Gut nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Halk arasında ‘zengin’ ya da ‘padişah’ hastalığı olarak da bilinen, romatizmal, ortopedik bir rahatsızlık olan Gut, eklemlerde ağrı, şişlik, hassasiyet ve sıcaklığa neden olan bir iltihap şeklidir. 

Gut, vücuttaki aşırı ürik asit miktarından kaynaklanır, bu da eklemlerde ve yumuşak dokularda anormal ürik asit kristallerinin (monosodyum ürat kristalleri) birikmesine ve gut hastalığına neden olur. Bir yumruya yol açan yumuşak dokudaki ürik asit toplanmasına tofüs denir. Ürik asit kristalleri böbreklerde de oluşabilir ve böbrek taşlarına neden olur.

Monosodyum ürat vücutta doğal bir kimyasal olan ürik asitten oluşur. Ürik asit, RNA ve DNA’nın (hücrelerdeki genetik materyal) doğal parçalanmasından meydana gelir. Özellikle kırmızı etlerin, kabuklu deniz canlılarının ve sakatatların aşırı tüketimi vücutta ürik asit birikimine yol açar.

Alkolden kaçınmak, hayvan etlerini az, sebze ve meyveleri daha fazla tüketilmesini amaçlayan bir diyet ile kandaki ürik asit seviyesinin ve gut ataklarının gelişmesi olasılığının azaltılması sağlanabilir.

Belirtileri;

  • Sabaha karşı vücutta asit iyonları birikmesi sonucu eklemlerde şişlik oluşur ve şiddetli ağrılar meydana gelir. Hatta ağrılar o kadar şiddetlidir ki hasta uykusundan uyanır
  • Böbreklerde ürik asit birikimi nedeniyle oluşan bir gut hastalığı ise idrarda kan, taş gibi belirtilere ek olarak karın ve bel ağrıları yaşanabilir
  • Ağrılar kronik bir hale gelir ve eklemlerde biriken ürik asit, eklemlerin sürekli şişmesine yol açarak deformasyonlara neden olabilir

Tanısı;

Gut, bir kan testiyle kolayca teşhis edilemeyen hastalıklar skalasındadır. Çünkü birçok insanın farklı nedenlere bağlı olarak kan ürik asit seviyelerinde artış olabilir ve bu durum her zaman gut hastalığına neden olmaz.Gut hastalığının tanısı için, hastalıktan etkilendiği düşünülen bir eklemden sıvı alınır ve bu sıvı patolojik inceleme için gönderilir. Sıvı, monosodyum ürat kristallerinin varlığı için polarize bir mikroskop altında incelenir.

  • Kan testi; Doktorunuz kandaki ürik asit ve kreatinin seviyelerini ölçmek için bir kan testi önerebilir. Yine de kan testi sonuçları yanıltıcı olabilir. Bazı insanlar yüksek ürik asit seviyelerine sahiptir, ancak hiçbir zaman gut hastalığına sahip olmazlar. Bazı insanlar da gut belirtileri ve semptomları gösterir, ancak kanlarında olağandışı ürik asit seviyeleri yoktur.
  • Röntgen; Gut hastalığı dışında eklem iltihabına neden olabilecek diğer hastalıkların bulunmasında yardımcı olur.
  • Ultrason; Ultrason, kas ve iskelet sistemindeki eklemlerde meydana gelen iltihabi durumu veya ürat kristallerini tespit edebilir.
  • MR; MR görüntülemesi ile eklemdeki ürat kristallerin varlığı tespit edebilir.

Gut hastalığı, eklemlerin zayıflamasına ve uzun vadede eklem hasarına neden olabileceğinden, bu hastalıkta doğru tanının konulması son derece önemlidir.

Tedavisi;

Gut hastalığı ilerledikçe ürik asit kristalleri eklem ve eklemlerin çevresindeki dokularda birikim yaparak deri altında şişlikler oluşturur. Gut hastalığının tedavisi yapılmazsa eklemlerde hasar oluşturabilir. Bu şişlikler genellikle hasta eklemlerin içinde veya çevresinde, dirseklerin yanında, parmakların üstünde, ayak başparmağında ve kulak kıvrımında oluşmaktadır.

Gut hastalığı tedavi edilmezse hastalık ilerledikçe ürik asit kristalleri eklem çerçevesindeki dokularda birikim yapmaya başlar.

Gut hastalığının tedavisi akut ataklar sırasında ve ataklar arasında ayrı şekillerde yapılır. Ağrılı durumlarında; yani akut atak zamanlarında “antienflamatuar” ilaçlar kullanılır. Gut hastalığında kullanılan ilaç tedavisi kişinin hastalık seyrine göre ayarlanmaktadır. Eğer ürik asit seviyeleri oldukça yüksekse idrarla atılmalarını sağlayan ilaçlar da verilebilmektedir.

Aşırı yorgunluk atakları tetikleyebilir. Ağrılı dönemlerde zaten spor yapamaz; ama kronikleşmiş hastalığı varsa kendini çok yoran sporlar yapmamalıdır. Ağrılı dönemde istirahate ihtiyaç duyabilirler. Gut hastalığında tuz kristallerinin çözünmesi arttırması açısından su tüketimi de önemlidir. Böylece böbrek taşı oluşmasının da önüne geçilir.

İltihaplı eklemlere buz koymak; ağrı ve şişliğin azalmasında etkili olabilir; ancak bunun dışında tedavi edici bir etkisi yoktur. Gut tedavisi mutlaka doktor kontrolünde yapılmalıdır. İltihaplar için doktor tavsiyesi dışında asla ilaç kullanılmamalıdır.

Diyeti;

Gut hastalığıyla nasıl başa çıkılır sorusunun cevabı uygun bir diyette yatmaktadır. Gut hastalığında diyetle atak gelişimini engellemek, atak geliştiğinde de atağın şiddetini azaltmak mümkündür. Diyette dikkat edilmesi gereken özellikler şunlardır:

  • Başta su olmak üzere bol bol sıvı tüketmek, özellikle fruktozla tatlandırılmış içeceklerden uzak durmak.
  • Protein ihtiyacını düşük yağ oranlı süt ve süt ürünlerinden karşılamak.
  • Et, balık ve kümes hayvanları tüketimini sınırlamak. Küçük miktarlarda tüketmek gut hastaları tarafından tolere edilebilir. Ayrıca sayılan kaynaklardan hangisinin kişiye daha fazla zararlı olduğunun saptanması da beslenmede büyük önem taşır.
  • Kilo alımını engellemek ve küçük prosiyonlar tüketerek kilo vermek. Burada önemli olan nokta ürik asit düzeyini aniden arttıracağından hızlı ve aşırı kilo kaybından kaçınma gerekliliğidir.
Paylaşın

Grip nedir? Nedenleri, Belirtileri, Tedavisi

Tıp literatüründeki ismiyle İnfluenza olan ve yıl içerisinde sonbahar sonu, kış ve ilkbahar başına kadar olan dönemde daha sık görülen Grip, temel olarak burun, boğaz, bronşları ve daha ender olarak akciğerleri etkileyen influenza virüsüne bağlı solunum yolu enfeksiyonudur.

Öksürük, hapşırma, yakın temas, öpüşme, tokalaşma ile çok çabuk bulaşabilen influenza virüsü ellerin gün içinde sık sık yıkanmaması sonucu yayılmaktadır. Gribin bulaşması kapalı ortamlarda çok kolaydır. Hasta öksürdüğünde, hapşırdığında milyonlarca virüs havaya yayılır. Sağlıklı insanlar solunum yoluyla virüsü alır. İnfluenza virüsüne karşı bağışıklığı olmayan kişiler 1-4 gün içinde gribe yakalanır.

Öksürük, hapşırık yoluyla okul, ibadet yerleri, sinema, tiyatro gibi insanların toplu bulunduğu yerlerde yüzlerce kişiye grip bulaşabilir. Virüs dış ortamlarda 2-8 civarında varlığını sürdürebilir. Bu bağlamda hasta olan bir kişinin dokunduğu merdiven tutamaçları, telefon ahizeleri, masa, kapı kollarına temas eden sağlıklı insanlar grip virüsü alır. Virüsü alan kişiler ellerini ağızları ve gözleri ile temas ettirdiklerinde virüsü kendilerine bulaştırmış olur.

Belirtileri;

  • Ateş (koltuk altından ölçülen 38 °C ve üzeri)
  • Titreme
  • Kuru öksürük
  • Boğaz ağrısı
  • Burun akıntısı ve tıkanıklığı
  • Baş ağrısı
  • Kas ve eklem ağrıları
  • Şiddetli halsizlik
  • İshal, nadiren kusma

Ateş (38 °C ve üzeri ) yükselir ve titreme görülür, bunlara baş ve karın ağrısı eşlik etmektedir. Kuru bir öksürük görülür. Bunların dışında, eklem ve boğaz ağrıları, iştahsızlık, burun akıntısı, hapşırma, baş dönmesi de grip hastalığında görülebilir.

Çocuklarda bu duruma kusma ve ishal eşlik edebilir, küçük çocuklarda dikkat edilmesi gereken ek belirti huzursuzluk, iştahsızlık ve uyku halidir. Belirtiler hastanın günlük işlerini etkileyecek düzeye ulaşabilir. Halsizlik grip geçtikten sonra bile bir kaç hafta devam edebilir.

Tanısı;

Grip tanısı genelde hikaye ve fizik muayene sonucu konulur. Ancak tanı kesin olarak virüsün izolasyonu ile konabilir. Ancak virüslerin kültür işlemi, özel sistemler gerektirdiğinden ve uzun zaman aldığından hastanın tedavisinin planlanmasında genelde tercih edilmemektedir.

Tedavisi;

Grip virüsü şiddetine göre farklı tedavi seçenekleri ile tedavi edilebilir. Bu tedavilerin başında genelde bağışıklık sisteminin kuvvetli tutulması hedeflenmektedir. Bunun dışında mevsimsel geçiş döneminde grip aşısı yaptırarak, o sene salgınlara neden olması muhtemel virüs tiplerinden korunulabilir.

Grip tedavisi için genellikle burun spreyi, nefes açıcı spreyler, vitamin takviyeleri veya hekiminizin uygun görmesi halinde antiviral (virüslere karşı) ilaç tedavisi önerilebilir.

Grip enfeksiyonu- soğuk algınlığı (nezle) farkları nelerdir?

Grip, influenza A ve B virüstlerinin yol açtığı bir enfeksiyondur. Soğuk algınlığına ise 200’den fazla virüs yol açar. Soğuk algınlığı şikayetinde bulunan kişilerde ya ateş yoktur ya da hafif şekilde seyreder. Grip hastalarında ise aniden ateş yükselmesi görülür. Gripte baş ağrısı her zaman görülürken, soğuk algınlığı olan kişilerde baş ağrısı bazen ortaya çıkar. Soğuk algınlığı belirtilerinde hafif şekilde seyreden halsizlik, grip hastalarında belirgindir ve haftalarca sürebilir. Öksürük şikayeti soğuk algınlığında hafif şekilde, gripte ise şiddetli biçimde görülür. Üst solunum yolu enfeksiyonlarında (soğuk algınlığı) boğaz ağrısı genellikle vardır, gripte ise boğaz ağrısına daha nadiren rastlanır.

Gripten korunmak için neler yapılabilir?

Hastalıktan korunmak için grip sezonundan önce aşılanmak faydalıdır. Fakat artık değişik suşlarla olan gribal enfeksiyon sıklığının artması sebebiyle aşı olmak her zaman korumamaktadır. Aşı komplikasyonları ve yan etkileri de göz önüne alındığında aşı kararı bir uzmana danışılarak alınmalıdır.

Özellikle çocuklar, 65 yaşını geçenler ve kronik hastalığı olanlar (Astım, kalp yetmezliği, diyabet ve kanser hastaları gibi) ın aşılanmasında fayda vardır. Hastane çalışanlarının da aşılanması hastane enfeksiyonlarının önlenmesi açısından önemlidir. Öksürük ve aksırık sırasında ağız çevresine ve ellere bulaşan damlacıkların, enfeksiyonun yayılmasında önemli rolü vardır. Bu nedenle ellerin sürekli yıkanarak temiz tutulması, çok önemlidir. Düzenli ve yeterli beslenmek, yüzeyleri sürekli temiz tutmak, gripli kişilerle temasın azaltılması, kapalı ortamların sık olarak havalandırılması diğer yapılması gerekenlerdir.

Grip aşısı nedir?

İnfluenza virüsü, zatürre gibi ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Bu yüzden kronik sağlık problemi olanların, gebelerin ve bebeklerin gripten korunması önemlidir. Gribe yol açan influenza virüsünün pek çok alt tipi bulunur. Bunun yanı sıra virüs, sürekli değişime uğrayarak bir önceki yıl görülen virüslerden farklılaşır. Bağışıklık sisteminin virüsü tanımamasının, dolayısıyla kişinin her yıl gribe yakalanmasının nedeni budur. Gribin neden olduğu enfeksiyondan korunmak için en etkili yöntem aşılanmaktır.

Dünya Sağlık Örgütü, (WHO, DSÖ) grip aşısının önemine her yıl vurgu yapmasının ve kişileri aşılanmaya teşvik etmesinin nedeni de budur. Grip aşısı her yıl tekrar geliştirilir. Bir önceki yıl toplumu en fazla enfekte eden ve etkileyen virüslerin 3-4 alt tipi, virüs aşısına dahil edilir. Grip aşıları son derece güvenilir olsa da influenza virüsünün nitelik değiştirme özelliğinden dolayı %100 olarak koruma sağlamaz. Ancak kişinin pek çok influenza virüsüne karşı bağışıklık geliştirmesini sağlayarak grip olma olasılığını düşürür.

Grip aşısı her zaman yaptırılabilse de aşılanmanın önerildiği zaman Ekim ayının sonudur. Aşılanmadan iki hafta sonra kişi, mevcut influenza virüslerine karşı bağışıklık kazanır. Çocuklarda ilk 6 aydan sonra yapılabilen grip aşısı, 9 yaşına kadar olan çocuklara ilk kez uygulandığında 4 hafta arayla iki doz şeklinde yapılabilir. Özellikle risk grubunda bulunan yaşlıların, kronik hastalığı olanların ve gebelerin, grip aşısı yaptırması gerekir. Herhangi bir yan etkisi bulunmayan aşı, talep eden hemen herkese yapılabilir. Şu kişilerin mutlaka grip aşısı yaptırması önerilir:

  • Diyabet hastaları
  • Akciğer, kalp ve böbrek gibi kronik hastalığı olanlar
  • Bakım evinde yaşayan kişiler
  • Yüksek riskli hastalarla birlikte yaşayanlar
  • Sağlık çalışanları
  • 50 yaş ve üzerindeki kişiler
  • Hamileler
  • 5 yaşından küçük çocuklar
Paylaşın

Glokom (Göz Tansiyonu) nedir? Belirtileri, Tedavisi

Net olarak bilinmemekle birlikte Türkiye’de 40 yaş üzeri her 100 kişiden 1’inde görülen Glokom (Göz Tansiyonu), göz içi basıncının sıklıkla yükselmesi nedeniyle görme sinirinin zarar görmesidir. Glokom, körlüğe neden olabilen bir hastalıktır.

Başka bir tanımla; Glokom, göz içi basıncının artması sonrasında gözün optik sinirinin hasar görmesine ve kişinin görme yeteneğini kaybetmesine neden olabilen oldukça ciddi bir göz hastalığıdır. Göz tansiyonu gözün ön kısmında sıvı birikmesi sonucunda ortaya çıkar. Göz önünde biriken bu sıvı, göz içi basıncını arttırarak, optik sinire hasar verir ve böylelikle kişide glokom gelişebilir.

Belirtileri;

Hastaların büyük bir bölümünde herhangi bir belirti görülmez. Erken dönemde bazı hastalarda sabahları belirginleşen baş ağrıları, zaman zaman bulanık görme, geceleri ışıkların etrafında ışıklı halkalar görülmesi, televizyon izlerken göz etrafında ağrı, vb. belirtiler ortaya çıkabilir.

göz tansiyonu (glokom), birçok hasta tarafından, ancak, ileri dönemde ve belirgin görme kaybı ortaya çıktığında fark edilir. Aile bireylerinde bulunan glokom hastalığı, ilerleyen yaşlarda görülen şeker hastalığı, miyopi, uzun süreli kortizon tedavisi, göz yaralanmaları ve migren glokom riskini artırır.

Diğer bir glokom tipi ise, ileri yaşlarda ani bir şekilde krizle ortaya çıkan dar açılı glokomdur. Şiddetli göz ağrısı, görme azalması, gözde kızarıklık ve bulantı-kusma ile ortaya çıkar. Acil tedavi gerektirir. Bebeklikte ve çocukluk çağında izlenen türlerinde gözde sulanma, ışığa karşı hassasiyet ve gözde büyüme izlenir.

Glokom kimlerde görülür?

  • Göz içi basıncı normalden yüksek olan kişilerde glokom gelişme riski daha yüksektir; ancak göz içi basıncı yüksek olan herkeste glokom olabileceği anlamına gelmez
  • 40 yaşın üzerindeki kişilerde glokom riski artmaktadır
  • Glokomun genetik ile ilişkisi olabilir. Ailesinde glokom olan kişilerde gelişme riski daha yüksektir. Diğer bir deyişle, bir veya birden fazla gende bozukluk olabilir ve bu bireyler hastalığa karşı daha hassas hale gelebilir
  • Şeker hastalığı ve hipotiroidizm (guatr) olan hastalarda glokom gelişme riski daha fazladır
  • Ciddi göz yaralanmaları göz içi basıncı yükselmesine neden olabilir. Diğer risk faktörleri; retina dekolmanı, göz tümörleri ve kronik üveit veya iritis gibi göz iltihaplarıdır. Bazı göz cerrahileri de ikincil glokom gelişimini tetikleyebilir
  • Genellikle uzağı iyi görememe olarak bilinen miyopide glokom sıklığı yaklaşık iki misli artmıştır
  • Uzun süreli kortizon kullanımı (damla, ağızdan veya cilt pomadı vb. olarak) ikincil glokom gelişimine neden olabilir
  • Bu özelliklere sahip kişilerin, görme sinirindeki hasarın erken tespiti için düzenli göz muayenesi olmaları önemlidir

Tanısı;

Göz doktorunuz tarafından düzenli göz muayeneler, glokomun saptanması için en iyi yöntemdir. Sadece göz tansiyonunuzun ölçülmesi, glokom olup olmadığının saptanması için yeterli değildir. Glokomu saptamanın kesin olan tek yolu, tamamen göz muayenesi yapmaktır.

Glokom açısından değerlendirilmeniz sırasında, göz doktorunuz şunlara bakacaktır:

  • Göz içi basıncınızın ölçülmesi (tonometri),
  • Gözünüzün drenaj açısının incelenmesi (gonyoskopi),
  • Optik sinirinizde hasar olup olmadığının belirlenmesi (oftalmoskopi),
  • Her bir gözün görme alanının değerlendirilmesi (perimetri)

Optik sinirin fotoğrafının çekilmesi veya başka bir bilgisayarlı yöntemle görüntülenmesi tavsiye edilmektedir. Bu yöntemlerin hepsi, herkes için gerekli olmayabilir. Ayrıca bu testlerin, durumunuzda değişiklik olup olmadığının izlenmesi için düzenli aralıklarla tekrarlanması gerekebilir.

Tedavisi;

Göz tansiyonu (glokom), tanı konulduktan sonra tamamen iyileştirilip ortadan kaldırılamaz; fakat birçok olguda uygun tedavi ile başarılı bir şekilde kontrol altında tutulabilir ve görme kaybının ilerlemesi engellenebilir.

Açık açılı glokom, öncelikle, göz içi basıncını düşüren çeşitli ilaçlarla tedavi edilir. Dirençli vakalarda veya glokom tipine göre cerrahi tedaviler uygulanabilir. Bazı hastalarda birden fazla cerrahi girişim de gerekebilir.

Kriz ile ortaya çıkan dar açılı tipinde ise tedavi çok acildir. Lazer tedavileri, kontrol altına alınamayan glokomda veya kapalı açılı glokomda kullanılabilir. Glokom sinsi bir hastalıktır. Her sene göz tansiyonunuzu ölçtürmeyi unutmayınız.

Paylaşın

Göbek Granülomu nedir? Detaylar

Göbek Granülomu; yeni doğan bebeklerde göbek kordonu düştükten sonra göbeğe yapışma yerinde gelişen üzeri nemli bir granülasyon dokusudur. İçeri çökmüş göbek halkası içinde saptanan parlak ve kırmızı renkte, üzeri pütürlü, minik bir karnıbahar görünümünde, büyüklüğü 1-10 mm arasında değişen göbek bağı kalıntısıdır.

Nedeni tam olarak belli olmamakla birlikte göbek sulantı kordunu bakımının iyi olmadığını göstermez. Tedavi edilmezse göbekten sürekli akıntı ve sulantıya neden olarak bebeğin cildini tahriş eder.

Göbek kordonu anne karnında en önemli yapılardan biridir. Doğumdan sonra görevi ve önemi kalmaz Göbek kordonu ile ilgili tün yapıların kapanması ve gerilemesi gerekir. Eğen bunlar olmazsa sorunlar yaşanır. Göbek kordonu 3-45 gün arasında göbekte kalabilir, ortalama ayrılma ve düşme süresi 2 haftadır. Kordun geç ayrılması bazı bağışıklık sistemi hastalıkları ile ilgili olabilir.

Göbek kordonunun bakımı için farklı yaklaşımlar vardır. Hiçbirşey sürmeden kendi haline bırakılabilir. Bazı doktorlar sabun ile yıkama alkol uygulanmasını önerir. En çok korkulan şey göbeğin iltihaplanmasıdır (omfalit).

Umbilikal granülom göbekte en sık görülen kitle nedenidir. Kord düştükten yaklaşık 1 hafta sonra ortaya çıkar. Nemli ve pembedir, 1-10 mm arasında değişir, Kanlı veya sarı-yeşil akıntıya neden olabilir.

Muayene sırasında ailenin verdiği öykü ve görüntüsü ile tanı konur, herhangi bir ek tetkik yapılması gerekmez.

Tedavisi;

Granülomun tedavisi veya yok edilmesi için çeşitli yöntemler vardır.

Kimyasal madde uygulanarak kuruması sağlanabilir, gümüş nitrat çubukları bu tedavi için hazırlanmıştır. 2 gün aralıklı olarak 3 uygulamaya kadar gümüş nitrat kullanılabilir. Grnülom küçülerek hücresel iyileşme ve cildin oluşması hızlanır.

Kimyasal etkisi nedeniyle göbek çevresindeki cilt koyu renk alabilir, göbekten gelen akıntı ilacın yayılmasına neden olabilir, bu nedenle cildin kremle korunması gerekir. Normal ciltteki etkisi sınırlı ve geçicidir. 2-3 uygulamadan sonra göbek granülomu küçülür ve düşer. Düşmemişse göbekte daha nadir olarak görülen kitlelerin gözden geçirilmesi gerekir.

Gümüş nitrattan sonra en sık kullanılan tedavi yöntemi cerrahi dikiş yardımı ile granülomun göbeğe birleştiği kısımdan bağlanmasıdır. Böylece granülomun beslenme yolu kesilerek ölü doku haline gelmesi ve düşmesi sağlanır.

Umbilikal granülom tedavisi bittikten sonra bebek normal banyosunu yapabilir.

Paylaşın

Gastroenterit (bağırsak enfeksiyonu) nedir?

Her yaştan görülmekle birlikte küçük çocuklarda daha sık oluşan Gastroenterit (bağırsak enfeksiyonu), halk arasında ishal olarak da bilinmektedir. Gastroenterit (bağırsak enfeksiyonu), bireylerin yaşamı boyunca zaman zaman karşı karşıya kaldığı bir enfeksiyon hastalığıdır.

İshal, kusma, karın ağrısı gibi problemlere neden olduğundan günlük yaşamı zorlaştıran bu hastalık, aynı zamanda uzun sürmesi durumunda dehidratasyon (sıvı kaybı) gibi olumsuzluklara yol açarak ciddi boyutlara ilerleyebilir. Bu nedenle bağırsak enfeksiyonuna yakalanan bireyler mutlaka sağlık kuruluşlarına başvurarak önerilen tedavi planına göre gereken önlemleri almalıdır.

Nedenleri;

Gastroenterit virüs, bakteri kaynaklı bir sağlık problemidir. Günlük hayatta birçok durum bu enfeksiyonun oluşmasına sebep olabilmektedir. Bunlardan bazılarını şu şekilde sıralayabiliriz:

  • Ellerinizden yediğiniz besinlere mikrop bulaşabilir. Bu durum da sindirim sisteminde enfeksiyona neden olabilmektedir
  • Soslu, kremalı yiyecekler, açıkta satılan yiyecek içecekler, pastörize olmayan süt ve süt ürünleri, çiğ gıdalar enfeksiyon sebebi olabilmektedir
  • Dışarda içeceklere eklenen buzlar genellikle musluk suyundan yapıldığı için enfeksiyona sebep olabilmektedir
  • Havuz ve kirli denize girmek de enfeksiyon kapmaya neden olabiliyor. Mümkün olduğunda temizliğinden emin olunan sulara girilmeli ve su yutmamaya özen gösterilmelidir

Belirtileri;

En yaygın belirtileri kusma ve ishaldir. Ayrıca mide ağrısı, ateşlenme, baş ağrısı gibi şikayetler de görülebilmektedir. Kusma ve ishalin yol açtığı su kaybı durumunda ise hastada ağız kuruluğu, göz altlarında çökme, koyu renkli idrar gibi problemler de oluşabilmektedir.

Gastroenteritin sebep olduğu ataklar çoğunlukla birkaç gün içerisinde kendiliğinden geçmektedir. Ancak birkaç günü geçen atak durumlarında ishal nedeniyle vücutta su kaybı oluşmaya başlar, bu durum da özellikle çocuklar için olumsuz sonuçlara neden olabilir.

Teşhisi;

Gastroenterit belirtileri ile birlikte sağlık kuruluşlarına başvuran hastalarda öncelikli olarak detaylı tıbbi öykü alınmalıdır. Son 24 saatteki dışkılama sayısı ve kıvamı, hastanın kullandığı ilaçlar ve sahip olduğu kronik hastalıklar mutlaka öğrenilmelidir. Ardından hekim tarafından yapılacak fiziki muayene sırasında karında bazı bölgelere baskı yapıldığında ağrı hissedilip hissedilmediği sorulabilir, karın sesleri dinlenebilir. Hastadan dışkı örneği alınarak incelenmek üzere ilgili laboratuvarlara yönlendirilir.

Gaita testi olarak da adlandırılan bu test ile dışkıdaki enfeksiyon etkenleri araştırılabilir, parazit ve parazit yumurtaları var ise bunlar tespit edilebilir, dışkıda kan olup olmadığı araştırılabilir. Hekim tarafından gerekli görülmesi durumunda tanının desteklenmesi ve farklı hastalık olasılıklarının ekarte edilmesi amacıyla birtakım kan testleri ve ultrason, tomografi gibi görüntüleme teknikleri istenebilir. Yapılan tüm testlerin sonucunda bağırsak enfeksiyonuna neden olan etken tam olarak belirlenir ve buna yönelik tedavi başlatılır.

Tedavisi;

Bağırsak enfeksiyonu, çok sık görülen ve genellikle istirahat, bol sıvı alımı ve uygun gıdaların tüketimi ile en geç 1 hafta içerisinde kendiliğinden iyileşen bir hastalıktır. Bu nedenle hastalar genellikle doktora başvurma gerekliliği hissetmez. Bağırsak enfeksiyonu yaşayan hastalar dehidratasyonun önlenebilmesi için günlük 2-2,5 litre su tüketmeli, lif içeriği düşük olan ve sıvı ağırlıklı gıdalar tercih etmelidir. Yemekler az yağlı olarak hazırlanmalı, şeker tüketiminden mümkün olduğunca kaçınılmalıdır.

Probiyotik bakteriler içeren yoğurt, ayran, kefir gibi besinler enfeksiyonun giderilmesine ve ishalin önlenebilmesine yardımcı olur. Buna ek olarak haşlanmış patates ve pirinç tüketimi de bağırsaklarda su emilimini arttırdığından ishali hafifletir. Ateş söz konusu ise hekim tarafından parasetamol içerikli ilaçların kullanımı önerilebilir. Aşırı ve inatçı kusma durumunda ise sıvı kaybının önlenebilmesi açısından bulantı önleyici ilaçlar kullanılabilir.

Bunlara ek olarak hasta mümkün olduğunca istirahat etmeli, çevresindeki bireylere bulaşmanın önlenebilmesi için hastanın kullandığı tuvalet hastalık süresince başkaları tarafından kullanılmamalı, sonrasında ise çok detaylı bir şekilde temizlenmelidir. İnatçı baş dönmesi, idrar çıkışının azalması veya tamamen durması, dışkıda kan görülmesi, ateşin 38 derecenin üzerinde olması, sürekli kusmaya bağlı olarak hiç sıvı tüketilememesi, semptomların birkaç gün içerisinde hafiflememesi durumlarında ise hastalığın kendiliğinden geçmesi beklenilmeden bir an önce sağlık kuruluşlarına başvurulmalıdır.

Öneriler;

  • Vücudunuzun tuz, su ve mineral dengesine dikkat etmelisiniz. İshal ve kusma vücutta su kaybına yol açar, bu nedenle bol su içmelisiniz
  • İshal süresince yağsız beslenmeye özen göstermelisiniz. Patates haşlama, yoğurt, elma, muz, havuç gibi ishale iyi gelebilecek besinler tüketebilirsiniz
  • Baharatlardan, bol posalı meyve sebzelerden, kepek ekmeğinden uzak durmalısınız
  • Hekime danışmadan ishal ilacı ya da farklı bir ilaç kullanmamalısınız
  • Uzun süre devam edip, tedaviye cevap vermeyen ishal durumlarında, özellikle kanlı ve sümüklü ishal söz konusuysa altta yatan farklı ve ciddi bir bağırsak hastalığı olabilir. Bu nedenle böyle durumlarda en kısa zamanda Gastroenteroloji uzmanına başvurmalısınız
Paylaşın

Gastrit nedir? Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Son zamanlarda değişen yaşam koşulları ve beslenme şekilleri mide ile ilgili hastalıkların artmasına neden olmuştur. Gastrit de son zamanlarda gittikçe artış gösteren mide hastalıklarından biridir. Gastrit, mide iç yüzeyini döşeyen ve gastrik mukoza adı verilen zarın iltihaplanması durumudur.

Mide, yenen yiyecekler için tampon görevi görür. Yiyecekler midede karıştırılır, asidik özellikteki mide suyuyla sindirilir. Midede ayrıca diyetle alınan proteinleri parçalayan sindirim enzimleri de salgılanır. Mide suyu, mide mukozasında bulunan çok sayıda bezden üretilir. Mide mukozası mide suyunun kuvvetli asidik etkisinden korunmak için özelleşmiş hücrelerinden mide iç yüzeyini kaplayan ince viskoz bir mukus üretir.

Çeşitli faktörler; bu koruyucu mukus katmanına saldırabilir veya çok fazla mide asidi üretimine neden olabilir. Bunun sonucunda gastrit ortaya çıkar. Gastrit sıklıkla karın ağrısı, mide bulantısı ve midede ekşime gibi belirtilerle kendini gösterir. Ciddi bir hastalık değildir ve doğru beslenme ve ilaçlarla kolay bir şekilde tedavi edilebilir.

Nedenleri;

Gastrit mide astarının, mide asidinin fazla salgılanmasından dolayı aşınması nedeniyle iltihaplanması sonucu ortaya çıkar. Bu iltihaplanmaya sebep olan bir bakteri türü helikobakter pilori bakterisidir. Direkt olarak mide astarına enfekte olan bir bakteri türüdür. Bu enfeksiyonun kişiden kişiye bulaşması mümkündür. Kesin olarak kanıtlanmasa da bu bakterinin midede oluşması genetik koşullara da bağlıdır.

Aşırı alkol tüketimi, ibuprofen ve asprin gibi steroid olmayan ağrı kesici ilaçların rutin şekilde kullanılması, kokain gibi uyuşturucu maddelerin kullanımı, sigara kullanımı gastritin ortaya çıkmasına neden olabilir. Yaş ilerlerdikçe mide astarı zayıflar ve incelir. Bu nedenle ilerleyen yaşlarda gastritin görülme olasılığı artar. Yapılan çalışmalar günlük yaşamın getirdiği sorunlardan dolayı ortaya çıkan aşırı stresin de gastrite sebep olabileceğini göstermiştir.

Tip 1 diyabet gibi otoimmün bozukluğu olan kişilerde gastrit görülme olasılığı daha fazladır. Çünkü bu tür hastalıkların vücutta bulunan hücrelerin mideye zarar vermesine neden olur. B-12 eksikliğinin de gastrite neden olduğu yapılan çalışmalarla kanıtlanmıştır. Ayrıca HIV, AIDS Crohn hastalığı gibi bağışıklık sistemi hastalıkları da gastrit gibi enfeksiyonel hastalıkların ortaya çıkmasını kolaylaştırır.

Belirtileri;

  • Midede rahatsızlık ve yanma hissi
  • Mide bulantısı
  • Kusma
  • Özellikle yemeklerden sonra dolgunluk hissi
  • Hazımsızlık
  • Göbek ve alt kaburgalar arasında hissedilen kalıcı ağrı
  • İlerlemiş gastrit düzeyinde mide astarının çok fazla aşınmasından dolayı kanlı kusma (Kusmadan dolayı ortaya çıkan sıvı çoğunlukla kahve kıvamındadır.)

Tanısı;

Gastrit şüphesi olduğunda, doktor öncelikle hasta ile tıbbi geçmişi hakkında konuşur ve bir fizik muayene gerçekleştirir. Doktorunuz sizinle tıbbi geçmişiniz hakkında konuştuktan ve bir muayene yaptıktan sonra gastrit şüphesi taşıyor olsa da, kesin nedeni belirlemek için çeşitli testlerden bir ya da birkaç tanesinin yapılmasını isteyebilir.

Bu testler arasında H. pylori testi bulunur. H. pylori bakterisi, durumun ağırlığına göre kan testi, dışkı testi veya nefes testi ile tespit edilebilir. Nefes testi için bireye radyoaktif karbon içeren küçük bir bardak berrak, tatsız sıvı içirilir.

H. pylori bakterileri bu sıvıyı midede parçalara ayırabilir. Bir süre sonra bireyin bir torbaya üflemesi istenir. Eğer H. pylori enfeksiyonu mevcutsa nefes örneğinde radyoaktif karbon bulunacaktır.

Bireyin üst sindirim sistemini incelemek için endoskopi yapılabilir. Endoskopi sırasında doktor hastanın boğazından ve yemek borusundan, mide ve ince bağırsaklara ulaşana kadar bir lens yani endoskopi ile donatılmış esnek bir tüp geçirir.

Bu sistem sayesinde doktor mide içinde veya ince bağırsaklarda iltihap belirtileri arayabilir. Eğer doktor şüpheli bir alan bulursa laboratuvar incelemesi yapılması için küçük bir parça örnek alabilir yani biyopsi gerçekleştirebilir. Biyopsi sonucunda mide astarındaki H. pylori varlığını da saptamak mümkündür.

Anormalliği aramak için üst sindirim sisteminin röntgeninin çekilmesinden faydalanmak mümkündür. İçeride bulunan herhangi bir ülserli dokuyu daha görünür hale getirmek için sindirim sisteminin içini kaplayan ve baryum içeren beyaz, metalik bir sıvıyı içmek gerekebilir.

Tedavisi;

Gastrit genellikle herhangi bir ilaç tedavisine gerek duyulmadan alışkanlıklarda değişiklik ve beslenme önlemleriyle tedavi edilebilir. Bu değişiklikler yeterli olmadığında tedavide çeşitli ilaçlar kullanılır.

  • Gastrit tedavisinde ilk adım, mide zarını tahriş eden her şeyden uzak durmaktır. Bu nedenle kahve, alkol ve sigara bırakılmalıdır.
  • Belirtiler şiddetli ise, bir veya iki gün boyunca yemek yememek faydalı olabilir. Kural olarak, zaten gastritin alevlendiği dönemlerde iştah kaybı ortaya çıkar.
  • Belirtiler biraz daha hafifse kolay sindirilebilir hafif yiyecekler küçük öğünler şeklinde tüketilmelidir.
  • Stres nedeniyle tetiklenen gastrit vakalarında meditasyon veya progresif kas gevşetme tekniği gibi rahatlama yöntemleri yardımcı olabilir.

Gastrit tedavisinde mide asidini baskılayıcı antiasitler, proton pompa inhibitörleri, H2 reseptör blokerleri gibi ilaçlar kullanılır. Helicobacter pylori ve diğer bakterilerden kaynaklanan durumlarda antibiyotik tedavisi başlanır. Kronik otoimmün gastrit sıklıkla B12 vitamini eksikliği ile birlikte seyreder. Bu nedenle otoimmün gastrit tedavisinde B12 vitamini enjeksiyonları da yapılır.

Paylaşın

Kangren nedir? Belirtileri, Tanısı, Tedavisi

Ülkemizde ve dünyada oldukça sık görülen hastalıklardan biri olan Kangren, kısaca kanlanma bozukluğu sonucu ortaya çıkan doku ölümü şeklinde tanımlanabilir. Cilt baskın olarak etkilendiği için dışardan çıplak gözle rahatlıkla görülebilir. Kangrenin temelinde yatan en olumsuz tarafı ise mutlaka duruma erken müdahalenin şart olmasıdır.

Kangren türleri kendi içerisinde 3 türe ayrılmaktadır. Bunlar; Kuru kangren, yaş kangren ve gazlı kangren olarak adlandırılmaktadır.

  • Kuru Kangren; Kapkara bir renk alan doku kuruyarak mumya halini alır. Bu tür kangrenin oluşum nedeni atardamarın tıkanması olarak gösterilmektedir. Hastalıklı olan alan çok net bir şekilde sağlıklı alandan ayırt edilebilmektedir. Ayırt edilmeyi sağlayan hatta ise demarkasyon hattı ya da atılma çizgisi adı verilmektedir.
  • Yaş Kangren; Beslenmenin ve damarsal ağın çok sağlam olmadığı dokularda herhangi bir hasar meydana geldiği zaman alanın mikrop kapması veya kuru kangrenin enfekte olmasıyla ortaya çıkar. Bu durum sıklıkla şeker hastalığında ortaya çıkar. İlgili enfeksiyon çok hızlı bir biçimde ilerlediği için kangrenli alan sağlam özellikteki dokuları da ele geçirerek önce kızarıklık ardından da su dolu kabarcıkların meydana gelmesine neden olur. Hastalıklı dokunun kana geçmesi sonucunda da hasta septik şoka girer. Kangren özellikle kol, bacak gibi uzuvlarda çok sık görülebildiği gibi ince bağırsak, apandist gibi organların üzerinde de görülmektedir.
  • Gazlı Kangren; Ciddi boyutlarda kas tabakasını etkisi altına alan bu kangren türü yaraların özellikle de oksijensiz kalan bölümlerinde bakterilerin bulaşmasıyla meydana gelir. Gazlı kangren durumuna erken müdahale edilmediği taktirde bu hastalık kesinlikle ölümle sonuçlanır. Bu kangren türünde clostridium perfringens bakterisi çok etkilidir. Gazlı kangrende, kangrenli doku gazla gerilir. En ciddi belirtisi ise kasın üzerinde yer alan zarın alt kısmında toplanan aşırı gerilme ve bununla beraber gelen ağrı belirtisidir.

Nedenleri;

Kangrenle sonuçlanan nihai doku ölümüne, özellikle olayın geliştiği alanlara yeterli kan akışının olmaması neden olmaktadır. Bu, deri ve diğer dokuların oksijen ve besinler ile beslenmesinin mümkün olmadığı anlamına gelir.

Kan dolaşımındaki bozukluk; kan damarlarında tıkanıklık, yaralanma, bakteriyel enfeksiyonlar sonucunda ortaya çıkar. Bazı organlarda meydana gelen şişkinlik sonucu damarların tıkanması, dolayısıyla kan akışının engellenmesi de kangrene neden olur.

Diabetes mellitus, obezite, alkol bağımlılığı, bazı tümörler, periferik damar hastalığı ve HIV gibi bazı hastalık ve durumlar da kangrene yol açabilir. Uyuşturucu ilaç kullanımı, sigara kullanımı ve sağlıksız bir yaşam tarzı da kangren gelişimine zemin hazırlar.

Kanser nedeniyle uygulanan kemoterapi ya da radyoterapi tedavilerinin bir yan etkisi olarak kangren ortaya çıkabilir. Protein ve vitamin bakımından oldukça fakir bir beslenme diğer bir neden olarak sayılabilir.

Belirtileri;

Kangren ilk başlarda kendisini deride kızarıklık ve dökülmeler olarak gösterir. Bunun yanında şişlik ve iltihaplanmada gözlemlenir. İltihap ile beraber kötü bir koku ve akıntı görülür. Bu belirtileri şiddetli ağrılar, yüksek hassasiyet, ciltte yabancı bir cisim hissinde ve nihayetinde his kaybı oluşumu izler.

Ayaklarda görülen kangrenlerde ayakların soğuması ve renksizleşmesi, ayak parmaklarında ve parmaklar arasında ölü hücrelerin neden olduğu yaralar ve ciltte akıntılı ülserler görülür. Hem yaş kangrende hem kuru kangrende kaşıntılar meydana gelir, fakat kuru kangrende görülen kaşıntı daha yüksek derecededir. Bu belirtilerin şiddeti ve şekli kişiden kişiye ve kangrenin hangi derecede olduğuna bağlı olarak değişebilir.

Tedavisi;

Kangren durumunun tedavisi, kangrenin türüne ve boyutuna göre değişkenlik göstermektedir. Örneğin enfeksiyondan kaynaklı olan kangrenlerde antibiyotik kullanımı ya da mikrop kırıcı madde kullanımı ile kangren serumları yer alır.

Süt çocuklarında görülen kangren durumlarında ise seçilecek olan prosedür içerisinde antibiyotik tedavisi, elektrolit tedavisi işe su dengesi doğru bir düzenleme ile adım adım takip edilir. Bu hastalığın tedavisinde duruma göre kortizon tedavisi de uygulanmaktadır.

Dokuların canlılığını yitirmiş olan kısımları uygun cerrahi yöntemler kullanılarak vücuttan uzaklaştırılır.

Tedavisinde asıl önemli olan vakit kaybetmeden doktora gidilmesi ve durumun en kısa sürede çözüme kavuşturulması gerekmektedir. Çünkü kangren zaman kaybetme lüksünün olmadığı bir hastalık olduğundan, hastanın hayatını riske sokmaktadır.

Dikkat edilmesi gerekenler;

Kangren tedavisi ve tedavi sonrası oldukça hassas bir süreçtir ve bu süreç içerisinde enfeksiyonun ya da kangrene neden olan durumun başka bölgeler sıçramaması için dikkatli olunması gerekmektedir. Kangren sonrasında dikkat edilmesi gerekenlerden bazıları şunlardır:

  • Hasta eğer sigara ya da alkol kullanıyorsa kesinlikle bırakmalıdır
  • Tedavi sonrasında hemen tempolu işler yapmamalıdır
  • Beslenmesine dikkat etmelidir
  • Düzenli olarak doktor kontrolünden geçmelidir
  • Eğer cerrahi bir müdahale söz konusu ise enfeksiyon oluşmaması için pansumanların düzenli olarak değiştirilmesi gerekmektedir
  • Bakterinin bol olduğu umumi ortamlardan kaçınmalıdır
  • Kişisel temizliğe önem verilmelidir
  • Kalp ve damar tıkanıklığına neden olabilecek hastalıklar konusunda bilinçli hareket edilmelidir
  • İyileşme süreci tamamlandıktan sonra düzenli spor yapılmalıdır
Paylaşın

Ganglion kistler nedir? Belirtileri, Tedavisi

Kesin bir sebebi olmayan aniden ortaya çıkabileceği gibi aylar içinde yavaşça gelişebilen Ganglion kistler, eklem kapsülü, tendon veya tendon kılıfı üzerinden çıkan içi jel kıvamında bir sıvı ile dolu kistik yapıdaki iyi huylu tümörlerdir. Elde en sık rastlanan iyi huylu tümördür. Genellikle 20-40 yaş arasında ve daha çok kadınlarda görülür.

Ganglion kistleri çeşitli boyutlarda gözlenebilir. Küçük ganglion kistleri bezelye boyutunda olabilirken, daha büyük olanların çapı yaklaşık 2,5 santimetreyi bulabilir. Ganglion kistleri yakındaki bir sinire baskı yapacak konumda gelişirse ağrı hissedilebilir. Bazen de eklem hareketini engelleyecek şekilde gelişir.

Belirtileri;

İçi sıvı ile dolu bu kistler el bileğinde seyreden sinirlere baskı yaparsa ağrıya neden olur. Bazen çok büyür ve bileğin görüntüsünü bozabilirler. Ganglionlar eklemden kaynaklanır ve bir sap eklemine bağlantılarını devam ettirir. Kemik ve kasların arasından cilt altına kadar gelirler. El bileği aktifleştikçe kist de büyük. İstirahat ise kisti küçültür.Teşhis Doktor hastasına ganglionun ne zamandan beri var olduğunu, büyüklüğünün değişip değişmediğini ve ağrı yapıp yapmadığını sorar. Ganglion üzerine basarak hassas olup olmadığına bakar. Bazen MR ve ultrason yaptırmak da gerekebilir.

Tanısı;

Doktorunuz size bu balonsu yapının ne zamandan bu yana var olduğunu, ebadında bir değişiklik olup olmadığını, ağrılı olup olmadığını soracaktır. Yine muayene esnasında parmağı ile kistin üzerine bastırarak basınç uygulayacak ve bir ışık kaynağı ile kistin ışık altında ki görüntüsünü inceleyecektir. Çektireceğiniz bir grafi ile bu olayın romatizmal hastalığa bağlı eklem bozukluğundan yada bir kemik tümöründen kaynaklanıp kaynaklanmadığı araştırılacaktır. Bazense çok küçük olan ağrılı ganglionlarda tanıyı netleştirmek için MRI istenebilir.

Tedavisi;

Ganglion kistleri genellikle ağrısızdır ve tedavi gerektirmez. Doktorunuz “gözlemle ve bekle” yaklaşımı önerebilir. Bunun nedeni ganglion kistlerinin yaklaşık yarısının kendiliğinden kaybolmasıdır. Fakat kist ağrıya neden oluyorsa veya eklem hareketini engelliyorsa, doktorunuz şu 3 yöntemden birini önerebilir:

  • İmmobilizasyon; Aktivite ganglion kistinin büyümesine neden olabileceğinden, bölgeyi geçici olarak bir destek veya atel ile hareketsiz hale getirmek işe yarayabilir. Kist küçülürken, sinirlerin üzerindeki baskı da azalacağından, ağrı azalır. Bununla beraber atelin uzun süre kullanılması kas zayıflamasına neden olur. Bu nedenle, doktorun tavsiye ettiği süreden daha uzun kullanılmaması gerekir.
  • Aspirasyon; Aspirasyon, genellikle hastanenin ya da polikliniğin ayakta tedavi bölümünde yapılır. Doktor gangliyonun içeriğini mümkün olduğunca çıkarmak için bir iğne ve şırınga kullanacaktır. Bölgeye bazen gangliyonun geri dönmesini önlemeye yardımcı olmak için bir doz steroid ilacı da enjekte edilir, ancak bunun geri dönüş riskini azalttığına dair net bir kanıt yoktur. İşlemden sonra cildinizdeki küçük delik üzerine bir bant yerleştirilir. Bu bant işlemden yaklaşık 6 saat sonra çıkarılabilir. Aspirasyon basit ve ağrısızdır ve hastaneden hemen ayrılabilirsiniz. Bu yaklaşım daha az girişim içerdiğinden ameliyattan daha önce önerilir. Ancak tüm gangliyon kistlerinin yaklaşık yarısı, bu tedaviden sonra geri gelir. Kist geri dönerse, ameliyat gerekli olabilir.
  • Cerrahi müdahale; Bir ganglion kistini çıkarmak için iki cerrahi yol vardır. Açık cerrahi, cerrahın etkilenen eklem veya tendon bölgesi üzerinde genellikle yaklaşık 5 cm uzunluğunda orta büyüklükte bir kesi yaptığı bir işlemdir. Artroskopik cerrahi yönteminde ise küçük kesiler yapılarak bir kamera ile eklemin içine girilir ve bu bölgedeki bozukluk tedavi edilir.

Her iki teknik de lokal anestezi ya da genel anestezi uygulanabilir. Seçim, gangliyonun nerede olduğuna, hangi anesteziyi tercih edeceğinize ve cerrahınızın tavsiyesine bağlıdır. Ameliyattan sonra cerrah kesikleri dikerek bir bandaj yerleştirir. Kesikler genellikle ağrılı değildir, ancak ameliyattan sonra herhangi bir rahatsızlık hissederseniz ağrı kesici reçetelenir.

Kist, elinizden veya bileğinizden çıkarılmışsa, ilk birkaç gün boyunca askı takmanız gerekebilir. Askı, kolunuzu herhangi bir darbeden koruyabilir, şişliği ve rahatsızlığı azaltabilir. Eklemlerin esnek kalmasına yardımcı olmak için parmaklarınızı düzenli olarak hareket ettirmeniz gerekir. Bir ganglion kisti operasyonundan sonra ne kadar zaman izin almanız gerektiği işinize ve gangliyonun nerede olduğuna bağlıdır. İşiniz elinizi aktif olarak kullanmanızı gerektiriyorsa, izin almanız gerekebilir. Kendinizi hazır hissettiğinizde tekrar araba sürmeye başlayabilirsiniz.

Paylaşın

Frajil X Sendromu nedir? Belirtileri, Tedavisi

Tüm zihinsel gerilik nedenleri arasında da Down Sendromu’ndan sonra ikinci sırada yer alan Frajil X Sendromu; genetik bir hastalıktır. Nesilden nesile geçebilen bu rahatsızlık zihinsel engele ve otizme neden olur. Görülme sıklığı erkeklerde 1/3600, kadınlarda 1/4000- 1/6000 kadardır.

İnsan vücudunda binlerce gen kromozomları oluşturmak için bir arada toplanır. Erkeklerde ve kadınlarda aynı olan ve çiftler halinde 1’den 22’ye kadar numaralanan 44 otozomal kromozom var. 23. çift ise cinsiyeti belirler. Cinsiyet kromozomu kadınlarda XX, erkeklerde ise XY olarak bulunur.

“FMR1” geni olarak adlandırılan gen “X” kromozomu üzerindedir ve beyin gelişimi için önemli olan bir proteini üretmekten sorumludur. Bu proteine FMRP (Frajil X Mental Gerilik Proteini) denir. Frajil X Sendromu olan insanlarda bu proteinin eksikliği vardır. Dünyada yaklaşık 4 bin erkek çocuktan birinde görülen Frajil X Sendromu genetik bir hastalıktır. Nesilden nesile geçebilen bu rahatsızlık zihinsel engele ve otizme neden olur. Erkeklerde ciddi zihinsel engellere neden olan Frajil X, kızlarda yaklaşık 6 bin kız çocuktan birinde görülür. Genellikle daha hafif sorunlar oluşturur. Bu sorunlar gelişim ve dil gelişimi gecikmeleri, öğrenme sorunu ve davranış problemleri olabilir.

Belirtileri;

Fiziksel;

  • Büyük kulaklar
  • Uzun, dar yüz
  • Ergenlikte/ erişkinlerde büyük testisler
  • Düz tabanlık
  • Şaşılık/ tembel gözler
  • Gevşek eklemler

Davranışsal;

  • Gelişimsel gecikme
  • Öğrenme ve entelektüel güçlük
  • Dikkat eksikliği ve hiperaktivite
  • El çırpma ve/veya ısırma
  • Zayıf göz teması
  • Utangaçlık, endişe
  • Davranış sorunları
  • Konuşma/ dil gecikmesi
  • Hızlı, tekrarlayan konuşma
  • Geçişlerde zorluk

Tanısı;

Bir kişide Frajil X sendromu için premutasyon veya tam mutasyon olup olmadığını belirlemek için genetik test uygulanır. Bu test kandan veya yanak içi sürüntüden yapılabilir. Ayrıca riskli ailelerde, bebeğin frajil X sendromundan etkilenme olasılığının bulunup bulunmadığını öğrenmek için, gebelik sırasında da test yapmak mümkündür. Bu test türüne doğum öncesi tanı (prenatal diagnosis) adı verilir.

Frajil X sendromu tanısı konması, sadece ailede diğer riskli kişileri belirlemek için değil, bu sendroma özel geliştirilen yeni tedavilerden faydalanabilmek için de gereklidir ve otizm-gelişme geriliği-öğrenme güçlüğü olan bireylerde mutlaka düşünülmelidir.

Tedavisi;

Frajil X sendromundan etkilenen bireylerin ve ailelerinin hayatlarını iyileştirebilen birçok tedavi vardır. Bunlar arasında özel eğitim, konuşma, mesleki ve duyusal entegrasyon eğitimi ve davranış değiştirme programları bulunmaktadır. Eğitim çabaları, terapi ve destekle, frajil X sendromlu tüm bireyler ilerleme kaydedebilir. Diğer tedavi, etkilenen bir bireyin spesifik semptomlarına bağlı olabilir. Etkilenen bireyler ve aileleri için genetik danışmanlık önerilir.

ABD’de ve dünyada Frajil X sendromuyla ilgilenen birçok klinik vardır. Bu klinikler, frajil X sendromlu bireyler için tedaviler, terapiler ve destek konusunda uzmanlaşmıştır ve ebeveynlere belirli semptomları ele almak için ilaç seçeneklerine rehberlik edebilir. Etkilenen bireyi tedavi etmek için yeni ilaçların kullanıma sunulması muhtemeldir ve uzman klinikler ebeveynlere güncel bilgiler konusunda yardımcı olabilir.

 

Paylaşın

Fobi nedir? Belirtileri, Tedavisi

Halk arasında hastalık olarak pek görülmeyen fobi, sık görülen bir anksiyete bozukluğudur. Fobi, kişinin belirli durum, canlı-cansız varlık veya mekana yönelik olarak hissettiği ileri düzeydeki korku hali olarak tanımlanmaktadır.

Fobisi olan kişiler belirli tehlikeleri gerçekte duyulması gerekenden daha fazla tehdit edici olarak algılayarak, tehlikeli kabul edilen bu durumlardan önemli düzeyde kaçınırlar. Bu kişiler fobinin nesnesi olan koşullarla karşı karşıya kaldıklarında ise çok büyük bir sıkıntı yaşarlar ki bu durum kendisini tam bir panik hali ve dehşet hissi şeklinde gösterebilmektedir.

Belirtileri;

Korku yaratan obje, durum ya da aktivite ile karşılaşıldığında anksiyete belirtileri ortaya çıkar. Panik atakta görülen belirtilerin hemen hepsi fobik durumla karşılaşıldığında ortaya çıkabilir. Hatta bazı vücut salgıları tutulamayabilir, kalbin durması ve ölüm görebilir.

  • Çarpıntı
  • Yüz kızarması
  • Yüzde kaşınma ve yanma hissi
  • Titreme
  • Soğuk terleme
  • Bulanık görme
  • Nefes darlığı
  • Ağız kuruluğu
  • Yutkunma güçlüğü
  • Boğazda sıkılaşma
  • Mide bulantısı
  • Bilinç kaybı
  • Ani tansiyon düşüşü
  • Bayılma
  • Bunalım
  • Sinir krizi
  • Şok vb.

Tanısı;

Fobi hastaları sıklıkla fobilerinin farkındadırlar. Bununla birlikte basit fobiler genellikle ciddi yaşamsal sorunlara yol açmadığından, bu türden fobisi olan kişiler fobilerinden fazla şikayet etmemekte ve genellikle bir hekime başvurmamaktadır. Karmaşık fobilerde ise durum farklıdır. Bu fobilerde ciddi işlevsel bozulma görülür ve bu hastalar çok daha sıklıkla hekime gelmektedir.

Tedavisi;

Aşırı olan hiçbir durum sağlıklı değildir ve hayat kalitesini olumsuz yönde etkileyen fobi sahibi hastalar, korkularından kurtulmak için çözüm yolları aramalıdır. Bazı durumlarda, hastalar kendi başlarına fobilerinden kurtulabilirler fakat başaramadıkları durumlarda profesyonel yardım sayesinde büyük bir ölçüde korkuları azaltılabilir hatta kısa bir sürede kalıcı olarak tedavi edilebilir.

Fobi için çeşitli tedavi yöntemleri bulunmaktadır ve temel olarak popüler tedavi metotları iki kategori altında toplanabilir: ilaç tedavisi ve psikoterapi.

  • İlaç Tedavisi: Tıbbi olarak psikiyatri tarafından tanı konulduktan sonra ilaç ile tedavi edilmesi.
  • Psikoterapi ve Rahatlama Teknikleri: Psikoterapi sayesinde çevresel ve biyolojik etmenler göz önünde bulundurularak tedavi etmektir. Rahatlama teknikleri vücutta oluşan zararlı etmenleri hem zihin hem de bedensel olarak uzaklaştırmayı amaçlayarak tedavi etmektedir.

Fobinin türüne ve seviyesine göre tedavi yöntemi uygulanır ve her tedavi yöntemi hasta için aynı etkiyi yaratmayacağı için, yöntem değiştirilebilir. Ayrıca, birden fazla yöntem tedavi için aynı anda kullanılabilir.

Ayrıca, maruz bırakma, duyarsızlaştırma ve bilişsel davranışçı tedaviler de popüler olarak kullanılmaktadır.

  • Maruz Bırakma Tedavisi: Hastanın nesneye veya duruma bağlı olarak geliştirdiği korkuya ya da korkuyu tetikleyen durumlara maruz bırakılmasıdır. Bu sayede korkusu ile yüzleştirilip çözümleme yapılması sağlanır. Çözümleme yapıldıktan sonra sorun ortadan kaldırılmaya çalışılır.
  • Duyarsızlaştırma Tedavisi: Göz Hareketleri ile Duyarsızlaştırma ve Yeniden İşleme (EMDR) Derneği’ne göre bir psikoterapi yaklaşımı olan duyarsızlaştırma terapisi; fizyolojik temelli olup izole anıların işlenmesini sağlar ve beyni zamanında yapamadığı işlemi yapmasını sağlar. Bu sayede de fobiye neden olan travmalar ya da durumlar ortaya çıkarılıp çözümlenmesi yapılır. Bunun yardımı ile birlikte korkular azaltılıp tedavi edilebilir.
  • Bilişsel Davranışçı Tedavi (CBT): Türkiye Psikiyatri Derneği’ne göre bilişsel davranışçı terapi; düşünce, duygu ve davranışlar arasındaki ilişkiler konusunda çalışılır ve neden olan sorunlar ve etmenler üzerine odaklanılır. Sonrasında, hastanın başa çıkabilmesi için kişisel stratejiler üretilerek bazı beceriler kazandırılır. Bu beceriler sayesinde fobilerden kaynaklanan anormal korkular tedavi edilebilir.

Bazı fobi çeşitleri;

  • Anatidaefobi; Bu fobisi olan kişi, bir ördek tarafından izlendiğini düşünerek korkabilir. Bu fobi çoğunlukla çocukluk döneminde bir ördeğin saldırısına uğramış veya bir ördek tarafından kovalanmış kişilerde bulunur
  • Geletofobi; Kişinin kendisine gülünmesinden veya dalga geçilmesinden korkması durumudur. Bu fobiye sahip olan kişiler genelde bulunduğu ortamda atılan her kahkahanın kendileri hakkında olduğunu düşünür. Çoğu insan kendisine gülünmesini veya kendisiyle dalga geçilmesini sevmez fakat bu fobiye sahip olan insanların bu durumu içselleştirdiği ve bu duruma karşı fazla korku duyduğu görülür
  • Agirofobi; Bir caddede karşıdan karşıya geçme korkusuna denilir. Bu fobiye sahip olan kişiler özellikle de yaya geçitlerinde büyük korku yaşarlar
  • Panfobi; Her zaman var olan bir kötülüğe inanma ve bunun sonucunda da her şeyden korkma durumudur. Tıp literatüründe bu durum fobi olarak geçmez
  • Ranidafobi; Kurbağalardan korkmaktır
  • Ksantofobi; Bazı renkler insanı istemsiz bir şekilde tedirgin edebilir ve bu da sarı renge duyulan tedirginlik halidir. Bu fobi insanda psikolojik hatta hormonal olarak rahatsızlık yaratabilir
  • Obesofobi; Bu fobi insanların şişmanlamaktan fazla şekilde korkması olarak tanımlanır
  • Pogonofobi; Sakallardan veya sakallı kişilerden korkma durumudur. Bu fobi kişilerin çocukluk döneminde yaşadığı sakallı kişilerle alakalı kötü bir olaya işaret ediyor olabilir
  • Halitofobi; Obsesif kompülsif bozukluk yaşayan kişilerde sıklıkla görülen bu fobi kötü nefes fobisi olarak tanımlanır
  • Globofobi; Balonlardan özellikle de balonların patlamasından korkulmasıdır. Bu kişiler balon olan bir ortama girdiğinde büyük tedirginlik yaşarlar
  • Gametofobi; Kişilerin evlenmekten korkmasıdır. Bu fobiye sahip olan kişiler genellikle bir ortamda odak olmayı sevmeyen ve sosyal hayatlarında sıkıntılar yaşayan kişilerdir
  • Jinofobi; Çocukluk döneminde anne, abla, öğretmen veya kişide büyük etkisi bulunan herhangi bir kadınla alakalı kötü anıları bulunan, bu kişilerden kötü muamele gören kişilerde sıklıkla görülen kadınlardan korkma durumudur
  • Seksofobi; Kişinin cinsel aktivitelerden veya cinsel organlardan korkmasıdır. Geçmişte yaşanmış kötü anılar, aile eğitimi veya dinsel ve toplumsal baskılar kişide bu fobinin oluşmasını tetikler
  • Aritmofobi; Çocukluk veya gençlik döneminde matematikle alakalı kötü anıları bulunan kişilerde sıklıkla görülen sayılardan korkma durumudur
  • Nomofobi; Günümüzde çok yaygın şekilde görülen telefonsuzluktan korkmak olarak adlandırılan fobidir. Bu fobiye sahip olan kişiler telefonu yanında olmadan dışarıya çıktığında kendini tedirgin, gergin hissedebilir ve bu durumdan büyük korku duyar
  • Triskaidekafobi; Özellikle Batı ülkelerinde sıklıkla görülen bu fobi 13 sayısından korkmak anlamına gelir. Batı kültüründe 13 sayısının uğursuz olduğu düşünülür fakat bu düşünce bizim kültürümüzde yaygın değildir.
  • Tafefobi; Mezarlardan korkmak ve diri diri gömülme korkusu taşımak anlamındadır. Bu fobisi olan kişiler öldüklerinin sanılması ve bu nedenle gömülme korkusu taşırlar
  • Teknofobi; Gelişmiş olan teknolojiden korkmaktır. Son günlerde teknolojide görülen büyük yenilikler ve yapay zekanın oldukça geliştirilmesi bu fobiyi taşıyan kişilerin tedirginlik ve gerginlik düzeyinin artmasına neden olur. Yapay zekanın ilerlemesi ve kötü bir hal alması bu kişilerin en büyük korkuları arasındandır
  • Venüstrafobi; Bu fobi güzel kadınlardan korkmak olarak bilinir. Bu fobiye özgüvensizlik neden olabilir. Bu fobiyi taşıyan kişiler karşılarındaki güzel buldukları kadının gözlerine bakmakta bile zorlanabilir
  • Tetrafobi; Özellikle de Doğu Asya ülkelerinde görülen bu fobi dört sayısından korkmak anlamındadır. Doğu Asya ülkelerinde bu fobi o kadar yaygındır ki bazı asansörlerde dört sayısı yoktur
  • Roller Coaster Fobisi; Yükseklikten, hissedilen basınçtan ve yüksek hızdan kaynaklı görülen bir fobidir. Bu fobiye sahip kişiler Roller Coaster’a bindikleri zaman kendilerini güvensiz ve çaresiz hissederler
  • Androfobi; Çocukların veya gençlerin baba, abi veya öğretmen gibi hayatındaki önemli erkek figürlerden gördüğü kötü muamele veya bu kişilerle yaşadığı kötü anılar sonucu oluşabilen erkeklerden korkma olarak tanımlanan fobidir
  • Kronofobi; Zaman kavramına veya zamanın ilerleyişine karşı duyulan korkudur
  • Koumpounophobia; Giyinme konusunda kişilerin büyük sıkıntılar yaşamasına neden olan bu fobi kıyafetlerin düğmelerinden korkmak anlamına gelir
  • Kimofobi; Kişilerin küçük veya büyük fark etmeksizin dalgalardan korkmasıdır
  • Apifobi; İnsanlarda sıklıkla görülen bu fobi arılardan korkma durumudur. Çocukluk döneminde kendisinin veya yakın çevresinde bulunan bir kişinin arı tarafından sokulması kişide bu fobinin görülmesini tetikleyebilir
  • Asimetrifobi; Sıklıkla karşılaşılan bu fobi de simetrik olmayan cisimlere karşı duyulan korkudur
  • Atelofobi; Kişinin kusursuz olamamaktan korkmasıdır
  • Arakibutirofobi; Görülen en ilginç fobilerdendir. Kişinin fıstık ezmesi yerken fıstık ezmesinin damağına yapışmasından korkmasıdır.
  • Manyofobi; Kişinin yakın çevresinde psikolojik sorunlar yaşamış veya yaşamaya devam eden kişilerin bulunması sonucu oluşabilen kişinin delirmekten korkması durumudur
  • Paraskavedekatriafobi; Ayın 13’ü ve cuma gününe denk gelen günlerden korkmak anlamındadır
  • Peladofobi; Küçük yaşlardaki çocukların kel olan kişilerden etkilenmesi sonucu görülen kel kişilerden korkma veya kelleşmekten korkma durumudur
  • Fobofobi; Bu kişiler yeni korkular edinmekten korkarlar ve bu nedenle kendilerini korkutacak yeni bilgiler edinmekten uzak dururlar
  • Pentherafobi; Evli insanların kaynanalarının hayatlarına fazla etkisi bulunmasından korkmasıdır.
  • Politikofobi; Politikacılardan korkma durumudur
  • Takofobi; Yüksek hızdan korkulmasıdır

  • Transfobi; Genelde homofobik kişilerde görülen bu fobi transseksüel bireylerden korkulmasıdır
  • Tripanofobi; Özellikle çocuklarda sıklıkla görülen bu fobi iğne veya aşıdan korkulması durumudur
  • Gefirofobi; Köprülerden korkmak anlamına gelir ve bu fobiyi taşıyan kişiler köprülerin üzerinden geçmekten çekinirler
  • Helyofobi; Güneşten, güneş ışığından veya parlak olan ışıklardan korkulmasıdır bu fobi günlük hayatta birçok probleme neden olabilir
  • Hipnofobi; Genelde dengesiz hayat süren veya sıklıkla kabus gören kişilerde görülen bu fobi uykudan korkulmasıdır
  • Filemafobi; Birini öpmekten veya öpülmekten duyulan gerginliktir
  • Eisoptrofobi; Kendisinin veya bir başkasının yansımasını aynada görme korkusu olarak tanımlanır
  • Ablütofobi; Genellikle küçük yaştaki çocuklarda görülen yıkanma korkusudur
  • Pediofobi; Oyuncak bebeklerden korkulmasıdır. Bu fobiye sahip kişilerin robotlardan veya vitrin mankenlerinden de korktuğu görülebilir
  • Klostrofobi; Günümüzde sıklıkla rastlanılan bu korku her tarafı kapalı ve basık mekanlarda bulunmaktan duyulan korkudur
  • Haptofobi; Dokunulma hissinden korkulmasıdır. Dokunmak bu kişilerde yanma hissiyatına neden olur
  • Ksilofobi; Ormanlardaki ağaçlardan hatta tahta olan birçok cisimden korkulmasıdır
  • Cherofobi; Kişinin mutlu olmaktan hatta olumlu davranışlar sergilemekten veya olumlu duygular hissetmekten çekinmesidir
  • Tripofobi; Bu fobi de günümüzde sıklıkla görülen fobiler arasında sayılabilir. Delik korkusu veya delikli cisimlerden rahatsız olunması anlamına gelir
Paylaşın