İstanbul’da Yaşayanlar İndirime Giren Gıdaları Tercih Ediliyor

İstanbul’da yaşayanların yüzde 60,9’u satın aldığı gıda miktarının azaldığını yüzde 58,7’si indirime giren gıdaları tercih etme sıklığının arttığını yüzde 59,1’i geçen seneye göre satın aldığı gıda çeşidinin azaldığını belirtti.

Haber Merkezi / İstanbul’da yaşayanların yüzde 85,3’ü kırmızı et, yüzde 43,3’ü beyaz et, yüzde 33,7’si süt ve süt ürünü çeşitlerinde satın aldığı gıda çeşidinin azaldığını yüzde 36,8’i gıda alışverişlerinde ilk dikkat ettiği özelliğin ürün fiyatı olduğunu yüzde 97,8’i ekonomik sebeplerle gıda çeşidini azalttığını ifade etti.

İstanbul Planlama Ajansı (İPA), İstanbul Gündemi Araştırması sonuçlarını açıkladı. Veriler, 1 – 5 Nisan 2024 tarihleri arasında bin İstanbul sakini ile telefon üzerinden görüşülerek hazırlandı.

Verilere göre; Araştırmaya katılanların yüzde 42,7’si 31 Mart yerel seçimlerin, yüzde 32,5’i ekonomik sorunların, yüzde 2’si ise ailevi sorunların ev içerisinde konuşulduğunu belirtti.

Bayramı genellikle İstanbul dışında geçiren katılımcıların yüzde 20,1’i bu bayramda ekonomik sebeplerden dolayı İstanbul’da olduğunu belirtti.

Araştırmaya katılanların yüzde 65,9’u 31 Mart yerel seçimleri Mart ayında İstanbul’un gündemi olduğunu belirtti. İkinci sırada ise yüzde 20,4 ile ekonomik sorunlar yer aldı.

Katılımcıların yüzde 67’si 31 Mart yerel seçimlerinin konuşulduğundan bahsetti. İkinci sırada, yüzde 22,7 ile ekonomik sorunlar, üçüncü sırada ise yüzde 4,1 ile İsrail’in Gazze’yi İşgali yer aldı.

“Yüzde 33,9 kredi kartı asgari tutarını ödeyebiliyor”

Kredi kartı kullananların yüzde 48’i aylık kredi kartı borcunun tamamını, yüzde 33,9’u ise borcun asgari tutarını ödeyebildiğini belirtti. yüzde 5,4’ü asgari tutar ile borcun tamamı arasında bir miktarda, yüzde 4,1’i asgariden az miktarda ödeme yapabildiğini belirtirken, yüzde 8,6’sı ise kredi kartı borcunu hiç ödeyemediğini ifade etti.

Mart ayında katılımcıların yüzde 17,9’u bazı ödemeleri yapamadığını ve borca girdiğini, yüzde 13,7’si aslında pek geçinemediğini, yüzde 47,4’ü kıt kanaat geçinebildiğini, yüzde 21’i ise geçinebildiğini ve kenara da para koyabildiğini belirtti. Araştırmaya katılanların yüzde 58,7’si indirime giren gıdaları tercih etme sıklığının arttığını belirtti.

Araştırmaya katılanların yüzde 59,1’i geçen seneye göre satın aldığı gıda çeşidinin azaldığını belirtti. Katılımcıların yüzde 85,3’ü kırmızı et, yüzde 43,3’ü beyaz et, yüzde 33,7’si süt ve süt ürünü çeşitlerinde satın aldığı gıda çeşidinin azaldığını belirtti.

Katılımcıların yüzde 36,8’i gıda alışverişlerinde ilk dikkat ettiği özelliğin ürün fiyatı olduğunu belirtti. Araştırmaya katılanların yüzde 97,8’i ekonomik sebeplerle gıda çeşidini azalttığını belirtti.

Araştırmaya katılanlara Mart ayındaki duygu halleri soruldu ve 10 üzerinden değerlendirmeleri istendi. Araştırmaya katılanların ortalama stres seviyesi 6,3 olarak ölçülürken kaygı seviyesi 5,9 olarak ölçüldü. Mart ayındaki yaşam memnuniyeti 4,8 ve mutluluk seviyesi 5,9 olarak ölçüldü.

Tartışmaların yüzde 40,1’i aile arasında, yüzde 30,6’sı iş ortamında gerçekleşti. Katılımcılara göre İstanbul’un ilk üç sorunu yüzde 57,9 ile ulaşım, yüzde 49,4 ile ekonomik sorunlar ve yüzde 47,3 ile sığınmacı ve mülteciler olarak belirlendi.

Paylaşın

Şimşek’in Politikalarına Rahatsızlık Artıyor: Ne Enflasyon Düştü Ne Yabancı Geldi

Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç, sanayicinin enflasyonun düşürülmesi ve belirsizliklerin giderilmesi için faiz artışına razı olduğunu, ancak gelinen noktada enflasyon düşmediği gibi, yabancı sermayenin de gelmediğini söyledi.

Ankara Sanayi Odası (ASO) Meclis toplantısında konuşan Seyit Ardıç, krediye erişim zorluğu sürerken, ticari kredi kartı limitlerinin sınırlandırılmasının sanayiciyi zor durumda bıraktığını da kaydetti.

Bursa Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (BUSİAD) Başkanı Buğra Küçükkayalar, seçim sonrasında belirsizliğin ortadan kalkmadığını gözlemlediklerini belirterek, “Öngörülemezlik; üretim ve hizmet sektöründeki üyelerimizin ortak kaygıları olarak ortaya çıkıyor” dedi.

Türkiye, son açıklanan Mart 2024 verilerine göre yüzde 68,5’lik tüketici enflasyonu ile dünyada en yüksek enflasyona sahip dördüncü ülke konumunda bulunuyor. Enflasyonda Türkiye’yi geçen ülkeler ise Arjantin, Suriye ve Lübnan olarak sıralanıyor. Eylül 2021’de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “faiz indirimi” ısrarı ile yükselişe geçen enflasyon, Türkiye toplumunun son 2,5 yılda en çok şikayet ettiği konu oldu, olmaya da devam ediyor.

28 Mayıs Cumhurbaşkanı seçimini Erdoğan’ın az farkla kazanması sonrasında ekonominin başına getirdiği Mehmet Şimşek’in başta Merkez Bankası olmak üzere ekonomi bürokrasisinde yaptığı değişiklikler ve “rasyonele dönüş” söylemi, faiz artırımı politikasına geri dönüşün de önünü açtı.

Haziran 2023’te tekrar başlayan faiz artırımları ile, son 11 ayda TCMB’nin politika faizi yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye çıkarıldı. Aynı dönemde tüketici enflasyonu ise yüzde 38,2’den yüzde 68,5’e yükseldi. Dolayısıyla aradan geçen 11 ayda hala enflasyonda bir gerileme ve Türkiye’ye olan yabancı sermaye girişlerinde artış beklentisi karşılanmış değil.

Kulislere göre hem AKP içinde hem Saray danışmanları içerisinde Şimşek’in politikalarına ilişkin rahatsızlıklar giderek artıyor. Bununla birlikte son günlerde iş dünyasından da “faiz artışlarının işe yaramadığı” yönünde eleştiriler yapılmaya başlanması dikkat çekiyor.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran‘a konuşan ekonomistlere göre, Mehmet Şimşek’in ‘rasyonel’ ekonomi politikalarının bekleneni verememesi halinde, Şimşek üzerindeki baskılar da artacak. Özellikle Mayıs ve Haziran aylarında enflasyonda kalıcı etki yapacak bir gerileme olmazsa, Şimşek politikalarına olan eleştirilerin artması bekleniyor.

TCMB, 31 Mart yerel seçimleri öncesinde politika faizini 500 baz puan artırarak yüzde 50’ye çıkarmıştı. TCMB’nin seçimden hemen önceki bu hamlesi piyasa oyuncularını hem şaşırttı hem de Fatih Karahan başkanlığındaki TCMB’nin kredibilitesine olumlu katkı yaptı. TCMB, Şubat 2024’te ise faizi sabit tutmuştu.

Nisan ayında da faizin sabit tutulmasıyla TCMB yine “bekle-gör” dönemine girmiş oldu. Artık önümüzdeki 2 ay, yani Mayıs ve Haziranda mevcut sıkılaştırma ve tedbirlerin enflasyon üzerindeki etkisi izlenecek. Dolayısıyla bu önümüzdeki 2 ayda, dezenflasyon süreci için ortaya konan ‘rasyonel’ politikalar açısından da bir test dönemi olacak.

TCMB’nin Nisan 2024 toplantısında politika faizini sabit bırakmasını değerlendiren Bilgi Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ege Yazgan’a göre, bu ‘bekle-gör’ döneminde enflasyonda bir iyileşme görülmezse, Haziran sonrasında mutlaka yeni bir faiz artışına ihtiyaç olacak.

Mevcut ekonomi yönetiminin de yaz ortasında bir faiz artışı yapmaya bu şartlarda sıcak baktığını ifade eden Prof. Yazgan, son 11 aydır yürütülen enflasyonla mücadele programının işe yarayıp yaramadığının önümüzdeki 2 ayda ciddi bir teste tabi tutulacağı görüşünde. “Önümüzdeki 1 -2 aylık dönem, hem Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ‘rasyonel’ politikaları hem de TCMB yönetimi için kritik önemde” diyen Yazgan, baz etkisi dışında enflasyon dinamiklerinde kayda değer bir gerileme gözlemlenmezse, Şimşek politikalarına karşı hem iktidar içerisinde hem de iş dünyasında güçlü bir itirazın yükselebileceğini ifade ediyor.

Yazgan, olası itirazlara rağmen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu aşamada Mehmet Şimşek’i görevden almasının ise “en olumsuz ve gerçekleşmesi en uzak senaryo” olacağını kaydediyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, geçtiğimiz günlerde Uluslararası Finans Enstitüsü (IIF) tarafından düzenlenen Küresel Görünüm Forumu’nda Türkiye ekonomisine ilişkin değerlendirmelerde bulunmuş ve “Piyasalar ve yatırımcılar genel olarak enflasyonun düşeceği ve Orta Vadeli Program’ın (OVP) sonuç vereceğine inanmaya başladı” ifadesini kullanmıştı.

Peterson Uluslararası Ekonomi Enstitüsü (PIIE) ve Dış İlişkiler Konseyi (CFR) tarafından düzenlenen “Gelişmekte Olan Piyasalarda Merkez Bankası Yönetimi” başlıklı etkinlikte konuşan TCMB Başkanı Fatih Karahan da, “Ne gerekiyorsa yapacağımızın sinyalini her zaman verdik. Piyasaların beklediğinden çok daha fazla miktarda sıkılaştırma yaptık ve dezenflasyon konusunda ne kadar ciddi olduğumuzu gösterdik” diye konuşmuştu.

Ancak aynı günlerde iş dünyasından ise mevcut para politikasının beklenen düzeyde işe yaramadığına dair eleştiriler ortaya çıktı.

Önce Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Seyit Ardıç, parasal sıkılaştırmadan beklenen sonucun alınamadığını savunan bir açıklama yaptı. ASO Meclis toplantısında konuşan Ardıç, sanayicinin enflasyonun düşürülmesi ve belirsizliklerin giderilmesi için faiz artışına razı olduğunu, ancak gelinen noktada enflasyon düşmediği gibi, yabancı sermayenin de gelmediğini söyledi.

ASO Meclis toplantısında konuşan Ardıç, krediye erişim zorluğu sürerken, ticari kredi kartı limitlerinin sınırlandırılmasının sanayiciyi zor durumda bıraktığını da kaydetti.

Türkiye’nin bir diğer sanayi merkezi olan Bursa’dan da uyarı niteliğinde bir araştırma yayınlandı. Bursa Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği (BUSİAD), üyeleri nezdinde Nisan 2024’te gerçekleştirdiği, BUSİAD İktisadi Yönelim Anketi’nin sonuçlarını değerlendiren BUSİAD Başkanı Buğra Küçükkayalar, seçim sonrasında belirsizliğin ortadan kalkmadığını gözlemlediklerini belirterek, “Öngörülemezlik; üretim ve hizmet sektöründeki üyelerimizin ortak kaygıları olarak ortaya çıkıyor” dedi.

Enflasyonda gerileme olacak mı?

Kırklareli Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Sinan Alçın’a göre, ekonomi yönetimi gerçekleşmesi çok zor olsa da, yıl sonu için yüzde 36’lık enflasyon hedefini korumaya devam ediyor.

Önümüzdeki birkaç ayda faiz artışı yapılmasa bile, son dönemde ‘parasal sıkılaşma’ya dönük mesajların giderek güçlendiğine işaret eden Prof. Alçın, “Ancak Haziran ayına gelindiğinde geçen ayki raporda olduğu gibi bu ayki raporda da yazan dezenflasyon sürecinin istenen seviyede gerçekleşmemesi olası. Mart ayı enflasyonunun da beklentinin üstünde geldiğini görüyoruz. Nisan ve Mayıs aylarında da enflasyonun geriye dönme ihtimali zayıf. Her ay beklenen üzerinde enflasyon olduğuna göre, burada jeopolitik riskler, güçlü iç talep, hizmet enflasyonu ve gıda enflasyonunun etkisi sürüyor” değerlendirmesi yapıyor.

Ekonomi yönetiminin enflasyonda istenen gerileme sağlanamazsa yapacağı yeni bir faiz artışı ile birlikte, yılsonu enflasyon hedefini de yukarı yönlü revize etmesi gerektiğini dile getiren Prof. Sinan Alçın, Mehmet Şimşek’in politikalarının geleceğine ilişkin ise şu görüşleri dile getiriyor:

“Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası, Mehmet Şimşek ‘in yönetim ve yönlendirmesi altında. Ama onun üzerinde Ekonomi Koordinasyon Kurulu var, Ekonomiden Sorumlu Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz var ve tabi en tepede Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Son 11 ayda enflasyonda ve rezervlerde pek olumlu gelişmeler sağlanamadı. Bu nedenle Haziran ayı sonrasında, Şimşek’in yönettiği ve yönlendirdiği Hazine ve Maliye Bakanlığı ile Merkez Bankası politikalarının Cumhurbaşkanlığı tarafından gözden geçirilebileceğini düşünüyorum.”

Paylaşın

AYM Başkanı Özkaya’dan ‘Bireysel Başvuru’ Açıklaması: Korunmalı

Bireysel başvuruyu kabul eden bazı ülkelerde de tartışmaların yaşandığını ve zaman zaman birtakım sorunların ortaya çıktığını belirten AYM Başkanı Kadir Özkaya, ilgili ülkelerde bu sorunların önlenmesi veya giderilmesine yönelik bazı tedbirler alındığını dile getirdi.

Haber Merkezi / AYM Başkanı Kadir Özkaya sözlerine şöyle devam etti: Bireysel başvuru yolunun, bugünkü işlevselliğiyle mutlak gerekliliği konusunda toplumumuzda ortak bir kanaat oluşmuştur. Bu kanaatin de bir gereği olarak yapılabilecek anayasal veya yasal düzenlemelerde müessesenin bugünkü işlevselliğini kaybetmeden korunması gerektiğini düşünüyoruz.

Zira yaklaşık 12 yılını geride bıraktığımız bireysel başvuru yolu, geldiğimiz nokta itibarıyla, birçok dertlinin derdine derman olmak suretiyle insan haklarına dayanan demokratik bir hukuk devleti olarak Cumhuriyet’in topluma dokunmasının, insanımızın temel haklara ilişkin sorunlarını çözmesinin bir aracı olarak kurumsallaşmış bulunmaktadır.”

Anayasa Mahkemesi’nin (AYM) 62. kuruluş yıldönümü ve AYM üyeliğine seçilen Ömer Çınar için and içme töreni düzenlendi. Törene Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Yargıtay Başkanı Mehmet Akarca, Danıştay Başkanı Zeki Yiğit, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç ile yüksek yargı organlarının üyeleri katıldı.

Anayasa Mahkemesi (AYM) Başkanı Kadir Özkaya, törende yaptığı konuşmada yeni seçilen Üye Ömer Çınar’ı tebrik ederek kendisine görevinde başarılar diledi; üyeliğinin şahsına, ailesine, Anayasa Mahkemesine ve ülkemize hayırlı olmasını temenni etti.

Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun takdiri ile Başkanlık görevini devraldığını hatırlatan Özkaya “Necip Türk milletinin bizlerden beklediği adaletin tecellisine, hukukun üstünlüğüne, insan hak ve özgürlüklerinin korunması gayesine hizmet etmek iradesiyle, çok kıymetli mesai arkadaşlarımla birlikte bize emanet edilen bu bayrağı daha ileriye taşıyacağımıza olan inanç ve kararlılığımızı ifade etmek istiyorum.” dedi.

AYM Başkanı Özkaya konuşmasında adalet kavramına, adalet kavramıyla bağlantılı olarak adalet hizmetini yürüten kişi ve kurumlar ile Anayasa Mahkemesinin faaliyetlerine değindi.

Adaletin sosyal bilimlerin neredeyse her alanıyla ilişkili anlamlar yüklenmiş bir kavram ve ahlaki bir erdem olduğunu belirten Kadir Özkaya “Toplumun örgütlü şekli olan devletin temeli adalettir, toplumsal yaşamın olmazsa olmazıdır. Yalnızca söz ve söylem değil, davranış ve eylem meselesidir. Bir şeyi yerli yerince yapmak, her şeyi yerli yerine en uygun şekilde koymaktır.” dedi.

AYM Başkanı Özkaya adil olmanın, adaletli davranmanın insanlara ve toplumlara en üst seviyede değer katan bir özellik olduğunu vurgulayarak keyfî arzuların adalet ve hakkın önüne geçtiği takdirde yeryüzünde düzenin ortadan kalkacağını, zulmün egemen olacağını belirtti ve “Adalet terazisi hep hak ve haklıyı gözeterek, keyfî arzuların değil gerçek haklının memnun edilmesi için kullanılmalıdır. Adil olan insandan, adil olan toplumdan, adil olan akıldan ve adil vicdanlardan tüm kâinat yararlanır. Dolayısıyla hiçbir neden, insanları ve toplumları hiçbir zaman hakkı ayakta tutmaktan alıkoymamalı, adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir.” şeklinde sözlerine devam etti.

Hakkın ayakta tutulması ve adaletin sağlanması bakımından en önemli sorumluluğun hâkimlere düştüğünü ifade eden AYM Başkanı Özkaya, hâkimlerin mesleğin vakarını korurken aynı zamanda yeryüzü gibi geniş ve alçak gönüllü olmalarının, aklı ve bilimi ölçüt almalarının gerekliliği üzerinde durdu.

Hâkimlerin kişilik ve vicdanlarını asla kirletmemeleri gerektiğini belirten Özkaya “Hiçbir neden, onları hakkı ayakta tutmaktan hiçbir zaman alıkoymamalı, adaletsiz davranmaya yöneltmemelidir. Çekinmeden, endişe duymadan, iç dünyalarındaki öznel duygu ve düşünceleri de dâhil olmak üzere herhangi bir dışsal etki altında kalmadan tarafsız bir tutumla özgürce karar vermelidirler.” diyerek bağımsız ve tarafsız yargının bağımsız ve tarafsız hâkimlerin varlığına bağlı olduğunu vurguladı.

Anayasa’nın Anayasa Mahkemesine bazı normların anayasaya uygunluğunu denetleme ve bireysel başvuruları karara bağlama görev ve yetkisini verdiğini hatırlatan Özkaya, Anayasa Mahkemesinin kamuoyunda tartışmaya konu olan çok az sayıda kararı olduğunu belirtti ve “Anayasa Mahkemesi adalet, hukukun üstünlüğü, temel hak ve hürriyetler gibi değerlerin gerçekleşmesine katkı yapmaktadır.” dedi.

Kadir Özkaya, bireysel başvurunun yüz yıllık Cumhuriyet tarihimizin hukuk sistemimize ilişkin en büyük kazanımlarından biri olduğunu vurgulayarak bireysel başvuruya ilişkin istatistikleri paylaştı.

Bireysel başvuruyu kabul eden bazı ülkelerde de tartışmaların yaşandığını ve zaman zaman birtakım sorunların ortaya çıktığını belirten AYM Başkanı Özkaya, ilgili ülkelerde bu sorunların önlenmesi veya giderilmesine yönelik bazı tedbirler alındığını dile getirdi ve sözlerine şöyle devam etti:

“Bireysel başvuru yolunun, bugünkü işlevselliğiyle mutlak gerekliliği konusunda toplumumuzda ortak bir kanaat oluşmuştur. Bu kanaatin de bir gereği olarak yapılabilecek anayasal veya yasal düzenlemelerde müessesenin bugünkü işlevselliğini kaybetmeden korunması gerektiğini düşünüyoruz. Zira yaklaşık 12 yılını geride bıraktığımız bireysel başvuru yolu, geldiğimiz nokta itibarıyla, birçok dertlinin derdine derman olmak suretiyle insan haklarına dayanan demokratik bir hukuk devleti olarak Cumhuriyet’in topluma dokunmasının, insanımızın temel haklara ilişkin sorunlarını çözmesinin bir aracı olarak kurumsallaşmış bulunmaktadır.”

“Kuvvetler ayrılığı ilkesi, iş birliğini gerektirmektedir”

Anayasa’da da belirtildiği üzere kuvvetler ayrılığının medeni bir iş bölümünü ve iş birliğini gerektirdiğini hatırlatan Kadir Özkaya “Temel anayasal prensiplerden biri olan kuvvetler ayrılığı ilkesinde yer alan ‘ayrılık’, aslında büsbütün bir ayrışmadan ziyade, başta temel hak ve özgürlüklerin hayata geçirilmesi olmak üzere, devlete yüklenen görevlerin daha iyi yerine getirilmesi için işlerin anayasal organlar arasında bölünmesini ancak bunların tam bir uyum ve iş birliği içinde yerine getirilmesini ifade etmektedir.” dedi .

Yüksek mahkemelerin Anayasa ve kanunlarda kendilerine yüklenilen görevleri yapmakla mükellef olduğunu belirten Özkaya, her birinin görev ve yetkilerinin, işleyiş biçimlerinin, kararlarının niteliklerinin Anayasa ve kanunlarda açık bir biçimde düzenlendiğini dile getirdi ve “Bununla birlikte anayasal organlar (Anayasa Mahkemesi ile diğer yargı organları, yasama ve yürütme) arasında iş birliği, düzen ve uyumun sağlanabilmesi için, bu organların insanlardan müteşekkil olması, insanın olduğu yerde her zaman için farklı yaklaşımların, farklı fikirlerin oluşabilmesinin ve ihtilaf doğabilmesinin muhtemel olması nedeniyle Anayasa ve kanunlara uygun hareket etmenin yanında, aralarında daima iyi bir iletişimin bulunmasına da ihtiyaç bulunmaktadır” ifadelerini kullandı.

Gazze başta olmak üzere dünyanın dört bir yanında yaşanan zulümlere karşı gösterilen çifte standardı, ikiyüzlülüğü kabullenemediğini de dile getirerek sözlerine devam eden AYM Başkanı Özkaya, insanlığın ortak geleceğinin ve sürekli barışın ancak ahlaki değerlere ve adalete bağlı olduğunu vurguladı.

Kadir Özkaya konuşmasının sonunda bugüne kadar özverili çalışmalarıyla Anayasa Mahkemesine katkıda bulunan eski başkanlar, üyeler, raportörler ve idari personel ile hâlen büyük bir fedakârlıkla görev yapan başkanvekillerine, üyelere, raportörlere ve tüm çalışanlara teşekkür etti.

Özkaya’nın konuşmasının ardından and içme törenine geçildi. Öz geçmişi okunan yeni Üye Ömer Çınar yemin etti, Çınar’a kisvesi AYM Başkanı Kadir Özkaya tarafından giydirildi.

Paylaşın

Türkiye’de Her Çocuk 2 Milyon Lira Borçla Doğuyor

TBMM’de gündeme ilişkin basın toplantısı düzenleyen DEM Parti Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in Türkiye’nin borcuyla ilgili olarak “ortada abartılacak bir şey yok” açıklamasına ilişkin yaptığı değerlendirmede, “Biz ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten ibretlik ve hayret verici bir durum” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Bu lakaytlığa, Türkiye’deki milyonlarca işçinin, emekçinin, yoksulun, emeklinin, kadının aklıyla dalga geçen bu açıklamaya ne diyelim? Tam ibretlik verici bir açıklama olduğunu ifade edelim. Sayın Mehmet Şimşek rasyonel politikalara geçtiğini ifade eden bir bakan olarak ortada duruyor ama Türkiye’nin kocaman büyüyen borç yüküne “abartılacak bir şey yok” diyor. Buradan bir iki rakam vermek itiyorum ve kendisine sormak istiyorum. Bütün bu tablo abartılacak bir tablo değil midir?”

Gülistan Kılıç Koçyiğit, açıklamasının devamında, “Bu ülkede her çocuk yaklaşık 2 milyon TL borçla doğuyor. Birey kredi kartı borçları 1 trilyon 407 milyar TL’ye ulaşmış. Bireysel borçluluk 1 trilyon 610 milyar TL’ye ulaşmış. 2023’te toplam 111 bin 576 esnaf kepenk kapatmış. Çiftçi borçları 600 milyar TL’ye yaklaşmış. 2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor. 2024 bütçesinde her 100 liranın 10.2 lirası askeri harcamalara harcandı. Türkiye gıda enflasyonu 3 yıldır sürekli artıyor ve rekor üzerine rekor kırıyor.

OECD ortalamasının 5 katı yüksekliğinde. Bugün büyük bir gıda yoksulluğu ve gıda yoksunluğu yaşıyor Türkiye halkları. Çocuklar yumurtaya, ete, süte hasret kalmış durumda. İnsanlar neredeyse öğün atlayarak yaşama tutunmaya çalışıyor. Türkiye’nin gıda enflasyonunda dünyanın ilk sıralarında yer alması da sanırım Sayın Bakan açısından abartılacak bir durum değil. Yine Türkiye enflasyonda 4’üncü ülke ama sanırım Bakan Bey açısından bu da abartılacak bir durum değil. Soralım bütün bunlar kimin eseri? Bütün bunlar AKP hükümetinin en büyük ekonomi duayeni olan Erdoğan’ın eseri değil mi?” ifadelerini kullandı.

Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti), Grup Başkanvekili Gülistan Kılıç Koçyiğit, TBMM’de gündeme ilişkin basın toplantısı düzenledi. Koçyiğit, şunları söyledi:

“Bugün Çorlu tren kazasının karar duruşması görüldü. Bu karar duruşmasında Türkiye kamuoyunu üzüntüye boğan cezasızlık meselesini hep beraber gördük. 8 Temmuz 2018’de Uzunköprü-Halkalı seferini yapan yolcu treni kaza yaptı ve 7’si çocuk 25 kişi bu kazada ne yazık ki yaşamını yitirdi. 340 kişi ise yaralanmıştı. Peki, bu gerçekten bir kaza mıydı? Hayır, daha önce yaşanan Pamukova kazasında olduğu gibi göz göre göre gelen bir katliamdı aslında. Bunun özel olarak altını çizelim. Eğer gerçekten gerekli tedbirler alınsaydı, bakım onarım için gerekli bütçe ayrılmış olsaydı, 138 km’lik yola tek bir yol bekçisi yerine birden fazla görevlendirme yapılsaydı, kilometreye bölünmüş olsaydı belki de bu kaza olmayacaktı.

Ama ne yazık ki bunların hiçbiri yapılmadı. Menfezlerin bakımına para ayırmak yerine iktidar lüks ve şatafata para ayırmayı tercih etti. Halkın canını korumak yerine sermayeyi korumayı önceledi ve göz göre göre gelen bir kazayı biz hep beraber izledik. Ben bir kez daha o kazada yaşamını yitirenleri rahmetle anıyorum. Bugün çıkmış olan bu haksız hukuksuz cezalarla bir kez daha yaralanan ailelerin yanında olduğumuzu da ifade etmek istiyorum.

Her mahkeme aşamasını takip ettik. Her mahkeme öncesi, özellikle Sayın Mısra Öz başta olmak üzere, ailelerin feryatlarını hep beraber bütün Türkiye kamuoyu duydu. Bir tek AKP iktidarı bu feryadı, bu acıyı, bu adalet talebini duymadı. AKP iktidarının talimatlı yargısı da ne yazık ki yeni bir adaletsizliğe daha imza atmış oldu. Özellikle şunu söylemek gerekiyor. Ailelerin talepleri hiçbir şekilde karşılanmadı.

Davanın açıldığı ilk günden itibaren yargı aslında Devlet Demir Yollarını koruma görevini üstlendi. İlk etapta dosyada 4 kişi yargılandı ve bütün bu yargılananların asli sorumlular olmadığını çok iyi biliyoruz. Ailelerin avukatlarının çabası sonucunda yargılanan sayısı 9’a çıkarıldı ama yine içerisinde gerçek anlamda bir sorumlu olmadığını görüyoruz. Örneğin Ulaştırma Bakanı istifa etmedi, hükümet düşmedi. Her şey normalmiş, her şey olağanmış, bu yaşananlar her zaman olabilecekmiş gibi bir tutum takınıldı.

25 insanın yaşamına mal olan bu kazanın üzerinden atlandı ve bu aslında adaletten kaçırılan bir dava oldu. Sadece Devlet Demir Yollarındaki Bakım Servis Müdürü 50 günlük bir cezaevi süreci yaşadı. O yüzden aslında hiçbir şekilde adaletin olmadığını, bütün yargılama boyunca devletin tutumunun toplum karşıtı olduğunu ve ailelerin acısına acı katan bir yargılama olduğunu yeniden ifade etmek istiyoruz. Belki yarına kalır ama AKP’nin bu hukuksuzluklarının yanına kalmayacağını da ifade etmemiz gerekiyor.

Yargılamanın burada bittiğini sananlar, bu defterin kapandığını sananlar, Çorlu tren kazası başta olmak üzere diğer bütün kaza ve katliamlarda yaşamlarını yitirenleri sadece sayılarla ifade edenler, yurttaşların en temel hakkı olan yaşam hakkının ihlal edilmesinde hiç payları olmadığını düşünenler elbette bir gün gerçek bir hukuk önünde bütün bunların hesabını verecektir. Bunun için bizler elimizden gelen bütün mücadeleyi yürüteceğiz. Çorlu tren kazasında yaşamını yitirenlerin ailelerinin bugün yaşadıkları hayal kırıklığını ve acıyı anladığımızı, onların yanlarında olduğumuzu, bundan sonraki hukuki süreci de birlikte yürüteceğimizi tekrardan ifade etmek istiyorum.

Ülkede yargılamalarda bu kadar büyük adaletsizlikler oluyor. Ne yazık ki yargı her zamanki gibi yeniden ve yeniden iktidarı, sermayeyi ve muktedirleri koruyor ama toplumu koruyan bir sistem yok. Bu sistemin başındaki Adalet Bakanı yargıdaki bütün hukuksuzluklar, çarpıklıklar ve çürümeye karşı bir şey yapıyor mu? Hayır, hiçbir şey yapmıyor. Kendisi AKP’nin yeni Goebbels’i olmuş galiba. Ülkede adalet ve yargı yerlerde, o yemiyor içmiyor DEM Parti’ye söz söylemeye, DEM Parti üzerinden algı yaratmaya devam ediyor.

DEM Parti’yi yeni bir hukuksal kıskaca almak için sözler kuruyor. Adalet Bakanına buradan sormak istiyorum: Sizin gerçekten başka işiniz yok mu? Sayın Adalet Bakanına Goebbels olmak yetmemiş, bir de Süleyman Soylu olmaya soyunmuş. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç, mübaşiri MHP olan HDP Kapatma Davasının hakimliğine soyunmuş durumda. Bu kapatma davası kendilerine yetmemiş olacak ki DEM Parti’ye kapatma davası açması için yargıya talimat veriyorlar, yargıyı yönlendirmeye çalışıyorlar.

Bakan konuşmasında AİHS’in 10 ve 11’inci maddelerini referans gösteriyor. Peki, geçmişte hukuksuz bir şekilde kapatılan partilerden bahseden Adalet Bakanı, Türkiye’nin AİHM’de mahkum edilen kapatma davalarına dair neden tek bir cümle kurmuyor, Türkiye’nin bu konuda mahkum edildiğini neden ifade etmiyor? Bilmediğinden değil tabii ki işine gelmiyor. Çünkü onun işi adaletin tesisini sağlamak değil adaletsizliğin tesisi için algı yaratmak, manipülasyon yapmak. Kapatma davasının iddianamesini satır satır okumuş biri olarak şunu söyleyeyim; o kadar akıldan yoksun, hakikaten uzak bir iddianame ki okuduğumuzda utandığımızı ifade etmek istiyorum.

Kumpas, kurgu diyeceğim ama onu da becerememişler. Bir kurgunun en azından aklı olur. Ancak burada tam bir akıl tutulmasının olduğunu, intikam ve düşmanlık duygusuyla ve siyasi saiklerle hazırlandığını görüyoruz. Adalet Bakanına soruyorum; Kobanî Davasında unutulan kapatma davası açma talimatına ilişkin belgeye dair niye hiçbir şey söylemiyorsunuz? Çünkü kumpası çökerten, kurguyu çürüten bir belge. Siz o belgeye bir şey söyleyemezsiniz, üzerinden atlayıp görmezden geliyorsunuz. Neden Hazine yardımımıza bloke konulması kararında, 3 gün kala siparişle getirilmiş bir gizli beyanının dosyaya konulduğundan bahsetmiyorsunuz? Çünkü o süreci de elinize yüzünüze bulaştırdınız, o süreci de talimatla yürüttünüz.

“Anayasa Mahkemesine emir vermekten derhal vazgeçin”

Neden kapatma davasına konu edinilen birçok iddiaya dair AİHM’in ihlal kararı verdiğini söylemiyorsunuz? Çünkü aslında konuşurken dayandığınız AİHS maddeleriyle çeliştiğini siz de iyi biliyorsunuz. Biz konuşmaların hukuki bir değerlendirmesini yapmayacağız. Çünkü Sayın Bakanın ağzından hukuk adına tek bir cümle çıkmıyor. Halkın sinir uçlarını zıplattığımızı söylemişler.

Biz söyleyelim; halkın sinir uçlarını zıplatmadığımız seçim sonuçlarıyla açık ve nettir. Ama seçimde kazandığımız başarının birilerinin sinir uçlarını zıplattığını, AKP ve MHP’yi korkuttuğunu çok açık ve net bir şekilde bir kez daha söyleyelim. Ne HDP ne de DEM Parti birilerinin ağzına meze olacak, birilerinin yöneleceği bir parti değildir. Onun için de partimizi yargılamak için yargıya talimat vermekten, Anayasa Mahkemesine emir vermekten derhal vazgeçin. Adalet Bakanını bir kez daha hukuka davet ediyoruz, bir kez daha görev tanımına uygun davranmaya davet ediyoruz.

Şimdi partimizi kapatmak istiyorlar. Peki, partimiz talimatla kapatılacak bir parti mi? Hayır. Bizim partimiz aslında bir siyasi parti olmanın çok çok ötesindedir; halkın partisidir, halkın evinde kurulmuş bir partidir, bir fikriyattır, bir felsefedir. Partimiz, yeni yaşamı örgütleyen ve inşa eden temel güçtür. Bu gücü kapatmaya hiçbir yargısal karar, hiçbir talimat tabii ki yetmeyecektir. Bakan’ın anlamadığı ve anlayamayacağı işte bu hakikatin tam da kendisidir. Onun için önerimiz şudur Bakan’a ve diğer sinirleri zıplayanlara; partimizin adını sürekli karalamaya çalışmak yerine sakinleştirici alabilirsiniz.

Seçim sürecini sindirmek için bir dönem inzivaya çekilebilirsiniz ve en nihayetinde bu sonuçları tabii ki sindireceksiniz çünkü bu sonuçlar halkın iradesinin sonuçlarıdır. Halkımızın ortaya koyduğu sonuçlardır. Halkın iradesine meydan okunamayacağını da 31 Mart seçimleri hepinize açık ve net bir şekilde göstermiştir. Ne yaparsanız yapın çökeceksiniz ve çözüleceksiniz. Çünkü halkın iradesinin karşısında duran her yapı çökmüştür ve çözülmüştür. 31 Mart seçimleri bunun açık ve net bir şekilde fotoğrafını ortaya koymuştur. Ama 31 Mart seçimlerinden sonra gerekli dersleri aldığını söyleyenlerin yine aynı pratiklere girmesi aslında hiç de bu dersi almadıklarını gösteriyor. Yine aynı yoldan yürüyeceklerini gösteriyor. Buna karşı da Van’da olduğu gibi duracağız, bunlara geçit vermeyeceğiz, bunlara prim vermeyeceğiz.

“2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor”

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek bir röportajında Türkiye’nin borcuyla ilgili olarak “ortada abartılacak bir şey yok” demiş. Biz ne diyeceğimizi bilemiyoruz. Gerçekten ibretlik ve hayret verici bir durum. Bu lakaytlığa, Türkiye’deki milyonlarca işçinin, emekçinin, yoksulun, emeklinin, kadının aklıyla dalga geçen bu açıklamaya ne diyelim? Tam ibretlik verici bir açıklama olduğunu ifade edelim. Sayın Mehmet Şimşek rasyonel politikalara geçtiğini ifade eden bir bakan olarak ortada duruyor ama Türkiye’nin kocaman büyüyen borç yüküne “abartılacak bir şey yok” diyor. Buradan bir iki rakam vermek itiyorum ve kendisine sormak istiyorum. Bütün bu tablo abartılacak bir tablo değil midir? Bu ülkede her çocuk yaklaşık 2 milyon TL borçla doğuyor. Birey kredi kartı borçları 1 trilyon 407 milyar TL’ye ulaşmış. Bireysel borçluluk 1 trilyon 610 milyar TL’ye ulaşmış. 2023’te toplam 111 bin 576 esnaf kepenk kapatmış.

Çiftçi borçları 600 milyar TL’ye yaklaşmış. 2024 bütçesinde her 100 liranın 11.3 lirası faiz ödemelerine gidiyor. 2024 bütçesinde her 100 liranın 10.2 lirası askeri harcamalara harcandı. Türkiye gıda enflasyonu 3 yıldır sürekli artıyor ve rekor üzerine rekor kırıyor. OECD ortalamasının 5 katı yüksekliğinde. Bugün büyük bir gıda yoksulluğu ve gıda yoksunluğu yaşıyor Türkiye halkları. Çocuklar yumurtaya, ete, süte hasret kalmış durumda. İnsanlar neredeyse öğün atlayarak yaşama tutunmaya çalışıyor. Türkiye’nin gıda enflasyonunda dünyanın ilk sıralarında yer alması da sanırım Sayın Bakan açısından abartılacak bir durum değil. Yine Türkiye enflasyonda 4’üncü ülke ama sanırım Bakan Bey açısından bu da abartılacak bir durum değil. Soralım bütün bunlar kimin eseri? Bütün bunlar AKP hükümetinin en büyük ekonomi duayeni olan Erdoğan’ın eseri değil mi?

İnsanlar cebinde minibüs parası bulamıyor, çocuklar okula aç gidip geliyor, kadınlar en temel ihtiyaçlarını karşılayamıyor, emekliler ikinci bir iş yapmak zorunda kalıp 70-80 yaşında çalışmak zorunda kalıyor. Bütün bunların müsebbibi kim, bütün bunlar abartılmaya değer değil midir? Bir de Mehmet Şimşek neredeyse makamında oturamıyor, ülkeden ülkeye koşup duruyor. Uçaktan indiğini görene aşk olsun! Neden bu kadar koşturuyor, çünkü para arıyor.

Çünkü sıcak paraya ihtiyacı var. Çünkü Türkiye’nin ciddi bir likidite sorunu var ve bu parayı aramak için kah IMF’nin kapısına gidiyor, kah Londra’da sermaye gruplarıyla toplantılar alıyor, kah Katar’a ve Suudi Arabistan’a gidiyor. Neden, çünkü para arıyor. Neden bu kadar borç arıyorsunuz diye buradan sormamız gerekiyor. Bunun bir de matematiksel bilanço boyutu var. 2024 bütçesinin bütçe açığı 2,6 trilyon lira. Madem abartılacak bir şey yok, bu açığı kapatmak için neden halkın sırtına yeni vergiler yüklemeye çalışıyorsunuz? Neden yeni vergi yüküyle, örneğin Motorlu Taşıtlar Vergisini iki defa alarak insanlarımızı mağdur ettiniz?

Bütün bunlara nasıl açıklama getiriyor Sayın Bakan? “Deprem oldu”. Evet, deprem bir hakikat ama deprem harcamalarının bu bilançonun sorumlusu olmadığını biliyoruz. Bu bilançonun sorumlusunun, Türkiye’nin bu kadar ciddi enflasyonla baş başa kalmasının sebebinin, yoksulluğun bu kadar artmasının sebebinin Kürt düşmanlığı nedeniyle artan savaş harcamaları ve sermayenin çıkarları için yapılan düzenlemeler olduğunu çok iyi biliyoruz.

Sadece Saray’ın şatafatının bile bu bilançodaki payını görmemiz gerekiyor. Her halde Saray’ın sadece ışıkları kapatılsa Türkiye ciddi bir tasarruf yapmış olacak. Bunu da ne yazık ki yapmıyorlar. Tıpkı 15 Temmuz darbe girişiminin AKP’nin yeni rejimi ikame etmesinde kullanışlı aparat olması gibi, ekonomiyle ilgili her soruna da bugün depremi bahane ediyorlar. Deprem onlar için artık Allah’ın bir lütfu haline gelmiş. Biz işçilere zam yapın, asgari ücrete zam yapın diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Emekli maaşlarını arttırın diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Hayat pahalılığı artıyor, gıda enflasyonunu düşürün diyoruz; para yok, deprem oldu diyorlar. Yakında Taksim Meydanını kapatma gerekçelerini depreme bağlarlarsa şaşırmayacağız.

Çünkü her şeyi depremle kapatmaya, depremi bir gerekçe yapmaya çalışıyorlar. Buradan söyleyelim; depremin bütçesi elinizdeydi, deprem vergileri nereye gitti? 99 depreminde topladığınız paraları nereye, kimlere harcadınız? Deprem gerekçesine sığınmak yerine bu soruların cevabını verin. Deprem olduktan sonra canlı yayında topladığınız paraları şu anda faizde tutuyorsunuz. Deprem bölgesinde insanlar konteynerde yaşıyor, temel gereksinimlerinden yoksunlar ama siz parayı kasada, faizde tutuyorsunuz. İnsanları bir konuta ulaştırmadınız. O yüzden Mehmet Şimşek’in sözü bitmiş, makyajı dökülmüş ve bu gerekçeleri de hiç kimse tarafından kabul edilmeyen bir bakan olduğunu ifade etmek isterim.

“Hükümete kırmızı kart gösterdiler”

1 Mayıs öncesindeyiz. İşçi sınıfının uluslararası birlik mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs bu yıl yine ağır ekonomik krizlerin ve boş tencerelerin gölgesinde meydanlarda kutlanacak. İşsizlik artmış durumda, iş cinayetleri bir katliama dönüşmüş durumda. Güvencesizlik en temel sorunlardan biri olarak görülüyor. Bütün bu tablonun içinde işçiye ve emekçiye bir kez daha kemer sıkma politikaları dayatılıyor. Hak ve özgürlüklerin tırpanlandığı, adaletin sadece muktedirlere sağlandığı, savaş siyasetinin hayata geçirildiği, sermayenin hak ve imtiyazlarının emekçilerin aleyhine her geçen gün arttığı bu dönemde işçi sınıfı 31 Mart seçimlerine damgasını vurdu.

İşçiler ve emekçiler seçimlerde genel gidişe dur dediler, hükümete kırmızı kart gösterdiler. O nedenle siyasal iklim değişmiştir. Artık okumaları 1 Nisan öncesi ve sonrası olarak yapmak zorundayız. Kadınların, gençlerin, ezilenlerin, yoksulların yan yana geldiği ve birlikte mücadele ettiği yeni bir dönemin kapısı aralanmıştır. Bu dönemin kapısını aralayan halklarımız, işçi ve emekçi sınıfı tabii ki 1 Mayıs İşçi Bayramını meydanlarda kutlayacaktır. Bunun önünde hiçbir irade duramaz, duramayacağını 1 Mayıs alanlarında görmüş olacağız.

Bu yıl Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu bütün dünyada otoriter rejimlerin yükselmesine, demokrasinin gerilemesine ve işçi haklarının zayıflamasına karşı “Demokrasi İçin” başlıklı küresel bir kampanya başlatmıştır. 1 Mayıs, bütün dünyada sermayenin ve otoriter rejimlerin tahrip ettiği demokrasinin yeniden inşa edilmesi için meydanların dolacağı önemli bir tarihtir. Bu tarihe biz de hep beraber tanıklık edeceğiz. Ülkede otoriter rejime karşı itirazın ilk nüveleri 1 Nisan’da ortaya çıktı, şimdi bunu daha da ilerletme zamanıdır.

1 Mayıs meydanlarında işçiler ayaklarıyla oy kullanacaklar bu sefer. Bu yıl biz ve birçok emek ve meslek kuruluşu Taksim’e çağrı yaptık. Taksim 1 Mayıs 1977 nedeniyle tarihsel önemi olan bir meydan. 42 emekçinin yaşamını yitirdiği manevi değeri olan bir meydan ve bu meydan bu yıl yine yasaklandı. Üç açıklama geldi bu konuda. İstanbul Valiliği yasaklandığını ifade etti. İçişleri Bakanlığı yasaklama değil kısıtlama kararı olduğunu ifade etti. Çalışma Bakanı ise böyle kısıtlamalar olursa dayanışma ruhunun zedeleneceğinden söz etti. Kim doğru söylüyor? Hakikati İstanbul Valisi söylemiş. Bir kez daha Taksim 1 Mayıs’ını yasaklama ayıbı yaşayan bir iktidarla karşı karşıyayız.

“Milyonlarca emekçiyi 1 Mayıs alanlarında buluşmaya çağırıyoruz”

Biz bu tartışmaları elbette Taksim Meydanına sıkıştırmayacağız. Milyonlarca işçi emekçi alanlarda olacak, taleplerini haykıracak ve yeni bir dönemin kapısını hep beraber işçi ve emekçi sınıfı zorlayacaktır. Bütün bu yasaklama kararlarının yok hükmünde olduğunu ifade edelim. Bizler de DEM Parti olarak 1 Mayıs’ta Taksim Meydanında olacağız. İşçi ve emekçi halkımızla birlikte yan yana duracağız. Güvenlik gerekçesiyle sürekli yasaklanan Taksim’de 2010 yılında 1 Mayıs kutlamasına izin verilmişti ve o zaman tek bir işçinin burnu kanamamıştı, hiçbir sorun çıkmamıştı. Onun için güvenlik gerekçesinin sadece bir bahane olduğunu biliyoruz. Güvenlik önlemi alması gerekenlere, güvenliği gerekçe yaparak alanları ve meydanları kadınlara, halklara, işçi ve emekçi sınıfına kapatma tutumundan bir an önce vazgeçmeleri çağrısını yapmak istiyoruz.

Tüm emekçi kardeşlerimizi de 1 Mayıs meydanlarında omuz omuza bu işçi sınıfı düşmanı, sermaye yanlısı iktidara karşı gücümüzü göstermeye, işçi ve emekçi örgütlülüğünü bir kez daha büyütmeye davet ediyoruz. Şimdiden bütün işçi ve emekçilerimizin 1 Mayıs İşçi Bayramı kutlu olsun. Bu bayram tarihi bir bayramdır. 77’deki 1 Mayıs kadar önemli bir bayramdır. Türkiye’nin demokratikleşmesinin yolunu işçi sınıfının zorlayacağının önemli bir eşiğini göstereceğimiz bir bayramdır. Ben herkesin bu hassasiyetle sürece yaklaşacağına inanıyorum. Hükümete ve İçişleri Bakanlığına da bir an önce bu yanlıştan dönme çağrımı yapmak istiyorum.”

Paylaşın

Irak ‘Terör’ Suçundan Hüküm Giymiş 11 Kişiyi İdam Etti

Irak “terörizm” suçundan hüküm giymiş en az 11 kişiyi idam ederken, Uluslararası Af Örgütü, konuya ilişkin yaptığı açıklamada “endişe verici şeffaflık eksikliği” ifadelerine yer vererek, idam cezalarını kınadı.

Irak yasalarına göre terör ve cinayet suçları ile ilişkili yargılamalarda idam cezası verilebiliyor. Irak yasalarına göre infaz kararları cumhurbaşkanı tarafından imzalanması gerekiyor.

AFP’ye konuşan bir güvenlik yetkilisi, “İslam Devleti grubundan 11 teröristin” Nasıriye kentindeki bir hapishanede “adalet bakanlığı ekibinin gözetiminde” asılarak idam edildiğini söyledi.

Reuters’e konuşan bir hapishane görevlisi ve bir yerel güvenlik yetkilisi ise, infazların pazartesi günü gerçekleştirildiğini ve idam edilenlerin tamamının Irak vatandaşı olduğunu söyledi.

Kaynaklar, 11 kişinin IŞİD’e katılmak ve “terörist eylemlerde” yer almaktan suçlu bulunduğunu söyledi.

Çarşamba günü yayınlanan bir raporda Uluslararası Af Örgütü, son aylarda Irak’taki infazlarla ilgili “rahatsız edici derecede şeffaflık eksikliği” göz önüne alındığında çok daha fazla kişinin gizlice infaz edilmiş olabileceğini açıkladı ve bu durum endişe verici olduğunu belirtti.

Irak, 2014-2017’de ABD destekli askeri operasyonda IŞİD savaşçılarının yenilgiye uğratılmasından bu yana yüzlerce şüpheli militanı yargıladı ve çok sayıda toplu infaz gerçekleştirdi.

Paylaşın

Ekrem İmamoğlu’nun ‘Siyasi Yasak’ Davası 31 Mayıs’a Ertelendi

Ekrem İmamoğlu’nun Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde ‘ihaleye fesat karıştırdığı’ iddiasıyla yargılandığı ve yargılama kapsamında siyasi yasak ve hapis cezası talep edilen dava 31 Mayıs 2024 tarihine ertelendi.

Davaya ilişkin hazırlanan iddianamede, Ekrem İmamoğlu’nun da aralarında bulunduğu 7 kişinin ‘ihaleye fesat karıştırma’ iddiasıyla 3’er yıldan 7’şer yıla kadar hapis cezasına çarptırılması talep edilmişti. Ayrıca 7 kişi hakkında Türk Ceza Kanunu’nun 53. maddesi gereğince siyasi yasak uygulanması da istenmişti.

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun Beylikdüzü Belediye Başkanlığı döneminde ‘ihaleye fesat karıştırdığı’ iddiasıyla yargılandığı davanın üçüncü duruşması bugün Büyükçekmece 10. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Önceki duruşmada İçişleri Bakanlığı avukatları İmamoğlu’nun duruşmaya katılarak ifade vermesi gerektiğini belirtmişti. Duruşma arasında adliyeye giderek ifadesini veren Ekrem İmamoğlu suçlamaları redetti.

Bugünkü duruşmada ise Sayıştay denetçilerinden istenilen bilirkişi raporu dosyaya girdi. Raporda hukuka aykırı bir durumun olmadığı tespitlerinin yer aldığı belirtildi. İmamoğlu’nun avukatı da Sayıştay raporunun herşeyi açıkladığını ve rapora katıldığını söyledi.

İçişleri Bakanlığı avukatları ise söz konusu raporun kendilerine ulaşmadığını beyan etti. Savcılık, akademisyenlerden oluşan bir heyetle yeni bir bilirkişi raporunun oluşturulmasını istedi. Karar çıkmayan davanın duruşması 31 Mayıs 2024 tarihine ertelendi.

Birgün’ün aktardığına göre; İBB Başkanı İmamoğlu’nun ara celsede verdiği ifade de ise, “Görev yapan arkadaşlarımın hassas çalıştığına şahidim. Bahsi geçen olaylara hakim olmam mümkün değildir. Atılı suçlamayı kabul etmiyorum. Suça konu ihaleyi hatırlamıyorum. Herhangi bir talimatım olmamıştır. Beraatimi talep ediyorum” dediği öğrenildi.

Duruşma sonrası açıklama yapan İmamoğlu’nun avukatı Kemal Polat, konunun İmamoğlu açısından suç teşkil etmediğini ifade ederek, “Soruşturma izninin iptal edildiği bir danıştay kararı var. Bu danıştay kararına rağmen savcılık bir muhasebeciye bilirkişi incelemesi yaptırmıştır. Bu muhasebeci bilirkişi eylemlerini gözetim ve denetim görevini yerine getirmediği bahisle ihaleye fesat karıştırma kapsamında bir rapor sunmuştur.

Bu rapor içerisinde gerçeklikle alakalı olmayan özellikle bir örnek verecek olursak Beylikdüzü Belediyesi’nde o dönemde iç denetçi olmamasına rağmen iç denetçinin yazılı raporu ve bildirimine rağmen bu ihaleyi iptal etmediğini ileri sürebilmiştir. Bu denli bir cürretkar bilir kişi raporu vardır. Danıştayın kaldırma kararına ve bilirkişi raporunda dahil bir sorumluluk ileri sürülememesine rağmen devam eden bir yargılamada bugüne kadar geldik” dedi.

“Süreçlerin takipçisiyiz”

Davaya ilişkin değerlendirmelerde bulunan CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik, İmamoğlu hakkında açılan diğer davaları da hatırlatarak, davaların hukuki değil siyasi olduğunun altını çizdi. Davaların İmamoğlu’nun itibarını yıpratmaya yönelik olduğuna vurgu yapan Çelik, süreci takip ettiklerini belirtti.

Çelik’in açıklamaları şöyle: “Bu dava Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu ile ilgili açılan tek bir dava değil. Daha önce yine bir ‘ahmak’ davası, yine bir ‘terör’ soruşturması… Bunlar tamamen, hukuki değil siyasi davalardır.Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu’nun itibarını yıpratmaya yönelik bir takım girişimlerdir.

Süreçlerin takipçisiyiz, avukatlarımız süreci takip ediyor. Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu 5 yıldır İstanbul’da çok önemli hizmetler İstanbul halkı için vermeye devam ediyor. Dolayısıyla hizmetlerimizi vermeye de devam edeceğiz. Bu tür siyasi davaları da takip ediyoruz tabii ki. Kamuoyunun vicdanına havale ediyoruz.”

Paylaşın

Gazze’de İsrail Saldırılarında Can Kaybı 34 Bin 262’ye Yükseldi

Hamas’ın başlattığı Filistin – İsrail savaşının 202. günü geride kalırken, Gazze Şeridi’nde İsrail saldırılarında hayatını kaybedenlerin sayısı ise son 24 saatte 43 artarak 77 bin 293’e yükseldi.

Haber Merkezi /Gazze’de İsrail saldırılarında yaralananların sayısı ise son 24 saatte 64 artarak 77 bin 293’e çıktı.

Gazze’de İsrail saldırılarında ölenlerin yüzde 70’ini çocuklar ve kadınların oluşturduğu aktarılırken, saldırılar sonucu oluşan yıkımdan dolayı çok sayıda kişinin hala enkaz altında olduğu vurgulandı. Sivil savunma ve acil sağlık ekiplerinin bu kişilere ulaşmakta zorluk yaşadığı kaydedildi.

İsrailli üst düzey bir savunma yetkilisi, insani felakete ilişkin uluslararası uyarılara rağmen İsrail ordusunun Filistinli sivilleri Refah’tan tahliye etmeye ve Gazze Şeridi’nin güneyindeki Hamas mevzilerine saldırmaya hazırlandığını söyledi.

Başbakan Benyamin Netanyahu’nun hükümet sözcüsü İsrail’in bir kara operasyonuyla ilerlediğini söyledi, ancak bir zaman çizelgesi vermedi.

Savunma yetkilisi, İsrail Savunma Bakanlığı’nın bir saldırı öncesinde Refah’tan taşınan Filistinlileri barındırmak üzere her biri 10 ila 12 kişi kapasiteli 40 bin çadır satın aldığını söyledi.

İsrailli bir hükümet kaynağı Netanyahu’nun savaş kabinesinin önümüzdeki iki hafta içinde toplanarak yaklaşık bir ay sürmesi beklenen sivil tahliyelere onay vermeyi planladığını söyledi.

ABD, herhangi bir operasyondan önce Refah’taki insanları koruyacak bir planın uygulamaya alınması gerektiğini söyledi. İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu, Hamas’a karşı tam bir zafer elde etmek ve rehineleri aramak için Refah saldırısının gerekli olduğu konusunda ısrarcı.

İsrail ordusu 7 Ekim’den bu yana Gazze Şehri dahil Gazze’nin kuzeyinin tamamında ve Han Yunus dahil orta ile güneyin bazı kısımlarında kontrolü ele geçirdi. Ordu ardından Gazze’nin neredeyse tamamından çekilse de bombardıman Refah da dahil olmak üzere Gazze genelinde devam etti.

Aynı zamanda İsrail’in inşa ettiği ve Gazze’nin kuzeyi ile güneyini ayıran bir yol üzerinde askerler konuşlandırılmaya devam ediliyor.

Hamas, silah bırakma koşulunu açıkladı

Öte yandan Hamas’ın Siyasi Büro üyesi Halid Hayya, “İsrail’in 1967 öncesi sınırları boyunca, Batı Şeria ve Gazze’de tam egemen bir Filistin devletini ve uluslararası kararlarla uyumlu bir şekilde Filistinli mültecilerin geri dönüşünü kabul edeceklerini” kaydetti.

Bunun gerçekleşmesi durumunda Hamas’ın silahlı kanadının lağvedileceğini belirten el Hayya, “İşgalcilere karşı savaşmış kişiler bağımsızlıklarını, haklarını kazanıp kendi devletlerine sahip olduğunda şimdiye kadar yaşanmış deneyimlere bakın. Bu güçler ne yaptı? Siyasi partilere dönüştüler ve muharip güçleri milli ordular haline geldi” ifadelerini kullandı.

Hamas’ın üst düzey yöneticilerinden Siyasi Büro üyesi Halid Hayya, 1967 sınırları içinde bağımsız bir Filistin devletinin kurulması karşılığında silah bırakarak siyasi bir partiye dönüşmeye ve beş yıl ya da daha uzun süreliğine bir ateşkese hazır olduklarını açıkladı.

Katar, Mısır ve ABD arabuluculuğunda Gazze’de ateşkes ve İsrailli rehinelerin serbest bırakılması için yürütülen müzakerelerde Hamas heyetine başkanlık eden Hayya, Filistinli rakip grup El Fetih’in yönetimindeki Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) katılmak ve Gazze ve Batı Şeria’da bir ulusal birlik hükümeti kurmak istediklerini kaydetti.

Paylaşın

Merkez Bankası Politika Faizini Sabit Tuttu

Merkez Bankası (TCMB), piyasaların beklediği gibi politika faizini sabit tuttu. Banka, geçen ay politika faizini, 500 baz puan artışla yüzde 45’ten yüzde 50’ye yükseltmişti.

Haber Merkezi / Merkez Bankası (TCMB) karara ilişkin yaptığı açıklamada, “Enflasyon ve enflasyonun ana eğilimine ilişkin göstergeler yakından takip edilecek ve Kurul, fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda elindeki tüm araçları kararlılıkla kullanacaktır” ifadelerini kullandı.

Merkez Bankası’nın (TCMB), Nisan ayı piyasa katılımcıları anketinde cari ay ve 3 ay sonrası için faiz beklentisi yüzde 45’ten yüzde 50’ye çıktı. 12 ay sonrası için politika faizi beklentisi de yüzde 36,96’dan yüzde 38,18’e yükseldi.

Türkiye’de enflasyon Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) açıkladığı verilere göre Mart ayında yıllık olarak yüzde 68,50 oldu.

Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) Para Politikası Kurulu (PPK) Fatih Karahan başkanlığında toplandı. Para Politikası Kurulu (PPK), politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 50 düzeyinde sabit tutma kararı aldı.

Merkez Bankası (TCMB) tarafından karara ilişkin yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi: “Para Politikası Kurulu (Kurul), politika faizi olan bir hafta vadeli repo ihale faiz oranının yüzde 50 düzeyinde sabit tutulmasına karar vermiştir.

Mart ayında aylık enflasyonun ana eğilimi, devam eden zayıflamaya rağmen öngörülenden yüksek gerçekleşmiştir. Tüketim malı ve altın ithalatındaki seyir cari dengedeki iyileşmeye katkı verirken, yakın döneme ilişkin diğer göstergeler yurt içi talepte direncin sürdüğüne işaret etmektedir. Hizmet enflasyonundaki yüksek seyir ve katılık, enflasyon beklentileri, jeopolitik riskler ve gıda fiyatları enflasyonist baskıları canlı tutmaktadır. Kurul, enflasyon beklentileri ve fiyatlama davranışlarının öngörüler ile uyumunu yakından takip etmektedir.

Mart ayında atılan adımların etkisiyle finansal koşullar önemli ölçüde sıkılaşmıştır. Parasal sıkılaştırmanın krediler ve iç talep üzerindeki etkileri yakından izlenmektedir. Kurul, parasal sıkılaştırmanın gecikmeli etkilerini de göz önünde bulundurarak politika faizinin sabit tutulmasına karar vermekle birlikte, enflasyon üzerindeki yukarı yönlü risklere karşı ihtiyatlı duruşunu yinelemiştir.

Aylık enflasyonun ana eğiliminde belirgin ve kalıcı bir düşüş sağlanana ve enflasyon beklentileri öngörülen tahmin aralığına yakınsayana kadar sıkı para politikası duruşu sürdürülecektir. Enflasyonda belirgin ve kalıcı bir bozulma öngörülmesi durumunda ise para politikası duruşu sıkılaştırılacaktır. Para politikasındaki kararlı duruş; yurt içi talepte dengelenme, Türk lirasında reel değerlenme ve enflasyon beklentilerinde düzelme vasıtası ile aylık enflasyonun ana eğilimini düşürecek ve dezenflasyon 2024 yılının ikinci yarısında tesis edilecektir.

Kurul; makroihtiyati politikaları, piyasa mekanizmasının işlevselliğini ve makro finansal istikrarı koruyacak nitelikte uygulamayı sürdürmektedir. Bu çerçevede, kredi büyümesi ve mevduat faizinde öngörülenin dışında gelişmeler olması durumunda parasal aktarım mekanizması desteklenmeye devam edilecektir. Likidite gelişmeleri yakından takip edilerek, gerektiğinde sterilizasyon araçlarının etkin şekilde kullanılması sürdürülecektir.

Kurul, politika kararlarını parasal sıkılaştırmanın gecikmeli etkilerini de dikkate alarak, enflasyonun ana eğilimini geriletecek ve enflasyonu orta vadede yüzde 5 hedefine ulaştıracak parasal ve finansal koşulları sağlayacak şekilde belirleyecektir.

Enflasyon ve enflasyonun ana eğilimine ilişkin göstergeler yakından takip edilecek ve Kurul, fiyat istikrarı temel amacı doğrultusunda elindeki tüm araçları kararlılıkla kullanacaktır.”

Paylaşın

İYİ Parti’de Bir istifa Daha!

31 Mart’ta yapılan yerel seçimlere “hür ve müstakil” giren ve seçimlerde büyük bir hezimet yaşayan İYİ Parti’de genel başkan yardımcısı Birol Aydemir, partisinden istifa ettiğini duyurdu.

Haber Merkezi / Birol Aydemir, sosyal medya hesabından istifa kararına ilişkin açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

“İYİ Parti’deki görevlerimden ve üyeliğimden istifa ettiğimi kamuoyunun bilgilerine sunarım. Siyaseti sadece ülke ve milletimiz için güzel şeyler yapmanın bir aracı olarak gördüm. Bu nedenle siyasete girdim. Çünkü kurumsallığın oldukça zayıf olduğu ülkemiz; sosyal, ekonomik, hukuki tüm bileşenleri ile siyasetten aşırı derecede etkileniyor.

Ülkemizin mevcut siyasi atmosferindeki ‘doğru’ alternatif olma yolunda partimizin karar alıcı organlarında fikirlerimi beyan etmekten geri durmadım. Ancak, maalesef partideki çalışma arkadaşlarımla aynı rotada ilerleyemeyeceğimizi üzülerek müşahede ettim. Bu sebeple İYİ Parti’den ayrılmaya karar verdim. Ancak, bundan sonra da bilgi ve tecrübemi ülkemizin hizmetine sunmaya ve bu doğrultuda çalışmaya/üretmeye inşallah devam edeceğim.”

Birol Aydemir kimdir?

1966 yılı Erzincan doğumlu olan Birol Aydemir, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Maliye Bölümü mezunu. Aydemir, yüksek lisans eğitimini ise Delaware Üniversitesi’nde tamamladı.

Birol Aydemir, 1989’da Devlet Planlama Teşkilatına uzman yardımcısı olarak girdi, uzmanlık ve daire başkanlığı yaptıktan sonra, 2002 yılında DPT müsteşar yardımcılığına atandı, 2006-2008 yıllarında Sosyal Güvenlik Kurumunun kurucu başkanı oldu.

Aydemir, 2008-2009 yıllarında Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği’nde planlama müşavirliği görevinde bulundu. Birol Aydemir, 2009-2011 yılları arasında Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müsteşarı olarak görev aldı, 2011-2016 yılları arasında Türkiye İstatistik Kurumu başkanı olarak görev yaptı, Şubat 2016’da kendi isteğiyle emekli oldu.

Aydemir, Demokrasi ve Atılım (DEVA) Partisi kurucu üyesi olup, sektörel politikalar başkanı olarak Genel Merkez Başkanlık Kurulu üyeliği görevinde bulunmaktayken görüş ayrılıkları gerekçesi ile 15 Mart 2022 tarihinde Twitter’dan yaptığı açıklama ile partisinden istifa etmişti. Birol Aydemir, bu istifanın ardından temmuz ayında İYİ Parti’ye katılmıştı.

Paylaşın

Mahsa Amini Eylemlerine Destek Veren İranlı Rapçiye İdam Cezası

İran’da ‘tesettüre uygun olmayan’ giyimi gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ölümü sonrası başlayan protestolara şarkılarıyla destek veren Toomaj Salehi,  idam cezasına çarptırıldı.

Haber Merkezi / Konuya ilişkin İran makamlarında henüz bir açıklama yapılmazken, Toomaj Salehi’nin avukatlarından Amir Raesian, şarkıcının idam cezasını temyize götüreceğini belirtti.

Toomaj Salehi ilk olarak Ekim 2022’de protestolara kamu önünde destek veren açıklamalarından sonra gözaltına alınmış ve birçok suçla itham edilmişti.

Salehi, gözaltına alınmasından sadece birkaç gün önce CBC News adlı haber kanalıyla yaptığı bir röportajda düzeni eleştiren videolar yayımlamanın “zor olduğunu ve kendisini rejim güçleri için bir hedef haline getirdiğini” söylemişti.

Röportaj sırasında Salehi, İranlıların “korkunç bir yerde yaşadığını” ve “gücüne, parasına ve silahlarına tutunmak için tüm ülkeyi öldürmeye hazır olan bir mafya ile baş etmeye çalıştığını” belirtmişti.

2022’deki eylemlerden önce de Salehi, muhalif bir isimdi ve konser vermesi yasaktı. Bunun yerine, şarkılarını sosyal medyadan paylaşıyordu.

Ne olmuştu?

İran’ın Sakız kentinden başkent Tahran’a akrabalarını ziyarete giden 22 yaşındaki Jîna Mahsa Amini, erkek kardeşinin kullandığı aracı durduran ahlâk polisince gözaltına alınmıştı. Kardeşine, nasihat edilip serbest bırakılacağı söylenerek götürülen genç kadının, gözaltına alındıktan iki saat sonra komaya girdiği ve kaldırıldığı hastanede öldüğü ortaya çıktı.

İran devlet televizyonu Amini’nin dövüldüğü iddialarını yalanlayarak, polisin genç kadını “nasihat etmek ve eğitmek” üzere karakola götürdüğünü ve orada kalp krizi geçirdiğini söyledi. Amini’nin akrabaları, kadının herhangi bir kalp rahatsızlığı olmadığını açıkladı.

Devlet televizyonu bir polis karakolunda Amini olduğu söylenen bir kadının oturduğu koltuktan bir yetkiliyle konuşmak üzere kalktıktan sonra yere düştüğünü gösteren güvenlik kamerası kayıtları yayınladı. Ancak, görüntülerden kadının Amini olduğu doğrulanamadı.

Amini’nin dövülerek öldürüldüğü yolunda sosyal medyada yayılan iddialarını reddeden Tahran emniyeti ise konuyla ilgili açıklamasında, “Ayrıntılı araştırmalara göre, Amini’nin araca alınması sonrasında ve tutulduğu karakolda fiziksel bir temas olduğunu” reddetti.

Ancak, İran’ın yarı resmi Fars haber ajansı, Amini’nin ahlâk polisince dövülmesi nedeniyle komaya girdiğini duyurmuştu.

Amini’nin gözaltında hayatını kaybetmesinin ardından başlayan ve kent kent yayılan  protestolar kısa süre içerisinde ülkenin her yerine yayılmıştı. Aylar süren protestolarda 71’i çocuk en az 600 kişi İran polisi tarafından öldürülmüş, onlarca kişi idam edilmiş, en az 20 bin kişi gözaltına alınmıştı.

İran’da kadınlara nasıl muamele yapılıyor?

İran, Afganistan’daki Taliban rejimi dışında kamusal alanda başörtüsü takmayı zorlayan tek ülke.

İranlı kadınların eğitime tam erişimi var, ev dışında çalışıyor ve kamu görevlerinde bulunuyorlar. Ancak, başörtüsü takmanın yanı sıra uzun, bol elbiseler de dahil olmak üzere halka açık yerlerde “mütevazı” giyinmeleri gerekiyor. Evli olmayan erkek ve kadınların birbirine yakın durması ve teması yasak.

1979 İslam Devrimi’nden sonraki günlere dayanan kurallar, “devletin her kademesinde yolsuzluk ve rüşvet gibi durumların aleniyet kazandığı ülkede” ahlak polisi tarafından uygulanıyor.

Resmi olarak Rehberlik Devriyesi olarak bilinen bu birimler, halka açık alanlarda geziyor ve hem erkeklerden hem de kadınlardan oluşuyor.

Uygulama, bir noktada ahlak polisini aşırı saldırgan olmakla suçlayan ve nispeten ılımlı olan eski Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani döneminde yumuşatıldı. 2017 yılında kadınların kıyafet kurallarını ihlal ettikleri için tutuklanmayacağı sadece uyarılacağı açıklandı.

Ancak geçen yıl seçilen sert görüşlü Reisi yönetiminde, ahlak polisinin ajanları farklı bir uygulamaya geçti.

BM insan hakları ofisi, son aylarda genç kadınların yüzlerine tokat atıldığını, coplarla dövüldüklerini ve polis araçlarına alındıklarını söylüyor.

Paylaşın