve hukukun bütün damar yolları tıkandı. Geçen yüzyılda ardışık hatalar yapıldı. Türkiye’de Kürt sorununun çözümü ve demokratik ülke hayali akamete uğratıldı.

“Bu devri artık kapatmak, eşit ve ortak yaşam devrini başlatmak istiyoruz”

Peki, 100 yıllık hatalar sonucu nereye geldik? Ekonomisi batmış, demokrasisi işlemeyen, cezaevlerinde doluluk oranı neredeyse iki katına çıkmış, gençlerin umudunun olmadığı, halkın büyük bir yoksullukla boğuştuğu bir Türkiye. Eğer tarihin kırılma anları doğru değerlendirilseydi, bunlar olmayacaktı. İşte aradan bir asır geçti ama konuştuğumuz dert hala aynı: Kürt sorunu ve demokrasi derdi. Sorunları çözmek yerine halının altına süpürenler, aslında bizden sonraki kuşaklara bu sorunları büyük oranda devrediyor.

Darbelerin panzehrinin demokrasi olacağını tarih defalarca bize gösterdi. Birileri anlamak ve görmek istemese de bu böyle. Bu yüzden, artık bu devri kapatmak istiyoruz. Artık birbirini anlama, eşit ve ortak yaşam devrini getirmek istiyoruz. Sayın Öcalan’ın, “Gelecek yüzyılı kaybetmeyelim” sözleri tam da bu nedenledir. Geçmişi inkar etmeden ama geçmişe takılmadan gelecek yüzyılı birlikte inşa etme çağrısıdır Öcalan’ın çağrısı. Gelin, 100 yıllık bu meselenin sırtımızdaki ateşini birlikte söndürelim.

Bir acıyı bin kez konuşacağımıza, bir defa insanca ve güçlü bir şekilde çözelim, Türkiye’yi demokratikleştirelim. Hep birlikte bu ülkenin barış hikayesini yeniden yazalım. Yeter ki yüreğimizi koyalım, inanalım, sahici çözümler üretelim. Yeter ki güçlü bir siyasi irade gösterelim. Siz de şahitsiniz; biz irademizi güçlü bir şekilde ortaya koyduk, bu barış sürecine inanıyoruz. Onu demokrasiyle taçlandırmak için 7/24 sizinle birlikte çalışmalarımıza devam ediyoruz, edeceğiz. Biz hazırız, Kürtler hazır. Emekçiler, sosyalistler, kadınlar hazır. Varsa hazır olmak isteyenler, buyurun; Türkiye’yi yeniden demokratik bir şekilde inşa edelim.

Barış sadece bir varış noktası değildir. Barış başlı başına büyük bir yolculuktur. Hemen bugünden yarına olabilecek bir şey değildir. Barış, büyük bir emek ve çaba istiyor. Barış önemli bir süreçtir. Bu süreci doğru değerlendirmek gerekiyor. Bu sürecin merkezinde de Sayın Abdullah Öcalan’ın olduğunu belirtmek istiyorum. Konuşmamın başında sağlıktan ve barıştan söz etmiştim. Şimdi tüm kalbimle söylemek istiyorum.

Nasıl ki kalbe kan gitmeyince kriz baş gösterir ve hayati tehlike ortaya çıkarsa, tecrit de barışın kalbine giden nefesi kesmek anlamına geliyor. Dolayısıyla bu bünyenin yaşaması için, bu bünyenin nefes alması için tecridin bir an önce ortadan kaldırılması gerek. O nedenle bir kez daha diyoruz ki artık bu tıkanıklığı giderelim, artık bu nefesi açalım. Türkiye rahat bir nefes alsın.

Sayın Öcalan’ın özgürce çalışabildiği, iletişim kurabildiği, konuşabildiği, barış için katkı sunabildiği koşulların derhal sağlanması gerekiyor. Sayın Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi aynı zamanda Türkiye’nin iyileştirilmesidir. Sayın Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi emekçilerin, yoksulların, ezilenlerin dertlerinin iyileştirilmesidir. Umarım ülkeyi yönetenler, memleketi iyileştirerek bu antidemokratik uygulamalardan vazgeçerler. Türkiye’nin siyasetini, ekonomisini ve geleceğini iyileştirmek isteyen bir irade varsa biz buradayız, hazırız.

Yarın 23 Nisan. Tam 105 yıl önce bu topraklarda yaşayan farklı halklar ve inançlar el ele vererek, birlikte mücadele ederek bu cumhuriyeti kurdu. Bu farklılıkların büyük çoğunluğu kurucu mecliste yer aldı. Kürdistan mebusu, Lazistan mebusu, diğer halklar ve inançlardan mebuslar da vardı bu kurucu mecliste. Kurucu meclis tamamını olmasa da birçok kimliği tereddütsüzce o kürsüye taşımıştı. Ama bu ortak hikaye 1924’te akamete uğratıldı. Birlikte mücadele eden ve kurucu mecliste yer alan halklar ve inançlar özgür bir yaşama sahip olamadılar.

İşte sorunların özü de tam burada başladı. 1915’te Ermenilerle başlayan inkar, geçtiğimiz yüzyılda bu topraklarda yaşayan her halka, kültüre, dile ve inanca yaşatılmaya çalışıldı. Tarih hayatın öğretmenidir. Artık günümüz, ayrılıkları azaltmaktan ve ortaklıklarımızı büyütmekten başka bir şansımız olmadığını ortaya koyuyor. Tarih bunu bize defalarca gösterdi. Umarım bu sefer son olur. Tarihten hep birlikte dersler çıkarırız. Nasıl ki sağlam bir çınar kökleriyle birlikte dimdik duruyor ve yeşeriyorsa bu ülke de köklerinden çoğulculukla bir arada duracak ve yeşerecek. Artık tarihsel korku ve ön yargılardan çıkmak, Türkiye barışını sağlamak kaçınılmaz bir görev olarak önümüzde duruyor.

Sayın Öcalan, Barış ve Demokratik Toplum Çağrısında, ‘Günümüzde çok kırılgan bir hal alan tarihsel ilişkiyi kardeşlik ruhu içinde ve inançları da göz ardı etmeden yeniden düzenlemek esas görevdir’ demişti. Bu çağrı, sadece bir söz değil; bu ülkenin geleceğine kurulan bir köprüdür. Bu köprüyü cesurca geçmek hepimizin görevdir. Silahlar devreden çıkmalı, biz de buna inanıyoruz. Evet, silahlar devreden çıkmalı ama sadece eldekiler değil zihinlerde de bir silahsızlanma olmalıdır. Ret, inkar ve huzursuzluk da zihinlerde sona ermelidir.

Gelin, 23 Nisan’ın yapıcı ve ortaklaştırıcı ruhunu yeniden canlandıralım. Demokratik ulus mutabakatıyla eşit, adil ve demokratik bir anayasa yaparak gelecek yüzyılı birlikte inşa edelim. Birlikte yürüyelim, birlikte konuşalım, birlikte çalışalım, birlikte çözelim. Bu ülkenin en büyük güvencesi, farklılıklarımızı zenginlik kabul eden demokratik bir cumhuriyettir. Kimliklerin ve inançların tanındığı demokratik bir devleti, herkesin kendisini ait hissettiği bir cumhuriyeti kurma çağrısı yapıyoruz. Biz bu çağrının gereklerini yapmaya hazırız. Gündelik siyasi çıkarlardan ve dar hesaplardan kurtulmalıyız. Biz Kürtler olarak, emekçiler ve ezilenler olarak bu ülkeyi, bu coğrafyayı seviyoruz.

Bu ülke ve coğrafyada yaşayan 72 milletin inancını da seviyoruz. Biz barışa varız, bu ülkeyi demokratik bir zemine çekmeye varız. Biz barışa hazırız. Eşitlik, adalet ve demokrasi diyenleri de bu inşa sürecine ve mücadeleye davet ediyoruz. Hepinize tekrardan teşekkür ediyorum. Sağ olun, var olun. Önümüzdeki günler çok önemlidir. Bu dönem aynı zamanda hepimize tarihi sorumluluklar yüklüyor. Sorumluluğumuz bellidir. Ev ev dolaşmak ve insanlara bu süreci anlatmak, barışı toplumsallaştırmak. Onurlu bir barışa ulaştırmaktır. Bunu yapacağımıza olan inançla hepinizi saygıyla selamlıyor, başarılar diliyorum. “

Paylaşın

İmamoğlu’ndan Almanya’ya “Eurofighter” Çağrısı: Kararınızı Geri Alın

Marmara Cezaevi’nden Almanya’ya seslenen Ekrem İmamoğlu, “Türkiye’nin ulusal çıkarları Erdoğan’dan da İmamoğlu’ndan da daha değerlidir. Bu kararınızı geri almanızı istirham ediyorum” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Erdoğan iktidarının sonu göründü. Türkiye’nin yeni iktidarı, Avrupa Birliği’yle ve Almanya dahil bütün müttefiklerimizle, karşılıklı menfaatlerimiz, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayalı demokrasi ilkeleri çerçevesinde çalışacaktır. Bizim iktidarımızda Türkiye’nin AB’ye tam üye olacağına dair en ufak bir şüphemiz yoktur.”

Silivri’deki Marmara Cezaevi’nde tutuklu bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu Almanya’da kurulacak yeni hükümete çağrıda bulundu.

Türkiye’ye Eurofighter savaş uçaklarının satışını veto eden hükümete “Bu kararınızı geri almanızı istirham ediyorum” diyen İmamoğlu, çağrısında şu ifadeleri kullandı:

“Basından öğrendiğim kadarıyla, Silivri’ye hapsedilmemiz üzerine, Alman Hükümeti hava kuvvetlerimizin büyük ihtiyacı olan ve uzun zamandır beklediğimiz Eurofighter savaş uçağının Türkiye’ye satışını veto etmiş. Almanya’da görevi devralmaya hazırlanan yeni hükümete seslenmek istiyorum: Türkiye Erdoğan’dan ibaret değildir, Türkiye Erdoğan’dan büyüktür. Hükümetler gelip geçicidir.

Türkiye’nin ulusal çıkarları Erdoğan’dan da İmamoğlu’ndan da daha değerlidir. Bu kararınızı geri almanızı istirham ediyorum. Erdoğan iktidarının sonu göründü. Türkiye’nin yeni iktidarı, Avrupa Birliğiyle ve Almanya dahil bütün müttefiklerimizle, karşılıklı menfaatlerimiz, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına dayalı demokrasi ilkeleri çerçevesinde çalışacaktır. Bizim iktidarımızda Türkiye’nin AB’ye tam üye olacağına dair en ufak bir şüphemiz yoktur.”

Handelsblatt gazetesi Almanya’da görevini yeni hükümete devretmeye hazırlanan Sosyal Demokrat Parti-Yeşiller koalisyonunun Türkiye’ye Eurofighter Typoon tipi savaş uçaklarının satışını engellediğini yazmıştı. Gazetenin haberine göre karara İmamoğlu’nun tutuklanması gerekçe gösterildi.

Almanya, Fransa, İtalya ve Birleşik Krallık şirketlerince üretilen Eurofighter Typhoon savaş uçağının Türkiye’ye satışı önündeki başlıca engel Almanya’nın vetosu.

Almanya, Türkiye’nin insan hakları uygulamaları, Suriye’deki askeri operasyonları ve Doğu Akdeniz’deki faaliyetleri nedeniyle silah ihracatına sınırlamalar getirmişti. Avrupa Birliği–Türkiye ilişkilerindeki genel siyasi gerginlikler, savunma sanayisi işbirliğini de etkiliyor. Yunanistan’ın da özellikle Almanya ve İtalya ile yakın askeri ilişkileri, satış kararları üzerinde dolaylı baskılar yaratabiliyor.

Sonuç olarak, Türkiye’nin Eurofighter satın alma girişimi, Olaf Scholz başbakanlığında Almanya nezdindeki girişimlerle Berlin’in onayını elde etmek üzereyken, son gelişmelerin ardından özellikle Almanya’nın vetosu nedeniyle kilitlenmiş durumda. Scholz’un Sosyal Demokrat Partisi gelecek Almanya koalisyon hükümetinde yer almaya devam edecek.

Paylaşın

Hazine’nin Borcu 10 Trilyon Lirayı Aştı

Merkezi yönetim brüt borç stoku, mart sonu itibarıyla 10,2 trilyon lira seviyesinde yükseldi. Borç stokunun 4.6 trilyon lira tutarındaki kısmı lira, 5.5 trilyon lira tutarındaki bölümü ise döviz cinsiden oluştu.

Haber Merkezi / Ayrıca, hazine alacakları, şubat sonu itibarıyla 29,8 milyar lira oldu. Alacak stoku içindeki en yüksek payı 10,6 milyar lirayla mahalli idareler oluşturdu.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, 31 Mart itibarıyla merkezi yönetim brüt borç stoku verilerini açıkladı. Bakanlıktan yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Merkezi yönetim borç stoku 31 Mart 2025 tarihi itibarıyla 10.270,6 milyar TL olarak gerçekleşti. Borç stokunun 4.685,7 milyar TL tutarındaki kısmı Türk Lirası cinsi, 5.584,9 milyar TL tutarındaki kısmı döviz cinsi borçlardan oluştu.”

Hazine ve Maliye Bakanlığı, 31 Mart itibarıyla Hazine alacaklarına ilişkin verileri de açıkladı. Bakanlıktan yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Hazine Alacak stoku 31 Mart 2025 tarihi itibarıyla 29,8 milyar TL olarak gerçekleşti. Hazine Alacak stoku içerisinde en yüksek pay 10,6 milyar TL ile mahalli idarelere aittir. 2025 Mart ayı sonu itibarıyla Hazine alacaklarından toplam 1,2 milyar TL tahsilat gerçekleştirildi.”

Paylaşın

Babacan: Kuralsız Kanunsuz Bir Ülkede Ekonomi İyi Olmaz

Gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan DEVA Partisi Lideri Ali Babacan, “Hukuksuzluğun, adaletsizliğin olduğu bir ülkede ekonomi olmaz. Kendi iş insanlarımızın güvenmeyip yatırım yapmadığı bir ülkede başkaları gelip yatırım yapmaz. Sayın Erdoğan zannediyor ki ben aklıma gelen her türlü hukuksuzluğu yaparım ama ekonomide işler iyi gider. Olmadı olmayacak” dedi.

Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, KARAR TV’de katıldığı programda hem iç siyasete hem de ekonomik gelişmelere ilişkin kapsamlı değerlendirmelerde bulundu. Babacan’ın değerlendirmelerinden öne çıkan bölümler şöyle:

“Türkiye’de bazı konularda ümit oluşmuştu. İlk olarak Suriye’de Esad rejiminin devrilmesi ve daha istikrarlı bir Suriye’ye giden bir yol başlar mı diye bir ümit oluşmuştu. Diğer bir konu da terörsüz Türkiye süreciydi. Üçüncü konu da 2023 yılından beri enflasyonu düşürmek için bir politika uygulanıyordu. Bu 3 önemli konuda ülkede bir ümit vardı. 18-19 Mart’taki gelişmeler, Sayın İmamoğlu’nun önce diplomasının iptal edilmesi ve ardından gözaltına alınması, Türkiye’deki rasyonalite arayışının ‘İşler düzelmeye başlıyor mu?’ diye oluşan ümit ışıklarını yok etti. İktidar bildiğimiz iktidarmış, Sayın Erdoğan bildiğimiz Erdoğan’mış hiçbir şey değişmemiş.

Ekonomide güven her şeyin başı, güven olmayınca ekonomi düzelmez. Sadece faiz artırayım, vergi artırayım enflasyon düşsün, böyle bir şey yok. Hukuk olmadan ekonomi olmaz, adalet olmadan ekonomi olmaz. Türkiye’nin geniş kesimleri tarafından hukuksuzluk olarak okunan, demokrasi ihlali olarak okunan arka arkaya atılan adımlar, 18-19 Mart kararları Türkiye’de büyük bir güven kaybını beraberinde getirdi. Bu iktidar gözünü karartmış, kendi sürekliliğini sağlamak için rahatlıkla hukuk dışına çıkabiliyor. Türkiye’de hiç kimsenin önünü görme ihtimali yok, böyle bir ülkede yatırım olmaz, para tutulmaz kanaati oluştu.

Dolar kuru ne kadar bastırılmaya çalışılsa da arttı. Dolar kurundaki her 1 lira artış Türkiye’nin dış borç stoğunu 525 milyar lira artırıyor. Yaklaşık 1 trilyon kadar bütçe etkisi olacak. Merkez Bankası ilk defa yüzde 60 faizli likitide seneti çıkartmak zorunda kaldı. Çok kısa vadede yüzde 60 faizle piyasadan para çekmeye çalıştı. Çünkü parayı çekmezsem para dolar olacak ve dolar kuru tutulamayacak böylece enflasyon olacak diye korktu. Hazine’nin borçlanma faizleri zaten arttı. Merkez Bankası faiz indirmeye başlamışken en son toplantısında 3.5 puan faiz arttırdı.

Sayın Erdoğan zannediyor ki ben aklıma gelen her türlü hukuksuzluğu yaparım ama ekonomide işler iyi gider. Olmadı olmayacak. Biz bunu gördüğümüz için DEVA Partisi’ni kurduk. Sayın Erdoğan’ın zihin dünyasıyla ve bu ülkeyi yönetme tarzıyla bu ülkenin sorunlarının çözülemeyeceğini gördüğümüz için DEVA Partisi’ni kurduk. Türkiye’de bir miktar daha kötüleşme olmadan iyileşme başlamayacak. Ülkenin sorunlarını çözebilmek için kural bazlı bir ekonomi lazım. Daron Acemoğlu bu yıl Nobel iktisat ödülü kazandı.

Ödülün konusu hem tarih boyunca hem de güncel yönetimlere baktığımız zaman kurumların güçlü olduğu ülkelerde topyekun zenginleşme oluyor. Ama bütün gücü elinde bulunduran liderlerin olduğu ülkelerde bir avuç zengin oluyor halkın çoğu fakirleşiyor. Bunu bilimsel olarak ispat ettikleri için Nobel ödülü kazandılar. Ama Sayın Erdoğan bunu anlamıyor. Onun düşünce dünyasında ben en son seçimlerde yüzde 52 oy aldım. Anayasa dediğin de yüzde 50 + 1. Ben kendi başına 52’yim. Demek ki Anayasa’ya uymama hakkım var. Meclis ne, Anayasa ne ben kendi başıma yeterim. Onun düşünce dünyası buralarda.

“Kuralsız kanunsuz bir ülkede ekonomi iyi olmaz”

Ben AK Parti’nin kurucularındanım. Parti kurulduğu zaman genel başkanın 3 dönem kuralı vardı. Sayın Erdoğan o zamanlar ‘Türkiye’de lider suntası dönemi bitti. Ben kendimi 3 dönemle sınırlıyorum benden sonra başkalarının önünü açacağım.’ diyerek bunu kanal kanal duyurdu. Cumhurbaşkanının 2 dönem sınırı vardı. YSK bir şekilde Erdoğan’ın tekrar aday olmasını sağladı. Ana muhalefet yapmadı biz yaptık YSK’ya dilekçe verdik, Erdoğan aday olamaz diye. Hukukun adaletin olmadığı bir demokrasi sadece bir sandıktan ibaret kalır. Sandık yoluyla seçilmiş insanlar o ülkeyi felakete sürükleyebilir. Kuralsız kanunsuz bir ülkede ekonomi iyi olmaz.

CHP’ye ve İBB’ye kayyum çok uzak ihtimaller değildi. Ortaya atılan iddialar keşke yargı bağımsız olsa da görsek ancak yargı öyle işlemiyor maalesef. Bunları göze alan bir cumhurbaşkanı CHP ve İBB’ye kayyumdan çekinmez. Orada durmasını sağlayan 2 konu var. İlki ekonomi ve sonuçları diğeri de hiç beklemedikleri şekilde gençlerin meydanlarda olması. Gençler CHP için İBB için çıkmadı sokaklara. Bir seçim olur bu iktidar değişir, Türkiye düzelir diye umutları vardı. Bu olaylar gençlerin umudunu kararttı. Erdoğan kendisine rakip olan herkesin önünü kesecek diye düşündü gençler. Bu yüzden kayyum atamalarını yapmadılar. Hazine ve Maliye Bakanı çıkıp ‘Rezervleri biz bugünler için biriktirdik’ dedi.

Bu çok yanlış. Rezervleri Cumhurbaşkanı’nın rakiplerini tek tek elemesi için mi biriktirdiniz? 50 milyar birinci rakibi için, bir 50 milyar daha diğer rakip için… Cumhurbaşkanı’nın koltuğu yapışması ve demokrasinin işlememesi için mi rezerv biriktirdiniz yoksa dışarıdan kaynaklı ekonomik bir olay olur, deprem olur, felaket olur onun için mi biriktirdiniz? Sizin misyonunuz Türkiye’yi zenginleştirmek mi yoksa Cumhurbaşkanı bir gün yanlış bir iş yapar, siyasi rakiplerini elerken cephane gerekir o gün kullanırız diye mi biriktirdiniz? Bu durum Erdoğan’a dokunuyor mu hayır. Çevresinde fakirleşen var mı yok. Onun zihni şöyle; ben çok önemliyim bu koltuk da önemli, gerisi önemsiz. Bir an önce bu ülkenin ehil ve dürüst insanlar tarafından yönetilmesi lazım.

Mehmet Şimşek kendi iç dünyasında büyük zorluklar yaşıyordur. Yapılması gereken doğrular konusunda zorluklar yaşıyordur ama yapabilecekleri de çok dar. Geçenlerde Avrupa Birliğine diyalog toplantısına gitti. Avrupa şu anda Trump’ın başlattığı ticaret savaşları nedeniyle kendisine ortak arıyor. Trump’ın ‘Avrupa’nın güvenliğine ben bakmam’ demesinin ardından Avrupa kendisine güvenlik konusunda da partner arıyor. Türkiye için bir fırsat açıyor aslında. Ben o toplantıda Sayın Şimşek’in hangi hissiyatta olduğunu düşünmek bile istemiyorum.

İnsanların diplomasının bir anda iptal edilebileceği, bir anda mal varlıklarına el konulabileceği bir ülkeye yatırım gelir mi? Kendi vatandaşının yatırım yapmaktan korktuğu bir ülkeye elin adamları gelip yatırım yapmaz. Ülke düzgün yönetilse Türkiye’nin milli geliri 25 bin doları geçerdi. Milli gelir 2 milyar doları geçiyordu. Şimdi Sayın Erdoğan diyor ki 1 trilyon dolara ulaştık, hedef 2 trilyondu sen de o gün başbakandın. 2023 hedefinde 2 trilyon hedef açıkladık. Bu hukuksuzlukla bu vurdumduymazlıkla ulaşamazsın. Biz muhalefet olarak erken seçim isteriz. Anayasa erken seçim için ya cumhurbaşkanı karar alacak ya da Meclis karar alacak diyor. Erken seçimin olması iktidarın isteğiyle olabilir. Bunun için de baskının artması gerekiyor.

Bugün bir bakanın Meclis’e götürüp bir yasa sunma şansı yok. Ben bugün cumhurbaşkanı olsam ekonomik sosyal konseyi toplarım. Kurumların başına ehil ve dürüst insanlardan oluşan bir kadro lazım. Ekonomi çok çabuk düzelir. Yapısal reform bu. Bugün 1 liraya mal olabilecek bir deprem konutu 2-3 liraya mal oluyor. Sayın Erdoğan ‘200 bin konut bitirdim’ diyor. Ben ülkenin cumhurbaşkanı olsam aynı paraya 400 bin konut bitirirdim. Geri kalan o 200 binlik konutun parası ‘menfaat şebekesi’ne gidiyor.

Devletin açıkladığı rakama herkesin inanması lazım. TÜİK’in açıkladığı rakamlara güvenmiyor kimse. Yeni ekonomi yönetimindeki arkadaşlara ben üzülüyorum. Onlar damat dönemindeki ayıpları kapatacağız diye kendi itibarlarını aşındırıyorlar. Her an görevden alınabilirim korkusuyla çalışan bir kabineden iş çıkmaz. Bugün herhangi bir bakan çıkacak da Erdoğan’a şurada yanlış yaptınız diyecek, anında kendini kapının önünde bulur. Bu iktidarla olmadı, olmayacak.

“Türkiye AK Parti’den de CHP’den de büyüktür”

AK Parti seçmenin önemli bir kısmı da dahil 18-19 Mart’ta yapılanlar siyasi bir operasyon olarak anılıyor. Tutuksuz yargılanmanın esas olması lazım. Tutuklu yargılanma çok özel şartlarda olur. Türkiye AK Parti ve ana muhalefet partisi arasında sıkışıp kalmamalı. Türkiye AK Parti’den de CHP’den de büyüktür. Erdoğan’ın ülkeyi yönetemediğini, sorunları çözemediğini anlayan AK Partili sayısı çoğalıyor. Bunların da gidip bir anda CHP’ye oy vermesi olmayacak. Üstelik ana muhalefet ben ülkeyi daha iyi yönetirim diye bir iddia da ortaya atmıyor.

Sanal kumar, sanal bahis çok yaygınlaştı. Yasal olan bahisi bir medya kuruluşunun sahibi oynatıyor. Sayın Erdoğan bir gece o firmaya sanal kumar lisansı verdi. Kumarhane açmanın yasak olduğu bir ülkede herkesin cep telefonuna kumar makinesi yerleştirdiler. Faizde nass var diye yıllarca yanlış iş yaptılar da kumarda nass yok mu? Biz ilk 1 saatte hepsinin fişini çekeriz.

Çözüm sürecine destek veriyoruz. Bu konu sayın Bahçeli’nin DEM vekillerinin elini sıkmasıyla başladı. Daha sonra da grup konuşmalarında dile getirdi. Bahçeli’nin bu işi başlatması, ısrarla takipçisi olması, hasta yatağından insanları araması… Bahçeli’nin çıkıp da ‘barış’ ifadesini kullanması başka bir dönemdir. Kim derdi ki ‘terörist başı Apo’dan, ‘terörün kurucu lideri’ olacak. İkisini de söyleyen Bahçeli. Erdoğan bu işi tam olarak sahiplenmedi. Burada Erdoğan şunu test etmiş olabilir; Bahçeli bir başlasın tutarsa ben sahiplenirim.

Örgüt elemanları ne olacak? Bunlar için bir çözüm lazım. Bunları topluma açıklamak zor. Bu örgütün Moskova’da bürosu var. Suriye’de Esad rejimi döneminde Kürtler insan yerine konulmuyordu. Bu süre içerisinde oradaki Kürtlerin önemli bir kazanımı oldu. SDG ile Şam yönetimi arasında bir anlaşma yapıldı bu çok iyi oldu. Umarım her şey yolunda gider. Bütün bu resimde en büyük tehlike İsrail. İsrail, Suriye’de istikrar istemiyor. Demokratik bir Suriye, İsrail’in bu şımarıklıklarına, soykırımına hiçbir zaman yeşil ışık yakmaz.

Erdoğan, Gazze’yle ilgili konuşuyor ama hiçbir etkisi olmadı. Lahey’e başvuran ilk ülke Türkiye olmalıydı. Neden Türkiye 7 ay sonra davaya katıldı? Ticarette devam etti. Ticaretten vazgeçemediler. “

Paylaşın

AK Parti Sözcüsü Çelik’ten “Süreç” Açıklaması: Takip Ediyoruz

Gündeme ilişkin açıklamalarda bulunan AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısı sonrası başlayan sürece ilişkin, “Süreci yakın bir şekilde takip ediyoruz” dedi.

AK Parti Merkez Yürütme Kurulu (MYK), Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan başkanlığında toplandı. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, toplantı devam ederken gündeme ilişkin basın mensuplarına açıklamalarda bulundu.

Çelik’in açıklamalarından öne çıkanlar şöyle: “Papa’nın Gazze mesajı son derece hakkaniyetli mesajdı. Bir kere daha Vatikan devletine, ailesine, katolik alemine başsağlığı dileklerimizi iletiyoruz. Sırrı Süreyya Önder değerli arkadaşımız. Hem sanatçı, hem siyasetçi. Geçirdiği rahatsızlıktan dolayı son derece üzgünüz. Alanının en iyisi olan doktor arkadaşlarımız rahatsızlığıyla ilgili müdahaleyi yaptılar. Süreç hassasiyetle yürütülüyor. Kendisiyle felsefe, sanat, siyaset konusunda uzun yıllar sohbetlerimizin olduğu bir arkadaşımız. Onun rahatsızlığı aslında dokunduğu insanları, çevrelerin, bir şekilde mağdur olmuş insanlara dokunmasının Türkiye’de toplumsal birliğimizin, kardeşliğimizin güçlenmesi bakımından yapmaya çalıştıklarının herkeste parça parça yer ettiğini gösterdi.

Türkiye’nin farklı kesimlerinden ortaya konulan sahiplenmeyi gösterdiler. Özellikle hastanenin karşısına yazılan yazılarda, onu ziyaret edenlerin ifade ettiği mesajlarda da Türkiye’nin terörsüz Türkiye’ye ulaşması bakımından ortaya koyduğu kıymetli yaklaşımın nasıl takdir edildiği görülmüş oldu. Kendisine, arkadaşımıza, dostumuza acil şifalar diliyoruz. Terörsüz Türkiye sürecinin devam ettiği son zamanlarda Meclis çalışmaları bittiğince mesajlaşır, buluşurduk. Gece yarısına kadar sohbetler olurdu. Sağlık durumu gündeme gelirdi. Dua ediyoruz. Muhterem annesine, kızı Ceren’e kardeşlerine ve sevenlerine geçmiş olsun dileklerimizi iletiyoruz. Hastanede hastane dışında ortak dostumuz olan doktor arkadaşlarımızın ne kadar yakından ilgilendiğini görüyoruz. Orada her kademeden sağlık personeline teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bu vesile ile kötü, çirkin tartışmalar oldu, hepimizi üzdü. İyi şeyleri, kardeşliği, doğru sözleri öne çıkarmamız lazım. Doğru sözleri büyütmek lazım. Kem söz söyleyenleri kendileriyle başbaşa bırakmak lazım. Rahatsızlığında da görüldü ki, hemen hemen toplumun bütün kesimleri esasında terörsüz Türkiye sürecinin de sembol isimlerinden biri olduğu için bu sürecin başarıya ulaşması için büyük bir gayret ve arzu içinde. Geçmişte bazı uygulamalar sebebiyle Kürt vatandaşlarımızın üzerindeki ret, inkar ve asimilasyon politikalarını hükümetlerimiz döneminde demokratik reformlara imza atarak kaldırdık. Çok riskli, karanlık zamanlarda tehditlere, siyasi suikast tehditlerine rağmen bu yol Cumhurbaşkanımızın liderliğinde yüründü.

Sayın Cumhurbaşkanımızın ve sayın Bahçeli’nin tarihi çağrısı ile yepyeni bir dönem açılmış durumda. Önümüzde toplumsal birliğimizi derinleştirmenin, demokrasinin ölçeğini büyütmenin, bölgemizdeki, yakın çevremizdeki komşularımızla daha çok dayanışmanın gerekliliği ortada. Birtakım felaket senaryoları odaklarını görüyoruz. Türkmenler, Araplar, Sünniler, Şiiler, Aleviler, Ezidiler hangisi olursa olsun bütün etnik ve mezhep gruplarına dönük olarak kardeşlik yaklaşımını ortaya koymak için özellikle Sünni-Şii üzerinden, Türk-Kürt üzerinden fitne çıkarmak isteyen odaklarını görüyoruz. Terörsüz Türkiye hedefi vatandaşlarımızın faydasına olacak, geleceğimizin terör yoluyla esir alınmasına karşı, geleceğimiz üzerine ipotekler oluşturmasına karşı Türkiye’nin terör meselesinden kurtulmuş olarak ilerlemesi gerektiğinin açık ifadesidir. Bu şekilde bakacağız meseleye.

Dış politikadaki etkimizi büyütmek, Türkiye’yi her alanda bağışıklık sisteminin daha da güçlü hale getirmek için bu iradeyi sürdürmeye devam edeceğiz. İnşallah yakın zamanda birtakım gelişmelerle birlikte terörsüz Türkiye’yi doğru zamanda, vatandaşlarımızın ortak geleceğine katkı sağlayacak, bölge halklarının dayanışmasına katkı sağlayacak şekilde hep beraber göreceğiz. Kuzeyimizde Rusya-Ukrayna savaşı, güneyimizde Suriye’nin içinde, Lübnan’da diğer alanlarda İsrail’in Netanyahu hükümetinin yaptığı operasyonların ortağa çıkardığı istikrarsızlaştırıcı tablo ve Gazze’de soykırımın daha da ağırlaşarak yaşanıyor olması, Trump’un getirdiği tarifeler bütün tanımların, güç dengelerinin ele alınacağı gözüküyor.

Türkiye bütün bu tablonun merkezinde yer alırken en büyük gücü vatandaşlarımızın birliği ve dirliğidir. Demokrasimizin ve cumhuriyetimizin gücü ve bölge halklarıyla kurduğumuz ilişkidir. 1648 barışını, 1814 Viyana ve Yalta Konferansı’nı çok sık duymaya başladık. Burada güç dengesi nasıl şekillenecek? Türkiye sözkonusu olduğunda önümüzdeki dönemde de Türkiye ne yapacak diye yoğun tartışmalar var. Türkiye’nin zihninin berrak olduğunu, kendi gündemi ve ajandasına hakim olduğunu net bir şekilde söyleyebiliriz.

Kuşkusuz demokrasimizden, cumhuriyetimizden, devletimizin niteliklerinden taviz sözkonusu olmaksınız , herhangi alver süreci olmaksızın ortak gelecek, vatan idealini daha da güçlendirecek şekilde bütün bu süreçler önümüzdeki dönemde yürütülecektir. Güç dengesinin yeniden şekillendiği ortamda, bölge halkları arasında bir tek Türkiye’nin daha çok birlik, dirlik, ortak refah iradesinin pozitif olarak ayrıştığını ve takdir edildiğini görüyoruz. Önümüzdeki dönemde dünya güç sistemi nasıl şekillenecek sorusunun hemen arkasından ‘Türkiye önümüzdeki dönem ne yapacak’ sorusuyla bağlantılı olarak soruluyor. Türkiye aklı selimle, teenniyle hızlı bir adım atacaktır.

“700 uyuşturucu taciri gözaltına alındı”

Vatandaşlarımızın en çok üzerinde durduğu konulardan bir tanesi zehir tacirlerine, çocuklarımızı, gençlerimizi uyuşturucuya bulaştırmaya çalışanlara karşı etkili tedbirlerdir. İçişleri Bakanlığımız Nakrokapan operasyonu harekete geçildi. 700 uyuşturucu taciri gözaltına alındı. Bu kötülük üretmeye çalışan zehir tacirlerine karşı etkili bir operasyonla imza atılmış oldu. Zehir tacirlerinin toplum gündeminden çıkarılması konusunda emeği geçen herkese teşekkür ediyoruz. Bu meseleyi takip edeceğimizi tekrar ediyoruz.

Bu normal doğum konusuyla ilgili olarak düşünülen şey tabii ki annenin ve bebeğin sağlığını düşünme ve bu çerçevede yaklaşım konusudur. Bazıların iddia ettiği gibi kadınlara dayatma, müdahale gibi değerlendirmek doğru değil. Nihayetinde hekimlerin değerlendireceği konu. Bu dünyada da tartışılan konu. Burada hem annenin hem bebeğin sağlığını düşünerek gereksiz, lüzumlu olmayan cerrahi müdahalelerin olmamasıyla ilgili hassasiyettir. Biz burada bütün annelere, anne adaylarına en yüksek hassasiyetle bir kez daha saygılarımızı iletiyoruz. Biz kadınların herhangi şekilde tercihine, hayat tarzına dayatma gibi algılanmasını arzu etmeyiz. Gerekli olmayan zamanlarda endikasyon üretecek tıbbi müdahaleler yapılıyor. Bu gayri tıbbi müdahale olmuş oluyor. Doktor kararıyla bu işlemlere tabii ki uygun yol her zaman mümkündür. Burada önemli olan anne ve bebeğinin sağlığının korunmasıdır. Burada bizim için esas olan annenin ve bebeğin sağlığının korunması, gerekli olmayan cerrahi işlemin sözkonusu olmamasıdır.

CHP’nin mitinginin bizi ilgilendiren tarafı yok. Sonuç olarak CHP’li siyasetçiler, CHP’li birtakım yayın organları bile sonuçta CHP’nin yaptığı mitingin başarılı olup, olmadığını AK Parti’nin geçmişte yaptığı mitinglerle mukayese yapıyor. Demek ki burada ölçü AK Parti’dir. Biz meydanların, kitlelerin partisiyiz. Biz büyük demokrasi buluşmaların partisi olarak Türkiye’nin en önemli referansı olmaya devam ediyoruz.

“Süreci yakın bir şekilde takip ediyoruz”

İnşallah bu ay içerisinde bu sürecin belli aşamaya geldiği birtakım gelişmeler olabilir. Bu süreçler belli şeylerin olgunlaşmasıyla gündeme geliyor. Siyasi partiler arasındaki ziyaret trafiği de dahil olmak üzere sonuçta Türkiye terörsüz Türkiye hedefine ulaşsın. Terör örgütünün kongresini toplaması ve kendisini fesh etmesi, silahları bırakması dönüm noktası olacaktır. Bu herkes için, bölgeyi terör üzerinden istikrarsızlaştırmak isteyenlerin aleyhine, daha çok kardeşlik isteyenlerin, yakın coğrafyamızda kardeşliğin, dayanışmanın güçlenmesinde lehine durum ortaya çıkaracaktır. Süreci yakın bir şekilde takip ediyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatıyla terörsüz Türkiye sürecinin yakından takip edilmesi üzerine kurulmuş heyet var. Heyet hemen hemen gün aşırı toplantı yaparak süreci yakından takip ediyor. Buna Türkiye açısından ve bölgedeki felaket senaryoların engellenmesi açısından stratejik bir kazanım olarak değerlendiriyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız ve sayın Bahçeli’nin iradesi bunu güçlü bir şekilde sahiplenmektedir.

Maalesef muhalefet kanadından yanıltıcı, toksit yaklaşımlar görüyoruz. Normal doğum meselesinden buraya kadar yalan siyaseti diyebileceğimiz birtakım işlere imza atılıyor. Buradaki esas mesele, Türkiye’nin içinde uzun zamandır demokrasinin ölçeğinin büyütülmesidir. Kültürel problemlerin, etnik ve mezhebi, kimlik alanlardaki problemlerin çözümü. Yüksek bir perspektiften demokrasinin ölçeğinin büyütülmesi çerçevesidir. Kimlikçi, etnik referanslarla değil reform siyasetiyle yapılması lazımdır. Terör örgütlerinin denklemden çıkarılması, bölge halkları arasındaki dayanışmanın daha güçlü hale getirilmesidir.

Bülent Bey’in değerlendirmeleri yapıldığında şöyle bir şey çıkıyor. AK Parti adına kimlerin açıklama yapacağı belli. Bülent Bey’in bahsettiği konularda bizim görüşlerimiz belli. Sonuç olarak Bülent Bey’in söyledikleri AK Parti’yi, kurumlarını temsil eden görüş değil. Bülent Bey’in kişisel görüşleri. O değerlendirmeyi kendine sormak gerekiyor. Bu değerlendirmelerin AK Parti’nin kurumsal görüşleriyle ilgisi yoktur.”

Paylaşın

“2 Nisan Alışveriş Boykotu”nun Bilançosu Belli Oldu

Alışveriş boykotunun yapıldığı 2 nisan günü elektronik ticaret transferlerinin yüzde 58,7 azaldığı, toplam FAST işlemlerinin ise yüzde 37,7 oranında gerilediği ortaya çıktı.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı (TEPAV), 19 Mart 2025’te İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınmasının ardından sosyal medyada örgütlenen alışveriş boykotunun ekonomik yansımalarını analiz etti.

TEPAV uzmanları Gülbin Şahinbeyoğlu ve Merve Dündar tarafından hazırlanan analizde, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) yayınladığı kredi kartı harcamaları ve FAST (Fonların Anlık ve Sürekli Transferi) verileri üzerinden 2 Nisan 2025’te gerçekleşen boykotun etkileri değerlendirildi.

Raporda, kartlı harcamaların haftalık bazda yayımlandığı, FAST verilerinin ise günlük bazda analiz olanağı sunduğu belirtilerek, verilerdeki değişimlerin yalnızca boykotla sınırlı olmadığı; Ramazan Bayramı tatili ve ayın ilk günü gibi ekonomik takvimi etkileyen unsurların da etkili olduğu vurgulandı. Ancak yine de boykotun dikkate değer sonuçlar doğurduğu kaydedildi.

Öne çıkan bulgular şöyle:

Kartlı harcama adetleri, 2 Nisan haftasında yılın ilk üç ayı ortalamasının yaklaşık %10 altında kaldı. Market ve AVM işlemlerinde bu oran yüzde 12,2 olarak ölçüldü.

Geçen yılın Ramazan Bayramı haftasıyla kıyaslandığında, seyahat harcamalarında artış gözlenirken diğer kalemlerde düşüş yaşandı.

FAST transferleri, geçen yılki benzer tarihe kıyasla yüzde 37,7 oranında azaldı. Elektronik ticarette bu oran yüzde 58,7’ye ulaştı.

Şubat ve Mart aylarının ilk iş günleriyle karşılaştırıldığında da yüzde 10’un üzerinde düşüş tespit edildi.

Elektronik ticarete yönelik transferlerde düşüşler daha belirgin oldu.

Sosyal medya ile sınırlı kalmadı

Raporun sonuç bölümünde, kampanyanın yalnızca sosyal medyada yankı bulan bir tepkiyle sınırlı kalmadığı, harcamalarda ve para transferlerinde ölçülebilir düzeyde bir azalma yarattığı ifade edildi. Böylelikle, kitlesel dijital eylemlerin ekonomik karar alma süreçlerinde etkili olabileceği yönünde önemli bir veri sunulmuş oldu.

Paylaşın

Uyuşturucu Kullanım Yaşı 10’a Kadar Düştü

Derin Yoksulluk Ağı’nın kurucusu Hacer Foggo, eğitim sisteminden kopan çocukların madde bağımlılığı, suç ve istismara açık hale geldiğini belirterek, “Uyuşturucuya kaptırıyoruz çocuklarımızı. 10 yaşında uyuşturucu kullanan çocuklar var” dedi.

Hacer Foggo, Halk TV’de katıldığı canlı yayında Türkiye’de çocuk yoksulluğunun geldiği endişe verici boyutları gözler önüne serdi. TÜİK verilerine göre 3.5 milyon çocuğun çalıştırıldığının altını çizen Foggo, devletin bu çocukları izleyen herhangi bir sisteminin bulunmadığını belirtti.

Foggo, okula gitmeyen çocukların iş gücüne de katılamadığını vurgulayarak, “Bu çocuklar ne okulda ne de istihdamda yer alıyor. Mezun da değiller. Yani gerçekten sorulması gereken soru şu: Bu çocuklar nerede?” dedi.

Geçtiğimiz hafta görüştüğü bir çocuğun yaşadığı yoksulluğu anlatan Foggo, “Ayakkabısı olmadığını fark ettim. ‘Nasıl dolaşıyorsun?’ diye sordum. ‘Ablamın kadın terliğiyle’ dedi. Bu çocuk okula gitmiyor. Gitmemesinin en temel nedenlerinden biri bu” şeklinde konuştu.

Foggo, çocuk işçiliği oranındaki artışı yıllara göre şöyle sıraladı:

2020’de yüzde 16,2
2021’de yüzde 16,4
2022’de yüzde 18,7
2023’te yüzde 22,1
2024 itibarıyla yüzde 24,9

Bu artışın devletin önlem almamasından kaynaklandığını söyleyen Foggo, “Eğer çocuk işçiliğine karşı bir irade ortaya konmuyorsa, her yıl 2 puan daha artar” dedi.

Eğitim sisteminden kopan çocukların madde bağımlılığı, suç ve istismara açık hale geldiğini vurgulayan Foggo, “Uyuşturucuya kaptırıyoruz çocuklarımızı. 10 yaşında uyuşturucu kullanan çocuklar var. AMATEM sayısı çok az. Bu bir halk sağlığı sorunu” ifadelerini kullandı.

Foggo, geçtiğimiz hafta Balıkesir Edremit’te uyuşturucu nedeniyle hayatını kaybeden 16 yaşındaki bir gencin ilkokul ikinci sınıfta okulu terk ettiğini belirtti.

“Bu çocuklar yoksulluğu miras alıyor”

Foggo, yoksulluğun çocukların üzerinde yarattığı yükü şu sözlerle anlattı: “Bu çocuklar evde kendini yük olarak hissediyor. Kimi sanayide, kimi başka alanlarda çalışıyor. Kırtasiye alınamıyor, eşofman yok diye beden eğitimi dersine giremiyorlar. Sürekli ev değiştiren, borç içinde yaşayan ailelerin çocukları bunlar. Sürekli yoksulluk oranı %13,8’e yükseldi. Bu kalıcı yoksulluğun arttığı anlamına geliyor.”

Foggo, Milli Eğitim Bakanlığı’nın gerçek sorunlara odaklanmak yerine “Cadılar Bayramı mı Ramazan mı?” gibi suni tartışmalara saplandığını belirterek, “612 binden fazla çocuk bir öğretim yılı boyunca okula gitmemiş. Bu çocukların nerede olduğunu izleyen bir sistem yok. Bakanlık asıl bu soruya yanıt vermeli: Bu çocuklar nerede ve nasıl geri kazandırılacak?” dedi.

Paylaşın