Taliban’dan Çarpıcı Açıklama: Kadınların Eğitimini Yasaklamadık, Erteledik

Afganistan’da büyük bir insanlık dramı yaşanırken ülkenin yönetimini elinde bulunduran Taliban, kadınların ve kız çocukların ne yapıp ne yapamayacağına odaklanmış vaziyette. Uluslararası toplum ise Taliban tarafından alınan kararları kınamaktan öteye gidemiyor.

Taliban, kadınların ve kız çocukların okullara ve üniversitelere gitmesinin kalıcı olarak yasaklanmadığını, kendileri için elverişli bir ortam oluşturulana kadar eğitimlerinin “ertelendiğini” iddia etti.

Geçici hükümetin sözcüsü Süheyl Şahin, “Bunun kadınların eğitim görmesine kalıcı bir yasak olmadığını açıkça belirtmek isterim, eğitimleri için elverişli bir ortam yaratılana kadar ertelendi” dedi.

South China Morning Post’un pazartesi günü yayımladığı habere göre Şahin, katı tavra sahip hükümetin iddia edilen elverişli duruma “mümkün olan en kısa sürede” ulaşmak için tüm hızıyla çalıştığını da sözlerine ekledi.

Sözcü, Taliban liderlerinin “kadınların eğitimine karşı” olmadığını ancak kadınların Taliban’ın “değerlerine ve kurallarına uygun bir ortamda eğitim almasını” istediğini söyledi.

Şahin, hükümetin Afganistan’da kadınların eğitim görmesini yasakladığı şartlarla ilgili daha fazla ayrıntı paylaşmadı.

Ülkede kız çocuklarının 6. sınıftan sonra örgün eğitime devam etmesine izin verilmiyor.

Bu açıklama, Taliban’ın tüm kadınların yüksekokul ve üniversitelere gitmesini ikinci bir emre kadar yasaklamasından birkaç hafta sonra geldi. Söz konusu adım kadınların ve kız çocuklarının ülkede eğitim almasını tamamen yasakladığından protestolara yol açmıştı.

Taliban, kadın öğrencileri başörtüsünü düzgün takmamakla ve “Afganistan kültürüyle” uyuşmayan bilim konularını takip etmekle suçlayarak hamleyi savunmuştu.

Geçici hükümetin eğitim bakanı Nida Muhammed Nedim, hamleye gelen muazzam boyuttaki sert tepkiler üzerine geçen yıl aralıkta yaptığı açıklamada, “Kızlara düzgün bir başörtüsü takmalarını söyledik ancak yapmadılar ve bir düğün törenine gidecekmiş gibi elbiseler giydiler” demişti.

Kızlar tarım ve mühendislik okuyordu ama bu Afgan kültürüne uymuyordu. Kızlar öğrenmeli ancak İslam’a ve Afgan onuruna ters düşen konuları değil.

Aralık sonlarında Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Taliban’dan Afganistan’daki rejimine kız çocuklarının ve kadınların tam, eşit ve anlamlı katılımını sağlamasını ve “gerekçesiz” kararını geri çekmesini istedi.

Konsey, Taliban’ın emrini “acımasızca bir kadın düşmanlığı” diye niteledi ve bunun “kadınlara, katkılarına, özgürlüklerine ve seslerine karşı son derece şiddetli bir saldırı” olduğunu ekledi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Birleşmiş Milletler: 5 Milyon Çocuk, 5 Yaşına Girmeden Hayatını Kaybetti

2021 yılında dünya genelinde yaklaşık 5 milyon çocuk, 5 yaşına girmeden hayatını kaybederken, 5 ile 24 yaş arasında hayatını kaybeden çocuk ve gençlerin sayısı ise 2,1 milyon oldu. Aynı yıl 1,9 milyon bebek ise ölü doğdu.

Birleşmiş Milletler Kurumlar Arası Çocuk Ölümleri Tahmin Grubu (UN IGME) verilerine göre, 2021 yılında dünyada yaklaşık 5 milyon çocuk, 5 yaşına girmeden hayatını kaybetti.

2021 yılında, 5 ile 24 yaş arasında hayatını kaybeden çocuk ve gençlerin sayısı ise 2,1 milyon oldu. UN IGME yayınladığı bir diğer raporda ise, 2021 yılında 1,9 milyon bebeğin ölü doğduğunu açıkladı.

UNICEF Veri Analitiği, Planlama ve İzleme Bölümü Direktörü Vidhya Ganesh, yayınlanan raporlara ilişkin yaptığı açıklamada, “Her gün çok sayıda ebeveyn, bazen ilk nefeslerini bile alamadan çocuklarını kaybetmenin travmasını yaşıyor” dedi.

Ganesh, bu trajedilerin herkesin eşit olarak sağlık hizmetlerine erişimi ve kadın ile çocuk temel sağlık hizmetlerinin geliştirilmesiyle önlenebileceğini dile getirdi.

“İyileşme olmazsa 2030 yılına kadar 59 milyon çocuk ölecek”

BM, 5 yaş altı çocuk ölüm oranlarının bu yüzyılın başına göre yüzde 50 oranında azalsa da, birçok ülkede sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesine ihtiyaç olduğuna vurgu yaptı.

Raporlarda sağlık hizmetlerinin iyileştirilmemesi halinde, 2030 yılına kadar yaklaşık 59 milyon çocuk ve gencin öleceği ve yaklaşık 16 milyon bebeğin ölü doğum nedeniyle kaybedileceği uyarısında bulunuldu.

Çocuk ölümlerinin en fazla Sahraaltı Afrika ve Güney Asya’da kaydedildiğine dikkat çekilerek, “Sahraaltı Afrika’da doğan çocuklar, Avrupa ve Kuzey Amerika’daki çocuklara kıyasla 15 kat daha fazla olmak üzere, dünyadaki en yüksek çocukluk çağı ölüm riskiyle karşı karşıyadır. Sahraaltı Afrika’da bir kadının bebeğinin ölü doğma riski, Avrupa ve Kuzey Amerika’ya göre yedi kat daha fazladır” denildi.

“Aşılamada gerileme var”

Dünya Bankası Sağlık, Beslenme ve Nüfus Küresel Direktörü ve Küresel Finansman Fonu Direktörü Juan Pablo Uribe ise, “Bu rakamların arkasında temel sağlık haklarından mahrum bırakılan milyonlarca çocuk ve aile var. Ülkelerin ve kalkınma ortaklarının yapabileceği en iyi yatırımlardan biri olan temel sağlık hizmetlerinin sürdürülebilir finansmanı için siyasi iradeye ve liderliğe ihtiyacımız var” açıklamasında bulundu.

Bebekler için özellikle sıtma, zatürre ve ishal gibi bulaşıcı hastalıkların en büyük tehdidi oluşturduğunun belirtildiği raporda, COVID-19’un ise çocuk ölüm oranlarını doğrudan arttırmadığı, ancak aşılamalarda gerilemeye neden olduğu kaydedildi.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

NATO Ve Avrupa Birliği İşbirliğinde Türkiye Endişesi

Avrupa Birliği (AB) ile Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO) arasında işbirliğini güçlendirmeyi amaçlayan yeni bir bildiriye imza atılacak. AB ile NATO arasında planlanan işbirliğinin Türkiye nedeniyle kalıcı olup olmayacağı bir endişe konusu.

NATO üyesi Türkiye, AB ile gizli bilgilerin değiş tokuşunu öngören anlaşmaların uygulanmasını şimdiye kadar engellemiş, bu nedenle AB ile NATO arasındaki askeri işbirliği bazı alanlarda ya karmaşık hale gelmiş ya da yüzeysel kalmıştı. Ankara bu tutumuna gerekçe olarak 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmi olarak tanımamasını göstermişti.

Alman haber ajansı dpa’nın edindiği bilgilere göre Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB Konseyi Konseyi Başkanı Charles Michel ve NATO Genel Serketeri Jens Stoltenberg bugün AB ile NATO arasındaki işbirliğini güçlendirmeyi amaçlayan yeni bir bildiriye imza atacak. Özellikle enerji ve su tedariği gibi altyapıya ilişkin kritik konularda işbirliğini artırmayı hedefleyen AB ve NATO; dezenformasyon, Birlik ve İttifak üyelerinin iç işlerine dışarıdan müdahale ve iklim değişiminin güvenlik politikalarına etkisi gibi alanlarda da daha yakın çalışmayı planlıyor.

İklim değişimi, milyonlarca kişinin yaşamını tehdit etmesi sebebiyle barış ve güvenlik açısından bir risk olarak görülüyor.

İlk kez Çin’den söz edildi

İmzalanacak bildiride güvenlik tehditleri ve zorlukların kapsamı genişledikçe AB ve NATO arasındaki işbirliğinin de bir sonraki aşamaya geçeceği, daha da geliştirileceği ve derinleştirileceği vurgulanıyor. Öte yandan AB ve NATO arasındaki bir ortaklık belgesinde ilk kez muhtemel tehdit kaynağı olarak Çin konu edildi. Çin’in artan özgüveni ve politikaları üstesinden gelinmesi gereken zorluklar arasında sıralandı.

Bildiride en büyük güvenlik tehdidinin ise Rusya’nın Ukrayna’ya karşı başlattığı savaş olduğu belirtildi. Savaşın dünya genelinde milyarca insanı etkileyen enerji ve gıda krizine yol açtığı vurgulandı.

NATO’nun Brüksel’deki karargahında bugün öğleden sonra imzalanacak olan bildiri, 2016 ve 2018 yıllarında imzalanan ortaklık anlaşmalarının üzerine inşa edildi. Üçüncü ortaklık bildirisinin çalışmalarına aslında 2021 yılında başlanmış ve aynı yıl imzalanması kararlaştırılmıştı, ancak taraflar arasındaki anlaşmazlıklar nedeniyle gecikmeler yaşandı.

Türkiye engel çıkarır mı?

AB ile NATO arasında planlanan işbirliğinin Türkiye nedeniyle kalıcı olup olmayacağı bir endişe konusu. NATO üyesi Türkiye, AB ile gizli bilgilerin değiştokuşunu öngören anlaşmaların uygulanmasını şimdiye kadar engellemiş, bu nedenle AB ile NATO arasındaki askeri işbirliği bazı alanlarda ya karmaşık hale gelmiş ya da yüzeysel kalmıştı. Ankara bu tutumuna gerekçe olarak 2004 yılında Avrupa Birliği üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti’ni resmi olarak tanımamasını göstermişti.

Paylaşın

Mahsa Amini Protestoları: Üç İdam Cezası Daha

İran’da ‘tesettüre uygun olmayan’ giyimi gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden Mahsa Amini’nin ölümü sonrası başlayan protestolara katılan üç kişi hakkında daha “Allah’a savaş açmak” suçlamasıyla idam cezasına çarptırıldı.

Tahran, son idam kararlarıyla göstericilere yönelik sert baskıları konusunda artan uluslararası eleştirilere meydan okudu. İran, tutuklamalardan sadece haftalar sonra uygulamaya başladığı infazların gösterileri önemli ölçüde yavaşlatması üzerine, ülkedeki protestoları bastırma girişimleri kapsamında Cumartesi günü iki kişiyi daha astı.

İran yargısına bağlı Mizan Haber Ajansı, İsfahan’ın merkezindeki hükümet karşıtı protestolar sırasında gönüllü Besic milislerinin üyelerini öldürdükleri iddiasıyla mahkum edilen Salih Mirhaşemi, Mecid Kazımi ve Seyidd Yakubi’nin temyize gidebileceklerini belirtti.

Devrim Muhafızları’na bağlı Besic güçleri, 16 Eylül’de 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin İran ahlak polisi tarafından gözaltında tutulurken ölmesinin ardından başlayan gösterilerin bastırılmasında ön saflarda yer aldı.

Papa’dan kınama

Öte yandan Vatikan bugün İran’ı, kadınlara daha fazla saygı gösterilmesini talep eden göstericilere karşı ölüm cezası uyguladığı için kınadı.

Katolikler’in ruhani lideri Papa Francis, “Kadınların onuruna daha fazla saygı gösterilmesini talep eden son gösterilerin ardından İran’da bugünlerde olduğu gibi ölüm cezasının uygulanmaya devam ettiği yerlerde yaşam hakkı da tehdit altında” dedi.

1979 İslam Devrimi’nden bu yana dini liderliğe karşı en ciddi meydan okumalardan biri olan protestolar, toplumun her kesiminden İranlılar’ın desteğini aldı. Protestocular yöneticilerin devrilmesi çağrısında bulunarak İslam Cumhuriyeti’nin meşruiyetine meydan okudu.

İran’ın dini lideri Ayetullah Ali Hamaney ise bugün televizyonda yaptığı konuşmada, “kamuya açık yerleri ateşe verenlerin hiç şüphesiz vatana ihanet ettiklerini” söyleyerek devletin tutumunu yumuşatmaya niyeti olmadığının sinyalini verdi. İran’ın İslami yasalarına göre vatana ihanet, ölümle cezalandırılıyor.

Devletin baskısını arttırmasına rağmen başkent Tahran, İsfahan ve diğer bazı şehirlerde küçük çaplı protestolar devam ediyor. İran yargısının açıklamalarına göre gösteriler başladığından bu yana en az dört kişi idam edildi. Bu kişilerden ikisi, bir Besic üyesini öldürdükleri iddiasıyla yargılanan protestoculardı ve Cumartesi günü asıldı.

Uluslararası Af Örgütü geçen ay yaptığı açıklamada “protestocuları sindirmek için tasarlanmış düzmece davalar”da İranlı yetkililerin en az 26 kişi için idam cezası istediğini kaydetti.

Sosyal medyadaki hak aktivistleri diğer iki protestocunun, 22 yaşındaki Muhammed Gobadlu ve 18 yaşındaki Muhammed Borukani’nin, Kerec şehrindeki Recai Şahr hapishanesinde, idamlarının infazından önce hücre hapsine nakledildiğini söyledi.

Sosyal medyada yer alan ve henüz doğrulanamayan videolarda dün geç saatlerde hapishane önünde toplanan kişilerin Hamaney aleyhine sloganlar attığı görülüyor. Avrupa Birliği, ABD ve diğer Batılı ülkeler İran’ı göstericilere karşı ölüm cezası uyguladığı için kınadı.

Almanya Dışişleri Bakanı Annalena Baerbock bugün yaptığı açıklamada “halkını sindirmek için kendi gençlerini öldüren bir rejimin geleceği yoktur” dedi. Ülkede yaşanan karışıklıktan ABD dahil yabancı düşmanlarını sorumlu tutan İran ise protestoları bastırmayı ulusal egemenliği korumak olarak görüyor.

İran’da kadınlara nasıl muamele yapılıyor?

İran, Afganistan’daki Taliban rejimi dışında kamusal alanda başörtüsü takmayı zorlayan tek ülke.

İranlı kadınların eğitime tam erişimi var, ev dışında çalışıyor ve kamu görevlerinde bulunuyorlar. Ancak, başörtüsü takmanın yanı sıra uzun, bol elbiseler de dahil olmak üzere halka açık yerlerde “mütevazı” giyinmeleri gerekiyor. Evli olmayan erkek ve kadınların birbirine yakın durması ve teması yasak.

1979 İslam Devrimi’nden sonraki günlere dayanan kurallar, “devletin her kademesinde yolsuzluk ve rüşvet gibi durumların aleniyet kazandığı ülkede” ahlak polisi tarafından uygulanıyor.

Resmi olarak Rehberlik Devriyesi olarak bilinen bu birimler, halka açık alanlarda geziyor ve hem erkeklerden hem de kadınlardan oluşuyor.

Uygulama, bir noktada ahlak polisini aşırı saldırgan olmakla suçlayan ve nispeten ılımlı olan eski Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani döneminde yumuşatıldı. 2017 yılında kadınların kıyafet kurallarını ihlal ettikleri için tutuklanmayacağı sadece uyarılacağı açıklandı.

Ancak geçen yıl seçilen sert görüşlü Reisi yönetiminde, ahlak polisinin ajanları farklı bir uygulamaya geçti.

BM insan hakları ofisi, son aylarda genç kadınların yüzlerine tokat atıldığını, coplarla dövüldüklerini ve polis araçlarına alındıklarını söylüyor.

Ne olmuştu?

İran’ın Sakız kentinden başkent Tahran’a akrabalarını ziyarete gelen Mahsa Amini erkek kardeşinin kullandığı aracı durduran ahlak polisince gözaltına alınmıştı. Kardeşine, nasihat edilip serbest bırakılacağı söylenerek götürülen genç kadının, gözaltına alındıktan iki saat sonra komaya girdiği ve kaldırıldığı hastanede öldüğü ortaya çıktı.

Devlet televizyonu Amini’nin dövüldüğü iddialarını yalanlayarak, polisin genç kadını “nasihat etmek ve eğitmek” üzere karakola götürdüğünü ve orada kalp krizi geçirdiğini söyledi. Akrabaları, kadının herhangi bir kalp rahatsızlığı olduğunu yalanladı.

Devlet televizyonu bir polis karakolunda Amini olduğu söylenen bir kadının oturduğu koltuktan bir yetkiliyle konuşmak üzere kalktıktan sonra yere düştüğünü gösteren güvenlik kamerası kayıtları yayınladı. Ancak görüntülerden kadının Amini olduğu doğrulanamadı.

Amini’nin dövülerek öldürüldüğü yolunda sosyal medyada yayılan iddialarını reddeden Tahran emniyeti açıklamasında, “Ayrıntılı araştırmalara göre, Amini’nin araca alınması sonrasında ve tutulduğu karakolda fiziksel bir temas olduğunu” reddetti.

Ancak, İran’ın yarı resmi Fars haber ajansı, Mahsa Amini’nin ahlak polisince dövülmesi nedeniyle komaya girdiğini duyurdu.

Şu ana kadar Tahran, Senendec, Kerec, Tebriz, Meşhed, Kiş, Kirman, Yezd, Reşt, Bender Abbas, Abadan, Kirmanşah, Erdebil, İsfahan, Urumiye, Kazvin, Zencan, İlam, Mazenderan, Hemedan başta olmak üzere birçok şehirde gösteriler düzenlendi. Birçok noktada eylemciler ile güvenlik güçleri arasında şiddetli arbede yaşandı.

Paylaşın

İsrail’de Filistin Bayrakları Yasaklandı

Tel Aviv’de düzenlenen hükümet karşıtı bir gösteride Filistin bayraklarının açılması üzerine İsrail Başbakanı Netanyahu, “vahşi propaganda” tabirini kullanmıştı. Bu açılamanın ardından İsrail polisi, Ulusal Güvenlik Bakanı Ben-Gvir’in talimatı üzerine ülke genelinde Filistin bayraklarını yasakladı.

İsrail’de Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir’in talimatıyla İsrail Polis Teşkilatı Başkanı, polis memurlarına emir vererek ülke genelinde kamusal alanda Filistin bayrağı için geçerli olan yasağın uygulanmasını talep etti.

Twitter hesabından konuyla ilgili bir açıklama yapan aşırı sağcı Bakan Ben-Gvir, amaçlarının “İsrail devletine karşı her türlü kışkırtmanın önüne geçmek” ve “hem terör hem de terörizme karşı, tüm güçleri ile mücadele etmek” olduğunu savundu.

İsrail medyasında çıkan haberlere göre, söz konusu bayrak yasağı geçen hafta sonunda ülkenin kuzeyinde yer alan Arap köyü Ara’da yaşanan olayların ardından gündeme geldi. Köy ahalisi, İsrailli bir askeri öldürmek suçundan 40 yıldır cezaevinde olan bir kişinin serbest kalışını kutlamış ve bu kutlama esnasında Filistin bayrakları dalgalandırılmıştı.

İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu da Tel Aviv kentinde düzenlenen hükümet karşıtı bir gösteride Filistin bayrakları açılması üzerine, Pazar günü Twitter hesabından “vahşi propaganda” tabirini kullanmıştı.

Polisin bayrak yasaklama yetkisi

İsrail yasaları, “kamusal düzeni bozmaya müsait bir işaret” olması durumunda, polis teşkilatı başkanına bayraklara yasak getirme yetkisi tanıyor. Bu yetki bugüne dek sadece “Kamusal düzenin ağır bir biçimde ihlal edileceğine dair kuvvetli şüphe” olduğunda kullanılıyordu.

Filistin bayraklarının görünürlüğü İsrail’de uzun süredir tartışmalı bir konu. Kudüs’te bir mahkeme, 2021 yılının Eylül ayında aldığı kararla, Filistin bayrağı asmanın suç teşkil etmediğini açıklamıştı. Diğer yandan İsrail polisinin Doğu Kudüs’te Filistin bayraklarına el koymasını protesto eden insan hakları savunucularının, bu uygulamaya karşı sunduğu bir dilekçe, İsrail’in en üst mahkemesi tarafından reddedilmişti.

Geçen yıl Mayıs ayında, görev sırasında öldürülen Filistinli gazeteci Şirin Ebu Akile’nin cenaze töreninde Filistin bayrakları açılmasına üzerine İsrail polisi cenazeye katılanlara yoğun şiddet uygulamıştı.

Paylaşın

Ukrayna – Rusya Savaşı: Zaman, Ukrayna’dan Yana Değil

24 Şubat 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna savaşıyla ilgili bir yazı kaleme alan Eski ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice ve eski ABD Savunma Bakanı Robert Gates, savaşta zamanın Ukrayna’nın lehine olmadığını ifade ettiler.

The Washington Post’ta yayımlanan ve “Zaman, Ukrayna’dan yana değil” başlığını taşıyan yazıda Rice ve Gates savaşla ilgili şu an kesin olan tek durumun, “çatışma ve yıkımın devam etmesi” olduğunu ileri sürdü.

İkili, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in bütün Ukrayna’yı kendi kontrolüne almayı, bunu başaramazsa ülkeyi yok etmeyi amaçladığını savundu. Eski bakanlara göre Putin, “Rus İmparatorluğu’nu tekrar kurma amacına inanıyor.”

Rice ve Gates şu ifadeleri kaleme aldı:

İkimiz de Putin’le birkaç kez görüştük. Putin’in, zamanın ondan yana olduğuna, Ukraynalıları ve ABD’yle Avrupa’nın birliğinin Ukrayna’ya desteğinin eninde sonunda parçalanacağına inandığını düşünüyoruz. Savaş devam ederken Rusya ekonomisi ve halkı tabii ki zarar görecek. Ancak Ruslar çok daha kötülerine katlandı.

Tecrübeli siyasetçiler, “Yenilgi Putin için bir seçenek değil” diye yazdı:

Putin, Rusya’nın bir parçası ilan ettiği doğudaki 4 bölgeyi Ukrayna’ya bırakamaz. Eğer Putin, bu yıl askeri başarı elde edemezse Ukrayna’nın doğu ve güneyindeki mevziler üzerindeki kontrolü koruması gerekir ve buralar, Ukrayna’nın Karadeniz kıyısının geri kalan kısmını almaya, tüm Donbass’ı kontrol altına almaya ve ardından batıya doğru ilerlemeye yönelik yeni saldırılar için köprübaşı görevi görebilir.

Kırım ilhakını hatırlatan Rice ve Gates, Putin’in sabırlı olacağını vurguladı.

Cumhuriyetçi Partili ikili bunun yanında, Ukrayna’nın istilaya kahramanca ve başarılı bir şekilde yanıt vermesine rağmen ülke ekonomisinin darmadağın olduğunu, milyonlarca insanın kaçtığını, altyapının yok edildiğini, madenlerinin, sanayinin ve tarım arazilerinin çoğunun Rusya kontrolünde olduğunu ileri sürdü.

Ukrayna’nın askeri potansiyeli ve ekonomisi artık neredeyse tamamen Batı’dan, özellikle de ABD’den gelen hayati öneme sahip yollara bağlı. Rus ordu birliklerine karşı başarı sağlanamazsa Batı’nın Ukrayna’ya ateşkes müzakeresi yapma baskısı, savaş alanındaki duruma bağlı olarak yoğunlaşacak.

Siyasetçiler “Mevcut koşullar altında müzakere edilen herhangi bir ateşkes, Rus güçlerini hazır olduklarında istilaya devam etmelerini sağlayacak güçlü bir pozisyona taşır. Bu kabul edilemez” ifadelerini kullandı.

Rice ve Gates bundan kaçınmanın tek yolunun, Ukrayna’ya yapılan yardımlarda büyük bir artışa gidilmesi olduğunu iddia etti.

“Bu bizim savaşımız değil”

Politikacılar hem Kongre’de hem de halk arasında “Bize ne? Bu bizim savaşımız değil” söylemlerinin arttığını ancak ABD’nin dünya savaşları ve 11 Eylül saldırısıyla “Hukukun üstünlüğüne ve uluslararası düzene yönelik saldırıları göz ardı edilemeyeceğini” öğrendiğini yazdı:

Sonunda güvenliğimiz tehdit edildi ve çatışmanın içine çekildik. Bu kez, bizimki de dahil olmak üzere dünya ekonomileri, Putin’in saldırganlığının neden olduğu enflasyonist etkiyi ve büyüme üzerindeki engeli şimdiden görüyor. ABD ve bir bütün olarak NATO’dan daha fazlası talep edilmeden önce onu şimdi durdurmak daha iyi. Ukrayna’da savaşın sonuçlarına katlanmaya istekli kararlı bir ortağımız var. Böylece ileride kendimiz aynı şeyi yapmak zorunda kalmayacağız.

İkili, ABD Başkanı Joe Biden’ın Rusya’yla doğrudan karşı karşıya gelmeme politikasına katıldıklarını söylese de şu ifadeleri kullandı:

Ancak cesaret kazanmış bir Putin bize bu seçeneği sunmayabilir. Gelecekte Rusya’yla çatışmaktan kaçınmanın yolu, Ukrayna’nın istilacıları geri püskürtmesine hemen yardım etmektir.

Rice, 2005-2009’da eski ABD Başkanı George W. Bush döneminde dışişleri bakanlığı görevini yürütmüştü. ABD bu dönemde Irak’a, El Kaide ve Mehdi Ordusu’na karşı mücadelesinde destek vermiş ve 2006 Lübnan Savaşı’nda İsrail’in yanında yer almıştı. Washington’ın Irak ve Afganistan’daki operasyonları da devam ediyordu.

Yine Bush döneminde 2006’da savunma bakanlığına getirilen Gates, 2009’da Beyaz Saray’a oturan eski ABD Başkanı Barack Obama tarafından tekrar bu göreve layık görülmüştü. 79 yaşındaki siyasetçi Haziran 2011’e kadar bakanlık yapmıştı.

Washington, Gates savunma bakanıyken askerlerinin Irak’tan çekilmesinin ardından merkezi hükümete karşı başlayan ve 2013’te son bulan isyana karşı da Bağdat’a destek verdi. ABD, 2011’deki Birinci Libya İç Savaşı’nda da operasyon düzenlemişti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Küba İçin Casusluk Yapan ABD’li Ana Montes Serbest

20 yılı aşkın bir süre Küba adına casusluk yapmaktan hüküm giyen Amerika Birleşik Devletleri (ABD) vatandaşı Ana Montes serbest bırakıldı. Şu anda 65 yaşında olan Ana Montes, Küba Kraliçesi olarak biliniyordu. 

2001’de yakalanmasının ardından yetkililer Montes’in Amerikan istihbaratının Küba’daki nerdeyse tüm operasyonlarını ifşa ettiğini belirtmişti. Bir yetkiliyse, Montes’in ABD tarafından yakalanan casuslar arasında “en çok hasar vereni” olduğunu söylemişti.

Yakalanmasının ardından Montes, dört Amerikan casusunun kimlikleriyle çok sayıda gizli belgeyi Kübalılar’a vermekle suçlanmıştı. Cezasını açıklayan hakim Montes’in tüm ulusu riske attığını söylemişti.

Montes’in kişisel kazanç amacıyla değil, ideolojisi nedeniyle bunu yaptığı belirtiliyor. Montes’in Küba istihbaratına o dönemde Reagan Yönetimi’nin Latin Amerika’daki aktivitelerine muhalefeti nedeniyle çalışmayı kabul ettiği kaydediliyor.

Montes 20 yıl boyunca başkent Washington’da çeşitli restoranlarda Kübalılar’la bir araya geldi ve çok gizli bilgileri kodlu mesajlarla çağrı cihazı üzerinden kendilerine iletti.

2001 yılının Eylül ayında istihbarat yetkililerinin bir devlet çalışanının Küba için casusluk yapıyor olabileceği yönünde bilgi alması üzerine yakalandı.

Montes bundan sonra beş yıl boyunca gözetim altında olacak ve internet kullanımı takip edilecek. Devlet adına artık çalışması yasak ve izinsiz yabancı ajanlarla da görüşemeyecek.

Ancak Montes’i tutuklayan FBI ajanlarından Pete Lapp, Montes’in Kübalı ajanlarla yeniden temas kurmaya çalışacağını sanmadığını söyledi. Lapp “Hayatının o kısmı sona erdi. Onlar için yapacağını yaptı. Özgürlüğünü tehlikeye atacağını sanmıyorum” dedi.

George W. Bush döneminde karşı istihbarat biriminin başkanlığını yürüten Michelle Van Cleave 2012’de Kongre’de yaptığı açıklamada “Montes’in Küba’yla ilgili bildikleri her şeyi ve Küba’da nasıl faaliyet gösterdiklerini açığa çıkarttıklarını” söylemişti.

Cleave “Dolayısıyla Kübalılar onlar hakkında bildiğimiz her şeyin farkındaydı ve bunu lehlerine kullanabiliyorlardı. Buna ek olarak çalışma arkadaşlarıyla yaptığı sohbetlerde Küba’yla ilgili tahminlere nüfuz edebiliyordu ve ayrıca topladığı bilgileri diğer güçlere aktarma fırsatını da buldu” demişti.

Paylaşın

Birleşmiş Milletler’den Sosyal Medya Şirketlerine Uyarı

Birleşmiş Milletler’den (BM) dünya genelinde en çok kullanılan sosyal medya platformlarına uyarı geldi. BM, sosyal medyanın dev şirketlerinin patronları ve CEO’larına yaptığı çağrıda, insan haklarına saygı duyulması, ırkçı ve nefretle ilgili yapılan paylaşımları değerlendirme sorumluluklarını da eksiksiz ve tam olarak yerine getirme çağrısında bulundu.

BM İnsan Hakları Konseyi adına açıklamayı yapan görevlendirilmiş çok sayıda özel raportör ve bağımsız hak uzmanı, sosyal medya şirketlerinin patron ve CEO’larının isimlerinin anılarak yaptıkları ortak açıklamada, nefret söyleminin engellemesi için daha fazla hesap verebilirliğe acilen ihtiyaç duyulduğunu belirtti.

BM Uzmanları, Twitter’ın yeni sahibi Elon Musk, Meta’nın sahibi Mark Zuckerberg, Google’ın ana şirketi Alphabet’in CEO’su Sundar Pichai, Apple’ın CEO’su Tim Cook’un ve diğer sosyal medya platformlarının sahip ve tepe yöneticilerini, insan hakları, ırkçılık ve nefret söylemlerine daha duyarlı olmaya davet etti.

“Nefret ve ayrımcı kelimeler ifade özgürlüğü kapsamında olamaz”

BM Uzmanları, ayrımcılık, nefret söylemleri ve insan hakları konusunda yönettikleri şirketlerin iş modellerinde, daha fazla hesap verebilirlik, şeffaflık, kurumsal sosyal sorumluluk ve etik kurallara uyulmasını istediler.

Yapılan ortak açıklamada, ifade özgürlüğünün de bir sınırının olduğu, bu özgürlüğün “ben her istediğimi söyleyebilirim gibi” kullanılamayacağı,” kişisel ifade özgürlüğünün” nefreti, ayrımcılığı ve ırkçılığı savunamayacağı hatırlatıldı.

Sosyal medya platformlarında artık değişim zamanın geldiği belirtilerek, “Sosyal medya platformları olarak ırk eşitliği ve insan haklarından sorumlu olmanın temel bir sosyal sorumluluk olduğu, insan haklarına saygı duymanın bu şirketler ve ortaklarının uzun vadeli çıkarına olduğu belirtildi. Sosyal medya şirketlerine, ayrımcılık, medeni, siyasi, iş ve insan haklarıyla ilgili yürürlükte olan uluslararası sözleşmeler hatırlatıldı.

“Elon Musk satın aldıktan sonra ırkçı kelimelerin kullanımı 500 kat arttı”

BM Uzmanları, sosyal medya platformlarının nefret söylemini kontrol altına alma konusundaki başarısızlığının kanıtı olarak, kısa süre önce Tesla’nın patronu Elon Musk tarafından satın alınmasının ardından “Twitter’da ırkçı kelimelerin kullanımında keskin bir artış olduğunu belirtti.

Uzmanlar, Rutgers Üniversitesi’nin Network Araştırma Enstitüsü’nün Twitter’ı Musk’ın satın almasının ardından siyahlar için kullanılan bir ırkçı kelimenin 12 saatlik bir süre içinde neredeyse yüzde 500 arttığını tespit ettiğini hatırlattı. BM yetkilileri, sosyal medya şirketlerinin, Afrika kökenli insanlara yönelik nefreti ifade eden kelimelerin kullanılması konusunda daha hesap verebilir olması gerektiğini belirtti.

Açıklamada, Twitter şirketinin bu durumu bir trol kampanyasına dayandırdığı ve nefret amaçlı olmadığını belirtmiş olsa da Afrika kökenli insanlara karşı nefretin ifadesi son derece endişe verici ve bir hak ihlali olduğu hatırlatıldı.

Uzmanlar, bazı sosyal medya şirketlerin nefret söylemlerine müsaade etmediklerini iddia etmesine rağmen, şirketlerin bu konuda belirttikleri politikalar ile platformda rastlanan uygulamalar arasında büyük farklar olduğuna dikkat çekti.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Mahsa Amini Protestoları: 2 Kişi Daha İdam Edildi

İran’da ‘tesettüre uygun olmayan’ giyimi gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden Mahsa Amini’nin ölümü sonrası başlayan protestolara katıldıkları için tutuklanan  Mohammad Mehdi Karimi ve Seyed Mohammad Hosseini, bu sabah idam edildi.

İran Devrim Muhafızları Ordusu’na bağlı milis gücü Besiç Ruhollah Ajamian’in öldürülmesiyle suçlanan Karimi ve Hosseini, İran Yüksek Mahkemesi’nin verdiği kararla idama mahkum edilmişti.

Ruhollah Ajamian’ın öldürülmesiyle ilgili olarak Kasım ayında görülen davada 5 kişi idama, 11 kişi de uzun süreli hapis cezalarına çarptırılmıştı.

İdam kararlarının verilmesi ardından Karaj Cezaevi’nde bulunan kadın tutukluların, idama karşı  başlattığı açlık grevi 14 gündür devam ederken, Yargıtay Halkla İlişkiler Direktörü Amir Hashemi, Karimi ve Hosseini’nin bu sabah idam edildiğini Yargı Haber Ajansı Telegram kanalı üzerinden duyurdu.

İdam edilenlerin sayısı 4’e yükseldi

Karimi ve Hosseini ile İran rejiminin idam ettiği eylemci sayısı 4’e yükseldi. Tahran’daki protestolar sırasında gözaltına alınan Muhsin Şikari, 8 Aralık 2022 tarihinde idam edilmişti.

Meşhed kentinde “iki kolluk kuvvetini bıçaklayarak öldürme” iddiasıyla yargılanan Macit Rıza Rahnavard adlı protestocu ise 12 Aralık 2022’de ‘halka açık bir şekilde’ idam edilmişti.

İran’da kadınlara nasıl muamele yapılıyor?

İran, Afganistan’daki Taliban rejimi dışında kamusal alanda başörtüsü takmayı zorlayan tek ülke.

İranlı kadınların eğitime tam erişimi var, ev dışında çalışıyor ve kamu görevlerinde bulunuyorlar. Ancak, başörtüsü takmanın yanı sıra uzun, bol elbiseler de dahil olmak üzere halka açık yerlerde “mütevazı” giyinmeleri gerekiyor. Evli olmayan erkek ve kadınların birbirine yakın durması ve teması yasak.

1979 İslam Devrimi’nden sonraki günlere dayanan kurallar, “devletin her kademesinde yolsuzluk ve rüşvet gibi durumların aleniyet kazandığı ülkede” ahlak polisi tarafından uygulanıyor.

Resmi olarak Rehberlik Devriyesi olarak bilinen bu birimler, halka açık alanlarda geziyor ve hem erkeklerden hem de kadınlardan oluşuyor.

Uygulama, bir noktada ahlak polisini aşırı saldırgan olmakla suçlayan ve nispeten ılımlı olan eski Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani döneminde yumuşatıldı. 2017 yılında kadınların kıyafet kurallarını ihlal ettikleri için tutuklanmayacağı sadece uyarılacağı açıklandı.

Ancak geçen yıl seçilen sert görüşlü Reisi yönetiminde, ahlak polisinin ajanları farklı bir uygulamaya geçti.

BM insan hakları ofisi, son aylarda genç kadınların yüzlerine tokat atıldığını, coplarla dövüldüklerini ve polis araçlarına alındıklarını söylüyor.

Ne olmuştu?

İran’ın Sakız kentinden başkent Tahran’a akrabalarını ziyarete gelen Mahsa Amini erkek kardeşinin kullandığı aracı durduran ahlak polisince gözaltına alınmıştı. Kardeşine, nasihat edilip serbest bırakılacağı söylenerek götürülen genç kadının, gözaltına alındıktan iki saat sonra komaya girdiği ve kaldırıldığı hastanede öldüğü ortaya çıktı.

Devlet televizyonu Amini’nin dövüldüğü iddialarını yalanlayarak, polisin genç kadını “nasihat etmek ve eğitmek” üzere karakola götürdüğünü ve orada kalp krizi geçirdiğini söyledi. Akrabaları, kadının herhangi bir kalp rahatsızlığı olduğunu yalanladı.

Devlet televizyonu bir polis karakolunda Amini olduğu söylenen bir kadının oturduğu koltuktan bir yetkiliyle konuşmak üzere kalktıktan sonra yere düştüğünü gösteren güvenlik kamerası kayıtları yayınladı. Ancak görüntülerden kadının Amini olduğu doğrulanamadı.

Amini’nin dövülerek öldürüldüğü yolunda sosyal medyada yayılan iddialarını reddeden Tahran emniyeti açıklamasında, “Ayrıntılı araştırmalara göre, Amini’nin araca alınması sonrasında ve tutulduğu karakolda fiziksel bir temas olduğunu” reddetti.

Ancak, İran’ın yarı resmi Fars haber ajansı, Mahsa Amini’nin ahlak polisince dövülmesi nedeniyle komaya girdiğini duyurdu.

Şu ana kadar Tahran, Senendec, Kerec, Tebriz, Meşhed, Kiş, Kirman, Yezd, Reşt, Bender Abbas, Abadan, Kirmanşah, Erdebil, İsfahan, Urumiye, Kazvin, Zencan, İlam, Mazenderan, Hemedan başta olmak üzere birçok şehirde gösteriler düzenlendi. Birçok noktada eylemciler ile güvenlik güçleri arasında şiddetli arbede yaşandı.

Paylaşın

Dikkat Çeken Rapor: Popülist Lider Sayısı Son 20 Yılın En Düşüğünde

2023’ün başında 1,7 milyar insanın popülist bir lider yönetiminde yaşarken, bu sayı 2020’de 2,5 milyar seviyesindeydi. Dünya genelinde 11 popülist hükümetten geriye 7’sinin kaldığı ve bunların neredeyse tamamının ekonomik veya düzen karşıtı popülistlerin aksine sağcı kültürel popülistlerden oluştuğu iddia ediliyor.

Popülizmdeki düşüşün büyük bir kısmı Latin Amerika’da, özellikle de Brezilya’da Bolsonaro’nun yenilgiye uğratılmasıyla ve aynı zamanda Latin Amerika’da “popülist söylemi reddeden ve popülist solun tarihsel olarak endüstriyel ulusallaştırmaya odaklanması yerine ilerici ekonomik ve sosyal haklara odaklanan” ılımlı solcuların seçilmesiyle meydana geldi.

İngiltere’de Tony Blair Enstitüsü’nün yayınladığı son raporda popülist yönetimler altında yaşayan toplum nüfusunun iki yılda 800 milyon azaldığı belirtildi.

“Püskürt ve yeniden inşa et: Popülizme karşı oyun kitabını genişletmek” başlıklı raporda, 2022’de gerçekleşen seçimlerde “ilerici ve merkezcilerin” sandıktan ilk sırada çıkmasının dünya genelinde popülist liderlerin sayısını son 20 yılın en düşük seviyesine gerilettiği saptandı.

Rapor, 2023’ün başında 1,7 milyar insanın popülist bir lider yönetiminde yaşadığını söylüyor. Bu sayı 2020’de 2,5 milyar seviyesindeydi.

Araştırmada, dünya genelinde 11 popülist hükümetten geriye 7 kaldığı ve bunların neredeyse tamamının ekonomik veya düzen karşıtı popülistlerin aksine sağcı kültürel popülistlerden oluştuğu iddia ediliyor.

“Polonya ve Türkiye seçimleri dengeleri değiştirebilir”

Araştırmaya göre popülizm için 2023 de belirleyici bir yıl olacak. Zira hem Türkiye hem de Polonya’daki kritik seçimlerde dünyanın en etkili popülist hükümetlerinden ikisi düşebilir. “2022’nin sonunda Türkiye, enflasyon açısından dünyadaki en derin negatif faiz oranlarına sahipti ve Lira, Dolar’a göre gelişmekte olan piyasalarda en kötü performans gösteren para birimi oldu” denilen raporda, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın milliyetçi desteği canlandırmak için Yunanistan veya Kürtlerle çatışmalardan bahsetmeye “istekli olduğu” uyarısında bulunuldu.

Ancak hükümetin düşmesi için her iki ülkedeki bölünmüş muhalefet partilerinin şimdiye kadar başardıklarından daha net koalisyon programları oluşturmaları ve ittifaklarını sağlamlaştırmaları gerekliliği de raporda vurgulanan diğer önemli bir husus.

Ana akım partilerin kendilerine ait net ve esaslı bir politika gündemi olması zorunluluğunun altını çizen rapor, popülist rakiplerine karşı olumsuz kampanyalara odaklanmamaları önerisini de getiriyor. Seçmenlerin ülkenin karşı karşıya olduğu sorunları görmezden gelen retorik aşırılıklardan giderek daha fazla yorulduğunu ana akım partilerin fark etmesi gerektiğini ifade eden raporun yazarı Brett Meyer, çalışmalarının bazı ülkelerde ilerici merkezciliğe doğru bir eğilim olduğunu gösterdiğini söyledi. Meyer, “Merkezciler 2022’de popülizmin sınırlarını geriletmeye devam etti ve iktidardaki popülistlerin sayısı son 20 yılın en düşük seviyesine indi” dedi.

Hangi popülist liderler kaybetti?

Brezilya’dan Jair Bolsonaro ve Slovenya’dan Janez Jansa 2022’de çekişmeli geçen seçim yarışlarında mağlup olurken, Filipinler’den Rodrigo Duterte’nin görev süresi bir dönemle sınırlı kaldı. Sri Lanka’da Gotabaya Rajapaksa protestolarla görevinden uzaklaştırıldı.

Rapora göre popülizmdeki düşüşün büyük bir kısmı Latin Amerika’da, özellikle de Brezilya’da Bolsonaro’nun yenilgiye uğratılmasıyla ve aynı zamanda Latin Amerika’da “popülist söylemi reddeden ve popülist solun tarihsel olarak endüstriyel ulusallaştırmaya odaklanması yerine ilerici ekonomik ve sosyal haklara odaklanan” ılımlı solcuların seçilmesiyle meydana geldi.

Bu hükümetleri “Kültürel popülist” olarak adlandıran çalışma, hükümetlerin düşmesindeki diğer önemli bir faktörün de ekonomik zorluklarla ya da Covid gibi karmaşık sorunları çözmekte zorlanmalarına bağladı. Rapor, 2022’de Brezilya, Filipinler, Slovenya ve Sri Lanka’da olmak üzere dört hükümetin bu sebeplerle iktidardan düştüğüne işaret ediyor.

Rapor ayrıca ABD ara seçimlerinde de Donald Trump’ın desteklediği sağcı milliyetçilik ve komplo teorilerini benimseyen adayların çoğunun seçilemediği ve ılımlılara karşı düşük performans gösterdiğini belirtiyor.

Ancak çalışma, Trump’ın yenilgisinin, ABD genelinde kültürel popülizmin uzun vadeli yenilgisine işaret etmeyebileceği konusunda uyarıyor.

Kültürel popülizmin ABD siyasetinde hala büyük bir etkiye sahip olduğunu belirten araştırmacılar, bir diğer önemli aday olması muhtemel Ron DeSantis’in görüşlerine işaret ediyor. “Trump kaybetse bile, kültürel popülizmin Cumhuriyetçi Parti içinde güçlü kalması muhtemel” diyor.

‘Popülistler geri dönebilir’ uyarısı

Raporun dikkati çektiği diğer bir önemli nokta da 2022’de popülistlerin İtalya, İsrail ve İsveç’te seçim kazanan koalisyonların bir parçası olmayı başarması. Aşırı sağcı lider Marine Le Pen’in, Fransa Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde Emmanuel Macron tarafından yenilgiye uğratılmasına rağmen partisinin parlamento seçimlerinde başarılı olduğu da işaret ediliyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın