Açlık Sınırı 19 Bini, Yoksulluk Sınırı 58 Bini Aştı

Dört kişilik bir ailenin sağlıklı ve dengeli beslenmesi için aylık yapması gereken harcama tutarı yani açlık sınırı 19 bin 318 lira, açlık sınırı üzerinden hanehalkı tüketim harcamaları esas alınarak yapılan yani yoksulluk sınırı 58 bin 205 liraya yükseldi.

Haber Merkezi / Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, Ar-Ge birimi KAMU-AR’ın dört kişilik bir ailenin, dengeli ve sağlıklı beslenebilmesi için tüketmesi gereken gıda ile beslenmenin yanı sıra diğer ihtiyaçlarını da insan onuruna yaraşır bir şekilde ve yoksunluk hissi çekmeden karşılayabilmesi için yapması gereken harcamaları dikkate alarak hesapladığı açlık-yoksulluk sınırı araştırmasının Nisan 2024 sonuçlarını açıkladı.

Açlık sınırı nisan ayında bir önceki aya göre 208 lira azalırken, gıda dışındaki ihtiyaçlar için yapılması gereken harcama ise 1.134 liralık artışla 38 bin 316 liraya çıktı. Her ikisinin toplamından oluşan yoksulluk sınırı ise önceki aya göre 925 lira arttı. Son bir yıllık dönemde ise açlık sınırı 8 bin 258 lira, gıda dışındaki ihtiyaçlar için yapılması gereken harcama 19 bin 318 lira ve yoksulluk sınırı ise 27 bin 575 liralık artış kaydetti.

Ankara’da en fazla alış-veriş yapılan marketlerden derlenen fiyatlara göre, dengeli beslenebilmek için et- balık- yumurtaya aylık olarak harcanması gereken tutar Nisan’da bir önceki aya göre 257 lira, yıllık olarak ise 2 bin 532 lira artarak 5 bin 997 lira oldu. Kuru bakliyat için yapılması gereken harcama önceki aya göre 11 lira, geçen yılın aynı ayına göre ise 173 liralık artışla 422 liraya yükseldi.

Bir önceki aya göre 79 lira artarak 4 bin 385 liraya yükselen süt, yoğurt ve peynir için yapılması gereken harcamada son bir yılda ise 1.618 liralık artış oldu. Meyve için harcanması gereken para Nisan’da 281 lira azalarak, geçen yılın aynı ayına göre ise 1.088 lira artarak 1.886 lira, sebze harcaması ise önceki aya göre 350 lira azalarak, geçen yılın aynı ayına göre ise 908 lira artarak 2 bin 447 lira oldu.

Ekmek-un ve makarna gibi ürünler için yapılması gereken harcama Nisan’da 43 lira artarak 1.541 liraya yükselirken, pirinç ve bulgur harcamaları 21 lira artarak 826 liraya çıktı. Yağ için yapılması gereken harcama ise 30 lira artarak 552 lirayı buldu.

Şeker, bal, pekmez, reçel gibi gıda maddelerine yapılması gereken harcama Nisan’da önceki aya göre 45 lira azalarak 1.247 lira oldu. Aynı ailenin zeytin için yapması gereken harcama ise 27 lira artarak 586 liraya çıktı.

Yetişkin erkek için 2.800, kadın için 2.200, genç için 3.000 ve çocuk için de 1.600 kalori esas alınarak yapılan hesaplamaya göre Nisan ayında açlık sınırı yetişkin erkek için 5 bin 807 lira, yetişkin kadın için 4 bin 599 lira, çocuk için 3 bin 310 lira ve genç için de 6 bin 214 lira oldu. Açlık sınırı bu yılın ilk dört aylık döneminde ise toplam 3 bin 407 lira artış kaydetti.

Gıda dışı harcamalar

Yoksulluk sınırının belirlenmesinde gıda dışı gereksinimlerin fiyat değişimleri de esas alınarak yapılan araştırmaya göre, dört kişilik bir ailenin gıda dışındaki gereksinimlerini “yoksunluk hissi duymadan” karşılayabilmesi için gereken harcama tutarı da Nisan’da 38 bin 316 liraya kadar yükseldi.

Nisan’da dört kişinin giyim ve ayakkabı harcamaları 1.707 liraya, barınma (kira dâhil) harcamaları 8 bin 756 liraya çıktı.  Ev eşyası harcamaları 4 bin 906 lira, sağlık harcamaları 1.629 lira oldu. Ulaştırma harcamaları 11 bin 986 liraya yükseldi. Haberleşme harcamaları 1.232 liraya, eğlence ve kültür harcamaları 1.182 liraya, eğitim harcamaları 815 liraya, tatil-otel harcamaları 4 bin 12 liraya ve çeşitli mal ve hizmetlerle ilgili harcamalar da 2 bin 92 liraya çıktı.

Gıda dışı harcamalar bu yılın dört aylık dönemde ise 7 bin 962 lira artış gösterdi. Dört kişilik bir ailenin insan onuruna yaraşır şekilde yoksunluk hissi çekmeden yaşayabilmesi için yapması gereken gıda ile gıda dışı harcamaların toplam tutarını gösteren yoksulluk sınırı ise Nisan’da 925 lira daha artarak 58 bin 205 liraya yükseldi. Yoksulluk sınırında yılın ilk dört ayındaki artış ise 11 bin 368 lira oldu. Yoksulluk sınırında, son bir yıllık dönemdeki artış ise 27 bin 575 lira olarak gerçekleşti.

Paylaşın

Açlık Riski Artıyor: Gıda Enflasyonu Yüzde 95,7

Gıda fiyatları dünya genelinde gerilemeye devam ederken, Türkiye’de ise artmaya devam ediyor. Gıda fiyatları nisanda bir önceki aya göre yüzde 2,1 oranında arttı. Yılın ilk dört aylık dönemindeki artış ise yüzde 25’i geçerken; bu artışla birlikte gıda fiyatlarında yıllık enflasyon yüzde 95,7 oldu.

Haber Merkezi / Türkiye’nin, yanlış politikalarla yıllarca sürecek bugünkü enflasyon sarmalına sürüklendiği Eylül 2021’den bu yana gıda fiyatları yüzde 738 oranında arttı. Diğer bir ifadeyle Eylül 2021’de 100 liraya satın alınan bir gıda sepeti için vatandaşlar bu yıl nisan ayında 838 lira ödemek zorunda kaldılar.

Uygulanan ekonomik politikalar, hem Türk lirasının satın alma gücünü azaltarak, hem tarım sektörünün girdi maliyetlerini artırarak, hem de fiyatlama davranışlarını bozarak başta gıda olmak üzere tüm harcama gruplarında yüksek bir enflasyon sürecini tetikledi. İktidar seçim kaybetmemek için enflasyonla mücadele etmediği için bu süreçte olan ücretli, dar ve sabit gelirlilere oldu.

Birleşik Kamu-İş Konfederasyonu, ‘Halkın Enflasyonu Nisan 2024” araştırma sonuçlarını açıkladı. Buna göre; “TÜİK’in en son açıkladığı tüketim harcamalarıyla ilgili istatistiklere göre, en zengin yüzde 20’lik kesim tüketim harcamalarının yüzde 16,6’sını, en yoksul yüzde 20’lik kesim ise yüzde 35,8’ini gıda için yapıyor.

Dolayısıyla gıda fiyatlarında Türkiye’de son 47 aydır yaşanan kesintisiz artış en fazla sabit gelirli ve yoksul kesimleri etkiliyor. Açıklanan enflasyon bu nedenle bu kesimin gerçek hayatta yaşadığı enflasyonu tam olarak yansıtmıyor. Zira TÜİK, enflasyonu hesaplarken gıda harcamalarının ağırlığını yaklaşık yüzde 25 olarak esas alıyor.

İktidarın daha sonra ‘akıl dışı ilan ettiği’ ancak yerel seçimlerden önce yeniden uygulamaya başladığı yanlış ekonomik politikaların tetiklediği yüksek enflasyon sürecinin en ağır faturasını gıda fiyatları yüzünden yoksullar ödemeye devam ediyor.

Türkiye’nin, bu yanlış politikalarla yıllarca sürecek bugünkü enflasyon sarmalına sürüklendiği Eylül 2021’den bu yana gıda fiyatları yüzde 738 oranında arttı. Diğer bir ifadeyle Eylül 2021’de 100 liraya satın alınan bir gıda sepeti için vatandaşlar bu yıl nisan ayında 838 lira ödemek zorunda kaldılar.

Uygulanan ekonomik politikalar, hem Türk lirasının satın alma gücünü azaltarak, hem tarım sektörünün girdi maliyetlerini artırarak, hem de fiyatlama davranışlarını bozarak başta gıda olmak üzere tüm harcama gruplarında yüksek bir enflasyon sürecini tetikledi. İktidar seçim kaybetmemek için enflasyonla mücadele etmediği için bu süreçte olan ücretli, dar ve sabit gelirlilere oldu.

“Temel gıda maddelerinde önemli artışlar yaşandı”

Nisan’da sebze grubu dışındaki tüm gıda harcama gruplarında fiyatlar bir önceki aya göre arttı. Et-balık, süt ve süt ürünleri, meyve ve bakliyat, ekmek-pirinç-un-bulgur gibi temel gıda maddelerinde önceki aya göre önemli artışlar yaşandı.

Ekmek-pirinç-un-bulgur fiyatları nisanda önceki aya göre ortalama yüzde 2,5 oranında azalırken, et ve balık grubu fiyatlarında yüzde 3,12 oranında artış kaydedildi. Et ve balık fiyatlarında yaşanan yıllık artış ise yüzde 84,5 oldu. Nisan’da önceki aya göre süt ve süt ürünleri ile yumurta grubu harcamaları yüzde 1 oranında artarken, yağ fiyatlarındaki artış yüzde 7,4 olarak gerçekleşti.

Meyve fiyatlarının yüzde 6,1 oranında arttığı Nisan’da sebze fiyatlarında, bir önceki aya göre ortalama yüzde 5 oranında düşüş yaşandı. Nisan’da bakliyat fiyatları yüzde 2,7, salça, zeytin, bal, çay, tuz ve benzeri işlenmiş gıda maddelerinden oluşan diğer gıda fiyatları ise yüzde 1,1 oranında zamlandı.

Vatandaşlar mevcut gıda tüketim alışkanlıklarına göre seçilen 64 gıda maddesinden oluşturulan gıda sepetini satın alabilmek için Nisan’da, bir önceki aya göre yüzde 2,1 oranında daha fazla para ödemek zorunda kaldı.

Gıda fiyatlarında bu yılın ilk dört aylık döneminde ise toplam yüzde 25,1 oranında artış gerçekleşti. Ocak-Nisan döneminde, ekmek-pirinç-un-bulgur-makarna fiyatları yüzde 13, et-balık fiyatları yüzde 34, süt, süt ürünleri yüzde 13,9, yağ fiyatları yüzde 18,5, meyve fiyatları yüzde 51,5, sebze fiyatları yüzde 35,5, bakliyat fiyatları yüzde 18.8, diğer ürünlerin fiyatları yüzde 11 arttı.

Bu yıl Nisan’da geçen yılın aynı ayına göre ekmek, un, bulgur, makarna fiyatlarında yüzde 52,1, et-balık fiyatlarında 84,5, süt ve süt ürünleri ile yumurta fiyatlarında yüzde 56,2 oranında artış oldu. Bir yıl öncesine göre yağ fiyatları yüzde 103,8 oranında arttı. Meyve fiyatları yüzde 173,2, sebze fiyatları ise yüzde 209,7 oranında artış gösterdi. Bakliyat fiyatları son bir yılda yüzde 73,4, diğer gıda fiyatları ise yüzde 79,2 oranında zamlandı.

Tarımsal girdi fiyatları ile tarım ürünü üretici fiyatlarındaki artışlar gıda fiyatlarındaki artış hızının önümüzdeki aylarda da devam edeceğine işaret ediyor. Nisan 2024 sonu itibariyle son 12 aylık ortalama gıda fiyatları ise bir önceki 12 aylık ortalama fiyatlara göre yüzde 99,2 oranında arttı.”

Paylaşın

Pankreas Nöroendokrin Neoplazmaları Nedir? Bilinmesi Gerekenler

Pankreas mide, dalak, duodenum ve kolon transversum arasında bulunan bir bezdir. Bağırsaklara giden ve sindirime yardımcı olan enzimleri salgılayan özel ekzokrin hücrelerin yanı sıra adacık hücreleri adı verilen endokrin hücreleri de içerir. 

Haber Merkezi / Pankreas nöroendokrin neoplazmaları (pNEN’ler), pankreasın endokrin dokusunda ortaya çıkan, giderek yaygınlaşan bir malignite grubudur. Endokrin dokusu, hormon salgılayan hücreleri (örn. α hücreleri, ß hücreleri) içeren özel bir dokudur. Bu hücreler kana (endokrin) veya lokal hücrelere (parakrin, otokrin) birçok farklı hormon salgılarlar. Bu hormonların vücutta çeşitli işlevleri vardır (örn. glikoz metabolizması).

Endokrin dokudan kaynaklanan neoplazmalar da hormon salgılayabilir, bu da vücutta bu hormonların aşırı düzeylerine ve potansiyel olarak çok çeşitli semptomlara neden olabilir. Salgıladıkları spesifik hormon tipine göre ayırt edilen, işleyen pNEN’lerin birkaç farklı alt tipi vardır. İnsülinomalar ve gastrinomalar pNEN salgılayan hormonların en yaygın türleridir.

Tanı ve tedavide bir fark olmasa da pNEN’ler işleyen ve çalışmayan olarak ikiye ayrılabilir. Çalışan pNEN’ler kan dolaşımına özel semptomlara neden olan hormonlar salgılar; Fonksiyonel olmayan neoplazmalar hormon üretebilir ancak sistemik semptomlar göstermez. İşlevsiz nöroendokrin neoplazmlar yine de tümörün boyutuna ve konumuna bağlı olarak tıkanma veya iç kanama gibi semptomlara neden olabilir. Bazı farklı farklılaşmaları vardır (G1-3), ancak hepsinin malign dönüşüm potansiyeli vardır. pNEN’lerin çoğu sporadik olarak ortaya çıkar, ancak bazı durumlarda pNEN’ler, çoklu endokrin neoplazi tip 1 (MEN1) veya von Hippel Lindau (VHL) sendromu gibi daha büyük bir genetik sendromun parçası olarak ortaya çıkabilir.

Pankreas kanseri genel bir terim olarak genellikle kötü prognozlu agresif bir malign kanser olan pankreas adenokarsinomunu ifade eder. Pankreas malignitelerinin yaklaşık yüzde 95’i adenokarsinomlardır ve bunların prognozları genel olarak G1- ve G2 pNEN’lerin prognozundan daha kötüdür. G3 nöroendokrin karsinomları, pankreas adenokarinomalarına benzer şekilde kötü prognoza sahiptir.

pNEN’lerin semptomları, ciddiyeti ve ilerleme hızı, aynı tür maligniteye sahip kişiler arasında bile kişiden kişiye büyük farklılıklar gösterebilir.

Pankreas nöroendokrin neoplazmlarının kesin nedeni bilinmemektedir. Çoğu pNEN, görünürde bir neden olmaksızın rastgele (ara sıra) meydana gelir. Bazı bireylerin pNEN geliştirmeye genetik yatkınlığı olabilir. Genetik olarak bir bozukluğa yatkın olan bir kişi, hastalık için bir gen (veya genler) taşır, ancak belirli çevresel faktörler gibi belirli koşullar altında tetiklenmediği veya etkinleştirilmediği sürece bozukluk ortaya çıkmayabilir. pNEN’lerle ilişkili genetik veya çevresel faktörler bilinmemektedir. pNEN’lerin gelişiminde hangi spesifik faktörlerin rol oynayabileceğini belirlemek için daha fazla araştırma gereklidir.

Bazı kişiler, çoklu endokrin neoplazi tip I (MEN1), von Hippel-Lindau sendromu (VHL) veya nörofibromatozis tip I (NF-1) gibi daha büyük bir genetik sendromun parçası olarak bir pNEN geliştirir. Bu bozuklukların ek semptomları ve fiziksel özellikleri vardır.

Pankreas nöroendokrin neoplazmlarının tanısı, karakteristik semptomların (varsa) tanımlanması, ayrıntılı hasta öyküsü, kapsamlı bir klinik değerlendirme ve ileri görüntüleme teknikleri (oktrotid sintigrafisi, CT, MRI, PET) dahil olmak üzere çeşitli özel testlere dayanarak yapılır. CT, PET-MRI, kan testleri (Chromogranin A, NETest), biyokimyasal testler ve ayrıca biyopsiler.

pNEN’li bireylerin terapötik yönetimi, kanserin teşhis ve tedavisinde uzmanlaşmış doktorlar (medikal onkologlar), gastrointestinal bozuklukların teşhis ve tedavisinde uzmanlar (gastroenterologlar), sağlık uzmanları (gastroenterologlar) gibi tıp uzmanlarından oluşan bir ekibin koordineli çabalarını gerektirebilir. hormona bağlı bozuklukların tanı ve tedavisi (endokrinologlar), cerrahlar, onkoloji hemşireleri ve diğer sağlık uzmanları.

Spesifik terapötik prosedürler ve müdahaleler, primer tümörün konumu ve primer tümörün yaygınlığı (evresi) gibi çok sayıda faktöre bağlı olarak değişebilir; tümörün kötü huylu olup olmadığı ve lenf düğümlerine ya da uzak bölgelere yayılıp yayılmadığı; bireyin yaşı ve genel sağlığı; ve/veya diğer unsurlar. Belirli müdahalelerin kullanılmasına ilişkin kararlar, hekimler ve sağlık ekibinin diğer üyeleri tarafından, hastanın durumunun özelliklerine göre, hastayla dikkatli bir şekilde istişarede bulunularak alınmalıdır; potansiyel faydalar ve risklerin kapsamlı bir şekilde tartışılması; hasta tercihi; ve diğer uygun faktörler.

Cerrahi tercih edilen tedavi yöntemidir. pNEN’lerde kullanılan diğer teknikler arasında hormonal ve ilaç tedavisi, kemoterapi ve destekleyici tedavi yer alır. Çoğu durumda, bu tedaviler birbirleriyle birlikte kullanılır.

Paylaşın

Pantotenat Kinazla İlişkili Nörodejenerasyon Nedir? Bilinmesi Gerekenler

Eskiden Hallervorden – Spatz sendromu olarak adlandırılan pantotenat kinazla ilişkili nörodejenerasyon (PKAN), merkezi sinir sistemindeki belirli bölgelerin ilerleyici dejenerasyonu (nörodejeneratif bozukluk) ile karakterize edilen nadir, kalıtsal bir nörolojik hareket bozukluğudur.

Haber Merkezi / PKAN, ilerleyici anormal istemsiz hareketler, kas tonusunda değişiklikler ve duruş bozuklukları (ekstrapiramidal) ile işaretlenen bir grup klinik bozukluk olan beyin demir birikimi (NBIA) ile en sık görülen nörodejenerasyon türüdür. Bu bozukluklar beyinde demir birikiminin radyografik kanıtlarını gösterir. PKAN tanısı tipik olarak moleküler genetik testlerle, çoğunlukla manyetik rezonans görüntülemede (MRI) “kaplanın gözü” işareti olarak adlandırılan karakteristik bir bulgunun tespit edilmesinden sonra konur.

PKAN, otozomal resesif bir genetik durum olarak kalıtsaldır ve klasik veya atipik olarak tanımlanır. Klasik PKAN tipik olarak erken çocukluk döneminde hızla kötüleşen semptomlarla ortaya çıkar. Daha yavaş ilerleyen atipik PKAN, daha geç çocukluk döneminde veya erken ergenlik döneminde ortaya çıkar. Bazı insanlara bebeklik veya yetişkinlik döneminde teşhis konmuştur ve etkilenenlerden bazıları iki kategori arasında yer alan özelliklere sahiptir.

PKAN’lı tüm bireylerin ortak özelliği, ilerleyici hareket bozukluğunun yanı sıra beyinde ‘kaplan gözü işareti’ adı verilen bir düzende demir birikmesidir. Belirtiler vakadan vakaya büyük ölçüde değişebilir. Çoğu durumda, hastalığın ilerlemesi birkaç yıla yayılır ve klasik vakalarda çocuklukta veya erken yetişkinlikte ölüme yol açar. Bazı hastalarda hızlı bir bozulma yaşanır ve 1-2 yıl içinde ölürler. Diğerleri daha yavaş bir ilerleme gösterir veya uzun süre durağanlaşabilir ve yaşamın üçüncü on yılına kadar işlev görmeye devam edebilir. Atipik bireyler genellikle ilerideki yetişkinlik dönemlerine kadar yüksek seviyedeki fonksiyonlarını korurlar ve bazılarının altmışlı ila yetmişli yaşları arasında yaşadıkları bilinmektedir.

Semptomlar arasında distoni (tekrarlayan hareketlere neden olan sürekli kas kasılmaları), dizartri (anormal konuşma), kas sertliği, zayıf denge ve spastisite (ani istemsiz kas spazmları) yer alır. Bu özellikler, sakarlık, yürüme (yürüme) sorunları, hareketi kontrol etmede zorlukla sonuçlanabilir. ve konuşma sorunları. Diğer bir yaygın özellik ise, ilerleyen gece körlüğü ve çevresel (yan) görme kaybıyla sonuçlanan retina dejenerasyonudur.

Distoni, vücudun belirli kısımlarını alışılmadık ve bazen ağrılı hareketlere ve pozisyonlara zorlayan istemsiz kas kasılmaları ile karakterizedir. Ayrıca kas gevşemesine karşı sürekli direnç (spastisite) ve kasların anormal kasılması (kas sertliği) nedeniyle kollarda ve bacaklarda sertlikler olabilir. Spastisite ve kas sertliği genellikle bacaklarda başlar ve daha sonra kollarda gelişir. Etkilenen bireyler yaşlandıkça, sonunda istemli hareketlerin kontrolünü kaybedebilirler. Azalan kemik kütlesiyle birlikte kas spazmları kemik kırılmalarına neden olabilir (travma veya kazadan kaynaklanmayan).

Distoni, ağız ve boğazdaki kasları etkileyerek dizartriye ve yutma güçlüğüne (yutma güçlüğüne) neden olabilir. Bu kaslarda distoninin ilerlemesi, konuşma kaybının yanı sıra dil ısırma ve yeme zorluğuna da neden olabilir.

PKAN ile ilişkili olarak ortaya çıkabilen spesifik distoni formları arasında blefarospazm ve tortikollis yer alır. Blefarospazm, göz kapaklarındaki kasların düzgün çalışmaması sonucu aşırı göz kırpma ve göz kapaklarının istemsiz kapanmasıyla sonuçlanan bir durumdur. Tortikollis, boyun kaslarının istemsiz kasılmaları sonucunda baş ve boynun anormal hareket ve pozisyonlarına neden olduğu bir durumdur.

Gelişimdeki gecikmelerin çoğu motor becerilerle (hareket) ilgilidir, ancak küçük bir alt grupta entelektüel gecikmeler olabilir. Her ne kadar geçmişte zihinsel bozukluk sıklıkla bu durumun bir parçası olarak tanımlanmış olsa da, bunun gerçek bir özellik olup olmadığı belirsizdir. Entelektüel test, hareket bozukluğu nedeniyle engellenebilir; bu nedenle, bu durumun herhangi bir bilişsel özelliğinin olup olmadığını belirlemek için zekayı inceleyen daha yeni yöntemler gereklidir.

PKAN gen mutasyonlarıyla ilişkili semptomlar ve fiziksel bulgular, klasik ve atipik hastalık arasında ayırt edilebilir. Klasik hastalığı olan bireylerde semptomlar daha hızlı ilerler. Çoğu durumda atipik hastalık birkaç yıl içinde yavaş yavaş ilerler. Semptomlar ve fiziksel bulgular duruma göre değişir.

Klasik PKAN yaşamın ilk on yılında gelişir (semptomların ortaya çıktığı ortalama yaş üç buçuk yıldır). Bu çocuklar başlangıçta sakar olarak algılanabilir ve daha sonra yürümede daha belirgin sorunlar yaşayabilirler. Konuşma gecikmesi de yaygındır. Sonunda düşme sık görülen bir özellik haline gelir. Düşme sırasında kendilerini koruma yeteneğinin sınırlı olması nedeniyle çocukların yüzlerinde ve çenelerinde tekrarlayan yaralanmalar meydana gelebilir. Klasik PKAN formuna sahip birçok kişi, ergenlik çağının ortalarında (bazı durumlarda daha erken) tekerlekli sandalyeye ihtiyaç duyar. Çoğu kişi semptomların başlamasından sonraki 10 ila 15 yıl arasında bağımsız hareket etme/yürüme yeteneğini kaybeder.

Klasik PKAN’lı bireylerin belirli göz problemlerine sahip olma olasılığı daha yüksektir. Bu hastaların yaklaşık üçte ikisinde retina dejenerasyonu olacaktır. Bu, gözleri kaplayan sinir bakımından zengin zarın (retina) ilerleyici bir dejenerasyonudur ve tünel görüşü, gece körlüğü ve çevresel görüş kaybıyla sonuçlanır. Bu periferik görüşün kaybı, erken aşamalarda daha sık düşmelere ve yürüme bozukluklarına katkıda bulunabilir. [Bu retinopati (retinitis pigmentosa) hakkında daha fazla bilgi için, Nadir Hastalıklar Veritabanında arama terimi olarak “retinitis pigmentosa”yı seçin].

PKAN’ın atipik formu genellikle on yaşından sonra ortaya çıkar ve daha yavaş ilerler. Semptomların ortaya çıkma yaşı ortalama 13’tür. Bağımsız yürüme (yürüme) kaybı genellikle semptomların ilk gelişmesinden 15 ila 40 yıl sonra ortaya çıkar. İlk ortaya çıkan semptomlar genellikle konuşmayı içerir. Yaygın konuşma sorunları arasında kelimelerin veya cümlelerin tekrarı (palilali), hızlı konuşma (taşilali) ve dizartri yer alır. Psikiyatrik semptomlar daha sık görülür ve dürtüsel davranışlar, şiddetli patlamalar, depresyon veya hızlı ruh hali değişimlerine eğilimi içerir. Hareket bozukluğu çok yaygın bir özellik olsa da genellikle sonradan gelişir. Genel olarak atipik hastalık, erken başlangıçlı PKAN’a göre daha az şiddetlidir ve daha yavaş ilerler.

PKAN’ın neden olmadığı beyin demir birikimi (NBIA) ile nörodejenerasyon vakalarında hareketle ilişkili semptomlar (distoni gibi) çok benzer olabilir. Şu anda NBIA’nın çeşitli alt tiplerine neden olan dokuz ek gen tanımlanmıştır. NBIA’nın spesifik bir tanısı veya bilinen nedeni olmayan kişiler için semptomlar daha çeşitlidir çünkü bu grupta muhtemelen birkaç farklı nörodejenerasyon nedeni vardır. Orta ila şiddetli zihinsel engelli bir hasta alt grubu vardır. Ayrıca PKAN olmayan bireylerde nöbet bozuklukları daha yaygındır.

PKAN’lı bireylerin beynin belirli bölgelerinde anormal demir birikimi vardır. Bu özellikle bazal ganglionların globus pallidus ve substantia nigra adı verilen bölgelerinde görülür. Bazal ganglionlar, beyin tabanının derinliklerinde hareketlerin düzenlenmesine yardımcı olan bir yapılar topluluğudur. Demir birikimi ile PKAN semptomları arasındaki kesin ilişki tam olarak anlaşılamamıştır.

PKAN, 20. kromozomda yer alan PANK2 genindeki mutasyonların neden olduğu otozomal resesif bir hastalıktır. Bu gen, pantotenat kinaz enzimini kodlar ve gendeki mutasyonlar, B5 vitamini (pantotenat) metabolizmasında doğuştan bir hataya yol açar. Hücrelerde koenzim A üretimi için B5 vitamini gereklidir. Bu enzimin bozulması, enerji ve lipit metabolizmasını etkiler ve demir de dahil olmak üzere beyinde potansiyel olarak zararlı bileşiklerin birikmesine yol açabilir. Şu anda PANK2, PKAN ile ilişkili olduğu bilinen tek gendir.

Resesif genetik bozukluklar, bir bireyin her bir ebeveynden çalışmayan bir geni miras almasıyla ortaya çıkar. Bir kişiye hastalık için bir çalışan gen ve bir de çalışmayan gen verilirse, kişi hastalığın taşıyıcısı olacaktır, ancak genellikle semptom göstermeyecektir. Taşıyıcı olan iki ebeveynin her ikisinin de çalışmayan geni geçirme ve dolayısıyla etkilenen bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %25’tir. Ebeveynler gibi taşıyıcı olan bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %50’dir. Bir çocuğun her iki ebeveynden de çalışan genleri alma şansı %25’tir. Risk erkekler ve kadınlar için aynıdır.

Tüm bireyler 4-5 anormal gen taşır. Yakın akraba (akraba) olan ebeveynlerin her ikisinin de aynı anormal geni taşıma şansı, akraba olmayan ebeveynlere göre daha yüksektir, bu da resesif genetik bozukluğu olan çocuk sahibi olma riskini artırır. PKAN’lı ailelerin yaklaşık %23’ünde akrabalık olduğu düşünülmektedir.

PKAN tanısı ayrıntılı bir hasta geçmişine, kapsamlı bir klinik değerlendirmeye ve çeşitli özel testlere dayanarak konur. PKAN’dan tipik olarak, “kaplanın gözü” işareti adı verilen, ortasında parlak bir nokta bulunan demir birikimini gösteren karanlık bir alan olan karakteristik beyin MR bulgusu T2 ağırlıklı MR’da gözlendiğinde şüphelenilir. Bu MRI bulgusu diğer NBIA formlarında görülmez.

PANK2 geninin tam gen dizisine yönelik moleküler genetik test, bu tanıyı koymanın altın standart yoludur. Etkilenenlerin yaklaşık %95’inde bu gende iki tanımlanabilir mutasyon vardır ve yaklaşık %5’inde yalnızca bir tanımlanabilir mutasyon bulunur. Bazı PANK2 gen delesyonları, genin dizilenmesiyle tespit edilememektedir; bu nedenle, tespit edilebilir bir mutasyonu olmayan veya yalnızca bir tespit edilebilir mutasyonu olan bireyler için, gen silme/çoğaltma analizi de önerilmektedir.

PKAN’lı bireylere özel bir tedavi yoktur. Tedavi, her bireyde ortaya çıkan spesifik semptomlara yöneliktir. Araştırma, bu bozukluğun altta yatan nedeninin daha iyi anlaşılmasına odaklanıyor ve bu, sonunda daha kapsamlı bir tedavi bulunmasına yardımcı olabilir.

Tedavi, uzmanlardan oluşan bir ekibin koordineli çabalarını gerektirebilir. Ailenin birlikte çalışabileceği doktorlar arasında çocuk doktoru veya dahiliye uzmanı, nörolog, göz doktoru, fizikçi ve genetikçi yer alır. Destekleyici tedaviye yönelik bir ekip yaklaşımı, fizik tedavi, egzersiz fizyolojisi, mesleki terapi, konuşma patolojisi ve beslenme/beslenmeyi içerebilir. Ayrıca birçok aile genetik danışmanlıktan faydalanabilir.

Distoniyi devre dışı bırakmanın en tutarlı rahatlama biçimleri baklofen, triheksifenidil ve klonazepamdır. Bu ilaçlar ağızdan alınabilir. Daha sonra hastalıkta, düzenli dozların otomatik olarak merkezi sinir sistemine uygulanması için bir baklofen pompası kullanılabilir. Kas içi botulinum toksini ayrıca distoninin sorunlu olduğu belirli bölgelerin tedavisinde de yardımcı olabilir.

İstisnalar olabilmesine rağmen, levodopa/karbidopanın genellikle PKAN hastalarına yardımcı olduğu görülmemektedir. Bu tedavilerin NBIA’nın diğer nedenlerinin tedavisinde de rolü olabilir; ancak bunların genel etkililiği bilinmemektedir ve bireysel vakalardaki yanıt verme oranı tahmin edilemez.

Vücuttaki demir düzeylerini azaltan ilaçlar (demir şelasyonu) PKAN’lı bireyleri tedavi etmek için denenmiştir. Bu erken ajanların etkisiz olduğu ve anemiye neden olabileceği kanıtlandı. PKAN için deferipron ilacının klinik denemesi tamamlandı ve sonuçlar 2019’da yayınlandı. Verilerin istatistiksel analizi bunun anlamlı olduğunu kanıtlayamasa da, sonuçlar hastalığın ilerlemesinde olası bir ılımlı yavaşlama olduğunu gösterdi.

Pallidotomi ve talamotomi distoniyi kontrol etmeye yönelik araştırma girişimleridir. Bunların her ikisi de beynin çok spesifik bölgelerini (sırasıyla pallidus ve talamus) yok eden (kesen) cerrahi tekniklerdir. Bazı aileler acil ve geçici rahatlama bildirdi. Ancak çoğu hasta ameliyattan sonraki bir yıl içinde ameliyat öncesi distoni düzeyine döner. Globus pallidusun derin beyin stimülasyonunun PKAN ve NBIA’lı bazı hastalarda umut verici sonuçlara sahip olduğu bulunmuştur ve artık ablatif prosedürlere tercih edilmektedir.

Nöbet geçiren kişiler genellikle standart antikonvülsif ilaçlardan yararlanır. Ek olarak, ağrının altında yatan nedene yönelik tanımlanabilir bir tedavinin bulunmadığı durumlarda, genellikle ağrı yönetimine yönelik standart yaklaşımlar önerilmektedir. Pediatrik palyatif bakım uzmanlarına sevk, hastalığın ilerleyen aşamalarında oldukça faydalı olabilir.

Pantotenat kinaz ve PKAN arasındaki ilişki, ağızdan alınan pantotenat takviyesinin (pantotenik asit, kalsiyum pantotenat) faydalı olabileceğini düşündürmektedir. Pantotenat, suda çözünen bir vitamin olan B5 vitamininin diğer adıdır. Teorik olarak bu, çok düşük seviyelerde pantotenat kinaz aktivitesine (atipik PKAN) sahip bireylere yardımcı olma olasılığı yüksektir. Klasik PKAN’ın pantotenat kinaz enziminin tamamen yokluğundan kaynaklandığı, atipik PKAN’ın ise ciddi bir eksiklikten kaynaklandığı, ancak bireylerde hala belirli düzeyde enzim aktivitesi olabileceği varsayılmaktadır.

Paylaşın

Papillit Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Optik nörit olarak da bilinen papillit, optik sinirin optik disk olarak bilinen kısmının iltihaplanması ve bozulması ile karakterizedir. “Kör nokta” olarak da adlandırılan optik disk (optik papilla), optik sinirin göze giren ve gözü kaplayan sinir açısından zengin zarla (retina) birleşen kısmıdır.

Haber Merkezi / Optik sinirler, uyarıları retinadan beyne ileten sinir çiftidir (ikinci kranial sinirler). Papillitli bireyler, başlangıçtan sonraki birkaç saat içinde ortaya çıkabilecek bir gözde görme kaybı yaşarlar.

Görme bozukluğunun ciddiyeti, hafif görme eksikliğinden, ışık algısının tamamen kaybolmasına kadar, vakadan vakaya değişebilir. Ek olarak, etkilenen bireylerde renk algısında bir azalma yaşanır.

Bazı durumlarda kendiliğinden iyileşme meydana gelebilir. Ancak bazı durumlarda altta yatan nedenin tespit edilip tedavi edilmemesi durumunda kalıcı görme bozukluğu ortaya çıkabilir. Papillit bilinmeyen nedenlerle, viral bir hastalıktan sonra veya altta yatan bir takım farklı bozukluklara veya diğer faktörlere bağlı olarak veya bunlarla ilişkili olarak ortaya çıkabilir.

Papillitin semptomları arasında görme kaybı, gözde ağrı ve doğru renkli görmenin engellenmesi (diskromatopsi) yer alır. Papillitli bireyler genellikle tek taraflı görme kaybı yaşarlar. Yani, görme yeteneğinin azaldığının farkına vardıktan kısa bir süre sonra (birkaç saat) tek gözde (vakaların yaklaşık %70’inde) görme yeteneğini kaybederler. Bu durum genellikle hızla ilerler.

Görme bozukluğunun yoğunluğu, hafif görme eksikliğinden ışık algısının tamamen kaybolmasına kadar değişen vakalardan vakalara değişir. Ek olarak, etkilenen bireylerde renk algısında bir azalma yaşanır. Bazı durumlarda kendiliğinden iyileşme meydana gelebilir.

Ancak diğer durumlarda altta yatan nedenin tespit edilip tedavi edilmemesi durumunda kalıcı görme bozukluğu ortaya çıkabilir. Papillit bilinmeyen nedenlerle, viral bir hastalıktan sonra veya altta yatan bir takım farklı bozukluklara veya diğer faktörlere bağlı olarak veya bunlarla ilişkili olarak ortaya çıkabilir.

Papillitin birçok olası nedeni vardır. Bunlar arasında multipl skleroz ve ensefalomiyelit gibi sinirlerin astarında hasara yol açan hastalıklar (demiyelinizan hastalıklar); Çocuk felci, kızamık, zatürre veya menenjit gibi viral veya bakteriyel enfeksiyonlar; diyabet, zararlı anemi ve hipertiroidizm gibi beslenme veya metabolik bozukluklar; diğer hastalıkların ikincil komplikasyonları; metanol, kinin, salisilatlar ve arsenik gibi toksik maddelere karşı reaksiyonlar; ve travma.

60 yaşın üzerindeki hastalarda papillitin yaygın bir nedeni temporal arterittir (dev hücreli arterit). Bu gibi durumlarda papillit diğer göze yayılarak iki taraflı körlüğe neden olabilir. Teşhis testleri, görme keskinliği testini, renkli görme testini, optik diskin oftalmoskopi ve manyetik rezonans görüntüleme yoluyla incelenmesini içerebilir.

Papillitli kişilerde spontan remisyon oluşmazsa, genellikle kortikosteroid ilaçlar prednizon veya metilprednizolon ile tedavi edilir. Diğer tedaviler semptomatik ve destekleyicidir.

Paylaşın

Taksim Meydanı Bu Yıl Da 1 Mayıs’a Kapalı

İstanbul Valiliği, bu yılda da 1 Mayıs’ın Taksim Meydanı’nda kutlanmasına izin vermedi. DİSK, KESK, TMMOB, TTB, TDB ve CHP, 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına yönelik açıklamalarda bulunmuştu.

Haber Merkezi / İstanbul Valiliği, 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ne sayılı günler kala Taksim Meydanı kararını açıkladı.

İstanbul Valisi Davut Gül, önümüzdeki çarşamba gününe denk gelen 1 Mayıs İşçi ve Emekçiler Bayramı ile ilgili olarak “Taksim bu tür etkinliklerin tamamına kapalı. Talep eden herkese Taksim’de kutlamaların olmayacağını ilettik. Taksim’in dışındaki bir alanda kutlanacak” dedi.

Vali Gül, kutlamalar için belirlenecek alanın bu hafta içi duyurulacağını da belirtti.

Türkiye Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK), Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Türk Mimar ve Mühendis Odaları Birliği (TMMOB), Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Türk Diş Hekimleri Birliği (TDB) ve CHP 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına yönelik açıklamalarda bulunmuştu.

1 Mayıs ve Taksim Meydanı

Türkiye’de 1 Mayıs İşçi Bayramı, ilk defa 1911 yılında Osmanlı İmparatorluğu sınırları içerisinde bulunan Selanik’te kutlanırken İstanbul’daki ilk kutlama 1912 yılında gerçekleştirildi. 1923 yılında 1 Mayıs’ın yasal olarak İşçi Bayramı ilan edilmesinden bir yıl sonra hükûmet, kutlamaların kitlesel olarak gerçekleştirilmesini yasakladı. 1925 yılında çıkarılan Takrir-i Sükûn Kanunu ile de İşçi Bayramını kutlamaları tamamen yasaklandı.

Cumhuriyet döneminde yükselişe geçen işçi hareketi tarafından uzun yıllar kutlanamayan 1 Mayıs, ilk defa 1976 yılında Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) öncülüğünde yüz bini aşkın kişinin katılımı ile Taksim Meydanında gerçekleştirildi. 1977 yılına gelindiğinde ise Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu daha kitlesel bir kutlama için hazırlıklara başladı.

Tertip Komitesi ile İstanbul Valiliği ve İstanbul Emniyeti arasında yapılan görüşmeler sonucu iç güvenliği DİSK’in, dışarıdan gelebilecek saldırılara karşı dış güvenliği ise emniyet güçlerinin sağlaması konusunda anlaştılar. Ulaşım kolaylığı ve merkezi konumu nedeniyle kutlama yerinin Taksim Meydanı olması konusunda da anlaşma sağlandı.

Bu süreçte, DİSK’in politikalarına karşı çıkan bazı Maoist gruplar da DİSK’in bu 1 Mayıs kutlamalarına katılmak istediklerini belirtmişlerdi. DİSK ise, kendi disiplinlerini bozacağını ve olay çıkaracağını düşündüğü bu grupların kutlamaya katılmalarını istemedi. Buna karşın söz konusu gruplar zorla da olsa Taksim Meydanı’na gireceklerini ilan ettiler. Bu koşullarda, 1 Mayıs öncesi dönemin gazetelerinin bazılarında 1 Mayıs’ta olayların çıkacağı, insanların ölebileceği yönünde köşe yazıları yayınlandı.

1 Mayıs 1977 günü İşçi Bayramı’nı kutlamak üzere çeşitli illerden İstanbul’a gelenler ile birlikte yüz binlerce kişi Taksim Meydanı’ndaki kutlamalara katıldı. Katılımın yüksek olması sebebiyle kortejlerin alana girmesi uzun sürdü, konuşmalar da uzadı.

Saat 19.00 sularında dönemin DİSK genel başkanı Kemal Türkler konuşmasının sonuna geldiğinde Saraçhane tarafından Taksim Meydanı’na doğru yürüyüşün sonunda Sular İdaresi arkasına kadar gelen Maocu gruplar kordon oluşturmuş DİSK güvenlik görevlileriyle çatışmaya girerek ateş açmaya başladılar. Bunun ardından tüm Taksim Meydanı’nı saran silah sesleri duyulmaya başlandı.

Gerek DİSK gerekse kutlamaya katılan çeşitli kuruluşlardan Sular İdaresi binasının üstünden ve Intercontinental Oteli’nin (bugün The Marmara Oteli) üst katlarından ateş açıldığı iddialarında bulunuldu. Taksim Meydanı’nın dolduran kalabalık panik halinde kaçmaya çalışırken polis de ses bombaları ve panzerlerle kalabalığa müdahale etmeye başladı.

Meydandan kaçmak için Kazancı Yokuşu’na yönelen büyük bir kalabalık park edilmiş DİSK üyesi Teknik-İş sendikasına ait bir kamyonun önünde sıkışınca burada birçok kişi ezildi. Sonuç olarak, 28 kişi ezilme ya da boğulma nedeniyle, 5 kişi silahla vurulma nedeniyle, 1 kişi de panzer altında kalarak toplamda 34 kişi yaşamını yitirdi, yaklaşık 130 kişi de yaralandı. DİSK’in yayınladığı listede ise 36 kişinin öldüğü belirtildi.

Olay sonrası 470 kişi göz altına alındı fakat hiçbirinin olayla ilgisi kurulamayarak serbest bırakıldılar. Tertip komitesi, bazı sendika ve sol gruplardan 98 kişi hakkındaki yargılamalar 14 yıl boyunca sürdü. Bu yargılamalardan kimse ceza almadı. Emniyet veya devlet yetkililerinden herhangi birinin yargılanmadığı dava zaman aşımına uğrayarak düştü. Bunun üzerine dava, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne taşındı. Bugüne kadar ateşi kimlerin açtığı tam olarak belirlenememiş ve olay aydınlatılamadı.

1980 askeri darbesinin yasaklarından 1 Mayıs da kurtulamadı. 7 yıl boyunca işçi kutlamalarına izin verilmedi.  1987’de sadece milletvekillerinden oluşan bir grup Taksim anıtına çelenk bırakabildi. 1989 ve 1990’daki kutlama girişimlerinde bir işçi hayatını kaybederken bir üniversite öğrencisi felç oldu.

2010, işçi bayramının yeniden binlerce kişi ile kutlandığı ilk yıldı. Taksim Meydanı’nı 200 bin kişi doldurdu, görkemli bir kutlama gerçekleştirildi. Fakat 2013’te mügelerin yerini yine göz yaşartıcı bombalar ve şiddet aldı. Sendikaların 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı Taksim Meydanı’nda kutlama ısrarı göstericilerle güvenlik güçlerini karşı karşıya getirdi.

1 Mayıs İşçi Bayramı

İlk kez 1856’da Avustralya’nın Melbourne kentinde taş ve inşaat işçileri, günde sekiz saatlik iş günü için Melbourne Üniversitesinden Parlamento Evi’ne kadar bir yürüyüş düzenlediler. 1 Mayıs 1886’da Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler günde 12 saat, haftada 6 gün olan çalışma takvimine karşı, günlük 8 saatlik çalışma talebiyle iş bıraktılar.

Chicago’da yapılan gösterilere yarım milyon işçi katıldı. Luizvil’de (Kentaki) 6 binden fazla siyah ve beyaz işçi, birlikte yürüdü. O dönemde Luizvil’deki parklar, siyahlara kapalıydı. İşçiler, sokaklarda yürüdükten sonra hep birlikte Ulusal Park’a girdi. Her eyalet ve kentte, siyah ve beyaz işçilerin birlikte yaptığı gösteriler, gazeteler tarafından, ‘Böylece önyargı duvarı yıkılmış oldu’ şeklinde yorumlandı.

Bu gösteriler 1 Mayıs’ı izleyen günlerde tüm harareti ile devam etti ve 4 Mayıs’ta kanlı Haymarket Olayı’na yol açtı. Uygulanan yasal baskılarla bu gösterinin tekrarlanması engellendi. 14 Temmuz-21 Temmuz 1889’da toplanan İkinci Enternasyonal’de Fransız bir işçi temsilcisinin önerisiyle 1 Mayıs gününün tüm dünyada “Birlik, mücadele ve dayanışma günü” olarak kutlanmasına karar verildi. Böylece ikinci gösteri 1890 yılında yapılabildi.

Zamanla 8 saatlik iş günü birçok ülkede resmen kabul edildi. 1 Mayıs böylece işçilerin birlik ve dayanışmasını yansıtan bir bayram niteliğini kazandı. Günümüzde sosyalist ülkelerde (Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Laos, Küba, Venezuela, Nepal, Bolivya) ve daha birçok ülkede tatil günü olan 1 Mayıs’ı işçiler büyük kitle gösterileriyle kutlar; bazı ülkelerde 1 Mayıs siyasal bir eylem biçimini de alır.

Paylaşın

Pallister W Sendromu Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Pallister W sendromu, yarık damak ve üst dudak, geniş düz burun, geniş aralıklı çekik gözler ve/veya aşağı çekik göz kapağı kıvrımları (palpebral çatlaklar) gibi sıra dışı yüz özellikleriyle karakterize edilen nadir bir genetik hastalıktır.

Haber Merkezi / Diğer semptomlar zeka geriliği, konuşma sorunları, kol ve bacaklarda kemik deformasyonları ve/veya nöbetleri içerebilir. Pallister W sendromunun kesin nedeni bilinmemektedir.

Pallister W sendromu doğumda belirgindir. Aşağıya doğru eğimli göz kapağı kıvrımları (palpebral çatlaklar), geniş düz bir burun köprüsü, geniş bir burun ucu, geniş düz bir çene, damak veya üst dudağın merkezi yarıklığı, nöbetler ve nöbetler ile geniş aralıklı gözler (hipertelorizm) ile karakterizedir. zeka geriliği. Kol uzatıldığında dirseğin vücuttan anormal şekilde sapması (cubitus valgus) gibi kollarda ve bacaklarda kemik anormallikleri de olabilir.

Diğer semptomlar arasında kafanın üzerinde düz durmayan saçlar (kafa yalaması), eksik dişler (kısmi adontia), geniş küçük dil ve yüksek geniş bir alın yer alabilir. Ek bulgular arasında titreme ve/veya istemsiz kas kasılmaları (yani spastisite) yer alabilir.

Pallister W sendromunun kesin nedeni bilinmemektedir. Bozukluğun X’e bağlı bir genetik özellik olarak kalıtsal olduğu düşünülmektedir. Bu bozuklukla ilgilenen genetikçiler, genetik aktarımın baskın veya resesif kalıtım kalıplarının kurallarını takip edip etmediği konusunda anlaşamıyorlar.

İnsan hücrelerinin çekirdeğinde bulunan kromozomlar, her bireyin genetik bilgisini taşır. İnsan vücut hücrelerinde normalde 46 kromozom bulunur. İnsan kromozom çiftleri 1’den 22’ye kadar numaralandırılır ve cinsiyet kromozomları X ve Y olarak adlandırılır.

Erkeklerde bir X ve bir Y kromozomu, kadınlarda ise iki X kromozomu bulunur. Her kromozomun “p” ile gösterilen kısa bir kolu ve “q” ile gösterilen uzun bir kolu vardır. Kromozomlar ayrıca numaralandırılmış birçok banda bölünmüştür. Örneğin “kromozom 11p13”, 11. kromozomun kısa kolundaki 13. bandı ifade eder. Numaralandırılmış bantlar, her bir kromozomda bulunan binlerce genin yerini belirtir.

Genetik hastalıklar belirli bir genin kombinasyonuyla belirlenir. Anne ve babadan alınan kromozomlarda bulunan özellik.

X’e bağlı resesif genetik bozukluklar, X kromozomu üzerindeki anormal bir genin neden olduğu durumlardır. Dişilerde iki X kromozomu vardır ancak X kromozomlarından biri “kapalıdır” ve o kromozomdaki tüm genler etkisiz hale getirilmiştir. X kromozomlarından birinde hastalık geni bulunan kadınlar bu hastalığın taşıyıcılarıdır. Taşıyıcı dişiler genellikle bozukluğun semptomlarını göstermezler çünkü genellikle “kapalı” olan anormal gene sahip X kromozomudur. Bir erkeğin bir X kromozomu vardır ve eğer bir hastalık genini içeren bir X kromozomunu miras alırsa, hastalığa yakalanacaktır.

X’e bağlı bozuklukları olan erkekler, hastalık genini taşıyıcı olacak kızlarının tümüne aktarır. Bir erkek, X’e bağlı bir geni oğullarına aktaramaz çünkü erkekler, erkek yavrularına her zaman X kromozomu yerine Y kromozomunu aktarır. X’e bağlı bir bozukluğun kadın taşıyıcıları, her hamilelikte kendileri gibi taşıyıcı bir kız çocuğuna sahip olma şansı %25, taşıyıcı olmayan bir kız çocuğuna sahip olma şansı %25, hastalıktan etkilenen bir oğul sahibi olma şansı %25’tir ve etkilenmemiş bir oğul sahibi olma şansı %25’tir.

X’e bağlı dominant bozukluklara da X kromozomu üzerindeki anormal bir gen neden olur, ancak bu nadir durumlarda anormal gene sahip dişiler hastalıktan etkilenir. Anormal gene sahip erkekler kadınlara göre daha ciddi şekilde etkilenir ve bu erkeklerin çoğu hayatta kalamaz.

Resesif genetik bozukluklar, bir bireyin her bir ebeveynden aynı özellik için aynı anormal geni miras almasıyla ortaya çıkar. Bir kişi hastalık için bir normal gen ve bir de hastalık geni alırsa, kişi hastalığın taşıyıcısı olacaktır, ancak genellikle semptom göstermeyecektir.

Taşıyıcı olan iki ebeveynin her ikisinin de kusurlu geni geçirme ve dolayısıyla etkilenmiş bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %25’tir. Anne-baba gibi taşıyıcı olan bir çocuğa sahip olma riski her gebelikte %50’dir. Bir çocuğun her iki ebeveynden de normal genler alma ve söz konusu özellik açısından genetik olarak normal olma şansı %25’tir. Risk erkekler ve kadınlar için aynıdır.

Tüm bireyler birkaç anormal gen taşır. Yakın akraba (akraba) olan ebeveynlerin her ikisinin de aynı anormal geni taşıma şansı, akraba olmayan ebeveynlere göre daha yüksektir, bu da resesif genetik bozukluğu olan çocuk sahibi olma riskini artırır.

Baskın genetik bozukluklar, hastalığın ortaya çıkması için anormal bir genin yalnızca tek bir kopyasının gerekli olduğu durumlarda ortaya çıkar. Anormal gen, ebeveynlerden herhangi birinden miras alınabilir veya etkilenen bireyde yeni bir mutasyonun (gen değişikliği) sonucu olabilir. Anormal genin etkilenen ebeveynden yavruya geçme riski, ortaya çıkan çocuğun cinsiyetine bakılmaksızın her hamilelik için %50’dir.

Karakteristik yüz özellikleri tanıya yardımcı olur. Pallister W sendromunun tedavisi, damak ve dudaktaki yarıkların onarımı ve gerekirse kol ve bacaklardaki şekil bozukluklarının onarılması için ameliyattan oluşabilir. Nöbetleri kontrol altına almak için nöbet önleyici ilaçlar reçete edilebilir. Okulda özel eğitim ve ilgili hizmetler yararlı olacaktır ve damak yarığının cerrahi onarımı sonrasında konuşma terapisi gerekebilir. Diğer tedaviler semptomatik ve destekleyicidir.

Paylaşın

Pallister Hall Sendromu Nedir? Belirtileri, Nedenleri, Teşhisi, Tedavisi

Pallister Hall sendromu (PHS), genellikle doğumda ortaya çıkan, oldukça nadir görülen bir genetik hastalıktır. Bozuklukla ilişkili semptom ve bulguların kapsamı ve şiddeti hastadan hastaya büyük ölçüde değişebilir.

Haber Merkezi / Bununla birlikte, PHS’li bireylerin çoğunda anormallikler fazladan el ve/veya ayak parmaklarının varlığını içerebilir; epiglotun anormal bir bölünmesi (bifid epiglot); hipofiz bezinin işlevini koordine eden ve başka birçok işlevi olan beynin bir kısmı olan hipotalamusta (hipotalamik hamartom) bir malformasyon; hipofiz fonksiyonunda azalma; ve/veya ince bir örtünün anal açıklığı veya normalde anüs ile kalın bağırsağın en alt kısmını (rektum) birbirine bağlayan geçidi tıkadığı bir durumun gelişememesi (deliksiz anüs).

Ek semptomlar ve bulgular, baş ve yüz bölgesindeki karakteristik malformasyonları ve/veya genito-üriner malformasyonlar dahil diğer anormallikleri içerebilir. PHS, otozomal dominant bir şekilde kalıtsaldır ve GLI3 genindeki patojenik varyantlardan (gen değişiklikleri) kaynaklanır.

PHS’li bireylerdeki semptom ve bulguların kapsamı ve şiddeti hastadan hastaya büyük ölçüde değişebilir. Etkilenen bazı bireylerde yalnızca birkaç karakteristik anormallik bulunurken, diğerleri bozuklukla ilişkili semptomların ve fiziksel özelliklerin çoğuna sahip olabilir.

PHS’nin en yaygın karakteristik özellikleri arasında fazladan el ve/veya ayak parmaklarının varlığı (polidaktili); belirli el ve/veya ayak parmaklarının (parmaklar) füzyonu (osseöz sindaktili); ve tırnakların yanlış gelişimi (displazi). Etkilenen bazı kişilerde, PHS ile ilişkili polidaktili, ellerin ve/veya ayakların üçüncü ve dördüncü parmakları (mezoaksiyal polidaktili) arasında fazladan bir rakamın varlığıyla karakterize edilebilir.

Etkilenen bireylerde elin “serçe parmağı” (ulnar) tarafında veya ayağın dış (fibular) tarafında fazladan (fazladan) bir rakam bulunabilir (postaksiyal polidaktili). PHS’li pek çok kişi, ince bir örtünün anal açıklığı veya normal olarak anüs ile kalın bağırsağın en alt kısmını (rektum) birbirine bağlayan geçidin gelişememesi (deliksiz anüs) gibi bir duruma da sahip olabilir. Etkilenen birkaç kişide ayrıca hipospadias, bifid veya hipoplastik skrotum, hidrometrokolpos ve vajinal atrezi gibi genito-üriner malformasyonlar bulunur.

Tıp literatüründe yer alan raporlara göre, PHS’nin en önemli özelliklerinden biri, hipofiz bezinin işlevini koordine eden ve birçok ek vücut fonksiyonunu düzenleyen beynin bir kısmı olan hipotalamusta (hipotalamik hamartom) bir malformasyonun varlığıdır.

Hipofiz bezi beynin tabanında bulunan hormon üreten bezdir. Bu, hipotalamusun bir malformasyonudur (ve bir tümör değildir) ve ciddi şekilde etkilenen kişilerde hipofiz fonksiyonunda anormalliklere neden olabilir. Hipofiz bezinin işlevinin bozulması anormal derecede küçük bir penise (mikropenis), tiroidin düşük işleyişine (hipotiroidizm), büyüme hormonu eksikliğine, değerli ergenliğe veya daha nadiren diyabet veya kortizol üretimi eksikliğine neden olabilir. Nöbetler ayrıca sıklıkla hipotalamik hamartomla da ilişkilidir.

Şiddetli hipotalamik hamartomdan etkilenen bazı bebeklerde doğumda hipofiz fonksiyonunda azalma veya yokluk (hipopitüitarizm) mevcut olabilir. Bu, düşük kan şekerine (hipoglisemi), anormal elektrolit seviyelerine ve kanda ve vücut dokusunda alışılmadık derecede yüksek asit seviyelerine (metabolik asidoz) yol açabilir. Etkilenen bireylerde ayrıca uyuşukluk ve ciltte, mukozalarda ve göz beyazlarında anormal sarımsı renk değişikliği (sarılık) görülebilir. Hipopitüitarizm, zamanında ve uygun tedavi yapılmazsa ciddi, yaşamı tehdit eden komplikasyonlara neden olabilir.

PHS’li bebeklerde ayrıca başın arkasına doğru dönen küçük kulaklar dahil olmak üzere baş ve yüz (kraniofasiyal) bölgesinin ayırt edici özellikleri bulunabilir; yukarı dönük burun delikleri (anteverted burun delikleri) ve geniş veya düz bir burun köprüsü olan kısa bir burun; ve/veya üst dudağın (philtrum) ortasında alışılmadık derecede uzun dikey bir oluk.

Etkilenen bireylerde ayrıca küçük bir dil (mikroglossi) bulunabilir; gırtlakta, ses üretiminde rol oynayan ve yutma sırasında yiyeceklerin hava yoluna girmesini önleyen boğaz organında bir yarık veya çatlak; ve epiglotun bölünmesi (bifid epiglot), gırtlak girişinin önündeki kıkırdak kanadı.

PHS’li bazı bireylerin ek anormallikleri olabilir. Bunlar, doğumda belirli dişlerin varlığını (doğum dişleri), ağzın yanak bölgesinde hareketi sınırlayan mukoza dokusunun anormal kıvrımlarını (bukkal frenula), anormal derecede kısa kol ve/veya bacakları (uzuvlar) ve/veya içerebilir. çıkık kalçalar. Etkilenen bazı bireylerde, ek anormallikler arasında akciğer loblarının anormal gelişimi, böbreklerin yokluğu (agenezi) ve/veya uygunsuz gelişimi (displazi), doğumda mevcut olan kalp kusurları (konjenital kalp defektleri), hipospadias, bifid sayılabilir. veya hipoplastik skrotum, hidrometrokolpos ve vajinal atrezi.

PHS’li bireylerin çoğunda yaşamı tehdit eden malformasyonlar olmasa da, etkilenen bazı bireylerde bozukluğun erken öldürücü bir varyantı vardır. Bu erken ölüm büyük olasılıkla hipotalamik hamartomun neden olduğu adrenokortikal hormon eksikliğine veya laringotrakeal yarıklar gibi ciddi hava yolu malformasyonlarına atfedilebilir.

PHS tipik olarak ekspresyonda geniş değişkenlik gösteren otozomal dominant bir şekilde kalıtsaldır ve GLI3 genindeki GLI3 ile ilişkili PHS olarak adlandırılan patojenik varyantlardan kaynaklanır . Etkilenen ailelerde, ailesel GLI3 gen varyantına sahip bireylerin çoğunda, bozuklukla ilişkili semptom ve bulgular (yüksek penetrasyon) olacaktır. Ancak bu gibi durumlarda özelliklerin aralığı ve şiddeti hastadan hastaya farklılık gösterebilir.

Belirli bir aile içindeki değişkenlik, farklı ailelerin etkilenen üyelerindeki değişkenlikten daha az görünmektedir. GLI3, etkilenen PHS’li bireylerin %95’inde ilişkili gendir. Birkaç hastanın SMO geninde, SMO ile ilişkili PHS olarak adlandırılan iki varyantın olduğu bulunmuştur . PHS’nin bu nadir formu otozomal resesif bir şekilde kalıtsaldır.

Baskın genetik bozukluklar, belirli bir hastalığa neden olmak için çalışmayan bir genin yalnızca tek bir kopyasının gerekli olduğu durumlarda ortaya çıkar. Çalışmayan gen, ebeveynlerden herhangi birinden miras alınabilir veya etkilenen bireydeki değiştirilmiş (mutasyona uğramış) bir genin sonucu olabilir.

Çalışmayan genin etkilenen ebeveynden çocuğuna geçme riski her hamilelik için %50’dir. Risk erkekler ve kadınlar için aynıdır. GLI3 ile ilişkili PHS’li bazı hastalarda , GLI3 varyantı her iki ebeveynden de miras alınmaz ve bunun yerine yeni bir mutasyondan kaynaklanır. Genel olarak bu hastaların, etkilenen bir ebeveynin çocuğundan ciddi şekilde etkilenme olasılığı daha yüksektir.

SMO ile ilişkili PHS, otozomal resesif bir düzende kalıtsaldır. Resesif genetik bozukluklar, bir bireyin her bir ebeveynden çalışmayan bir geni miras almasıyla ortaya çıkar. Bir kişiye hastalık için bir çalışan gen ve bir de çalışmayan gen verilirse, kişi hastalığın taşıyıcısı olacaktır, ancak genellikle semptom göstermeyecektir.

Taşıyıcı olan iki ebeveynin her ikisinin de çalışmayan geni geçirme ve dolayısıyla etkilenen bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %25’tir. Ebeveynler gibi taşıyıcı olan bir çocuğa sahip olma riski her hamilelikte %50’dir. Bir çocuğun her iki ebeveynden de çalışan genleri alma şansı %25’tir. Risk erkekler ve kadınlar için aynıdır.

PHS tanısı kapsamlı bir klinik değerlendirmeye, ayrıntılı aile geçmişine ve hamartomun varlığını ve boyutlarını tespit etmek için kullanılan manyetik rezonans görüntüleme (MRI) gibi çeşitli özel testlere dayanarak konur. PHS’nin tanısına ve ciddiyetinin değerlendirilmesine yardımcı olabilecek ek testler arasında böbrek ultrasonografisi ve fiberoptik laringoskopi yer alır.

GLI3 genindeki varyantlara yönelik moleküler genetik testler, tanıyı doğrulayabilir ve bozukluğun daha hafif belirtileri olan bireylerin teşhisine yardımcı olma konusunda özellikle önemli olabilir. GLI3 varyantlarına yönelik test negatifse SMO varyantlarına yönelik test yapılması düşünülmelidir.

Hipofiz işlevi azalmış veya hiç olmayan (hipopitüitarizm) PHS’li bebekler, derhal hormonal replasman tedavisi (yani tiroksin ve hidrokortizon) ile tedavi edilmelidir. Hipopitüitarizmin tedavisi genellikle ilişkili semptomları (hipoglisemi, anormal elektrolit seviyeleri ve/veya metabolik asidoz) giderir. Hayatı tehdit eden komplikasyonları önlemek için yakın takip ve hızlı tedavi zorunludur.

Bu bozuklukla ilişkili hipotalamik malformasyonun izlenmesi için özel ekipmanla yapılan periyodik muayeneler önemlidir. Bilgisayarlı tomografi (BT taraması) hipotalamik hamartomları her zaman tespit edemeyebileceğinden sıklıkla bir MRI testi gereklidir.

Bir hamartomun cerrahi olarak çıkarılması genellikle bir malformasyon olduğundan ve bir tümör olmadığından endike değildir. Fazla parmakların cerrahi olarak çıkarılması sıklıkla bebeklik döneminde yapılır, ancak küçük çocuklarda genel anestezinin potansiyel bilişsel etkileriyle ilgili endişeler nedeniyle yaşamın ilerleyen dönemlerinde giderek daha fazla yapılmaktadır. Nöbetler karbamazepin gibi antikonvülsan bir ilaçla tedavi edilebilir.

Paylaşın

Palmoplantar Püstüloz Nedir? Bilinmesi Gereken Her Şey

Palmoplantar püstüloz (PPP) nadir görülen, tekrarlayan inflamatuar bir hastalıktır. Etkilenen bireylerde avuç içlerinde ve/veya ayak tabanlarında sarı bulanık bir sıvıyla (püstüller) dolu küçük ila büyük steril kabarcıklar gelişir.

Haber Merkezi /Püstüller ağrılı olabilir ve yanma hissine neden olabilir. Bu durum öncelikle 40 ila 69 yaş arasındaki kadınları ve ağırlıklı olarak sigara içenleri etkilemektedir.

PPP’nin kesin nedeni bilinmemektedir. Araştırmacılar olası nedenlerin sigara, bakteriyel enfeksiyonlar (akut veya kronik bademcik iltihabı, diş enfeksiyonu, kronik sinüzit), temas alerjileri (çoğunlukla metaller) ve bazı ilaçlar olduğunu belirlediler. Ailesinde bu hastalık öyküsü olan hastalarda genetik bir rol oynayabilir. PPP, sedef hastalığı vulgaris ile güçlü bir şekilde ilişkilidir; bazı hastalarda hem PPP hem de plak sedef hastalığı veya PPP ve psoriatik artrit vardır.

PPP’de psoriatik tırnak tutulumu sıklıkla görülür ve PPP’den etkilenen hastaların %10-42’sinde ailede psoriasis öyküsü kayıtlıdır. Sebebe bağlı olarak, belirli nemlendiriciler, ilaçlar (topik steroidler ve/veya retinoidler), ışık terapisi ve ciddi vakalar için retinoidlerle sistemik tedaviler, geleneksel immünosupresanlar (metotreksat, siklosporin) ve/veya biyolojik tedaviler dahil olmak üzere birçok tedavi mevcuttur.

PPP, ellerin avuçlarında ve/veya ayak tabanlarında tekrarlayan steril püstül kümelerinin oluşmasına neden olur. Püstüller sıklıkla, ağrılı çatlakların başlamasıyla birlikte birkaç gün sonra infiltre edilmiş ve pullu plakların oluşma eğiliminde olduğu eritematöz bir arka planda birleşir. Kaşıntı ve/veya ağrı sıklıkla mevcuttur. Hastalar ayrıca ellerinin ve/veya ayaklarının yandığını hissedebilirler. Bu semptomlar nedeniyle hastalar yürümede ve el ve ayaklarıyla diğer günlük görevleri yerine getirmede zorluk yaşayabilir.

PPP’nin kesin nedeni bilinmemektedir. Araştırmacılar sigara içme, enfeksiyonlar, bazı ilaçlar ve genetik gibi bazı olası nedenleri buldular.

Sigara içmek: PPP’li hastaların çoğu sigara içiyor veya geçmişte sigara içmiş. Sigara içmek, özellikle ellerde ve ayaklarda ter bezlerinin iltihaplanmasına neden olarak püstüllerin oluşmasına neden olabilir.

Enfeksiyonlar: Bademcik iltihabı, kronik sinüzit ve diş (odontojenik) enfeksiyonları gibi bakteriyel enfeksiyonlar PPP’nin başlangıcıyla ilişkilendirilmiştir ve enfeksiyonun çözülmesini cilt iyileşmesi takip eder.

İlaçlar: Sedef hastalığı, romatoid artrit, inflamatuar bağırsak hastalığı ve diğerleri gibi kronik inflamatuar durumları tedavi etmek için kullanılan esas olarak anti-TNF-alfa molekülleri olan biyolojik tedaviler, doğuştan gelen bağışıklık sisteminin aktivasyonu nedeniyle PPP’nin başlangıcı ile ilişkilendirilmiştir.

Temas alerjileri: Bazı araştırmacılar (çoğunlukla Japonya’da), PPP’li hastaların nikel, krom, cıva ve kokulara (nadir) karşı alerjisi olduğunu ve metal alerjenin geri çekilmesi durumunda PPP’nin iyileşebileceğini bulmuşlardır.

Aile öyküsü: Ailesinde PPP öyküsü olan kişilerin yanı sıra ailesinde sedef hastalığı öyküsü olan hastaların da bu durumu geliştirme riski daha fazla olabilir.

Bir doktor etkilenen cilde bakacak ve püstüllerin içindeki steril yapıyı (bakteri veya mantar olmadan) doğrulamak için deri sürüntüleri gösterilebilir. Bazı hastalarda cilt biyopsisine ihtiyaç duyulacaktır. Biyopsi gerekliyse, doktor histopatoloji açısından test etmek için etkilenen bölgeden bir parça deri alacaktır.

PPP’nin kesin bir tedavisi olmasa da farklı tedavi seçenekleri mevcuttur. Olası tedavi seçenekleri şunları içerir:

Kabarcıklara doğrudan uygulanan topikal steroidler
Yumuşatıcılar (nemlendiriciler)
Asitretin (A vitamini türevi) gibi retinoid ilaçlar
Ultraviyole ışık (fototerapi, UVB veya PUVA)
Retinoid ve fototerapi kombinasyonu

Şiddetli vakalarda metotreksat veya siklosporin gibi immünsüpresanlar kullanılabilir. Bu ilaçlar tolere edilemiyorsa veya etkisizse, TNF-alfa blokerleri (temel olarak etanersept, adalimumab), anti IL-12/23 inhibitörü (Ustekinumab), anti IL-23 inhibitörleri (temel olarak Guselkumab) ve anti IL-17 gibi biyolojik ilaçlar reçete edilebilir. .

PPP sigara içenlerde yaygın olduğundan sigarayı bırakmak semptomların iyileşmesine yardımcı olabilir. Temas tahriş edici maddelerden kaçınılması da tavsiye edilir (ıslak işlerden kaçının, eldiven kullanın, agresif sabun ve deterjan kullanmaktan kaçının). Stresin sınırlandırılması semptomların iyileşmesine de yardımcı olabilir.

Paylaşın

11 Yılda 689 Çocuk Çalışırken Hayatını Kaybetti

2013 ve 2024’ün ilk 4 ayı arasında 99’u kız çocuk ve 590’ı erkek çocuk olmak üzere en az 689 çocuk çalışırken hayatını kaybettiği açıklandı. İş kollarına göre ölümler incelendiğinde tarım/orman yüzde 55’le en yüksek paya sahip işkolu oldu.

İnşaat/yol çalışmalarında ölen çocuk işçilerin payı yüzde 11 olarak gerçekleşirken, metal ve konaklama iş kolunda ölenlerin payı ise yüzde 7 olarak açıklandı. Gıda iş kolundaki ölümlerin payı ise yüzde 3 oldu.

İşçi Sağlığı ve İşçi Güvenliği Meclisi (İSİG), 2013 ve 2024’ün ilk 4 ayı arasında en az 689 çocuğun çalışırken hayatını kaybettiğini açıkladı. Son 11 yılda, 0-14 yaş arası 238 çocuk iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken, 15-17 yaş arasında ise 451 çocuk öldü.

Cinsiyete göre dağılım incelendiğinde 99 kız çocuğunun ve 590 erkek çocuğunun yaşamını yitirdiği belirtilirken ölen göçmen çocuk sayısının ise 80 olduğu belirtildi. İllere göre dağılımda ise Şanlıurfa’da 50, Gaziantep’te 40, İstanbul’da 40, Adana’da 34, Konya’da 25 ve Antalya’da 22 çocuk işçinin öldüğü kaydedildi.

İSİG verilerinde göre ölüm sebepleri; yüzde 28 tarfik servis kazası, yüzde 17 boğulma zehirlenme, yüzde 14 ise ezik göçük olarak açıklandı.

İş kollarına göre ölümler incelendiğinde tarım/orman yüzde 55’le en yüksek paya sahip işkolu oldu. İnşaat/yol çalışmalarında ölen çocuk işçilerin payı yüzde 11 olarak gerçekleşirken, metal ve konaklama iş kolunda ölenlerin payı ise yüzde 7 olarak açıklandı. Gıda iş kolundaki ölümlerin payı ise yüzde 3 oldu.

“Çocuk işçiliği yasaklansın, MESEM’ler kapatılsın”

Öte yandan İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi (İSİG) de çocuk işçiliğine, gençlerin güvencesiz çalıştırılmasına ve iş cinayetlerine dikkat çekmek amacıyla İstanbul’da bir araya geldi. Grup adına yapılan basın açıklamasını okuyan metal işçisi Nimet Erben, son 22 yılda hayata geçirilen tarım, sanayi, eğitim ve sosyal politikalarının her geçen gün daha fazla çocuğun işçileşmesini beraberinde getirdiğini söyledi.

Son on yılda en az 689, daha evvel eksik tutulan verilerin de eklenmesiyle AKP’li yıllarda en az 925 çocuk işçinin öldüğüne vurgu yapan Erben, şunları söyledi:

“Çocuk işçiler tarım sektöründe ailesiyle birlikte mevsimlik olarak ücretli veya tarlasında çalışanlardır, çocuk işçiler haftanın bir günü okulda dört günü işyerinde olan MESEM adı altında çalışanlardır, çocuk işçiler kentlerin varoşlarında aile içi emek kapsamında ücretsiz çalışanlardır, çocuk işçiler iş öğrensin diye yaz tatilinde çalışanlardır, çocuk işçiler harçlığını kazansın diye tanıdığın yanına verilenlerdir.”

Nimet Erben, Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) ile çocuk işçiliğinin devlet eliyle meşrulaştırıldığına dikkat çekerek, şu ifadelere yer verdi:

MESEM kapsamında başta metal, gıda, tekstil, kimya, ağaç işkolları olmak üzere yaklaşık 1,5 milyon öğrencinin olduğu açıklandı. Bu öğrencilerin yaklaşık 300 binini ise 18 yaşın altındaki çocuklardan oluşuyor. Yani çocuk işçilik ‘bir gün okulda dört gün işyerinde eğitim alma’ uygulamasıyla meşrulaştırılıyor. MESEM ile sermayeye ucuz emek sağlanırken çocuklarımız sağlıklarını ve gençliklerini işyerlerinde bırakmaktadır.”

Tarımdan inşaat sektörüne, seyyar satıcılıktan atık toplamaya kadar birçok alanda çocukların çalıştırıldığını belirten Erben, çocuk işçiliğinin yasaklanması gerektiğini belirterek şöyle devam etti:

“Eğitime verilen bütçe artırılmalı, MESEM uygulamasına son verilmeli, mesleki öğrenim çocuk ve gençlerin gelişimine uygun bir biçimde planlanmalı ve kamusal kurallar çerçevesi içinde olmalıdır. Ancak bunları sistem içinde ifade etmek tek başına bir anlam ifade etmiyor. Örgütlenmek, mücadele etmek ve direnmek gerekiyor.”

Basın açıklamasına katılan Emek Partisi (EMEP) İstanbul Milletvekili İskender Bayhan da çocuk işçiliğin yasaklanması ve MESEM projesinin sonlandırılmasını istedi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a seslenen Bayhan, “Çocuk işçilerin vebali senin boynundadır. Bu ülkede yüzbinlerce çocuk işçinin MESEM’lerde sömürülmesinin vebali senin boynundadır. Bu ülkenin işçisi, emekçisi bunun hesabını soracak” şeklinde konuştu.

Paylaşın