Sosyal Medya Bağımlılığının Cinsel İşlevi Azalttığı Keşfedildi

Yapılan yeni bir araştırmaya göre Facebook, Twitter, Instagram ve benzerleri gibi sosyal medya platformlarının bağımlılık düzeyinde kullanımı bireylerin cinsel hayatını olumsuz etkiliyor.

Hakemli bilimsel dergi The Journal of Sexual Medicine’de yayımlanan araştırmada sosyal medya bağımlılığının hem kadınlar hem de erkekler arasında bir dizi cinsel sorunla bağlantılı olduğuna dair kanıtlar elde edildi.

Portekiz’deki Ispa-Instituto Universitário’daki William James Araştırma Merkezi’nde görev alan Rui Miguel Costa, “Sosyal medya kullanımı bağımlılık özelliklerini kazandığında ruh halini kötüleştirebilir” dedi:

Kötü ruh halinin cinsel zorluklarla ilişkili olduğu göz önüne alındığında, sosyal medya bağımlılığının cinsel zorluklarla bağlantısını inceleyen yeterince araştırma olmaması beni şaşırttı.

Araştırmada 946 kadın ve 235 erkek, cinsel işlev ve bağımlılık derecesinde akıllı telefon kullanımına dair soruların yer aldığı anketleri doldurdu.

Daha sonra 536 kadın ve 194 erkekten de sosyal medya ve cinsel hayatlarıyla ilgili anketleri doldurması istendi. Katılımcılar, son bir ay içinde karşı cinsten partnerlerle cinsel ilişkiye girmiş, yani aktif cinsel hayata sahip kişiler arasından seçildi.

Anketlerde, “Sosyal paylaşım sitelerinde daha fazla vakit geçirmek için ev işlerini ihmal ediyor musunuz?”, “Hayatınızdaki kişiler onlara ayrılan zamandan şikayetçi mi?”, “Sosyal ağ siteleri nedeniyle iş performansınız veya üretkenliğiniz düşüyor mu?” gibi sorular yer alıyordu.

Anket sonuçlarını değerlendiren araştırmacılar, sonunda sosyal ağ sitelerini sorunlu biçimde kullananların cinsel işlevinin azaldığını ve cinsel hayatlarında sıkıntı yaşadığını tespit etti.

Kadınlar arasında bu, daha az cinsel uyarılma, orgazm güçlüğü, cinsel tatminsizlik, cinsel ilişki sırasında ağrı gibi sorunlarla ilişkilendirildi.

Erkeklerde ise daha zayıf erektil fonksiyon, daha az istek, tatminsizlik ve orgazm olmada zorluk gibi durumlar saptandı.

Akıllı telefon kullanımının bağımlılık derecesine varması da cinsel sorunlarla ilişkilendirildi. Ancak bu durum, çoğunlukla sosyal ağ sitelerinin kullanımı kontrol altına alındığında ortadan kalkıyordu.

Araştırmacılar, makalede şu ifadelere yer verdi: Dolayısıyla, çoğunlukla cinsel işlevin azalmasıyla ilişkili olan durum, akıllı telefonların bağımlılık derecesinde kullanımı değil, sosyal ağ sitelerinin bağımlılık derecesinde kullanımı gibi görünüyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, İnsan Gözünün Gördüğü En Eski Galaksiyi Keşfetti

Geçtiğimiz haftadan itibaren uzayın daha önce görülmemiş derinliklerine kamerasını çeviren uzay teleskobu James Webb, Büyük Patlama’dan 300 milyon yıl sonra oluşmuş, 13.5 milyar yıllık bir galaksiyi görüntüledi. Söz konusu galaksi, şimdiye dek görülen en eski galaksi olarak kayıtlara geçti.

NASA’nın James Webb Teleskobu (JWST), şimdiye dek insan gözüyle görülmüş olan evren içerisindeki en eski galaksiyi görüntüledi. 13.5 milyar yıllık galaksinin Büyük Patlama’dan 300 milyon yıl sonra oluştuğu tahmin ediliyor.

‘GN-z13’ olarak isimlendirilen galaksiden önce, görebildiğimiz evrendeki en eski galaksi rekorunu Hubble Teleskobu’nun 2015’te görüntülediği, Büyük Patlamadan 400 milyon yıl sonra oluşan ‘GN-z11’ galaksisi elinde bulunduruyordu.

James Webb, GN-z13 galaksisini en eski yıldızlardan ve galaksilerden gelen ışığı tespit edebilen Yakın Kızılötesi Kamera (NIRCam) cihazını kullanarak görüntüleyebildi. Teleskop, ışığın uzayda seyahat ettiği sırada geçen süreyi analiz ederek, zamanın geçmişini görebilmek için geniş bir kızılötesi ışık yelpazesi kullanıyor.

James Webb teleskobu, daha önce Hubble’ın görüntülediği GN-z11’in bulunduğu alanı incelerken GN-z13 galaksisini tespit edebildi. New Scientist’in haberine göre, Massachusetts’teki Harvard ve Smithsonian Astrofizik Merkezi’nden bilim insanları, her iki galaksinin de yaşlı olmasına rağmen çok küçük olduklarının altını çizdi.

GN-z13 yaklaşık bin 600 ışıkyılı, GN z-11 ise 2 bin 300 ışıkyılı çapa sahip. Bu, çapı yaklaşık 100 bin ışıkyılı olan kendi galaksimiz Samanyolu’yla karşılaştırıldığında oldukça küçük bir büyüklük.

(Kaynak: Sputnik)

Paylaşın

Çocuklarda Karaciğer Kanserinin Yeni Türü Keşfedildi

Bilim insanları, çocuklarda karaciğer kanserinin yüksek riskli yeni bir türünü keşfetti. Yeni sınıflandırılan tümörler, organ nakli gibi daha agresif cerrahi prosedürler gerektirebilir.

Yakın zamana kadar çocuklarda görülen tüm karaciğer kanseri vakaları, ya hepatoblastoma (HB) adı verilen nadir bir tür ya da daha yaygın olan Hepatosellüler karsinom (HCC) olarak sınıflandırıyordu.

Hakemli bilimsel dergi Journal of Hepatology’de yayımlanan yeni araştırmada, genetik yapıları ve gen aktiviteleri de dahil olmak üzere hasta profillerini değerlendirmek için moleküler analiz teknikleri kullanıldı.

Araştırmacılar, HB veya HCC sınıflarına girmeyen bazı vakalar tespit etti. Bunlara hepatoselüler karsinom özelliklerine sahip hepatoblastom (HBC) adı verildi.

Çocuk patalogları, bu yeni tümörlerin kemoterapiye yanıt verme olasılığının daha düşük olduğunu ifade ediyor. Geleneksel tedaviye direnç gösteren tümörlerin organ nakli gibi daha agresif cerrahi prosedürler gerektirdiği belirtiliyor.

Araştırmacılara göre uygun müdahale edilmediği durumda hastanın iyileşme şansı düşüyor.

ABD’deki Baylor Tıp Okulu’ndan Doç Dr. Dolores Lopez-Terrada, “Bulgularımız, ilk tanı anında tedavi önerilerini uyarlamak için bu tümörleri doğru sınıflandırması gerektiği ve bunun için de moleküler testlerin çok önemli olduğunu gösteriyor” dedi:

Analizimiz, HBC’li çocukların, hepatoblastom ve hepatoselüler karsinomlu hastalar için izlenen yol haritasından farklı tedavi stratejilerinden yararlanması gerekebileceğini ortaya koyuyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Daha Önce Keşfedilenlerin Hiçbirine Benzemeyen Bir ‘Kara Delik’ Bulundu

Bilim insanları daha önce bulunanlara benzemeyen, uykudaki bir kara deliği buldu. Araştırmacılar Samanyolumuzun komşu galaksisi Büyük Macellan Bulutu’nda yıldız kütleli bir kara delik olduğunu gösteren beklenmedik veriler için başka bir açıklama olmadığını söylüyor.

Kara deliği meydana getiren yıldızın güçlü bir patlama yaşamaksızın kayıplara karışmış gibi göründüğünü de ifade ediyorlar.

Bunun gibi başka kara delikler de daha önce bulunmuştu. Ancak araştırmacılar bunun bu özellikleri (uykuda, yıldız kütleli bir kara delik) taşıyıp da kesin tespit edilen bir nesne olduğunu söylüyor.

Keşfin dikkat çekici olmasının sebeplerinden biri de, diğer kara delik keşiflerinde aslında yanılma olduğunu gösteren önceki çalışmalarının bir sonucu olarak, arkasındaki ekibe “kara delik polisi” ve “kara delik yok edicileri” lakaplarının verilmesi.

Amsterdam Üniversitesi’nden Tomer Shenar yönettiği araştırmayla ilgili yaptığı açıklamada, “İlk kez ekibimiz bir kara delik keşfini reddetmek yerine bildirmek için bir araya geldi” dedi.

Araştırmacılar kara deliği “samanlıktaki iğne” diye tanımladı. Gökbilimciler uyuyan kara deliklerin evrende nispeten yaygın olduğuna inanıyor ancak bunların çok azını biliyoruz ve doğrulanmış örnekleri nadir.

Bu tür kara deliklerin fark edilmesinin zor olmasının sebeplerinden biri, uykuda olmalarının çevreleriyle çok fazla etkileşime girmedikleri anlamına gelmesi. Araştırmacılar onları aramak için yıllarını harcadı ama sonuçta hep zorlandılar.

Ayrıca bu tür kara deliklere işaret eden birçok olgu için çok fazla açıklama var yani bunları doğrulamak zor olabilir.

Yeni örneği bulmak için araştırmacılar, Büyük Macellan Bulutu’nun bir parçası olan Tarantula Bulutsusu’ndaki neredeyse bin devasa yıldızı inceledi. Yanlarında kara delikleri barındırabilecek örnekler aradılar.

Nihayet VFTS 243’ü keşfettiler. Araştırmacılar bu tür bulguların şüpheyle karşılanabileceğini göz önünde bulundurarak kontrol ettiklerini ve gerçekten böyle bir kara delik olduğunu ve bulgularından emin olduklarını söyleseler de konuyla ilgili daha fazla araştırma yapılmasını da teşvik ediyorlar.

Makalenin ortak yazarlarından biri olan, “kara delik yok edicisi” lakabına sahip Kareem El-Badry, “Tabii ki sahadaki diğer kişilerin analizimizi dikkatle incelemesini ve alternatif modeller geliştirmeye çalışmasını bekliyorum” dedi.

Bulguları açıklayan, “Büyük Macellan Bulutu (LMC) içindeki devasa bir ikili sistemde gözardı edilebilir bir tekmeyle doğan, X-ışını sessizliğine sahip kara delik” isimli bir makale dün Nature Astronomy adlı bilimsel dergide yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Stres Altındaki Bitkiler Kendi Ağrı Kesicilerini Üretiyor

Çevredeki tehlikeler nedeniyle stres altına giren bitkilerin kendi aspirinlerini ürettiği kimyasal süreç ayrıntılarıyla ortaya çıkarıldı. Araştırma, hakemli bilimsel dergi Science Advances’ta yayımlandı.

Aspirinin aktif metabolit (metabolizma sonucu ortaya çıkan ara ürünler) maddesi “salisilik asit”in bitkilerde de var olduğu zaten biliniyordu.

Ancak yeni bir araştırmada bilim insanları, bitkilerde bu maddenin üretiminin nasıl düzenlendiğine daha yakından baktı ve söz konusu özel savunma mekanizmasını gözler önüne serdi.

Salisilik asit, insanlar tarafından yüzyıllardır ağrı ve iltihaplanma tedavisi olarak kullanılıyor. Bitkilerdeyse sinyal verme ve patojen savunmasında temel rol oynuyor.

Bilim insanlarına göre kloroplastlarda (fotosentez işleminin gerçekleştirildiği küçük yeşil organeller) ortaya çıkan bu madde, genellikle strese tepki olarak üretiliyor.

Bitkilerin stres altındayken gerçekleştirdiği karmaşık reaksiyon zincirini daha iyi anlamak için Van de Ven ve ekibi, temel stres sinyal yolları değiştirilmiş, yani mutasyona uğramış bitkiler üzerinde biyokimyasal analizler yaptı.

Bulgular, sürecin anahtarının reaktif oksijen türleri (ROS) adlı kimyasallar olduğunu gösterdi.

Çevresel stres, tüm canlı organizmalarda ROS üretimine yol açıyor. Güneş kremi sürmeden Güneş ışığına uzun süre maruz kaldığınızda cildinizde yanıklar oluşması da bu süreçten kaynaklanıyor.

Bitkiler söz konusu olduğunda, bu stres etmenleri zararlı böcekleri, kuraklık ve aşırı ısı olabilir. Bitkilerdeki yüksek ROS seviyeleri öldürücü olabilse de, daha küçük miktarlarda üretimin önemli bir güvenlik işlevi var.

Hakemli bilimsel dergi Science Advances’ta yayımlanan araştırmanın başyazarı Jin-Zheng Wang, bunu şöyle açıklıyor: Ölümcül olmayan seviyelerde ROS, salisilik asit gibi koruyucu hormonların üretimini sağlayan bir mesaj gibi. İki ucu keskin bir kılıç.

Araştırmacılar deneylerinde Latince adı Arabidopsis olan bir bitki türünü inceledi. Bitkide bakteri ve sıtma parazitlerinde de görülen, MEcPP adlı erken uyarı molekülüne odaklanıldı.

İncelemeler, MEcPP molekülünün bitkide biriktikçe, salisilik asit içeren bir kimyasal reaksiyonu tetiklediğini gösterdi.

Böylece bilim insanları bitkilerin stres altında aspirin üretme sürecinin ayrıntılarını keşfetmiş oldu.

Kaliforniya Üniversitesi, Riverside’dan bitki biyoloğu Wilhelmina van de Ven, şu ifadeleri kullandı: Sanki bitkiler, ağrı ve sızılar için ağrı kesici kullanıyor. Tıpkı bizim yaptığımız gibi.

Araştırmacılar, bu deneylerden elde ettikleri bilgileri, mahsullerin direncini artırarak tarıma fayda sağlama amacıyla kullanmak istiyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Pasifik’te Heyecan Verici Keşif: Sürpriz Deniz Canlısı Yakalandı

Keşif gemisi Nautilus, Pasifik Okyanusu’nda sıradışı bir keşif yaptı. ABD’nin Hawaii eyaletinin batısındaki Johnston Atolü yakınlarında daha önce gözlemlenmeyen bir deniz dağını inceleyen ekip, deniz teleğiyle (sea pen) karşılaştı.

Nautilus ekibi bu yaratığın Pasifik Okyanusu’nda ilk kez görüldüğünü vurguladı. Deniz telekleri, mercan ve denizanalarını da içeren hayvan şubesi knidlilerin bir üyesi.

Araştırma ekibi, bu cinsin tanımlanan tek türünün Solumbellula monocephalus olduğunun altını çizdi. S. monocephalus’un sadece Atlantik ve Hint okyanuslarında yaşadığı düşünülüyordu.

Uzmanlar, görüntüler üzerinde incelemelerin süreceğini ve bunun Pasifik Okyanusu’ndaki ilk S. monocephalus mu yoksa daha önce görülmeyen bir tür mü olduğunun belirlenmeye çalışılacağını bildirdi.

Videodaki yaratık, suyun 2 bin 994 metre altında görüntülendi. Deniz teleğinin sapının 2 metre olduğu belirlendi. Yaratığın sapında dikenler de var.

Keşif gemisi, ABD Ulusal Okyanus ve Atmosfer Dairesi’nin desteklediği Ocean Exploration Trust (Okyanus Araştırmaları Vakfı) tarafından işletiliyor.

Ünlü yolcu gemisi Titanic’in ve Alman savaş gemisi Bismarck’ın enkazını keşfeden araştırmacı Robert Ballard’ın yönetiminde olan vakıf, dalgıçların ve kameraların okyanus tabanında gördüklerini canlı yayımlıyor ve izleyicilere okyanus derinliklerine bakma fırsatı sunuyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb’in Jüpiter Görüntüsü Bilim Dünyasını Büyüledi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA), James Webb Uzay Teleskobu’nun kendi Güneş Sistemi’mizden çektiği ilk fotoğraflar olan ve gaz devi Jüpiter’in kızılötesi ışıkta parladığı görüntüleri yayımladı.

Görsellerde Jüpiter’in uyduları Europa, Thebe ve Metis de görülebiliyor. Perşembe akşamı bir NASA blogunda yayımlanan fotoğraflar, uzay ajansının kamuoyuyla salı günü paylaştığı uzak galaksi ve bulutsuların 5 görseli kadar yüksek çözünürlüklü değil.

Doğrusu Jüpiter’in görüntüleri, operatörlerin her şeyin düzgün çalıştığından emin olmak için teleskobu farklı nesnelere doğrulttuğu bahar döneminde, Webb’in kabul aşamasında toplanan verilerden geliyor.

Yine de bu fotoğraflar Webb’in sadece uzak galaksileri değil, kendi kozmik arka bahçemizdeki gezegenleri de inceleyerek takip edebileceği geniş yelpazedeki keşiflerin bir göstergesi. Ve görseller Jüpiter’in resmi bilimsel gözlemlerinden önce gelmesine rağmen, bilim insanları görüntünün netlik ve çözünürlük açısından çarpıcı olduğunu söyledi.

 

Baltimore’daki Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü’nden bir bilim adamı olan Bryan Holler yaptığı açıklamada şunları söyledi:

“Geçen gün yayınlanan derin alan görüntüleri ile birleştiğinde, Jüpiter’in bu görüntüleri, Webb’in en silik, en uzak gözlemlenebilir galaksilerden çıplak gözle görebileceğiniz kendi kozmik arka bahçemizdeki gezegenlere kadar her yerde kullanabileceğimiz bir entrüman olduğunu gösteriyor.”

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nde Webb’in gezegen biliminden sorumlu yardımcı proje araştırmacısı Stefanie Milam yaptığı açıklamada, “Her şeyi bu kadar net gördüğümüze ve ne kadar parlak olduklarına inanamadım” dedi.

Güneş sistemimizdeki bu tür nesneleri gözlemlemek için sahip olduğumuz kabiliyeti ve fırsatı düşünmek gerçekten heyecan verici.

Webb’in onay aşamasına ilişkin verilerin yanı sıra salı günü kamuoyuyla paylaşılan çarpıcı ilk görüntülere dair veriler, daha fazla araştırma için Uzay Teleskobu Bilim Enstitüsü Mikulski Uzay Teleskopları Arşivi’nde yayımlanıyor.

Fakat bilim insanlarının bu yaz, Webb’in resmi bilim gözlemlerinin ilk döngüsü başlayana kadar uzun süre beklemesine gerek kalmayacak. Bu program, Jüpiter, Uranüs, asteroitler ve Mars’ın yanı sıra evrendeki en uzak galaksilerin gözlemlerini de içerecek.

Uzay keşfinin geleceği

Webb Teleskobu, 30 yılı aşkın süredir yaklaşık 20 bin mühendis, astronom ve teknisyenin ortak çabalarının bir sonucu. NASA, Avrupa Uzay Ajansı ve Kanada Uzay Ajansı arasında ortaklaşa yürütülen milyarlarca dolarlık bir proje. Amacı ise evrenin kökenlerini bulmak.

Paylaşın

Evrenle İlgili Asırlık Bir Gizem Çözülmek Üzere

Bilim insanları evrenimizdeki kozmik ışınlarla ilgili 100 yıllık bir gizemi çözmeye bir adım daha yaklaştı. Astrofizikçiler neredeyse ışık hızında hareket eden ve Dünya’yı bombardımana tutan yüklü parçacıkların nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu.

Bu parçacıkların izini sürmek inanılmaz derecede zor. Galaksinin manyetik alanları, uzaydaki yolculukları sırasında yükleri nedeniyle parçacıkları saptırabiliyor ve nereden geldiklerinin bilinmesini neredeyse imkansız hale getiriyor.

Ancak nötrino adı verilen başka tür bir parçacık bu sırrı çözebilir. Nötrinolar kozmik ışınlar tarafından üretilen nötr parçacıklar. Çok az kütleye sahip oldukları ve maddeyle etkileşime girmedikleri için kökenlerinin belirlenmesine yardımcı olabilirler.

2017’de bu nötrinolardan biri bulunmuştu. Bilim insanları, Güney Kutbu’nun derinliklerindeki IceCube Nötrino Gözlemevi’ni kullanarak, parçacığın izini TXS 0506 +056 adlı blazara, yani süper kütleli bir kara delikten beslenen bir galaktik çekirdeğe kadar sürdü.

Clemson Üniversitesi’nden Doç. Dr. Marco Ajello, bilim insanlarının blazar olduğuna inandıkları nesnelerin bir kataloğunun yanı sıra IceCube tarafından elde edilen verileri kullanarak, bu nötrinoları yayan blazarların bir alt kümesini bulduklarını düşünüyor. Bunun bir tesadüf olma ihtimalinin milyonda birden az olduğunu söylüyorlar.

Ajello, “O zamanlar (2017’de) bir ipucumuz vardı ve artık kanıtımız var” dedi.

Bavyera’daki Julius-Maximilians-Universität Würzburg’dan Sara Buson, “Sonuçlar ilk kez, PeVatron blazarlarının alt örneklerinin galaksi dışı nötrino kaynakları ve dolayısıyla kozmik ışın hızlandırıcıları olduğuna dair tartışmasız gözlemsel kanıtlar sunuyor” diye ekledi.

Araştırmacılar bu nötrinoları keşfetmenin astrofizikte önemli bir dönüm noktası olduğunu ve blazarları incelemenin bilim insanlarının onların neden iyi hızlandırıcılar olduğunu bulmalarını sağlayabileceğini söylüyor. Kozmik ışınlar, nötrinolar ve kütleçekimsel dalgalar gibi diğer kozmik “habercileri” anlamak, astrofizikçilere evreni incelemek için sadece ışığı kullanmaktan daha geniş bir temel sağlayacak.

Ajello, “Aynı anda hissetmek, duymak ve görmek gibi. Çok daha iyi anlayağız” dedi.

Aynı şey astrofizik için de geçerli çünkü farklı habercilerin çoklu tespitlerinden elde ettiğiniz içgörü, yalnızca ışıktan elde edebileceğinizden çok daha ayrıntılı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Alkol, 40 Yaş Altındakilerin Sağlığı İçin İyi Değil

ABD’deki Washington Üniversitesi’nde görev yapan bilim insanları, dünyadaki hastalık ve ölüm nedenlerine ilişkin yapılmış en geniş kapsamlı araştırmanın sonuçlarını yayınladı.

Alkolün gençlerin sağlığına hiçbir yararı olmayıp aksine ciddi sağlık sorunları meydana getirebildiğini vurgulayan bilim insanlarına göre, 40 yaş ve üzeri insanlarda az miktarda alkol tüketimi kimi faydalar sağlayabiliyor.

Dünyadaki hastalık ve ölüm nedenlerine ilişkin en kapsamlı verileri üreten Global Burden of Diseases (Hastalıkların Küresel Yükü) isimli proje kapsamında dört yıl önce yürütülen incelemeler, ara sıra içki içmenin bile sağlığa zararlı olduğunu göstermiş ve uzmanlar, hükümetlerin insanlara alkolden tamamen uzak durmalarını tavsiye etmesi gerektiğini ileri sürmüştü.

Ancak küresel çapta toplanan verileri analiz eden uzmanlar, genç insanların alkol tüketiminden yaşlı insanlara göre daha fazla zarar gördüğünü belirledi. Buna göre, herhangi bir kronik rahatsızlığı bulunmayan 40 yaş üzeri bireylerde günde bir küçük bardak kırmızı şarap gibi sınırlı bir miktarda alkol tüketimi, kalp damar hastalıklarından korunmada, felç ve diyabet riskini azaltmada faydalı olabilir.

Lancet dergisinde yayınlanan araştırma sonuçları, alkol tüketiminin neden olduğu hastalık risklerine dair coğrafi bölge, yaş, cinsiyet ve yıla göre veri sağlayna ilk bulgular oldu.

Bilim insanları, alkol tüketimine dair dünya çapında yapılacak uyarıların, alkolden zarar görme konusunda en büyük risk altında olan 15-39 yaş arası erkekler için en katı şeklide, yaş ve yaşanılan yer faktörleri de gözetilerek yapılması gerektiğini belirtti.

‘Gençler içki içmemeli, ancak yaşlılar az miktarda içkiden fayda görebilir’

Washington Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde görev yapan, araştırmanın baş yazarı Dr Emmanuela Gakidou, “Mesajımız basit: Gençler içki içmemeli, ancak yaşlılar az miktarda içkiden fayda görebilir. Genç yetişkinlerin içki içmekten kaçınacağını düşünmek gerçekçi olmasa da, herkesin kendi sağlığı hakkında bilinçli kararlar alabilmesi için en doğru ve güncel bilgileri edinmesinin önemli olduğunu düşünüyoruz” dedi.

204 ülkedeki içki alışkanlıklarını inceleyen araştırmaya göre dünyada 2020 yılında 1.34 milyar insan zararlı sayılabilecek miktarda alkol tüketti. Zararlı miktarda içki içenlerin yüzde 59’u 15-39 yaş arasındaki kişlerden oluştu. Raporda söz konusu gruba alkol tüketiminin hiçbir fayda sağlamakla kalmayıp, yaralanma, trafik kazası, intihar ve cinayet gibi riskleri de beraberinde getirdiği vurgulandı. Zararlı miktarda içki içenlerin dörtte üçünü erkekler oluşturdu.

Paylaşın

Uzak Bir Galaksiden ‘Kalp Atışı’ Sinyalleri Geldiği Tespit Edildi

Bilim insanları uzak bir galaksiden alışılmadık ve tekrarlayan bir sinyal geldiğini tespit etti. Saptanan radyo enerjisi patlaması, kalp atışına benzetilen bir düzende yanıp sönüyor.

Bilim insanları bunun hızlı bir radyo patlaması veya uzayın derinliklerinden gelen ve araştırmacıların hâlâ anlamadığı, gizemli ve güçlü enerji patlamaları olduğunu söylüyor.

Fakat bu patlamalarda tuhaf bir şey var: Normalde milisaniyeler süren FRB’lere (hızlı radyo patlaması) kıyasla 3 saniyeye kadar devam eden bu patlamalar, diğerlerine göre çok yavaş.

Sinyal, evrende nadiren bulunan bir tür “periyodik” örüntüde yanıp sönüyor. Enerji patlamaları her 0,2 saniyede bir tekrarlanıyor.

Massachusetts Teknoloji Enstitüsü (MIT) Kavli Astrofizik ve Uzay Araştırmaları Enstitüsü’ndeki doktora sonrası araştırmacısı Daniele Michilli şunları söyledi:

“Evrende kesin surette periyodik sinyaller yayan çok fazla şey yok.

Kendi galaksimizde bildiğimiz örnekler, bir deniz fenerine benzer şekilde dönerek ışınlı salımlar üreten radyo pulsarları ve magnetarlardır.

Ve bu yeni sinyalin normalden çok güçlü bir magnetar veya pulsar olabileceğini düşünüyoruz.”

FRB 20191221A olarak adlandırılan sinyal şimdiye kadar tespit edilen en uzun ömürlü, en net periyodik örüntüye sahip FRB.

Kaynağı Dünya’dan birkaç milyar ışık yılı uzaktaki bir galakside yatıyor.

Fakat sinyallerin kesin kaynağının ne olabileceği gizemini korusa da gökbilimciler sinyalin bir radyo pulsarından veya bir magnetardan yayılabileceğinden şüpheleniyor.

Bunların her ikisi de son derece yoğun, hızla dönen, dev yıldızların çökmüş çekirdekleri olan nötron yıldızlarıdır.

Ekip, bu kaynaktan daha sonra astrofizik saati olarak kullanılabilecek daha fazla periyodik sinyal tespit etmeyi umuyor.

Örneğin, patlamaların sıklığı ve kaynak Dünya’dan uzaklaştıkça nasıl değiştikleri, evrenin genişleme hızını ölçmek için kullanılabilir.

Aralık 2019’da Kanada Hidrojen Yoğunluğu Haritalama Deneyi (Chime), gelen verileri tarayan Michilli’nin dikkatini hemen çeken muhtemel bir FRB sinyali yakalamıştı.

Michilli şöyle konuştu:

“Alışılmadık bir şeydi.

Yaklaşık 3 saniye süren sinyaller sadece çok uzun değildi, aynı zamanda bir saniye içinde eşit aralıklarla (tak, tak, tak) kalp atışı gibi yayılan, olağanüstü derecede düzenli periyodik zirveler vardı.

Bu, sinyalin kendisinin periyodik olduğu ilk örnek.”

Nature dergisinde raporlanan keşif, MIT araştırmacıları da dahil Chime/FRB Collaboration üyeleri tarafından yazılan “Sub-second periodicity in a fast radio burst” (Hızlı radyo patlamasında saniye altı periyodiklik) başlıklı bir makalede yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın