Metaforlar Düşünceyi Nasıl Şekillendirir?

Muhtemelen “zaman paradır” ifadesini duymuşsunuzdur. Elbette, zaman tam anlamıyla para birimi olarak kullanılmaz, ancak zamanı para olarak düşünerek bazı güçlü imgeler yaratabilirsiniz.

Haber Merkezi / Örneğin, boşa harcanan zaman boşa giden paradır. Ya da iyi harcanan zaman bir yatırımdır.

İki ilgisiz veya dolaylı olarak bağlantılı şey arasındaki doğrudan karşılaştırmaya metafor denir. Ve “zaman paradır” örneğinde gördüğümüz gibi.

Yani metaforlar iletişimi geliştirmek için kullanılabileceği gibi zor olan bir kavramı açıklamanıza da yardımcı olabilir.

Metaforlar ve benzetmeler

Metaforlar bazen benzetmelerle karıştırılır, ancak ikisi aynı değildir. Bir benzetme, bir karşılaştırma yapar, “zaman para gibidir”; “fikir yarı pişmiş yemek gibidir” ifadesindeki gibi ‘gibi’ kelimesini kullanır. Benzetmeler, genellikle metaforlardan daha az etkiye sahiptir.

Basit metafor formatı “A, B’dir” şeklindedir, yani “zaman paradır”. Ancak metaforlar dolaylı veya örtük de olabilir: “Bu yarı pişmiş bir fikir.” Bu metafor fikirleri yarı pişmiş yiyeceklerle karşılaştırır, yiyeceklerden bahsetmeden!

Alegoriler de benzer bir edebi araçtır, ancak bir metafordan çok daha uzundur, alegoriler, bir fikri temsil etmek ve bir ahlaki ders iletmek için sembollere güvenir. Örneğin, Kaplumbağa ve Tavşan hikayesi iyi bilinen bir alegoridir.

Metaforik düşünme nedir?

Bilinmeyen bir fikri sıradan bir fikirle ilişkilendirerek karmaşık fikirlerin daha iyi anlaşılmasını sağlayabilirsiniz.

Diyelim ki iş döngüsü kavramını açıklamak istiyorsunuz. Çok sayıda kelime, tanım kullanabilir ve beş veya 10 dakika boyunca gevezelik ederek karşınızdakini sıkılmış halde bırakabilirsiniz.

Ya da bir metafor kullanarak anlatmak istediğinizi daha basitçe anlatabilirsiniz. Başka bir metafor kullanmak gerekirse, “ampul” aniden yanıyor.

Yeni düşünceleri ve yaratıcılığı göstermek için aydınlatılmış ampulü metaforu sık sık kullanır. Ampul metaforu, karanlıktan aydınlığa ani geçişi, neredeyse kazara gerçekleşen zahmetsiz bir “evreka” anını ima ediyor.

Basit bir ampul metaforunun, algılama üzerinde bu kadar derin bir etkiye sahip olabileceğini kim düşünebilirdi?

Karmaşık fikirleri açıklamak için şu dört adımlı metaforik düşünmeyi kullanabilirsiniz:

Ne anlatmaya çalıştığınızı belirleyin.
Vermek istediğiniz mesajın özünü belirleyin.
Aynı özelliğin, fikrin, duygunun, durumun vb. geçerli olduğu hayatınızdaki diğer örnekleri düşünün.
Anlattığınız durum için pek çok metafor olabilir; hedefinizle en iyi ilişki kuracak olanı seçin.

Metaforlarınızın karşınızdaki kişi veya kişiler tarafından anlaşılabilir olduğundan emin olun. Metaforlarınızın jargon gibi duyulması veya yanlış yorumlanması riski varsa, bir kez daha düşünün. İşin sırrı, hedefinizle anında uyumlu olacak bir metafor kullanmaktır.

Önemli noktalar

Metafor, birbiriyle ilgisiz veya dolaylı olarak bağlantılı iki şeyi karşılaştırır ve eşitler.

Metaforlar, anında ve akılda kalıcı anlayışa giden güçlü kısayollardır. Canlı imgeler uyandırırlar ve şeyleri yeni bir perspektiften “görmemizi” sağlarlar ve bu nedenle bir fikri iletmek veya bir problemi çözmek için yararlı araçlardır.

Karmaşık fikirleri açıklamak ve kalıpların dışına çıkmak için metaforik düşünmeyi kullanılabilirsiniz.

Paylaşın

Suriye İç Savaşı Türkiye Demokrasisini Nasıl Bozdu?

Türkiye – Suriye ilişkililerinin normalleşmesine ilişkin önemli mesajların verildiği bir dönemde, ABD merkezli düşünce kuruluşu Freedom House’ın (Özgürlük Evi) önemli isimlerinden Nate Schenkkan, “Suriye, Türkiye’yi nasıl bozdu?” başlığıyla bir yazı yayımladı.

Suriye iç savaşın Türkiye demokrasisine ve Washington-Ankara ilişkilerine verdiği zarar vurgulayan Schenkkan, yazısına Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’la görüşmeye sıcak baktığı mesajı verdiğini anımsatarak başlıyor: Bu an, Türk tarihindeki olağanüstü çalkantılı dönemin sonu anlamına geliyor.

2010’lu yıllarda Türkiye’nin Arap Baharı ve özellikle Suriye’deki yansımalarının girdabına kapılarak zor zamanlar geçirdiğini savunan Nate Schenkkan, “Bu kritik dönemde Türkiye bölgeyi etkisine alan kaosun hem mağduru hem de aktörü oldu” diyor.

Schenkkan, Erdoğan ve yakın çevresinin, ezilen Müslümanların özgürlüğünü savunan bir ideoloji ve devrimler aracılığıyla Ortadoğu’yu değiştiremese de özellikle 2013-2017’de Türkiye’de görülen şiddet dalgası ve siyasi kargaşayla birlikte otoriter bir sistem kurabildiğini öne sürüyor.

Bu dönemdeki Gezi Parkı olayları, Kürt sorununa çözüm sürecinin çöküşü, terör saldırıları ve darbe girişimi hatırlatılıyor.

Schenkkan, ABD’nin YPG güçleriyle IŞİD’e karşı yaptığı ittifak ve HDP’nin başkanlık karşıtı propagandasının Erdoğan’ın güvenlik kurumlarındaki şahin kanatlarla yürümesinde etkili olduğunu söyleyerek ekliyor:

O dönem yaygın olan ‘Türkiye, İslam Devleti’ni destekledi’ suçlaması hep abartılıydı. 2014-2015’te IŞİD, Türkiye’deki Kürt hareketine saldırırken Ankara için en iyi söylenebilecek şey, müdahale etmekle pek ilgilenmediği olur; en kötü şeyse bu konuda suç ortağı olduğudur.

MHP’yle ittifaka giden Erdoğan’ın iddiasının aksine başkanlık sisteminin Türkiye’ye istikrar getirmediği de savunulan tezler arasında: Nihayetinde Kürt hareketini bastırmak, Türkiye’nin sınırlarını korumak ve iktidarda kalmak gibi dar çıkarlar kazandı. Ezilen Müslümanların hakları için savaşmaya dair kuru gürültüye rağmen Erdoğan’ın dış politikası artık kendini korumaya dair daha küçük hedeflere yöneliyor.

Yazar, ABD’nin Ortadoğu politikasınıysa şöyle suçluyor: Suriye iç savaşının Türkiye demokrasisine ve ABD-Türkiye ittifakına yönelik zarara bakıldığında, Amerika’nın bu dönemdeki Ortadoğu politikasının temel günahı ortaya çıkıyor. Basitçe söylemek gerekirse, Washington çok fazla müdahil olmadan dahil olmaya çalıştı.

Yazar, sorunlara yol açan asıl sebebin, ABD’nin Ortadoğu’ya müdahil olmama rüyası olduğunu iddia ediyor. Gönülsüzce icra edilen ve birbiriyle çelişen politikaların yarattığı sorunların Türkiye demokrasisinde ve Ankara-Washington ilişkilerinde çok iyi bir şekilde görülebileceğini öne sürüyor:

İslam Devleti’ne karşı YPG’yle çalışmak, ABD’nin Türkiye cumhuriyetini parçalamaya ve ülkedeki iç çatışmaları derinleştirmeye azmettiği yönündeki popüler komplo teorisini büyüttü.

Schenkkan, Barack Obama döneminde Arap Baharı’na verilen desteğin ortaya çıkan belirsizliklerle azaldığını, ABD’nin bir yandan IŞİD’le mücadeleyi YPG’yle yürütürken diğer yandan Türkiye’nin bu örgüt ve uzantılarına düzenlediği operasyonlara ses çıkarmadığını ve bu olayların Ankara-Washington ilişkilerinde kırılma yarattığını sıralıyor.

Türkiye’de son iki yılda yapılan seçimlerin değişim arzusunu gösterdiğini savunan yazar, Washington’ın artık yeni döneme yatırım yapması gerektiğini de iddia ediyor:

Bir ormanın yangından sonra yeniden büyümesi gibi, Türkiye’de de afetten sonra farklı sosyal ve siyasi oluşumlar meydana geliyor. Bunlar nihayetinde ülkenin hukukun üstünlüğünün yeniden sağlanması, yurttaşlık haklarının korunması ve ülkedeki çoğulculuğun yeniden tesisi için faydalı olabilir.

Schenkkan, Türkiye’nin daha kapsayıcı bir yönetime sahip olması için ABD’nin burslar ve araştırma destekleri gibi çeşitli programlar uygulayabileceğini ve Washington’ın koyacağı küçük hedeflerle Türkiye’nin daha iyi bir geleceğe kavuşabileceğini savunarak yazısını bitiriyor.

Freedom House bağımsız bir düşünce kuruluşu olduğu iddiasını taşısa da ABD Dışişleri Bakanlığı tarafından fonlanıyor. CIA’in yönettiği öne sürülen Freedom House’ın eski başkanı Michael Abramowitz, artık yine benzer suçlamaların hedefi olan yayın kuruluşu Amerika’nın Sesi’nin (Voice of America/VOA) başında.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Ucuz Emeğin Yeni Adı: İşgücü Uyum Programı

Türkiye İş Kurumu (İŞKUR), öncelikle uzun süreli işsizler, kadınlar, engelliler ve eski hükümlüler gibi dezavantajlı gruplara yönelik olarak tasarlan İşgücü Uyum Programı’nı (İUP) başlattı.

Kurtuluş Aladağ / Program kapsamında işe başlayacak kişilere günlük 566 lira cep harçlığı verilecek. Bu, haftalık 1.698 liraya, aylık 7 bin 924 liraya denk gelmekte, asgari ücretin yarısı bile değil. Çalışma koşullarına yol ve yemek ücreti de dahil değil.

Büyük şehirler düşünüldüğünde ulaşım ve yemek giderleri program kapsamında işe başlayacakların kazanacakları ücretten daha fazla tutabilir. Daha sade bir ifadeyle, program kapsamında çalışacak kişi ay sonunda borçlu çıkabilir.

Binlerce kişi, programın ilk dört haftası 5 gün ve 37,5 saat, devam eden haftalarda 3 gün ve 22,5 saat, toplamda 10 ay boyunca karın tokluğuna çalıştırılacak. Bunun adı da İşgücü Uyum Programı (İUP) olacak.

Program, son bir kaç 10 yıldır ağızlardan düşürülmeyen ve uygulanması için uygun koşullar aranan “esnek çalışma” modelinin de bir taslağı gibi.

Program kapsamında, devlet kurumları, 3 gün (çalışma süresi esnekliği), harçlık (ücret esnekliği), 10 aylık sözleşme (istihdam esnekliği) ve ne iş verilirse yapma (fonksiyonel esneklik) modeli ile esnek çalışmanın farklı boyutlarını bizzat uygulayacak.

Devlet eliyle uygulanacak programa, önümüzdeki dönemde, emek sınıfının kazanılmış haklarını işlevsiz hale getirme potansiyeliyle hacminden çok daha tehlikeli bir düzenleme olarak karşımızda duruyor.

Katılımcılara hangi ödemeler yapılmakta?: Katılımcılara katılım sağladıkları günler için olarak Yönetim Kurulu tarafından 2024 yılı için belirlen 566,73 TL cep harçlığı ödenecek.

Katılımcılar için ödenecek sosyal güvenlik primleri neler?: Katılımcıların programa katılım sağladıkları günler için 5510 sayılı Kanunun 5 inci maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi kapsamında ortaya çıkacak yüzde 5,5 oranında sosyal güvenlik prim giderleri ödenecek.

Hangi kurumlarla İUP uygulanabilir?: Tüm kamu kurum ve kuruluşları ile iş birliği yöntemiyle program uygulanabilecek.

İUP uygulama süresi kaç aydır?: Program süresi en fazla 10 ay olacak.

İUP’de haftalık yararlanma süresi ne kadardır?: Programın ilk dört haftası 5 gün ve 37,5 saat, devam eden haftalarda 3 gün ve 22,5 saat olarak uygulanacak.

Bir katılımcı İUP’den en fazla ne kadar süreyle yararlanabilir?: Bir katılımcı, İşgücü Uyum Programından toplamda en fazla 140 fiili gün yararlanabilecek.

Programın faaliyet alanları ne olacak?: Kamu kurumlarıyla yapılan iş birliği sayesinde programın çeşitli alanlarda faaliyet göstereceği belirtiliyor.

Bunların arasında engelli, yaşlı ve hasta bakımı, çocuk bakımı, tarımsal üretim ve hayvancılık faaliyetleri, geri dönüşüm ve atık imha projeleri, kamusal alanların temizliği ve bakımı yer alıyor.

Ayrıca, biyolojik çeşitliliğin korunması, doğal yaşam alanlarının restorasyonu, spor ve kültürel etkinliklerin desteklenmesi gibi alanlar da program kapsamında yer alıyor.

Katılımcılara hangi eğitimler verilecek?: Eğitim programları arasında iş sağlığı ve güvenliği, bağımlılıkla mücadele, iş arama becerisinin geliştirilmesi, iş ahlakı, motivasyon ve stres yönetimi ve finansal okuryazarlık gibi konular yer alıyor.

İş hayatına dair eğitimlerin yanı sıra kişisel gelişim odaklı ‘etkili iletişim ve kişiler arası ilişkiler’ gibi eğitimler de program kapsamında.

Paylaşın

Aryan Irk “Mitini” Çürütmek; Gerçeği Kurgudan Ayırmak

19. yüzyılın sonu 20. yüzyılın başlarında Cermen veya İskandinav halklarını tanımlamak için kullanılmaya başlanan “Aryan” kelimesi, günümüzde, ırksal üstünlük veya beyaz üstünlüğü de dahil olmak üzere bir çok olumsuz çağrışımla eşanlamlı hale gelmiş durumda.

Haber Merkezi / “Aryan” kelimesi altında yayılan olumsuz düşünceleri ortadan kaldırmak için, kelimenin gerçek anlamını ve tarihsel bağlamını bilmek esastır.

Aryan kelimesi, bu anlam bozulmasından önce, Hint alt kıtası boyunca konuşulan dilleri etkileyen arkaik bir dili ifade ediyordu.

MÖ 1500 civarında İran’da yaşayan Ariler, kuzey Hindistan’a göç ettiler ve Hindistan alt kıtasında yaşayan topluluklar, Arilere “Arya” adını verdiler. İngilizce “Aryan” kelimesi bu Sanskritçe kelimeden türetilmiştir. İlginçtir ki, kelimenin Farsçada da bir akrabası var: Eran. Bu kelime, günümüzde İran kelimesinin kaynağıdır.

Arilerin kuzey Hindistan’a göç ettiklerinde bölgede İndus Vadisi Uygarlığı vardı. Arkeolojik araştırmalar, İndus Vadisi Uygarlığının aynı dönemde var olan Babil ve Mısır uygarlıklarından daha gelişmiş olduğunu göstermektedir.

Ariler veya Aryanlar, İndus Vadisi Uygarlığını yıkan istilacılar değil, bölgeye kademeli olarak göç eden topluluklardı. Aryan göçlerinin, İndus Vadisi Uygarlığının çöküşüne neden olduğu fikrini destekleyen çok az kanıt bulunmaktadır.

İndus Vadisi Uygarlığı, çevresel ve sosyal faktörler nedeniyle önce gerilemiş sonra yıkılmış olabilir. Uygarlığın yıkılışına yakın bir dönemde bölgeye göç eden Aryanların, uygarlığın yıkılışından sonra oluşan boşluğu doldurduğu kabul edilmektedir.

Aryanların yaşadığı yer anlamında kullanıldığı düşünülen “Airyana Vaejah” terimi, tarihsel kayıtlarda ilk olarak Zerdüştlüğün dinin kitabı Avasta’da yer almaktadır. Airyana Vaejah, Avesta’da (Vendidad, Farg. 1) Ahura Mazda’nın “on altı mükemmel toprak” hakkındaki ifadelerinden birine yapılan atıftır.

Airyanem Vaejah’ın tarihsel konumu halen belirsizliğini korumak birlikte, Airyana Vaejah, Aryan halkının efsanevi anavatanına atıfta bulunması, terime belirli bir saygınlık kazandırır, ancak yine de kelimeye herhangi bir ırksal üstünlük anlam vermez.

Aryan kelimesinin anlamı tarihsel süreç içerisinde zamanla bulanıklaştı ve siyasi amaçlar için kötüye kullanılmaya başlandı. 20. yüzyılın başlarında, Aryan kelimesi, ırk üstünlüğü anlamına gelecek şekilde yeniden tanımlandı.

Bu yeni tanım, bazıları tarafından benimsendi, ki bunların arasında Almanya’da Naziler ve İtalya’da Faşistler de vardı. Naziler, kendilerini antik ve asil sözde Aryan ırkının torunları olarak ilan etmeyi uygun buldular. Sonraki süreçte de ırkçı yapılar, kelimeyi bu anlamda kullanmaya devam ettiler.

Paylaşın

Kitleleri Oyalama Silahları: Sosyal Medya

Yaklaşık bir hafta önce “katalog suçlara uymadığı” gerekçesiyle ücretsiz fotoğraf ve video paylaşım platformu Instagram’a erişim engeli getirildi. Ardından, çocuklar arasında popüler olan Roblox çevrimiçi oyun platformuna erişim yasağı getirildi.

Kurtuluş Aladağ / Son olarak, video oluşturma ve paylaşmanın yanı sıra canlı yayın imkanı sağlayan bir platform olan Tik Tok’un kapatılabileceği ima edildi.

Son bir haftadır yediden yetmişe herkes bu platformlara getirilen engellemeleri tartışıyor. Peki, bir çok çevrim içi platformun ortak adı olan “Sosyal Medya” ne anlama geliyor?

Gün içerisinde belirli saatlerinde, belirli ortamlarda dikkat eksikliği veya odaklanma sorunu yaşadığınızı fark edebilirsiniz, ki dikkat eksikliği veya odaklanma sorunu yaşamaya başladığınız andan itibaren çevrenizde yaşananlara ilişkin net düşünemez duruma gelirsiniz.

Bu durumun nedenini yaşamınızı işgal eden “Sosyal Medya” olarak düşünebilirmiyiz…

Hepimiz çevremizdekilerin, her 5 – 10 dakikada bir akıllı telefonlarından sosyal medya hesaplarını ve anlık mesajlaşma uygulamalarındaki hareketleri tespit etmek için uğraştıklarını görebiliriz.

Çevremiz, sürekli olarak telefonlarını taramakla meşgul oldukları için anlamlı bir sohbeti dahi yapamayan akıllı telefon zombileri ile doludur.

“Bir çok araştırma, hepimizin bir dereceye kadar teknoloji bağımlısı olduğumuzu ortaya koyuyor. Günde birkaç saatimizi akıllı telefonlara, tabletlere ve bilgisayara harcıyoruz.

Dikkat dağınıklığı veya odak eksikliğinin birden fazla nedeni olsa da, birincil sorumlu olarak “akıllı telefon, internet ve sosyal medyanın kullanılması”nı düşünebiliriz.

İnsanın dikkat süresi üzerine yapılan araştırmalar, 2000 yılında 12 saniyelik ortalama dikkat süresinin 2013 yılında 8 saniyeye düştüğünü söylüyor, ki bu Japon Balığının dikkat süresinden bile daha az.”

Dikkat dağınıklığı yeni bir olgu değil, insanoğlu var olduğu günden beri bu sorunla uğraşıyor, ancak sosyal medyanın neden olduğu bağımlılık ve dikkat dağınıklığının örneği yok.

İnsan beyni daha karmaşık bilgileri algılamak, kaydetmek ve bunlarla başa çıkmak için bir ölçüde evrimleşmiş olsa da, maruz kalınan bilgi hacmi hala hayal gücünün ötesinde.

Bir çokları, bu sorunu olumsuz olarak görmüyor bile, bu dikkat dağıtıcıları ile yüzleşmek yerine, bunları sorunlardan kaçmak için kullanıyorlar.

Burada sorulması gereken temel soru şu: Bu dikkat dağıtıcı şeyler neye mal oluyor?

Akıllı telefonunuzun kısa bir taramasını yapmanız, zamanınızın ve enerjinizin çoğunu hangi uygulamaların tükettiğine dair bir fikir verecektir.

Sosyal medya “insanların fikirleri, içerikleri, düşünceleri ve ilişkileri çevrimiçi olarak paylaşma biçimi” olarak tanımlanabilir. Burada “sosyal medya” terimi fenomeni tanımlamak için kullanılırken, “sosyal medya araçları” teknolojileri ifade eder.

Paylaşın

Olası Faiz İndirimi Yabancı Yatırımcıyı Nasıl Etkiler?

İntegral Yatırım Araştırma Müdürü Seda Yalçınkaya Özer, 2024 yılının son çeyreğinden önce faizlerin indirilmesi yabancı ilgisinin dağılmasına neden olabileceğini söylüyor.

Türkiye’ye henüz istenen düzeyde sıcak para girişi sağlanamadığına işaret eden Özer, “Ancak enflasyondaki kademeli geri çekilmenin sürmesi ve yatırım yapılabilir seviyeye yaklaşmamız fon akımlarını da beraberinde getirecektir. Yeter ki olumlu hikâye bozulmasın” diyor.

28 Mayıs 2023’te tamamlanan milletvekili ve cumhurbaşkanı seçimlerinin ardından AKP iktidarının Mehmet Şimşek yönetiminde uygulamaya koyduğu yeni ekonomi programı, aradan geçen bir yılda yabancı yatırımcıların ilgisini çekmeye başladı.

Erdoğan’ı faiz indirimi politikasından vazgeçiren Mehmet Şimşek ile beraber politika faizi yüzde 8,5’ten yüzde 50’ye yükseltildi ve yabancı sermayenin Türkiye’ye girişini hızlandıracak bir dizi adım atıldı. Ancak son dönemde gerek yılın son çeyreğinde faiz indirimlerinin yeniden başlayacağına dair söylentiler gerekse yurt içi ve yurt dışında artan risk algısı, yabancı yatırımcının Türkiye’ye olan ilgisinin azalacağı endişesi yarattı.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran‘a konuşan uzmanlara göre ise Türkiye’ye olan yabancı yatırımcı ilgisi henüz istenen düzeyde olmasa da devam edecek. Ancak AKP hükümetinin ekonomide güveni azaltabilecek adımlar atması hâlinde, Türkiye’ye sermaye girişi beklentileri yara alacak.

Geçtiğimiz günlerde İngiliz Financial Times gazetesinde yayımlanan bir haberde de Türkiye’ye son dönemde uluslararası piyasalardan gelen sıcak paranın küresel ya da yerel bir şok durumunda hızla kaçabileceği uyarısında bulunuldu.

“İşlemciler milyarlarca doları Türk lirasına yatırıyor” başlıklı analizde, fonların yüksek faizden etkilenip Türkiye’ye yöneldiğine dikkat çekilirken bu durumun ani bir piyasa değişimine karşı ülkeyi kırılgan hâle getirebileceğine işaret edildi.

Son dönemde gerek TCMB’ye duyulan güvenin artması gerekse yabancı sermaye girişini özendiren uygulamalar sonucunda, Türkiye’nin döviz rezervlerinde artışlar görülüyor. TCMB verilerine göre brüt rezervler 19 Temmuz haftasında 153,9 milyar dolara çıktı. Bir önceki hafta brüt rezervler 153,8 milyar dolar olarak kaydedilmişti.

Net rezervlerde ise artış daha belirgin oldu. Verilere göre net rezervler 47,7 milyar dolardan 48,2 milyar dolara çıkarken swap hariç net rezervler 22,2 milyar dolardan 22,9 milyar dolara yükseldi.

Gedik Yatırım Araştırma Direktörü Ali Kerim Akkoyunlu, uygulanan ekonomi politikalarındaki istikrar ve güveni yakından takip eden yabancı yatırımcıların şu anda Türkiye’nin 2025 yılındaki performansını fiyatladığını ifade ediyor. Akkoyunlu, şu görüşleri dile getiriyor:

“Yabancı yatırımcılar Mart sonundan beri tahvil piyasasında 11 milyar dolar net alım gerçekleştirirken hisse senetlerinde Nisan ayındaki 1,2 milyar dolarlık alımlarının ardından sonraki haftalarda toplamda yaklaşık 2 milyar dolar satış gerçekleştirdiler. Faiz indirim döngüsünün başlamasıyla, yabancı yatırımcının hisse senetlerinde de alımlarını artırması beklenebilir.”

Akkoyunlu’nun verdiği bilgilere göre, Ocak 2018 ile Mayıs 2023 arasında Türkiye’den toplam 22,5 milyar dolarlık portföy çıkışı yaşanırken bu tarihten itibaren ise hisse senetlerine 1,8 milyar dolar, Devlet İç Borçlanma Senetleri’ne (DİBS) de 12,5 milyar dolar olmak üzere toplamda 14,3 milyar dolarlık yabancı sermaye girişi yaşandı.

“Carry trade” uygulaması

Bununla birlikte yabancı yatırımcılar, “ucuza kredi alıp pahalıya mevduata bağlama yöntemi” olarak bilinen “carry trade” uygulaması ile de Türkiye’ye Mart 2024’ten bu yana yaklaşık 20 milyar dolarlık giriş yaptı.

Beykoz Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Evren Bolgün, Türkiye’ye portföy yatırımı için gelen yabancı yatırımcı ile doğrudan yatırım yapmak için gelen yabancı sermayenin farklı özelliklere sahip olduğunu söylüyor. Son dönemde Türkiye’nin kredi notlarındaki düzelmenin uluslararası doğrudan yatırımcılar açısından sevindirici bir gelişme olduğunu dile getiren Prof. Bolgün’e göre, Türkiye’de büyük çaplı doğrudan yatırımlar görmek içinse henüz erken.

Türkiye’nin hâlâ “yatırım yapılabilir” seviyenin dört kademe altında bir nota sahip olduğuna işaret eden Bolgün, “Daha yolun başında sayılırız. Yatırım yapılabilir nota ulaşmamız, benim tahminime göre 3-4 yıl sürecek” diyor.

Son yıllarda Türkiye’ye giren doğrudan yabancı yatırımların yılda 4-5 milyar dolar civarında olduğunu, bunun da yarısının gayrimenkul yatırımları olduğunu kaydeden Bolgün, “Son dönemde gayrimenkul yatırımlarının da hız kestiğini görüyoruz” diye ekliyor.

Borsa tarafında ise yabancı varlığının yüzde 40’ın altında seyrettiğini ve hisse alım satımı yapan yabancıların Türkiye’ye hızlı girip çıkan sıcak para olduğunu anlatan Bolgün, şu değerlendirmelerde bulunuyor:

“Burada da yaklaşık 20 milyar dolarlık bir birikim oluşmuş durumda. Bunu sağlamak için faiz de dört aydır yüzde 50’de duruyor. Önümüzdeki aylarda enflasyonun kademeli olarak yüzde 40 seviyelerine düşmesiyle faiz indirimi gündeme gelecek. Şu anki Türkiye’de sıcak para girişlerini destekleyen ve bunun olabildiğince kesintisiz sürmesi beklentisiyle karşı karşıya olan bir ekonomi yönetimi var. Ama bu özellikle sanayi, imalat ve ihracat kesimi tarafında ciddi ölçüde gelir erozyonu yaratıyor. Sonuçta son bir yılda enflasyon yüzde 70 artarken dolar kuru sadece yüzde 24 arttı.”

Bu arada ekonomi yönetiminin uluslararası yatırımcıları Türkiye’ye çekebilmek için yürüttükleri küresel temaslar da devam ediyor. Son olarak Brezilya’daki G20 toplantılarına katılan Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, burada yaptığı açıklamada, Türkiye’de uygulanan ekonomi programı ile makro istikrarı güçlendireceklerini ve büyüme potansiyelini artıracaklarını vurguladı.

İntegral Yatırım Araştırma Müdürü Seda Yalçınkaya Özer, yaptığı değerlendirmede, Türkiye’yi tercih eden kısa vadeli yabancı sermayenin daha çok yurt içi piyasada ihraç edilen borçlanma senetlerini ifade eden DİBS üzerinden giriş yaptığına işaret ediyor.

DİBS işlemlerinde, borçlu olan devlet DİBS sahiplerine kupon ödeme tarihlerinde ve vade sonunda borçlu olduğu tutarı ödüyor. DİBS’ler vadeleri boyunca ikincil piyasalarda kişi ve kurumlar tarafından alınıp satılabiliyor.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) 19 Temmuz haftasını kapsayan son Haftalık Menkul Kıymet İstatistikleri’ne göre, yurt dışında yerleşik kişiler 19 Temmuz haftasında net 124,2 milyon dolarlık hisse senedi alırken 700 milyon dolarlık DİBS ve 10,5 milyon dolarlık Genel Yönetim Dışındaki Sektör (ÖST) varlığı sattı.

Devlet tahvillerinde bir haftada 700 milyon dolara ulaşan bu yabancı satışı, son dönemin en sert satış işlemi olarak kayıtlara geçti. Aynı dönemde yurt dışında yerleşik kişilerin DİBS stoku 13 milyar 174 milyon dolardan 12 milyar 292 milyon dolara, ÖST stokları da 423,7 milyon dolardan 410,9 milyon dolara indi.

Yurt dışında yerleşik kişilerin 12 Temmuz itibarıyla 41 milyar 52 milyon dolar olan hisse senedi stoku ise 19 Temmuz’da 41 milyar 448 milyon dolara yükseldi.

Yılın başından bu yana yabancıların hisse tarafında zaman zaman alıcılı, zaman zaman da satıcılı bir seyir izlediklerini kaydeden Özer, “Rezerv birikiminin sürdürülebilir olması, ortodoks ekonomi politikalarının devam etmesi, gündemin ekonomide kalması ve enflasyonun seyri yabancı yatırımcının odağında olmaya devam edecek” diyor.

Peki, son dönemde sıkça gündeme gelen faiz indirimi süreci, Türkiye’ye olan yabancı ilgisini nasıl etkiler?

Özer’e göre, 2024’ün son çeyreğinden önce faizlerin indirilmesi yabancı ilgisinin dağılmasına neden olabilir. Türkiye’ye henüz istenen düzeyde sıcak para girişi sağlanamadığına işaret eden Özer, “Ancak enflasyondaki kademeli geri çekilmenin sürmesi ve yatırım yapılabilir seviyeye yaklaşmamız fon akımlarını da beraberinde getirecektir. Yeter ki olumlu hikâye bozulmasın” diyor.

Paylaşın

Platon’a Göre “İyi Yaşam” Nedir?

Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük düşünürlerinden biri olan Platon’un (M.Ö. 423 – 348), iyi bir yaşam için kişisel düşüncelerini paylaşmasını canlı duymak için neler verirdiniz?

Haber Merkezi / Platon’un son eserlerinden biri olan ve bireyin iyi bir hayat nasıl yaşayabileceği sorusuna nihai yanıtını verdiği Philebus’ta tam olarak bunu buluyoruz. Philebus, Platon’un diyalog biçiminde yazılmış bir eseridir. Platon’un öğretmeni Sokrates ile iki genç Atinalı, Philebus ve Protarchus arasındaki kurgusal bir konuşmayı sunar.

İyi bir yaşam için bilgi mi yoksa haz mı daha önemli?

Philebus’un başlangıcında, Sokrates ve Philebus karakterleri, iyi yaşam için bilginin mi yoksa hazzın mı daha fazla sorumlu olduğu konusunda çoktan bir çıkmaza girmişlerdir. Sokrates bilgiyi, Philebus ise hazzı (zevki) tercih eder. Ancak Philebus, sohbetten çoktan sıkılmıştır ve sohbetten ayrılır, yerine daha genç arkadaşı Protarchus geçer ve Sokrates ile birlikte diyaloğun geri kalanında ana karakter olur.

Philebus’un devamında karakterler, bilginin mi yoksa hazzın mı iyi bir yaşam için daha gerekli olduğu sorusunu ele alarak, bilgi olmadan haz dolu bir yaşam, haz olmadan bilgi dolu bir yaşam sürmenin nasıl olacağını tartışırlar.

Bilgi olmadan zevk dolu bir hayatın yeterli olmadığı, zevk olmadan da bilgi dolu bir hayatın yetersiz olduğu konusunda fikir birliği sağlanır. Bu durum, bilgi ve hazdan oluşan ‘karma bir hayatın’ tercih edilebilir olduğu konusunda anlaşmaya varılır.

En iyi sonuç için ne tür bilgi ve ne tür haz bir araya gelmeli?

İki tür bilgi tanımlanır; saf olan ve saf olmayan. Saf bilgi teoriktir, saf olmayan bilgi ise pratiktir.

Teorik bilgi “saftır” çünkü pratik bilgiyle eşleştirilemeyecek kadar kesinliğe sahiptir. Örneğin, teorik bilgi fiziksel dünyada var olamayacak mükemmel bir dairenin bilgisini içerir: Birinin fiziksel dünyada çizdiği her daire en azından biraz kusurlu olacaktır. Dolayısıyla, teorik bilgi ideal olduğu için saftır, pratik bilgi ise kusur içereceği için saf değildir.

Saf ve saf olmayan bilginin bir benzerini hazda bulunur, ancak bu benzetmeyi anlamak için Platon’un haz ve acı hakkındaki genel teorisini kısaca gözden geçirmek gerekir.

İnsan sağlığı, vücudun ve zihnin tüm parçalarının uyum içinde olduğu doğal durumdur. Bu uyum bozulduğunda acı hissederiz ve bu uyum yeniden sağlandığında haz duyarız.

Örneğin, susarsak, susuzluk acısı sağlığımızın uyumlu durumunu bozmuş olur ve sonuç olarak acı hissederiz. Su içtiğimizde, vücudumuzu uyumlu durumuna geri getiririz ve haz duyarız. Bu hazlar “saf değildir” çünkü acıdan önce gelirler ve bu da hazzın zıttıdır. Aslında, öncesinde gelen acı ne kadar büyükse, haz da o kadar büyük olur.

Eksikliğini bilmediğimiz birçok şey bize fayda sağlayabilir. İlk önce fark edilir bir ac yaşamadan bir yenilenmenin hazzını hissedebileceğimiz dönemler olacaktır. Bu olduğunda, “saf bir haz” veya fark edilir bir acıyla önceden gelmeyen veya ona eşlik etmeyen bir haz hissederiz.

Saf hazlar genellikle doğası gereği entelektüeldir, öğrenme, yaratma, uygulama ve benzeri hazları içerirler. Bunlara, duyusal hazları ve estetik hazlar da eklenebilir; yeter ki bu deneyimler bir tür “açlık” tarafından önceden hissedilmesin (bu açlık gerçek anlamda bir açlık veya bilgi, deneyim ve benzeri şeylere yönelik mecazi bir açlık olsun).

Sokrates ve Protarkhos, olası temel bileşenleri belirledikten sonra, saf ve saf olmayan bilgi ile saf ve saf olmayan zevk, iyi yaşam için kendi yöntemlerini yaratmaya hazırdırlar.

İyi yaşam, Sokrates ve Protarkhos’un hemfikir oldukları üzere, ona sahip olan ve onu kaybetme korkusu olmayan herkesin ihtiyaç duyduğu her şeye sahip olduğu ve başka hiçbir şey istemeyeceği bir yaşamdır. Sokrates, görevi doğru su (bilgi) ve bal (haz) kombinasyonunu belirlemek olan bir içki karıştırıcısı metaforunu kullanır.

Her bilgi iyidir: Önce saf veya teorik bilgi kabul edilir, daha sonra tüm saf ve saf olmayan bilgilere kapı açılır, buna tüm sanatlar ve bilimler dahildir. İyi bir hayat yaşamak için, şeyleri anlamak için gerekli olan teorik bilgiye ihtiyacımız vardır, ancak hayatta ilerlemek için pratik bilgiye de ihtiyacımız vardır. Pratik veya saf olmayan bilgi, bir ev inşa etmemizi, alışveriş listesi yapmamızı, bir müzik aleti öğrenmemizi vb. sağlar.

Bazı zevkler iyidir: İyi yaşam için tüm bilgiler kabul edildikten sonra, haz konusunda ne yapılacağı sorusu yöneltilir. Hemen tüm saf hazların iyi yaşama girmesine izin verilir, ancak saf olmayan hazlarda duraksama olur.

Sokrates ve Protarkhos, biraz düşündükten sonra, seçilmiş birkaç saf olmayan haz sınıfını kabul ederler: gerekli hazlar (örneğin, yeme, içme ve cinsel üreme hazları) ve erdemli eylemlere eşlik eden hazlar (örneğin, ölçülülük, ihtiyat, cesaret ve adalet hazları). Sokrates ve Protarkhos, gerisini atarlar.

Bazı zevkler neden reddedilir? 

Saf, gerekli ve erdemli olanlar dışında kalan hazların neden reddedildiği sorusu karmaşıktır. Bu, sınırsız olma durumlarına dayanır, bu da hissedilen bir deneyim olarak hazzın geçici, değişken ve bağımlılık yapıcı olma eğiliminde olduğu anlamına gelir, çünkü daha fazlasını arzulama eğilimindeyiz.

Hazzın geçiciliğine bir örnek olarak, takımı gol attığında bir dakika neşeyle tezahürat eden, diğer takım gol attığında ise surat asan taraftarı düşünün, hazzı geçici ve istikrarsız. Hazzın (saf hazlar hariç) onu tanımlayacak ve dolayısıyla istikrarını sağlayacak içsel sınırları yoktur.

Gerekli hazlar, genel sağlığımızı destekledikleri ölçüde iyi yaşama dahil edilebilir, çünkü sağlığın kendisini, onu elde etme arayışımızı düzenlemek için standart veya sınır olarak kullanabiliriz. Bu, gerekli hazların sağlığımızı destekledikleri ölçüde iyi oldukları anlamına gelir. Gerekli hazlar durumunda, hazza kendisinde olmayan sınırı dışarıdan uygularız ve bunu yaparken onu iyi hale getiririz.

İyi yaşam

İyi yaşam, içinde birkaç damla bal (haz) bulunan bir bardak suya (bilgi) benzer. Karışımın kendisi, tek tek unsurları değil, iyi yaşamın en önemli yönü olarak ortaya çıkar. Karışımın yaratılmasına olanak sağlayan araçlar, yani akıl yürütme yetilerimiz, iyi yaşam için hazdan daha fazla sorumlu olduklarını kanıtlar, ancak haz yine de iyi yaşamın vazgeçilmez bir parçası olmaya devam eder.

Paylaşın

Türkiye, Yeniden “Yatırım Yapılabilir Ülke” Seviyesine Ne Zaman Çıkar?

Dr. Atahan Çelebi, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu yükseltmesine ilişkin yaptığı değerlendirmede, bundan sonra gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıların en önemli beklentisinin Türkiye’nin notunun “yatırım yapılabilir” seviyeye çıkması olduğunu kaydetti.

Atahan Çelebi, “Türkiye’den kurumsal tahvil alımları, menkul kıymet alımları esasen bu koşul sağlanırsa gerçekleşecek. O yüzden ekonomi politikalarında yaşanan olumlu sürecin devam etmesi gerekiyor. Özellikle döviz rezervlerindeki artışın sürmesi, net rezervin yükselmesi önemli. Ekonomik göstergeler, uygulanan politikaların etkisini yansıtmalı” diye konuştu.

İstatistiksel olarak bakıldığında Türkiye koşullarında bir ülkenin kredi notu düştükten sonra yeniden yükselişe geçmesi için yedi yıla yakın bir süre gerektiğine işaret eden Çelebi, “Ancak Türkiye’deki öngörülemez siyasi süreçler belirsizliği artırıyor” dedi.

Türkiye’de Mehmet Şimşek yönetiminde uygulanan ekonomi politikaları, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları tarafından olumlu karşılanmaya devam ediyor. Fitch Ratings ve S&P’nin Mart ve Mayıs aylarında yaptığı not artırımlarından sonra, Moody’s de tarihinde ilk kez Türkiye’nin kredi notunu iki kademe birden yükseltti.

Böylelikle Moody’s kararı öncesinde Uganda, Moğolistan ve Kongo ile aynı seviyede yer alan Türkiye, iki kademe not artışından sonra ise Bangladeş, Kosta Rika ve Namibya ile aynı seviyeye yükselmiş oldu. Ekonomideki sıkıntıları hafifletebilmek için uluslararası sermaye girişlerine ihtiyaç duyan Türkiye, hala her üç kuruluşun listesinde “yatırım yapılabilir ülke” seviyesinin dört basamak altında yer alıyor.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran‘a konuşan ekonomist ve yatırım danışmanlarına göre, AKP iktidarı ekonomide her şeyi doğru yapsa bile, Türkiye’nin “yatırım yapılabilir ülke” seviyesine çıkması en az iki yıl alacak. Olası bir erken seçim kararı ve sonrasında “rasyonel” politikalardan uzaklaşılması halinde ise ülke notu yeniden düşüşe geçebilir.

Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Moody’s, Türkiye’nin kredi notunu “B3″ten “B1″e yükseltirken, kredi notu görünümünü “pozitif” olarak korudu. Moody’s raporunda, Türkiye’nin kredi notunun tarihte ilk kez iki kademe birden yükseltilmesinin temel nedeni olarak ortodoks para politikasına kararlı ve “giderek daha iyi yerleşen geri dönüş” gösterildi.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’na (TCMB) olan güvenin arttığına ve uygulanan para politikasının güçlendiğine işaret edilen raporda 2025 yılı sonu enflasyon beklentisi de yüzde 38’den yüzde 30’a çekildi.

Ayrıca sıkı politika duruşunun Türkiye’nin yüksek dış kırılganlığını önemli ölçüde azalttığına işaret edilen açıklamada, pozitif görünümün yukarı yönlü risk dengesini yansıttığı kaydedildi. Öte yandan ülkedeki siyasi risklerin kredi notunu olumsuz etkileme potansiyelinin devam ettiğine vurgu yapıldı.

Sagam Strateji Danışmanlık Kurucusu Ekonomist Murat Sağman’a göre, iki kademe not artırımının başlıca sebebi Mehmet Şimşek ile birlikte “ortodoks” para politikalarına geri dönüş ve Merkez Bankası politikalarındaki kredibilite artışı oldu.

Moody’s’in Türkiye değerlendirmesinde Fitch ve S&P’ye göre zaten geri kalmış olduğuna, dolayısıyla iki kademeli bir artışın şaşırtıcı olmadığına vurgu yapan Murat Sağman, “Şimdi en azından bir dengelenme oldu. İki kademde birden not artışı yapılması ise Türkiye için bir ilk” diyor.

Ancak Türkiye’nin kredi notu artmış olsa da Türkiye hala “yatırım yapılabilir ülke” seviyesinde değil. Türkiye’nin bu seviyeye ulaşması için ise Fitch, S&P ve Moody’s’den dört kademe daha not artırımı alması gerekiyor.

Türkiye’nin notu en son Mayıs 2013’te “yatırım yapılabilir ülke” seviyesine çıkarılmıştı. 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından Türkiye’nin kredi notu her üç şirket tarafından da düşürülmeye başlanmış, 2019’da ise en düşük seviyeyi görmüştü.

Ne zaman “yatırım yapılabilir ülke” olur?

Bundan sonraki süreçte en çok merak edilen konu ise, Türkiye’nin ne zaman yeniden “yatırım yapılabilir ülke” seviyesine çıkacağı. Peki Türkiye’nin önünde daha ne kadar yol var?

Küresel sermaye, döviz ve emtia piyasalarına ilişkin danışmanlık hizmeti sunan STRFS (Stratejistanbul Financial Solutions) Başstratejisti Dr. Atahan Çelebi, yaşanan not artışlarının Türkiye’ye sermaye girişi açısından olumlu bir gelişme olduğunu söylüyor. Bununla birlikte Çelebi, not artışının beklenen bir gelişme olduğu için 22 Temmuz Pazartesi günü piyasalar açıldığında ciddi bir etki yaratmayacağı görüşünde.

Bundan sonra gerek yerli gerekse yabancı yatırımcıların en önemli beklentisinin Türkiye’nin notunun “yatırım yapılabilir” seviyeye çıkması olduğunu kaydeden Atahan Çelebi, “Türkiye’den kurumsal tahvil alımları, menkul kıymet alımları esasen bu koşul sağlanırsa gerçekleşecek. O yüzden ekonomi politikalarında yaşanan olumlu sürecin devam etmesi gerekiyor. Özellikle döviz rezervlerindeki artışın sürmesi, net rezervin yükselmesi önemli. Ekonomik göstergeler, uygulanan politikaların etkisini yansıtmalı” diye konuşuyor.

İstatistiksel olarak bakıldığında Türkiye koşullarında bir ülkenin kredi notu düştükten sonra yeniden yükselişe geçmesi için yedi yıla yakın bir süre gerektiğine işaret eden Çelebi, “Ancak Türkiye’deki öngörülemez siyasi süreçler belirsizliği artırıyor” diyor.

Türkiye’de önümüzdeki üç yıl sonunda yeni bir seçim ortamına girileceğinin altını çizen Atahan Çelebi, şu değerlendirmede bulunuyor:

“Bu noktada para politikasının ve mali disiplinin devam edip etmeyeceği tartışma konusu. Eğer bu koşullar altında devam edersek, benim tahminim 2 yıl içerisinde Türkiye’nin kredi notu yine yatırım yapılabilir seviyenin alt kısmına ulaşacaktır. Fakat tekrar altını çizelim. Seçim döneminde daha önce yaşandığı gibi gevşek politikalar, geri dönüş sinyalleri verilirse bu kredi artışları beklemeye girer. Ve bu pozitif eğilim kısa sürer.”

Son not artırımının sadece bir başlangıç olduğunu, henüz “yatırım yapılabilir” seviyeye çıkmak için dört not artırımına daha ihtiyaç olduğunu dile getiren Ekonomist Murat Sağman da, şu görüşleri dile getiriyor:

“Yatırım yapılabilir seviyeye gelmemiz, her şeyi doğru yaparsak iki yıldan önce olmaz. Doğru politikalar dediğimiz enflasyonun düşmesi, hukuk başta olmak üzere kurumların bağımsız çalışması… Bunlar çok önemli. Tabi ki bu not artışları yatırımcı ilgisini artıracaktır ama yeterli değil.”

Son not kararı ile birlikte 2024 başından bu yana üç büyük uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu da Türkiye’nin notunu artırmış oldu. Moody’s Ocak ayında Türkiye’nin B3 olan kredi notunu değiştirmemiş, görünümünü durağandan pozitife yükseltmişti. Fitch Ratings, Mart ayında Türkiye’nin kredi notunu “B”den “B+”ya yükseltirken, not görünümünü “durağan”dan “pozitif”e çıkarmıştı. S&P ise Mayıs yerel seçimlerin ardından Türkiye’nin kredi notunu “B”den “B+”ya yükseltmişti.

Paylaşın

Hedonik Koşu Bandı: Aşırı Tüketimcilikten Minimalist Tüketimciliğe

Son alışverişinizin sizi neden mutlu etmediğini hiç merak ettiniz mi? Bunun nedeni hedonik koşu bandında (aynı zamanda hedonik adaptasyon olarak da bilinir) olmanız olabilir.

Haber Merkezi / Hedonik koşu bandı, seçimlerimizden veya başarılarımızdan bağımsız olarak bir temel seviyeye veya ‘ayar noktasına’ dönme eğilimini ifade eder. Başka bir ifadeyle, her bir adım ileri attığımızda, koşu bandı bizimle birlikte hareket eder ve bizi yerimizde tutar.

Hedonik adaptasyon teorisi, genel yaşamımızdaki kısa vadeli kazanımların veya kayıpların, koşullarımıza uyum sağladığımız için, genel yaşamımızda kalıcı kazanımlara veya kayıplara yol açmayacağını ileri sürer.

Hedonik adaptasyon, çok eski bir fikir için kullanılan nispeten yeni bir terimdir. Hedonik adaptasyon teorisi en azından Aristoteles zamanlarından beri çeşitli enkarnasyonlarda (ete bürünme ya da vücut bulma) dolaşmaktadır.

Aristoteles, Nikomakhos’a Etik’te hedonik (duyusal tabanlı) ve eudaimonik (ahlaki) arasında ayrım yapmış ve hedonik aktivitelerin eudaimonik arayışların yaptığı gibi uzun vadeli mutluluğa yol açmadığını fark etmiştir.

Başka bir deyişle: Sadece iyi hissettiren şeyleri yapmak kalıcı mutluluk getirmeye yeterli değildir.

Hedonizm veya hazza ulaşmanın hayattaki birincil kaygı olması gerektiği inancı, antik Yunan’dan bile daha eskilere, insanlığın bildiği en eski yazılı hikayelerden biri olan Sümer Gılgamış Destanı’na kadar uzanır.

Gılgamış Destanı içinde şu tavsiye bulunabilir: “Karnınız tok olsun. Gündüz ve gece neşelensin […] Sadece bunlar insanların kaygısıdır.” Fiziksel rahatlığın kişinin birincil kaygısı olması gerektiği konusundaki bu ısrar, en saf haliyle hedonizm.

Yüzyıllar boyunca kendimizi zevke kaptırmanın yeni yollarını bile keşfettik. Örneğin, “alışveriş terapisi”ne olan özel ilgimizi ele alalım. Stresli, üzgün veya moralimiz bozuk olduğunda satın alabileceğimiz bir şey buluruz. Bu yeni ürün bize bir süreliğine iyi hissettirir ve sonra hissettirmez.

Hedonik koşu bandı dönmeye devam ediyor. İyi hislerimiz kayboluyor ve genel yaşamımız temel seviyesine geri dönüyor… sonra gidip başka bir şey satın alıyoruz.

Aşırı tüketimcilik: “Alışveriş terapisi” şaka yollu kullanılan bir terimdir, ancak aşırı tüketiciliğin sonuçları çok ciddi olabilir. Finansal sıkıntı, birçok sorunun önde gelen nedenlerinden biridir. Hatta sağlığımızı bile tehlikeye atabilir. Mutluluğu satın alma çabalarımızın sahip olduğumuz mutluluğu bozabileceği de açık.

Hedonik adaptasyon döngüsü hepimizi farklı derecelerde etkiler. Her ne olursa olsun, maddi bir şey elde ederiz (elle tutulur bir şey) ve bir an için bir şey başarmış gibi hissederiz. Bu hisle birlikte geçici bir pozitif duygu dalgası oluşur.

Aşırı minimalizm: Peki hedonik koşu bandı tersine çevrildiğinde ne olur? Çok fazla tüketimin eşit ve zıt bir sonu var mıdır?

Evet, var olduğunu ve bunun son yıllarda ortaya çıkan minimalist hareketin içinde gizli olduğunu söyleyebiliriz.

Minimalizm, basit yaşama dair modern bir yaklaşımdır. Minimalizm, zihinsel ve duygusal sağlık, maneviyat veya artan öz yeterlilik gibi diğer motivasyonlar arasında maddi fazlalıklardan sıyrılıp soyut şeylere odaklanmaktır.

Dikkat edilmesi gereken nokta; Tüm dikkat dağıtıcı unsurları ortadan kaldırma arayışı aynı kolaylıkla başka bir dikkat dağıtıcı unsura dönüşebilir.

Kendinizi bu çıkmazda bulduysanız, inanın ya da inanmayın, hala hedonik koşu bandında olabilirsiniz. Aşağıda boş bırakılan yerleri doldurarak durum ifadelerini karşılaştırın:

“Bir _____’den daha kurtulabilirsem, sonunda yaşamaya başlama özgürlüğüne sahip olacağım.” Ve: “Bir tane daha ______ alırsam sonunda yaşamaya başlamak için ihtiyacım olan şeye sahip olacağım.”

Bağlantıyı görüyor musunuz?

Bir eşyadan kurtulmak, bir eşya satın almaktan daha uzun vadeli bir mutluluk sağlamayacaktır; çünkü maddi değişimler, her iki yönde de, içsel durumunuzu birkaç anlık andan fazla etkilemez.

Hedonik koşu bandından inmeye hazır mısınız?

Kaygı ve depresyon, hedonik koşu bandının dönmesini sağlayan olağan şüphelilerdir. Makineye giden güç kablolarıdır. Kısa vadeli mutluluklar için boşuna çabalamayı bırakın ve sorunu kökünden çözün. Birkaç basit yol:

Nefes almak: Diyaframdan nefes almak, kaygıyı neredeyse anında azaltmanın harika bir yoludur.

Sakinleştirici görselleştirme: Derin nefes alma tek başına sizin için işe yaramıyorsa, sakinleştirici görselleştirme faydalı bulabileceğiniz bir odak noktası ekler. Oturmak için sessiz bir yer seçin ve kendinizi kaygınızı veya depresyonunuzu bırakırken görselleştirin.

Duygularınızı kabul edin: Kaygılı veya depresif hissediyorsanız, bununla savaşmaya çalışmayın. Duygusal kaçınma zararlı olabilir. Duygularınızı kabul etmek aslında duygu yoğunluğunu azaltmaya yardımcı olabilir.

Yargılayıcı olmayın: Duygularınızı kabul etmeyi başardığınıza göre, onlara karşı yargılayıcı olmayan bir tavır takının. Kendinize iki soru sorun: Ne hissediyorsunuz ve bu hisse ne sebep oluyor?

Bu iki şeyi belirledikten sonra, bunları şu şekilde bir ifadeye dönüştürün: ________ düşüncesine sahibim ve bu düşünce bana ________ hissettiriyor.

Olumlu iç konuşma: Kendi kendine olumlu konuşma, spor salonunda bir gün geçirmek gibidir.

Hedonik adaptasyonun ne olduğunu ve bizi nasıl etkilediğini anlamak, hayatımıza devam etmemize ve aceleci kararlar almamamıza yardımcı olabilir.

Paylaşın

Zihinsel Filtreleme: Mutlu Olmayı Nasıl Engelliyor?

Seçici soyutlama olarak da bilinen zihinsel filtreleme, düşünce kalıplarının olumsuza doğru kaydığı, genellikle o kişinin benliğini azaltan bir bilişsel çarpıtmadır.

Haber Merkezi / En yaygın bilişsel çarpıtmalardan biri olan zihinsel filtreleme, bireyin etkileşimlerin, olayların ve ilişkilerin olumlu yönlerini reddetmek için olumsuz düşünmeyi benimsemesine neden olur. Bu durum zamanla, panik bozukluklarına, kaygıya ve zayıf duygusal muhakemeye yol açabilir.

Zihinsel filtreleme, “en kötüsünü varsaymak” olarak bilinen daha geniş bilişsel çarpıtmalar kategorisine girer ve bu kategoriye aşırı genellemeler ve olumluyu diskalifiye etmek de dahildir. Aşırı genelleme gri alanları görmezden gelir, olumluyu diskalifiye etmek olumlu anları olumsuzlar ve zihinsel filtreleme olumlu şeyleri düşünmeden olumsuz şeyler üzerinde durur.

Zihinsel filtreleme nasıl olur?

Siyah – beyaz düşünme: Ahmet ve Ayşe yaz tatiline çıkarlar. Her şey yolunda gider ve Ahmet ile Ayşe harika vakit geçirirler. Ahmet ve Ayşe, eve dönerken havayolu şirketinin uçuşlarını birkaç saat ertelediğini öğrenirler. Ahmet, sinirlenir ve sadece bu konuya odaklanır, tatilin diğer olumlu kısımlarını görmezden gelir. Bu, seyahati olumsuz bir olay olarak yeniden çerçeveler ve siyah-beyaz düşünmeye neden olarak Ayşe’yi üzer.

Olumluyu göz ardı etme: Fizik sınavına çok çalışan Mehmet, sınava girer ve kendini çok iyi hisseder. Mehmet, sınav sonucu açıkladığında A eksi aldığını öğrenir. Mehmet, zorlu bir ders için harcadığı emekle gurur duymak yerine yanlış yaptığı birkaç soruya odaklanır.

Etiketleme: Fatma, işte üstlerine üç aylık bir raporun sunumunu yapar. Fatma’nın üstleri sunumu beğenirler ve överler ancak onun daha iyi olabileceğinden bahsederler. Fatma, yalnızca bu geri bildirime odaklanır, bu durumda çarpık düşüncelere ve sunumu başarısız olarak etiketlemeye yol açar.

Örnek: Diyelim ki bir partidesiniz ve hayalinizdeki meslekte çalışan biriyle tanışıyorsunuz. Bu kişiye Kemal diyelim. Kemal ile bir sohbet başlatıyorsunuz, bir bağ kuruyorsunuz ve sohbet bitmeden önce Kemal, “Bağlantıyı koparmayın, sizin için bir fırsatım olabilir” diyor.

Gecenin geri kalanında harika hissediyorsunuz ve eve gidiyorsunuz. Ancak yatmadan önce dişlerinizi fırçalarken, iki ön dişinizin arasında sıkışmış bir parça yiyecek fark ediyorsunuz: “Aman Tanrım, bu yiyecek bütün gece dişlerimin arasında mıydı!?”

Kendinize, yiyeceğin ön dişinizin arasına gecenin sonuna doğru sıkışmış olabileceğini söylemeye çalışıyorsunuz, ancak faydası yok. Düşündüğünüz tek şey “Kemal’in bu durumu nasıl düşündüğü?”.

Zihinsel filtreleme nasıl tersine çevrilebilir?

Çoğu bilişsel çarpıtma gibi, zihinsel filtrelemeyi yönetmeye yönelik ilk adımda, durum hakkında farkındalık artırmaktır. Zihinsel filtreleme ne zaman devreye giriyor? Filtrelemenin devreye girmesine neden olan belirli tetikleyiciler var mı?

Zihinsel filtreleme geçmiş olayların yorumlanmasıyla ilgili olduğundan, çoğunlukla düşünmeye vakit ayırdığınız zamanlarda meydana gelir: uyumaya çalışırken veya boş vakitlerde.

Yukarıdaki örneğe geri dönelim: Önemli biriyle konuşurken dişlerinizin arasında yemek kaldığını fark ediyorsunuz ve bu da kariyerinizde ilerlemek için bir fırsatı kaçırıp kaçırmadığınızı merak etmenize neden oluyor. Bu kıyamet senaryosunu oluşturan düşünceleri bir filtreden geçirelim ve geriye ne kaldığını görelim.

Öncelikle, varsayımınızın yanlış olup olmadığını kendinize sorun. Varsayımın lehinize ve aleyhinize olan kanıtlarınız nelerdir? Yemeğin dişinizde ne zaman kaldığını tam olarak bilmiyorsanız, boşuna endişeleniyor olabilirsiniz.

İkincisi, Kemal’in dişlerinizin arasındaki yemeği fark edip etmediğinden emin olamazsınız. Muhtemelen dişlerinizi fırçalarken ağzınıza daha dikkatli baktığınız için yemek kırıntısını fark ediyorsunuz.

Üçüncüsü, başkaları bizim kusurlarımıza karşı bizden daha hoşgörülü olabilir. Muhtemelen böyle bir şeyi bir noktada deneyimlememiş çok fazla insan vardır. Ayrıca, yukarıdaki örneğimize göre Kemal, sizinle iletişimde kalmayı önerdi. Olumlu bir izlenim bırakmasaydınız bunu gerçekten yapar mıydı?

Paylaşın