James Webb Teleskobundan Yine Büyüleyici Görüntü!

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) ve Avrupa Uzay Ajansı’ndan salı günü yapılan açıklamada, James Webb Uzay Teleskobu’nun, Cartwheel (Araba Tekerleği) Galaksisi’nin yeni bir görüntüsünü yakaladığı duyuruldu ve bu yeni görüntü dünya kamuoyu ile paylaşıldı. 

Euronews Türkçe’de yer alan habere göre, büyük miktarda gaz ve tozun arkasında olmasına rağmen benzeri görülmemiş bir netlikle olan görüntü herkesi büyüledi.

Sculptor (Heykeltıraş) takımyıldızında Dünya’dan yaklaşık 500 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan Araba Tekerleği Galaksisi bu özel şekli iki galaksinin çarpışması sayesinde aldı.

Çarpışma sonrası ortaya çıkan bir görüntü

NASA ve ESA yaptıkları ortak açıklamada, çarpmanın “bir taş atıldıktan sonra bir göletteki dalgalanmalar gibi” galaksinin merkezinden dışarı doğru genişleyen iki halka gönderdiği ifade edildi.

Görüntüde de daha küçük beyaz bir halka galaksinin merkezine daha yakın duruyor ve dış halka tam çeperde yer alıyor. Bu dış halka genişledikçe gaza dönüşerek yeni yıldızların oluşumunu tetikliyor.

Hubble teleskopu, henüz küçük bir galaksi ile çarpışmadan önce kendi Samanyolumuz gibi sarmal bir galaksi olduğuna inanılan bu nadir gökadanın görüntülerini yakalamıştı.

Webb teleskopu kızılötesi kapasitesi ile çok daha geniş bir spektrumda görüntüleme imkanına sahip. Bu sayede bu muhteşem görüntü son derece net bir şekilde elde edilebildi.

Bu yeni net ve detaylı görüntü, galaksideki yıldız oluşumu ve merkezindeki süper kütleli kara deliğin davranışı hakkında da yeni ayrıntıları ortaya çıkardı.

Dünyadakine benzer tozlar tespit edildi

Ayrıca hidrokarbonlar ve diğer kimyasallar açısından zengin bölgelerin yanı sıra Dünya’daki toza benzer tozlar da tespit edilebildi.

Araba Tekerleği Galaksisi’nin arkasında iki küçük galaksi onların da arkalarında daha fazla sayıda galaksi net şekilde seçilebiliyor.

Uzay ajansları şu açıklamayı yaptı: Webb bize Cartwheel’in 500 milyon yıl önceki durumuna dair bir görüntü verirken, aynı zamanda bu galaksiye geçmişte ne olduğu ve geleceğinde nasıl gelişeceği hakkında fikir de veriyor.

Paylaşın

Güneş’teki Delikten Akan Fırtına Dünya’yı Vuracak

Güneş’in atmosferindeki bir delikten gelen yüksek hızlı plazma dalgası, 3 Ağustos Çarşamba günü Dünya’yı vurarak gezegenin manyetik alanıyla etkileşime girecek. Bu plazmalar, Dünya’nın manyetik alanıyla etkileşime girip, manyotesferde geçici bozulmalara yol açtığında Güneş fırtınası adını alıyor.

Uzmanlar, fırtınayı “G1 sınıfı” diye kategorize etti. Bu sınıftaki fırtınalar, genellikle “potansiyel olarak yıkıcı” diye niteleniyor. Zira güç şebekelerinde nispeten zayıf dalgalanmalar yaratabiliyor, uyduların işlevlerini etkileyip, göç eden hayvanların yön bulma yeteneklerini bozabiliyor.

ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer İdaresi’ne göre “gaz halindeki malzemenin Güneş atmosferinin güneyindeki bir delikten aktığı” gözlemlendi. Uzmanlar bu tahminlerin ardından fırtına uyarısında bulundu.

Güneş’in korona diye adlandırılan atmosferindeki bu delikler, yıldızdaki plazmanın nispeten soğuk ve seyrek olduğu alanlar. Ancak aynı zamanda Güneş’in manyetik alan çizgilerinin uzaya doğru ışınlandıkları yerler.

San Francisco’daki bilim müzesi Exploratorium uzmanlarına göre bu, Güneş’ten çıkan malzemenin saatte 2,9 milyon kilometre hızla gezegenlere doğru savrulmasına sebebiyet veriyor.

Fırtınalar, uyduları, GPS sistemlerini ve elektronik cihazları kötü etkilese de Dünya’nnın manyetik alanıyla etkileşimi sayesinde kutup ışıklarını meydana getirerek Kuzey Yarım Küre’nin yüksek enlemlerinde görsel şölen yaratabiliyor.

Güneş’te hareketlilik giderek artacak

Gökbilimciler Güneş’teki patlamaların birkaç yıl içinde giderek artacağını ve zirve noktasına ulaşacağını belirtiyor. Çünkü Güneş, şu anda hareketli bir evrede.

Yıldız her 11 yılda bir, sakin veya fırtınalı geçen bir döngüsünü tamamlıyor ve yenisini başlatıyor. Güneş’in 2019’da 25. döngüsüne girdiği biliniyor. Bu döngülerden sakin olanına, yani yıldızdaki patlamaların ve lekelerin minimum seviyeye indiği dönemlere “solar minimum” adı veriliyor.

Güneş lekelerinin arttığı ve patlamaların da sıklaştığı evrelerse “solar maksimum” diye adlandırılıyor.

Uzmanlara göre yıldız şu anda hareketli bir dönemden geçiyor. Ancak henüz başında olduğu için 2022’nin çok şiddetli olaylara tanıklık etmeyeceği düşünülüyor.

2025’teyse solar maksimum evresi zirve noktasına ulaşacak. Bu nedenle özellikle 2025 civarında şiddetli patlamaların Dünya’yı etkilemesi bekleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Avrupa’nın Son Pandasının Bulgaristan’da Yaşadığı Ortaya Çıktı

Pandaların Avrupa’yı en son ne zaman dolaştığını yakın zamanda bir müze koleksiyonunda yeniden keşfedilen bir çift diş ortaya çıkardı. Fosiller yıllarca incelenmeyi beklemişti.

Araştırmacılar, yaklaşık 40 yıldır depoda tutulan dişleri incelediklerinde, fosillerin daha önce hiç görülmemiş, Avrupalı bir panda türüne ait olduğunu keşfetti.

Modern dev pandaların yakın akrabası olduğu tespit edilen yeni tür, kıtada yaklaşık 6 milyon yıl önce yaşadı ve muhtemelen Avrupa’nın son pandasıydı.

Bir üst köpek dişi ve bir üst azı dişinden oluşan iki parça fosil, ilk olarak 1970’lerin sonlarında Bulgaristan’ın kuzeybatısındaki bir bölgeden çıkarılmıştı.

Sonunda Sofya’daki Bulgaristan Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’ne verilen fosiller yıllarca incelenmeyi beklemişti.

Araştırmacılar yakın zamanda dişleri inceledi ve bunların eski bir Avrupa pandasına ait olduğunu fark etti. Ancak fosiller, daha önce Avrupa’da tespit edilen panda türlerine ait diğer dişlere benzemiyordu.

Çoğu Avrupa panda türünün modern dev pandalardan (Ailuropoda melanoleuca) daha küçük dişleri vardı. Yani muhtemelen günümüz kuzenlerinden çok daha küçüklerdi.

Ancak Agriarctos nikolovi diye adlandırılan yeni türün dişleri, Avrupa pandaları için çok daha büyüktü ve büyük olasılıkla günümüz dev pandalara benzer boyuttaydı.

Dişler ayrıca, bazıları 10 milyon yıldan daha eski olan diğer Avrupalı panda fosillerinden çok daha yakın bir zamana tarihlendi. Bu da A. nikolovi’nin muhtemelen kıtada yaşayan son panda türü olduğunu gösteriyor.

Bulgaristan Ulusal Doğa Tarihi Müzesi’nden paleontolog Nikolai Spassov, “Bu keşif, antik doğa hakkında hâlâ ne kadar az şey bildiğimizi gösteriyor” dedi.

Paleontolojideki tarihi keşiflerin bugün bile beklenmedik sonuçlara yol açabileceğini ortaya koyuyor.

Spassov, A. nikolovi’yle dev pandalar arasındaki boyut benzerliklerine rağmen, yeni tanımlanan türün “modern cinsin doğrudan atası olmadığını” ama bunların yakın akraba olduğunu söyledi.

Dişlerin ilk bulunduğu bölge, bir zamanlar bataklık ormanıydı. Bu, A. nikolovi’nin modern pandalardan çok daha çeşitli bir beslenme düzenine sahip olduğunu gösteriyor.

Araştırma ekibine göre bu hayvanlar, modern pandaların çok sevdiği bambu gibi yalnızca tek bir bitki türüyle kısıtlı kalmamıştı. Bunun yerine bir dizi yumuşak bitki örtüsüyle ziyafet çekiyordu.

Journal of Vertebrate Paleontology adlı hakemli bilimsel dergide yayımlanan araştırmada A. nikolovi’nin iklim değişikliği nedeniyle yaşam alanları ve beslenme düzenleri etkilediği için yok olmuş olabileceği ifade edildi.

Araştırmacılar, A. nikolovi’nin yaklaşık 6 milyon yıl önce ortaya çıkan bir olay karşısında özellikle savunmasız kaldığını belirtti: Akdeniz’in neredeyse tamamen kuruduğu ve karasal ekosistemlerin ciddi etkilendiği “Messinian tuzluluk krizi”.

Ekibe göre eski panda türünün yaşadığı bataklık ormanları muhtemelen bu olay nedeniyle çok daha kuru ve sıcak hale geldi. Bu da bitkilerin büyümesini zorlaştırdı ve pandaları aç bıraktı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Ölümcül Bir Kanser Türü Beyni Ele Geçirerek Kendini Tedavi Edilemez Kılıyor

Geçen hafta yayımlanan yeni bir araştırma, agresif bir beyin kanseri olarak bilinen Glioblastoma’nın (GBM) mekanizmasına ışık tuttu. Araştırma, gelecekte daha iyi tedaviler geliştirilmesini sağlayabilir.

Almanya’da Varun Venkataramani liderliğindeki bir araştırma ekibi, bu kanserin beynin “devrelerini” ele geçirerek kendisini daha fazla yaymak ve tedavi edilemez kılmak için kullandığını tespit etti.

Farelerde ve laboratuar ortamında GBM hücrelerini inceleyen ekip, tümörlerin beyni sistematik olarak istila etmek için normal nöron gelişiminden yararlandığını gördü.

Hakemli bilimsel dergi Cell’de yayımlanan araştırma, gelecekte bilim insanlarının bu tür ölümcül hastalıklar için daha iyi tedaviler geliştirmesini sağlayabilir.

Beyin kanserleri nispeten nadir olmasına rağmen, GBM bunun en yaygın türü olarak biliniyor.

Nöronları destekleyen ve astrosit diye bilinen hücrelerden oluşan bu kanser, ilk başta baş ağrısı ve mide bulantısı gibi başka hastalıklara da işaret edebilecek belirtiler gösteriyor.

Tedavi nadiren başarıya ulaşıyor ve kanser sıklıkla tekrarlıyor. Ortalama sağkalım süresi ise bir yıldan az.

Bunun nedeni, kanserin kendisini beyinde geniş bir alana yayabilmesi ve cerrahi yöntemlerle tamamen temizlenmesini çok daha zor hale getirmesi.

GBM tümörlerinin ayrıca çok çeşitli hücreler içerdiği biliniyor ve bu da herhangi bir tedavi geliştirme sürecini daha da karmaşık hale getiriyor.

Heidelberg Üniversitesi’nde beyin tümörü araştırmacısı Venkataramani’ye göre, bu farklı GBM hücre popülasyonlarının kesin rolü ve işlevi şimdiye dek gizemli kalmıştı.

Önceki araştırmalar, GBM hücrelerinin, mikrotüpler diye bilinen uzun çıkıntılarla birbirine bağlı bir tür ağ oluşturduğunu ve bu mikrotüplerin kanseri daha da ilerlettiğini göstermişti.

Ancak ekibin yeni çalışması, bağlantılı olmayan diğer GBM hücrelerinin de kanserin yayılmasında hayati bir rol oynadığını gösterdi.

Buna göre söz konusu hücreler, nöronlardan beynin diğer kısımlarını istila etmeye teşvik eden bir sinyal alıyor.. Nöron sinyalleri ayrıca mikrotüplerin büyümesini hızlandırıyor ve zamanla bağlantısız GBM hücreleri kanserin geri kalanıyla birleşiyor.

Venkataramani, “Bu bulguların klinik deneylerde en iyi şekilde sınanması gerektiğine inanıyoruz ve bu beyin tümörlerinin istilacı doğasını daha spesifik izleyebilmemiz için klinik görüntülemeyi daha da geliştirmemiz gerekecek” dedi.

Son olarak, bu çalışma prensipte tüm kanser varlıklarında kullanılabilecek bir çerçeve oluşturuyor ve bu mekanizmaların diğer tümör tiplerine nasıl dönüşeceğini anlamak önemli olacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Tıpta Ve Biyolojide Devrim Yaratacak Gelişme!

Google’ın yapay zeka şirketi DeepMind’ın geliştirdiği program, tıpta ve biyolojide devrim yaratacak bir gelişmeye imza atarak, bilim insanlarının bildiği hemen hemen her proteinin yapısını ortaya çıkardı.

Firma, protein katlanması denen çok önemli bir bilimsel problemi insanlardan çok daha iyi çözebilen AlphaFold isimli bu programı 2018’de geliştirmişti.

2021’de faaliyete geçtiği açıklanan AlphaFold, insan vücudundaki 20 bin proteinin de dahil olduğu 20 türün yapısını tahmin ederek büyük yankı uyandırmıştı.

Program artık görevini tamamladı ve varlığı bilinen 200 milyondan fazla protein için öngördüğü yapıları yayımladı.

AlphaFold, protein yapılarını tahmin etmek için amino asit dizileri ve bunların etkileşimine dair bilgi toplayarak çalışıyor. Algoritma 4 yılın sonunda artık protein şekillerini atom seviyesine kadar doğru biçimde dakikalar içinde tahmin edebiliyor.

DeepMind’in kurucusu Demis Hassabis,  “Aslında, bunu tüm protein evrenini kapsayan bir gelişme olarak düşünebilirsiniz” diye konuştu.

AlphaFold’un çalışması bitkiler, bakteriler, hayvanlar ve diğer birçok organizma için tahmine dayalı yapıları içeriyor. Sürdürülebilirlik, gıda güvenliği ve ihmal edilen hastalıklar gibi önemli konularda etkisi olabileceği büyük fırsatlar açıyor.

Proteinlerin yapısını çözmek neden önemli?

Proteinler küçük, karmaşık bulmacalara benzetiliyor. Bakterilerden bitkilere ve hayvanlara kadar çeşitli organizmalarda üretilen bu malzemeler yaşamın yapı taşlarından.

Bunlar üretildikten sonra milisaniyeler içinde katlanmaya başlıyor. Ancak yapıları o kadar karmaşık ki hangi şekli alacaklarını tahmin etmek neredeyse imkansız. Öte yandan bunların yapısını çözmek, her türden hastalığa çare bulunması için kilit önemde.

Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği’nden Prof. Dr. Cem Say, “Bütün canlıların vücutları değişik değişik proteinlerin birbirine belirli şekillerde legolar gibi takılmasından oluşuyor. Bu proteinlerin hangi parçalardan oluştuğunu laboratuvarda anlamak kolay. Ama bir ilaç geliştirmek istiyorsanız ya da genel olarak tıpla ilgili herhangi bir şey yapmak istiyorsanız proteinin şeklini de anlamak gerekiyor” ifadelerini kullanmıştı.

Daha önce AlphaFold’un başarısını Independent Türkçe’ye değerlendiren Say, sözlerini şöyle sürdürmüştü: Çok küçük şeylerden bahsediyoruz, yani şekillerini anlamak aylar, yıllar süren zor bir iş. Yüz milyonlarca protein cinsinin sadece küçük bir kısmının şekli 60 yıllık çalışmayla anlaşılabilmiş. Şeklini anlayabilirseniz her türden tuhaf hastalığa ilaç yapabilirsiniz.

Say ayrıca, proteinlerin yapısının çözülmesinin bilimkurguyu andıran gelişmelere kapı aralayabileceğini belirtmişti: Aynı zamanda hiç insan vücudunda görülmemiş veya doğada olmayan birtakım yeni proteinler imal edebilirsiniz. Bilimkurgusal bir gelişmeden bahsediyoruz.

DeepMind’ın konuyla ilgili basın açıklamasında görüşlerine yer verilen, ROME Therapeutics CEO’su Rosana Kapeller da programın ilaç keşfine damga vuracağını belirtiyor: Yeni ilaçları hastalara daha hızlı ulaştırma etkisini fark etmenin henüz ilk aşamasındayız.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Uçuk Virüsü, Bronz Çağı’ndaki Öpüşme Geleneğinin Mirası

İngiltere’de Cambridge Üniversitesi tarafından yapılan bir araştırma, uçuk virüsünün (Herpes Simplex HSV-1) geçmişinin Bronz Çağı’na kadar gittiğine ve öpüşmeyle yayıldığına işaret ediyor.

Araştırmaya göre, bugün dünyada yaklaşık 3,7 milyar kişiyi etkileyen virüs, 5.000 yıl önce Avrasya’dan Asya’ya büyük göçlerle ortaya çıktı.

Virüsün adaptasyon sürecini anlamak için yapılan araştırma kapsamında binlerce yıl öncesinden DNA örnekleri incelendi.

Araştırmacılar göçün nüfusun yoğunlaşmasına yol açtığını ve bunun da öpüşme gibi yeni kültürel uygulamalar yoluyla virüsün yayılmasını hızlandırdığı sonucuna vardı.

Bilim insanları bu araştırmayla ilk kez eski virüsün genom sekans bilgilerinin oluşturulduğunu söylüyor.

Herpes virüsünün daha önceki genetik bilgileri 1925 yılına dayanıyordu.

Ama şimdiki araştırmada bin yıldan daha uzun bir süre öncesine ait insan kalıntılarında dört yeni örnek daha bulundu.

Bu veriler kullanılarak virüsün evriminin tahmini zaman çizelgesi oluşturuldu.

Araştırmada kullanılan örnekler, insan kalıntılarının diş köklerindeki viral DNA’ların çıkarılmasıyla elde edildi.

Yüzdeki herpes, ağız yoluyla yayılıyor. Araştırmacılar öpüşmeye dair ilk kayıtların Güney Asya’da bulunan Bronze Çağı’na ait bir el yazmasında yer aldığını söylüyor.

Roma İmparatoru Tiberius öpüşmeyi yasaklamaya çalışmıştı

Yüz yıllar sonra Roma İmparatoru Tiberius resmi etkinliklerde öpüşmeyi yasaklamaya çalışmıştı. Araştırmacılar bunun herpesle bağlantılı olduğuna inanıyor.

Cambridge Üniversitesi St. John’s College öğretim üyesi ve Tartu Üniversitesi tarih öncesi DNA araştırmaları laboratuvarı başkanı Dr. Christiana Scheib, şunları söylüyor:

“Her primat türünde bir tür herpes var. Bu virüs kendi türümüzün Afrika’yı terk ettiğinden beri bizimle. Fakat 5.000 yıl önce olan bir şey – bu öpüşmeyle bağlantılı olabilir- bir herpes türünün diğer türlere baskın çıkmasına neden oldu.”

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

Dünya, Yeni En Kısa Gün Rekorunu Kırdı

Dünya, 29 Haziran 2022’de kendi etrafındaki tam turunu kendi standardı 24 saatten 1,59 milisaniye (saniyenin binde birinden biraz uzun) daha kısa sürede tamamladı. Dünya, 26 Temmuz’da 24 saatten 1,5 milisaniye daha kısa süreyle bu ay rekoru neredeyse bir kez daha kırıyordu.

Son zamanlarda Dünya’nın hızı artıyor. Gezegen 2020’de, 1960’lardan bu yana ölçülen en kısa ayı yaşamıştı. Tüm zamanların en kısa günü de 19 Temmuz’da 24 saatin 1,47 milisaniye altıyla o yıl ölçülmüştü.

Dünya ertesi sene, rekor kırmasa da genel olarak artan bir hızla dönmeye devam etti. Fakat çok daha uzun periyotlara bakıldığında, Dünya’nın dönüşü yavaşlıyor. Her yüzyılda, Dünya’nın bir tam dönüşünü tamamlaması birkaç milisaniye daha uzun sürüyor.

Buna neyin yok açtığı kesin değil fakat bilim insanları yavaşlamanın gezegenin çekirdeğinin iç veya dış katmanlarındaki süreçlerden, okyanuslardan, gelgitlerden ve hatta iklimdeki değişikliklerden kaynaklanabileceğini tahmin ediyor.

Bazı bilim insanları, günlerin süresinin azalmasının Chandler yalpasıyla ilişkili olabileceğini öne sürüyor. Söz konusu terim, Dünya’nın dönüş eksenindeki küçük bir sapmaya deniyor. Gelecek hafta Asya Okyanusya Coğrafi Bilimler Topluluğu’nda yer alacak bilim insanları Leonid Zotov, Christian Bizouard ve Nikolay Sidorenkov’a göre bu, dönen bir topacın ivme kazanmaya başladığı veya yavaşladığı zaman gözlenen titremeye benziyor.

Dünya artan hızla dönmeye devam ederse, bu durum Dünya’nın Güneş’in yörüngesindeki hızını atomik saatlerden gelen ölçümle tutarlı kılmak için negatif artık saniye uygulamasına yol açabilir.

Ancak negatif artık saniye BT sistemleri için potansiyel sorunlar yaratabilir. Meta yakın zamanda, artık saniyenin “esasen bilim insanlarına ve gökbilimcilere fayda sağladığını” fakat bunun “faydadan çok zarar veren riskli bir uygulama” olduğunu belirten bir blog yayımlamıştı.

Söz konusu riski, saatin 00:00:00’da sıfırlanmadan önce 23:59:59’dan 23:59:60’a geçmesi ve bu tür bir zaman sıçramasının programları çökertmesi veya veri depoları üzerindeki zaman etiketleri yüzünden veriyi bozması oluşturuyor.

Benzer şekilde, negatif artık saniye meydana geldiğindeyse, saat 23:59:58’den 00:00:00’a geçiyor. Meta bunun, “kronometrelere veya zamanlayıcılara dayanan yazılımlar üzerinde yıkıcı bir etkiye” sahip olabileceğini öngörüyor.

Dünyanın saatleri ve zamanı düzenlediği birincil zaman standardı olan Eşgüdümlü Evrensel Zaman (UTC), 27 kez artık saniye güncellemesi geçirdi.

Meta mühendisleri şöyle yazdı: Gelecekte yeni artık saniye uygulamalarını durdurma ve önümüzdeki bin yıl için yeterli olacağına inandığımız mevcut 27 seviyesinde kalma yönünde daha geniş topluluk çabasını destekliyoruz.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları Kelliğin Muhtemel Çözümünü Buldu

Yeni bir araştırmada, insanların saçlarının dökülüp dökülmeyeceğinden tek bir kimyasalın sorumlu olabileceği bulundu. Birleşik Krallık’taki erkeklerin yaklaşık üçte ikisi erkek tipi kellikle karşı karşıya kalacak.

Çalışmada, kimyasal maddenin keşfinin “sadece kelliği tedavi etmekle kalmayıp, nihayetinde yaraların iyileşmesini de hızlandırabileceği” belirtiliyor.

Riverside Kaliforniya Üniversitesi’nden araştırmacılar, saç köklerinin bölünmesine ve ölmesine tek bir kimyasalın yol açtığını keşfetti.

Biophysical Journal adlı bilimsel dergide yayımlanan çalışmanın ortak yazarı Çişuan Vang şöyle dedi:

Bilimkurgu eserlerinde karakterlerin yaralarını hızla iyileştiğinde bunu sağlayanın kök hücreler olduğu fikri mevcut.

Gerçek hayattaysa yeni çalışmamız bizi kök hücre davranışını anlamaya daha da yakınlaştırıyor. Böylece kök hücreyi kontrol edebilir ve yara iyileşmesini teşvik edebiliriz.

Düzenli ve otomatik biçimde kendini yenileyen tek insan organı olması sebebiyle saç köklerini inceleyen ekip, TGF-beta adı verilen bir protein türünün saç köklerindeki kök hücrelerin bölünmesini nasıl kontrol ettiğini ve bazılarının neden ölebildiğini keşfetti.

Vang şöyle açıkladı:

TGF-betanın iki zıt rolü var. Bazı saç köklerinin yeni yaşam üretmesi için faal hale gelmesini ve sonra da apoptozu, yani hücre ölüm sürecinin düzenlenmesini sağlıyor.

Bir saç kökü kendini öldürdüğünde bile asla kök hücre deposunu öldürmüyor. Hayatta kalan kök hücreler yenilenme işareti aldığında bölünüyorlar, yeni hücre yapıyorlar ve yeni bir saç kökü oluşturacak şekilde gelişiyorlar.

Fakat bilim insanları bir saç kökü öldüğünde kök hücre deposunun varlığını sürdürdüğünü tespit etti.

Çalışmanın yazarları saç kökü kök hücrelerini faal hale getirerek saç uzamasını sağlamanın mümkün olabileceğini fakat bu konu üzerinde daha fazla araştırma yapılması gerektiğini ekledi.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Yıldızların Kaderini Kara Delikler Belirliyor Olabilir

Çoğu galaksinin merkezinde yer aldığına inanılan süper kütleli kara delikler, galaksilerindeki yıldızların (bazıları doğarken, bazıları hiç var olmuyor) kaderine de hakim olabilir.

Bu, Dünya’dan yaklaşık 156 milyon ışık yılı uzaklıktaki IC 5063 galaksisinin merkezindeki süper kütleli kara deliği inceleyen Avrupalı gökbilimci ekibinin Nature Astronomy adlı bilimsel dergide yayımladığı yeni makalenin bulgusu. Süper kütleli karadelikler, etraflarında dönen gaz ve toz diskleriyle besleniyor. Madde karadeliğe düşmeden hemen önce sıkıştırılıp bastırıldığında açığa çıkan enerji, güçlü enerji jetleri üretiyor.

Birçok karadelik jeti, madde ve enerjiyi galaksilerinin düzlemine dik biçimde dışarı atarken, IC 5063’ün merkezindeki karadelikten kaynaklanan jetler, molekül gaz bulutlarını dönüşümlü biçimde sıkıştırıp dağıtarak galaksinin düzlemine göre fırlatılıyor gibi görünüyor. Sıkıştırılmış bulutlar daha fazla yıldız oluştururken, dağılmış bulutlar daha az yıldıza yol açıyor.

Yunanistan’daki Atina Üniversitesi’nde görev alan gökbilimci ve çalışmanın yazarı Kalliopi Dasyra, yaptığı açıklamada, “Sonuçlarımız süper kütleli karadeliklerin galaksilerin merkezinde yer alsalar bile, yıldız oluşumunu galaksi çapında etkileyebileceğini gösteriyor” dedi.

Bulutların kararlılığındaki basınç değişikliğinin etkisini incelemek bu projenin başarısının anahtarıydı.

Araştırmacılar, söz konusu süper kütleli karadeliğin IC 5063 galaksisi üzerindeki etkisini incelemek için Şili’deki 60’tan fazla radyo teleskop çanağından oluşan Atacama Büyük Milimetre Dizisi’nden ve yine Şili’de yer alan optik teleskop Çok Büyük Teleskop’tan yararlandı.

Karbonmonoksit ve iyonize azot ile kükürt gibi farklı kimyasal türlerin dağılımını ölçen araştırmacılar, jetlerin galaksi genelinde uygulanan basıncı nasıl değiştirdiğini haritalandırmayı başardı.

Ancak araştırmacılar, süper kütleli karadelik jetlerinin galaksilerdeki yıldız oluşumunu nasıl etkileyebileceğini daha iyi anlamak için, özellikle yeni faaliyete geçen James Webb Uzay Teleskobuyla (JWST) daha fazla çalışma yapılması gerekeceğini belirtiyor.

Dr. Dasyra, “JWST verilerini almaktan gerçekten heyecan duyuyoruz” dedi. Çünkü bunlar jet-bulut etkileşimini mükemmel çözünürlükte incelememizi sağlayacak.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Balinalar Dünya’yı Nasıl Soğutuyor?

Dünyanın en büyük hayvanları karbondioksitin atmosferden emilmesi konusunda son derece yetenekliler. Balinalar, özellikle de çubuklu balinalar ya da ispermeçet balinaları, dünyadaki en büyük yaratıklar arasında.

Bedenleri muazzam birer karbon deposu gibi, bu nedenle de okyanuslardaki varlıkları ekosistemi büyük oranda etkiliyor. Bu balinalar sadece okyanusun derinliklerini değil gezegenin ısısını da belirliyor.

2010’da yayımlanan bir bilimsel makaleye göre “İnsanlar ormanları keserek, ağaçları keresteye döndürerek ya da otlakları yok ederek karasal ekosistemdeki karbon düzeyini doğrudan etkiliyorlar. Açık okyanuslarda ise karbon döngüsü insan etkisinden tamamen bağımsız şekilleniyor”.

Ancak burada balina avcılığının ekosistemlere etkisi gözardı edilmiş.

İnsanlar yüz yıllardır balina avlıyor, balinaları yağından kemiğine ve etine dek tüketiyor.

Tarihte ilk ticari balina avcılığının MÖ 1000 yılında yapıldığı sanılıyor.

O tarihten bu yana da on milyonlarca balina avlandı ve uzmanlar balina nüfusunun yüzde 66 ila yüzde 90 oranında azalmış olabileceğini söylüyor.

Balinalar öldüklerinde okyanus zeminine çöküyor ve vücutlarında depolanan muazzam miktardaki karbon da yüzey sularından derin denizlere karışarak yüz yıllar boyunca burada varlığını sürdürüyor.

Balina dışkısı okyanustaki fotoplanktonlar için güçlü bir gübre

2010’da yapılan araştırma, endüstriyel balina avcılığı öncesinde yılda 190 bin ila 1,9 milyon ton karbonun balinalar aracılığıyla okyanus zeminine çöktüğünü ortaya koyuyor.

Bu her yıl 40 bin ila 410 bin otomobilin trafikten men edilmesiyle ulaşılabilecek bir oran.

Ancak balina avcılığı nedeniyle bu mümkün olamıyor ve balinalar öldürüldüğünde salınan karbon atmosfere karışıyor.

Araştırmayı yürüten isimlerden Maine Üniversitesi’nden deniz bilimci Andrew Pershing, 20’inci yüzyıl boyunca yapılan balina avcılığı sonucunda 70 milyon ton karbondioksitin atmosfere salındığını söylüyor.

“Bu büyük bir oran, ama bir yılda 15 milyon otomobil bu kadar karbon salıyor. Sadece ABD’de 236 milyon otomobil var,” diyor.

Ancak balinalar sadece öldüklerinde ekosisteme faydalı olmuyorlar. Dışkıları da iklim değişikliği açısından önemli bir rol oynuyor.

Balinalar okyanusun derinliklerinde besleniyor, dışkılarını çıkarmak için de su yüzeyine dönüyor.

Demir açısından son derece zengin olan balina dışkısı, fotoplanktonların gelişimi açısından mükemmel bir ortam sunuyor.

Fotoplanktonlar mikroskobik büyüklükte olabilirler, ancak hepsi bir bütün olarak ele alındığında gezegenin atmosferine müthiş bir etkileri söz konusu.

Dünya’da üretilen karbondioksitin yüzde 40’ını emebildikleri düşünülüyor.

Bu Amazon ormanlarının emdiği oranın dört katından fazla.

Karbon salan firmalar balinaları koruyabilir mi?

2019’da Uluslararası Para Fonu IMF’nin yayımladığı bir rapor, okyanuslarda balina nüfusunu arttırmanın faydalarını ele aldı.

Buna göre, bir balinanın yaşamı boyunca emdiği karbonun değeri ekoturizm ve daha iyi balıkçılığın getirdiği katmadeğerle de birleşince, ortalama bir büyük balina 2 milyon doların üzerinde bir değer ifade ediyor.

Bu çalışmanın ardındaki ekonomistler konuyu teoriden pratiğe taşıyarak dünya genelinde karbon salımına neden olan başlıca firmaların gelirlerinin bir bölümünü balina nüfusunun korunmasına harcamasını öneriyor.

Bu karmaşık bir plan, ancak imkansız değil. Zira aynı ekip Afrika ormanlarında fillerin avlanmasına karşı da karbon piyasası temelli benzer bir proje üzerinde çalışıyor.

Şili’de balinaların bulundukları noktaları akustik olarak tespit eden ve erken uyarı sistemiyle gemiler için alternatif rotalar oluşturan bir sistem de geliştiriliyor.

IMF araştırması balinaları korumanın iklim değişikliğiyle mücadele açısından başlıca önceliklerden biri haline gelmesi gerektiğini savunuyor.

Araştırmanın yazarları “Balinalar iklim değişikliğiyle mücadelede eşsiz bir konumda bulundukları için 2015’te imzalanan Paris Anlaşması’nı imzalamış olan 190 ülkede koruma kapsamına alınmaları gerekiyor,” yorumunda bulunuyor.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın