Taksim Meydanı Bu Yıl Da 1 Mayıs’a Kapalı

İstanbul Valiliği, bu yılda da 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanmasına izin vermedi. DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB ve CHP, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına yönelik açıklamalarda bulunmuştu.

Haber Merkezi / İstanbul Valiliği, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ne sayılı günler kala Taksim Meydanı kararını açıkladı.

İstanbul Valisi Davut Gül, önümüzdeki çarşamba gününe denk gelen 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı ile ilgili olarak “Taksim bu tür etkinliklerin tamamına kapalı. Talep eden herkese Taksim’de kutlamaların olmayacağını ilettik. Taksim’in dışındaki bir alanda kutlanacak” dedi.

Vali Gül, kutlamalar için belirlenecek alanın bu hafta içi duyurulacağını da belirtti.

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Diş Hekimleri Birliği (TDB) ve CHP 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına yönelik açıklamalarda bulunmuştu.

1 Mayıs ve Taksim Meydanı

Türkiye’de 1 Mayıs İşçi Bayramı, ilk defa 1911 yılında Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde bulunan Selanik’te kutlanırken İstanbul’daki ilk kutlama 1912 yılında gerçekleştirildi. 1923 yılında 1 Mayıs’ın yasal olarak İşçi Bayramı ilan edilmesinden bir yıl sonra hükûmet, kutlamaların kitlesel olarak gerçekleştirilmesini yasakladı. 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile de İşçi Bayramını kutlamaları tamamen yasaklandı.

Cumhuriyet döneminde yükselişe geçen işçi hareketi tarafından uzun yıllar kutlanamayan 1 Mayıs, ilk defa 1976 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) öncülüğünde yüz bini aşkın kişinin katılımı ile Taksim Meydanında gerçekleştirildi. 1977 yılına gelindiğinde ise Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu daha kitlesel bir kutlama için hazırlıklara başladı.

Tertip Komitesi ile İstanbul Valiliği ve İstanbul Emniyeti arasında yapılan görüşmeler sonucu iç güvenliği DİSK’in, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı dış güvenliği ise emniyet güçlerinin sağlaması konusunda anlaştılar. Ulaşım kolaylığı ve merkezi konumu nedeniyle kutlama yerinin Taksim Meydanı olması konusunda da anlaşma sağlandı.

Bu süreçte, DİSK’in politikalarına karşı çıkan bazı Maoist gruplar da DİSK’in bu 1 Mayıs kutlamalarına katılmak istediklerini belirtmişlerdi. DİSK ise, kendi disiplinlerini bozacağını ve olay çıkaracağını düşündüğü bu grupların kutlamaya katılmalarını istemedi. Buna karşın söz konusu gruplar zorla da olsa Taksim Meydanı’na gireceklerini ilan ettiler. Bu koşullarda, 1 Mayıs öncesi dönemin gazetelerinin bazılarında 1 Mayıs’ta olayların çıkacağı, insanların ölebileceği yönünde köşe yazıları yayınlandı.

1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı’nı kutlamak üzere çeşitli illerden İstanbul’a gelenler ile birlikte yüz binlerce kişi Taksim Meydanı’ndaki kutlamalara katıldı. Katılımın yüksek olması sebebiyle kortejlerin alana girmesi uzun sürdü, konuşmalar da uzadı.

Saat 19.00 sularında dönemin DİSK genel başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna geldiğinde Saraçhane tarafından Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşün sonunda Sular İdaresi arkasına kadar gelen Maocu gruplar kordon oluşturmuş DİSK güvenlik görevlileriyle çatışmaya girerek ateş açmaya başladılar. Bunun ardından tüm Taksim Meydanı’nı saran silah sesleri duyulmaya başlandı.

Gerek DİSK gerekse kutlamaya katılan çeşitli kuruluşlardan Sular İdaresi binasının üstünden ve Intercontinental Oteli’nin (bugün The Marmara Oteli) üst katlarından ateş açıldığı iddialarında bulunuldu. Taksim Meydanı’nın dolduran kalabalık panik halinde kaçmaya çalışırken polis de ses bombaları ve panzerlerle kalabalığa müdahale etmeye başladı.

Meydandan kaçmak için Kazancı Yokuşu’na yönelen büyük bir kalabalık park edilmiş DİSK üyesi Teknik-İş sendikasına ait bir kamyonun önünde sıkışınca burada birçok kişi ezildi. Sonuç olarak, 28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi silahla vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak toplamda 34 kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 130 kişi de yaralandı. DİSK’in yayınladığı listede ise 36 kişinin öldüğü belirtildi.

Olay sonrası 470 kişi göz altına alındı fakat hiçbirinin olayla ilgisi kurulamayarak serbest bırakıldılar. Tertip komitesi, bazı sendika ve sol gruplardan 98 kişi hakkındaki yargılamalar 14 yıl boyunca sürdü. Bu yargılamalardan kimse ceza almadı. Emniyet veya devlet yetkililerinden herhangi birinin yargılanmadığı dava zaman aşımına uğrayarak düştü. Bunun üzerine dava, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. Bugüne kadar ateşi kimlerin açtığı tam olarak belirlenememiş ve olay aydınlatılamadı.

1980 askeri darbesinin yasaklarından 1 Mayıs da kurtulamadı. 7 yıl boyunca işçi kutlamalarına izin verilmedi.  1987’de sadece milletvekillerinden oluşan bir grup Taksim anıtına çelenk bırakabildi. 1989 ve 1990’daki kutlama girişimlerinde bir işçi hayatını kaybederken bir üniversite öğrencisi felç oldu.

2010, işçi bayramının yeniden binlerce kişi ile kutlandığı ilk yıldı. Taksim Meydanı’nı 200 bin kişi doldurdu, görkemli bir kutlama gerçekleştirildi. Fakat 2013’te mügelerin yerini yine göz yaşartıcı bombalar ve şiddet aldı. Sendikaların 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı Taksim Meydanı’nda kutlama ısrarı göstericilerle güvenlik güçlerini karşı karşıya getirdi.

1 Mayıs İşçi Bayramı

İlk kez 1856’da Avustralya’nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesinden Parlamento Evi’ne kadar bir yürüyüş düzenlediler. 1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar.

Chicago’da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Luizvil’de (Kentaki) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Luizvil’deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, ‘Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu’ şeklinde yorumlandı.

Bu gösteriler 1 Mayıs’ı izleyen günlerde tüm harareti ile devam etti ve 4 Mayıs’ta kanlı Haymarket Olayı’na yol açtı. Uygulanan yasal baskılarla bu gösterinin tekrarlanması engellendi. 14 Temmuz-21 Temmuz 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi.

Zamanla 8 saatlik iş günü birçok ülkede resmen kabul edildi. 1 Mayıs böylece işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazandı. Günümüzde sosyalist ülkelerde (Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Laos, Küba, Venezuela, Nepal, Bolivya) ve daha birçok ülkede tatil günü olan 1 Mayıs’ı işçiler büyük kitle gösterileriyle kutlar; bazı ülkelerde 1 Mayıs siyasal bir eylem biçimini de alır.

Paylaşın

Erdoğan’dan ‘Fahiş Fiyat Ve Kamuda Tasarruf’ Mesajı

Irak ziyareti dönüşü gazetecilerin sorularını yanıtlayan Erdoğan, “Önceliğimiz ve birinci hedefimiz, tasarrufu kamu harcamalarında uygulamak, enflasyonu düşürmek ve ekonomiyi rahatlatmaktır. Bunu daha önce biz başardık. Yine başaracağız” ifadelerini kullandı.

Son dönemde gıda fiyatlarındaki artışın ekonomik gerekçeye tabi olmadan artıranlara caydırıcı tedbirler konacağına dikkat çeken Erdoğan, ne kadar maaş artışı yapılırsa yapılsın sorunun devam edeceğini belirtti. Erdoğan, ilgili bakanlıkların fiyatları denetlenme konusunda çalışma yaptıklarını aktardı.

Erdoğan, “Ambalajların üzerine fiyatlarının yazılması konusu da düşünülebilir. Burada taviz veremeyiz, üzerine üzerine gideceğiz. Milletimizin fahiş fiyat yükünün altında ezilmesine asla müsaade etmeyeceğiz. Bunu kim yaparsa yapsın bedelini fazlasıyla ödeyecek” diyerek sözlerini sonlandırdı.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Irak ziyareti dönüşünde uçakta basın mensuplarının sorularını yanıtladı. Gazete Duvar’ın aktardığına göre, gazetecilerin sorduğu sorular ve Erdoğan’ın verdiği yanıtlar şöyle:

Irak’la terörle mücadele konusunda ‘Bu yaz itibariyle Irak sınırında terörün çözüleceğini’ söylemiştiniz. Irak ile bir ortak operasyon mu söz konusu? Yoksa bu operasyonu Türkiye kendi başına mı yapacak? Bu konu Irak’taki temaslarınızda gündeme geldi mi? Süreç nasıl işleyecek?

Irak’ta da Suriye’de de özellikle terör bataklığı sadece bizim çalışmamızla değil, buradaki her iki ülke yönetiminin müşterek gayretleriyle kurutulacaktır. Bunun yanında biz bütün terör örgütleriyle ayrımsız bir şekilde aralıksız mücadelemizi sürdürüyoruz. Özellikle Irak ve Suriye’de yuvalanmış PKK/PYD/YPG ile ilgili mücadelemiz uzun yıllardır bildiğiniz gibi kapsamlı bir şekilde sürüyor. Bundan sonra da yine aynı kararlılıkla bu devam edecek. Gerek yurt içinde gerek sınırlarımızın hemen ötesinde, uluslararası hukukun içinde ve komşularımızın toprak bütünlüğü noktasındaki hukukuna da saygılı olarak bu mücadele devam edecektir.

Gönül ister ki komşularımız topraklarından bize yönelen tehditler karşısında gereken tavrı kendileri koysun ve müşterek olarak bu mücadeleyi sürdürelim. PKK/PYD/YPG terör örgütü Irak’ın da istikrarına, kalkınmasına, huzuruna bir tehdittir. Bu tehdidin ortadan kaldırılması Irak’ın da çıkarınadır. Ben inanıyorum ki bu gerçeği görüyorlar ve artık bu pürüzün yok edilmesi için irade ortaya koyacaklardır. Irak’ın kalkınma vizyonunun, uluslararası yatırımların güvenliği için bu terör çukurlarının dümdüz edilmesi ve Irak için öngörülebilir yarınların inşa edilmesi şarttır. Biz terörü öyle ya da böyle yok edeceğiz. Biz bu konuda kararlıyız. Terörle ve terör örgütleriyle birlikte yol yürüyenlere, terör örgütlerini maşa olarak kullananlara meydanı asla bırakmayacağız.

Su meselesi iki ülke arasındaki önemli konulardan biri. Irak’ın Fırat ve Dicle nehirlerinden akıtılan su miktarı konusunda önemli bir beklentisi vardı. Su konusunda iki tarafı bir araya getirecek iş birliği ya da anlaşma olabilir mi?

Burada kaynakların su konusunda akılcı kullanılması gereği söz konusu. Irak’ın su konusunda bizden talepleri bulunuyor. Bu noktada yapılması gereken dünyanın değişen iklim şartlarına uygun yeni planlar, programlar ortaya koymak ve suyun sürdürülebilir kullanımını temin etmektir. Akıldan çıkartmamak gerekir ki bizim de en az onlar kadar su konusunda sıkıntımız bulunuyor. Türkiye de su zengini değil ve su stresi yaşayan ülkeler kategorisinde. Yani, kısa süre içerisinde planlamalarımızı hayata geçiremezsek biz de su temini konusunda sorun yaşayabiliriz. Dolayısıyla temkinli adım atmamız gerekiyor.

Bu doğrultuda yapılacak değerlendirmelerle bir ortak noktada buluşmak mümkün olabilir. Teknik meseleler ayrıntılı incelenmeden, geleceğe yönelik senaryolar oluşturmadan ‘yaptık oldu’ mantığıyla bunlar halledebilecek konular değildir. Türkiye bu konularda duygusal değil, akılcı, uzlaşmacı ve çözüm odaklı bir yaklaşım tarzını benimsemektedir ve buna devam edeceğiz. Yapacağımız iyi niyetle ve yapıcı bir yaklaşımla diyaloğu sürdürmek, ortak projeleri hayata geçirmek ve ortak sorunumuza müşterek çözümler üretmektir. Çünkü su, çatışma aracı değil müşterek çıkarlarımıza hizmet edecek bir iş birliği alanı.

Gazze’de İsrail tarafından yapılan bir soykırım var. Gazze’de kalıcı ateşkesin sağlanması için çalışmalar da bulunuyor. Türkiye olarak çok yoğun diplomasi trafiği yürütüyoruz. Son olarak Hamas lideriyle görüştünüz. Ayrıca birçok liderle de temaslarınız oldu. Kalıcı ateşkesin sağlanması için ümidiniz var mı? Irak’la görüşmeleri nasıl değerlendirirsiniz?

Gazze meselesine 7 Ekim öncesinin perspektifiyle bakarsak hata ederiz. Çok daha hassas olmamız gerekiyor. İsrail’in eşi benzeri görülmemiş katliamlara imza atması ve Gazze’yi yok etmek üzere harekete geçmesi, bu konudaki yaklaşım biçimlerini değiştirmesi lazım. Gazze’nin İsrail tarafından ele geçirilmesi, başka işgallerin de kapısını aralar. Gazze’nin, İsrailli hırsız teröristlerin yerleşimine açılması İsrail’i daha saldırgan, daha pervasız yapar. Buna da bizim müsaade etmemiz söz konusu olamaz. Dolayısıyla atmamız gereken adımlar var. İsrail’in bu şımarık, cani tavırları karşısında bizler de Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’ni devreye sokma, onlarla müşterek bazı adımları atma gayreti içinde olacağız.

İslam dünyası bu soykırımlara varan katliamlar zincirinin oluşturduğu titremeyle kendine gelmezse, reflekslerini tamamen kaybetme tehlikesiyle yüzleşir. Onun için de bizim burada sessiz kalmamız mümkün değildir. Bütün sinir uçları nerede ise onları harekete geçirmemiz şarttır. Gazze konusu şu anda İslam dünyasının en önemli meselesidir. İslam dünyasının odaklanması, çözüm için akıl yürütmesi, gerçekçi ve etkili politikalar üretmesi gereken yer Gazze’dir. Hem Hamaslı yetkilerle hem birçok ülkenin liderleri ile bu konuları görüşmeye devam edeceğiz. Birinci gündem başlığımız bu konudur ve çözüm için elimizden gelenin fazlasını yapmayı sürdüreceğiz. Herkes bu konuyu görmezden gelebilir, unutabilir ama bizim öyle bir yaklaşımımız olamaz.

HAMAS Siyasi Büro Lideri İsmail Haniye Filistinlilerin sizin İsrail yönetimine karşı söylediğiniz “one minute” ve “işgalci İsrail” değerlendirmenize aşık olduğunu söyledi. Bu konudaki duygularınızı alabilir miyiz?

Sayın Haniye ile gerçekten çok samimi bir görüşme gerçekleştirdik. Sayın Haniye’yi İsrail’e karşı mücadelede kararlılık içerisinde gördüm. Bu samimi görüşmede gönülden gönüle uzanan bu bağın, Filistin’deki karşılığını hissettik. Filistinli kardeşlerimizle biz et-tırnak gibiyiz. Onların canı yanıyor ve kimse zannetmesin ki biz rahat uyuyoruz. Bizi Gazze’deki, Nablus’taki, Kudüs’teki, Beytüllahim’deki, Ramallah’taki ve diğer tüm Filistin şehirlerindeki kardeşlerimizle ayrı bir yere koymaya kalkanlar büyük bir hezeyan içindedir.

Onlar bizi bilir, biz onları biliriz. Bunu bundan önce de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda ve bunun dışında yaptığımız bütün açıklamalarımızda çok açık, net zaten ortaya koyduk. Bundan sonra da yine aynı şekilde biz bu tavrımızı sergilemeye devam edeceğiz. Biz hiçbir zaman Hamaslılar dahil Filistinli kardeşlerimizi kendi başlarına bırakmayız. Bunun için şu ana kadar Gazze’ye 45 bin ton civarında yardım gönderdik. Bu yardımlar hala devam ediyor ve edecek. Bunun yanında Ankara ve İstanbul’daki hastanelerimizde şu anda yaralıları tedavi ediyoruz.

Sahra hastanesi noktasında attığımız adımlarla biz bu kardeşlerimizin yanında olmaya devam edeceğiz. Bizim öykümüz Filistin davasından ayrı yazılamaz. Ne mutlu ki, Filistin Davası’nın büyük öyküsünde de bizim bir yerimiz vardır. Bunu Filistinli kardeşlerimiz tarafından bize yönelik söylenen naif sözlerden, oradaki çileli anaların ve yavruların dualarından anlıyoruz. Onların sevgisine, onların yüce gönüllülüğüne layık olabilirsek ne mutlu bize. Şairin deyimiyle insanlık için vakit daralıyor. Daralan vakitlerde Filistin için daha çok koşturmalı, yaslı yürekleri ferahlatacak, bebeklerin acı dolu çığlıklarını dindirecek bir gelecek için çalışmalıyız.

Sayın Cumhurbaşkanım Katar’daki Hamas üyelerine yönelik ciddi baskılar olduğuna, Hamas yönetiminin oradan ayrılmasına yönelik iddialar var. Türkiye’ye gelmeleri mümkün olabilir mi? Sizden bir talepte bulunuldu mu?

Önemli olan Hamas liderlerinin nerede olduğu değil, Gazze’deki durumdur. Bu söylediğiniz konuyla ilgili olarak Katar’daki konumlarının ne olacağı hususunda doğrusu bana böyle bir bilgi gelmedi. Fakat Katar Emiri Sayın Şeyh Temim’in, bu kardeşlerimizle ilgili, onların Katar’daki pozisyonunu yok farz edecek bir adımı atacağına dair bir şey duymadım. Böyle bir adım atacağını da düşünmüyorum. Onlara karşı olan samimiyeti, onlara karşı olan tavrı, her zaman ailenin bir ferdi gibidir. Bundan sonraki süreçte de yine onlara karşı bu tavrın değişeceğine asla ihtimal vermiyorum.

İsrail, Gazze’de kadın, çoluk, çocuk demeden katliam yapmaya devam ediyor. Aynı zamanda gerçekleri dünyaya duyurmak için görevini ifa eden gazeteci meslektaşlarımız da bundan fazlasıyla etkileniyor. En son TRT Arabi ekibine bir saldırı olmuştu, 7 Ekim’den itibaren İsrail tarafından yaklaşık 140 gazeteci şehit edildi. Bununla ilgili düşüncelerinizi alabilir miyiz?

İsrail’in gerçeklerden rahatsızlığının somut kanıtı, özellikle yazılı, görsel medya mensuplarına yönelik bu saldırılarıdır. İsrail katliamlarının izlerini silmek, soykırım delillerini karartmak için bu saldırıları gerçekleştiriyor. Demokrasinden, insan haklarından, hürriyetlerden dem vuranlar bu tabloyu iyi analiz etmelidir. Yüzlerce basın mensubunun bu şekilde öldürülmesi dünyanın bu saldırılara karşı, bu zulme karşı sessiz kalması anlaşılır değildir. TRT mensubu kardeşimizin ağır yaralanmış olması da gerçekten bizler için ayrı bir üzüntüyü beraberinde getiriyor.

Rabbim sağlık, sıhhat, afiyet lütfetsin inşallah. Onlar ne yaparlarsa yapsınlar Uluslararası Adalet Divanı önüne biz İsrail’in işlediği suçlara dair bütün belgeleri koyduk, koymaya devam edeceğiz. Biz gerçeği ortaya koymaya, İsrail’in cinayetlerini dillendirmeye devam edeceğiz. Şunu bilelim ki, zamanın Hitler’i Netanyahu ve suç ortakları hesap vermekten kaçamayacak. O ne kadar kaçarsa kaçsın, biz de o denli onu takip edeceğiz. Bir gün mutlaka adalet, masumların ve mazlumların hesabını onlardan soracak. Adalet sormazsa tarih soracak.

Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan geçtiğimiz günlerde, 1915 olaylarından bahsederken “soykırım” ifadesini kullanmaktan çekindi. “Büyük felaket” demekle yetindi. Bu kendisini iktidara taşıyan seçmenin bölgede bir normalleşme talebinin yansıması olarak yorumlandı. Aynı Paşinyan, Ağrı Dağı’nın Türkiye sınırları içerisinde olduğunu söyleyerek devlet armasında yer almasını da eleştirmişti. Siz, barıştan yanaymış gibi görünen bu tavır hakkında ne düşünüyorsunuz? Türkiye’nin, Azerbaycan’la, Türkistan’la Kafkasya’daki o büyük kalkınma projelerinde, barıştan yana tavır devam ettiği takdirde, bu projelere Ermenistan’ın da dahil olması ihtimali mümkün olabilir mi efendim?

Artık bölgede yeni bir düzen kuruluyor. Dayanaksız ezberlerin bir kenara bırakılma vakti geldi ve geçiyor. Zamanın gerçekleriyle hareket etmek, gerçeklikle bağı olmayan uydurma tarihi öykülerle hareket etmekten her zaman daha iyidir. Şu anda bunu Paşinyan da anlamış durumda. Tarihsel süreçte neyin ne olup bittiğini öncelikle tarihçiler ele alır. Bu konuda en başından beri çok açık davrandık ve arşivlerimizi açabileceğimizi söyledik ve açtık. Şimdi gerçekçi bir zeminde yeni bir yol haritaları oluşturma zamanıdır.

Umarım Ermenistan, diasporanın kendilerini esir ettiği karanlıktan kurtulup, aydınlık yarınlar için yeni başlangıçlar yapma yolunu seçer. Fırsat kapıları sonsuza kadar açık kalmaz. Onu açık kaldığı süre içerisinde iyi değerlendirmek lazım. Sadece diaspora değil, birçok kışkırtıcı bu süreçte Ermenistan’ı, sizlerin de takip ettiğiniz gibi, etkileme gayreti içerisinde. Bunların farkındayız. Zaman zaman da bizler de uyarılarımızı yaptık. Umarım Ermenistan doğru yolu tercih eder ve yeni bir dönem başlar.

CHP Lideri Özel’in ziyareti

Sayın Cumhurbaşkanım yeni Anayasa için çalışmalar başladı. 1921 Anayasası da yeniden gündeme geldi. Bu arada, CHP Genel Başkanı Özgür Özel de gelecek dönemi konuşmak için sizden bir randevu talep edeceğini söylemişti. Randevu talebi geldi mi? Özür Özel’den bu konuşma ve sonrasında yeni Anayasa konusunda CHP’yle uzlaşma olur mu sizce?

Şu an itibariyle henüz böyle bir randevu talebi gelmiş değil. Fakat olabileceğini düşünüyoruz. Dünyada birçok alanda değişimden söz ediliyor. Sosyolojiler, teknolojiler, iklimler ve daha birçok zemin çok hızlı değişiyor. Bunu ayak uydurmak için de Türkiye’nin eskinin darbe ruhunu özünde barındıran anayasa metninden kurtulup yenilikçi ve özgürlükçü bir anayasaya kavuşma zamanı gelmiştir. Yani bu konuda Cumhuriyet Halk Partisi’nin de böyle bir değişime destek verebileceği düşüncesinde ve inancındayım. Bu görüşme sağlandığında tabii ki anayasa konusu da bizim görüşme başlıklarımızın arasında yer alacaktır.

Kaldı ki Meclis Başkanımızın da liderlerle yapacağı görüşmelerde bu konuları onlarla ele alma düşüncesinin olduğunu biliyorum. Doğrusu ben de bize çok ama çok dar gelen bu mevcut anayasayla ilgili liderler olarak neler yapabiliriz, bunları konuşmakta fayda var diye düşünüyorum. Sayın Özel’in bu ziyaretinin gerçekleşmesi halinde kendisiyle de bunları konuşarak böyle bir adımı atabileceğimizi kendisine teklif etmekten daha doğal bir şey olmaz. Biz Türkiye Yüzyılı vizyonumuzun en önemli köşe taşlarından biri olan yeni anayasa çalışmalarıyla ilgili çalışmaktan, gayret etmekten geri durmayacağız. Milletimize yeni ve demokratik bir anayasa kazandırana kadar gayretimiz sürecektir.

“Anayasa’nın hükümlerini kimler çiğnemeye kalkıyorsa bedelini ödemeye hazır olmalı”

Efendim son birkaç gündür DEM Parti’yle ilgili bir tartışma var. Mardin ve Diyarbakır Büyükşehir Belediyelerinin meclis açılışında İstiklal Marşı’nın okunmadığı ve bayrağımızın kaldırıldığı iddiaları sebebiyle İçişleri Bakanlığı zaten mülki müfettiş görevlendirdi, bu kamuoyuyla paylaşıldı. Bugün Sayın Bahçeli’nin çok sert eleştirileri vardı. Sizin değerlendirmeleriniz nedir?

Bu konuyu İçişleri Bakanlığımız şu anda kapsamlı bir şekilde incelemektedir. Türkiye’de hepimizi temsil eden değerler vardır. Bunları dışlamak, bunlara saygısızlık etmek, birlik ve bütünlüğümüze kastetmek anlamına gelir ve tabii ki hukuk devletinde bunun da bir karşılığı vardır. Bunları daha önce de söyledim. Teröre destek vermek, terörle müşterek hareket etmek şüphesiz ki bizim değerler silsilemize saldırıdır ve bununla ilgili olarak da Anayasanın çok açık hükümleri vardır. Türk’ü de Kürt’ü de Laz’ı da Çerkez’i de diğer gruplar da bu ülkenin hür ve eşit vatandaşlarıdır. Bunu değiştirmeye kimsenin gücü yetmez ve yetmeyecek.

Birliğimize ve bütünlüğümüze böylesine kışkırtıcı eylemlerle el uzatmaya kalkanlara bundan önce hukuk zemininde hangi yanıt verildiyse aynısının ortaya konması sürpriz olmaz. Buna bir defa herkesin hazır olması gerekir. Sayın Devlet Bahçeli’nin yapmış olduğu açıklamalar Anayasa hükmünün icrasından başka bir şey değildir. Aynı durum şu anda benim için de geçerlidir. Anayasa’nın hükümlerini kimler çiğnemeye kalkıyorsa bedelini de ödemeye hazır olmalıdır.

Efendim kamuda tasarrufa yönelik bir çalışma yürütüldüğünü, hazırlandığını biliyoruz. Bu çalışmanın neyi kapsadığını, içeriği hakkında bilgi verebilir misiniz ve ne zaman yürürlüğe girer?

Tasarruftan kamuda gereksiz harcamaların ortadan kaldırılması, kamu kaynaklarının etkin ve verimli kullanılması anlaşılmalıdır. Yani bundan farklı bir şey anlaşılmamalı. Bütçelerin buna göre revize edilmesi için bizler de şu anda bir çalışma yapıyoruz. Hazine ve Maliye Bakanlığımız tasarruf adımlarını takip edecek, resmi taşıt kullanımlarından, haberleşme giderlerine, temsil, tören, ağırlama hizmetlerinden, demirbaş alımlarına kadar tüm harcamalar gözden geçirilecektir. Gerçek ihtiyaçlar tespit edilip ihtiyaç dışı harcamaların önü kesilecek. Milletimizin refahını artırmak için tasarruf tedbirleri almak durumundayız. Bunun için de gereği neyse kesinlikle bunu hükümet olarak yapmakta kararlıyız. Önceliğimiz ve birinci hedefimiz, tasarrufu kamu harcamalarında uygulamak, enflasyonu düşürmek ve ekonomiyi rahatlatmaktır. Bunu daha önce biz başardık. Yine başaracağız.

Sayın Cumhurbaşkanım, gıdada özellikle son dönemde, son bir yılda hiçbir ekonomik gerekçeye tabi olmayan fahiş fiyat uygulamaları görüldü. Bununla birlikte toplumda, kafelere ve restoranlara yönelik boykot yapıldı. Hafta sonunda, geçtiğimiz süreçte. Gıdada bu fahiş fiyatla ilgili mücadelede kimine göre ambalajların üzerine ürünün kendi fiyatının yazılması gibi öneriler var. Fahiş fiyata yönelik yeni bir yol haritası ya da yeni bir adım var mı? Örneğin hapis cezası da düşünülebilir mi?

Burada temel önceliğimiz her şeyden önce vatandaşımızın refahıdır. Fahiş fiyatlarla mücadelede yeni ve daha caydırıcı tedbirler ortaya koyabiliriz. Aşırı kar hırsı dizginlenmediği müddetçe ne kadar maaş artışı yaparsanız yapın sorun devam edecektir. Hele gıda gibi mecburi kalemlerde buna müsaade edemeyiz. Gerekli tedbirler için ilgili bakanlıklarımız şu anda çalışmalarını yapıyorlar. Kısa süre içinde somut birtakım adımlarla enflasyonu da artıran bu fahiş fiyatlara karşı mücadelemiz kesinlikle gerçekleşecektir. Ambalajların üzerine fiyatlarının yazılması konusu da düşünülebilir. Burada taviz veremeyiz, üzerine üzerine gideceğiz. Milletimizin fahiş fiyat yükünün altında ezilmesine asla müsaade etmeyeceğiz. Bunu kim yaparsa yapsın bedelini fazlasıyla ödeyecek.

Paylaşın

ABD’nin İnsan Hakları Raporu: Türkiye’ye Birçok Başlık Altında Eleştiri

ABD Dışişleri Bakanlığı, ülkelerin insan hakları konusunda değerlendirildiği yıllık raporunda, Türkiye’ye yönelik eleştirilerini sürdürdü. Raporun, geçen yıllara kıyasla daha kısa olan 86 sayfalık Türkiye bölümünde, seçimler öncesi getirilen kısıtlamalara dikkat çekildi.

İnsan Hakları Raporu’nu Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna açıklayan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Bugün yayınladığımız rapor, yaklaşık 200 ülke ve bölgedeki insan hakları kayıtlarının gerçeklere dayalı ve sistematik bir dökümünü sunuyor. Gelişmekte olan ülkeler olsun, rakipler, müttefikler ve ortaklar olsun her biri aynı standartlara tabi tutuluyor’’ dedi.

ABD Dışişleri Bakanlığı, ülkelerin insan hakları konusunda değerlendirildiği yıllık raporunu açıkladı. 200 ülke için ayrı ayrı değerlendirmeler bulunan raporda bu yıl Türkiye’ye 86 sayfa ayrıldı.

Raporun giriş kısmındaki özette geçen yıl Mayıs ayındaki Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento seçimleri öncesinde toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlüklerine getirilen kısıtlamalar insan haklarını olumsuz yönde etkileyen bir gelişme olarak nitelendirildi.

Avrupa Güvenlik ve İş Birliği Teşkilatı (AGİT) gözlemcilerinin, vatandaşların siyasi alternatifler arasında oy kullanma haklarını özgürce kullandığı ancak medyanın tarafsızlığı, toplanma, örgütlenme ve ifade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalar hakkında da eksiklikleri dile getirdiği raporda yer aldı. AGİT yetkililerinin, bu durumun eşit olmayan bir rekabet ortamı yarattığı ve iktidar için haksız bir avantaja katkıda bulunduğuna dair endişelerinin olduğu da raporda vurgulandı.

Türkiye’ye ilişkin önemli insan hakları sorunları arasında zorla kaybetme, hükümet tarafından veya hükümet adına işkence veya zalimane insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezalandırma, keyfi tutuklama veya gözaltı, yargının bağımsızlığı ile ilgili ciddi sorunlar, siyasi mahkumlar veya tutuklular, başka ülkedeki kişilere karşı sınır ötesi baskı, gazetecilere yönelik şiddet ve şiddet tehdidi, gazetecilerin haksız tutuklanması veya yargılanması, sansür veya ifadeyi sınırlamak için cezai iftira yasalarının uygulanması veya uygulama tehdidi dahil olmak üzere ifade özgürlüğü ve medya özgürlüğü üzerindeki ciddi kısıtlamalar, internet özgürlüğüne ciddi kısıtlamalar gibi pek çok başlık yer aldı.

Bu yıl raporda mülteciler ve toplumsal cinsiyete dayalı şiddet maddeleri genişletildi. Raporda mültecilerle ilgili bir devletin topraklarında hareket etme ve ikamet etme özgürlüğüne ve ülkeyi terk etme hakkına ilişkin kısıtlamalar, mültecilerin, yaşama veya özgürlüğe yönelik tehdit gibi kötü muameleler de dahil olmak üzere, işkence veya zulme maruz kalacakları bir ülkeye geri gönderilmesi, yerli ve uluslararası insan hakları örgütlerine yönelik ciddi hükümet kısıtlamaları veya taciz gibi başlıklara yer verildi.

Toplumsal cinsiyetle ilgili insan hakları ihlalleri kısmında ise aile içi veya yakın partner şiddeti, cinsel şiddet, iş yeri şiddeti, çocuk yaşta, erken ve zorla evlilik, kadın sünneti, kadın cinayeti ve bu tür şiddetin diğer biçimleri dahil olmak üzere kapsamlı toplumsal cinsiyete dayalı şiddet ve lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, queer veya interseks kişileri hedef alan şiddet veya şiddet tehdidi içeren suçlar başlıkları yer aldı.

Raporda hükümetin insan hakları ihlalleri yapmış olabilecek yetkilileri tespit etmek ve cezalandırmak içinsınırlı adımlar attığıda ifade edildi. “Güvenlik güçleri ve terör örgütü PKK ve bağlı kuruluşları arasında çatışmalar devam etti, çatışmalar teröristlerin ve sivillerin yaralanma ya da ölümüyle sonuçlandı” ifadeleri kullanılan raporda, hükümetin operasyonlarla bağlantılı olarak sivillerin haksız veya kasıtsız ölümüyle ilgili personel soruşturmasına yönelik bilgi yayımlanmamasına dikkat çekildi.

Hangi sorunlar sayıldı?

Raporun özet kısmında “önemli insan hakları sorunları” şu şekilde sıralandı:

Zorla kaybetme;
Hükümet tarafından veya hükümet adına işkence veya zalimane, insanlık dışı veya aşağılayıcı muamele veya cezalandırma;
Keyfi tutuklama veya gözaltı;
Yargının bağımsızlığı ile ilgili ciddi sorunlar;
Siyasi mahkumlar veya tutuklular;
Başka bir ülkedeki bireylere karşı sınır ötesi baskı;

Gazetecilere yönelik şiddet ve şiddet tehditleri, gazetecilerin haksız yere tutuklanması veya yargılanması, sansür veya ifadeyi sınırlandırmak için cezai hakaret yasalarının uygulanması veya uygulama tehdidi dahil olmak üzere ifade ve medya özgürlüğüne yönelik ciddi kısıtlamalar;

İnternet özgürlüğüne yönelik ciddi kısıtlamalar;
Hükümet dışı kuruluşların ve sivil toplum kuruluşlarının örgütlenmesi, finansmanı veya faaliyetlerine ilişkin aşırı kısıtlayıcı yasalar dahil, barışçı toplanma ve örgütlenme özgürlüğüne yönelik ciddi müdahaleler;
Bir devletin toprakları içinde hareket ve ikamet özgürlüğüne ve ülkeyi terk etme hakkına getirilen kısıtlamalar;
Mültecilerin, yaşam veya özgürlük tehdidi gibi ciddi zararlar veya ayrı bir insan hakları ihlali teşkil edecek diğer kötü muameleler dahil işkence veya zulüm görecekleri bir ülkeye geri gönderilmesi;

Ulusal ve uluslararası insan hakları örgütlerine yönelik ciddi hükümet kısıtlamaları veya tacizleri;
Aile içi veya yakın partner şiddeti, cinsel şiddet, işyerinde şiddet, çocuk yaşta, erken ve zorla evlilik, kadın sünneti, kadın cinayetleri ve bu tür şiddetin diğer biçimleri dahil toplumsal cinsiyete dayalı kapsamlı şiddet;
Mülteciler ve Kürt azınlıklar gibi ulusal/ırksal/etnik grupların üyelerini hedef alan şiddet veya şiddet tehdidi içeren suçlar;
Lezbiyen, gey, biseksüel, transseksüel, queer veya interseks bireyleri hedef alan şiddet veya şiddet tehdidi içeren suçlar.

“Raporda tüm ülkeler aynı standartlara tabi tutuluyor’’

İnsan Hakları Raporu’nu Dışişleri Bakanlığı’nda düzenlediği basın toplantısıyla kamuoyuna açıklayan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, “Bugün yayınladığımız rapor, yaklaşık 200 ülke ve bölgedeki insan hakları kayıtlarının gerçeklere dayalı ve sistematik bir dökümünü sunuyor. Gelişmekte olan ülkeler olsun, rakipler, müttefikler ve ortaklar olsun her biri aynı standartlara tabi tutuluyor’’ dedi.

Blinken, İsrail ve insan hakları söz konusu olduğunda ABD’nin çifte standart uyguladığı iddialarını ise reddetti. “Çifte standardımız var mı? Cevabım hayır” diyen Blinken, ABD’nin İsrail’in Gazze’de Hamas’a karşı yürüttüğü operasyonlarda insan haklarını ihlal ettiği iddialarını incelediğini söyledi.

Rapor yurtdışındaki insan hakları sorunlarına odaklansa da ABD’nin de kendi eksiklikleriyle karşı karşıya olduğunun farkında olduklarını kaydeden Blinken, “Bizimki gibi demokrasilerin gücü, bu kusurları halının altına süpürmeden açık bir şekilde ele almamız. Bu rapor, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde belirtilen hakların korunması için yapılması gereken çok iş olduğunu gösteriyor’’ diye konuştu.

(Kaynaklar: VOA Türkçe, DW Türkçe)

Paylaşın

“AK Parti, İYİ Parti’yi Yakından İzliyor” İddiası

31 Mart seçimlerinde istediği sonucu alamayan İYİ Parti’de genel başkan Meral Akşener’in siyaseti bırakacağı söylentilerinin ardından AK Parti’nin İYİ Parti’yi yakından izlediği öne sürüldü.

31 Mart’ta yapılan yerel seçimlere “hür ve müstakil” giren ve seçimlerde büyük bir hezimet yaşayan İYİ Parti’de ve seçimlerde ikinci parti konumuna düşen AK Parti’de sular durulmuyor.

Gazete Pencere yazarı Nuray Babacan, bugünkü köşe yazısında AK Parti kulislerinde konuşulan bir iddiayı yazdı. Babacan AK Parti’nin, 31 Mart seçimlerinde istediği sonucu alamayan İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in siyaseti bırakacağı söylentilerinin ardından İYİ Parti’yi yakından izlediğini yazdı.

Babacan’ın AK Parti kulislerinden aktardığına göre, Cumhurbaşkanlığı ekibinin Akşener ve ekibiyle yakın ilişkide olduğu da iddialar arasında.

Babacan’ın yazısının ilgili bölümü şöyle: “AKP kulislerinde, İYİ Parti’deki gelişmeler de yakından izleniyor. Cumhur İttifakı’nın seçim sürecinde ve sonrasında bu partiye gösterdiği ilgiyi farklı okuyanlar var. İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in siyasete veda etmemesi için gösterilen çabanın altında, bu partinin milletvekillerine duyulacak ihtiyaç gösteriliyor. Olası bir ‘anayasa değişikliği’ veya kritik kararlarda 38 milletvekilinin işe yarayacağı hesabı yapılıyor. Bu arada, Cumhurbaşkanlığı ekibinin Akşener ve ekibiyle yakın ilişkide olduğu da iddialar arasında…”

Paylaşın

MHP’nin Yeni Parti Programında Laiklik Vurgusu

MHP’nin, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile uyumlu olarak hazırladığı yeni parti programında dikkat çeken tespit ve öneriler yer alıyor. Bu önerilerden en dikkat çekenlerinden biri ise “laiklik vurgusu” oldu.

MHP yeni parti programına “düzensiz göç” ve sığınmacılar sorununu da ekledi: Vatandaşlığa kabul uygulamaları milli menfaatler, toplumsal huzur ve şeffaflık temelinde gerçekleştirilecektir.

Milliyetçi Hareket Partisi’nin (MHP) 17 Mart’ta gerçekleştirdiği 14. olağan kurultayı ile birlikte hazırladığı yeni parti programında dikkat çeken tespit ve öneriler yer alıyor.

Cumhuriyet’ten Selda Güneysu‘nun aktardığına göre; TBMM’de geçen aylarda sıkça tartışma konusu olan “Can Atalay” kararı ve milletvekilliğinin düşürülmesi hafızalarda yerini korurken, MHP’nin yeni parti programında “milletvekili dokunulmazlıklarının kamu vicdanının kabul edeceği makul esaslara bağlanması gerektiğinin” altı çiziliyor.

Yerel seçim döneminde Cumhur İttifakı’nın ortak Ankara Büyükşehir Belediye başkanı adayı Turgut Altınok’un mal varlığı kamuoyunda çok tartışıldı. MHP, parti programına dikkat çeken “Milletvekilleri, belediye başkanları, siyasi partilerin merkez yönetimlerinde, il ve ilçe teşkilatında görevli başkan ve yönetim kurulu üyelerinin ve üst düzey kamu görevlilerinin, görev öncesi ve görev sonrası mal bildirimlerinin kamuoyuna açıklanması sağlanacaktır” hükmünü de ekledi.

Laiklik vurgusu

MHP, en son 2009 tarihinde kabul edilen parti programını yürürlükten kaldırarak yeni parti programını yayımladı. MHP’nin, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile uyumlu olarak hazırladığı belirtilen yeni parti programında dikkat çeken tespit ve öneriler yer alıyor. Bu önerilerden en dikkat çekenlerinden biri ise “laiklik vurgusu” oldu.

Programda, “Vatandaşların inançlarını yok saymadan bir arada kardeşçe yaşamasını temin ettiği ölçüde bir değer ifade eden laiklik, milli birlik ve bütünlük ile din ve vicdan özgürlüğünün güvencesidir” ifadeleri yer alıyor. Bununla birlikte “yasama, yürütme ve yargı arasındaki kuvvetler ayrılığı ilkesinin, demokratik hukuk devletinin yaşam sigortası olduğuna” ve yasama, yürütme ve yargının görev ve yetkilerinin en rasyonel şekilde dengelenmesi ve bunların uyumlu bir şekilde icra edilmesinin hayati önem taşıdığına vurgu yapılıyor.

MHP yeni parti programına “düzensiz göç” ve sığınmacılar sorununu da ekledi. Programda, şu ifadeler yer aldı: “Vatandaşlığa kabul uygulamaları milli menfaatler, toplumsal huzur ve şeffaflık temelinde gerçekleştirilecektir.”

Paylaşın

11 Yılda 689 Çocuk Çalışırken Hayatını Kaybetti

2013 ve 2024’ün ilk 4 ayı arasında 99’u kız çocuk ve 590’ı erkek çocuk olmak üzere en az 689 çocuk çalışırken hayatını kaybettiği açıklandı. İş kollarına göre ölümler incelendiğinde tarım/orman yüzde 55’le en yüksek paya sahip işkolu oldu.

İnşaat/yol çalışmalarında ölen çocuk işçilerin payı yüzde 11 olarak gerçekleşirken, metal ve konaklama iş kolunda ölenlerin payı ise yüzde 7 olarak açıklandı. Gıda iş kolundaki ölümlerin payı ise yüzde 3 oldu.

İşçi Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi (İSİG), 2013 ve 2024’ün ilk 4 ayı arasında en az 689 çocuğun çalışırken hayatını kaybettiğini açıkladı. Son 11 yılda, 0-14 yaş arası 238 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken, 15-17 yaş arasında ise 451 çocuk öldü.

Cinsiyete göre dağılım incelendiğinde 99 kız çocuğunun ve 590 erkek çocuğunun yaşamını yitirdiği belirtilirken ölen göçmen çocuk sayısının ise 80 olduğu belirtildi. İllere göre dağılımda ise Şanlıurfa’da 50, Gaziantep’te 40, İstanbul’da 40, Adana’da 34, Konya’da 25 ve Antalya’da 22 çocuk işçinin öldüğü kaydedildi.

İSİG verilerinde göre ölüm sebepleri; yüzde 28 tarfik servis kazası, yüzde 17 boğulma zehirlenme, yüzde 14 ise ezik göçük olarak açıklandı.

İş kollarına göre ölümler incelendiğinde tarım/orman yüzde 55’le en yüksek paya sahip işkolu oldu. İnşaat/yol çalışmalarında ölen çocuk işçilerin payı yüzde 11 olarak gerçekleşirken, metal ve konaklama iş kolunda ölenlerin payı ise yüzde 7 olarak açıklandı. Gıda iş kolundaki ölümlerin payı ise yüzde 3 oldu.

“Çocuk işçiliği yasaklansın, MESEM’ler kapatılsın”

Öte yandan İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) de çocuk işçiliğine, gençlerin güvencesiz çalıştırılmasına ve iş cinayetlerine dikkat çekmek amacıyla İstanbul’da bir araya geldi. Grup adına yapılan basın açıklamasını okuyan metal işçisi Nimet Erben, son 22 yılda hayata geçirilen tarım, sanayi, eğitim ve sosyal politikalarının her geçen gün daha fazla çocuğun işçileşmesini beraberinde getirdiğini söyledi.

Son on yılda en az 689, daha evvel eksik tutulan verilerin de eklenmesiyle AKP’li yıllarda en az 925 çocuk işçinin öldüğüne vurgu yapan Erben, şunları söyledi:

“Çocuk işçiler tarım sektöründe ailesiyle birlikte mevsimlik olarak ücretli veya tarlasında çalışanlardır, çocuk işçiler haftanın bir günü okulda dört günü işyerinde olan MESEM adı altında çalışanlardır, çocuk işçiler kentlerin varoşlarında aile içi emek kapsamında ücretsiz çalışanlardır, çocuk işçiler iş öğrensin diye yaz tatilinde çalışanlardır, çocuk işçiler harçlığını kazansın diye tanıdığın yanına verilenlerdir.”

Nimet Erben, Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) ile çocuk işçiliğinin devlet eliyle meşrulaştırıldığına dikkat çekerek, şu ifadelere yer verdi:

MESEM kapsamında başta metal, gıda, tekstil, kimya, ağaç işkolları olmak üzere yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin olduğu açıklandı. Bu öğrencilerin yaklaşık 300 binini ise 18 yaşın altındaki çocuklardan oluşuyor. Yani çocuk işçilik ‘bir gün okulda dört gün işyerinde eğitim alma’ uygulamasıyla meşrulaştırılıyor. MESEM ile sermayeye ucuz emek sağlanırken çocuklarımız sağlıklarını ve gençliklerini işyerlerinde bırakmaktadır.”

Tarımdan inşaat sektörüne, seyyar satıcılıktan atık toplamaya kadar birçok alanda çocukların çalıştırıldığını belirten Erben, çocuk işçiliğinin yasaklanması gerektiğini belirterek şöyle devam etti:

“Eğitime verilen bütçe artırılmalı, MESEM uygulamasına son verilmeli, mesleki öğrenim çocuk ve gençlerin gelişimine uygun bir biçimde planlanmalı ve kamusal kurallar çerçevesi içinde olmalıdır. Ancak bunları sistem içinde ifade etmek tek başına bir anlam ifade etmiyor. Örgütlenmek, mücadele etmek ve direnmek gerekiyor.”

Basın açıklamasına katılan Emek Partisi (EMEP) İstanbul Milletvekili İskender Bayhan da çocuk işçiliğin yasaklanması ve MESEM projesinin sonlandırılmasını istedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a seslenen Bayhan, “Çocuk işçilerin vebali senin boynundadır. Bu ülkede yüzbinlerce çocuk işçinin MESEM’lerde sömürülmesinin vebali senin boynundadır. Bu ülkenin işçisi, emekçisi bunun hesabını soracak” şeklinde konuştu.

Paylaşın

AK Parti’de Vekillere Sosyal Medya Uyarısı: Her Konuda Hassas Olun

Son dönemde tartışma konusu olan bazı sosyal medya paylaşımları nedeniyle AK Parti yöneticilerinin, milletvekillerine lüks, marka ve şatafat görüntülerinden kaçınmalarına dair uyarılar yaptığı aktarıldı:

“Hepimiz kamuoyu önünde olan insanlarız. Milletvekili arkadaşlarımıza daha dikkatli olmalarını söylüyoruz. Giyim kuşamdan yemeden içmeye, her konuda hassas olmalarını istiyoruz.”

Türkiye gazetesinden Yücel Kayaoğlu‘nun haberine göre AK Parti yönetimi, milletvekillerinden yanlış anlaşılmaya müsait açıklama ve söylemlerden kaçınmalarını istedi. Son dönemde tartışma konusu olan bazı sosyal medya paylaşımları nedeniyle AK Parti grup yönetimi milletvekillerine uyarıda bulundu.

Edinilen bilgilere göre, bazı milletvekilleri ve teşkilat mensuplarının yemek, giyim kuşam ve tepki çeken diğer sosyal medya paylaşımları AK Parti’de tartışma konusu oldu. Seçim sonuçları ile ilgili değerlendirmeler yapılırken, AKP’nin ilk defa bir seçimde ikinci çıkmasında bu tip davranışların da etkili olduğu dile getirildi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da ‘Şatafat, gösteriş ve kibir’ içeren davranışlarda çok hassas olduğuna dikkat çeken AK Parti kurmayları, milletvekillerinin bu konuda zaman zaman uyarıldığını hatırlattı. Son dönemdeki tartışmalar sebebiyle de milletvekillerine daha hassas olmalarını tavsiye ettiklerini ifade eden AK Parti yöneticileri “Hepimiz kamuoyu önünde olan insanlarız. Milletvekili arkadaşlarımıza daha dikkatli olmalarını söylüyoruz. Giyim kuşamdan yemeden içmeye, her konuda hassas olmalarını istiyoruz” dedi.

“Her adımınız inceleniyor”

Grup yöneticilerinin milletvekillerinden, yaptıkları açıklamalardan, kullandıkları dil ve söyleme kadar her alanda özenli olmalarını istediği belirtildi. Milletvekillerine, grup yönetimi tarafından, “Herkes şu anda sizi izliyor. O sebeple attığınız her adım yanlış anlaşılmaya müsait olabilir. Siz samimi olsanız bile, yanlış algılanacaktır. Bu sebeple çok özenli olun. İstenmeyen sonuçlara yol açacak davranışlardan kaçının” uyarısında bulunuldu.

Paylaşın

Hazine’nin Borcu 7,5 Trilyon Liraya Yükseldi

Merkezi yönetim brüt borç stoku, mart sonu itibarıyla 7 trilyon 499,8 milyar lira oldu. Borç stokunun 2 trilyon 712,5 milyar lira tutarındaki kısmı Türk Lirası, 4 trilyon 787,3 milyar lira tutarındaki bölümü ise döviz cinsi borçlardan oluştu.

Haber Merkezi / Ayrıca, hazine alacakları, şubat sonu itibarıyla 28,6 milyar lira oldu. Alacak stoku içindeki en yüksek payı 10,9 milyar lirayla mahalli idareler oluşturdu.

Hazine ve Maliye Bakanlığı, 31 Mart itibarıyla merkezi yönetim brüt borç stoku verilerini açıkladı. Bakanlıktan yapılan açıklamada şu ifadeler kullanıldı:

“Merkezi yönetim borç stoku 31 Mart 2024 tarihi itibarıyla 7.499,8 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Borç stokunun 2.712,5 milyar TL tutarındaki kısmı Türk Lirası cinsi, 4.787,3 milyar TL tutarındaki kısmı döviz cinsi borçlardan oluşmaktadır.

Hazine Alacak stoku 31 Mart 2024 tarihi itibarıyla 28,6 milyar TL olarak gerçekleşmiştir. Hazine alacak stoku içerisinde en yüksek pay 10,9 milyar TL ile Mahalli İdareler’e aittir. 2024 Mart ayı sonu itibarıyla Hazine alacaklarından toplam 1,2 milyar TL tahsilat gerçekleştirilmiştir.”

Paylaşın

Erdoğan, 13 Yıl Sonra Irak’ta: PKK İle Mücadelede Beklentiler İletildi

Erdoğan’ın 13 yıl sonra gerçekleştirdiği Irak’ı ziyaretine ilişkin açıklama yapan İletişim Başkanlığı, açıklamasında, “Türkiye’nin terör örgütü PKK ile mücadele konusunda Irak’tan beklentilerinin bulunduğunu, Irak’ın terörün her türlüsünden arındırılması gerektiğini ifade etti” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / İletişim Başkanlığı tarafından yapılan açıklamanın devamında, “Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze’deki İsrail zulmünü durdurmak için çabaların devam ettiğini, Müslüman ülkelerin bu süreçte birlik içinde hareket etmesinin gerektiğini de söyledi” ifadelerine yer verildi.

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan bugün 13 yıl aradan sonra Irak’ı ziyaret etti. Erdoğan, Bağdat Sarayı’nda Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ile görüştü.

Görüşmeye dair açıklama yapan İletişim Başkanlığı şunları paylaştı: “Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan, Bağdat’ta Irak Cumhurbaşkanı Abdullatif Reşid ile bir görüşme gerçekleştirdi. Görüşmede Türkiye ve Irak ikili ilişkileri, İsrail’in Gazze’ye yönelik saldırıları, bölgesel ve küresel meseleler ile terörle mücadele konuları ele alındı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmede, Türkiye’nin terör örgütü PKK ile mücadele konusunda Irak’tan beklentilerinin bulunduğunu, Irak’ın terörün her türlüsünden arındırılması gerektiğini ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan görüşmede, Bağdat ile Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi arasındaki ilişkilerin rayına girmesinin ve Türkmenlerin hak ettiği konuma ulaşmalarının Irak’ın istikrarı için önemli olduğunu belirtti.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, önümüzdeki dönemde Türkiye ve Irak’ın iş birliği içinde atacağı adımların bölgesel kalkınma ve refaha da katkı sağlayacağını ifade etti. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Gazze’deki İsrail zulmünü durdurmak için çabaların devam ettiğini, Müslüman ülkelerin bu süreçte birlik içinde hareket etmesinin gerektiğini de söyledi.”

Erdoğan’ın Bağdat’ın ardından yarı özerk Irak Kürt Bölgesel Yönetimi’nin başkenti Erbil’i de ziyaret etmesi bekleniyor. Erdoğan’a ziyaretinde Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler, Enerji Bakanı Alparslan Bayraktar, MİT Başkanı İbrahim Kalın eşlik ediyor.

Paylaşın

MHP Lideri Bahçeli, Yine DEM Parti’yi Hedef Aldı

MHP Lideri Devlet Bahçeli, “31 Mart seçimlerinden kısa süre sonra, DEM’lenmiş bazı belediye başkanlıklarında sahnelenen azgın tahrikler, Türkiye Cumhuriyeti’nin hükmü şahsiyetine yönelik hakaretamiz muamele ve haince tacizler geçmişten ders almayan muhasım tortularının dış bağlantılı sipariş eylemleridir” dedi ve ekledi:

Haber Merkezi / “Vatanımızın bir bölümünde İstiklal Marşı’nın söylenmesine direnen, Türk bayrağının asılmasını ve şehitlerimize saygı duruşunu reddeden, Aziz Atatürk ile Cumhurbaşkanımıza kaba ve yaralayıcı ifadeler kullanan bölücü alçaklar bu milletin evladı, Türkiye Cumhuriyeti’nin de mensubu olamazlar. Ülkemizi fiilen işgal altında gösterme provalarını hazmetmek mümkün değildir.”

Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) Genel Başkanı Devlet Bahçeli, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı dolayısıyla bir mesaj yayımladı. Bahçeli, yayımladığı mesajda şu ifadeleri kullandı:

“23 Nisan 1920 Cuma günü Ulus’taki tek katlı taş binada milli iradenin tecellisiyle beraber Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri atılmış, meşalesi yakılmıştır. Kuran-ı Kerim tilavetleriyle, kesilen kurbanlarla, dudaklardan dökülen aminlerle, yüreklerden kopan dileklerle İlk Meclis tarih sahnesindeki yerini muazzam bir inançla almıştır. Mustafa Kemal Paşa’nın 19 Mart 1920 tarihinde yayımladığı Genelge kapsamında seçimler yapılmış, seçilen mebuslar Meclis-i Mebusan’dan iltihak eden mebuslarla birlikte Ankara’da toplanmıştır.

Türk milleti makus talihini yenmek, tarihsel rotasını yenilemek amacıyla bizzat devreye girmiştir. O tarihte tadilatı tamamlanmamış binada toplumun her kesiminden, ülkenin her yöresinden, her meslek grubundan, farklı farklı dünya görüşleri olsa bile ortak paydaları vatanseverlik olan mebuslar istiklal sevdasıyla bir araya gelmişlerdir. Dünya üzerinde, zillet ve zulmete, işgal ve ihanete Meclisi’nin etrafında kenetlenip savaş açan ikinci bir millet o güne kadar ne duyulmuş ne de görülmüştür. Nitekim Meclis’in kurulması milli kurtuluş fikrinin demokratik olarak teşkilatlanması, maşeri vicdanda kök salmasıdır.

“Ülkemizi fiilen işgal altında gösterme provalarını hazmetmek mümkün değil”

31 Mart seçimlerinden kısa süre sonra, DEM’lenmiş bazı belediye başkanlıklarında sahnelenen azgın tahrikler, Türkiye Cumhuriyeti’nin hükmü şahsiyetine yönelik hakaretamiz muamele ve haince tacizler geçmişten ders almayan muhasım tortularının dış bağlantılı sipariş eylemleridir. Vatanımızın bir bölümünde İstiklal Marşı’nın söylenmesine direnen, Türk bayrağının asılmasını ve şehitlerimize saygı duruşunu reddeden, Aziz Atatürk ile Cumhurbaşkanımıza kaba ve yaralayıcı ifadeler kullanan bölücü alçaklar bu milletin evladı, Türkiye Cumhuriyeti’nin de mensubu olamazlar. Ülkemizi fiilen işgal altında gösterme provalarını hazmetmek mümkün değildir.

Türk milletini “yerel halk” ifadesiyle değersizleştirmeye hizmet eden müfsit zihniyetin, son günlerde maruz kaldığımız skandalların asal sorumlusu olduğunu hiç kimse inkar edemeyecektir. Küresel Emperyalizmin tasallut ve telkini altında iç huzur ortamını zedelemek suretiyle faal halde bulunan terör sevicilere boyun eğmek, serpilen hıyaneti özgürlük ve demokrasi çerçevesinde normalleştirip yumuşatmak, bilinmelidir ki, milli felakete çanak tutmak, devlete ve millete kast etmektir.

Ay yıldızlı al bayrak bağımsızlığımızın simgesi, İstiklal Marşı hürriyet namusumuzun, birlik ve beraberlik hissiyatımızın manzum seslenişidir. Bunlara kim karşı geliyorsa, bunlarla kimlerin sorunu varsa, mutlak surette hukukun amir hükümleri işletilerek hesaba çekilmelidir. Gelişmeler karşısında aziz milletimiz infial halindedir. Türk bayrağını kabullenemeyen şerefsizlerin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından derhal çıkarılması, mallarına-mülklerine el konulması, bunun yanında DEM Parti hakkında kapatma davasının açılarak bölücü milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılması, müfettiş görevlendirilmesiyle oyalanmaktan ve zamana oynamaktan vazgeçilmesi tarihe, ecdada, vatana ve millete namus borcudur.

Türkiye Cumhuriyeti’ni sömürge ülkesi veya çadır devleti görenlerin taşıdıkları sorumluluk ne olursa olsun bedel ödemeleri hayat memat konusudur. Sandık sonuçlarını, bekamızın ve bağımsızlığımızın önüne, hatta üstüne çıkarmaya gayret eden terör maşalarının ateşle oynadıklarını ikazla bildirmek tarihi bir vazifemizdir. Bu nedenle, Millet Meclisimizin açılması ile başlayan sürecin manasını ayrıntıları ile bilmenin, devlet ve millet hayatımızda yeniden karşımıza çıkan tehditlerin doğru anlaşılmasında mühim bir tesiri olacağına inanıyorum.

Türkiye’yi Mondros ve Sevr şartlarına tekrar sürüklemeye çalışan terör piyonları bu hesap hatasının sonuçlarına en ağır şekilde katlanmak durumundadır. En müşkül anlarda bile Türk milletine gücü yetmeyenlerin, bugün yeni metotlarla şanslarını bir kez daha denemeye kalkışmaları beyhude bir çabadır. Tarihin acı ve tatlı hatıralarla kapanmış sayfalarını, son bulmayan intikam duygularıyla, asla hak etmediğimiz insanlık dışı iftiralarla yeniden açılmasına heveslenmek dikkat etmemiz gereken bir tehlike olarak karşımızdadır.

“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve millet ise Türk’tür”

Türkiye’nin yükselişi, tıpkı 23 Nisan 1920‘de tecelli eden şuurda anlamını bulduğu gibi; ayrışmayı değil birleşmeyi, dağılmayı değil buluşmayı, parçalanmayı değil kucaklaşmayı, farklılaşmayı değil bütünleşmeyi hedefleyen kolektif anlayışla mümkündür. Dün olduğu gibi bugün de, kardeşliğimize musallat olan gelişmeler karşısında en önemli direnç gücümüz milli birlik ve dayanışma ruhumuzdur. Meclis’i Gazi, varlığı Gazi, devleti Gazi olan bir milletin teröre ve hıyanete bulaşmış, dış düşmanlarla el ele vermiş siyasi bölücülere göz yumması düşünülemeyecektir. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir ve millet ise Türk’tür.

Hiçbir bölücü odağın, terörizme yardım ve yataklık yapan hiçbir menfur oluşumun, Mehmetlerimize kurşun sıkan hiçbir hain örgüt uzantısının, İstiklal Marşımıza ve Türk bayrağına düşmanlık besleyen hiçbir işgal artığının Gazi Meclis’te yeri olamaz, demokrasi adına söyleyecek tek bir sözleri dahi bulunamaz. Dün en buhranlı anlarda, en ağır şartlarda bile demokrasinin erdeminden ayrılmayan Gazi Meclis’te her fikre cevaz vardır, ama ihanete, bölücülüğe, bölünmeye icazet yoktur, izin yoktur, fırsat yoktur, katiyen de olamayacaktır. Bu tarihi ve milli kararlılığa herkesin riayeti samimi dileğimdir.”

Paylaşın