Alkol, 40 Yaş Altındakilerin Sağlığı İçin İyi Değil

ABD’deki Washington Üniversitesi’nde görev yapan bilim insanları, dünyadaki hastalık ve ölüm nedenlerine ilişkin yapılmış en geniş kapsamlı araştırmanın sonuçlarını yayınladı.

Alkolün gençlerin sağlığına hiçbir yararı olmayıp aksine ciddi sağlık sorunları meydana getirebildiğini vurgulayan bilim insanlarına göre, 40 yaş ve üzeri insanlarda az miktarda alkol tüketimi kimi faydalar sağlayabiliyor.

Dünyadaki hastalık ve ölüm nedenlerine ilişkin en kapsamlı verileri üreten Global Burden of Diseases (Hastalıkların Küresel Yükü) isimli proje kapsamında dört yıl önce yürütülen incelemeler, ara sıra içki içmenin bile sağlığa zararlı olduğunu göstermiş ve uzmanlar, hükümetlerin insanlara alkolden tamamen uzak durmalarını tavsiye etmesi gerektiğini ileri sürmüştü.

Ancak küresel çapta toplanan verileri analiz eden uzmanlar, genç insanların alkol tüketiminden yaşlı insanlara göre daha fazla zarar gördüğünü belirledi. Buna göre, herhangi bir kronik rahatsızlığı bulunmayan 40 yaş üzeri bireylerde günde bir küçük bardak kırmızı şarap gibi sınırlı bir miktarda alkol tüketimi, kalp damar hastalıklarından korunmada, felç ve diyabet riskini azaltmada faydalı olabilir.

Lancet dergisinde yayınlanan araştırma sonuçları, alkol tüketiminin neden olduğu hastalık risklerine dair coğrafi bölge, yaş, cinsiyet ve yıla göre veri sağlayna ilk bulgular oldu.

Bilim insanları, alkol tüketimine dair dünya çapında yapılacak uyarıların, alkolden zarar görme konusunda en büyük risk altında olan 15-39 yaş arası erkekler için en katı şeklide, yaş ve yaşanılan yer faktörleri de gözetilerek yapılması gerektiğini belirtti.

‘Gençler içki içmemeli, ancak yaşlılar az miktarda içkiden fayda görebilir’

Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan, araştırmanın baş yazarı Dr Emmanuela Gakidou, “Mesajımız basit: Gençler içki içmemeli, ancak yaşlılar az miktarda içkiden fayda görebilir. Genç yetişkinlerin içki içmekten kaçınacağını düşünmek gerçekçi olmasa da, herkesin kendi sağlığı hakkında bilinçli kararlar alabilmesi için en doğru ve güncel bilgileri edinmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz” dedi.

204 ülkedeki içki alışkanlıklarını inceleyen araştırmaya göre dünyada 2020 yılında 1.34 milyar insan zararlı sayılabilecek miktarda alkol tüketti. Zararlı miktarda içki içenlerin yüzde 59’u 15-39 yaş arasındaki kişlerden oluştu. Raporda söz konusu gruba alkol tüketiminin hiçbir fayda sağlamakla kalmayıp, yaralanma, trafik kazası, intihar ve cinayet gibi riskleri de beraberinde getirdiği vurgulandı. Zararlı miktarda içki içenlerin dörtte üçünü erkekler oluşturdu.

Paylaşın

Uzak Bir Galaksiden ‘Kalp Atışı’ Sinyalleri Geldiği Tespit Edildi

Bilim insanları uzak bir galaksiden alışılmadık ve tekrarlayan bir sinyal geldiğini tespit etti. Saptanan radyo enerjisi patlaması, kalp atışına benzetilen bir düzende yanıp sönüyor.

Bilim insanları bunun hızlı bir radyo patlaması veya uzayın derinliklerinden gelen ve araştırmacıların hâlâ anlamadığı, gizemli ve güçlü enerji patlamaları olduğunu söylüyor.

Fakat bu patlamalarda tuhaf bir şey var: Normalde milisaniyeler süren FRB’lere (hızlı radyo patlaması) kıyasla 3 saniyeye kadar devam eden bu patlamalar, diğerlerine göre çok yavaş.

Sinyal, evrende nadiren bulunan bir tür “periyodik” örüntüde yanıp sönüyor. Enerji patlamaları her 0,2 saniyede bir tekrarlanıyor.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Kavli Astrofizik ve Uzay Araştırmaları Enstitüsü’ndeki doktora sonrası araştırmacısı Daniele Michilli şunları söyledi:

“Evrende kesin surette periyodik sinyaller yayan çok fazla şey yok.

Kendi galaksimizde bildiğimiz örnekler, bir deniz fenerine benzer şekilde dönerek ışınlı salımlar üreten radyo pulsarları ve magnetarlardır.

Ve bu yeni sinyalin normalden çok güçlü bir magnetar veya pulsar olabileceğini düşünüyoruz.”

FRB 20191221A olarak adlandırılan sinyal şimdiye kadar tespit edilen en uzun ömürlü, en net periyodik örüntüye sahip FRB.

Kaynağı Dünya’dan birkaç milyar ışık yılı uzaktaki bir galakside yatıyor.

Fakat sinyallerin kesin kaynağının ne olabileceği gizemini korusa da gökbilimciler sinyalin bir radyo pulsarından veya bir magnetardan yayılabileceğinden şüpheleniyor.

Bunların her ikisi de son derece yoğun, hızla dönen, dev yıldızların çökmüş çekirdekleri olan nötron yıldızlarıdır.

Ekip, bu kaynaktan daha sonra astrofizik saati olarak kullanılabilecek daha fazla periyodik sinyal tespit etmeyi umuyor.

Örneğin, patlamaların sıklığı ve kaynak Dünya’dan uzaklaştıkça nasıl değiştikleri, evrenin genişleme hızını ölçmek için kullanılabilir.

Aralık 2019’da Kanada Hidrojen Yoğunluğu Haritalama Deneyi (Chime), gelen verileri tarayan Michilli’nin dikkatini hemen çeken muhtemel bir FRB sinyali yakalamıştı.

Michilli şöyle konuştu:

“Alışılmadık bir şeydi.

Yaklaşık 3 saniye süren sinyaller sadece çok uzun değildi, aynı zamanda bir saniye içinde eşit aralıklarla (tak, tak, tak) kalp atışı gibi yayılan, olağanüstü derecede düzenli periyodik zirveler vardı.

Bu, sinyalin kendisinin periyodik olduğu ilk örnek.”

Nature dergisinde raporlanan keşif, MIT araştırmacıları da dahil Chime/FRB Collaboration üyeleri tarafından yazılan “Sub-second periodicity in a fast radio burst” (Hızlı radyo patlamasında saniye altı periyodiklik) başlıklı bir makalede yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Evrenin En Derin Ve Net Fotoğrafını Çekti

James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk tamamen renkli fotoğrafı yayımlandı. Dünyaya milyarlarca ışık yılı uzaklıkta olan galaksileri de içeren fotoğraf, evrenin bugüne kadar çekilmiş en derin, en detaylı fotoğrafı.

Teleskobun çektiği tamamı renkli fotoğraflar bugün ilerleyen saatlerde NASA tarafından yayımlanacak ama ilk fotoğraf, Beyaz Saray’da Başkan Joe Biden’a verilen bir bilgilendirme sırasında Biden’a gösterildi. Ardından da internet ortamında paylaşıldı.

Biden, görüntünün paylaşılması sonrası “Bu fotoğraflar tüm dünyaya Amerika’nın büyük işler başarabileceğini hatırlatacak. Amerikan halkına ve özellikle çocuklarımıza da, kapasitemizin üzerinde hiçbir şey olmadığını hatırlatacak” ifadelerini kullandı:

“Daha önce hiç kimsenin görmediği imkanları görebiliyoruz; daha önce hiç kimsenin gitmediği yerlere gidebiliyoruz.”

10 milyar dolarlık James Webb Uzay Teleskobu (JWST), 25 Aralık 2021’de uzaya fırlatılmış; ünlü Hubble Uzay Teleskobu’nun yerini alacağı söylenmişti.

Uzayda çeşitli incelemeler yapması planlanan teleskobun iki önemli hedefi de var: Biri 13,5 milyar yıl önce Evren’in bilinen ilk yıldızlarının fotoğrafını çekmek; diğeri de dünyaya çok uzak mesafedeki gezegenlerin yaşanabilir olup olmadığına bakmak.

Biden’la ve ardından kamuoyuyla paylaşılan fotoğraf; James Webb’in ilk hedefini gerçekleştirebildiğini gösterdi.

Fotoğrafta görülen aslında Southern Hemisphere bölgesinde birden çok galaksinin toplandığı, Volans takımyıldızını gösteren bir alan. Buraya verilen isim SMACS 0723.

Galaksi topluluğu aslında Dünya’ya çok da uzak değil; sadece 4,6 milyar ışık yılı uzakta. Ancak bu birçok galaksinin bir araya geldiği yerde, aslında çok çok daha uzakta olan cisimlerin ışıkları da büyütülmüş şekilde görülebiliyor.

Bu da zoom lensinin uzay teleskoplarındaki astronomik karşılığı olan ‘yerçekimi etkisi’yle mümkün olabiliyor.

6,5 metrelik altın aynalı ve süper-hassas kızılötesi araçlarıyla Webb, Büyük Patlama’dan (Big Bang) yaklaşık 600 milyon yıl sonrasına kadar var olan galaksilerin bozulmuş şekillerini de fotoğraflamayı başardı. (Evren’in 13,8 milyar yaşında olduğu biliniyor)

Daha da önemlisi; bilim insanları Webb’in elde ettiği verilerin kalitesine bakarak aslında teleskobun, bu fotoğrafta görülen cisimlerden çok daha ilerisini de görebildiğini söylüyor.

Yani bu fotoğrafın bugüne kadar çekilmiş en derin Evren fotoğrafı olduğunu söylemek mümkün.

NASA’dan Bill Nelson, “Işık, saniyede 186.000 mil hızla ilerliyor. Ve şu küçük benekler halinde gördüğünüz ışıklardan biri 13 milyar yıldır seyahat ediyor” açıklaması yaptı:

“Aslında çok daha geriye gidiyoruz çünkü bu daha sadece ilk fotoğraf. 13,5 milyar yıl kadar geriye gidebiliyor. Evren’in 13,8 milyar yaşında olduğunu bildiğimize göre; bu fotoğraflar sizi neredeyse her şeyin başlangıcına götürüyor.”

Hubble, haftalarca uzayda kalarak buna benzer bir sonuç elde etmeye çalışmıştı. Webb ise bu derinlikteki cisimlerin görüntülerine ulaşmak için sadece 12 buçuk saatlik bir gözlem yaptı.

Salı günü ilerleyen saatlerde NASA ve uluslararası ortakları olan Kanada ve Avrupa Uzay Ajansları, Webb’den gelen diğer renkli görselleri de paylaşacak.

Böylece Güneş Sistemi dışındaki gezegenlerle ilgili de daha detaylı bilgi edinilebilecek.

Webb, Dünya’dan yaklaşık 1.000 ışık yılı uzaktaki dev bir gezegen olan WASP-96 b’yi de analiz etti. Paylaşılacak bilgiler, bu gezegenin atmosferi hakkında bize bir fikir verecek.

WASP-96 b, kendisine ışık sağlayan hayat kaynağı olan yıldızın yörüngesinde çok çok yakın şekilde dönüyor. Bir gün Webb’in tıpkı Dünya gibi hayat kaynağı olan gezegene daha uzak olan ve insan için yaşam kaynağı olabilecek gazlara sahip atmosferi olan bir gezegeni tespit edeceği umuluyor.

NASA’daki bilim insanları, Webb’in hedeflerini kesinlikle gerçekleştirebileceğine inanıyor.

Henüz kamuoyuyla paylaşılmamış görüntülerle ilgili yorum yapan Dr. Amber Straughn, “İlk fotoğrafları gördüm, muhteşemler” dedi:

“Sadece görüntü olarak bile muhteşemler. Bilimin detaylarının arkasında saklı ipuçlarıyla yapabileceklerimizi görmek ise beni çok heyecanlandırıyor.”

Webb projesinin programında çalışan bilim insanlarından Dr. Eric Smith de, halkın yeni telekobun önemini şimdiden anladığını düşünüyor:

“Webb’in tasarımı ve görünümü, bence halkın bu göreve bu kadar hayran kalmasının arkasında yatan asıl nedenler. Gelecekten bir uzay gemisine benziyor”

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Komşu Yıldızla Yakınlaşma, Tüm Güneş Sistemi’ni Dağıtabilir

Kanadalı iki araştırmacı, komşu yıldızlardan birinin Güneş Sistemi’ni dağıtabileceğini gösteren bir çalışmaya imza attı. Monthly Notices of the Royal Astronomical Journal adlı hakemli bilimsel dergide yayımlandı.

Yeni araştırma, bir yıldızın yakın geçişiyle tetikleyebileceği, Güneş Sistemi gezegenlerinin yörüngelerindeki küçük kaymaların olası yıkıcı etkilerini gözler önüne serdi.

Toronto Üniversitesi’nde görev alan Garett Brown ve Hanno Rein’in yürüttüğü araştırmada komşu bir yıldızın Güneş’in kabaca 37 milyar kilometre yakınına gelmesinin etkileri bilgisayar simülasyonlarıyla canlandırıldı.

Yaklaşık 3 bin simülasyonu inceleyen araştırmacılar, bu yakın geçişten 4,8 milyar yıl sonrasına kadar Güneş Sistemi’nde neler yaşanabileceğini gözlemledi.

Sonuçlar Neptün’ün yörüngesindeki sadece yüzde 0,1’lik bir kaymanın tüm Güneş Sistemini kaosa sürükleyebileceğini gösterdi.

Yakın geçisin sonuçta kartopu etkisiyle diğer gezegenlerin birbirine çarpmasına veya sistemden tamamen atılmasına neden olabileceği ortaya çıktı.

Brown, “Güneş Sistemi’nin uzun vadeli istikrarı üzerinde herhangi bir etki yaratması için Neptün’ün yörüngesinde 4.5 milyar metre civarında değişiklik olması gerektiğini gördük” diye konuştu:

Bu kritik değişiklik, Güneş Sistemi’nin temelli istikrarsızlaşma ihtimalini 10 kat artırabilir.

Öte yandan, simülasyonların hepsi felaket ve yıkıma işaret etmedi. 960 simülasyonda olayın önemsiz değişikliklerle sonuçlandığı görüldü.

Araştırma, bu türden bir yakın geçişin meydana gelme ihtimaline dair de fikir veriyor. Brown bunu şöyle açıklıyor:

Güneş Sistemi’nin yanından geçecek bir yıldızın sistemin mevcut mimarisinin parçalanma ihtimalini 10 kat artırması için yaklaşık 100 milyar yıl beklememiz gerek.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uzaylılar Dünya’ya Kuantum Mesajları Gönderiyor Olabilir

İskoçya’daki Edinburgh Üniversitesi’nden teorik fizikçi Arjun Berera’nın liderliğindeki bir araştırma ekibi, Dünya dışı uygarlıkların uzayda kuantum fiziği aracılığıyla iletişim kurabileceğini gösteren bir matematiksel model oluşturdu.

Kuantum iletişimini Dünya’da gerçek kılma çabaları sürüyor. Bu çabaların ardındaki temel motivasyon, kuantum mekaniğinin bilgi transferini geleneksel sistemlerden daha hızlı ve daha güvenli hale getirmesi.

Kuantum ağları kurulmadan önce üstesinden gelinmesi gereken en büyük engellerden biri, bunların çok kırılgan ve parazite açık olması. Bu, bir kuantum parçacığının çevresiyle etkileşime girerken kuantum özelliklerini kaybettiği anlamına geliyor.

Ancak yeni araştırmaya göre, bu tür ağların bilgiyi zarar görmeden uzayda taşıyabilmesi mümkün olabilir.

Berera, “Kuantum durumunun genellikle çok hassas olduğunu düşünürsünüz. Parazit gibi herhangi bir dış etkileşim varsa durumu bir nevi yok olmuş sayarsınız” dedi.

Berera ve meslektaşı Jaime Calderón-Figueroa, kuantum durumunun sürüp sürmeyeceğini görmek için X-ışınlarının uzay boşluğundaki hareketi üzerine hesaplamalar yaptı.

Kuantum parçacıkları olarak fotonların (ışık parçacıkları) kullanıldığı durumda, bunların en azından yüz binlerce ışık yılı boyunca ışınlanabileceği tespit edildi.

Hesaplamalar, bu parçacıkların Samanyolu Galaksisi’nin tümünden daha fazla yol gidebileceğini gösterdi.

Bunun nedeni, uzaydaki madde yoğunluğunun Dünya’dakinden çok daha az olması ve ‘daha temiz’ ortamda parazit ihtimalinin azalmasıydı.

Araştırmacılar, kütleçekim kuvvetlerinin bile kuantum iletişim ağını rotasından çıkarmaya yetmeyeceğini ortaya koydu.

Hakemli bilimsel dergi Physical Review D’de yayımlanan makalede şu ifadeler yer aldı: “Fotonların aracılık ettiği kuantum iletişiminin yıldızlararası mesafeler boyunca kurulabilmesi akla yatkın.”

Olası uzaylı yaşam formlarının birbirleriyle veya insanlarla iletişime geçmek için kuantum ağlarını kullanıyor olmaları şu anda tamamen bir tahmin.

Zira kuantum iletişimi söz konusu olduğunda bile, bilgi ışık hızından daha hızlı seyahat edemez. Bu nedenle mesajların hedeflerine ulaşması çok uzun sürebilir.

Öte yandan bilim insanları bu bulgulara dayanarak, Dünya dışı yaşam formlarının tahmini iletişim yöntemlerine kuantumu da ekleyebilir.

Makalede konuyla ilgili şu ifadeler yer aldı: Prensipte, kozmik bir objeden gelen bir kuantum sinyalini veya hatta Dünya dışı bir uygarlıktan gelen bir sinyali tespit etmek mümkün olmalı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Yemeğe Tuz Atmak Ömrü Kısaltıyor

Yüz binlerce İngiliz’in verileri kullanılarak yapılan bir araştırmaya göre hazır, pişmiş yemeğe daha da tuz katmak insan ömrünü ortalama 2 yıl kısaltıyor. Araştırmayı yürütenler, bunun tuz tüketimi ile erken ölüm arasındaki bağlantıyı inceleyen ilk çalışma olduğunu söylüyor.

Sputnik’te yer alan habere göre; Orta yaşlı 500 bin İngiliz’le yapılan bir araştırma, yemeğe tuz atmanın erken ölümle yakından ilişkili olduğunu ortaya koydu. Bu kişilerin genetik ve sağlık geçmişlerinin kayıtlarının tutulduğu UK Biobank kullanılarak yapılan araştırmaya göre tuz erkeklerin ömrünü en az 2, kadınların ömrünü de 1.5 yıl kısaltıyor. Yemeği pişirirken atılan tuz miktarı ise araştırmaya dahil değil.

Araştırmada sağlıksız yaşam sürme gibi diğer faktörler de göz ardı edilmesi ancak araştırmayı yürüten ekip elde edilen sonuçların insanların yemeklerine tuz atmayı bırakmasını düşünmesine gerektirecek kadar güçlü olduğunu gösterdiğinin altını çizdi.

Araştırmanın başındaki isimlerden Prof. Lu Ki, “Bildiğim kadarıyla araştırmamız, yemeğe tuz katılması ile erken ölüm arasındaki ilişkiyi inceleyen ilk araştırma olma özelliği taşıyor. Masada önümüzde duran yemeğe daha az tuz katarak ya da hiç katmayarak sodyum tüketimini biraz azaltmanın sağlık açısından büyük getirileri olacaktır; özellikle de geniş kitlelerde başarılabilirse” ifadelerini kullandı.

Öyle ki 2006-2010 arası tuz tüketimleri açısından takip edilen araştırma katılımcıları arasında yemeğine her zaman tuz katanların erken ölüm riski yüzde 28 olarak belirlendi. 50 yaşında olup da tuzdan vazgeçmeyen erkek ve kadınlar için yaşam beklentisi de sırasıyla 2.3 ve 1.5 yıl kısaldı.

Erken ölüm getiren diğer faktörler ise yaş, cinsiyet, etnik köken, vücut ölçüleri, sigara- alkol kullanımı, fiziksel aktivite, yeme alışkanlıkları ile diyabet, kanser ve kalp hastalıkları gibi tıbbi durumlar. Batı ülkelerinde sodyum tüketiminin neredeyse yüzde 70’i işlenmiş ve hazır gıdalardan kaynaklanıyor.

Paylaşın

NASA, Bennu Asteroidine Dair Tahminlerinde Tamamen Yanıldı

Bilim insanları, Bennu asteroidinin “plastik top havuzuna adım atmış” gibi hissettirecek bir yüzeye sahip olduğunu keşfetti. OSIRIS-REx’in Ekim 2020’de Bennu’yu ziyaret ettiğinde asteroitten topladığı örnekleri inceleyen NASA, bu uzay kayasının dış yüzeyinin gevşek dolgulu ve birbirlerine hafifçe bağlı parçacıklardan oluştuğunu tespit etti.

Güneybatı Araştırma Enstitüsü’nden OSIRIS-REx bilim ekibinin üyesi Kevin Walsh, “Bennu eğer tam dolgulu olsaydı, bu neredeyse katı kaya olduğu anlamına gelirdi ancak yüzeyde çok boşluk bulduk” dedi.

OSIRIS-REx’in baş araştırmacısı Dante Lauretta, “Asteroidin yüzeyiyle ilgili beklentilerimizde tamamen yanıldık” diye ekledi.

Bennu’nun yüzeyindeki çakıl taşlarının bolluğu ve uzay aracının geride 8 metre genişliğinde bir krater bırakması bilim insanlarını şaşkınlığa düşürdü. Lauretta, “Örnek toplama prosedürünü laboratuvarda her test ettiğimizde zar zor parça koparıyorduk” dedi. Baş araştırmacı, “ne kadar büyük bir keşmekeş yarattığımızı görmek için” NASA’nın görev ekibinin asteroidin yüzeyinin daha fazla fotoğrafını çektiğini söyledi.

“Nightingale” örnek sahasının öncesi ve sonrası fotoğraflarında görülebilen birikintilerin yanı sıra uzay aracının inişi sırasında toplanan hızlanma verilerini analiz eden NASA, asteroide temas ettiğinde OSIRIS-REx’in bir kişinin bir French press kahve sürahisinin demleme aparatını bastırırken hissedeceğiyle aynı miktarda dirençle karşılaştığını buldu.

ABD’nin Maryland eyaletinin Laurel şehrindeki Johns Hopkins Uygulamalı Fizik Laboratuvarı’nda çalışan, OSIRIS-REx ekibinin üyesi bilim insanı Ron Ballouz, “Yüzeyden ayrılmak için iticilerimizi ateşlediğimiz sırada hâlâ asteroide batıyorduk” dedi.

Uzay aracının çektiği fotoğraflar ve elde ettiği hızlanma bilgilerine dayanarak Bennu’nun yoğunluğunu ve kohezyonunu ortaya çıkarmak için yüzlerce bilgisayar simülasyonu çalıştırılmasının ardından gerçek yaşam verileriyle yakından eşleşeni bulundu. Bennu’nun yüzeyi hakkındaki yeni bilgiler, bilim insanlarının diğer asteroitlerin uzaktan gözlemlerini daha iyi yorumlamalarını sağlamakta kullanılabilir.

Bu bilgi, gelecekteki asteroit görevlerini tasarlamak ve Dünya’yı asteroit çarpmalarından korumak için yöntemler geliştirmekte faydalı olabilir.

OSIRIS-REx ekibinden bilim insanı ve Fransa Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nin araştırma direktörü Patrick Michel, “Bence hâlâ bu cisimlerin ne olduğunu anlamanın başındayız çünkü çok mantık dışı davranışlar sergiliyorlar” dedi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Büyük Kafalı Ama Küçük Kollu Yeni Bir Dinozor Keşfedildi

Arjantin’de bir grup bilim insanı, çok büyük bir kafası ama boyutlarına göre küçük kolları olan yeni bir yırtıcı dev dinozor keşfettiler. Bilim insanları, küçük uzuvların etobur dinozora hayatta kalma avantajları sağladığına inanıyor.

Keşifle ilgili Current Biology dergisinde yazan bilim insanları, daha önce bilinmeyen bir türe ait iskelet kalıntılarının Kuzey Patagonya’da çıkarıldığını belirtiyor.

Meraxes gigas adı verilen ve yaklaşık 11 metre boyundaki dinozorun kafatası 1,2 metre ama kolları sadece 60 cm uzunluğunda.

Araştırmayı kaleme alan Juan Canale, “Orantısal olarak küçük olan bu kolların bir tür işlevi olduğunu düşünüyorum. İskelette büyük kas girişleri ve tam gelişmiş göğüs kemerleri görülüyor, yani kollarda güçlü kaslar vardı” diyor ve ekliyor:

“Kollarını çiftleşme sırasında dişiyi tutmak için ya da düştükten sonra ayağa kalkarken destek olarak kullanmış olabilirler.”

Araştırmanın diğer yazarı Peter Makovicky, dinozorun kollarının “kelimenin tam anlamıyla kafatasının yarısı uzunluğunda olduğunu ve ağzına kadar uzanmadığını” belirtiyor.

Makovicky, türün dev kafasının, daha küçük türlerde kolların yaptığı işlevleri üstlenen temel yırtıcı araç olduğunu söylüyor.

Adını Game of Thrones kitap serisindeki kurgusal bir ejderhadan alan Meraxes gigas, köpekbalığı dişli kertenkelegiller grubuna ait.

Dört ton ağırlığındaki bu sürüngenlerin 90-100 milyon yıl kadar önce yaşadıklarına inanılıyor.

Bilim insanları tiranosoroid (zorba kertenkeleler) ile abelisoroidlerin (Abel kertenkeleleri) de benzer nedenlerle küçük kollar geliştirdiğini söylüyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

James Webb’in Göz Kamaştırıcı Test Görüntüsü Paylaşıldı

NASA, gelmiş geçmiş en güçlü uzay teleskobunu James Webb’in yakaladığı göz kamaştırıcı test görüntüsünü paylaştı. 6 Temmuz’da yayımlanan görüntü, mayısta 8 günlük süre zarfında kaydedilen 72 fotoğraftan oluşuyor.

NASA uzmanları bunu, “evrenin şimdiye kadar çekilmiş en derin görüntülerinden biri” diye niteledi.

James Webb Uzay Teleskobu’nun ilk tam renkli görüntülerini ve spektroskopik (maddenin özelliklerinin, emilen ve salınan parçacıklar, ışık veya ses aracılığıyla incelenmesi) verilerini 12 Temmuz’da yayımlamaya hazırlanan uzay ajansı, ilk hedefleri de açıkladı.

Teleskobun odaklandığı nesneler şöyle:

Karina Bulutsusu: En parlak bulutsulardan biri olan Karina, Dünya’dan yaklaşık 7 bin 600 ışık yılı uzaklıkta yer alıyor.

NGC 3132: Dünya’dan yaklaşık 2 bin ışık yılı uzağındaki nesne, Güneyin Halka Bulutsusu ve Patlak Sekiz Bulutsusu adlarıyla da biliniyor. NGC 3132, ölme sürecindeki bir yıldızı çevreliyor.

WASP-96b: Son derece sıcak bir ötegezegen olan WASP-96b, bulutsuz bir atmosfere sahip. Dünya’yla arasındaki mesafe 1150 ışık yılını buluyor.

Stephan Beşlisi: Bu galaksi kümesi, Pegasus Takımyıldızı’nda bulunuyor. 5 galaksiden 4’ünün birbiriyle birleşmesi bekleniyor.

SMACS J0723.3-7327: James Webb’in, bu galaksi kümesini bir teleskop gibi kullandığı açıklandı. Kütleçekimsel mercekleme adı verilen yöntem, araştırılan gök cisminin gözlem aracı ve uzak bir yıldız ya da galaksi arasında hizalandığı durumda işlevli oluyor. Bu durumda galaksi veya yıldızın kütleçekim kuvveti mercek etkisi yaratıyor. Yani gökbilimcilerin incelemek istediği nesnenin ışığını bükerek ve uzatarak daha parlak görünmesini sağlıyor. Bu da ilgili nesnenin gözlemlenmesine olanak tanıyor. Bu, SMACS J0723.3-7327 sayesinde evrenin ilk zamanlarının gözlemlenmesi imkanını doğuruyor.

James Webb evrenin derinliklerine bakacak

25 Aralık’ta Avrupa Uzay Ajansı’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan gözlem aracı, 1990’dan beri uzayın derinliklerini gözlemleyen Hubble Uzay Teleskobu’nun yerini alacak.

Teleskop en az 5 yıl çalışacak şekilde tasarlandı ama bilim insanlarının son hesaplamaları teleskobun 20 yıldan uzun süre çalışmak için yeterli yakıta sahip olabileceğini gösteriyor.

Geliştirilmesine NASA’nın öncülük ettiği teleskobu 15 ülke ortak işletiyor.

Teleskop, “Dünya benzersiz mi?”, “Ona benzer başka gezegen sistemleri var mı?” ve “Evrende yalnız mıyız?” gibi çok temel sayılan ama henüz tam olarak yanıtlanamamış soruların peşinden gidecek.

Gözlem aracı, birbirinden epey farklı ötegezegenleri inceleyecek, yaşamın yapı taşlarını bulma umuduyla, Dünya’nınkine benzer atmosferleri araştıracak ve başka gezegenlerde organik moleküller saptamaya çalışacak.

Teleskobun bir diğer amacı da yıldızların evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlamak. Kızılötesi ışıkta gözlem yapan araç, bir zaman makinesi görevi görecek.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

NASA yetkililerine göre James Webb Uzay Teleskobu 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilinen En Hızlı Yıldız Keşfedildi

Araştırmacılar bilinen evrendeki en hızlı yıldızı keşfetti. S4716 adı verilen yıldız, Samanyolu galaksimizin merkezindeki Sagittarius A kara deliğinin etrafında, 100 Astronomik Birim (AU, Dünya ile Güneş arasındaki mesafe) uzaklıkta dönüyor.

Yıldız, 100’den fazla yıldızdan oluşan ve özellikle hızlı hareket etmesiyle bilinen bir S kümesinde.

S4716’yı yaklaşık 20 yıl boyunca gözlemleyen bilim insanları, yıldızın 23,5 milyon kilometre çapa sahip süper kütleli kara deliğin etrafında saniyede 8 bin kilometre hızla ilerlediği ve yörüngedeki turunu sadece 4 yılda tamamladığı sonucuna vardı.

Yeni çalışmanın baş yazarı Dr. Florian Peissker, “Bir yıldızın, süper kütleli bir kara deliğin çevresinde, bu kadar yakın ve hızlı bir sabit yörüngede olması tamamen beklenmedik bir şeydi. Bu geleneksel teleskoplarla gözlemlenebilecek sınırı teşkil ediyor” dedi.

S4716’nın yakın mesafeli yörüngesi bilim insanlarının kafasını karıştırmayı sürdürüyor. Çek Cumhuriyeti’nin Brno kentindeki Masaryk Üniversitesi’nden çalışmaya dahil olan astrofizikçi Michael Zajaček, “Yıldızlar kara delik yakınlarında bu kadar kolay oluşamaz. S4716 içe doğru hareket etmek zorunda kalmış, örneğin S kümesindeki diğer yıldızlara ve nesnelere yaklaşmış ve bu da yörüngesinin önemli ölçüde küçülmesine neden olmuş” dedi.

Yıldızı gözlemlemek için toplam 5 teleskopa ihtiyaç duyulmuş. 5 teleskoptan 4’ü daha da doğru ve ayrıntılı gözlemlere imkan tanımak için büyük bir teleskop oluşturacak şekilde birleştirilmiş.

Araştırma, The Astrophysical Journal adlı bilimsel dergide yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın