Karamollaoğlu’ndan Erdoğan’ın Yeni Anayasa Çağrısına Yanıt: Gel De Gülme

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “yeni anayasa” çağrısına yanıt veren Saadet Partisi Lideri Karamollaoğlu, “Gel de gülme bu işe. İhtilal anayasasını değiştireceklermiş. İhtilal anayasası kalmadı ortada. Sizin getirdiğiniz birçok değişiklikle yamalı bohçaya döndü zaten” dedi ve ekledi:

“Şimdi bunu düzeltmek için ‘Gerçekleri örtelim, anayasa maddelerini konuşalım ama milletin derdini dert edinmeden meseleleri gündeme getirelim’ diyorlar. Bizim de buna karnımız tok. Böyle bir şeye rıza göstermeyiz.”

Saadet Partisi ve Gelecek Partisi’nin, Saadet Partisi çatısı altında birleşerek oluşturduğu Meclis grubu, yeni yasama yılının ilk grup toplantısını yaptı.

Gazete Duvar’ın aktardığına göre; Gelecek Partisi (GP) Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu,  ilk grup toplantısında hükümet politikalarını eleştirdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “yeni anayasa” çağrısını, yerel seçim öncesi ekonomideki olumsuzlukları kapatmak için yaptığını savunan GP Lideri Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:

“Sayın Cumhurbaşkanı niyetinizi çok iyi biliyoruz. Samimiyseniz; 12 Eylül Anayasası’nı kaldıracak, yerine gerçekten kamil ve milli bir anayasa yapmak için her türlü çabayı sergileriz. Sorumuz; açık ve net. Milletin başına bu belaları saran Cumhurbaşkanlığı sistemini de tartışmaya var mısınız? Yoksunuz. Niyetiniz zaman kazanmak ve oyalamak. Milletin birinci gündemi; iştir, açlıktır, bu tartışmaları yerel seçimlerden sonraya ertelesinler.”

Karamollaoğlu: Gel de gülme

Saadet Partisi (SP) Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu ise konuşmasında, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni anayasa yapılmasına ilişkin açıklamalarını hatırlatarak şu ifadeleri kullandı:

“Gel de gülme bu işe. İhtilal anayasasını değiştireceklermiş. İhtilal anayasası kalmadı ortada. Sizin getirdiğiniz birçok değişiklikle yamalı bohçaya döndü zaten. Şimdi bunu düzeltmek için ‘Gerçekleri örtelim, anayasa maddelerini konuşalım ama milletin derdini dert edinmeden meseleleri gündeme getirelim’ diyorlar. Bizim de buna karnımız tok. Böyle bir şeye rıza göstermeyiz.”

Temel Karamollaoğlu, İçişleri Bakanlığı’na yönelik terör saldırısı girişimine ilişkin de, “Türkiye, terörü tüm kaynaklarıyla birlikte yok etme gücüne ve kabiliyetine fazlasıyla sahiptir. Terörün kazanma ihtimalinin olmadığını, kaybetmesinin de kesin olduğunu defalarca ispatlamış mümtaz bir millet ve kadim bir devlet, Türkiye’nin terörle mücadeledeki en büyük gücüdür.

Ancak pazar günü bertaraf edilen terör saldırısı sonrasında; arkasında kimlerin belli olduğu kimi kesimler ve mecralar tarafından, İçişleri Bakanı’na, bakanlığa ve bağlı birimlerine yönelik sataşmalar, isnat ve ithamlar da söz konusu oldu. Doğrusu İçişleri Bakanı’nın suç örgütlerine ve özellikle mafya ve belirli çete türü yapılara karşı yürüttüğü anlamlı ve kararlı mücadeleden rahatsız olanları anlamakta zorlanıyor insan” diye konuştu.

Türkiye’nin terörden, terör örgütlerinden, mafya ve çetelerden, suç birlikteliklerinden arındırılması konusunda her türlü desteğe hazır olduklarını ifade eden Karamollaoğlu, “Maalesef, terörle ve suç örgütleriyle mücadele kulvarında ‘fakat, ama, ancak’ başlıklı cümle kurmaya meyilli olanları da görüyoruz” değerlendirmesinde bulundu.

SP Lideri Karamollaoğlu, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’nın terör ve suç örgütlerine yönelik verdiği mücadeleyi takdir ettiklerini de sözlerine ekledi.

Paylaşın

“Çocuk Yoksulluğu” Sorunu Meclis Gündemine Taşındı

Ülkede yaşanan “çocuk yoksulluğu” sorununu Meclis gündemine taşındı. TÜİK’in “çocuk, yoksulluk ve yaşam” raporu verilerinde, Türkiye’de 9,4 milyon çocuğun yani her iki çocuktan birinin yoksulluk çektiği, ülke genelinde ise nüfusun yüzde 32,6’sının yoksulluk riski altında olduğu belirtildi.

“Çocuk yoksulluğu” sorununu Meclis gündemine taşıyan YSP Milletvekili Ayşegül Doğan, ekonomik kriz ve gıda fiyatlarındaki artışın “derin yoksulluğu” ülke gündeminin en hayati başlığı haline getirdiğini söyledi. Doğan, “Araştırmalar, bu durumun en çok çocukların sağlıklı ve dengeli beslenmesi ile eğitim ve barınma gibi temel ihtiyaçlarının giderilmesini etkilediğini göstermektedir” dedi.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) bu yıl ilk defa açıkladığı “çocuk, yoksulluk ve yaşam” raporu verilerinde, Türkiye’de 9,4 milyon çocuğun yani her iki çocuktan birinin yoksulluk çektiği, ülke geneli değerlendirmelerinde ise nüfusun yüzde 32,6’sının yoksulluk riski altında olduğunun belirtildiğini söyleyen Doğan, “Risk altında olanların yüzde 42,7’sini, 0-17 yaş arası “ciddi yoksulluk çeken çocuk” oluşturmaktadır. Uzmanlar bu durumun, sosyal dışlanma riski yaratabileceği uyarısında bulunmuştur” ifadelerini kullandı.

Dünya Gıda Örgütü’nün 2022 verilerine göre, Türkiye’de 14,8 milyon kişinin yetersiz beslendiğini, bu oranın en yüksek olduğu İl’in ise yüzde 20,6 ile Şırnak’ın olduğunu söyleyen Doğan, “BM’nin 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nda, Türkiye’de yetersiz beslenmenin yaygınlık oranının yüzde 2,5, 5 yaş altı çocuklardaki bodurluk oranının ise yüzde 5,5 olarak açıklanmıştır” dedi.

Yeşil Sol Parti (YSP) Şırnak Milletvekili Ayşegül Doğan, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’na yanıtlaması istemi ile şu soruları yöneltti:

“Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın SED kapsamında, ailelerine ödeme yaptığı ve temel ihtiyaçları karşılanamadığı için ailesinden koparılan ya da koparılma riski taşıyan çocuk sayısı kaç?

“Ciddi yoksullaşma” yaşayan 9,4 milyon çocuk için Bakanlık hangi çalışmaları yürütüyor?

Dünya Gıda Örgütü’nün 2022 verilerine göre, yüzde 20,6 ile Şırnak çocuklarda yetersiz beslenmenin en yüksek oranda yaşandığı il olarak tespit edilmiştir. Bakanlığın, il özelinde, çocukların dengeli ve sağlıklı beslenmesi için başlattığı bir çalışma var mı?

Bakanlığınızın, iddialarda yer verilen yoksul çocuk sayısındaki artışın kalıcı olarak çözüme kavuşturulması konusunda kapsayıcı farklı bir yaklaşımı, çalışması ya da uygulanmakta olan projesi var mı?

Ekonomik kriz ve yoksullaşma nedeni ile kaç çocuk Bakanlığınızın korumasına bırakıldı?

Giderek artan ve “çocuk yoksulluğu” olarak adlandırılan mevcut durum göz önüne alındığında, Bakanlığınız tarafından, çocuk sağlığı ile bedensel ve zihinsel gelişim bozukluklarına odaklanan yaygın saha araştırmaları ve taramalar yapılıyor mu?

Ülke genelinde durumun önemi ve hassasiyeti ortadayken Bakanlıklar arası ortak bir çalışma ve acil eylem çağrısı yapmak için hala ne bekleniyor?

Sosyal Politika Çalışmaları Dergisi’nde yoksul çocukların okul ortamında “Arkadaş edinmede zorluk, utanma ve sosyalleşmede zayıflık” gibi olumsuzluklara maruz kaldığı sonucuna varıldı. Bu tespitlere dayanarak, artan yoksulluğun önlenmesi ve çocuklar üzerindeki olumsuz etkilerinin giderilmesi amacıyla, Bakanlığınız hangi önlemleri alıyor?”

Paylaşın

Freedom House: Türkiye’de İnternet Özgürlüğü Giderek Azalıyor

Freedom House’un “2023 İnternette Özgürlük” raporunda, Türkiye, “Erişim Önündeki Engeller” başlığında 25 üzerinden 12 puan, “İçerik Sınırlamaları” başlığında 35 üzerinden 10 puan ve “Kullanıcı Hakları İhlalleri”nde 40 üzerinden 8 puan alarak, 100 üzerinden 30 puanla “özgür değil” kategorisinde yer aldı.

Rapora göre, Türkiye’de internetin kalitesi ve hızı genel olarak güvenilir ancak altyapı arızaları pek çok yerde erişime engel. 2023 başı itibarıyla, Türkiye’de halkın yüzde 83,4’ünün internet kullandığı ifade edilen raporda, internet erişimi olan hanelerin yüzde 94,1’e çıktığı belirtiliyor. Ayrıca ülkede “devam eden ekonomik kriz ve artan enflasyonun” ise internet hizmetlerinin maliyetini, birçok kişi için karşılanamaz seviyeye çıkardığı vurgulanıyor.

Kırsal bölgelerde internete erişimin kentlere göre daha zayıf olduğu belirtilirken, cinsiyetler arasında internete erişim açısından fark olduğu, erkeklerin erişiminin, az bir farkla da olsa kadınlara göre daha fazla olduğu raporda yer alıyor.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) merkezli insan hakları kuruluşu Freedom House tarafından yayınlanan, “2023 İnternette Özgürlük” raporuna göre Türkiye’de internet özgürlüğü son on yılda “giderek azaldı”.

Geçen yıl Ekim ayında yürürlüğe giren Dezenformasyon Yasası’na değinilen raporda, bu yasanın muhalif siyasetçiler ile gazetecilerin susturulması için kullanıldığı, sansürün yaygın olduğu ve çok sayıda makale ile sosyal medya paylaşımının engellendiği vurgulandı.

Raporda, internet kullanımı “Erişim Önündeki Engeller”, “İçerik Sınırlamaları” ve “Kullanıcı Hakları İhlalleri” başlıkları altında incelendi. Türkiye, “Erişim Önündeki Engeller” başlığında 25 üzerinden 12 puan, “İçerik Sınırlamaları” başlığında 35 üzerinden 10 puan ve “Kullanıcı Hakları İhlalleri”nde 40 üzerinden 8 puan alarak, 100 üzerinden 30 puanla “özgür değil” kategorisinde yer aldı.

Değerlendirmede, toplamda 70-100 arası puan “özgür”, 40-69 arası “kısmen özgür”, 0-39 arası “özgür değil” olarak nitelendiriliyor.

Rapora göre, Türkiye’de internetin kalitesi ve hızı genel olarak güvenilir ancak altyapı arızaları pek çok yerde erişime engel. 2023 başı itibarıyla, Türkiye’de halkın yüzde 83,4’ünün internet kullandığı ifade edilen raporda, internet erişimi olan hanelerin yüzde 94,1’e çıktığı belirtiliyor. Ayrıca ülkede “devam eden ekonomik kriz ve artan enflasyonun” ise internet hizmetlerinin maliyetini, birçok kişi için karşılanamaz seviyeye çıkardığı vurgulanıyor.

Kırsal bölgelerde internete erişimin kentlere göre daha zayıf olduğu belirtilirken, cinsiyetler arasında internete erişim açısından fark olduğu, erkeklerin erişiminin, az bir farkla da olsa kadınlara göre daha fazla olduğu raporda yer alıyor.

Freedom House Raporu’nda Türkiye’de yetkililerin internete erişimi nadiren de olsa kısıtlayabildiği, bunun örneklerinden birinin geçen yıl Kasım ayında, İstiklal Caddesi’nde düzenlenen bombalı saldırının ardından, diğerinin de 6 Şubat Kahramanmaraş Depremleri’nde görüldüğü aktarıldı.

Türkiye’de telekomünikasyon alanını düzenlemek ve denetlemekle sorumlu kurum olan Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun (BTK) çalışmalarına da değinilen raporda, bu kurumun özel bir bütçeye sahip olduğu, üyelerinin hükümet tarafından atandığı ve karar alma sürecinin şeffaf olmadığı ifade edildi.

Başta haberler olmak üzere pek çok içeriğe engel getirildiği aktarılan raporda, Aralık 2022 itibarıyla 712 binden fazla alan adı ile 150 bin URL’nin engellendiği bilgisi yer aldı. 6 Şubat Depremleri’nden sonra, Twitter’in yaklaşık sekiz saat süreyle kapatılmasının acil kurtarma çalışmalarını engellediği ve yine Şubat ayında Ekşi Sözlük’e yasak getirilmesi de raporda konu edildi.

VOA Türkçe ve Deutsche Welle Türkçe’ye getirilen yasaklar

Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK), 2022 yılının Şubat ayında uluslararası haber sitelerine ulusal yayın lisansı almaları için 72 saat süre tanıması ve Deutsche Welle (DW) ile Voice of America’nın (VOA) bunu reddetmesi üzerine söz konusu haber sitelerinin erişimine engel konmasına da yine raporda yer verildi.

Haber sitelerinin yanı sıra Uber, PayPal ve Booking.com gibi ticari siteler ile bir scooter kiralama uygulaması olan Martı’ya da erişim engeli getirildiği, Martı’ya yönelik engel kararının İstanbul Taksiciler Odası’nın şikayeti üzerine alındığı aktarıldı.

(Kaynak: DW Türkçe)

Paylaşın

Ahmet Türk: Demokratik Siyaset Yaptığımız İçin Yargılanıyoruz

“İhaleye fesat karıştırma” iddiasıyla hakkında açılan davada hakim karşısına çıkan Ahmet Türk, “Burada demokratik siyaset yaptığımız için hedef alınıyoruz. Burada usulsüzlükler nedeniyle yargılanmıyoruz. Açılan bu davalar siyasidir” dedi ve ekledi:

“İktidara muhalefet olduğumuz için bu dava açılmıştır. Sadece ağır ceza mahkemesinde kayyımın atadığı bütün daire başkanları hakkında davalar açıldı. Nasıl ihaleler yapıldığı dosya tutanaklarında mevcuttur. O dosyaların da dosyaya istenmesini talep ediyorum.”

Duruşma sonrası açıklamada bulunan Ahmet Türk, “Kayyım bütün yolsuzluklarını örtmek için bizi hedef haline getirmiş. Bizim hukuka uygun yaptığımız işler hukuka uygun değilmiş gibi bir dava açılmış” dedi.

Yerine kayyım atanan Mardin Büyükşehir Belediyesi Eşbaşkanı Ahmet Türk hakkında, 31 Mart 2019 seçimleri sonrası ağaç sulama şirketinin sözleşmesini uzatması gerekçe gösterilerek “ihaleye fesat karıştırma” iddiasıyla açılan davanın 4’üncü duruşması görüldü. Mardin 1’inci Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen duruşmaya Türk ve avukatları katıldı.

Kimlik tespitinin ardından başlayan duruşmada Ahmet Türk, belediye başkanlığı yaptığı süre içinde bütün ihaleleri şeffaf bir şekilde yaptığını dile getirdi.

Türk, “Bu ihalede müteahhit zaten kayyım tarafından getirilmiş bir müteahhitti. Haziran ayında müteahhittin sözleşme süreci bitti. Yeniden ihale sürecinin başlatılması 45 günlük süre alıyordu. Biz de ağaçların kurumaması için müteahhittin sözleşmesini uzatma kararı aldık. Yaptığımız sadece bu. Bunun aksini yapsak ağaçlar kuruyacak, zarar daha büyük olacaktı. Burada bir ihale yapılmadı sadece sözleşme süresi uzatıldı” dedi.

Kayyımın bütün yolsuzluklarını ortaya çıkardığını ve kamuoyuna anlattığını kaydeden Türk, “Bunun üzerine kayyım müteahhitti çağırıyor ve ‘Ahmet Türk hakkında ifade verirsen ne istersen veririm’ diyor. Müteahhit bunun üzerine ‘ben vicdanımı satamam’ dediği için gözaltına alınıyor. Burada bir hesaplaşma için açılan bir dava var. Bir yolsuzluk ve usulsüzlük yok. Sadece yaz mevsimine girdiğimiz için süreyi uzattık” diye belirtti.

Kayyım döneminde yapılan bütün ihalelerin usulsüz olduğunu ve bu konuda bugüne kadar tek bir davanın açılmadığını aktaran Türk, “Burada demokratik siyaset yaptığımız için hedef alınıyoruz. Burada usulsüzlükler nedeniyle yargılanmıyoruz. Açılan bu davalar siyasidir. İktidara muhalefet olduğumuz için bu dava açılmıştır. Sadece ağır ceza mahkemesinde kayyımın atadığı bütün daire başkanları hakkında davalar açıldı. Nasıl ihaleler yapıldığı dosya tutanaklarında mevcuttur. O dosyaların da dosyaya istenmesini talep ediyorum” diye konuştu.

Türk’ün ardından avukatlar savunma yaptı. Avukatlar, ek süre talebinde bulundu. Savcı, eksik hususların giderilmesi yönünde mütalaa verdi. Mahkeme, duruşmayı 6 Aralık’a erteledi.

Duruşma sonrası Mezopotamya Ajansı’na (MA) konuşan Ahmet Türk, “Kayyım bütün yolsuzluklarını örtmek için bizi hedef haline getirmiş. Bizim hukuka uygun yaptığımız işler hukuka uygun değilmiş gibi bir dava açılmış” dedi.

Paylaşın

Akşener’den Yerel Seçim Açıklaması: 81 İlde Kendi Adayımızı Çıkaracağız

Partisinin TBMM’deki grup toplantısında konuşan İYİ Parti Lideri Akşener, “Zengin güçlü bir ülke nasıl inşa edilirmiş göstermeye geliyoruz. En iyi bildiğimiz şeyi yapmaya devam edeceğiz. Sokak sokak kapı kapı gezip milletimizin ayağına gideceğiz” dedi ve ekledi:

“25 Ekim 2017’de çıktığımız, bu kutlu yolda; tüm engelleri, iftiraları, baskıları, tek başımıza göğüslediysek, bugünden sonra da, tek başımıza olacağız! Ve önümüzdeki yerel seçimlerde, 81 ilde, kendi adaylarımızla, hür ve müstakil siyasetimizle, tek başımıza, aziz milletimizin huzuruna çıkacağız!”

Akşener, konuşmasının devamında, “Bize bu yolda, dört bir yandan, saldıranlar olacak. Kiralık kalemler hep bizi yazacak, satılık diller, hep bizi konuşacak. Yalanın, iftiranın, rantın karasına bulanmış, kirli eller, hep bizi işaret edecek. Varsın, olsun. Biz, milletimizin sinesinde huzur bulacağız! Dönüp bize, “oyunbozan” diyenler olacak. Doğrudur.

Eğer ortada, milletin zararına oynanan bir oyun varsa, biz o oyunu bozarız! Memleketin geleceğiyle, kumar oynanıyorsa, biz o kumarı bozarız! 22 yıldır, kazananın ve kaybedenin değişmediği, kirli bir çark varsa, biz o çarka, çomak sokarız!” ifadelerini kullandı.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener, yeni yasama yılının ilk grup toplantısında konuştu. Akşener’in açıklamalarından satır başları şöyle:

“Başkent’in göbeğinde; bir evlada, bir babaya, bir eşe, bir kardeşe, Sinan Ateş’e, kıyılmasının üzerinden, tam 278 gün geçti. Onlar, ilk günden beri, Sinan Başkan’ı unutturmaya çalıştı; ama Bengisu, onu unutmadı, Banuçiçek, unutmadı, Ayşe Hanım, unutmadı ve bizler, Sinan Ateş’i unutmadık. Şunu herkes çok iyi bilsin ki; kimsenin unutmasına da unutturmasına da asla izin vermeyeceğiz.

Arsızlar, güçlü diye, haklı olmayacak. Katiller, güçlü diye, özgür kalmayacak. Çevrilmek istenen dümenleri, kabullenmeyeceğiz. Katillerin, elini kolunu sallayarak gezmesine, izin vermeyeceğiz. Gerçekler ortaya çıkana kadar, bu cinayetin, peşinde olacağız. Sinan Ateş’in katilleri yakalanana kadar, mücadeleden vazgeçmeyeceğiz.”

27 Mayıs 2013 tarihi, AK Parti için bir travmadır. Diliyle, diniyle, hayat tercihleriyle, siyasi görüşleriyle, bölüp, paramparça ettikleri bir milletin, ağaçlarına sahip çıkmak için, Gezi Parkı’nda birleştiğini görmek, onlar için bir travmadır.Ülkücüsünden solcusuna, muhafazakarından sekülerine, kadınından erkeğine, gençlerimizin, o dönem, yaklaşık 10’uncu yılında olan, bir müstemleke rejimine karşı sergilediği bu asil duruşu; her ne kadar, türlü müdahalelerle, rayından çıkartmış olsalar da, türlü provokasyonlarla, kirletmiş olsalar da, türlü ayak oyunlarıyla, karalamış olsalar da, bir türlü hazmedemediler, hazmedemeyecekler.

Bakın, üzerinden, 10 yıl geçse bile yetmiyor. Gezi, AK Parti için, öyle bir travma ki, hâlâ intikam almaya çalışıyorlar. Peki kimden? Tutuklulardan mı? Hayır. Bizatihi milletten intikam almaya çalışıyorlar. Yargı sopasını, dilediklerince savurarak, millete göz dağı vermeye çalışıyorlar. “Sakın ola, bir kez daha birleşmeyin.” demeye çalışıyorlar. Büyük bir gayrimeşruluğun, arkasına sığınıp; bu büyük travmayı, bastırmaya çalışıyorlar. O yüzden geçtiğimiz hafta,

Gezi Parkı davasından çıkan sonuç da; AK Parti’nin yaşadığı, travma sonrası stres bozukluğunun, bir neticesidir. Ne yazık ki, ülkemizde bir kez daha vicdan, ihtiraslara tercih edilmiştir. Ne yazık ki, bir kez daha hukuk, koltuklara hizmet etmiştir. Ne yazık ki, bir kez daha vesayet, milletin üzerine çökmüştür. Ülkemizdeki yargı rezaletleri, artık bir seri haline geldi. Yargının, siyasallaşması kadar, bir dayatma ve bastırma aracı hâline gelmesinin de, bedelini ödüyoruz. Üstelik bu bedelin, en ağırını da, Türk gençlerine ödetiyorlar.

Biliyorsunuz gazeteci gençlerimiz, tam 12 gündür tutuklu.  Neden? Sığınmacılarla ilgili, haber yaptıkları için. Şu rezalete bakar mısınız? Sığınmacıların, ülkemizi içine soktuğu, toplumsal ve güvenlik krizinin, boyutları ortadayken; sorunu çözmek yerine, sorunu dile getirenlerden, “işine gelenleri tutuklamak” tam da, Ak Parti’nin zihniyetine yakışır bir tutum. Muhteremler; Kendi beceriksizliğinizin üzerini örtmek için, yargıyı aparat haline getiremezsiniz.

Biri çıkacak, rahat rahat; Hatay’da, depremde şehit olan vatandaşlarımızın, cesetlerinin koktuğunu, ama bir Suriyelinin, naaşının mis gibi koktuğunu söyleyecek, öyle mi? Türk olmaktan gurur duyanlar, saldırılara hedef olacak. Ama Türk milletine, alenen hakaret eden bir ahlaksıza, hakkında, “dostlar alışverişte görsün” misali, başlatılan bir inceleme dışında, hiçbir şey olmayacak, öyle mi? Allah aşkına, hiç mi utanmıyorsunuz?

Zengin güçlü bir ülke nasıl inşa edilirmiş göstermeye geliyoruz. En iyi bildiğimiz şeyi yapmaya devam edeceğiz. Sokak sokak kapı kapı gezip milletimizin ayağına gideceğiz. Kayıkçı kavgalarını suni gündemleri değil milletin gerçek gündemini konuşacağız. 7 yıl evveli hatırlayın nasıl bir sessizlik vardı, bugün de milletin sesini yine tek başımıza duyuracağız. Nasıl baskıları tek başımıza göğüslediysek tek başımıza olacağız. Önümüzdeki seçimlerde 81 ilde kendi adaylarımızla aziz milletimizin huzuruna çıkacağız.

“Türk milliyetçiliğinin gür sesini, duyurmaya geliyoruz”

Milletten değil, pazarlıktan medet uman, ittifak siyasetini reddediyoruz. Biz, İYİ Parti olarak; milletimizin umudunu yeşertmek için, heyecanını canlandırmak için, güveninin tazelemek için, velhasıl o zincirleri kırıp, o cevheri, yeniden göğe yükseltmek için, yepyeni bir yol açıyoruz. Çapulcu diyenlere karşı da, cahil diyenlere karşı da; 85 milyon Türk milletinin, topyekûn azizliğini savunuyoruz. Önüne gelenin, siyasi çıkarlarına göre, manivela yapmaya kalktığı, Türk milliyetçiliğinin gür sesini, duyurmaya geliyoruz.

Beceriksizliğe ve hatta millet düşmanlığına bile, kalkan yapılan demokrasi, esaslı olarak nasıl işletilirmiş, herkese öğretmeye geliyoruz. Biz, bundan sonra da en iyi bildiğimiz şeyi, yapmaya devam edeceğiz. İl il, ilçe ilçe, sokak sokak, kapı kapı gezip milletimizin ayağına gideceğiz. Her bir vatandaşımızın taleplerini, isteklerini ve varsa eleştirilerini dinleyeceğiz. Onlara bahaneler değil, çözümlerimizi anlatacağız.

Kayıkçı kavgalarını, suni gündemleri değil, milletin gerçek gündemini konuşacağız. Nasıl ki, dün korkaklığın sessizliği, her yeri sarmışken, milletin sesini haykırdıysak; bugün de milletin sesini yine tek başımıza duyuracağız.

Nasıl ki 25 Ekim 2017’de çıktığımız, bu kutlu yolda tüm engelleri, iftiraları, baskıları, tek başımıza göğüslediysek bugünden sonra da, tek başımıza olacağız. Ve önümüzdeki yerel seçimlerde 81 ilde kendi adaylarımızla, hür ve müstakil siyasetimizle tek başımıza, aziz milletimizin huzuruna çıkacağız. Bize bu yolda, dört bir yandan, saldıranlar olacak. Dönüp bize, ‘oyunbozan’ diyenler olacak. Doğrudur. Eğer ortada, milletin zararına oynanan bir oyun varsa, biz o oyunu bozarız.”

Paylaşın

Erdoğan’ın Programları Soğuk Algınlığı Nedeniyle İptal Edildi

Cumhurbaşkanı ve AK Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin TBMM’deki grup toplantısına katılımı ve İspanya ziyareti, soğuk algınlığı rahatsızlığı nedeniyle iptal edildi. 

Haber Merkezi / Cumhurbaşkanı Erdoğan, İspanya Başbakanı Pedro Sanchez ile telefon görüşmesi yapmış ve Erdoğan İspanya’ya davet edilmişti. İki ülke arasındaki ilişkiler ve bölgesel gelişmelerin konuşulacağı ziyaret için Erdoğan yarın İspanya’ya hareket edecekti.

İspanya’nın Granada kentinde 5-6 Ekim tarihlerinde yapılacak Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) ile Avrupa Birliği Hükümet ve Devlet Başkanları zirvesinin gündemine Dağlık Karabağ krizinin öne çıkması bekleniyor.

Avrupa Birliği (AB) Dönem Başkanı İspanya’nın Granada kentinde yapılacak iki ayrı zirve sonrasında yapılacak açıklamaların, birliğin muhtemel dönüşüm hamleleri hakkında önemli ipuçları içermesi bekleniyor. 5 Ekim’deki Avrupa Siyasi Topluluğu (AST) Liderler Zirvesi’ni, 6 Ekim’de yapılacak gayriresmi AB Liderler Zirvesi izleyecek.

Granada’da üçüncüsü düzenlenecek AST Zirvesi’ne 47 Avrupa ülkesinin devlet ve hükümet başkanları davet edildi. AST, AB üyesi ülkelerle birliğe komşu ülkelerin ortak çıkarlar konusunda görüş alışverişinde bulundukları bir diyalog ve iş birliği forumu olarak tanımlanıyor.

Bu topluluğun, daha kurumsal bir yapıya dönüşüp dönüşmeyeceğini ise AB’de kararlaştırılacak genişleme reformları belirleyecek. AST zirvesinden bir gün sonra yapılacak AB Gayriresmi Liderler Zirvesi’ne, Avrupa’ya artan düzensiz göçün sınırlandırılması çabalarının yanı sıra genişleme ve bunun için gerekli reformlar hakkında yapılacak istişarelerin damgasını vurması bekleniyor.

Rusya’nın Ukrayna savaşının yol açtığı jeopolitik değişim AB’de geçen yıllarda fiilen rafa kaldırılan genişlemeyi yeniden en önemli gündem maddesi haline getirdi. AB yeniden genişlemek istiyor, bu yolla da Rusya’nın Avrupa’da yeni istikrarsızlıklar çıkarmasını engellemeyi, Kremlin’in nüfuzuna set çekmeyi hedefliyor.

AB’nin önceliği Batı Balkan ülkelerinin üyeliğe alınmaları. Ancak üye olmak isteyen ülkeler, Batı Balkan ülkeleri ile, yani Arnavutluk, Sırbistan, Bosna-Hersek, Montenegro, Kuzey Makedonya ve Kosova ile sınırlı değil. Adaylık statüsü verilen Ukrayna ve Moldova’nın dışında Gürcistan da bu statüyü talep ediyor.

Paylaşın

Yerel Seçimler: İYİ Parti’de Konuşulan Üç Görüş

31 Mart 2024’te yapılması planlanan yerel seçimlere ittifaksız girmeyi hedefleyen İYİ Parti’de seçimler için üç görüş var. Birincisi, “Seçimlerin İYİ Parti aleyhine sonuçlanması da göze alınarak Ankara ve İstanbul’da aday çıkarmak“, ikincisi “CHP ile ittifakı yeniden kurmak“, üçüncüsü de “İttifak yapılmasa bile İstanbul ve Ankara’da aday çıkarmamak“.

Üçüncü görüşün ağır bastığı öne sürülürken İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in seçimlere yakın “Ankara ve İstanbul’da aday çıkarmamayı” kabul edebileceği de iddialar arasında.

Cumhuriyet gazetesinden Merve Kılıç‘ın edindiği bilgilere göre Akşener, parti sözcüsü Kürşad Zorlu, başdanışmanı Buğra Kavuncu ve genel başkanın çevresindeki bazı isimlerin CHP ile ittifak konusuna kapıları tamamen kapalı. Ancak partide farklı görüşlere sahip olan isimler var.

Partililer, yerel seçimlere ittifaksız girilmesi durumunda İYİ Parti’nin zarar göreceği değerlendirmeleri dillendiriliyor. Bazı isimler, “Akşener’in, kırgın olduğu Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın karşısına aday çıkarılmaması” yönünde görüş bildiriyor. Parti, bu illerde de henüz aday olarak kimsenin adını geçirmiyor.

Milletvekillerinde üç görüş var. Birincisi “Seçimlerin İYİ Parti aleyhine sonuçlanması da göze alınarak Ankara ve İstanbul’da aday çıkarmak”, ikincisi “CHP ile ittifakı yeniden kurmak”, üçüncüsü de “İttifak yapılmasa bile İstanbul ve Ankara’da aday çıkarmamak”. Üçüncü görüşün ağır bastığı öne sürülürken Akşener’in seçimlere yakın “Ankara ve İstanbul’da aday çıkarmamayı” kabul edebileceği de iddialar arasında.

Öte yandan Akşener’in genel başkanlığını kasımda bırakacağı iddia edildi. Cumhuriyet’in ulaştığı kurmaylar ise bu iddianın gerçek olmadığını belirtiyor. Akşener’in zaten son dönemi olduğunu kaydeden partililer, yerel seçimlerden önce bırakmanın mümkün olmadığını ifade ediyor.

Paylaşın

Saadet Partisi’nin ‘Kamuda Mülakat Kaldırılsın’ Önerisini AK Parti – MHP Reddetti

Saadet Partisi’nin (SP) kamuya personel alımında mülakatın kaldırılması amacıyla TBMM Genel Kurulu’na getirdiği grup önerisi AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi. “Kamuda mülakatın kaldırılması” AK Parti ve MHP’nin  seçim vaatleri arasındaydı.

Partisinin önerisinin gerekçesini açıklayan SP Grup Başkanvekili İsa Mesih Şahin mülakat mağduru gençlerin yakınmalarını gündeme getirerek, “Bu gençler sizden hiçbir şey istemiyorlar. Sadece adalet istiyorlar. Sizden torpil istemiyorlar, eşit şartlarda yarışmak istiyorlar. Torpili olanın değil hak edenin kazandığı bir sistem istiyorlar. Kayırmacı mülakat sisteminin kaldırılmasını istiyorlar. Cumhurbaşkanının Meclis öncesinde verdiği sözü tutmasını istiyorlar.” dedi.

“Hak eden kazansın, tek derdimiz bu” diyen Şahin, partisinin çözüm önerisini özetledi: “Mülakatlar kaldırılmalıdır, kamuya personel istihdamında ve meslek içi yükselme ve nitelikli görevlere geçilmelerde mevcut bulunan mülakat sistemi kaldırılmalı yerine objektif kriterlere dayalı sınavlar getirilmelidir.”

AK Parti adına konuşan Ankara Milletvekili Orhan Yeğin ise, mülakatın adayların davranış ve tutumlarını tanımak, iletişim becerileri, zekâ, kavrayış gücü, muhakeme yeteneği, algılama hızı, ifade düzgünlüğü gibi bazı yönlerini ölçmek, mesleğe olan ilgilerini, geçmiş deneyimlerini değerlendirmek üzere en uygun ve en nitelikli kişiyi kuruma kazandırmayı amaçlayan bir seçme tekniği olarak mevzuata yerleştiril[diğini] söyledi.

TBMM’nin Salı günkü oturumunda muhalefetin gündeme getirdiği, AK Parti ve MHP’nin seçim vaatleri arasındaki “kamuda mülakatın kaldırılması” önerisi AK Parti ve MHP’li milletvekillerinin oylarıyla reddedildi.

AK Parti’nin seçim vaatleri arasında yer alan kamuda mülakatın kaldırılması konusunda Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin “yüzde 50 mülakat, yüzde 50 KPSS notu” açıklamasında bulunmuş, ardından Erdoğan “Seçim vaatlerim içinde böyle bir söz verdiysem, bunu Milli Eğitim ve İçişleri bakanlarımla görüşerek yeni bir yol haritasıyla ilerletiriz” demişti.

Saadet Partisi’nin (SP) Salı günü personel alımında mülakatın kaldırılması amacıyla TBMM Genel Kurulu’na getirdiği grup önerisiyse AK Parti ve MHP oylarıyla reddedildi.

Partisinin önerisinin gerekçesini açıklayan SP Grup Başkanvekili İsa Mesih Şahin mülakat mağduru gençlerin yakınmalarını gündeme getirerek, “Bu gençler sizden hiçbir şey istemiyorlar. Sadece adalet istiyorlar. Sizden torpil istemiyorlar, eşit şartlarda yarışmak istiyorlar. Torpili olanın değil hak edenin kazandığı bir sistem istiyorlar. Kayırmacı mülakat sisteminin kaldırılmasını istiyorlar. Cumhurbaşkanının Meclis öncesinde verdiği sözü tutmasını istiyorlar.” dedi.

“Hak eden kazansın, tek derdimiz bu” diyen Şahin, partisinin çözüm önerisini özetledi: “Mülakatlar kaldırılmalıdır, kamuya personel istihdamında ve meslek içi yükselme ve nitelikli görevlere geçilmelerde mevcut bulunan mülakat sistemi kaldırılmalı yerine objektif kriterlere dayalı sınavlar getirilmelidir.”

İYİ Parti Kayseri Milletvekili Dursun Ataş “Mülakat uygulaması[nın] yasalarla örülen bir tezgahtan ibaret” olduğunu söyledi. “Düşük puanlar almış yandaşları [işe] alabilmek için mülakata çağrılmaları[nın] gerek[tiğine]” dikkat çeken Ataş bu amaçla “Kadro sayısının iki üç katı aday çağrılıyor” dedi.

“Sonuç olarak da büyük bir emekle okulunu bitirip sınavdan 90-95 puan almış ancak AKP’den torpilli olmayan liyakatli genç mülakatta elenirken 70 puanı zor alabilmiş yandaş […] mülakat tezgahı kullanılarak devlet kadrolarına yerleştirilmektedir.” diyen Ataş, sonuçta “nitelikli gençlerimizin akın akın Avrupa ülkelerine göç ettikleri”ni söyledi.

Yeşil Sol Parti adına konuşan Mardin Milletvekili Beritan Güneş Altın da “mülakat” yönteminin literatürdeki adının “akraba, eş, dost ve yandaş kayırma” anlamına gelen “nepotizm” olduğunu söyledi. Güneş, AKP yandaşlığının da ötesinde “bazı bakanlıklarda bürokrasideki atama süreçlerinde belli bir tarikata veya cemaate üye olmadan atama yapılmadığını bunun bir ön koşul olarak öne sürüldüğünü” de hatırlattı.

“Mülakat uygulaması[nın] yapısal bir sorun haline gel[diğini]” açıklayan Güneş, “mülakatın kaldırılması” sözünün AKP’nin tutmadığı sözler arasında yerini aldığını dile getirdi ve “Üstelik tutmadığınız sözler sadece mülakat sistemiyle ilgili değil. Deprem bölgesinde, seçim öncesinde ziyaret ettiğiniz yerlerde verdiğiniz sözlerin hiçbirinin bugün orada bir karşılığının olmadığını görüyoruz.” dedi ve ekledi:

“Kış geliyor ve deprem bölgesi için verdiğiniz sözlerin hiçbirinin yerine getirilmediğini kendi gözlerimizle gördük. Bunu yurttaşlar da soruyor bizlerde sizlere soruyoruz.”

CHP Tekirdağ Milletvekili Nurten Yontar “Özellikle mülakatla girişin olduğu hangi kamu kurumuna baksak mutlaka saray iktidarının yandaşlarını görüyoruz.” dedi ve ekledi:

“Eğitim sahibi gençler, yazılı sınavlarda 95-100 puan almalarına rağmen sırf yandaş olmadıkları için mülakatlarda eleniyorlar. Onların yerine bakanın dediği gibi kendilerince inançlı olanlar fakat yandaşlıktan başka hiçbir meziyeti olmayan veya sadece imam hatip mezunu oldukları için kamu kurumlarında önemli makamlara getiriliyorlar.

Çocuklarımız yıllarca emek veriyor, hayatlarının bir kısmından çalıp ders çalışıyor. Sonra birileri çıkıp sırf yandaş değil diye mülakatta bu çocuklarımızı eliyor. Bu çocukların hayatını çalmak kimin hakkıdır? Bu evlatlarımızın hakkını hukukunu korumak hepimizin boynunun borcudur. Artık birilerinin hakkını başka birisi yemesin. Adalet herkes için adalet olsun.”

“Mülakat bir seçme tekniğidir”

AK Parti adına konuşan Ankara Milletvekili Orhan Yeğin ise, mülakatın adayların davranış ve tutumlarını tanımak, iletişim becerileri, zekâ, kavrayış gücü, muhakeme yeteneği, algılama hızı, ifade düzgünlüğü gibi bazı yönlerini ölçmek, mesleğe olan ilgilerini, geçmiş deneyimlerini değerlendirmek üzere en uygun ve en nitelikli kişiyi kuruma kazandırmayı amaçlayan bir seçme tekniği olarak mevzuata yerleştiril[diğini] söyledi.

Mülakatla ilgili tartışmaların, “hükûmete iftira atmaktan zevk duyan bazı çevrelerin köpürtmeleriyle” gündeme geldiğini iddia etti. Oya sunulan önerge AK Parti – MHP blokunun oylarıyla reddedildi.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

YSP, Yeni Anayasa Çağrısına Kapıları Kapattı: Demokratik Bir Ortam Yaratılmadan…

Yeni yasama döneminin ilk Meclis grup toplantısında konuşan YSP Eş Sözcüsü İbrahim Akın, “Yaşadığımız gerçeklik önümüzde, Erdoğan’ın kapsayıcı tonda söylediği sözlerin bu şekilde gerçekleşmeyeceğini düşünüyoruz. Türkiye’de demokratik bir ortam yaratılmadan, demokratik bir ortamda söz ve karar süreçleri oluşturulmadan, kapalı kapılar ardında AKP-MHP’nin hazırlayacağı anayasanın bu parlamentodan geçirilmeye çalışmasını kabul etmemiz mümkün değildir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Biz bütün Türkiye’deki halkların, inançların, kimliklerin, insanların katıldığı demokratik bir anayasa yapma sürecinin olması gerektiğini ısrarla ve inatla söylüyoruz. 12 Eylül Anayasasını tepe tepe kullanan ve her türlü otoriter rejimini inşa eden AKP-MHP iktidarı, samimiyet testi olarak öncelikle demokratik bir ortam sağlamalıdır. Bunu sağlamadan yapılacak her çalışmanın sahici, samimi ve gerçekçi olmayacağı açıktır.”

Yeşil Sol Parti (YSP) Eş Sözcüsü İbrahim Akın, yeni yasama döneminin ilk Meclis grup toplantısında konuşma yaparak gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Akın, şunları söyledi:

“Hepinizi sevgiyle ve saygıyla selamlıyorum, hoş geldiniz. Ekranları başında bizleri izleyen değerli halklarımızı da buradan bir kez daha sevgi ve saygıyla selamlıyorum. Evet, yeni bir sürece başladık. Meclis 28’inci döneminin açılışını yapmış oldu ve biz de ilk grup toplantımızı yapıyoruz. Ne yazık ki son 2 günde birçok arkadaşımızın gece baskınlarıyla hukuksuz bir şekilde gözaltına alınmasıyla karşı karşıya kaldık. Demokratik siyasete dönük bu müdahaleyi kabul edilemez bulduğumuzu ifade ediyoruz ve arkadaşlarımızın bir an önce serbest bırakılmasını istiyoruz.

Ayrıca 1 Ekim’de yaşanan şiddet olayı karşısında tutumumuzu açıkladığımız ve aynı zamanda Türkiye’deki en önemli sorunlardan biri olan Kürt sorununun çözümü için yaptığımız basın açıklamasını çarpıtarak özellikle yandaş medyada Eş Sözcümüz Çiğdem Kılıçgün Uçar üzerinden yapılan saldırıları buradan nefretle kınıyoruz. Açıklamamızda şiddeti kabul edilemez bulduğumuzu, Türkiye’de ekonomik, sosyal ve toplumsal olarak Kürt sorunu çözülmediği sürece Türkiye halklarının ağır bedeller ödediğini ifade eden sözlerimizin, “Türk milleti ağır bedel ödeyecek” demişiz gibi çarpıtılmasıyla yapılan manipülasyonları kınıyoruz. Özellikle Cumhurbaşkanı Danışmanı Oktay Saral’ın açıklamalarını ahlaki bulmuyoruz ve bu ahlaksızca yaklaşımını kınıyoruz. Bu konuda gerekli her türlü itirazımızı ve hukuki olarak da çalışmalarımızı yaptığımızı kamuoyuna duyuruyoruz.

Meclis 1 Ekim’de açılış yaptı. Parlamentonun Türkiye halklarının sorunlarının çözülmesi konusunda elinden geleni yapması gerektiğine dair iyi niyet duygularımızı ifade etmek istiyorum. 28. dönemin Türkiye halklarının sorunlarının çözümünde başarılı olmasını diliyorum. Ülkemizin değişime ihtiyacı var, otoriterleşen rejimi değiştirme ihtiyacı var. Halkların iradesini şekillendirmiş barışın ve kardeşliğin iklimini tesis etme ihtiyacı var. Başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal sorunlarımızı barışçıl ve demokratik siyaset zemininde çözme ihtiyacımız var. On yıllardır güvenlik politikaları, şiddet ve savaş yöntemleri denendi ve denenmeye devam ediyor. Bu yöntemlerin sorunları çözmediğini artık anlamış olmamız lazım. Artık onurlu ve adil bir barışa şans tanımanın zamanı gelmiştir, demokratik siyasetin önünün açılmasının zamanı gelmiştir.

Bunun için bütün zeminlerin en verimli ve doğru şekilde kullanılmasının zamanı gelmiştir. Daha ne kadar bomba patlayacak ve şiddet ortamı devam edecek, daha ne kadar harekat yapılacak, daha ne kadar toplumun kutuplaşmasını ve düşmanlaşmasını sağlayan siyasetinizi devam ettireceksiniz? Artık yeter, bu sürecin böyle gitmesi mümkün değildir. Barışa şans verin. Yeşil Sol Parti olarak başından beri sorunların şiddet dışında, demokratik müzakere yoluyla çözüleceği konusunda ısrarla ve inatla söylediğimiz sözlerimizi tekrarlıyoruz. Elbette çözümün konuşulmasının, tartışılmasının en önemli zeminlerinden biri parlamentodur. Kronikleşmeden, içinden çıkılmaz hale gelmeden tüm toplumsal sorunların demokratik ve acil çözümünün yerinin Meclis olduğunu biliyor ve Meclis’in bu bakımdan işlevli hale getirilmesi gerektiğini ifade ediyoruz.

AKP-MHP iktidarı eliyle inşa edilmeye çalışılan tek adam rejimi Meclis’i işlevsiz kılmak için her türlü yöntemi denedi. Meclis neredeyse tek adam rejiminin talepleri doğrultusunda noter haline getirilmeye çalışıldı. Biz bu sürecin böyle yürütülmesini kabul etmiyoruz. Meclis’te 600 milletvekili var ve bu vekiller Türkiye halklarının iradesiyle seçilmiş ve onların sorunlarını çözmek için görevlendirilmiştir. Ve onları temsilen buradadırlar. Biz 600 vekilin iradesini gasp eden ve Meclis’i noter gibi değerlendiren bu anlayışı kabul etmiyoruz. Meclis’in bu dönemde gerçek anlamda demokratik tartışmaları ve müzakereleri yapması gerektiğini, Türkiye’nin en temel sorunları olan demokratik sivil bir anayasayı yapmaya aday olması gerektiğini düşünüyoruz. Bunun için de her türlü çalışmayı ve mücadeleyi yürütmeye kararlıyız.

Meclis açılışında yaptığı konuşmada AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan, Türkiye’de herkesi kapsayan bir anlayışla anayasa tartışması yapacaklarını söyledi ve temel olarak da AB meselesi ile ilgili kıyaslayarak “Kopenhag Kriterlerini Ankara kriterleri olarak uygularız” dedi. Biz Türkiye’deki mevcut duruma göre Ankara kriterlerinin ne olduğuna bakmaya çalıştık. Türkiye’de şu anda yeni bir toplumsal sözleşmeye ihtiyaç olduğunu kabul ediyoruz. Sivil demokratik yeni bir anayasa yapma iddiasında olduğumuzu ifade ediyor ve diyoruz ki eğer Kopenhag Kriterleri gerçek anlamda uygulanacaksa bu kriterlerin en temel özelliği demokrasidir.

O zaman 22 yıldır iktidarda olan Erdoğan’a Kopenhag Kriterlerini hatırlatıp sormak istiyoruz. Kopenhag Kriterleri hukukun üstünlüğüdür. Yarattığınız yasasızlık rejimi mi Ankara kriterleriniz? Anayasaya göre uyulması zorunlu olan AİHM kararlarını yok sayarak mı hukukun üstünlüğünü sağlayacaksınız? Mevcut anayasanın en temel demokratik ilkelerini bile uygulamadan mı hukukun üstünlüğünü sağlayacaksınız? Yoksa katliam suçlarına karşı oluşturduğunuz cezasızlık mıdır Ankara kriterleriniz?

Kopenhag Kriterlerinin bir diğeri de demokrasiye güvence olan bütün kurumların işletilmesidir. AKP-MHP iktidarı olarak halkın iradesini gasp edip parti kapatarak, kayyım rejimi inşa ederek mi demokratik kriterlerini uygulayacak? Yoksa milletvekili dokunulmazlıklarını kaldırarak mı demokrasi kriterlerini uygulayacaksınız? Ya da gece baskınlarıyla mı demokrasi kriterlerini uygulayacaksınız? İnsan haklarına ve azınlık haklarına saygıyı teminat altına alan istikrarlı kurumların varlığı Kopenhag Kriterlerinin en önemli üçüncü maddesidir. Bunu konser yasaklayarak, filmlere sansür uygulayarak, kültürlere düşmanlık yaparak mı uygulayacaksınız? Yoksa elinizin değdiği her coğrafyada yarattığınız savaş, çatışma ve kan iklimiyle mi başaracaksınız?

Ya da başta Kürt sorunu olmak üzere toplumsal sorunların çözümünde baskıyı, yok saymayı, savaşı, güvenlikçi politikaları mı dayatacaksınız? Tecrit politikasını derinleştirerek mi insan haklarını savunacaksınız? Gezi tutsaklarına müebbet ceza vererek mi, Kobanî Kumpas Davasında siyasetçileri siyasi rehine haline getirerek mi Ankara’nın kriterlerini gerçekleştireceksiniz? İstanbul Sözleşmesini iptali ederek mi Ankara’nın kriterlerini gerçekleştireceksiniz? Yoksa insanların yaşam biçimine müdahale ederek mi gerçekleştireceksiniz?

Yaşadığımız gerçeklik önümüzde, Erdoğan’ın kapsayıcı tonda söylediği sözlerin bu şekilde gerçekleşmeyeceğini düşünüyoruz. Türkiye’de demokratik bir ortam yaratılmadan, demokratik bir ortamda söz ve karar süreçleri oluşturulmadan, kapalı kapılar ardında AKP-MHP’nin hazırlayacağı anayasanın bu parlamentodan geçirilmeye çalışmasını kabul etmemiz mümkün değildir. Biz bütün Türkiye’deki halkların, inançların, kimliklerin, insanların katıldığı demokratik bir anayasa yapma sürecinin olması gerektiğini ısrarla ve inatla söylüyoruz. 12 Eylül Anayasasını tepe tepe kullanan ve her türlü otoriter rejimini inşa eden AKP-MHP iktidarı, samimiyet testi olarak öncelikle demokratik bir ortam sağlamalıdır. Bunu sağlamadan yapılacak her çalışmanın sahici, samimi ve gerçekçi olmayacağı açıktır.

Bu Ankara kriterleri karşısında Yeşil Sol Parti’nin kriterlerini sizlerle paylaşmak istiyoruz. Biz özgürlükçü, eşitlikçi, katılımcı, ekolojik bir anayasa için gerekli her türlü çalışmayı Meclis’te sonuna kadar yapmaya hazırız. Çeşitli hazırlıklarımızın olduğunu zaten söylemiştik. Şimdi çok daha güçlü bir şekilde bu yasama yılında bunları gerçekleştirme konusunda kararlıyız. Ve bütün halkımızı önümüzdeki dönemde bu tartışmaların parçası olmaya çağırıyoruz. Yeni anayasa konusunda herkese çağrımız şudur; gelin yüzyıllık Cumhuriyeti inkara ve yok saymaya dayalı otoriter kimliğinden kurtaralım ve ikinci yüzyılda Cumhuriyetin gerçek anlamda demokrasi ile buluştuğu bir süreci birlikte inşa edelim. Bu konuda bütün toplumun ortak iradesini ve gerçekliğini sağlayalım.

“Gezi’nin arkasında durmaya devam edeceğiz”

Biliyorsunuz bir Gezi Davası sonuçlandı birkaç gün önce. Sivil anayasanın demokratik olarak özellikle örgütlenmesi önünde her türlü engelin olduğu bir kez daha ortaya çıktı. Gezi’de yaşanan süreçlerin herkes tarafından bilindiğini ve uzun uzun anlatılacak bir hikaye olmadığını görüyoruz. Yedi milyon insanın kendisini ifade etmek ve doğasına, yereline ve aynı zamanda hayatına sahip çıkmak için katıldığı süreçlerin, demokratik zeminde protesto olarak yapılan işlerin hepsini darbe olarak değerlendirerek Osman Kavala, Can Atalay, Çiğdem Mater, Tayfun Kahraman ve Mine Ezerden’in müebbetle cezalandırılması kabul edilemezdir.

AİHM’in ilgili 10 Aralık 2019 tarihli kararı yok sayılmıştır. Avrupa Konseyi Başkanlık Komitesinin 2 Şubat 2022 tarihli ihlal prosedürünü başlatma kararı da yok sayılmıştır. Bu karar hem ulusal hem de uluslararası anlamda hükümsüzdür. Biz bunun takipçisi olmaya ve Gezi’deki insanlarımızın arkasında olmaya devam edeceğiz. Gezi’de kaybettiğimiz bütün canlarımızın mücadelesine sahip çıkmaya devam edeceğiz.

“Deprem bölgesinde insanlarımız ciddi sorunlarla karşı karşıyadır”

Yine bir pembe tablonun parçası olarak AKP Genel Başkanı Erdoğan depremle ilgili şöyle bir açıklama yaptı. Diğer ülkelerle kıyaslandığında en hızlı biçimde ve en aktif bir şekilde deprem bölgelerinde yaraların sarıldığını ve deprem bölgesindeki bütün sürecin çok iyi bir şekilde yönetildiğini anlatmaya çalıştı. Uzun uzun cümleleri var, buradan şimdi bunları paylaşmak istemiyorum. Ama bizim gördüğümüz gerçeklik bu değildir. Keşke böyle olsaydı ve depremdeki 15 bine yakın yurttaşımızın yaraları sarılmış olsaydı da biz buradan bu meseleyi konuşmamız olsaydık. Ama gördüğümüz tablo tam tersidir.

Biz 2. günden itibaren Eş Sözcümüz Çiğdem Kılıçgün ile beraber deprem bölgesindeydik. Depremin üstünden yaklaşık 7 ay geçti, 8’inci aya varıyor. 15 gün önce yine bir heyetimizle beraber bölgeye gittik. Gördüğümüz tablo AKP-MHP iktidarının söylediği gibi değildir. Tam tersine şu anda insanlarımız çok ciddi sorunlarla karşı karşıyadır, vicdanları yaralayan bir durumla karşı karşıyadır. Hala deprem sonrası süreçte hiçbir değişiklik yoktur. Şu anda insanlarımız konut sorunu yaşamaktadırlar. En acil su sorunu yaşamaktadırlar. Yıkılması gereken binlerce bina yıkılmamıştır. Yıkılanlar da orada yaşayan insanların yaşamlarını tehdit etmektedir.

Yıkım sırasında alınmayan tedbirlerden dolayı asbest çok yaygın bir şekilde hastalık yaymaktadır. Asbest insanlarımızın cilt kanserine yakalanmasına da sebep olabilecek bir tehdit oluşturmuştur. Hatay Tabip Odasının açıklamasına göre asbestin yarattığı seksen civarında rahatsızlık gündeme gelmiştir ve o koşullarda artık tedavi edilemez duruma gelmiştir. Erdoğan, “Biz şu anda iki yüz bin konutun temelini attık ve en kısa zamanda bütün deprem mağdurlarını bu konutlara yerleştireceğiz” diyor. Bizim gördüğümüz tablo tam tersidir.

Örneğin Malatya ve Adıyaman’da bazı yerlerde konutlaşma başlamıştır, ancak Hatay’da bir tane konut bile yapılmamıştır. Bunun çok somut örneğini dün Hatay İskenderun’da gördük. Çadırlarda kalan insanlarımız maalesef sel altında kalmışlardır. İşte Erdoğan’ın yalanı 2 gün sonra açığa çıkmıştır. Bu gerçekleri yok sayarak depremi unutturmaya çalışanlar karşısında biz Meclis’i depremi unutturmamak ve çözüm üretmek için olağanüstü toplantıya çağırdık.

Toplantımıza cevap bulamadık ve yeterli çoğunluk sağlayamadığımız için de maalesef Meclis deprem gündemiyle toplanamadı. Biz buradan sesleniyoruz; 15 milyon insanı ağır etkileyen, binlerce insanın canına mal olmuş olan bu durum karşısında Meclis’in araştırma, soruşturma, yerinde inceleme yapmasına ihtiyaç vardır. İncelemelerde bizim gördüğümüz hikayeler mi gerçek, yoksa iktidarın söyledikleri mi? Bizim gördüklerimiz gerçek değilse buradan sizlerin huzurunda özeleştiri vermeye hazırız.

Biz şunları tespit ettik: Acil su ihtiyacı vardır, insanların insanca yaşayabileceği konuta veya konteynerlere ihtiyaç vardır. Okula gidebilecek insanlarımızın okula gidecek olanakları kalmamıştır. Okullar yıkılmıştır, sağlık sistemleri çökmüştür. Mesela sadece Hatay’da 72 tane sağlık merkezi çökmüştür. Şu anda Hatay’da 1 milyon insan yaşamasına rağmen 1 tane cerrah vardır. O da sağlık sisteminin altyapısı olmadığı için hizmet sunamamaktadır. 75 doktor başvurusu yapılmıştır ama bu başvuruya talep olarak 6 tane doktor gitmiştir.

“Gelin Meclis’te bir araştırma ve gözlem komisyonu kuralım”

Bizim talebimiz şudur; bu bölgede yaşayan insanların hizmetlerine destek vermek için AFAD bölgesi ilan edilmesi lazım. Yani olağanüstü koşulların yaşandığı bölgelerde hizmetlerin yapılması lazım. Bu yapılmadığı sürece oraya ne doktor gidecek ne öğretmen gidecektir. Ve insanlarımız şu anda okula gidemeyen çocuklarıyla baş başa kalmışlardır. Dolayısıyla bu kadar ağır koşullarda yaşayan insanlarımızın acilen yardıma ihtiyaçları vardır. Meclis’teki bütün partilere buradan çağrımız şudur; gelin bir araştırma ve gözlem komisyonu, bir heyet oluşturalım. Deprem bölgesine gidilsin, değerlendirilsin ve bu süreç orada görülsün ve çözüm önerileri Meclis’e getirilsin. Biz elimizden geleni yapmaya varız. Deprem mağdurlarını ve depremde yaşananları ısrarla, inatla unutturmayacağız ve deprem mağdurlarıyla olmaya devam edeceğiz.

Ekonomiyle ilgili Erdoğan açıklamalarında, halkın canını yakan hayat pahalılığından bahsetti ama yaşam standardının yükseldiğinden de bahsetti. Biz bunu anlamadık. TÜİK’in açıklamasını, yani şu anda kendi kurumlarının yaptıkları analizleri bile kabul etmeyen, onları yok sayan bir açıklamayla karşı karşıya kaldık. Tüketici Hakları Derneği şöyle bir araştırma yapmış. Türkiye’deki insanların yüzde 82’si açlık ve yoksulluk sınırları altına kalmış. Bu kadar açık bir yoksulluk meselesi var. Dolayısıyla biz buradan şunu söylemek istiyoruz; Türkiye’deki mevcut ekonomik durum bu kadar vahimken, çalışanların ve emeklilerin durumu bu kadar vahimken, emekliler neredeyse yaşayamaz hale gelmişken, durumu iyileştireceğiz deyip bunu Ocak ayına erteleyen bir anlayışı kabul etmiyoruz. Evet, bunun karşısında başka bir hikaye daha var ekonomiyle ilgili.

Yine araştırmalara göre Türkiye’deki bankaların ve sermaye gruplarının önemli miktarda yüksek kar elde ettiği söyleniyor. 2022 yılının kar oranı açıklandığında katlanmış bir kar oranı gözüküyor. Yüzde 112. Bir kısım şirketler ve bankalar yüzde 112 kar ediyor ama emeklimizin ve çalışanımızın geliri, maaş arttığı gün bile yapılan farklarla beraber cebinden alınıyor. Böyle bir hikaye yok.

Bu koşullarda insanların barış içinde yaşaması mümkün değil. Onun için de zaten her yerde silahlar patlıyor, adliye önünde kavgalar oluyor, insanlar birbirlerine giriyorlar. İnsanların artık ruhsal bozukluklar içerisine girdiğini bilim insanları da söylüyor. Buradan bir kez daha sesleniyoruz; bu ekonomik koşullarda Türkiye’yi yönetmek mümkün değildir. Siz otoriter ve faşizan rejiminizi inşa etmeye çalışıyorsunuz ama aynı zamanda anayasayı herkesin katıldığı ve benim anayasam diyeceği bir şekilde yapma iddianız var. Bunun gerçekçi olmadığını buradan bir kez daha söylüyorum.

Dış politika meselesiyle ilgili de Erdoğan’ın açıklaması var. Erdoğan şunu söylüyor: “Biz dostluk elimizi bütün dünyaya, bütün bölgelerimize uzatıyoruz”. Nereye uzatıyor? Suriye’ye uzatıyor, Libya’ya uzatıyor ve başka ülkeleri sıralıyor. Biz de diyoruz ki bu mevcut ülkelerde dostluk elinizi uzattıysanız, barışı temin ettiyseniz vay halimize. Çünkü bu ülkelerde sürekli insanlar çatışma içinde. Son örnek Karabağ’da yaşanan durum. Ve en son bu sürecin bir parçası olarak Irak’ta yaşanan durumları sizlerle paylaşmak isteriz.

Irak’ta ve Suriye’de yaşanan müdahaleler ve yapılan operasyonlar, oradaki halklar arasında düşmanlığı besledi ve aynı zamanda bu düşmanlık siyasetinin sonucu olarak da ülkemizde hayatı derinden etkileyen ekonomik krizlerin ve toplumsal süreçlerin bir parçası oldu. Biz buradan ısrarla şunu söylüyoruz; bu siyasetinizin sonu gelmiştir. Bu yöntemler denenmiş yöntemlerdir. Denenmiş yöntemlerle bütün dünyadaki süreci değerlendirip barışı sağlayamazsınız, dostluk elini uzatamazsınız. Ancak ve ancak kendi çıkarlarınız için neo-liberal politikaların parçası haline gelmiş olursunuz.

Son olarak sizlerle şunu paylaşmak isterim. Ülkemiz böyle bir süreçten geçerken, biz de seçim sonrası uzun tartışmalar ve değerlendirmeler yaptığımız bir kongre sürecindeyiz. Konferanslarımızı ve çalıştaylarımızı yaptık. 15 Ekim’de bir kongremiz var. Buradan sizler vasıtasıyla tüm halkımıza şunu ifade etmek istiyoruz. Bu kongre bizim için tarihi bir kongredir. Yenilenmenin güçlü bir şekilde sözünü söyleyeceği, Türkiye’nin demokratik siyasetinde, barışında, özgürlüğünde, eşitliğinde, adaletinde Yeşil Sol Parti’nin yeni ismiyle çok güçlü bir şekilde yenilenerek sorumluluk alacağı bir sürecin içindeyiz.

Biz bu kongreye tarihsel bir önem atfediyoruz. Bütün halklarımızı, bütün yoldaşlarımızı bu kongrenin değişimine ve sözüne ortak olmaya, “Özgürlük İçin Yeniden” buluşmaya çağırıyoruz. 15 Ekim’de “Özgürlük İçin Yeniden” şiarıyla yapacağımız kongrenin, Türkiye’deki bütün halklar için, özgürlük için, eşitlik için, barış içinde demokratik bir yaşam için çok önemli olduğunu düşünüyoruz. Onurlu ve büyük bir geleneğin taşıyıcısı olarak sürdürdüğümüz bu görevi bizden sonrakilere devretme kararlılığındayız. Halkların özgürlük ve demokrasi mücadelesinde vardık, varız, var olacağız. Gelecek güzel günlere olan inancımızla sizleri saygıyla ve sevgiyle selamlıyorum.”

Paylaşın

AİHM’den Türkiye Aleyhine Bir Hak İhlali Kararı Daha

Sosyal medya paylaşımları nedeniyle Baran Durukan ve İlknur Birol hakkında verilen mahkumiyet kararlarını inceleyen AİHM, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 10’uncu maddesini ihlal ettiğine hükmetti.

Euronews Türkçe’nin aktardığına göre; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), potansiyel olarak caydırıcı etkileri göz önünde bulundurulduğunda, cezai mahkumiyetlerin ve hapis cezalarının, Ceza Kanunu’nun 231’inci maddesi doğrultusunda “hükmün açıklanmasının ertelenmesi” kararlarıyla birlikte, başvuranların ifade özgürlüğü hakkına bir müdahale teşkil ettiğine karar verdi.

Böylece Mahkeme, Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 10’uncu maddesini ihlal ettiğine hükmetti.

AİHM, Anayasa Mahkemesi’nin 2022’de verdiği bir karara atıfta bulunarak, Durukan ve Birol’a uygulanan “hükmün açıklanmasının ertelenmesi” tedbirinin kapsam ve uygulama şeklinin başvuranlara demokratik bir toplumda hukukun üstünlüğünün gerektirdiği koruma derecesini sağlamak için yeterli açıklıkta tanımlamadığı değerlendirmesinde bulundu.

Ne olmuştu?

2000 doğumlu Baran Durukan, Temmuz 2018’de Facebook hesabından PKK, Abdullah Öcalan ve Kobani’yle ilgili paylaşımlarında terör örgütü lehine propaganda yapmak suçundan bir yıl on gün hapis cezasına mahkum edildi. Ağır Ceza Mahkemesi de bu mesajların PKK ve YPG’yi desteklediği, liderlerini övdüğü ve uygulamalarını meşrulaştırdığı sonucuna vardı.

1965 doğumlu İlknur Birol ise Mayıs 2019’da Twitter hesabından Aralık 2013’te yürütülen yolsuzlukla mücadele operasyonlarıyla bağlantılı olarak yaptığı paylaşımda Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a hakaret gerekçesiyle on ay hapis cezasına çarptırıldı.

İlgili yargılamaların sonunda yerel mahkemeler, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun 231’inci maddesi uyarınca iki başvuran hakkında “hükmün açıklanmasının ertelenmesine” karar verdi.

Durukan’ı üç yıl, Birol’u ise beş yıl denetimli serbestlik süresine tabi tutma kararı doğrultusunda kasıtlı bir suç işlemedikleri takdirde mahkumiyetlerin ve davaların düşeceğine, aksi takdirde ise kararların yürürlüğe gireceğine hükmedilmiş; 2018 ve 2020 yılları arasında, başvuranların bu kararlara karşı itirazları ve bireysel Anayasa Mahkemesi’ne yapılan başvurular yetkili mahkemeler tarafından reddedilmişti.

AİHM’in atıfta bulunduğu “Atilla Yazar ve Diğerleri” olarak bilinen dava kapsamında Anayasa Mahkemesi, 5 Temmuz 2022’de yargılamanın ertelenmesini öngören mevzuatın uygulanmasında gözlemlenen adil yargılanma güvenceleri ihlallerinin yasallık şartını karşılamadığı anlamına geldiğine karar verdiği karar vermişti.

Paylaşın