TÜİK Duyurdu: Genç İşsizlik Oranı Yüzde 18

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,3 puanlık azalış ile yüzde 18,0 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 15,2, kadınlarda ise yüzde 23,1 olarak tahmin edildi.

Haber Merkezi / 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı ise temmuz ayında bir önceki aya göre 38 bin kişi azalarak 3 milyon 291 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,2 puan azalarak yüzde 9,4 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,6 iken kadınlarda yüzde 12,9 olarak öngörüldü.

Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı temmuz ayında bir önceki aya göre 1,5 puanlık azalış ile yüzde 22,7 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 14,8 iken işsiz ve potansiyel işgücünün bütünleşik oranı yüzde 17,8 olarak tahmin edildi.

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK), İşgücü İstatistikleri Temmuz 2023 verilerini açıkladı.

Buna göre; Hanehalkı İşgücü Araştırması sonuçlarına göre; 15 ve daha yukarı yaştaki kişilerde işsiz sayısı temmuz ayında bir önceki aya göre 38 bin kişi azalarak 3 milyon 291 bin kişi oldu. İşsizlik oranı ise 0,2 puan azalarak yüzde 9,4 seviyesinde gerçekleşti. İşsizlik oranı erkeklerde yüzde 7,6 iken kadınlarda yüzde 12,9 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerin sayısı temmuz ayında bir önceki aya göre 318 bin kişi artarak 31 milyon 671 bin kişi, istihdam oranı ise 0,5 puan artarak yüzde 48,4 oldu. Bu oran erkeklerde yüzde 65,7 iken kadınlarda yüzde 31,5 olarak gerçekleşti.

İşgücü temmuz ayında bir önceki aya göre 280 bin kişi artarak 34 milyon 962 bin kişi, işgücüne katılma oranı ise 0,4 puan artarak yüzde 53,4 olarak gerçekleşti. İşgücüne katılma oranı erkeklerde yüzde 71,1 iken kadınlarda yüzde 36,1 oldu.

15-24 yaş grubunu kapsayan genç nüfusta işsizlik oranı bir önceki aya göre 0,3 puanlık azalış ile yüzde 18,0 oldu. Bu yaş grubunda işsizlik oranı; erkeklerde yüzde 15,2, kadınlarda ise yüzde 23,1 olarak tahmin edildi.

İstihdam edilenlerden referans döneminde işbaşında olanların, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış haftalık ortalama fiili çalışma süresi temmuz ayında bir önceki aya göre 0,2 saat azalarak 44,5 saat olarak gerçekleşti.

Zamana bağlı eksik istihdam, potansiyel işgücü ve işsizlerden oluşan atıl işgücü oranı temmuz ayında bir önceki aya göre 1,5 puanlık azalış ile yüzde 22,7 oldu. Zamana bağlı eksik istihdam ve işsizlerin bütünleşik oranı yüzde 14,8 iken işsiz ve potansiyel işgücünün bütünleşik oranı yüzde 17,8 olarak tahmin edildi.

Paylaşın

Sekiz Ayda Bin 255 İşçi İş Kazalarında Hayatını Kaybetti

İSİG Meclisi’nin ağustos ayı iş kazaları verilerin göre, Ağustos ayında 201 işçi  iş kazalarında hayatını kaybederken, 2023 yılının ilk yıl 8 ayında iş kazalarında yaşamını yitiren işçi sayısı ise bin 255’e çıktı.

Haber Merkezi / İSİG Meclisi tarafından yapılan açıklamada, “Bu tablo ‘Türkiye Yüzyılı’ olarak ifade edilen sürecin işçilere vaat ettiği gerçekliği göstermesi açısından okunmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında ölümler, yaralanmalar, sakat kalmalar ve meslek hastalıkları…” denildi.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, 2023 yılı ağustos ayına ilişkin iş cinayetleri raporunu açıkladı. Yüzde 69’u ulusal basından; yüzde 31’i ise işçilerin mesai arkadaşları, aileleri, iş güvenliği uzmanları, işyeri hekimleri, sendikalar ve yerel basından öğrenilerek derlenen verilere göre yılın ilk 8 ayında 1255 işçi iş cinayetleri yaşamını yitirdi. Ağustos ayında ise 201 işçi çalışırken hayatını kaybetti.

2011 yılının eylül ayından beri düzenli olarak aylık iş cinayetleri raporunu açıklayan İSİG Meclisi, bugüne kadar koronavirüs salgını ve Soma işçi katliamı dışında 200 işçi ölümünün aşıldığı ayların sayısının beş olduğunu, Ağustos 2023’te de 200 ölümün aşılarak bu sayının altıya çıktığını bildirdi. Açıklamada “Bu tablo ‘Türkiye Yüzyılı’ olarak ifade edilen sürecin işçilere vaat ettiği gerçekliği göstermesi açısından okunmalıdır. İşçi sağlığı ve iş güvenliği alanında ölümler, yaralanmalar, sakat kalmalar ve meslek hastalıkları…” denildi.

İSİG, ağustos ayında ölen işçilerin ölüm nedenlerini şöyle açıkladı: “Trafik, servis kazası nedeniyle 52 işçi; yüksekten düşme nedeniyle 25 işçi; elektrik çarpması nedeniyle 25 işçi; ezilme, göçük nedeniyle 24 işçi; kalp krizi, beyin kanaması nedeniyle 24 işçi; patlama, yanma nedeniyle 10 işçi; şiddet nedeniyle 10 işçi; zehirlenme, boğulma nedeniyle 6 işçi; intihar nedeniyle 5 işçi; nesne çarpması, düşmesi nedeniyle 3 işçi; kesilme, kopma nedeniyle 3 işçi; diğer nedenlerden dolayı 14 işçi hayatını kaybetti.

Özellikle taşımacılık ve tarımda trafik/servis kazaları, inşaatta yüksekten düşmeler, enerji ve inşaatta elektrik çarpmaları, çalışma koşulları kaynaklı (sıcakta çalıştırma, aşırı, yoğun ve fazla çalıştırma) her iş kolunda görülen kalp krizleri ve beyin kanamaları ve yine tarımda traktör kullanımına bağlı ezilmeler öne çıkıyor.”

İSİG, ağustosta ölenlerin arasında çocuk işçi de bulunduğunu açıklayarak, “14 yaş ve altı 4 çocuk işçi, 15-17 yaş arası 6 çocuk/genç işçi, 18-29 yaş arası 39 işçi, 30-49 yaş arası 82 işçi, 50-64 yaş arası 49 işçi, 65 yaş ve üstü 9 işçi, yaşını bilmediğimiz 12 işçi hayatını kaybetti. Başta tarım olmak üzere sanayide, inşaatta, hizmet iş kolunda çocuklarımız ölüyor. Bu yıl 18’i 14 yaş ve altı olmak üzere en az 40 çocuk işçi hayatını kaybetti. Tarım, inşaat ve taşımacılık başta olmak üzere 60 yaş üstü işçi ölümlerindeki artışın da altını çizelim” değerlendirmesini yaptı.

Not: İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi, iş kazalarını iş cinayetleri olarak tanımlıyor…

Paylaşın

Fahrenheit 451: Sansürün Baştan Çıkarıcı Doğası

Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451” adlı romanının açılış cümlesi olan “Yakmak bir zevkti”, kitap boyunca önemli bir anlam taşır. Cümle tam anlamıyla, distopik bir toplumda itfaiyeci olarak kitap yakmaktan zevk alan baş kahraman Guy Montag’a gönderme yapar. Daha derin bir düzeyde sansürün baştan çıkarıcı doğasını temsil eder.

Haber Merkezi / “Yakmak bir zevkti”, fantezi, bilim kurgu, korku, gizem ve gerçekçi kurgu dahil olmak üzere bir çok türde eser veren ABD’li yazar Ray Bradbury’nin distopik romanı Fahrenheit 451’in açılış cümlesidir. Cümle, kitap boyunca yankılanan önemli bir anlam ve sembol taşır.

“Yakmak bir zevkti” cümlesi gerçek düzeyde, bu cümle, itfaiyecilerin muhalefeti bastırmak için (yangını söndürmek yerine) kitapları yaktığı geleceğin toplumunda bir itfaiyeci olan baş kahraman Guy Montag’a gönderme yapar.

Bu, Montag’ın, toplumunun baskıcı rejiminin merkezi bir yönü olan kitap yakma işinden zevk aldığını gösterir. Daha derin, mecazi bir düzeyde, sansürün baştan çıkarıcı ve yıkıcı doğasına işaret eder: Kitap yakma eyleminin sarhoş edici bir uğraş haline geldiği yer.

Romanın başlığı “Fahrenheit 451”, kağıdın tutuşup yandığı sıcaklığa bir göndermedir. Bu sıcaklık önemlidir, çünkü kitap yakma ve sansür ana temasının altını çizmekte. “Yakmak bir zevkti” şeklindeki açılış cümlesi, kitapların yakıldığı dünyayla okuyucuyu tanıştırması açısından doğrudan başlıkla bağlantı kurar, aynı zamanda bu yıkıcı eylemden keyif alındığını da öne sürer.

Açılış cümlesi, başlangıçta kitap yakmanın ahlakını sorgulamadan itfaiyeci rolünü benimseyen Guy Montag karakterini tanıtır. Montag’ın kitapları yakmaktan duyduğu zevk, toplumunu karakterize eden beyin yıkama ve uymayı yansıtır.

Ancak hikaye ilerledikçe Montag bir dönüşüme uğrar, toplumunun değerlerini sorgular ve onları yok etmek yerine bilgi ve özgürlüğü korumaya çalışır. Hikayenin ilerleyen kısımlarında Montag, kendi dünya görüşüne meydan okuyan genç bir kadın olan Clarisse McClellan ile tanışır.

Montag’ı eleştirel düşünmeye ve edebiyatın ve entelektüel keşfin güzelliğini takdir etmeye teşvik eden karakteri, yakma zevkine bir engel teşkil eder.

Açılış cümlesi aynı zamanda romanda tasvir edilen toplumun baskıcı ve konformist doğasının tonunu da belirler. Sansürden ve kitap yakmaktan alınan zevkin, cehalete ve uyumluluğa entelektüel özgürlük ve bireysellikten daha fazla değer veren bir kültürün belirtisi olduğunu gösterir.

“Yakmak bir zevkti”, “Fahrenheit 451″in distopik dünyasına güçlü bir giriş niteliğindedir. Sansürün cazibesini ve tehlikesini yakalar; bilgi, düşünce özgürlüğü ve edebiyatı ve muhalifleri bastıran bir toplumun sonuçlarıyla ilgili temaların araştırılmasına zemin hazırlar.

Hikaye ilerledikçe, karakterler ve anlatı, aydınlanma ve kişisel gelişim arayışıyla yanmanın zevkine meydan okudukça, bu satır ek anlam katmanları kazanır.

Paylaşın

Sigara Ve Alkol Saç Dökülmesine Neden Olur Mu?

Sigara ve alkol, saç dökülmesine katkıda bulunabilir, ancak sigara ve alkol ile saç dökülmesi arasındaki ilişki tam olarak kurulamamıştır ve bu durum kişiden kişiye değişebilir.

Haber Merkezi / Sigara ve alkolün saç sağlığını potansiyel olarak nasıl etkileyebileceği aşağıda açıklanmıştır:

Sigara: Sigara, saç köklerine olası zarar da dahil olmak üzere genel sağlık üzerinde çeşitli olumsuz etkilerle ilişkilendirilmiştir. Sigarada bulunan toksinler saç derisindeki kan dolaşımını azaltarak saç foliküllerini hayati besinlerden ve oksijenden mahrum bırakabilir.

Bu, saçları zayıflatabilir ve zamanla saç dökülmesine katkıda bulunabilir. Ayrıca sigara, vücuttaki oksidatif stresi artırabilir, bu da saçın yaşlanmasını hızlandırabilir ve erken beyazlamaya neden olabilir.

Alkol: Alkol veya aşırı alkol tüketimi, saç sağlığı da dahil olmak üzere çeşitli vücut sistemleri üzerinde zararlı etkilere neden olabilir. Alkol vücudun susuz kalmasına neden olur ve sağlıklı saç büyümesi için gerekli olan temel besin maddelerini tüketebilir.

Alkol ayrıca hormon düzeylerini dengesizleştirebilir, karaciğer fonksiyonunu bozabilir ve besin emilimini engelleyebilir; bunların tümü saç köklerini olumsuz yönde etkileyebilir. Ayrıca aşırı alkol tüketimi, saç büyümesi için hayati önem taşıyan vitamin ve mineral eksiklikleri gibi beslenme eksikliklerine yol açabilir.

Saç dökülmesinin çeşitli genetik, hormonal ve çevresel faktörlerden de etkilenebileceğini ve bireysel deneyimlerin farklılık gösterebileceğini belirtmekte fayda var.

Saç dökülmesinden endişeleniyorsanız, kapsamlı bir değerlendirme ve kişiselleştirilmiş tavsiyeler sunabilecek bir sağlık uzmanına veya dermatoloğa danışmanız önerilir.

Sigara ve içkiye atfedilebilecek saç dökülmesi yaşıyorsanız, saç sağlığınızı potansiyel olarak iyileştirmek için atabileceğiniz birkaç adım var.

Sigarayı bırakın: En önemli adım sigarayı tamamen bırakmaktır. Sigarayı bırakarak genel sağlığınızı ve dolaşımınızı iyileştirebilirsiniz, bu da saç köklerinize fayda sağlayabilir. Sigaranın etkilerinin tersine dönmesi biraz zaman alabilir, ancak sigarayı bırakmak saçların yeniden büyümesini teşvik etmek için önemli bir adımdır.

Alkolü bırakın: Alkol alımınızı azaltmanız veya tamamen bırakmayı düşünmeniz önerilir. Alkolü azaltmak, genel sağlığınızı iyileştirmenize yardımcı olabilir ve vücudunuza, saç büyümesi için gerekli olan temel besin maddelerini alma şansını artırır.

Dengeli beslenme: Bol miktarda meyve, sebze, tam tahıl, yağsız protein ve sağlıklı yağlar içeren besleyici ve dengeli bir beslenme tüketmeye odaklanın. Bu gıdalar saç sağlığını destekleyen temel vitaminleri, mineralleri ve antioksidanları sağlar.

Saç büyümesi için hayati önem taşıyan A, C, E ve B kompleksi vitaminlerinin yanı sıra demir ve çinko gibi mineraller açısından zengin gıdaları da beslenmenize dahil edin.

Susuz kalmayın: Vücudunuzdaki su seviyesini korumak için her gün yeterli miktarda su için. Sağlıklı saç büyümesi ve genel sağlık için uygun hidrasyon çok önemlidir.

Stresi yönetin: Stres saç dökülmesine katkıda bulunabilir, bu nedenle stresi yönetmenin sağlıklı yollarını bulmak önemlidir. Egzersiz, meditasyon veya keyif aldığınız hobiler gibi rahatlamanıza yardımcı olacak aktivitelere katılın.

Yeterli uyku almak ve kişisel bakım uygulamak da stres seviyelerini azaltmaya yardımcı olabilir.

Bir sağlık uzmanına danışın: Ciddi derecede saç dökülmesi yaşıyorsanız dermatolog veya trichologist gibi bir sağlık uzmanına danışmanız önerilir. Özel durumunuzu değerlendirebilir, teşhis koyabilir ve gerekirse uygun tedavileri veya ilaçları önerebilirler.

Paylaşın

Beyin Felci Risk Faktörleri Nelerdir Ve Nasıl Önlenebilir?

Beyindeki kan dolaşımı engellendiğinde veya beyindeki bir kan damarı yırtıldığında felç meydana gelir. Tıkanma veya yırtılma, kan ve oksijenin beyin dokusuna ulaşmasını engeller. Oksijen olmadan beyindeki dokular ve hücreler hasar görür ve hızla ölür, bu da çeşitli semptomlara neden olur.

Haber Merkezi / Beyin hücreleri öldüğünde, telafisi mümkün olmayan hasarlara yol açarak fiziksel, bilişsel ve zihinsel bozukluklara neden olabilirler. Mümkün olan en kısa sürede, beyne yeterli kan akışının ve oksijen desteğinin yeniden sağlanması kritik öneme sahiptir.

Beyin felci risk faktörlerini anlamak, önleme açısından çok önemlidir. Bazı faktörler kontrol edilemezken, yaşam tarzı değişiklikleri ve tıbbi müdahaleler diğerlerini önleyebilir.

Yüksek tansiyon veya hipertansiyon: Kontrolsüz hipertansiyon kan damarlarına zarar vererek felç olasılığını artırır. Yüksek tansiyon vücudun her yerindeki atardamarları etkileyerek onların daha hızlı yırtılmasına veya tıkanmasına neden olur. Beyindeki zayıflamış veya tıkanmış arterler felç riskini önemli ölçüde artırır; bu nedenle kan basıncını kontrol etmek felç riskini azaltmak için çok önemlidir.

Sigara: Sigara kalp hastalığı ve felç riskini artırır. Sigara, arterlerde plak birikmesine neden olur, kanın pıhtılaşması riskini artırır, kandaki oksijeni azaltır ve kalbin daha fazla çalışmasına neden olur. Dünya Sağlık Örgütü’nün bir raporuna göre, 65 yaş altı felç ölümlerinin beşte ikisi sigarayla bağlantılı.

Alkol: Alkolün binlerce sorunun temel nedeni olduğunu söylemeye gerek yok ve aynı zamanda felçlerin de önde gelen nedenlerinden biri olması sürpriz olmamalı.

Obezite: Obezite, aşırı yağ dokusunun neden olduğu iltihaplanmaya neden olarak felç riskini artırabilir. Bu, kan akışının azalmasına ve tıkanma olasılığının artmasına neden olabilir; bunların her ikisi de felce neden olabilir.

Felcin erken uyarı işaretleri

Felcin erken uyarı işaretlerini tanımak ve hızlı hareket etmek, tam iyileşme ile yaşam boyu sakatlık arasındaki fark olabilir:

– Yüz: Kişiden gülümsemesini isteyin. Yüzün bir tarafı sarkıyor mu?
– Kollar: Kişiden her iki kolunu da kaldırmasını isteyin. Bir kolda zayıflık veya aşağı doğru kayma var mı?
– Konuşma: Kişiden basit bir cümleyi tekrarlamasını isteyin. Konuşmaları geveleyerek mi?
– Zaman: Bu işaretlerden herhangi birini gözlemlerseniz derhal acil servisi arayın.

Önleme stratejileri

Beyin felcini önlemek, kişinin kendisinin kontrol edebileceği risk faktörlerini belirleyip ele almasıyla başlar.

Örneğin, kan basıncını düzenli olarak izlemek ve hipertansiyonu yönetmek için doktorla işbirliği yapmak, tütün ve alkol ürünlerini bırakmak, doğru beslenme, egzersiz ve ilaçlarla kan şekeri seviyesini yönetmek ve en önemlisi belirti ve semptomları zamanında tespit etmek.

Bir sorunla ilgili bilgi, sorunu çözmeye yardımcı veya sorunu çözebilecek kişilere ulaşmaya yardımcı olabilir.

Paylaşın

Kanser Vakaları Yüzde 80 Arttı: Zengin Sanayi Ülkeleri Başı Çekiyor

Dünya genelinde kanser vakalarının sayısı yüzde 80’e yakın arttı. Kanser vakalarının en yoğun gözlendiği bölgeler ise Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Okyanusya’daki Avustralasya oldu.

Tüm olası yan faktörlere rağmen kanserde genetik etkenlerin yanı sıra sağlıksız beslenme, alkol ve tütün tüketimi, hareket eksikliği, aşırı kilo ve yüksek kan şekeri değerlerinin rol oynadığına dikkat çekildi.

Kanser, vücudun herhangi organ ya da dokusundaki hücrelerin kontrolsüz çoğalması ve büyümesi sonucu ortaya çıkan bir hastalık tablosudur. Kanser oluştuğu dokuya göre adlandırılır. 200’den fazla tipi tespit edilmiştir. En sık görülen ve ölüme yol açan kanser türleri akciğer, mide, karaciğer, kolon ve meme kanseridir.

Dünya genelinde kanser vakalarının sayısı son 30 yıllık dönemde yüzde 80’e yakın artış gösterdi. Uluslararası araştırmacılar grubunun 1990-2019 yılları arasındaki verilerden oluşturduğu ve BMJ Oncology dergisinde yayımlanan analize göre 50 yaş altı grupta vakalardaki en güçlü artış, yemek borusu kanseri ve prostat kanseri vakalarında görüldü, karaciğer kanseri vakalarında ise yüzde 3’lük düşüş kaydedildi. 2019’da teşhis edilen kanser türleri arasında ise meme kanseri başı çekti.

Araştırmada 14-49 yaş aralığına odaklanan bilim insanları, 204 ülkede 29 kanser türüne ait verileri analiz etti. Bu yaş grubunda 2019 yılında, 1990’a göre yüzde 79’luk artışla toplam 3 milyon 260 bin kanser vakası kaydedildi. Yine 2019’da kanser nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 1990’a göre yüzde 28 artarak 500 bini geçti. Ölüm vakalarının çoğunluğunu meme, yemek borusu, akciğer, bağırsak ve mide kanseri vakaları oluştururken ölümlerdeki en güçlü artış böbrek ve yumurtalık kanseri vakalarında kaydedildi.

Coğrafi olarak dünya genelinde kanser vakalarının en yoğun gözlendiği bölgeler ise Kuzey Amerika, Batı Avrupa ve Okyanusya’daki Avustralasya oldu. Araştırmacılar, düşük ve orta gelirli ülkelerde de, özellikle kadınlarda kanser vakalarının arttığına işaret etti.

Analizde, ülkeler arasında kanser vakalarının kayda geçirilmesi ve teşhis kalitesi konusunda önemli farklılıklar bulunduğuna, bu nedenle gerçek rakamların daha yüksek olabileceğine de dikkat çekildi. Araştırmacılar, vakalarda kaydedilen artışın, sanayi ülkelerindeki erken tanı imkanlarının iyileşmesiyle de bağlantılı olabileceğini not etti.

Sağlıklı beslenme ve hareketin önemi

Ancak tüm olası yan faktörlere rağmen kanserde genetik etkenlerin yanı sıra sağlıksız beslenme, alkol ve tütün tüketimi, hareket eksikliği, aşırı kilo ve yüksek kan şekeri değerlerinin rol oynadığına da dikkat çekildi.

Yapılan analizler temelinde kanser vakaları ve kansere bağlı ölümlerde artışın devam edeceği öngörüsünde bulunan bilim insanları, 2030 yılına kadar 50 yaş altı grupta kanser teşhisinin yüzde 31 ve ölümlerin yüzde 20 oranında artmasını beklediklerini bildirdi. Araştırmacılar, son otuz yıllık dönemde kanserden en çok etkilenen grubun 40-49 yaş grubu olduğuna işaret ederek gelecekte de 40 yaş üstü grubun en riskli grup olmayı sürdüreceğini kaydetti.

Paylaşın

“Kadın Cinayetleri” Meclis Gündemine Taşındı

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Van Milletvekili Gülderen Varlı, kadın cinayetlerini Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) gündemine taşıdı. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na (KDCP) göre; Ağustos ayında 29 kadın cinayeti işlenmiş, 21 kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdi.

Haber Merkezi / Gülderen Varlı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Mahinur Özdemir Göktaş tarafından yanıtlanması istemiyle TBMM Başkanlığı’na sunduğu soru önergesinde, kadın cinayetlerinin özellikle son zamanlarda şüpheli ölüm diye kayda geçmesinin, suçlu ya da suçluların cezasız kalmasının, yaşamını yitiren kişi sayısında artışı beraberinde getirdiğini vurguladı ve ekledi:

“Her gün onlarca kadın, erkek şiddetinin mağduru olarak sokak ortasında yaşamını yitirirken yapılan iyi hal ceza indirimi, haksız tahrik, iktidarın cezasızlık politikaları da suçluları hukuken aklamaktadır. Etkin ve bütünlüklü uygulanmayan politikalar, şüpheli kadın ölümlerinin soruşturmalarının dikkatli bir şekilde incelenmemesi ve hızlıca sonuçlandırılmaması, her gün sayısız kadını yaşamından etmektedir.”

Bakan Göktaş’a “Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine dönük bir eylem planınız var mıdır?” sorusunu yönelten Varlı, soru önergesinde şu ifadelere yer verdi:

“Kadın cinayetlerinin özellikle son zamanlarda şüpheli ölüm diye kayda geçmesi, suçlu ya da suçluların cezasız kalması, yaşamını yitiren kişi sayısında artışı beraberinde getirmektedir. Her gün onlarca kadın, erkek şiddetinin mağduru olarak sokak ortasında yaşamını yitirirken yapılan iyi hal ceza indirimi, haksız tahrik, iktidarın cezasızlık politikaları da suçluları hukuken aklamaktadır. Etkin ve bütünlüklü uygulanmayan politikalar, şüpheli kadın ölümlerinin soruşturmalarının dikkatli bir şekilde incelenmemesi ve hızlıca sonuçlandırılmaması, her gün sayısız kadını yaşamından etmektedir.

Bianet’in yayınladığı rapora göre; Ağustos’ta en az 31, 2023’ün ilk sekiz ayında ise en az 205 kadın yaşamını yitirmiş, 45 kadın tacize uğramış, 88 çocuk istismar edilmiş, 512 kadın şiddete maruz kalmıştır. Erkekler tarafından en az 188 kadın seks işçiliğine zorlanırken, 170 kadının ölümü basına “şüpheli” olarak yansımıştır. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformunun raporuna göre; Ağustos 2023’te 29 kadın cinayeti işlenmiş, 21 kadın ise şüpheli bir şekilde yaşamını yitirmiştir.

Ayrıca Van, Hakkâri, Şırnak, Siirt, Muş, Diyarbakır ve Mardin illerinde 2023’ün ilk 8 ayında en az 28 kadın erkek şiddetine maruz kalarak yaşamını yitirmiştir. Van, Hakkâri, Şırnak, Siirt, Muş, Diyarbakır ve Mardin illerinde en çok kadınların etkilendiği; işsizlik, yoksulluk, ekonomik kriz gibi sosyoekonomik sorunlar başta gelmektedir. Bu sorunlar ve erkek şiddetinin sonucunda özellikle Hakkâri ilinde 2023 yılının ilk 6 ayında yaşanan 11 ölüm, intihar olarak basına yansımıştır.

Yaşanan bu ölümler kadın ve gençlerden oluşmaktadır. Kentte yaşanan Şüpheli ölümlere dair en son basına yansıyan; 5 Eylül 2023’te Şemdinli ilçesine bağlı Karşıyaka Mahallesi’nde 23 yaşındaki Keje S. isimli kadının evinde şüpheli bir şekilde yaşamını yitirdiği, 16 Haziran 2023’te Hakkâri’nin Bulak Mahallesi’nde, şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren 23 yaşındaki A.K.Y. isimli bir kadının intihar ettiği yönünde haberler olmuştur.

Yaşanan bu sorunlarla beraber kadın haklarını savunan uygulamaların hukuken güvence altına alınmamasından kaynaklı, kadıların erkekler tarafından gördüğü; psikolojik, cinsel ve öldürmeye varan fiziksel şiddet cezasız kalmakta ve yaşamlarını yitirmelerine neden olmaktadır.”

Gülderen Varlı, soru önergesinin devamında, Bakan Mahinur Özdemir Göktaş’ın yanıtlaması istemiyle şu soruları yöneltti:

“1. Son beş yılda, Türkiye de yaşanan kadın cinayetlerinin sayısı kaçtır?
2. Son beş yılda, öldürülen kaç kadın devletten koruma talebi olmasına rağmen yaşamını yitirmiştir? Koruma kararı olmasına rağmen güvenlik önlemlerinin alınmamasının gerekçesi nedir?
3. Kadına yönelik şiddet ile kadın cinayetlerine dair bir veri tabanınız var mıdır? Var ise kamuoyu ile ne zaman paylaşacaksınız?
4. Kadın cinayetlerinin ve kadına yönelik şiddetin önlenmesine dönük bir eylem planınız var mıdır?

5. Van kentinde kadına yönelik şiddete ilişkin herhangi bir araştırmanız var mıdır? Var ise kamuoyu ile ne zaman paylaşacaksınız?
6. Van ilinde son 10 yılda erkek şiddetinden dolayı yaşamını yitiren kadın sayısı kaçtır?
7. Hakkâri ilinde son bir yılda artan intihar vakalarına yönelik bir çalışmanız var mıdır? Herhangi bir çalışma başlatılmamışsa bunun gerekçesi nedir?”

Paylaşın

Çinli Kadınların Genç Kalmak İçin Kullandığı 10 Güzellik Tüyosu

Çinli kadınlar, yaşlanma karşıtı ve genç görünen cilde öncelik veren bakım ve güzellik rutinleriyle tanınıyor. Bu güzellik tüyoları yalnızca Çinli kadınlara özgü olmasa da çoğu zaman onların kültürleriyle ilişkilendiriliyor.

Haber Merkezi / İşte birçok Çinli kadının genç görünümü korumak için kullandığı 10 güzellik tüyosu:

Yeşil Çay: Yeşil çay içmek Çin’de yaygın bir uygulamadır. Yeşil çay, serbest radikallerle savaşmaya ve cildi erken yaşlanmaya karşı korumaya yardımcı olan polifenol adı verilen antioksidanlar açısından zengindir.

Gua sha: Gua sha, ciltte dolaşımı teşvik etmek, şişliği azaltmak ve cilt elastikiyetini arttırmak için yüze pürüzsüz kenarlı bir aletle masaj yapmayı içeren geleneksel bir Çin tekniğidir.

Bitkisel cilt bakımı: Çinli kadınlar cilt bakım ürünlerinde sıklıkla ginseng, goji meyveleri ve meyan kökü gibi bitkisel içerikleri kullanırlar. Bu bileşenlerin yaşlanma karşıtı özelliklere sahip olduğuna inanılmaktadır.

Tui na masajı: Tui na, akupunktur noktalarına odaklanan bir Çin masaj tekniğidir. Tui na masajları ciltte kan akışını iyileştirebilir ve yüz kaslarını gevşeterek kırışıklıkların azaltılmasına yardımcı olabilir.

Dengeli beslenme: Çin mutfağı genellikle çeşitli sebzeleri, meyveleri ve yağsız proteinleri içerir. Genç cildi korumak için besinler açısından zengin dengeli bir beslenme şarttır.

Akupunktur: Geleneksel Çin tıbbı, daha genç bir cilde katkıda bulunabilecek dolaşımı ve enerji akışını uyarmak için masaj yapılabilen akupunktur noktalarını içerir.

Güneşten korunma: Çinli kadınlar, erken yaşlanmaya neden olabilecek UV hasarını önlemek için şapka, güneş gözlüğü takarak ve düzenli olarak güneş kremi kullanarak, korunmaya öncelik verirler.

Yeterli uyku: Yeterli uyku genel sağlık ve genç görünen bir cilt için çok önemlidir. Çin kültürü, genç bir görünüme katkıda bulunabilecek dinlenme ve rahatlamaya değer verir.

Maş fasulyesi maskeleri: Maş fasulyesi maskeleri, cildi detoksifiye etme ve berrak bir cilt sağlama yetenekleri nedeniyle Çin’de popülerdir. Lekeleri azaltmaya ve genç cildi korumaya yardımcı olabilirler.

Tai chi ve Qi gong: Bu eski Çin egzersizleri nefes alma, meditasyon ve yavaş hareketlere odaklanır. Gevşemeyi teşvik eder, stresi azaltır ve genel refahı artırır, bu da genç bir görünüme katkıda bulunabilir.

Paylaşın

Konjenital Miyopati Nedir? Belirtileri, Nedenleri, Teşhisi, Tedavisi

Konjenital miyopati (CM), kasları etkileyen (miyopati) oldukça nadir görülen, kalıtsal bir hastalıktır ve doğumda kas tonusunun olmaması veya gevşeklik ile karakterize edilir. Konjenital miyopatinin birkaç farklı alt tipi vardır ve birçoğuna spesifik genlerdeki değişiklikler (mutasyonlar) neden olur. 

Haber Merkezi / Semptomların şiddeti ve başlangıcı, mikroskop altında hücresel özellikler ve prognoz açısından farklılık gösterirler. Semptomlar doğumdan itibaren mevcut olabilir veya bebeklik ve çocukluk döneminde yavaş yavaş ilerleyebilir, ancak bu bozukluk genellikle yetişkinlikte daha şiddetli hale gelmez. Deneysel tedaviler halen geliştirilme aşamasında olduğundan KM hastalığının yönetimi semptomların tedavisini, yaşamı tehdit eden olası komplikasyonların önlenmesini ve ortopedik, fiziksel, mesleki, konuşma veya diğer terapi biçimlerini içerir.

CM’nin alt tipleri oldukça değişken şiddette kas kaybı semptomlarına sahiptir ve başlangıç ​​yaşlarına göre farklılık gösterir.

Yenidoğanda konjenital miyopatinin genel semptomları, gevşeklik (hipotoni) ve genel halsizlik ile karakterize edilen yavaş, ilerleyici kas tonusu kaybıdır. Erken motor beceriler ve diğer kritik gelişimsel kilometre taşları gecikebilir. Bu bozukluğu olan yeni yürümeye başlayan çocuklarda genellikle hafif kas zayıflığı vardır ve düşmeye veya tökezlemeye eğilimli olabilirler. Pelvis, boyun ve omuz bölgesinin kasları en sık etkilenir. Bu hastalığın semptomları yetişkinlik döneminde ilerleyici olmadığından, konjenital miyopatisi olan kişilerin çoğu yetişkin olduklarında normal şekilde yürürler. Ancak bazı fiziksel aktiviteler biraz bozulabilir.

Tipik olarak, CM alt tiplerinin tanısı, kas biyopsisinin kullanılmasını ve kasların yapısal yapısına mikroskop altında bakılmasını gerektirir. Bir alt tipte görülen belirtiler, hafif istisnalar ve nüanslar dışında genellikle diğer alt tiplerde de görülür.

Nemalin miyopatisi (NM), çubuk miyopatisi olarak da bilinir. NM, mikroskop altında kas liflerinde bulunan anormal çubuk veya iplik benzeri yapılarla karakterize edilir. Bu anormal çubuk yapıları, etkilenen iskelet kaslarının kasılması ve tonusunda sorunlarla ilişkilidir ve sonuçta kas güçsüzlüğüne yol açar.

Yaş ve ciddiyete bağlı olarak altı farklı NM türü vardır: şiddetli konjenital, Amish, orta konjenital, tipik konjenital, çocuklukta başlayan ve yetişkin başlangıçlı. Şiddetli NM vakaları genellikle küçük çocuklarda görülürken NM’nin daha hafif versiyonları yetişkinlikte görülür. Kas zayıflığı, NM’de genellikle vücudun her yerinde meydana gelen ve boyun, yüz ve cilt kaslarında en şiddetli olan kas tonusunun azalmasından kaynaklanır. 

NM’nin bir semptomu, konuşma güçlüğü (dizartri), yutma güçlüğü (yutma güçlüğü) ve aşırı tükürük üretimi (siyalore) ile gösterilen ampuler kas zayıflığını içerir. Bebeklerde, ampuler kas zayıflığı esas olarak beslenmede zorluk olarak ortaya çıkarken, daha büyük çocuklar ve yetişkinlerde yutma güçlüğü görülür. Diğer belirtiler arasında ayak şekil bozuklukları, omurganın eğriliği (skolyoz), eklem deformitelerinin yanı sıra (kontraktürler).

Çekirdek miyopatiler, kas lifinde oksidatif enzimatik aktiviteden yoksun alanlarla karakterize edilir. Kas lifi çekirdeği miyopatisinin iki türü vardır: merkezi çekirdek hastalığı (CCD) ve multiminicore hastalığı (MmD). CCD, mitokondri içermeyen kasın tip 1 liflerinin ortasında tek, iyi sınırlı dairesel bölgelerin varlığı ile karakterize edilir. CCD, hipotonisi olan bebeklerde veya motor gelişiminde gecikme olan çocuklarda daha sık görülür. CCD esas olarak proksimal ve aksiyal kasları etkiler. 

Nemalin miyopatisinde görülen ortopedik ve eklem deformiteleri bu hastalarda görülmez. Bu tip konjenital miyopatide göz kasları etkilenmez. Patolojik olarak CCD, oksidatif enzim aktivitesi için kas lifinin bazı bölümlerinin boyanması yoluyla doku liflerinde gözlemlenebilir. MmD’li hastalar, özellikle MmD’de çok daha şiddetli olan baş ve boyun kaslarındaki aksiyel kas zayıflığı dışında, CCD’ye kıyasla benzer şiddette semptomlar sergilerler. (Daha fazla bilgi için Nadir Hastalıklar Veritabanında “merkezi çekirdek hastalığı” ifadesini arayın.)

Sentronükleer miyopati (CNM), mikroskopta bakıldığında kas liflerinde bol miktarda merkezi çekirdek bulunmasıyla karakterize edilir. CNM’nin bir türü olan XLMTM, yeni doğan erkek çocukları etkiler ve genellikle klinik olarak şiddetlidir. XLMTM semptomları arasında amniyotik sıvının fazlalığı (polihidramnios) ve hamilelik sırasında fetal hareketlerin azalması, ince kaburgalar, zayıf göz kasları (oftalmopleji), üst göz kapağının sarkması (ptozis), pilor stenozu, diz ve kalça kontraktürleri ve kas kaybı yer alır. Diğer CNM formları hem erkekleri hem de kadınları etkileyebilir ve daha hafif klinik belirtiler gösterme eğilimindedir.

Konjenital lif tipi orantısızlığı (CFTD), bol miktarda tip I (yavaş seğirmeli) kas liflerinin, tip II (hızlı seğirmeli) kas liflerinden %35-40 daha küçük olması durumunda ortaya çıkar. Önceki üç miyopati tipine ait birçok semptom CFTD’de de görülebilmektedir. Ek semptomlar arasında solunum yetmezliği ve gece hipoventilasyonu yer alır.

CM’nin nedenleri üzerine halen yeni araştırmalar yapılmakta olup yirmiden fazla gendeki mutasyonlar CM ile ilişkilendirilmiştir. Kas hücrelerindeki kalsiyum iyonu dengesinden sorumlu genlerin, hastalığın bazı kalıtsal formlarında rol oynadığı gösterilmiştir. Kalsiyum iyon dengesi kas hücrelerinde önemlidir çünkü kalsiyum kas hücrelerinin kasılması için bir sinyaldir. KM hastalarında tanımlanan diğer mutasyonlar, kas hücrelerinde hatalı biçimlendirilmiş filamentlere yol açan genlerde meydana gelir. Bu filamentler normalde kasların kasılmasından sorumludur.

Çoğu CM türü otozomal resesif kalıtım modelini takip eder. Resesif genetik bozukluklar, bir bireyin her bir ebeveynden çalışmayan bir geni miras almasıyla ortaya çıkar. Bir kişiye hastalık için bir çalışan gen ve bir de çalışmayan gen verilirse, kişi hastalığın taşıyıcısı olacaktır, ancak genellikle semptom göstermeyecektir. Taşıyıcı olan iki ebeveynin her ikisinin de çalışmayan geni geçirme ve dolayısıyla etkilenen bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %25’tir. Ebeveynler gibi taşıyıcı olan bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %50’dir. Bir çocuğun her iki ebeveynden de çalışan genleri alma şansı %25’tir. Risk erkekler ve kadınlar için aynıdır.

Çubuklar veya protein birikimi gibi yapısal kusurlar, nemalin miyopatilerinde, çekirdek çubuk miyopatisinde yaygındır ve diğer CM türleri , ACTA1, CFL2, KBTBD13, KLHL40, KLHL41, LMOD3, NEB, RYR1, TNNT1 gibi genlerdeki mutasyonlarla ilişkilidir. TPM2 ve TPM3 . Nemalin miyopatilerinin en yaygın nedeni , vakaların %50’sinden sorumlu olan NEB genindeki otozomal resesif mutasyonlardır ve bunu ACTA1 (~%25) takip etmektedir.

Merkezi çekirdek ve multiminikor hastalığında görülen çekirdeklerdeki yapısal kusurların RYR1, MEGF10, MYH7 ve SEPN1 genlerindeki mutasyonlarla ilişkili olduğu gösterilmiştir . CCD’li hastaların büyük çoğunluğunda (>%90) RYR1 mutasyonu vardır. İki RYR1 mutasyonuna sahip olanlar, tek bir RYR1 mutasyonuna veya diğer genlerde mutasyona sahip hastalara göre daha şiddetli bir tabloya sahiptir. Çoğu MmD’ye SEPN1 genindeki resesif mutasyonlar neden olur. Sentronükleer miyopatinin merkezi çekirdeğindeki yapısal kusurlar , BIN1, CCDC78, DNM2, MTM1, RYR1, SPEG ve TTN gibi genlerdeki mutasyonlarla ilişkilidir .

X’e bağlı miyotübüler miyopati, doğum öncesi veya yenidoğan başlangıçlı en yaygın ve şiddetli tiptir. Otozomal resesif formlar bebeklik veya çocukluk döneminde tipik bir başlangıca sahiptir ve otozomal dominant formlar en hafif semptomlara sahiptir ve yetişkinlikte ortaya çıkabilir. Sentronükleer miyopatili hastaların çoğunda MTM1 geninde mutasyonlar bulunur ve bu da bir tür CNM olan X’e bağlı miyotübüler miyopatiye yol açar. DNM2 gen mutasyonları ikinci en yaygın nedendir ve daha hafif semptomlarla sonuçlanır. RYR1, TTN ve BIN1 genlerindeki mutasyonlar resesif formlarda tanımlanmıştır ve oldukça değişken semptom sunumuna sahiptir.

Lif boyutu değişimine yol açan yapısal kusurlar, konjenital lif tipi orantısızlığı CM’de yaygın olarak görülür ve ACTA1, MYH7, RYR1, SEPN1, TPM2 ve TPM3 gibi genleri içerdiği gösterilmiştir . Çoğu CFTD CM, TPM3 genindeki mutasyonlarla ilişkilidir ve bazı hastaların ACTA1, MYH1, SEPN1 ve TPM2 mutasyonlarıyla tanımlandığı görülmüştür. LMNA genindeki mutasyon birçok Japon hastada bulunmuştur ve kalp hastalığı riski taşıyan CFTD CM hastalarının bir alt grubuyla ilişkili olabilir. KM’li ailelerin %50-70’inde bilinen genler bulunmuştur, dolayısıyla diğer genetik nedenler henüz tanımlanmayı beklemektedir.

Kapsamlı bir klinik değerlendirme, ayrıntılı hasta ve aile öyküsü ve karakteristik fiziksel bulguların tanımlanması üzerine konjenital miyopati tanısından şüphelenilebilir. Hastalığı doğrulamak, hastalığın ilerlemesini izlemek ve etkilenen aileleri ilgili kaynaklarla bağlantılandırmak için spesifik bir teşhis yapılabilir. CM’de yer alan önemli sayıda faktör, sıkı bir klinik, histopatolojik veya genetik tanıyı daha karmaşık hale getirir. 

Miyopatilere yönelik geleneksel klinik araştırmalarda hastada hangi spesifik hastalıktan şüphelenildiğini belirlemek için metabolik testler, elektrokardiyogramlar ve elektromiyografi kullanılır. Ayrıca semptom sunumuna dayalı klinik tanı, hastalarda hastalığın tanımlanmasına da yardımcı olabilir. Kreatin kinaz düzeylerinde anormal yükselmeleri araştırmak için metabolik testler kullanılabilir. Elektrokardiyogramlar, kalbin elektriksel aktivitesini gözlemlemek ve konjenital lif tipi orantısızlık (CM) gibi belirli alt tiplerde ortak olan herhangi bir bozulmanın mevcut olup olmadığını görmek için yapılır. 

Kaslardaki elektriksel aktiviteyi ölçmek için elektromiyografi yapılır. Bu testler CM’nin alt tipini tanımlayamıyorsa, bir bireyin tam olarak hangi CM alt tipine sahip olabileceğini en iyi şekilde karakterize etmek amacıyla dokunun mikroskobik özelliklerinin daha yakından incelenmesi için bir kas biyopsisi yapılabilir. CM’de yer alan bilinen genlerin moleküler testi, tanıyı daraltmaya yardımcı olabilir.

Nemaline Miyopati: NM, uzunlamasına kesitlerde ipliksi görünen kastaki karakteristik çubuk gövdeleri gösterir. Nemalin miyopatisinde kreatin kinaz düzeyleri genellikle normal veya hafif yüksektir. Elektromiyografi, miyopatinin göstergesi olan aksiyon potansiyellerindeki değişiklikleri gösterebilir. Diğer testler başarısız olursa kas biyopsisi nemalin miyopatisinin teşhisini doğrulayabilir.

Çekirdek Miyopati: Çekirdek miyopatinin klinik özellikleri yenidoğan döneminde ortaya çıkmayı içerir ancak bebeklik döneminin ilerleyen dönemlerine kadar tanımlanamayabilir. Çoğunlukla proksimal ekstremitelerde (yani biseps, uyluk) hipotoni ve kas zayıflığı ile karakterizedir. Zayıflığın klinik olarak ilerlemesi meydana gelebilir ancak çekirdek miyopatisi olanlarda genellikle ilerleyici hastalık görülmez. Laboratuvar çalışmaları tanıda yararlı değildir ve tanının kas biyopsisi ile doğrulanması gerekir.

Centronükleer Miyopati: Centronükleer miyopati alt tipleri, merkezi çekirdekli kas lifleri ile karakterize edilir. İki ana klinik sunumdan biri sentronükleer miyopatiyi tanımlayabilir. Bazı semptomlar sentronükleer miyopati alt tiplerinin göstergesi olabilir.

Daha yaygın ve aynı zamanda en şiddetli olanı, ağırlıklı olarak erkeklerde görülen X’e bağlı miyotübüler miyopatidir. Bebeklerdeki belirtiler arasında en şiddetli klinik belirtilerin bileşenleri olan hipotoni, iskelet kası zayıflığı ve solunum yetmezliğine yol açan solunum kası bozukluğu yer alır. Bulbar kas fonksiyonunun bozulması, beslenme güçlüğü ile ilişkili olabilecek yüz zayıflığına veya göz dışı kas zayıflığına yol açabilir. Kadın taşıyıcılar, belirgin yüz zayıflığının yanı sıra uzuv kuşağı zayıflığıyla da ortaya çıkabilir.

CNM’nin daha az görülen bir sunumu otozomal dominant veya resesif kalıtımla ortaya çıkar ve bebeklerde tanınmayan hafif güçsüzlük ve hipotoni ile ortaya çıkar. Daha şiddetli formun (XLMTM) aksine, bu tip hem erkeklerde hem de kadınlarda mevcut olabilir. Kreatin kinazın laboratuvar testleri sıklıkla normal seviyeleri ortaya çıkarsa da ara sıra hafif yükselmektedir. Bununla birlikte, aksiyon potansiyeli değişikliklerinin tespitinde elektromiyografinin kullanılması faydalı olabilir; Tanı kas biyopsisi veya moleküler genetik testlerle doğrulanır.

Konjenital Lif Tipi Orantısızlığı: Bu miyopatinin klinik belirtileri, hızlı ve yavaş seğirme kaslarının sayısı ve boyutunda orantısızlıkların yanı sıra uzuvlar, boyun, gövde ve yüz kaslarındaki zayıflığı içerir. Çoğu bebek ciddi şekilde etkilenir, ancak zayıflığın derecesi değişebilir. Konjenital lif tipi orantısızlığı olan bebeklerin, yaşlandıkça solunum fonksiyonlarında iyileşmeler olabilir. Konjenital lif tipi orantısızlığının tek kesin tanısı kas biyopsisidir.

Konjenital miyopatisi olan yetişkinlerin yeterli egzersiz yapmaları ve obeziteye yol açabilecek sağlıksız beslenme ve hareketsiz alışkanlıklardan kaçınmaları teşvik edilmelidir. Etkilenen yetişkinlerde hafif kas zayıflığı dönemleri yaşanabilir, ancak genellikle büyük bir fiziksel engel yoktur. Etkilenen hastaların yaşam kalitesini iyileştirmek için ilaçlar, beslenme ve solunum desteği, ortopedik destek, fiziksel, mesleki veya konuşma terapisi de gerekli olabilir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın

Konjenital Plazminojen Eksikliği Nedir? Bilinmesi Gereken Her Şey

Konjenital tip 1 plazminojen eksikliği nadir görülen bir genetik hastalıktır. Etkilenen bireylerde vücudun mukoza zarlarında bazen odunsu lezyonlar veya psödomembranlar olarak adlandırılan kalın oluşumlar gelişir. Mukoza zarları, vücudun bu yüzeylerinin kurumasını önleyen koruyucu bir bariyer görevi gören nemli bir doku tabakasıdır. 

Haber Merkezi / Bu bozuklukta en sık etkilenen mukozalar, göz kapaklarının iç kısmını, gözün ön kısmını (konjonktiva adı verilen) ve ağzın iç kısmını kaplayanlardır. Burun, orta kulak, mide ve bağırsaklar (gastrointestinal sistem), solunum yolu ve kadın genital sistemini kaplayanlar dahil olmak üzere diğer mukozalar da etkilenebilir. Bozukluk ayrıca böbrekleri ve beyni de etkileyebilir. 

Tedavi edilmeden, bu yüzeylerde oluşan anormal büyümeler önemli komplikasyonlara neden olabilir ve plazminojen değiştirilmeden uzaklaştırılırlarsa genellikle tekrarlarlar. Bozukluğun genel şiddeti kişiden kişiye büyük ölçüde değişebilir ve lezyonların yeri ve süresine bağlıdır. Bozukluğa, plazminojen enziminin eksikliğine yol açan PLG genindeki değişiklikler neden olur.

Tip 1 plazminojen eksikliğinin belirti ve semptomları, aynı genetik varyantlara ve seviyelere sahip aynı ailenin üyeleri arasında bile kişiden kişiye farklılık gösterebilir. Çoğu zaman, ilk belirtiler bebeklerde veya küçük çocuklarda görülür. Semptomlar kalıcı ve yaşam boyu olabilir, artabilir ve azalabilir, aralıklı olabilir veya yaşamın ilerleyen dönemlerine kadar ortaya çıkmayabilir. Bazı bireylerin asemptomatik kaldığı ve klinik olarak belirgin aile üyelerinin test edilmesine dayanarak teşhis konulabildiği görülmektedir. Lezyonlar kendiliğinden gelişebilir veya enfeksiyon, travma veya yaralanma ile ‘tetiklenebilir’ ve vücudun bir bölgesinde lokalize olabilir veya birden fazla vücut sistemini etkileyebilir.

En yaygın ve iyi bilinen semptom odunsu konjonktivittir. Konjonktivit, gözleri kaplayan zar olan konjonktivanın iltihaplanması anlamına gelir. Ligneous, ‘ahşaba benzeyen’ anlamına gelen bir terimdir. Lignöz konjonktiviti olan kişilerin konjonktivalarında sarı, beyaz veya kırmızı renkte ve ahşabı andıran bir dokuya sahip büyüme veya lezyonlar bulunur. Bu büyümeler çoğunlukla göz kapağının iç kısmında görülür ve öncesinde konjonktiva kızarıklığı görülebilir. Bazen kornea (gözün önünü kaplayan ince, şeffaf zar) lezyonlardan zarar görebilir ve yara izine neden olabilir. Sonuçta görme kaybı meydana gelebilir.

İkinci en yaygın semptom, diş etlerinde odunsu büyümelerin ortaya çıktığı ve iltihaba neden olduğu odunsu diş eti iltihabıdır. Genellikle ağrılı değildirler ancak doku ve sonuçta diş kaybına yol açabilirler. Orta kulak, burun, boğaz, ses telleri, gırtlak, solunum yolu, gastrointestinal sistem ve kadın genital sisteminin mukozalarında da büyümeler oluşabilir. Orta kulaktaki büyümeler, kronik orta kulak enfeksiyonu (otitis media) ve işitme kaybı gibi görünen durumlara yol açabilir. 

Gastrointestinal sistemdeki büyümeler ülserlere veya inflamatuar barsak hastalığı gibi görünen durumlara neden olabilir. Solunum yollarındaki büyümeler, tekrarlayan pnömoni ve solunum yollarının tıkanması gibi, özellikle küçük çocuklarda yaşamı tehdit edebilen ciddi komplikasyonlara yol açabilir. Böbreğin renal tübüllerinde büyüme meydana gelebilir ve tıkanmaya ve böbrek fonksiyonunun zayıflamasına neden olabilir. Kadın genital sisteminde büyümeler meydana geldiğinde adet ağrılarına, cinsel ilişkiye ve kısırlığa yol açabilir.

Büyümeler cildi etkilediğinde, bu duruma juvenil kolloid milium adı verilir ve küçük, yarı saydam, sarı-kahverengi şişlikler (papüller) ile karakterize edilir. Bu büyümeler genellikle cildin güneşe en çok maruz kalan bölgelerinde meydana gelir.

Konjenital tip I plazminojen eksikliği olan bazı çocuklarda, lezyonlar merkezi sinir sisteminde beyin omurilik sıvısının (BOS) akışını engellediğinde tıkayıcı hidrosefali adı verilen bir durum gelişebilir. Bu, sıvının düzgün bir şekilde boşaltılamaması nedeniyle kafatasında BOS birikmesine neden olur. Bu, beyin dokuları üzerinde baskıya neden olur.

Tıbbi literatürdeki daha önceki raporlarda doktorlar, etkilenen bireylerin kan pıhtılaşması (tromboz) gelişimi açısından risk altında olduğunu öne sürüyorlardı. Bununla birlikte çoğu kanıt, konjenital tip I plazminojen eksikliğinin kan pıhtılaşması riskini artırmadığını göstermektedir. Tip I konjenital plazminojen eksikliği, yeterli tedavi olmadığında ciddi morbidite ve sakatlığa yol açabilen ve bazı durumlarda yaşamı tehdit edebilen, yaşam boyu süren bir hastalıktır.

Tip I konjenital plazminojen eksikliği, plazminojen ( PLG ) genindeki değişikliklerin neden olduğu otozomal resesif genetik bir hastalıktır . Genler, vücudun birçok fonksiyonunda kritik rol oynayan proteinlerin oluşturulması için talimatlar sağlar. Bir genin patojenik bir genetik varyantı ortaya çıktığında, protein ürünü hatalı, verimsiz veya mevcut olmayabilir. Belirli bir proteinin işlevlerine bağlı olarak bu, vücudun birçok organ sistemini etkileyebilir.

PLG  geni ,  protein plazminojeni oluşturmak için talimatlar içerir. PLG  genindeki değişiklikler  kantitatif plazminojen eksikliğine (tip I plazminojen eksikliği) neden olabilir. Plazminojen, diğer enzimler tarafından fibrinolizde rol oynayan ana enzim olan plazmine aktive edilir. Plazminin vücutta çeşitli işlevleri vardır. Örneğin plazmin, fibrinoliz olarak bilinen işlemle fibrin adı verilen başka bir proteini parçalar. Fibrin kanın pıhtılaşmasında ve yara iyileşmesinde önemli bir proteindir. Plazminojen eksikliği nedeniyle fibrin vücutta anormal şekilde birikir ve lokal inflamasyona ve tip I konjenital plazminojen eksikliğini karakterize eden odunsu büyümelerin gelişmesine neden olur.

PLG genindeki çeşitli patojenik varyantlar, tip I konjenital plazminojen eksikliğine yol açabilir. Klinik gidişatı tahmin etmeye yardımcı olabilecek şiddet düzeylerini geliştirmeye yönelik araştırmalar devam etmektedir. Bu da en iyi tedavi yaklaşımlarının belirlenmesine yardımcı olacaktır. Şu anda spesifik PLG mutasyonları klinik gidişatı öngörmemektedir; ancak K38E varyantının daha hafif bir hastalık seyri ile ilişkili olduğu görülmektedir.

Tip I konjenital plazminojen eksikliği otozomal resesif bir şekilde kalıtsaldır. Resesif bozukluklar, bir bireyin aynı özellik için patojenik gen varyantının iki kopyasını, her bir ebeveynden birer tane olmak üzere miras almasıyla ortaya çıkar. Bir kişi hastalık için bir normal gen ve bir de hastalık geni miras alırsa, kişi hastalığın taşıyıcısı olacaktır ancak genellikle semptom göstermeyecektir.

Taşıyıcı olan iki ebeveynin hem değiştirilmiş geni geçirme hem de etkilenmiş bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %25’tir. Anne-baba gibi taşıyıcı olan bir çocuğa sahip olma riski her gebelikte %50’dir. Çocuğun her iki ebeveynden de normal gen alma şansı %25’tir. Risk erkekler ve kadınlar için aynıdır. Etkilenen bireylerde aynı patojenik varyantın iki kopyası (homozigot) veya gende iki farklı patojenik varyant (bileşik heterozigot) bulunabilir.

Konjenital plazminojen eksikliği tanısı, karakteristik semptomların tanımlanmasına, aile tıbbi geçmişine, ayrıntılı hasta geçmişine ve kapsamlı bir klinik değerlendirmeye dayanır. Etkilenen bazı bireyler, semptomsuz olsalar bile başka bir aile üyesinin teşhisi nedeniyle tespit edilebilir. Teşhis, plazminojenin aktivitesini ve immünoreaktif seviyesini (aynı zamanda antijen seviyesi olarak da adlandırılır) ölçen spesifik laboratuvar testleri ile doğrulanır; immünoreaktif seviye normal veya normale yakın iken aktivite seviyesi azalır. Bu testler çoğu klinik pıhtılaşma laboratuvarında mevcuttur.

Moleküler genetik testler tanıyı doğrulayabilir. Moleküler genetik testler, bozukluğa neden olduğu bilinen PLG genindeki değişiklikleri tespit edebilir  ancak teşhis hizmeti olarak yalnızca uzman laboratuvarlarda mevcuttur.

2021 yılında ABD Gıda ve İlaç Dairesi (FDA), tip I plazminojen eksikliği olan hastalara yönelik ilk tedavi olan Ryplazim’i (genel adı plazminojen, insan-tvmh) onayladı. Ryplazim, insan plazmasından saflaştırılan ve IV infüzyonu olarak uygulanan bir plazminojen konsantresidir. Ryplazim ile tedavi plazminojenin plazma seviyesini yükseltir, eksikliği geçici olarak düzeltir ve lezyonları azaltır veya çözer. Diğer tedavilere yanıt vermeyen hastalarda etkili olduğu bulunmuştur.

Tip I konjenital plazminojen eksikliği olan bireyleri tedavi etmek için çeşitli başka tedaviler denenmiştir. Büyümelerin cerrahi olarak çıkarılması başlangıçta faydalı olabilir, ancak hasta bir çeşit plazminojenle tedavi edilmezse büyümeler genellikle tekrar eder. Yüksek doz intravenöz kortikosteroid tedavisi, heparin, siklosporin, azatiyoprin, hiyalüronidaz ve α-kimotripsin dahil olmak üzere çeşitli ilaçlar denenmiştir. Bir kadında oral kontraseptiflerin plazminojen düzeyinde artışa yol açtığına dair bir rapor bulunmaktadır. Bu tedavilerin hiçbir faydası görülmemiş veya yalnızca sınırlı fayda sağladığı ya da yalnızca tek vakalarda faydalı olduğu rapor edilmiştir.

Taze dondurulmuş plazma ayrıca plazminojen eksikliğinin tedavisinde de kullanılmaktadır. Plazma, kırmızı ve beyaz kan hücrelerinden ayrılmış bir kan bileşenidir ve su, tuz, proteinler ve plazminojen de dahil olmak üzere enzimler içerir. Birden fazla vücut sistemi etkilendiğinde IV infüzyonu veya odunsu konjonktivit için göz damlası ve göz enjeksiyonu olarak uygulanmıştır. 

İntravenöz olarak uygulandığında aşırı sıvı yüklenmesi veya vücutta çok fazla su olması endişe verici hale gelebilir. Aşırı sıvı yüklenmesi (hipervolemi) akciğerleri ve kalbi etkileyerek nefes almayı zorlaştırabilir ve kalp kaslarına zarar verebilir. Ek olarak, bazı kişilerde taze donmuş plazmaya, genellikle de plazmanın diğer bazı protein bileşenlerine karşı da infüzyonları zorlaştırabilecek reaksiyonlar gelişir. Plazminojen konsantresi ile tedavi daha iyi bir tedavi seçeneğidir.

Hidrosefali olan bazı çocuklarda fazla beyin omurilik sıvısının boşaltılması için cerrahi olarak şant yerleştirilmesi gerekebilir. Tedavi, hastalık hakkında bilgi sahibi bir hematolog tarafından koordine edilmelidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde pıhtılaşma faktörü eksikliklerinin tedavisinde ve replasman tedavilerinin kullanımında uzman olan bir hemofili tedavi merkezleri ağı bulunmaktadır. 

Ayrıca bu doktorlar, söz konusu spesifik organ sistemine bağlı olarak ihtiyaç duyulan uzmanlardan oluşan bir ekibin çalışmalarını koordine edeceklerdir. Örneğin, çocuk doktorları, göz doktorları, diş hekimleri, akciğer uzmanları (göğüs hastalıkları uzmanları) ve diğer sağlık çalışanlarının etkilenen bir çocuğun tedavisini sistematik ve kapsamlı bir şekilde planlaması gerekebilir.

Not: Sunulan bilgilerin amacı herhangi bir hastalığı teşhis veya tedavi etmek, iyileştirmek veya önlemek değildir. Tüm bilgiler yalnızca genel bilginize yöneliktir, tıbbi tavsiye veya belirli tıbbi durumların tedavisinin yerine geçmez. Uygulamadan önce bu bilgileri doktorunuzla görüşün.

Paylaşın