B6 Vitamini nedir, hangi besinlerde bulunur?

Bağışıklık sistemi ve kan seviyelerindeki azalma için önemli olan ışığa ve alkali ortama duyarlı besinlerden aldığımız B6 Vitamini (Piridoksin), protein metabolizmasında koenzim olarak oldukça önemli görevleri bulunan ve nörotransmitterlerin sentezinde görev yapan bir suda çözünen vitamin türüdür. 

Hassas bir vitamin türüdür ve güneş ışığı, yüksek ısı, pişirme, bazik ortam gibi etkenlere maruz kalması halinde kolaylıkla bozularak işlevini yitirebilir. Dolayısıyla özellikle süt ve ürünleri, meyve ve sebzeler gibi taze olarak tüketilebilen kaynaklarının yeterli miktarda alınması, vitamine olan gereksinimin karşılanması açısından oldukça önemlidir.

Faydaları;

  • Enzimlerin sağlıklı bir şekilde salgılanmasını sağlar. 60’dan fazla enzimin çalışması için gereklidir
  • Hücrelerin çoğalmasında, çok önemli bir yeri olduğu için sağlıklı bir gebelik için gerekli bir enzimdir
  • B6 vitamini vücutta normal enerji oluşumun
  • Yorgunluk ve bitkinliğin azaltılmasın
  • Normal homosistenin metabolizmasın
  • Normal kırmızı kan hücrelerinin oluşumuna ve bağışıklık sisteminin korunmasına katkıda bulunur
  • Bağışıklık sistemini güçlendirir. Vücudumuzu hastalıklardan korur
  • Kan üretimine destek vermesi nedeniyle böbreklerin sağlıklı şekilde çalışmasını sağlar
  • Uykusuzluk problemini önler
  • Kas kasılmalarını ve krampları önler
  • Yağ yakımı sürecini hızlandırdığı için kilo verme konusunda yardımcıdır
  • Sinir, stres etkilerini azaltır
  • B6 vitamini beyindeki kimyasal olaylar için de önemlidir

Hangi besinlerde bulunur?

  • Böbrek
  • Karaciğer
  • Beyin
  • Yumurta sarısı
  • Tavuk
  • Balık
  • Süt ve süt ürünleri
  • Bira mayası
  • Muz
  • Avakado
  • Patates
  • Ispanak
  • Bezelye
  • Yulaf

Eksikliğinin belirtileri nelerdir?

B6 vitamininin eksikliği iki farklı durumdan kaynaklanabilir. Bunlardan ilki düzensiz veya dengesiz beslenme, düşük kalorili diyet uygulama ya da B6 vitamini içeriği yüksek olan besinlerin az tüketimi gibi nedenlere bağlı olarak vitaminin vücuda yeteri kadar alınmamasıdır. Diğer neden ise sindirim sistemini ve besin ögelerinin emilimini etkileyen herhangi bir hastalıktan kaynaklı olarak vücuda alınan besinlerden yeterli düzeyde yararlanılamamasıdır. Her iki durumda da ortaya çıkabilen B6 vitamini eksikliği birtakım belirtilerle kendini gösterir. En yaygın belirtiler arasında şunlar yer alır:

  • Kırmızı kan hücrelerinin üretimindeki azalmaya bağlı olarak kansızlık (anemi) gelişimi
  • Sürekli yorgunluk, halsizlik ve enerji düşüklüğü
  • Deri döküntüleri
  • Dudaklarda çatlama, ağız ve dudakların çevresinde kuruluk ve dökülmeler
  • Bağışıklık sisteminin zayıf olması, sık olarak geçirilen enfeksiyon hastalıkları
  • El, ayaklar ve parmaklarda uyuşukluk, karıncalanma hissi
  • Bebeklerde huzursuzluk ve sürekli huysuzluk
  • Hamilelikte görülen sabah bulantılarının aşırılığı
  • Bilinç bulanıklığı, konsantrasyon güçlüğü, unutkanlık gibi bilişsel sorunlar

Söz konusu belirtiler hafif düzeydeki vitamin eksikliklerinde hissedilebilir düzeyde olmayabilir. Vitamin eksikliğinin uzun süre devam etmesi ve tedavi edilmemesi halinde ise belirtiler şiddetlenerek günlük yaşamı etkileyecek boyutlara ulaşabilir. Yukarıdaki belirtilere ek olarak yapılan bazı bilimsel araştırmalarda B6 vitamini eksikliğinin kanser gelişimini kolaylaştırdığı sonucuna varılmıştır. Özellikle mide ve yemek borusu kanserlerinde B6 vitamini eksikliğinin bir tetikleyici faktör olabileceği üzerinde durulmakta olup bu konu hakkındaki bilimsel araştırmalar halen devam ettirilmektedir.

Paylaşın

Büllöz pemfigoid nedir? Teşhisi, Tedavisi

Halk arasında bilinen bir adı olmayan Büllöz pemfigoid; içi su dolu kabarcıklar oluşturan ve bu su dolu kabarcıkların patlayıp açılması ile üzeri kabuklanan, yüzeysel yaralar şeklinde seyreden önemli bir deri hastalığıdır.

Bülöz pemfigoid tıp dilinde otoimmün bir hastalık olarak bilinir. Yani normalde insan vücuduna zararlı olabilecek mikrop ve yabancı maddelere karşı bir koruma sistemi olan bağışıklık sisteminin, kişinin kendi doku ve hücrelerini de yabancı olarak algılayıp buna karşı tepki vermesi sonucunda ortaya çıkan hastalıklardan birisidir.

Daha basit bir biçimde kimde olacağını önceden kestiremediğimiz büllöz pemfigoid hastalığı, henüz bilmediğimiz bir nedenle vücudun kendi derisini yabancı olarak algılaması ve buna karşı tepkime vermesi ile oluşur. Bu tepkimeyle, derideki hücreleri bir arada tutan bağlar, vücudun salgıladığı ve antikor adı verilen maddelerin etkisiyle kopar.

Bunun sonucunda hücrelerin birbirinden ayrıldığı alanlara sıvı toplanır. Böylece “bül” adı verilen içi berrak sıvı ile dolu olan kabarcıklar meydana gelir. Bu kabarcıklar zaman içerisinde patlarlar ve tabanı ıslak et görünümlü, kendi kendine iyileşmeyen yüzeysel yaralara dönüşür. Bu yaralardan sıvı ve vücut için gerekli maddelerin kaybedilmesi ya da bu yaralardan mikrop kapılması sonucunda hastalığın bazen yaşamı tehdit eden olumsuz sonuçları ortaya çıkar.

Büllöz pemfigoid nedenleri;

Kabarcıklar bağışıklık sisteminizdeki bir arıza nedeniyle ortaya çıkar. Vücudunuzun bağışıklık sistemi normalde bakteri, virüs veya diğer zararlı olabilecek yabancı maddelerle savaşmak için antikorlar üretir. Net olmayan nedenlerden dolayı, sisteminiz vücudunuzdaki belirli bir dokuya karşı bir antikor geliştirebilir.

Büllöz pemfigoidde, bağışıklık sistemi cildin dış tabakasını (epidermis) ve bir sonraki cilt tabakasını (dermis) bağlayan liflere antikorlar üretir. Bu antikorlar, kabarcıklar ve kaşıntı üreten iltihabı tetikler.

Büllöz pemfigoidin belirtileri;

İlk belirtileri yama tarzında kurdeşen benzeri kızarıklıklar ve şiddetli kaşıntıdır. Bu kızarıklıkların üzerinde günler ya da haftalar sonra bül denilen yanık benzeri içi su dolu gergin kabarcıklar meydana gelir. Büller kısa sürede patlayarak açılırlar ve tabanları ıslak, yüzeysel yaralara dönüşürler. Bu yüzeysel yaralar zamanla kuruyup
kabuklanırlar. Eğer tedavi edilirse yaralar, yerlerinde geçici kahverengi lekeler bırakarak iyileşirler. Ancak tedavi edilmezse hastalık yeni büllerin ortaya çıkması ile giderek şiddetlenebilir. Bu yaralar genellikle deride olsa
da hastaların dörtte birinde ağız içerisinde de çıkabilir.

Büllöz pemfigoid teşhisi;

Teşhisi doğrulamak için doktorunuz kan testleri isteyebilir ve laboratuvar testi için etkilenen cildin küçük bir örneğini alarak cilt biyopsisi yapabilir. Doktorunuz sizi belirtilerinize ve laboratuvar testlerinizin sonuçlarına bağlı olarak cilt (dermatolog) veya gözler (göz doktoru) konusunda uzmanlaşmış bir doktora yönlendirebilir.

Tedavisi;

Büllöz Pemfigoid tedavisinin temel amacı ve hedefi; hastalığa yol açan, vücut tarafından üretilen antikor adı
verilen maddelerin üretimini azaltmak ya da tamamen durdurmaktır. Bu amaçla, vücudun kendisine yönelmiş bağışıklık sistemini baskılayıcı birtakım ilaçlar veya kanın antikor adı verilen maddelerden temizlenmesine
yönelik birtakım yöntemler kullanılır. Bu amaca yönelik en sık kullanılan ilaçlar, deriye sürerek ya da hastalığın daha şiddetli olduğu durumlarda ağızdan hap şeklinde veya toplardamara enjeksiyon şeklinde kullanılan ‘kortizon’ ilaçlarıdır.

Genellikle kortizon içeren ilaçlar hastalığı baskılamakla birlikte; ilacın yetersiz olduğu veya uzun süre kullanımlarında yan etkileri sebebiyle kortizon düzeyinin minimum tutulmak istendiği durumlarda tedaviye immunsupresif ilaçlar eklenebilir. Sık kullanılan immunsupresif ajanlar arasında azatiyoprin, metotreksat, mikofenolat mofetil vardır.

Daha az kullanılan diğer ilaçlar arasında, nikotinamid, tetrasiklin, dapson, sülfonamidler, siklofosfamid, siklosporin, klorambusil gibi ilaçlar mevcuttur. Yukarıdaki tedavilerle olumlu sonuç alınamayan hastalarda daha ileri tedavi
yöntemleri (ritüksimab, plazmaferez, IVIG vb..) kullanılabilir.

Yaşam tarzı ve ev ilaçları;

Büllöz pemfigoid varsa, aşağıdaki kişisel bakım stratejileriyle durumunuzun bakımına yardımcı olabilirsiniz:

  • Yara bakımı: Kabarcıkların günlük bakımı için doktorunuzun tavsiyelerine uyun.
  • Gerekirse etkinlikleri sınırlayın: Ayak ve ellerde kabarcıklar yürümeyi veya günlük aktivitelere katılmayı zorlaştırabilir. Kabarcıklar kontrol altına alınana kadar rutininizi değiştirmeniz gerekebilir.
  • Güneşe maruz kalmaktan kaçının: Büllöz pemfigoidden etkilenen cildin herhangi bir bölgesinde uzun süre güneşe maruz kalmaktan kaçının.
  • Gevşek pamuklu kıyafetler giyin: Bu cildinizi korumaya yardımcı olur.
  • Ne yediğinize dikkat edin: Ağzınızda kabarcıklar varsa, cips, çiğ meyve ve sebze gibi sert ve gevrek yiyecekler yemekten kaçının, çünkü bu tür yiyecekler semptomları şiddetlendirebilir.
Paylaşın

Bulimya (Bulimia) Nedir? Teşhisi, Tedavisi

Bulimya (Bulimia); Belirli bir zaman dilimi içerisinde çoğu insanın yiyebileceğinden çok daha fazla yiyeceği yeme durumu ve başka bir deyişle yeme kontrolünün kaybolması durumudur. Bulimya (Bulimia), ileri safhada PEM (Protein Enerji Malnütrüsyonu) gelişir ve hastaneye yatırılması gerekebilir.

Kişide aşırı bir iştah, fakat aynı zamanda aşırı bir kilo alma korkusu vardır. Kişi çok fazla yemek tükettikten hemen sonra kendisini kusturarak yada diüretik ve laksatifler kullanarak yediklerinden kurtulmaya çalışır. Çoğunlukla bulimik kişi, birkaç gün çok fazla yemek tüketir. Sonra karın ağrısı ve uyku düzensizliği başlayınca kendisini kusturmaya başlar. Zorlama ile yapılan bu kusmalar diş çürüklükleri, özefajit , metabolik alkaloz, dehidratasyon, hipokalemi ve diğer elektrolit bozukluklarına yol açar.

Bulimia ne sıklıkta görülür?

Her 100 kişiden bir ila ikisi bulimia hastalığına yakalanır. Ancak bulimianın ayrı ayrı semptomları (hastalık belirtileri) daha sık görülür ve her 100 kişiden yaklaşık 5’inde bulunur.

Bu hastalık özellikle kadınlarda ve genç kızlarda görülür. Her 100 bulimikten 90’ı genç kız ve kadınlardan oluşur. Ancak son zamanlarda giderek daha çok genç erkek de şişmanlamaktan korktuğunu, yeme davranışını kontrol ettiğini, aşırı açlık krizlerine girdiğini, yediklerini çıkardığını, giderek daha çok spor yaptığını veya kilolarını korumak için müshil ilaçlarına yöneldiğini bildirmektedir.

Bulimia hastalığı kimlerde görülür?

  • Düşük özgüvenli kişiler
  • Depresif belirtileri olan kişiler (mutsuzluğa eğilimli, pekçok şeye karşı isteksizliği olan, bunlara ek olarak uyku,iştah, konsantrasyon, enerji sorunları, değersizlik düşünceleri yaşayanlar)  -sosyal anksiyete bozukluğu yaşayan kişiler
  • Çcuklukta aşırı düzeylerde kaygı belirtileri olan kişiler
  • Zayıf vücut idealinin içselleştirilmesi
  • Çocukluk çağlarında cinsel ve fiziksel istismar yaşayanlar
  • Çocuklukta obezitenin (şişmanlık) varolması, erken yaşlarda ergenliğe giriş
  • Ebeveynin aşırı veya yetersiz düzeyde müdahaleleri risk etmenleri arasında sayılmaktadır

Bulimia hastası olup olmadığınızı nasıl anlarsınız?

Bulimia hastalığı hemen bir günde oluşmaz. Mağdurların erkenden yardım aramaları çok önemlidir zira hastalığın sonlandırılması esasen tedaviye çabuk başlanmasına bağlıdır.

Bir yeme bozukluğu başlangıcının belirtileri şunlar olabilir:

  • Kendi yeme davranışından memnun olmama
  • Kişinin kilosu ve beslenmesiyle ilgili endişelenmesi
  • Kişinin vücuduyla ilgili endişelenmesi
  • Gizli yemek yemek
  • Kusma veya yeme krizleri

Çoğunlukla ilk olarak aile hekimiyle görüşülür. Mağdurun bir bulimia hastası olup olmadığı ise, ancak bir uzman hekim veya psikoterapistin kapsamlı teşhisiyle ortaya çıkar. Bunun için detaylı bir bedensel muayenenin yanısıra, hastanın yeme davranışı ve buna karşı önlemler hakkında ayrıntılı bir görüşme de yapılır.
Muayene sonucuna göre hangi tedavi şeklinin tavsiye edileceğine karar verilir.

Esas itibariyle, bulimia ne kadar erken teşhis edilirse, başarılı bir tedavi şansının da o kadar yüksek olacağı kabul edilir.

Bulimianın sonuçları nelerdir?

  • Amenore (adet görememe) ya da adet düzensizlikleri görülebilir
  • Kusma davranışları sonucu vücut su-tuz-mineral düzensizlikleri ciddi sorunlara yol açabilir
  • Yemek borusunda kusmalar sonrası yırtılma, midede delinmeler, kalp ritim bozuklukları gibi nadir ama ölümcül sonuçlar ortaya çıkabilmektedir
  • Laksatif (dışkılamayı arttırıcı, kolaylaştırıcı) ilaçların uygunsuz kullanımı ile barsak hareketleri olumsuz etkilenir ve bunlar olmadan dışkılayamama gelişebilir, diğer mide-barsak sorunları, rektal prolapsus (barsağın anüsten sarkması) görülebilir
  • Duygu durum bozuklukları, kaygı bozuklukları, alkol, madde, uyarıcı nitelikte yasadışı ilaç kullanımı ve kişilik bozukluğu ile birlikte görülebilir

Nasıl Tedavi Edilir?

Bilişsel davranış terapisi esasına göre yapılan bir psikoterapinin özellikle etkili olduğu gözlemlenmiştir. Eğer bir davranış terapisi mümkün değilse, psikodinamik yaklaşıma göre bir tedavi de düşünülebilir. Yaklaşık her üç bulimik hastadan biri, psikoterapi ile kalıcı olarak iyileştirilebiliyor. Önemli olan, tedaviyi yapan terapistlerin yeme bozuklukları alanında hususi bilgilerinin ve önemli tecrübelerinin olmasıdır. Yaşı küçük hastalarda çoğunlukla, hastaların da görüşü alınarak hasta yakınları zaman zaman terapiye dahil edilir.

Ayakta psikoterapide mağdurlar genelde psikoterapistle haftalık görüşmeler yapar. Tedaviyi yapan hekimle anlaşarak tedaviyi tamamlaması açısından bazı durumlarda ilaç alınması da anlamlı olabilir.

Paylaşın

RSV (Respiratuar Sinsityal Virus) nedir? Teşhisi, Tedavisi

Tüm yaş gruplarında özellikle bebekler ve yaşlılarda yaşamı tehdit eden solunum yolu enfeksiyonlarına neden olan RSV (Respiratuar Sinsityal Virus); Grip ve soğuk algınlığına benzer şikayetlere neden olurken, tedavisinde gecikildiğinde akciğerleri tehdit ediyor.

Çocukların tümü 2 yaşına kadar en az bir kez RSV ile hastalanmakta ve hayat boyu bu enfeksiyonun tekrarı sık olarak görülmektedir. Büyük çocuk ve erişkinlerde RSV genellikle üst solunum yolu enfeksiyonu; bebek ve küçük çocuklar ile prematüre doğanlarda, bağışıklık yetmezliği olanlarda ve yaşlılarda ciddi alt solunum yolu enfeksiyonları geliştirebilmektedir.

Belirtileri;

RSV tıpkı grip ve nezle bulgularına benzer şikayetlere neden olurken prematüre doğanlarda veya bebeklerde huzursuzluk, beslenmeme, sık nefes alma ya da solunum düzensizliklerine neden olmakla birlikte virüsün tek kaynağının insanlardır. Çevreden yada yakınlarındaki bu bulguları sergileyenlerden bireye çabucak bulaşır. RSV virüsünün bulaşması enfekte salgılar ile doğrudan ve yakın temasla oluşurken, virüs çevre yüzeylerce saatlerce, ellerde ise yarım saatten fazla canlı kalabiliyor.

RSV enfeksiyonunun tanısı solunum yolu sekresyonlarında RSV antijenine bakılarak konulur. Bu yaygın olarak kullanılan, hızlı sonuç veren ve % 90 oranında doğru sonuç veren bir yöntemdir. RSV virüsü genellikle kış ve erken ilkbahar aylarında yıllık salgınlar şeklinde görülmektedir. Hastalık genellikle Kasım- Aralık aylarında başlamakta, Ocak ve Şubat ayında zirveye ulaşmakta, Nisan ayı sonunda da sona ermektedir.

Tedavisi;

RSV enfeskiyonlar özellikle hassas yaş gurupları olan bebekler ve yaşlılar ile özellikli altta yatan hastalığı olanlarda ağır seyirlidir. Bu hastalarda oral alım bozulacağından hastalıkta ilk tedaviyi destek tedavisi oluşturur.  Sıvı kaybının yerine konması, solunumun dikkatle değerlendirilmesi ve oksijen desteği, üst solunum yolu aspirasyonu ve gerekirse solunum cihazına bağlanma uygulanması gerekebilir. RSV bronşiti sonrasında kulak iltihabı veya bakteriyel akciğer enfeksiyonu gelişirse antibiyotik kullanılır, bubnun dışında antibiotik etkisi söz konusu değildir. Ağır seyirli vakalarda hastane yatışı ile takip sıkça uygulanan bir durumdur. Özellikle 6 aylıktan küçük bebeklere tanı durumunda hastane yatışı önerilmektedir.

RSV’den korunmak münkün mü?

Anne sütünün desteklenmesi, sigara maruziyetinin engellenmesi, standart enfeksiyon kontrol önlemleri, risk gruplarının belirlenmesi, kalabalık ortamlardan uzak durulması, rutin aşılama programına uyulması, hastanede yeni olguların hızla saptanması ve temas izolasyonu RSV’den korunma esastır. Hastalığın bulaşması hasta kişinin solunum sekresyonlarıyla kontamine olmuş yüzeylere dokunmakla veya öksürdüğü havadaki damlacıklar yoluyla olur. Hasta kişiyle kontağın sınırlandırılması, maske kullanımı ve el yıkama yayılımı azaltabilir.

RSV için kullanılabilir rutin bir aşı bulunmamaktadır; ancak 29 haftadan küçük doğan yüksek riskli prematürelerde, doğumsal kalp hastalığı ya da kronik akciğer hastalığı olan çocuklarda alt solunum yolu enfeksiyonunu önlemek için pasif immünizasyon yani RSV antikoru içeren Palivizumab(RSV monoklonal antikor)isminde yalnızca uzman hekim önerisiyle ve rapor çıkartılarak kullanılan bir ilaç mevcuttur.

RSV virüsünden korunmak için yüksek riskli bebeklere pasif immunizasyon yani ayda bir antikor verilmesi(palivizumab) önerilmektedir. Pasif immunizasyon uygulanması gereken hastalar şunlardır:

  • Gebelik haftası 29 haftadan küçük ve 1 yaşından küçük bebekler
  • Kronik akciğer hastalığı olan ve 2 yaşından küçük bebekler
  • Tedavi gerektiren kalp hastalığı olan 2 yaşından küçük bebekler

İlaç uygulaması RSV sezonu denilen Ekim-Mart ayları arasında ayda bir kez yapılmaktadır. Bu uygulamanın sezonda tam ve düzenli olarak yapılması ile ağır hastalık gelişimi ve hastaneye yatışlar azalmaktadır.

(Kaynak: medicalpark.com.tr)

Paylaşın

Böcek ısırması, sokması nedir ve ne yapılmalı?

Böcek sokması ve ısırması bazen böceğin türüne göre ciddi sağlık sorunlarına yol açabilir. Böcekler çoğu zaman kendilerini savunma amacıyla sokarlar. Ancak sadece beslenme amaçlı sokan böcek türleri de bulunmaktadır. 

Toplumda en fazla görülen böcek sokmaları bal arısı, eşek ve yaban arısı sokması, akrep, kene, sivrisinek, pire, tahtakurusu olarak gösterilebilir. Görülecek belirtilerin şiddeti böceğin cinsinin yanı sıra kişinin duyarlılık düzeyine göre de farklılık gösterir. Bebek ve çocuklar, hamileler, alerjik bünyeye sahip bireyler ile yaşlılar genellikle böcek sokmalarında daha ciddi belirti gösteren gruplar arasındadır.

Böcekler zehirleme ve alerjik reaksiyon oluşturmanın yanı sıra bulaşıcı hastalıkların kişiden kişiye bulaşmasına da aracılık edebilirler. Sıtma, tifüs ve sarıhumma gibi hastalıklar böcek ısırmaları sonucunda bulaşabilecek hastalıklar arasında yer alır. Özellikle sıcak ve tropikal iklime sahip bölgelerde bulunan böceklerde bulaşıcı hastalık taşıma olasılığı daha yüksektir.

Böcek sokması belirtileri;

Böceğin ısırma anı genellikle biraz ağrıya neden olur. Isırmanın hemen ardından ciltte alerjik reaksiyon gelişmeye başlar ve ısırılan bölgede ısınma, kızarıklık, kaşıntı ve benzeri belirtiler ortaya çıkar. Gelişen alerjik reaksiyonu tetikleyen etken, böceğin iğne veya tükürük sıvısı yoluyla cilde bıraktığı zehirli maddedir. Genellikle çoğu böcek ısırığında bu belirtiler hafif seyreder ve kısa süre içerisinde azalarak kaybolur. Fakat böceğin salgılarına karşı alerjisi bulunan bireylerde belirtiler giderek artarak şiddetli sağlık problemlerini beraberinde getirebilir. Böcek ısırması belirtileri arasında şunlar yer alır:

  • Isırılan bölgede kızarıklık, kaşıntı, tahriş, ağrı ve şişlik
  • Su kabarcıkları ve iltihaplanma
  • Tek veya küme şeklinde oluşan kabarcıklar
  • Mide bulantısı ve kusma
  • İshal ve karın ağrısı
  • Nefes darlığı, göğüste sıkışma
  • Hırıltılı solunum
  • Dil şişmesi

Bunların yanı sıra ısırılan bölgede renk değişimi şeklinde bir böcek sokması belirtisi de söz konusu olabilmektedir. Böcek ısırması morarması gibi renk değişimi durumlarında mutlaka sağlık kuruluşlarına başvurularak muayeneden geçilmelidir.

Böcek sokması türleri;

Arılar, pireler, sivrisinek ve diğer sinekler, karıncalar, tahtakuruları, akarlar, at sinekleri, keneler, örümcekler, akrepler ve bazı diğer böcek türleri böcek sokmasına neden olabilir. Görülen belirtiler böcek ısırması türleri arasında değişkenlik gösterir. Çok yaygın olarak görülen sivrisinek ısırıklarında ısırılan bölgede küçük bir kabarıklık, hafif kızarıklık ve şiddetli kaşıntı olur. At sineği ısırıkları oldukça ağrılı olabilir ve ısırılan bölgede genellikle böcek sokması ve su toplaması bir arada görülür. Kene ısırıkları genellikle başlangıçta hiçbir belirti ve reaksiyona neden olmaz ve kişiler tarafından geç fark edilebilir.

Doğal ortamlarda yapılan aktiviteler sonrasında vücut ayna karşısında mutlaka kontrol edilmelidir. Keneler kırım Kongo kanamalı ateşi ve bazı diğer bulaşıcı hastalıkları taşıma olasılığı çok yüksek olan hayvanlardır. Bu nedenle kene ısırmasının fark edilmesi halinde asla bir müdahale yapılmamalı ve derhal hastaneye gidilmelidir. Bir diğer böcek ısırığı olan akar ısırmalarında genel olarak çok fazla kaşıntı söz konusu olur.

Örümcek ısırıkları örümceğin türüne göre değişmekle birlikte çok ağrılı olabilir, şiddetli kızarıklık ve şişlik meydana gelebilir. Ayrıca bazı örümcek türleri mide bulantısı, kusma, karın ağrısı gibi daha ciddi ve tıbbi müdahale gerektiren reaksiyonlara da yol açabilir. Arı sokmalarında şiddetli ağrı, ani şekilde gelişen bir şişlik ve kızarıklık söz konusudur. Karınca ısırıklarında genellikle iltihaplı şişlikler ortaya çıkarken akrep sokmalarında ciltte uyuşma, ağrı, yanma, şişme ve kızarıklık gibi durumlar ortaya çıkabilir. Tüm bu durumlarda alerjik bireylerde ani gelişen çok ciddi reaksiyonlar söz konusu olabildiğinden bir an önce sağlık kuruluşlarına başvurulması gerekmektedir.

Böcek sokması durumunda ilk olarak ısırılan bölgede ağrı, ısı artışı, şişme, kızarıklık gibi etkiler ortaya çıkar. Bunlar normal reaksiyonlardır. Çoğu zaman birkaç saat içinde etkisini yitirirler. Ancak daha sonra alerjik reaksiyon gelişme riski her zaman vardır. Özellikle böcek sokmasına maruz kalan kişinin alerjik yapısı varsa böceğin ısırdığı alanda kızarıklık daha yaygın olur. Ayrıca başka reaksiyonlarda ortaya çıkabilir. Astımı olan, alerjik yapısı olan ya da ürtikere yatkın kişilerde baş dönmesi, yutkunma zorluğu, kalp ritminin düzensizleşmesi, bulantı ve kusma, ateş, ishal gibi belirtiler görülebilir.

Böcek sokması durumunda ilk ne yapılmalı?

Böcek sokması durumunda ilk müdahale bölgenin sabunlu su ile yıkanmasıdır. Bölge sabunlu suyla yıkanarak antiseptik bir solüsyon sürülmelidir. Böylece olası bir enfeksiyon gelişimi önlenebilir. Ancak yıkama sırasında bölgenin kaşınmaması, çizilmemesi gerekir. Arı sokması söz konusu ise iğnenin çıkarılması da gerekecektir. Bu durumda cildin tahriş edilmemesi önemlidir. Şişlik varsa bölgeye buz sürülmelidir. Böcek sokması kollarda ve ellerde olursa bölgenin kalp seviyesinden üstte tutulması gerekir. Bu şekilde şişmeye engel olunabilir.

Kene sokması durumunda ilk müdahaleyi kendiniz yapmamalısınız. Bu parazit oval ya da yassı, kahverengi renkte olabilir. Genellikle otlaklarda, sulak yerde, hayvanların bulunduğu yerlerde görülen keneler soktukları zaman insanlara virüs bulaştırabilir. Isırma sonrasında bölgede şişme, kızarıklık ve kaşıntı ortaya çıkar. Özellikle kene sokması sonrası şiddetli ağrı, ishal, bulantı, kusma, ateş gibi belirtiler varsa müdahale etmeden bir doktora gidilmelidir.

Böcek sokması durumunda bölgeye kolonya sürülmesi de bölgede tahrişe neden olabileceği için önerilmemektedir. Ayrıca böcek sokması sonrası zehirlenme olmasın diye yoğurt, ayran tüketimi de etkili değildir. Yapılacak ilk müdahale her zaman bölgenin enfeksiyon kapmamasını sağlamak olmalıdır. Böceklerin daha fazla görüldüğü tatil yörelerinde bulunulacağı zaman yanınızda topikal steroid ve antihistaminik kremler de bulundurursanız bunları böceğin ısırdığı bölgeye tatbik edebilirsiniz.

Tedavisi;

Böcek sokması ilk yardım uygulamalarının ardından alerjik reaksiyon veya ciddi komplikasyon söz konusu ise sağlık kuruluşlarına başvurmayı gerektirir. Alerjik reaksiyonunun olmadığı durumlarda böcek ısırması tedavisi olarak ilk yardım uygulamaları genellikle yeterli olur. Su ve sabunla yıkama ve ardından dezenfekte etme, buz kompresi uygulama gibi işlemleri içeren ilk yardımın ardından alerjik reaksiyonlar nedeniyle sağlık kuruluşlarına başvuran hastalarda öncelikle hekim tarafından fiziksel muayene yapılır. Ardından genellikle antihistaminik ilaç tedavisi önerilir ve bunlar bölge üzerine uygulanan krem ve merhemler, ağızdan alınan ilaçlar veya damar yoluyla verilen antihistaminikler şeklinde olabilir.

Böcek sokması kaşıntı ve kabarıklıklara neden olduysa antihistaminik ilaçlar bunların iyileştirilmesine de yardımcı olur. Ağrı söz konusu ise ağrı kesici ilaçlardan yararlanılabilir. Kene ısırması durumunda birey kesinlikle bilinçsiz şekilde keneyi çıkarmaya çalışmamalıdır. kenenin yanlış yöntemle çıkarılması bir kısmının vücut içerisinde kalmasına ve ciddi sağlık sorunlarına yol açmasına neden olabilir. Bu nedenle sağlık kuruluşlarına başvurarak kenenin uzman kişiler tarafından çıkarılması sağlanmalıdır.

Ardından yapılacak tanı testleri ve muayenenin ardından enfeksiyon söz konusu ise buna yönelik tedavi uygulanır. Herhangi bir komplikasyon göstermeyen hastalar hekim tarafından verilecek öneriler doğrultusunda taburcu edilir. Alerji teşhisi alan hastalarda bir sonraki böcek sokmasında hemen kullanabilmek adına tedbir amaçlı ilaçlar reçetelendirilebilir. Böyle durumlarda özellikle de doğal ortamlara giderken bireyler bu ilaçları mutlaka yanlarında bulundurmalıdır.

Eğer siz de böcek sokması yaşadıysanız öncelikle ilk yardım uygulamalarını yapmalı, ardından alerjik reaksiyonlar gözlemlemeniz durumunda sağlık kuruluşlarına başvurarak hekim kontrolünden geçmelisiniz. Olası bir alerji durumunda bir an önce sağlık kuruluşuna başvurarak ciddi komplikasyonların gelişimini önleyebilirsiniz. Böcek sokması ile ilgili merak ettiğiniz konuları Grup Florence Nightingale Hastaneleri’nin uzman ekibine sorabilir, sorunuzla ilgili öneriler isteyebilirsiniz. Bize ulaşmak için web sitemizde yer alan iletişim formunu kullanabilir ya da 444 0436 numaralı telefonu arayabilirsiniz.

Paylaşın

Botulizm nedir? Belirtileri, Tedavisi

Hemen ve yeterli tedavi edilmezse yüksek ölüm oranına sahip olan Botulizm, Botulismus toksinleri ile meydana gelen zehirlenme. Kişiden kişiye bulaşan bulaşıcı bir hastalık türü değildir.

Botulizm, Clostridium Botulinum (ve bazı diğer Clostridium türlerinin) oluşturduğu nörotoksinlerin neden olduğu nadir görülen paralitik bir hastalıktır. C.botulinum gram pozitif, sporlu, mutlak anaerop bir bakteridir. Sporları tüm dünyada yaygın olarak bulunur. Botulinum toksini sinir kas kavşakları ve otonom sinapsları etkiler. Tip A-G arasındaki harflerle ifade edilen antijenik yönden farklı 7 tipi vardır.

Tip A, B, E ve F insanlarda hastalık yapar. Botulinum toksini insana toksik en güçlü zehir olmasına rağmen kas spazmları ile belirgin bazı hastalıkların tedavisinde ve kozmetik işlemlerde kullanılır. Botulizm güncel olarak beş klinik şekilde görülür; klasik gıda botulizmi, infant botulizmi, yara botulizmi, nedeni bilinmeyen olgular ve kazara gelişen botulizm. Botulizm görme bulanıklığı ve diğer bazı kraniyal sinir belirtileri ile başlar, simetrik, yukarıdan aşağıya inen kaslarda zayıflık ve gevşek tipte paraliziler gelişir.

Ateş yoktur, hastanın bilinci açıktır, duyu kaybı görülmez. Tanının esasını serum, dışkı, kusmuk ve gıda gibi uygun örneklerde toksinin gösterilmesi veya anaerop koşullarda C.botulinum’un üretilmesi oluşturur. Botulizmin tanısında en spesifik ve en sensitif yöntem farede toksin deneyidir. Hızlı tanı ve destekleyici tedavi botulizm tedavisinde en önemli noktalardır. Heterolog antitosik serumların gıda ve yara botulizminde biraz önemi olmakla birlikte infant olgularında kullanılmamalıdır.

Nasıl bulaşır?

Gıda kaynaklı botulizm mikroorganizmanın gelişimi esnasında üretilen toksini içeren gıdanın tüketilmesi ile oluşan ciddi bir gıda zehirlenmesidir. Botulismus toksini, konserve mısır, biber, yeşil fasulye, çorba, pancar, kuşkonmaz, mantar, olgun zeytin, ıspanak, ton balığı, tavuk ve tavuk ciğeri ve ciğer kafa ve hafif öğle yemeği etleri, jambon, sosis, doldurulmuş patlıcan, ıstakoz ve tütsülenmiş ve tuzlanmış balık gibi gıdalarda saptanmıştır.

Yıllık olarak kaydedilen birçok salgının, yetersiz işlenmiş gıdalarla, ev yapımı konservelerle alakalı olduğu görülmüştür. Zaman zaman ticari üretilen gıdalarda da rastlanmıştır. Sosisler, et ürünleri, konserve sebzeler ve deniz ürünleri insan botulizmi için en sık karşılaşılan gıda ürünleridir.

Belirtileri;

  • Gıda kaynaklı botulizm (aslında gıda kaynaklı zehirlenme) bakteri tarafından üretilen toksin içeren gıdanın tüketilmesi ile ortaya çıkan hastalıktır. Kuluçka süresi 4 saat ile 8 gün arasında değişmesine rağmen, gıda kaynaklı botulizmin başlangıç belirtileri, toksinli gıdanın tüketiminden sonraki 18-36 saat arasında ortaya çıkmaktadır.
  • Zehirlenmenin erken belirtileri, belirgin halsizlik, zayıflık ve baş dönmesidir.
  • Bulanık görme ve çift görme, ağız kuruluğu, konuşma ve yutkunmada zorluk çekme, kalp atımında azalma, tansiyon düşüklüğü, nefes alıp vermede zorluk, diğer kasların zayıflığı, ağrılı şişmeler, ciltte beklenmedik renk değişiklikleri, terleme bozuklukları, karın ağrısı, bulantı, kusma ve kabızlık genel belirtileri arasında yer almaktadır. Tedavi edilmediği takdirde yüksek ölüm oranına sahiptir.

Teşhisi;

  • Botulismus büyük ölçüde tanısı hastanın öyküsü, klinik ve epidemiyolojik özelliklere ve diğer olası durumların ayırıcı tanı ile dışlanmasına dayanmaktadır.
  • Hastalığın akla getirilmesinde belli bağlı (anahtar) klinik bulgular görme bulanıklığı, çift görme, güçsüzlük ve simetrik paralizidir. Rutin laboratuvar testlerinin tanıdaki yeri sınırlıdır.
  • Tanı, serum, dışkı, kusmuk, mide içeriğinde ya da hastanın yediği yemekte botulinum toksininin tespiti, veya dışkı veya yara kültürlerinden C. botulinumun izole edilmesiyle konulur.

Tedavisi;

Botulizmde yakın bir solunum takip ve desteği başta olmak üzere destekleyici tedavi yöntemleri hayat kurtarıcıdır. Hasta yoğun bakım ünitesine alınmalı, endotrakeal tüp veya trakeostomi ile solunum yolu açık tutulmalıdır. Tedavide polivalan antitoksin (antitoksik botilinum serumu) uygulanmalıdır. Antitoksin dolaşımda serbest olarak bulunan toksini nötralize etmesi fakat sinir uçlarına bağlanmış toksine etkisinin olmaması nedeniyle, antitoksin uygulanması olabildiğince erken yapılmalıdır.

Botulizm şüpheli hasta birkaç saat içinde başvurmuş ise kusturularak veya mide lavajı ile kalan toksinin atılmasına yardımcı olunabilir. Diğer yandan hastanın ağır ileus tablosu olmadıkça barsaklar purgatifle veya lavmanla boşaltılmalıdır. Yara botulizminde kristalize penisilin kullanılmalıdır. Penisiline alternatif olarak metranidazol kullanılabilir. Yara botulizminde ayrıca yaranın cerrahi temizliği gerekir.

Korunma yolları;

  • Ev konservelerinin hazırlanması sırasında yeterli ısı ve basınç uygulanmak ve tüketilmeden önce 10 dakika kaynatmak gerekir.
  • Şişmiş konservelerin açılmaması, kokuşmuş besinlerin yenilmemesi gerekir.
  • Mikrodalga fırınlar ne sporu öldürür ne de toksini etkisiz hale getirir.
  • Bir yaşın altındaki bebeklere bal verilmemelidir.

 

Paylaşın

Bahar Yorgunluğu Nedir? Belirtileri, Tedavisi

Mevsim geçişlerinden kaynaklanan değişiklikler beraberinde insan metabolizmasında da değişiklikleri beraberinde getiriyor. Bahar Yorgunluğu; mevsim geçişlerinden kaynaklanan ısı, ışık ve nem değişimine vücudumuzun adapte olmaya çalışması sürecidir.

Bir hastalık olarak tanımlanan ve dikkat edilmesi gereken Bahar Yorgunluğu, kronik yorgunluk sendromuna da dönüşebiliyor.

Bahar Yorgunluğunun belirtileri;

Bahar Yorgunluğu güneşin daha dik gelmesi ile ısınan denizlerden daha fazla suyun buharlaşması ve bununla beraber ortaya çıkan nem artışı sonucunda oluşur. Yaz ve sıcak geçen bahar aylarında hava sıcaklığı, yüksek nem ile bir araya gelince bunaltıcı bir gün yaşarız. Kendimizi yorgun ve bitkin hissederiz. Nemliliğin çok yüksek olduğu durumlarda gerçek hava sıcaklığı ile etkin hava sıcaklığı birbirine yakın seyreder.

Fakat sıcak ve kuru bir havaya göre çok daha fazla rahatsız edici bir etkiye sahiptir. Havadaki nem oranı düşük ise, yüksek sıcaklık olsa bile bu durumu dayanılır yapabilir. çünkü cilt üzerinde buharlaşmanın sağladığı bir serinlik etkisi mevcuttur. Ancak yüksek nem cilt ve onu çevreleyen hava içindeki buharlaşmanın etkisini yok ederek gerçek sıcaklığı daha yüksek seviyelerde hissetmemizi sağlayacaktır.

Kısaca; Bahar Yorgunluğu, insanlarda enerji azlığı, halsizlik, isteksizlik, uyku isteği, sabah yataktan zor kalkma, kas, eklem ağrıları, baş ağrısı, konsantrasyon güçlüğü gibi belirtilerle kendini gösterir.

Bahar Yorgunluğu vücudumuzu nasıl etkiler?

Bahar yorgunluğu incelendiğinde nemin ne derece hayatımızı etkilediği daha net görülmektedir. Nem artışı vücutta 2 yönlü etki eder. Birincisi; Burun boğaz ve orta soluk yollarında ödeme neden olarak akciğere giden oksijen miktarını azaltır. Vücut oksijen azalmasının etkilerini azaltmak için çeşitli bölgelerdeki kan damarlarını büzer. Bu etki ile ,

  • Mideye giden damarların büzülmesi ile gastritler artar.
  • Troid dokusuna giden damar büzülmesi ile troid hormon salgısı azalır.
  • Kalp ve diğer damarları daraltarak hipertansiyon ve kalp krizleri artar.
  • Cilt damarları daralması ile ciltte kuruma dökülme ve saç dökülmesi gözlenir.
  • Tüm damarlarda genel bir oksijenlenme azlığı nedeni ile halsizlik ve yorgunluk artar. Baş dönmesi ve dengesizlikler sık gözlenir.
  • Akciğer kapasitesi bu bölgedeki ödem nedeni ile daha da azalır. Bu sonuç nefes darlığı ve hareket ile sıkıntı hissini artırırİkincisi; Ortam nem oranında artış ayni zamanda terleme fonksiyonunu bozar. Bu bozulma hem vücut toksinlerinin atılmasını engeller hem de vücudun nem dengesini bozar. Bu da kişinin kendini dengesiz hissetmesine neden olur.

Bahar Yorgunluğundan korunmanın yolları;

  • Kronik yorgunluğa karşı en iyi ilaç tatile çıkmaktır. İmkanlarınızı zorlayarak birkaç günlüğüne de olsa kent dışına kaçın.
  • Her gün sabahları aç karnına en az 5 dakika yürüyüş yapın. Ancak bu yürüyüşleri güneşli günlerde yapmaya özen gösterin.
  • Her sabah 10-15 dakika aç karnına jimnastik yapın. Ama vücudunuzu aşırı yormaktan da kaçının. Jimnastik yapacağınız odayı ciğerlerinize bol oksijen girmesi için bir süre havalandırmayı unutmayın.
  • Sofranızdan meyve ve sebzeyi eksik etmeyin. Sevmeseniz de mevsimin özelliğini taşıyan meyve ve sebzelerin bütün çeşitlerinden bol miktarda yiyin.
  • Baharda vücudun daha çok vitamin ve minerale ihtiyacı oluyor. Özellikle de B ve C vitaminleri ile potasyuma. B ve C vitaminleri sebze ve meyvelerde, potasyum da domates, patates ve kayısıda bol miktarda bulunuyor.
  • Günde 3 litre su için. Yemek yemeden ve yatmadan önce azar azar içerek vücudunuza ihtiyacı olan suyu sağlayın.
  • Uyku ritmine dikkat edin. Rahat bir uyku için yatağa girmeden önce günlük bütün stres nedenlerinizi aklınızdan uzaklaştırın. Hoşunuza giden konuları düşünün veya hoşlandığınız bir film seyredin.
  • Alkol kullanıyorsanız, mümkün olduğunca azaltın. Çünkü yorgunluktan kurtulmak için alkole sarılmak çözümü zor problemleri ortaya çıkarabilir.
Paylaşın

Aile İçi İletişim Nedir? Sorunlar Ve Çözümler

Aile içi iletişim; En temel tanımı ile toplumun en küçük sosyal sistemi olana aile üyelerinin birbirlerine sözel ve sözel olmayan davranışları ile verdikleri tepkileri, mesajları kapsar. 

Bu iletişim doğru bir şekilde sağlandığında, insanlar karşısındakinin duygu ve düşüncelerini anlayabilir hale
gelir. Bu nedenle, etkili iletişim sadece kendini ifade etmekten değil, aynı zamanda söylenenleri de dinleyebilmekten geçer.

Aile içi iletişim ve ilişki, ailenin üyeleri arasında nasıl bir iletişimin ve ilişkinin bulunduğunu ifade eden bir kavramdır. Aile içi iletişimin iyi olduğu ailelerde bu durum tüm aile bireylerinin ruh sağlığını olumlu etkilemektedir.

Ailenin normal işleyebilmesinde sınırlar önemli rol oynuyor. Sınırların gereğinden fazla katı veya erimiş olduğu durumlarda ailede sorunlar yaşanıyor. Ailede yaşanan sorunların çözülmesi için ailenin geçirdiği evreler de büyük önem taşıyor.

Ailenin kuruluşu, evlilik, çocuğun doğumu, okul öncesi dönem, okul çağı ergenlik dönemi sorunların çözümlenmesinde son derece etkili. Eşler bu dönemlerde duygusal çalkantılar yaşıyor. Babanın bu dönemlerde eşine destek olması çocuğun büyütülmesine katkısı olması gerekiyor.

Aile içi iletişimin başarılı yürütüldüğü ailelerin mutluluğu aradıkları yer yuvalarının içidir. Yuvanın dışında bireyler arayışı içine girmeye ihtiyaç hissetmezler. Böylesine sağlıklı kurulan bir iletişim aile bireyleri arasındaki dayanışma ve sevgi, saygı temellerinin sağlıklı oluşmasına da yardımcı olur.

Aile içi iletişimde dikkat edilmesi ve uyulması gerekenler:

Etkili bir iletişim kurmanın temel prensiplerinden biri aile üyelerinin birbirlerine yeterince zaman ayırması ve iletişimi sıklaştırmaktır.

Açık ve doğrudan iletişim kurun. Ne istediğinizi, ne beklediğinizi, sizi üzen ya da sevindiren şeyi, direkt olarak ilgili kişiye iletin.

Sadece kendi istek ve beklentilerinizi anlatmayın, karşı tarafın ilettiği mesajları da dikkatli bir şekilde dinleyin.

İletişim kurmakta olduğunuz kişinin yaşını ve olgunluk düzeyini asla unutmayın. Küçük bir çocuğun sizi bir yetişkin gibi anlamasını beklemeyin. Eğer çocuğunuzla bir şeyler konuşuyorsanız, bunu mutlaka onun anlayabileceği dille yapın.

İletişim kurarken asla yüz ifadelerini ve beden hareketlerini göz ardı etmeyin. Bazen söylenenlerle, bedenen iletilenler birbirini tutmayabilir.

Sorunun ne olduğunu belirlemek elbette önemlidir ancak bunu yaparken olumlu şeylere odaklanın.

Kendi kızgınlığınızı kontrol edin, çocuğunuzu öfke ile terbiye etmeyin.

Bütün çocukların ilgi çekmek istediklerini unutmayın. Bir çocuğu olumlu davranışlara sevk etmenin en kolay yolu, iyi/doğru şeyler yaptığı zaman onunla ilgilenmektir.

Aile içerisinde kurallarınızı bir defa koyduğunuz zaman, bunların nedenlerini çocuğunuza anlatın ve kurallarınızı değiştirmeyin.

Ne olursa olsun çocuğunuzu etiketlemeyin. Bu etiket olumlu da olsa, olumsuz da olsa çocuk üzerinde belli belirsiz bir baskıya sahip olduğunu unutmayın.

Çocuğunuzu koşulsuz olarak sevin, olduğu gibi kabul edin. “Böyle yaparsan senin annen/baban olmayacağım” gibi cümlelerden kaçının.

Çocuğunuz için her zaman bir model işlevi gördüğünüzü unutmayın, bu nedenle kendinizin güçlü ve zayıf yanlarını onunla tartışmaktan çekinmeyin.

Çocuklar uzun sürede elde edebilecekleri kazanç ve ödüller için yeterince sabırlı değillerdir, bu nedenle bu gibi zamanlarda sık sık motive edilmeye ve cesaretlendirilmeye ihtiyaç duyacaklardır.

Aile içi iletişim ve sosyal hizmet

Sosyal Hizmet müdahaleleri içinde önemli bir yer tutan aile sistemi belli aşamalarda yürütülen planlı bir değişim sürecidir. Aile terapisi ile ilgili donanımlı bir uzmanın da zaman zaman süper vizyon alması kaçınılmazdır. Bu sürecin başlangıcında aile sisteminin içinde bulunduğu durumu, aile üyelerinin tanımlanması ve güçlü yanlarının belirlendiği ön değerlendirmeden sonra bu aileyle ilgili planlama yapılır.

Planlama süreci ailenin probleminin önceliklerinin belirlendiği, problemlerinin ihtiyaçlara çevrildiği, ihtiyaçlara yönelik müdahalelerin değerlendirilerek amaçlar ve hedeflerin oluşturulduğu ve kontrat yapıldığı bir süreçtir. Uygulama aşamasında yapılması gereken bütün müdahaleler aile sistemi ya da odak kişilerle yürütülür.

Paylaşın

Ağız Kokusu Nedir? Nedenleri, Belirtileri, Teşhisi, Tedavisi

Ağız Kokusu (Halitosis), nefes verme ile birlikte dışarıya salınan kötü kokulu bir şikayettir. Bireyler için utanç verici hatta bazen kaygıya neden olabilen bir sorundur. 

Genel olarak ağız kokusu yapan nedenlere bakıldığında, yetersiz ağız hijyeni, tedavi edilmeyen diş çürükleri, diş eti hastalıkları ile sigara kullanımının ön planda olduğu görülüyor.

Ağız Kokusu nedenleri:

Gıdalar: Dişlerin arasındaki veya çevresindeki biriken yiyecek parçacıklarının parçalanması bakterileri artırabilir ve kötü kokuya neden olabilir. Soğan, sarımsak ve baharat gibi bazı yiyeceklerin tüketilmesi de ağız kokusuna neden olabilir.

Tütün ürünleri: Sigara içmek hoş olmayan ağız kokusuna neden olur. Sigara içenlerin ve diğer tütün ürünleri kullanıcılarının, bir başka ağız kokusu kaynağı olan diş eti hastalığına sahip olma olasılıkları daha yüksektir.

Yetersiz diş bakımı: Düzenli diş fırçalamayan ve diş ipi kullanmayan bireylerde, yiyecek parçacıkları ağızda kalıp ağız kokusuna neden olur. Bu gibi durumlarda, dişlerde renksiz ve yapışkan bir bakteri plağı oluşur. Bakteri plağı temizlenmediği takdirde, diş etlerini tahriş edebilir ve sonunda diş ve diş etlerinin arasında plak dolgulu cepler oluşturabilir (periodontitis). Dil ayrıca koku üreten bakterileri de hapsedebilir. Düzenli olarak temizlenmeyen veya uygun şekilde takılmayan protezler, kokuya neden olan bakteri ve yiyecek parçacıklarını barındırabilir.

Ağız kuruluğu: Tükürük, kötü kokulara neden olan partikülleri temizleyerek, ağzı temizlemeye yardımcı olur. Tıp dilinde kserostomi denilen ağız kuruluğunda, tükürük üretimi azaldığı için ağız kokusu artabilir. Ağız kuruluğu uyku sırasında doğal olarak oluşur, sabahları insanlarda normal olarak gözlenen kötü ağız kokusuna yol açar. Bu durum ağzı açık uyuyanlarda kötüleşerek daha fazla fark edilir. Kronik kuru ağız, bazı hastalıklardan ya da tükürük bezlerindeki problemlerden kaynaklanabilir.

İlaçlar: Bazı ilaçlar ağız kuruluğuna katkıda bulunup dolaylı olarak ağız kokusuna neden olur. Bazı ilaçlar ise vücutta metabolize olup parçalandıktan sonra birtakım kimyasallar oluştururlar. Bu kimyasallar kan dolaşımına katılıp ciğerlere ilerler ve kötü kokuya neden olur.

Ağızdaki enfeksiyonlar: Diş çekilmesi gibi ağız ve çene cerrahisi sonrasında ağızda oluşan yaralar, kötü kokuya neden olabilir. Bunun haricinde diş çürümeleri ve diş eti hastalıkları da kötü kokulara neden olur.

Burun ve boğaz hastalıkları: Sinüs enfeksiyonları, geniz akıntıları ve boğaz enfeksiyonları ağız kokularına neden olur.

Diğer tıbbi sebepler: Gastroözofageal reflü hastalığı gibi mide ile ilgili problemler ağız kokusuna neden olabilir. Bunun haricinde diyabet gibi metabolik bozukluklar veya kanserler belirgin bir ağız kokusuna neden olur. Küçük çocuklarda ağız kokusu, bir burun deliğine gizli bir şekilde yerleşen bir yiyecek parçasından ya da yabancı bir cisimden kaynaklanabilir.

Ağız Kokusu nasıl giderilir?

Ağız içinde kokuya yol açabilecek bir sorun saptanırsa, tedavisi kolaylıkla yapılıyor. Çinkolu, karbonatlı sakız çiğnemek, ağız hijyenine önem vermek, diş ipi ve özel içerikli gargaralar kullanmak, sigara ve alkol tüketimini sınırlamak ve bol sıvı alımına özen göstermek ağız kokusunu kabus olmaktan çıkaracak önlemler arasında.

Ancak sorun akciğer, sinüsler ve burun kaynaklıysa ayrıntılı bir incelemenin ardından altta yatan neden tespit edilir ve tedavi planlanır. Genellikle alt solunum yolları enfeksiyonları ve kan gazlarındaki değişimler nedeniyle ortaya çıkan ağız kokusu ise öncelikle sorunun tüketilen herhangi bir yiyecekten kaynaklanıp kaynaklanmadığına bakılıyor. Böyle bir neden saptanırsa da kokuya neden olan yiyecek ya da içecekleri tüketmemek ağız kokusunu gidermede yeterli oluyor.

Paylaşın

Apandisit Nedir, Neden Patlar? Tedavisi

Apendiks; karın boşluğunun sağ alt kısmında bulunur. İnce bağırsağın bittiği, kalın bağırsağın başladığı ve halk arasında kör bağırsak olarak bilinen bölgede yer alır. Solucan şeklinde bir bağırsak uzantısı olan Apendiks, her insanda farklı uzunluklara sahip olmasına rağmen ortalama 10 santimetre boyundadır.

Vücut içinde görevi tam olarak henüz belirlenmemiş olsa da Apendiks, sindirim sisteminin başlangıç noktası olan ağız, mikropların en yoğun olduğu bölgedir. Apendiks de kalın bağırsaktaki mikroplara karşı vücudu uyarır.

Apendiks bölümünde meydana gelen iltihaplanma sonucunda Apandisit denilen rahatsızlık ortaya çıkar. Şiddetli ağrı ile kendini gösteren apandisit mutlaka tedavi edilmesi gereken ciddi bir enfeksiyondur. İltihaplanan bölgedeki apse kana karışırsa vücutta hayati tehlikeye yol açan tablo ile karşılaşılır. Genellikle bakteriyel kaynaklı olan apendiksin patlamadan alınması oldukça önemlidir.

Apandisit neden patlar?

Meyve çekirdekleri, zararlı parazitler ve dışkı atıklarının vücuttan atılmaması,
Sindirim sisteminin enfeksiyon kapması sonucu apandis duvarındaki lenf dokusunun şişmesi,
İltihaplı bağırsak hastalıkları ve karın bölgesinin şiddetli darbe alması gibi durumlar apandis organının patlamasına neden olur.

Apandisitin belirtileri nelerdir?

Apandisit genellikle 3 yasından sonra görülmeye baslar. Tüm yas guruplarında rastlanmasına rağmen, 35 yasından sonra görülme sıklığı azalmaktadır.

Hastalığın belirtileri; kişiden kişiye değişmekle birlikte, karin ağrısı, bulantı, kusma, iştahsızlık, büyük tuvalet yapma isteği ve ateş olarak sıralanabilir. Ağrı genellikle müphem bir karin ağrısı ve mide ağrısı olarak başlayabilir, sırt, bel, kasık ve bacağa vurabilir ve sonuçta, ağrı, karin bölgesinin sag alt kadranında toplanır.

Hasta genellikle hareketler ve sarsılmalarla ağrısının arttığını ifade eder. Bu şikayetlerin hepsinin ayni zamanda veya tek bir hastada varolması şart değildir. Bu aşamada hastanın tedavi edilmemesi durumunda iltihap ile dolmuş apendix sonunda delinir ve iltihap karin boşluğunun içine yayılır. Hasta bunu ağrının geçmesi ve genel durumunda rahatlama olarak algılar ancak yaklaşık 6 saat sonra karin zarlarına yerleşen iltihaba bağlı ateş ve karin ağrısı tekrar ortaya çıkar ve artık bu asamadan sonra hayati tehlike gündeme gelir.

Apandisit tedavisi nasıl olur? 

Apandisit teşhisi için doktor tarafından fizik muayene yapılır. Karın bölgesinde hassasiyet ve ağrı söz konusu ise bakteriyel enfeksiyonu olup olmadığına dair bilgi için kan sayımı testi istenebilir. Apandisit teşhisini doğrudan tespit edebilecek kesin bir kan tahlili yoktur. Hastalığın tedavisi kişiden kişiye değişebilir ancak genellikle ameliyat ile tedavi edilir. Ameliyatın tipi hastanın durumuna göre değişiklik gösterir.

Eğer apendiks bölgesindeki apse patlamamış ya da yırtılmamış ise doktor tarafından öncelikli olarak antibiyotik tedavisi uygulanır. Daha sonra ciltte geçirilen bir tüp yardımıyla organ içindeki apse boşaltılır ve bu işlemden sonra gerek görülürse apendiks alınabilir. Eğer apendikste yırtılma ya da sızma söz konusu ise acilen ameliyat yapılmalıdır. Apendektomi olarak adlandırılan apandiksin alınması açık ameliyat ya da laparoskopik cerrahi şeklinde olabilir. Çok nadir vakalarda apandisit ameliyat olmadan iyileşebilir.

Paylaşın