Demirtaş, Erdoğan’ın ‘Kapıcısında Araba Var’ Sözlerini Ti’ye Aldı

Edirne F Tipi Cezaevi’nde tutuklu bulunan HDP Eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Şu anda bakıyorsunuz her evde araba var, kapıcısında araba var. Şu anda 2. el araba yetişmiyor zaten” sözlerini ti’ye alarak tepki gösterdi.

Haber Merkezi / “Az kaldı, sizi bu aşırı zenginlikten kurtaracağız” diyen Demirtaş, sosyal medya üzerinden yaptığı paylaşımda şu ifadeleri kullandı;

“Diyarbakır’daki apartman görevlimiz, Almanya’dan Audi Q8 getirtmiş. Zaten bi tane de Mercedes makam aracı vardı, bu yenisini market alışverişlerinde kullanacakmış. İktidardakiler dışarıda ne yaşıyorsa artık. Neyse, az kaldı. Yakında sizi bu “aşırı zenginlikten” kurtaracağız.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz hafta yaptığı konuşmasında, “Şu anda bakıyorsunuz her evde araba var, kapıcısında araba var. Şu anda 2. el araba yetişmiyor zaten. Böyle bir durum var. Bunları nasıl görmemezlikten geliyorsunuz? Bunu TV ekranlarından vatandaşa anlatır, kandırabilirsiniz. Ama bizi kandıramazsınız. Nerede ne satılıyor, bunları gayet iyi biliyoruz” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Meteoroloji’den Bir Çok Bölge İçin Sağanak Yağış Uyarısı

Meteoroloji Genel Müdürlüğü (MGM), aralarında Marmara, Kıyı Ege, Doğu Akdeniz, İç Anadolu, Batı Karadeniz ve Doğu Karadeniz’inde bulunduğu bir çok bölge için sağanak yağış uyarısında bulundu. MGM, sağanak yağışın etkili olacağı yerlerdeki vatandaşlara olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunmalı çağrısı da yaptı.

Haber Merkezi / MGM tarafından yapılan son değerlendirmelere göre: Ülkemiz genelinin parçalı ve çok bulutlu, Marmara’nın batısı, (Muğla hariç) Kıyı Ege, Doğu Akdeniz, (Yozgat hariç) İç Anadolu, Batı Karadeniz, Doğu Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu ile Bursa, Antalya, Isparta ve Çorum çevrelerinin yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Genellikle yağmur ve sağanak, Ege ve Akdeniz kıyıları ile Güneydoğu Anadolu’da yer yer gök gürültülü sağanak, Doğu Karadeniz iç ve yüksek kesimleri ile Doğu Anadolu’nun doğusunun yükseklerinde karla karışık yağmur ve kar şeklinde görülmesi bekleniyor.

Yağışların, bu akşam saatlerinde Tunceli, Bingöl, Muş, Bitlis ve Antalya çevreleri, gece saatlerinden itibaren Antalya’nın doğu ilçeleri ile yarın (Salı) sabah saatlerinden sonra Mersin çevrelerinde yerel kuvvetli olması bekleniyor. Marmara’nın güney ve doğusu, İç Ege ve Batı Karadeniz’in iç kesimlerinde pus ve yer yer sis hadisesi bekleniyor.

Hava sıcaklığı Marmara’nın doğusu ile İç Ege’de 2 ila 5 derece artacağı, diğer yerlerde önemli bir değişiklik olmayacağı ve yurt genelinde mevsim normalleri civarında seyredeceği tahmin edilirken, Rüzgarın genellikle güneyli, Doğu Akdeniz ile Güneydoğu Anadolu’da kuzeydoğudan hafif, ara sıra orta kuvvette eseceği tahmin ediliyor.

Kuvvetli yağış uyarısı 

Yapılan son değerlendirmelere göre; bu akşam saatlerinde Tunceli, Bingöl, Muş, Bitlis ve Antalya çevreleri, gece saatlerinden itibaren Antalya’nın doğu ilçeleri ile yarın (Salı) sabah saatlerinden sonra Mersin çevrelerinde yerel kuvvetli ve yer yer çok kuvvetli (21-75 kg/m²) olması beklendiğinden ani sel, su baskını, yıldırım, yerel dolu yağışı, yağış anında kuvvetli rüzgar ve fırtına ile deniz üzerinde hortum oluşma riski gibi olumsuzluklara karşı dikkatli ve tedbirli olunması gerekmektedir.

Bölgelerimizde hava durumu ise şöyle;

Marmara ve Ege Bölgesi

Marmara Bölgesi’nin arçalı ve çok bulutlu, yarın (Salı) öğle saatlerinde bölgenin batısı ile Bursa çevrelerinin sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Bölgenin güney ve doğusunda pus ve yer yer sis hadisesi beklenirken, Ege Bölgesi’nin parçalı ve çok bulutlu, yarın (Salı) öğle saatlerinde sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. İç Ege’de pus ve yer yer sis hadisesi bekleniyor.

Akdeniz ve İç Anadolu Bölgesi

Akdeniz Bölgesi’nin parçalı ve çok bulutlu, Doğu Akdeniz ile Antalya ve Isparta çevrelerinin sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların, bu akşam saatlerinde Antalya il geneli, gece saatlerinde Antalya’nın doğu ilçeleri ile yarın sabah saatlerinden itibaren Mersin çevrelerinde yerel kuvvetli olması beklenirken, İç Anadolu Bölgesi’nin parçalı ve çok bulutlu, bu akşam saatlerinde bölgenin batısı ve Sivas çevreleri, gece saatlerinden itibaren güney kesimleri ile zamanla bölgenin güney ve doğusunun sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor.

Karadeniz Bölgesi

Batı Karadeniz’in parçalı ve çok bulutlu, bu akşam saatlerinde sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Bölgenin iç kesimlerinde pus ve yer yer sis hadisesi beklenirken, Orta ve Doğu Karadeniz’in parçalı ve yer yer çok bulutlu, Doğu Karadeniz ile Çorum çevrelerinin yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların, genellikle yağmur ve sağanak, Doğu Karadeniz’in iç ve yüksek kesimlerinde kar yağışı şeklinde görülmesi bekleniyor.

Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi

Doğu Anadolu Bölgesi’nin parçalı ve çok bulutlu, bölge genelinin yağışlı geçeceği tahmin ediliyor. Yağışların, genellikle yağmur ve sağanak, bölgenin doğusunun yükseklerinde karla karışık yağmur ve kar yağışı şeklinde görüleceği tahmin ediliyor. Bu akşam saatlerinde Tunceli, Bingöl, Muş ve Bitlis çevrelerinde kuvvetli olması beklenirken, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin parçalı ve çok bulutlu, bölge genelinin sağanak ve yer yer gök gürültülü sağanak yağışlı geçeceği tahmin ediliyor.

Paylaşın

HDP’li Oluç’tan ‘Cumhurbaşkanı Adayı’ açıklaması

HDP’li Saruhan Oluç, Cumhurbaşkanı seçiminde partisinin izleyeceği yol üzerinde yaptığı değerlendirmede, “Cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 gerekiyor. Biz isimden önce seçilecek kişinin yapması gerekenlerin neler olduğunu tartışmak istiyoruz. İlkeler diye sıraladığımız, esas itibarıyla yeni bir başlangıcın ilkeleridir. Bu 11 maddeyi onun için  yazdık. Yani bunun üzerinden bir müzakere yürütülecek” ifadelerini kullandı.

‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ ve ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ tartışmalarına da değinen HDP’li Oluç, “Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin demokratik olmadığını hep söylüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Bunun değişmesi de öyle bir günde olacak bir şey değil. Dolayısıyla bunun için de bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Güçlü demokrasinin inşa edilmesine ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasına ihtiyaç var. O yüzden elbette siyasette kişiler önemlidir fakat Türkiye her şeyi kişiler üzerinden tarif etmeye çok meraklı, çok hevesli. Fakat olması gereken diğeridir. Yani ilkelerde anlaşma yapılması” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Saruhan Oluç, Politikyol’dan Mahmut Aydın’a gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu. Saruhan Oluç’un yaptığı açıklamalar şöyle;

-CHP’nin Suriye-Irak tezkeresine hayır oyu vermesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çok önemli bir tutum olduğunu düşünüyorum. Şu nedenle; bu mesele iktidarın oyuncağı haline gelmiş durumda, özellikle Suriye-Irak. Libya da var tabii. Bu tezkereler sayesinde iktidar iç politikada kendi durumunu sağlamlaştırmaya çalışıyor ve bunları kullanıyor. Bu seferki üstelik 2 senelik bir tezkereydi. Her sene bir kere uzatılır. İki sene olması üstelik de 2023 Haziran’ında genel seçim olacaksa, onun bile ötesine geçen bir tezkere. Dolayısıyla yeni oluşacak meclisin de ipotek altına alınması anlamına geliyor. Ve niye iki sene? Bunun cevabı yok ortada. Genel kurulda da sorduk cevap veremediler.

Büyük ihtimalle gelecek ekim ayında artık Türkiye tamamen seçim ortamına gireceği için kendi milletvekillerini bile bu konuda toparlayamayacaklarını düşünüyorlar. Dolayısıyla böyle bir yola başvurdular. Bu bile şunu gösteriyor bize: Bu tezkere aslında tamamen bir seçim aracı olarak kullanılan bir şey. İkincisi, konuşmalarımızda da söyledik; bir komşumuzda iç savaş var 11 yıldır sürüyor ve iktidar bu iç savaşa sürekli benzin döküyor.

“Dış politika açısından da çok önemli”

Oyun kurucu değil, oyun bozucu oluyor ve Suriye rejiminin ortaya çıkmasını sağlayacak , diyalog ve müzakere kanallarını açacak, bu iç savaşın diyalog ve görüşmeler yoluyla, barışla sonuçlanmasını sağlayacak adımlar atmak yerine, orada vekalet savaşları sürdürüyor. Özgür Suriye Ordusu adı altında ya da El Nusra’dan HTŞ’ye kadar El Kaide türevi ne kadar yapı varsa onlarla ilişki kurarak, kendi bekasını sağlamak için manipülasyon yapıyor sürekli. Bütün bu açılardan baktığımızda; yani bu durumu CHP’nin de görmüş olması ve buna ilişkin tutum almış olması iç politika açısından da çok önemli, dış politika açısından da çok önemli.

Yani Türkiye Ortadoğu’da sürekli ateşe benzin döken bir iktidarla nereye kadar gidebilir? Bütün dış politikası yanlış olan bir iktidarla. Sadece Ortadoğu’da değil, Irak-Suriye’de değil, Doğu Akdeniz’de de yanlış yaptılar. Mısır’la ilişkilerde yanlış yaptılar. Ege’de yanlış yapıyorlar. ABD ve Rusya ile ilişkilerde yanlış yapıyorlar. Pinpon topu diplomasisi diyorum ben. Ana muhalefet partisi tarafından buna dur denmiş olması değerli bir adımdır. En azından toplumun aydınlatılması bakımımdan. Tezkere, yine çoğunluğa sahip oldukları için AKP ve MHP oylarıyla geçti. Ama toplumun önemli bir kesiminin aydınlatılması ve bu oyunun iktidarın kendi bekasını sürdürmek için planlandığının açığa çıkması açısından ben çok önemli bir adım olduğunu doğrusu düşünüyorum.

– 10 ülke büyükelçisi Osman Kavala için AİHM Kararının uygulanmasını isteyen bir bildiri yayınladı. Cumhurbaşkanı bu elçilerin istenmeyen kişi ilan edileceğini açıkladı. Sonrasında yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu aslında dış politika açısından baktığımızda büyük bir skandal aslında. Bir ülkenin cumhurbaşkanı akıl dışı bir söz kullanıyor ve 10 ülkenin büyükelçisini istenmeyen kişi ilan etmeye kalkışıyor. Yani savaş durumunda bile çok zor atılacak bir adım. “Öfke baldan tatlıdır” sözü var. Bunlar da öfkelenerek dış politika yapacaklarını zannediyorlar. Zaten Türkiye’de dış politikanın çökmüş olmasının nedeni budur. Birinci dereceden sorumlu Recep Tayyip Erdoğan’dır, AKP Genel Başkanı. İkinci dereceden sorumlu da Mevlüt Çavuşoğlu’dur.

Dış politikada, diplomasi arka plana itildi. Bütün dış politika kabadayılık, höt söt, askeri operasyonlar, askeri güç gösterme operasyonları… Böyle bir şey olur mu? Dış politika dediğiniz; güçlü diplomasi, güçlü diyalog, müzakere yoksa niye var? Erdoğan’ın uluslararası alanda herhangi bir inandırıcılığı kalmış mıdır? Kalmamıştır doğal olarak. Büyükelçi meselesi de öyle bir skandal yani. Siz bakmayın o söylenenlere. Büyükelçilerin daha sonra açıkladıkları 41. Maddeye uyuyoruz dedikleri şey… Zaten uyduklarını söylüyorlar. Zaten buna uyarak çalışmamızı sürdürüyoruz diyorlar. Orada çeviri oyunu yaparak sanki büyükelçiler geri adım attı… Halbuki öyle değil. Aslında kuyuya düşmüş olan iktidara ip attılar gel seni çıkartalım buradan diye.

Yani iktidarın zafer çığlıkları ‘geri adım attırdık’ falan onların hepsi hikaye. Bütün dünya gerçeği gördü. İp attılar kuyudan alıp çıkardılar o iktidarı. Neyin karşılığında bunu yaptıklarını bilmiyoruz, onu göreceğiz önümüzdeki günlerde. Son nokta şu; büyükelçileri eleştirebilirsiniz bir şey demiyorum ama mesele büyükelçiler meselesi değil. AİHM’e Türkiye üyedir ve AİHM’in kararlarına uyacağının garantisini vermiştir. Ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine Türkiye tarafıdır. 46. Maddesine göre de AİHM kararları üye olanlar açısından bağlayıcıdır. Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yükümlülüğüdür bu kararları yerine getirmek. AİHM kararları böyle kararlardır. Doğrudan doğruya şikayet eden kişi AİHM’e giden kişi, kişisel başvurusunu devlet aleyhine yapar, devlete dava açar ‘ihlal ettiler benim hakkımı’ diye. Ve karar verildiği zaman da onun muhatabı devlettir.

Şimdi dolayısıyla AİHM Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş kararlarını verdi. Bunun uygulanmasını sağlaması gereken Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve yürütmesidir esas itibarıyla. Elçiler de bunu hatırlatıyorlar. Elçiler aslında yapmaları gerekeni yapıyorlar. Hadi diyelim ki bunu Türkiye’de Ankara’da yapmasalar da Strazburg’da ya da Brüksel’de yapsalardı aynı şey yine. Yani bunun arasında bir fark yok. Hatırlatıyorlar bunu. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi yılda 4 kere toplanıyor ve “Bu kararlar uygulansın” diye uyarı yaptılar. Şimdi tekrar toplanacaklar Kasım sonunda. Orada artık bir yaptırıma dönüşüp dönüşmeyeceği konuşulacak. Durum bu… İktidar ne anlatıyor kime anlatıyor? Yani AİHM kararlarını uygulaması gereken, Demirtaş’ı, Kavala’yı serbest bırakması gereken bu iktidardır. Yani kimseye söyleyecek en ufak bir lafları yoktur.

Hukuksuzluk yapıyorlar, uluslararası anlaşmayı imzalamış uymuyorlar. Anayasanın 90. Maddesini açıkça çiğniyorlar ve anayasa suçu işliyorlar. 90.madde ‘uluslararası anlaşmalar yerel hukukla çelişki haline düştüğü anda geçerli olan uluslararası anlaşmalardır amir hüküm budur’ der. Her gün 90. Maddesini de çiğniyorlar. Böyle bir iktidarla karşı karşıyayız. Onun için büyükelçiler meselesinden bir zafer çıkarmaya çalışmaları kesinlikle doğru olmayan bir şeydir. Bütün dünya gördü, biliyor. Tekrar söyleyeyim; kuyuya düştüler öfkeli çıkış yüzünden. İp attılar, Amerika ip attı onlara o ipe sarılıp kuyudan çıktılar durum budur. Maalesef Türkiye’yi bu iktidar bu hale düşürmüştür.

-Türkiye’nin OECD’nin “gri listesine” alındı. Neden bu listeye alındı Türkiye?

Bu, adım adım iktidarın Türkiye’yi getirdiği bir durumdur. Çünkü, bu FATF, OECD’nin bir kuruluşu. Türkiye’nin de tanıdığı ve BM’de de bağı olan bir kuruluş.  BM kararlarının da aynı zamanda uygulanmasını denetleyen bir kurum. O kadar göstere göstere geldi ki bu. Türkiye 2019’da FATF’ye sözler verdi. Kara para aklanması ve terörizmin finansmanı ile ilgili. 2019’da ‘ben şunları yapacağım’ diye madde madde sıraladı söz verdi. Çünkü uzun zamandır uyarı alıyorlardı. O söylediklerinin hiçbirini yapmadılar. Sonra geçtiğimiz yıl sonunda alelacele bir gün Hazine ve Maliye Bakanı meclise geldi bir kanun teklifiyle. ‘Bu FATF’nin istediği kanun teklifi’ diye getirdiler önümüze. Ve ‘30 Aralık 2020’den önce bunu çıkarmamız lazım’ diye getirdiler.

Biz o zaman baktık kanun teklifine; FATF uluslararası bir kuruluş tabii ki. BM kararlarının uygulanabilmesi için bir kanun teklifinin hazırlanması makul. Çıkarılması gerekir, geç kalınmış bir şey. Korkuyorlardı ‘gri listeye alınırız’ diye. Bu ne demek? Yabancı yatırım gelmemeye başlıyor. Biz o zaman dedik ki ‘getirdiğiniz bu kanun teklifi bu talepleri tam olarak karşılamıyor yeterli değil.’ İkincisi, bunlar çok yaratıcı ve cin fikirli ya… İçine Türkiye’deki STK’lara kayyum atayabilmek için ve onların çalışmalarını engelleyebilmek için bazı maddeler koydular. Sanki Türkiye’deki STK’lar, dernekler falan bir terör finansmanı yapıyormuş gibi maddeler koydular. Biz dedik ki ‘bu FATF’nin istediği kanunla bu maddelerin alakası yok’ itiraz ettik dinlemediler bizi.

“Türkiye’yi bu duruma bu iktidar getirmiştir”

Sonra şubat ayında FATF kanun teklifi çıktı kanunlaştı. FATF bir rapor gönderdi 9 sayfalık. Diyor ki ‘Siz bunu yaptınız ama işte burada bazı konular eksik kalmış, ihtiyaç olan bazı konular eksik kalmış. Bir de üstelik STK’lar hiç bizimle alakası olmayan bir konu…’ FATF’nin ilgilendiği konu şu: BM hangi örgütleri terör listesine aldıysa onların finansmanı ile ilgili bu işler yapılıyor ve diyor ki ‘STK’larla yaptığınız iş aslında bizim talep ettiğimiz bir şey değil yanlıştır.’ Ayrıca Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri bir mektup yazdı bu konuda . Sonunda adım adım gri listeye alınma noktasına geldiler. Bu iktidar getirmiştir Türkiye’yi bu duruma.

Bunun başka bir yerle alakası yoktur. Sonuçta şimdi ne oldu? Gri listedeyiz. Esas önemli olan şu FATF Başkanı bu gri liste kararını açıklarken Türkiye’nin listeye alınması konusunda bazı cümleler kuruyor. Diyor ki ‘siz IŞİD ve El Kaide’nin finansmanı ile ilgili bunu engellemek için gerekli adımları atmıyorsunuz.’ Aslında diplomatik bir dille ifade edilmiş diyor ki ‘siz IŞİD ve EL Kaide’nin finansmanını önlemiyorsunuz, buna göz yumuyorsunuz, yol veriyorsunuz…’ Bu kadar ağır bir suçlama ile Türkiye’yi gri listeye aldılar. Bunun sebebi iktidardır. Başka bir sebebi yok bunun ve Türkiye’yi bu hale getirdiler.

İşte biz Suriye-Irak tezkeresine ‘hayır’ derken bütün bunları da anlatarak hayır dedik. O tezkereler Türkiye’yi bu hale getirdi. O tezkereler, Türkiye’nin bütün oradaki El Kaide türevi ve artığı ne kadar örgüt varsa, El Nusra’dan HTŞ’ye kadar oradaki bütün örgütlerin insan hakları ihlalleri, savaş suçları gibi uluslararası alanda yargılama konusu olacak adımlarına niye destek veriyorsunuz diye soranlara, bu iktidarın vereceği hiç  bir cevap yok esas itibarıyla. Sorun buradan kaynaklanıyor.

-3. Yol adıyla yeni bir ittifak çıkışı yaptınız. Partiniz Anadolu’da çeşitli yerlerde görüşmelere başladı. Çalışmalar hangi aşamada? TİP ve TKP gibi sol partilerle görüşmeleriniz var mı?

Biz biliyorsunuz bir deklarasyon yayınladık geçtiğimiz ayın 27’sinde. Orada birçok şeyi anlattık. Parlamento seçimleriyle ilgili bizim herhangi bir kurulu ittifak arasında bir arayışımız olmadığını söyledik. Ama bizim uzun zamandır ‘demokrasi ittifakı’ adı altında bir çalışmamız olduğunu orada da ifade ettik ve bu demokrasi ittifakının gerçekleşmesi için de her türlü adımı atacağımızı söyledik. Bu şu anlama geliyor; var olan ittifaklar dışında bir parlamento seçimlerini hedefleyen bir ittifaktan söz ediyoruz. Ve bunu da sadece seçimlerle ilgili düşünmüyoruz yani çok önceden söylediğimiz bir konu.

Hem seçimlere kadar giden süreçte demokrasi mücadelesi açısından bunu önemsiyoruz hem de seçimlerden sonra bir iktidar değişikliği gündeme geldiğinde, yeni bir başlangıç yapılacaksa o zaman yeni başlangıcın yapılabilmesini sağlamak. Atılacak adımları denetlemek, teşvik etmek konularında güçlü bir demokrasi ittifakının çok önemli oluğunu düşünüyoruz. Türkiye’de seçimler oldu bitti her şey geçti diye bir durum yok. Çok önemli, seçimlerden sonra yaşanacak bir süreç karşımızda duruyor olacak.

Dolayısıyla bu demokrasi ittifakı uzun vadeli bir durumdur ve esas itibarıyla bizim 11 maddede sıraladığımız, deklarasyonumuzda sıraladığımız konuları da kapsayan bir mücadele ortaklığıdır. Onun çalışmaları sürüyor. Geçtiğimiz haftalarda ziyaretleri yaptık. Partilerle görüşmeleri yaptık, sürdürüyoruz. Belli bir aşamada kamu oyu ile paylaşılacaktır. Dediğim gibi, yani bu sadece seçimlerle ilgili bir konu değil. Daha geniş bir çerçevede ele aldığımız bir konudur esas itibarıyla.

Çünkü başka türlü Türkiye’de demokratik değişim ve dönüşüm yaşanacaksa, demokrasiyi hedefleyenler; bunun için mücadele edenlerin de ortaklığı sağlaması, hem seçim öncesi hem seçim sonrası çok önemlidir diye düşünüyoruz. Bu çerçevede hem parlamento dışı siyasi partiler, parlamento içi siyasi partiler, STK’lar, dernekler yani demokratik kitle örgütleri çok geniş bir yelpazeden meseleye bakıyoruz. Yurttaş girişimleri de var sadece bir kaç siyasi parti ile sınırlı değil.

-Cumhurbaşkanı adayınız var mı adı belirlediniz mi?

Hayır hayır… 27 Eylül’deki deklarasyonda zaten bunu söyledik. Cumhurbaşkanlığı seçimi için yüzde 50 artı 1 gerekiyor. Biz isimden önce seçilecek kişinin yapması gerekenlerin neler olduğunu tartışmak istiyoruz. İlkeler diye sıraladığımız, esas itibarıyla yeni bir başlangıcın ilkeleridir. Bu 11 maddeyi onun için  yazdık. Yani bunun üzerinden bir müzakere yürütülecek.

-O zaman başka bir ittifaktaki bir aday sizin taleplerinizi ve demokratik ilkeleri karşılayacak ilkeler ortaya koyarsa o zaman destek çıkabilirsiniz?

Elbette ki bunların hepsi mümkün. Biz zaten dedik: Siyasi aktörlerle bu ilkeleri; bizim kendi ilkelerimiz diye ilan ettiğimiz ilkeleri, müzakere etmek istiyoruz. Yani bizim ilkelerimiz değişmezdir anlamında değil elbet. Burada eksikler varsa tamamlanması, yanlışlar varsa düzeltilmesi… Müzakere böyle bir şeydir zaten. Dolayısıyla biz siyasi aktörlerle bunu müzakere edeceğiz ‘ama yeni bir başlangıç için yapılması gereken işler bunlardır bizim şu aşamada gördüğümüz’ dedik.

-Türkiye ilk kez liderler bazlı değil ilkeler bazlı seçime mi gidecek?

Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin demokratik olmadığını hep söylüyoruz. Bunun değişmesi gerekiyor. Bunun değişmesi de öyle bir günde olacak bir şey değil. Dolayısıyla bunun için de bir geçiş sürecine ihtiyaç var. Güçlü demokrasinin inşa edilmesine ihtiyaç var. Hukukun üstünlüğünün sağlanmasına ihtiyaç var. O yüzden elbette siyasette kişiler önemlidir fakat Türkiye her şeyi kişiler üzerinden tarif etmeye çok meraklı, çok hevesli. Fakat olması gereken diğeridir. Yani ilkelerde anlaşmak yapılması. Gerekenlerde anlaşmak ve bunun tabii değişime de açık olması…

Hani kapanmış bitmiş bir şey anlamında söylemiyorum bunu, o anlamda bunu önemsiyoruz doğrusu. Başka türlü bu geçiş süreci sağlıklı bir şekilde atlatılamaz. O zaman zihniyette bir farklılık yaratmış olmazsınız. Yani tek adam rejimi olmasın diyoruz o tek adam kötü bu tek adam iyi olmaz. Biz sistemin demokratik olmadığını ve değişmesi gerektiğini düşünüyoruz. Mesele kişilerle ilgili değildir. O yüzden de biz şu aşamada isim tartışmayı kesinlikle doğru bulmuyoruz ayrıca biliyorsunuz bu tür şeylerde ilk önce ortaya atılan isimler en çok yıpranan isimlerdir muhalefetin de bu konuda dikkatli olması gerektiğini hep söylüyoruz.

-AKP kanadından yeni bir Kürt açılımı bekliyor musunuz? Özellikle iktidar tarafından böyle bir görüşme talebi gelirse hazır mısınız, bunun işaretini alıyor musunuz?

Bunun bir işareti yok öyle bir ihtimal de doğrusu biz görmüyoruz. Siz AKP kanadı diyorsunuz ama iktidarda Cumhur ittifakı var. Bu kanat iyi bu kanat kötü anlamında söylemiyorum  bir ittifak var. O ittifak iktidarı sürdürüyor ve iktidarın attığı adımlar var. Siz, bir taraftan demokratik siyaset alanında HDP’yi kapatmak yoluyla tasfiye etmeye çalışacaksınız, HDP’nin 450’den fazla çeşitli düzeylerde seçilmiş milletvekili, belediye eş başkanı, parti yöneticisi, parti meclisi ve MYK üyelerini siyasi yasaklı hale getirmeye çalışacaksınız, yani tam bir tasfiye operasyonu… Aslında demokratik siyaset alanına silmeye çalışacaksınız, iktidar yapıyor bunu. Kim açtı kapatma davasını, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı. Kim direktif verdi, iktidarın bir ortağı, öbürü de sustu.

Şimdi bir taraftan bunu yapacaksınız, bir taraftan 6-8 Ekim Kobani davasını 6 sene sonra açacaksınız ve 6 senedir sokaklarda gezen, dolaşan, işinde gücünde olan insanları, 6 sene sonra tutuklu olarak yargılamaya başlayacaksınız. 6 senedir madem suçlulardı niye sokaklarda  dolaşıyorlardı? Onların da hepsini 37-38’er kere ağırlaştırılmış müebbetle cezalandırmak isteyeceksiniz. Bütün bunları yapan bir iktidar var karşımızda. Üstelik de o iktidarın en tepesindeki yürütmenin başı da ‘Kürt sorunu yoktur’ diyecek. Onun için bu soru bizim için çok gerçekçi değil. Herhangi bir analizimiz de böyle bir ihtimal görmüyoruz doğrusu.

Biz ama Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümünü çok önemsiyoruz. Bu çözümün demokratik siyaset alanındaki sözcüsü, muhatabı olduğumuzu söylüyoruz. Demokratik çözümün gerçekleşmesinin yerinin Ankara ve meclis olduğunu, müzakere ve diyaloğun çok önemli olduğunu vurguluyoruz. Mecliste bu adımları hep birlikte atalım diyoruz. Bu konudaki tutumumuzu sürdüreceğiz. Dolayısıyla biz bir çözüm gücü, çözüm iradesi ve bunun peşinde ısrarla mücadele eden bir parti olma  durumumuzdan asla vazgeçmeyeceğiz. Bütün tasfiye operasyonlarına rağmen bu konudaki kararlılığımızı sürdüreceğiz. Çözümü de Türkiye’de, Ankara’da ve Mecliste gerçekleştirmek için her türlü fedakarlığı da yapacağız bu konudaki kararlılığımızdan en ufak bir geri adım yoktur.

Paylaşın

Babacan: Ev Kadınları Yirmi Yılın En Zor Zamanlarını Geçiriyor

Partisinin Fatih ilçe kongresinde konuşan DEVA Lideri Babacan, “Çalışsın çalışmasın, bizim ülkemizin ev ekonomisi aslında kadınların elinde. Mutfağı da evi de kadınlar çekip çeviriyor. Özellikle, emeği görülmeyen ev kadınları, yani tüm emeğini hane içine vakfeden kadınlar, son yirmi yılın en zor zamanlarını geçiriyorlar. Alım gücünün düşmesini iliklerine kadar hissediyorlar” ifadelerini kullandı.

Haber Merkezi / DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, İstanbul’da partisinin Fatih ilçe kongresinde konuştu. Konuşmasında kadın haklarına vurgu yapan Babacan, kadınları partisine davet ederek şu ifadeleri kullandı:

“Kadınların siyasetteki ve toplumdaki yerini hak ettikleri gibi güçlendireceğiz. Hedefimiz her alanda eşitlik. Ülkemizin içinde olduğu çoklu krizden kurtuluşun yolu kadınların aklıdır. Ekonomik dar boğazdan, politik sıkışmışlıktan kurtuluş yolu kadınların fikridir. Hukuksuzluktan, şiddetten kurtuluşun yolu kadınların emeğidir.

“Erdoğan, kendi başbakanlığı döneminde, Türkiye’nin öncülüğünde, İstanbul’da imzaya açılan, adı ‘İstanbul’ olan, tek amacı da kadına şiddeti önlemek olan bir sözleşmeden ansızın çekiliverdi.Her mahalleden kadın ses çıkardı. Dindar, muhafazakâr kadınlar, AK Partili kadınlar da tepki gösterdi. ‘Kol kırılır yen içinde kalır’ demeden, eleştiri oklarını göğüslemek pahasına sözleşmeyi savundular. Erdoğan, o birlikte yola çıktığı, 1994, 2002 zaferlerini kendisine kazandıran kadınları dinlemedi, fikirlerine önem vermedi.

Bir zamanlar kendisini zirveye taşıyan kadınlar artık elini Erdoğan’dan çekiyor. Bunu meydanlarda, araştırmalarda, sokakta görüyoruz. Kulaktan kulağa Sayın Erdoğan’a duyuralım. Malum, kendisi artık sokağa pek çıkmadığı için olanlardan haberdar değil.

“Erkeklerin kadınlara yönelik hadsiz nasihatleri arttı”

Senelerce bu ülkede laiklik, kadınların kıyafeti üzerinden tartışıldı. Erkekler rahat tabii. Kadınların başındaki örtüyle kavga ettiler. Gün oldu, devran döndü, kadınların kılık kıyafetiyle kavgaya tutuşan bir başka zihniyet peyda oldu. Kullanılan bu dil, tüm toplumu etkiledi. Erkeklerin kadınlara yönelik baskıları, hadsiz nasihatleri arttı. Erkeklerin her konuda kadınlara kuracağı bir baskı, durduk yere vereceği tavsiyeler oldu. Buradan iktidara ve kadınlara dil uzatan herkese net bir şekilde sesleniyoruz: Kadınları rahat bırakmanın zamanı geldi.

Kıyafeti yüzünden taciz edilen kadınların yanındayız. Hayat tarzı, dini, inancı, etnik kimliği nedeniyle dışlanan, işe alınmayan, daha az ücret alan bütün kadınların yanındayız. Şiddet mağduru olan her kadının, ‘Kimlerden? Üzerinde ne vardı? Saat kaçta neredeydi?’ demeden yanındayız. Kadına karşı şiddet faillerinin tümü, hukuk önünde hesap verene kadar kadınların yanındayız. İstanbul Sözleşmesi’nin yanındayız. Netliğimizi ve cesaretimizi iktidarın baskıcı politikalarına karşı sesini gür çıkaran, çeşitliliğini koruyarak her kesime seslenmeyi başaran, hiçbir şekilde amacından vazgeçmeyen kadın hareketinden alıyoruz.

“Hıncını kadınlardan alan tüm rövanşist uygulamaları reddediyoruz”

Rövanşist hislerle sopa sallayanların dilinden endişe eden kadınlar, kat sayı korkusunu da hâlâ yaşıyor. Geçmişte o yanlış uygulamadan en çok zarar gören yine kadınlar olmuştu. Eğitim hayatları engellenmişti. O yüzden mahalle ayrımı yapan, ‘öteki’ne kızıp hıncını kadınlardan alan, tüm bu rövanşist uygulamaları reddediyoruz. Kimsenin endişesi olmasın, biz bu çağdışı uygulamalara geçit vermeyiz, vermeyeceğiz.

Kadınların, partinin ana kademelerinden kopuk, izole bir şekilde siyaset yapmalarının artık karşılığı yok. Kadınların, siyasette hak ettikleri yeri bulmaları için, özel bir gayret içinde olmamız gerektiğinin bilincindeyiz. Bu ülke, kadın mücadelesini iyi bilir. Halide Edip’i iyi bilir. ‘Bize vermeseler de biz alacağız. Hak azmindir, liyakatindir’ diyen Nezihe Muhiddin’i iyi bilir. Biz o yüzden bu mücadeleyi kadın-erkek yan yana veriyoruz. Ülkemizi, içinde bulunduğu bu karanlık tünelden, ancak yan yana olursak çıkartabileceğimizi iyi biliyoruz.

“Ev kadınları yirmi yılın en zor zamanlarını geçiriyor”

Kadınların emeği, daha alınlarındaki ter kurumadan eriyip gidiyor. Çalışsın çalışmasın, bizim ülkemizin ev ekonomisi aslında kadınların elinde. Mutfağı da evi de kadınlar çekip çeviriyor.Özellikle, emeği görülmeyen ev kadınları, yani tüm emeğini hane içine vakfeden kadınlar, son yirmi yılın en zor zamanlarını geçiriyorlar. Alım gücünün düşmesini iliklerine kadar hissediyorlar.

Esenyurt’ta kurduğumuz meydana terlikleriyle gelen kadınlar vardı. Terlikli kadın ne demek? Maddi durumu iyi olmadığı için kendisine değil, önce çocuklarına, torunlarına ayakkabı alınan haneler demek. Bugün de yanımızdalar, yarın da yanımızda olacaklar. Çünkü umut burada yeşeriyor. DEVA Partisi terlikli teyzelerin, terlikli kadınların umudunu büyütüyor.

STEM denilen alan var: Fen, teknoloji, mühendislik, matematik. Kız çocuklarının bu dört alana daha fazla ilgi duyması için özel çaba gerekiyor. Çünkü bu dört alan maalesef daha çok erkek çocukların ilgi gösterdiği alanlar. Kız çocuklarımızı bu alana yöneltmemiz gerekiyor.”

Paylaşın

Bakan Koca’dan Kritik ‘Yüz Yüze Eğitim’ Açıklaması

Sosyal Medya hesabından bir açıklama yapan Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, “Okulların kapanması ihtimalinden söz eden bir habere rastladım. Haber yanlıştır. Bilim Kurulumuzun böyle bir gündemi yok. Kurul üyesi bir arkadaşımızın aşının önemini vurgularken seçtiği ifade yanlış anlaşılmış. Öğrencilerimize başarı dolu hafta diliyoruz” dedi.

Haber Merkezi / Bakan Koca, Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Alper Şener’in “Günlük 60 bin, 70 bin vaka sayılarına sıçrama olması durumunda ise yeniden kapanma, okulların kapanması gibi tabloları gündeme gelme durumu söz konusu olabilir” açıklamasıyla ilgili açıklamada buluundu.

Bakan Koca, sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklamasında, “Okulların kapanması ihtimalinden söz eden bir habere rastladım. Haber yanlıştır. Bilim Kurulumuzun böyle bir gündemi yok. Kurul üyesi bir arkadaşımızın aşının önemini vurgularken seçtiği ifade yanlış anlaşılmış. Öğrencilerimize başarı dolu hafta diliyoruz” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Babacan’dan Dikkat Çeken ‘Cumhurbaşkanı Adaylığı’ Açıklaması

Cumhurbaşkanlığı adaylığına ilişkin önemli açıklamalarda bulunan DEVA Lideri Babacan, “Her partinin başkanı doğal bir başbakan adayı. Eğer öyle olmasa parti neden var. Birliktelik olmaması durumunda Cumhurbaşkanı adayıyım” ifadelerini kullandı.

Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Osman Kavala için söylediği ‘Soros artığı’ sözlerinin ardından George Soros’la görüştüğü görsellerin ortaya çıkmasına ilişkin “Erdoğan’ın Soros’la en az iki üç defa yüz yüze görüşmüşlüğü var. Bir tanesinde ben de vardım hatırladığım kadarıyla. ‘Türkiye’ye yatırım yapın’ türü görüşmeler bunlar. O gün öyle, bugün böyle. Sayın Erdoğan’ın tutumunda bir tutarlılık aramayın” dedi.

İttifaklara da ilişkin değerlendirmede bulunan Babacan, “Şu anda bir arayışımız yok bizim. Ancak seçim atmosferine girildiğinde, seçim sayacı çalışmaya başladığında o günkü şartlara göre bir karar vereceğiz.” ifadelerini kullandı.

Erdoğan’ın ‘Ekonomi durumu çok kötü, size ihtiyaç var’ diyerek kendisine hükümette görev almasını teklif etmesi durumunda vereceği yanıtı çok net açıklayan Babacan,  “Asla. Sayın Erdoğan işin başında olduğu sürece, bu ülkenin ekonomisi düzelmez. Böyle bir şey mümkün değil ve olmaz. Ben değil, 10 tane Nobel ödüllü iktisatçı gelsin, onlar da yapamaz” dedi.

Halk TV’de ‘Liderler Özel Söyleşisi’ programına konuk olan DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, gündeme ilişkin açıklamalarda bulundu.

DEVA Partisi’nin yayınladığı 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı videosu için Babacan, “Kucaklayıcı bir siyaset anlayışının çok önemli olduğunu vurgulamaya çalıştık. Birleştiren, buluşturan, farklılıkları zenginlik kabul edip, ülkenin meşru demokratik siyaset zemininde sorunlarına çözüm üretmesi ve yeni bir Türkiye’nin yarınlarının arayışı, böyle okumak mümkün” diye konuştu.

Babacan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açılışını yaptığı Atatürk Kültür Merkezi açılış törenine çağrıldığını açıklayarak, “Kültür ve Turizm Bakanlığı beni davet etti. Ancak benim de bir başka programım vardı. Biz davet edildik ama katılamadık” dedi.

Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın grup toplantısında izlettiği ‘linç videosu’ için, “Türkiye’de şu an siyasal şiddet var” dedi. Babacan, Erdoğan’ın videoyu izlettirmesini, “Zihin dünyalarında ne dolaşıyor bilmek çok zor. Ne olursa olsun bunlar hastalıklı yaklaşımlar” diye yorumladı.

Babacan, Erdoğan’ın geçmiş dönemde George Soros ile yaptığı görüşmeleri de tek tek anlattı. Erdoğan ile Soros’un defalarca görüştüğünü ve Erdoğan’ın Türkiye’ye yatırım talebinde bulunduğunu belirten Babacan, o görüşmeleri şöyle anlattı:

Sayın Erdoğan’ın Soros ile en az 2-3 defa yüz yüze görüşmüşlüğü var. En az bir tanesinde ben vardım. Yüz yüze konuştu, Türkiye’ye yatırım için davet ettiği, Türkiye’ye daha çok finansman getirmesiyle ilgili. Tema buydu. ‘Türkiye’ye yatırım yapın, Türkiye’de daha çok iş yapın’ türü görüşmeler bunlar. Bir yatırımcı ve iş insanı olarak, o dönemlerde pek çok uluslararası yatırımcıyla yapılan görüşme gibi Soros’la da görüşmeler oldu. En az bir tanesinde ben vardım.

“O gün işine öyle geliyordu, bugün işine böyle geliyor”

O gün öyle, bugün böyle. İktidarın ve Sayın Erdoğan’ın tutumunda bir tutarlılık aramayın. O gün işine öyle geliyordu, bugün işine böyle geliyor. Hesap soran falan da yok. Bu tutarsızlıkları hatırlatmadıktan sonra daha pervasız bir siyaset yapılabiliyor. Kitlelerin hafızası balık hafızasıdır. Bugün geçerli akçe hangisi, hangi söylem gider, bir hafta da olsa insanların dikkatini nereye çekebiliriz diye söyleyip geçiyor.

2002 yılında çekilen kendisinin de yer aldığı fotoğraf hakkında konuşan Babacan, “Hükümet kurulduktan sonra Kasım 2002’deki bir fotoğraf. Ben ekonomi bakanıydım. Rahmetli Kemal Unakıtan, Abdüllatif Şener ve Erdoğan vardı. O günlerde bu tür görüşmeleri çok yapıyorduk. Türkiye’nin yerli veya uluslararası sermaye ve yatırıma çok ihtiyacı vardı. Türkiye’ye sermaye getirecek kim var kim yoksa yoğun görüşmeler yapılıyordu. Bu görüşmeler Türkiye’de de yurt dışında da yapılıyordu” ifadelerini kullandı. Davos’taki görüşme içinse Babacan, “O görüşme trafiğinde böyle bir görüşme yapılmıştı. Benim olmadığım, fotoğraf karesi alınmayan görüşmeleri de oldu” dedi.

Osman Kavala’nın tutukluluğu hakkında konuşan Babacan, şunları söyledi; Osman Kavala ile ilgili konu gerçekten bir hukuk garabeti. Soruşturma safhasında gizli soruşturmayla yürüyen konular birden bire ortadan çıkıyor ama konu yargıya taşındığı anda dosyalara ulaşmak mümkün. Ulaşılan dosyalarda bizim arkadaşlarımızın gördüğü, delile dayanan bir suç unsuru yok. 3 ayrı konu var. Gezi olaylarıyla ilgili var ve oradan beraat etti. Beraat ettiği gün hiç kimsenin bilmediği dosyadan tutuklandı. Arkasından ‘Bu casusluk yapmış’ dendi. Böyle iddialar.

Açığa çıkan, bizim arkadaşlarımızın incelediği dosyaların hiçbirisinde bir suç unsuru yok. Bunu hem kendi Anayasa Mahkememiz hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de tespit etmiş durumda. ‘Burada suç unsuru taşıyan bir şey yok dolayısıyla derhal beraat edilmesi lazım’ diye. Burada bir şahsi inatlaşma var. Başka bir şey değil. Sayın Erdoğan, bir şekilde bu kişinin serbest bırakılmasını istemiyor. O istemediği için serbest bırakılmıyor. Bunun çok yönlü zararı var Türkiye’ye. Bu olay devam ettiği sürece ‘Türkiye bir hukuk devletidir’ diyemiyorsunuz.

Babacan, Kavala’nın tutukluluğuyla Erdoğan’ın tüm iş dünyasına mesaj verdiğini savundu. Babacan, bu konuda şöyle konuştu: Bir kişi üzerinden bütün iş dünyamıza, bütün düşünürlerimize, bütün sivil toplumumuza bir mesaj veriyor. ‘Bak kardeşim, benim canım sıkılırsa böyle insanı içeri attırırım, kim ne derse desin de çıkartmam’ mesajı veriyor.

Bir kişi üzerinden sisteme mesaj veriyor, bir bakıma korku salıyor. Bir tane görünür vaka herkeste o korku iklimini oluşturuyor. İş dünyası da ‘Biz en iyisi ayağımızı denk alalım, onu kızdıracak bir şey söylemeyelim’ diyor. Ekonomiyi mahvettiler. Siz yine de iş dünyasından güçlü bir ses duyabiliyor musunuz?

“Partinin lideri de iddialı bir liderse doğal bir cumhurbaşkanı adayıdır”

“Cumhurbaşkanlığına aday mısınız?” sorusunu yanıtlayan Babacan, şu cevabı verdi: Şu andaki sistem Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi. Her siyasi partinin genel başkanı doğal olarak bir cumhurbaşkanı adayı şu anda. İddialı bir siyasi partiyseniz, o siyasi partinin lideri de iddialı bir liderse doğal bir cumhurbaşkanı adayı.

Parlamenter sisteme geçildiğindeyse, parlamenter sistemde her partinin genel başkanı doğal bir başbakan adayı. Eğer öyle olmazsa parti niye var? Biz DEVA Partisi’ne oy verecek vatandaşlara sorsak, herhalde beni söyleyecekler. Bu işin tabiatı böyle.

Mevcut sistemde bir ittifak ve ortak cumhurbaşkanı adayı modeli var. 2018 seçimlerinde bunu en azından Cumhur İttifakı uyguladı. AKP ve MHP tek bir adayı gösterdi cumhurbaşkanlığına. Muhalefetteki partilerin her biri kendi adayıyla çıktı. Önümüzdeki seçimde partilerin kimisi tek tek, kimisi ittifak halinde girecektir.

Tek tek veya ittifak halinde girenler belki münferit, belki ortak aday çıkaracaktır. Dolayısıyla bütün bunların nihai kararı seçim atmosferiyle beraber alınır. Benim aday olma ihtimalim de tabi ki var. Hiçbir şey olmazsa, birliktelik olmazsa, ortak adaylık olmazsa, ittifak olmazsa ben doğal Cumhurbaşkanı adayıyım. Parlamenter sisteme geçildikten sonra eğer bir ittifak, eğer bir koalisyon olmazsa tabi ki ben başbakan adayıyım. Gayet doğal.

“Şu anda bir ittifak arayışımız yok bizim”

İttifak arayışı olup olmadığı sorusuna Babacan, şu yanıtı verdi: Şu anda bir arayışımız yok bizim. Ancak seçim atmosferine girildiğinde, seçim sayacı çalışmaya başladığında o günkü şartlara göre bir karar vereceğiz.

Münferit mi gireriz yoksa bugün var olan veya ileride şekillenebilecek bir ittifakın içinde mi oluruz o kararı biz o gün vereceğiz. Bugünden doğru görmüyoruz. İttifak aslında bir seçim ittifakı. Seçim bittikten sonra ittifak hukuki niteliğini kaybediyor. Şu anda hukuken Cumhur İttifakı diye de, Millet İttifakı diye de bir şey yok. Fiili durumu ise aslında biraz koalisyonlara benziyor. Bahçeli ‘bu işten çekiliyorum’ dese o anda biter. Daha önce yapmadığı iş değil.

6 partinin parlamenter sistemi görüşmelerine değinen Babacan, “Bir gündem oluşturuldu. O gündem maddeleri her hafta yapılan toplantılarda sırayla ilerliyor. Bugüne kadar ciddi bir sorun ortaya çıkmadı. Parlamenter sistem isteyen partilerin yaptıkları çalışmaların ortak tek bir çalışma haline gelmesi Türkiye için çok kıymetli” değerlendirmesi yaptı. Babacan, toplantılarda DEVA Partisi’nin önerisini şöyle açıkladı:

Bu 6’lı masa çalışmayı tamamlayınca hemen arkasından geçiş sürecini çalışmaya başlasın, biz bunu önerdik. Yol haritasını çalışmaya başlasın. Önerimize siyasi partiler olumlu bakıyor.

Biz arzu ederiz ki 6 siyasi parti bu geçiş süreci konusunda uzlaşsın. Eğer o geçiş süreci muğlak bırakılırsa, süresi belli olmazsa vatandaşlarımız destek vermek istemeyebilir. Genel başkanlarla yaptığım görüşmelerde bu önerimize aykırı bir cevap almadım. İlk hedef olarak parlamenter sistemle ilgili bir ortak metin çıkarmak.

Eğer parlamenter sistemle ilgili biraz daha detaylarda mutabakat sağlanırsa, bu mutabakat seçimden önce netleşirse, geçiş süreciyle alakalı da net bir tablo ortaya çıkarsa, biz parlamenter sistemle ilgili anayasa oylamasının 6 ay içinde yapılabileceğini düşünüyoruz.

DEVA Partisi olarak bizim tercihimiz seçimlerden önce mümkün olduğunca detaylı bir şekilde hem parlamenter sistem üzerinde mutabık kalmak hem de geçiş süreciyle ilgili mutabık kalmak. Seçimden sonra bu konularda müzakereye gerek kalmaması ve hemen uygulama başlaması.

Madem parlamenter sistem iyi bir şey acele edeceğiz. Niye ayağımızı sürüyelim ki? Madem iyi bir şey, madem hedefliyoruz, niye öyle 2-3 yıl bekliyoruz? Ne oluyor yani? O süre 2-3 yıl olursa bu ne demek? ‘Biz bu eski başkanlık sisteminin yetkilerini kullanalım güç elimize geçmişken, 2-3 sene sonra parlamenter sisteme geçeriz’ bu olmaz.

Madem başkanlık sistemi hızlı restorasyon için gerekli, o zaman hiç vazgeçmeyelim. O tutarlı bir yaklaşım değil. Burada çok hızlı bir şekilde parlamenter sisteme geçmek ve ülkenin sorunlarını bu sistem içerisinde çözmek gerekiyor.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’in, parlamenter sisteme geçiş sürecinde ‘bir başkan yardımcısının başbakan gibi çalışabileceği’ yönündeki görüşünü değerlendiren Babacan, şu ifadeleri kullandı:

Her partinin kendi çalışmaları ve tezleri olabilir bu konuda. Bu konular geçiş sürecinin konuları. Bu geçiş sürecinin konuları da partiler arasındaki ortak masada konuşulmalı. CHP’nin ve bizim başka bir teklifimiz olabilir. Eğer buradaki niyet, beraberce, ittifakla, bir ortaklıkla yönetmekse, o zaman o ittifakın ya da ortaklığın taraflarının bunda mutabık kalması lazım.

Eğer bir ittifak olacaksa o zaman ortaklık içerisinde olabilecek partilerin bunları oturup beraber konuşmaları lazım. Cumhurbaşkanı adayının veya adaylarının bu taahüde baştan girmesi ve siyasi taahhütlerle seçime girmek, vatandaşımız için net bir tablo oluşturacaktır. Aksi halde karışık, bilinmeyen, herkesin farklı farklı şeyler söylediği bir tablo olursa, vatandaşlarımız daha iyi bildiği ve anladığı bir seçeneği, belirsiz, muallak, ne olacağı belli olmayan bir tabloya göre tercih edebilir.

Sonra ‘Ne oldu da Sayın Erdoğan bu seçimi kazandı’ diye, nerede hata yaptı diye düşünülür. Bu seçim çok önemli. Bu ülke meselesi. Gençlerimizin, gelecek nesillerin, yarınların meselesi. Bizim dersimizi iyi çalışmamız lazım.

“Erdoğan işin başında olduğu sürece, bu ülkenin ekonomisi düzelmez”

Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘Ekonomi durumu çok kötü, size ihtiyaç var’ diyerek kendisine hükümette görev almasını teklif etmesi durumunda vereceği yanıtı çok net açıkladı. Babacan, “”Asla. Sayın Erdoğan işin başında olduğu sürece, bu ülkenin ekonomisi düzelmez. Böyle bir şey mümkün değil ve olmaz. Ben değil, 10 tane Nobel ödüllü iktisatçı gelsin, onlar da yapamaz” ifadelerini kullandı.

Paylaşın

Kılıçdaroğlu’ndan ‘Aday’ İddialarına Yanıt: Millet İttifakı Olarak Karar Vereceğiz

İş dünyasından tanınmış bir ismin cumhurbaşkanı adayı olacağı iddiaları hakkında açıklama yapan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, “Ben herkese aynı şeyi söylüyorum. Buna Millet İttifakı olarak karar vereceğiz. Ve henüz ve Sayın Meral Akşener ile olsun, görüştüğümüz diğer liderlerle olsun adayın kim olması gerektiği konusunda bir konuşmamız olmadı” dedi.

Kılıçdaroğlu, konuya ilişkin yaptığı açıklamanın devamında, “Kimseye ‘Sen olmazsın’ ya da ‘Olamazsın’ demiyorum. Çünkü Millet İttifakı olarak belki de bir liderin önerisi o isimlerden birisi olabilir. O yüzden ben ‘olmaz’ deme hakkını tek başıma kendimde görmüyorum” ifadelerini kullandı.

Halk TV programcısı Emin Çapa, cumhurbaşkanlığı adayı için iş dünyasından tanınmış bir ismin CHP lideri Kılıçdaroğlu ile daha sonra da İYİ Parti lideri Meral Akşener ve Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu ile görüştüğünü ve Millet İttifakı’ndan ‘yeşil ışık’ aldığını öne sürmüştü.

Konuya ilişkin Gazeteci Murat Yetkin‘e konuşan CHP Lideri Kılıçdaroğlu, söz konusu iddialara açıklık getirdi.

Kılıçdaroğlu, “Son günlerde iş dünyasından bazı isimlerin sizinle Millet İttifakının cumhurbaşkanlığı adaylığı için görüşme yaptığı ve olumlu izlenim aldıkları yolunda haberler çıkıyor. Adaylık için olumlu görüş verdiğiniz kimse var mı? Varsa kimdir?” sorusuna şu yanıtı verdi:

Öyle bir şey yok. Doğrusu çok kişi geliyor. İş dünyasından, eski politikacılardan, bürokratlardan, başka kesimlerden… Rapor yazıp getirenler, özgeçmiş bırakanlar oluyor. Böyle bir beklenti var. Sanıyorum diğer liderlere de gidenler var. Ben herkese aynı şeyi söylüyorum. Buna Millet İttifakı olarak karar vereceğiz. Ve henüz ve Sayın Meral Akşener ile olsun, görüştüğümüz diğer liderlerle olsun adayın kim olması gerektiği konusunda bir konuşmamız olmadı.

Kimseye “Sen olmazsın” ya da “Olamazsın” demiyorum. Çünkü Millet İttifakı olarak belki de bir liderin önerisi o isimlerden birisi olabilir. O yüzden ben “olmaz” deme hakkını tek başıma kendimde görmüyorum. İkincisi, böyle bir negatif dil kullanmak benim doğama aykırı. Ama ben kimseye olumlu bir yanıt vermiş de değilim. Defalarca adayı birlikte belirleyeceğimizi söyledim, söylüyorum.

Paylaşın

Dünyada Yerinden Edilen İnsan Sayısı 48 Milyona Ulaştı

Dünya genelinde silahlı çatışmalar ve şiddet nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalan insan sayısı 48 milyona ulaştığı duyuruldu. Doğal afetlerin ve Kovid 19 salgınının durumu daha da kötüleştireceği düşünülüyor.

Haber Merkezi / Birleşmiş Milletler (BM) Yerinden Edilmiş Kişiler Raportörü Cecilia Haimens Damary, dünya genelinde silahlı çatışmalar nedeniyle yerinden edilen insan sayısının 48 milyona ulaştığını söyledi. Cecilia Haimens Damary, bu sayının yeni bir rekor olduğunu belirtti.

Cecilia Haimens Damary, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu (BMGK) Üçüncü Komitesi oturumunda yaptığı konuşmada, “Dünyada silahlı çatışma ve şiddet nedeniyle evlerini terk etmek zorunda kalanların sayısı 48 milyona ulaştı. Bu, şimdiye kadar kaydedilen en büyük sayı. Silahlı çatışmaların ve kitlesel şiddetin karmaşık doğası bağlamında, uluslararası insancıl hukuk ve insan hakları hükümlerine uyumun sağlanması giderek zorlaşmaktadır” dedi.

Damary, konuşmasının devamında, dünya genelinde artan çatışma ve şiddet durumunun, nüfusun yerinden edilmesine yol açan doğal afetlerin yanı sıra 2020’de başlayan yeni tip koronavirüs (Kovid 19) salgınının durumu daha da kötüleşebileceğini de sözlerine ekledi.

Paylaşın

Fast Food Ürünlerindeki Ölümcül Madde: Ftalat

Yeni yapılan bir araştırma, sabun, şampuan ve plastik poşet gibi yüzlerce endüstriyel ürünün yapımında kullanılan ftalatların, bir çok fast food ürününde yer aldığını ortaya koydu.

Haber Merkezi / Araştırmacılar birçok hızlı gıdada kanser, astım, karaciğer sirozu ve kısırlık gibi ciddi hastalıklara yol açan ölümcül bir madde keşfettiler.

Sky News’te yer alan habere göre, George Washington Üniversitesi’nden araştırmacılar, fast food restoranlarında satılan yüzlerce üründe, plastiği esnek hale getirmek için kullanılan ftalatların olup olmadığını bulmak için yüzlerce ürünü analiz ettiler.

Araştırmacılar, fast food marketlerde en çok satılan, hamburger, patates kızartması, pizza ve kızarmış tavuk üzerinde dururken, analiz edilen gıdaların yüzde 81’inde DnBP adı verilen bir tür ftalat buldular.

Araştırmanın sonuçlarına göre, etle yapılan ürünlerde, patates kızartması ve pizza gibi ürünlere oranla daha fazla ftalat içeriyordu. Araştırmacılar, ayrıca, ftalatların bu gıdalara tedarik ve paketleme sırasında kullanılan ürünlerden geçmesinin olası olduğunu açıkladılar.

Ftalatlar sabun, şampuan ve plastik poşetler gibi yüzlerce endüstriyel ürünün yapımında kullanılmaktadır. Bu madde, kanser, karaciğer hasarı ve kısırlığın yanı sıra çocuklarda öğrenme güçlükleri ve dikkat bozuklukları gibi birçok sağlık sorunuyla bağlantılıdır.

Paylaşın

HDP’li Günay: İktidarın Ezberini Bozduk

HDP Sözcüsü Günay, partisinin genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında yaptığı açıklamada, “HDP olarak yürüttüğümüz doğru siyaset, iktidarın ezberini bozuyor, kurdukları oyunları bertaraf ediyor. Öfke nöbetlerine kapılıyorlar. Bu yüzden sabah akşam partimize saldırıyorlar” dedi.

Haber Merkezi / Günay, TBMM’de kabul edilen Irak ve Suriye tezkeresine ilişkinde, “26 Ekim’de Meclis Genel Kurulu’nda Suriye’de ve Irak’ta askeri operasyonların 2 yıl daha uzatılmasını öngören tezkere AKP-MHP çoğunluğunun oyları ve İYİ Parti’nin de desteğiyle ne yazık ki kabul edildi. Suriye-Irak Tezkeresi, AKP-MHP savaş koalisyonunun son tezkeresi olacak” ifadelerini kullandı.

HDP Sözcüsü Günay, tezkereye hayır diyen muhalefet partilerine ilişkin yaptığı değerlendirmede ise, “Türkiye İşçi Partili ile Saadet Partili vekillerinin yanı sıra Cumhuriyet Halk Partisi grubunun kendi öncelikleri ve hassasiyetleri çerçevesinde bu tezkereye hayır oyu kullanmalarını önemli, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından çok kıymetli buluyoruz. İtiraz edilen, karşı çıkılan sadece AKP’nin savaş politikaları değil, savaşla muhalefeti teslim alma anlayışıdır” dedi.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Sözcü Ebru Günay, partisinin genel merkezinde düzenlediği haftalık basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Tezkere ve sonrasında yürüyen tartışmalara değinen Günay şunları söyledi:

“Bildiğiniz gibi yarın Cumhuriyetin 99’uncu kuruluş yıl dönümü. Ne yazık ki tekçi anlayış ve bu anlayış üzerinden şekillenen inkâr ve imha siyaseti Cumhuriyet için de büyük bir tehlike haline gelmiştir.

Halk iradesinin tanınmadığı, belediyelere, üniversitelere, kurumlara kayyım atandığı, halkın vekillerinin cezaevlerine doldurulduğu, muhalefetin zapturapt altına alındığı, gazetecilerin, aydınların şiddet ve zorla sindirilmeye çalışıldığı rejimin adı Cumhuriyet değil, faşizmdir.

“Demokratik bir Cumhuriyet kurmayı amaçlıyoruz”

Bugün, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi dedikleri ucube sistem rejim değişikliğinin en somut göstergesidir. Biz HDP olarak bütün kimliklerin ve farklılıkların özgürce, bir arada, eşit ve ortak bir şekilde yaşadıkları demokratik bir Cumhuriyet kurmayı amaçlıyoruz.

Cumhuriyet demokratikleşmezse, 100’üncü yılında Cumhuriyet’ten geriye bir şey kalmaz. Bu tarihi tespiti ve uyarıyı ilgili bütün taraflara yaparak, geçmişte yaptıkları hatalardan ders çıkarmalarını umuyoruz. Ya Cumhuriyet demokratikleşecek ve güçlenerek varlığını sürdürecek ya da tekleşerek başka ucube ve faşizan sistemlere evrilecek. Cumhuriyeti yaşatmayı amaçlayan herkesin bugün yaşananlardan dersler çıkarmasını umut ediyoruz.

“Kobani zaferini selamlıyoruz”

Değerli arkadaşlar, iki gün sonra 1 Kasım Dünya Kobanî ile Dayanışma Günü ve 2 Kasım Dünya Rojava ile Dayanışma Günü’nü karşılayacağız. Kobanî başta olmak üzere Kuzey Doğu Suriye halklarının IŞİD barbarlığına karşı kazandığı zaferi bir kez daha selamlıyoruz.

IŞİD’e karşı kazanılan zafer sadece Kürt halkının, bölge halklarının zaferi değil, insanlığın bu barbarlığa karşı kazandığı bir zaferdir. IŞİD eliyle palazlandırılan bu saldırganlık ve barbarlık Kürtleri hedef alsa da esas olarak insanlık değerlerini, onurunu hedef aldı. İnsanlığın görüp görebileceği en vahşi yöntemleri 21’inci yüzyılda uyguladı.

Bu vesileyle IŞİD zihniyetini sürdürmeye yönelik yürütülen politikaları, IŞİD’e verilen açık desteği, bugün aynı şekilde yürütülen düşmanlığı da unutmuş değiliz. IŞİD dün başaramadı, onun yarım bıraktığı işi tamamlamaya heves edenler de başaramayacak. IŞİD ile hayal ortaklığı kuranların, düşünce birliği sağlayanların, eylem ittifakında olanların akıbeti de IŞİD’in akıbetinden farklı olmayacak.

IŞİD ile sınır ticareti Kürtlere düşmanlık

Tam da böylesi bir dönemde geçmişten hiç ders almayan AKP-MHP iktidarı Kuzey Doğu Suriye halklarını yeniden hedef almaya, Kürtlere karşı düşmanlık politikalarını derinleştirmeye başladı. Gün geçtikçe güç kaybeden, toplumsal desteğini yitiren iktidar yeni savaş oyunlarıyla ömrünü uzatmaya çalışıyor. Yıllarca IŞİD ile sınır komşuluğu yapmaktan bir kez bile rahatsız olmayan, hatta IŞİD ile sınır ticareti yapan, kapıları açan, TIR’lar dolusu silah gönderen iktidar Kürtler söz konusu olunca her gün tehditlerde bulunuyor.

Bu tezkere iktidarın son tezkeresi olacak

26 Ekim’de Meclis Genel Kurulu’nda Suriye’de ve Irak’ta askeri operasyonların 2 yıl daha uzatılmasını öngören tezkere AKP-MHP çoğunluğunun oyları ve İYİ Parti’nin de desteğiyle ne yazık ki kabul edildi. Suriye-Irak Tezkeresi, AKP-MHP savaş koalisyonunun son tezkeresi olacak. Bu tezkereye evet oyu verenler kendilerini siyasi ve hukuki açıdan büyük bir sorumluluk altına sokarken, 83 milyonluk Türkiye’yi de daha büyük tehlikelerle ve travmalarla karşı karşıya bırakacak.

Geçen yıl kabul edilen tezkerenin hemen sonrasında İdlip’te tek bir hava bombardımanı sonucunda 34 askerin cenazesinin memleketlerine nasıl gönderildiği ve buna karşı AKP-MHP savaş blokunun İdlip’teki saldırı karşısında nasıl çaresiz kaldığını hepimiz hatırlıyoruz. Kürt köylerinin bombalanarak kadın, çocuk demeden sivillerin katledilmesini unutmadık. Demografyanın değiştirilmesinden, bölge halkının mülklerinin yağmalanmasına kadar sayısız savaş suçunun çetelerin desteğiyle sistematik biçimde yürütüldüğünü de unutmadık.

İdlip’ten, Serêkaniyê’ye kadar AKP-MHP Savaş Koalisyonunun köktenci çetelerle birlikte yürüttükleri işgal operasyonları, Suriye’deki siyasi çözüm arayışlarını baltalarken, bölgesel istikrarı tehlikeye atıyor, bölge halklarına kan, gözyaşı dayatıyor. Milyonlarca insanın yeniden mültecileştirilmesi ve bunun da kirli politikalara alet edilmesi tehlikesini doğuruyor. Bu savaş iklimi Türkiye’de de demokratik ilkeleri, normalleşme süreçlerini baltalıyor. Saray’ın baskıcı müdahaleleri altında ülkenin çoğulcu gerçekliğini erozyona uğratarak, halklar arası düşmanlığı körüklüyor.

“Savaş politikaları ülkeyi uçuruma sürükledi”

Bütün bu nedenlerle tarihsel sorumluluğumuz, çözüm ve barışa duyduğumuz inançtan dolayı bir kez daha savaş politikalarına hayır dedik. Biliyoruz ki bu savaş Türkiye halklarının savaşı değil, mesele Türkiye’nin güvenliği, istikrarı, geleceği, bekası değil. Eğer öyle olsaydı sadece son 5 yılda AKP’nin büyük acılara, derin yıkımlara neden olan savaş politikaları ve operasyonları ülkeye istikrar getirirdi. Ama bugün Türkiye 2015 öncesine göre daha büyük bir yıkım, derin bir yoksulluk, daha tehlikeli bir kamplaşma ile karşı karşıyadır.

İşte bu AKP’nin ülkeye dayattığı savaş politikalarının sonucudur. Bu nedenle başından beri dedik ki mesele AKP’nin savaşla, kaosla, düşmanlık ve kutuplaştırma politikalarıyla ömrünü uzatma oyunudur. Ülkeyi yoksulluğa, krizlere, çöküşe sürükleyen iktidarın, kaybettikçe bu halkın evlatlarının canı ve yaşamı üzerinden ömrünü uzatma çabasıdır. Meclis’e sunulan tezkerenin esası da, içeriği de budur. Bu nedenle hem Türkiye halklarını bu oyun karşısında uyardık hem de demokratik kesimlere ve muhalefete iktidarın bu kirli politikalarına alet olmamaları konusunda çağrıda bulunduk.

Kimi muhalif partilerin bütün bu tespitlerimizi paylaştıktan ve sergilenen oyuna dikkat çektikten sonra tezkereye evet oyu vermiş olmaları kendileri açısından hazin bir sonuç, bir ibret vesikasıdır. Ne tarih ne Türkiye halkları bu siyasi riyakârlığı asla unutmayacak.

Muhalefet savaşla kendisinin teslim alınmasına itiraz etti

Türkiye İşçi Partili ile Saadet Partili vekillerinin yanı sıra Cumhuriyet Halk Partisi grubunun kendi öncelikleri ve hassasiyetleri çerçevesinde bu tezkereye hayır oyu kullanmalarını önemli, Türkiye’nin demokratik geleceği açısından çok kıymetli buluyoruz. İtiraz edilen, karşı çıkılan sadece AKP’nin savaş politikaları değil, savaşla muhalefeti teslim alma anlayışıdır.

Aklı ve vicdanı olan hiç kimse, Türkiye’nin bugünkü koşulları açısından bu oyuna ortak olmaz, olamazdı. Kendisini bu oyunun bir parçası haline getirenler de iktidarla aynı akıbeti yaşamaktan kurtulamayacaktır. AKP-MHP koalisyonuna müdahil olan vekiller evet oyu verirken ülke çıkarları için değil, Saray’ın militarist ve şovenist çıkarlarına ortak olmak için evet dediler. Kendi ikballeri uğruna ülkenin ikbalini ve geleceğini hiçe saydılar. Halkımız bütün bu olup biteni görüyor. Bu dönemde alınan tüm taktiksel ve stratejik kararların toplum nezdindeki karşılığı sandığa da yansıyacak halkımız onlara gereken cevabı verecektir.

26 Ekim önemli bir dönüm noktasıdır. Türkiye’de geleceğini savaşta, ölümde, kan ve gözyaşında gören ile buna itiraz ederek, barış, birlikte yaşam anlayışını savunanlar arasında keskin bir mücadele yaşanıyor. Bizim yerimiz bellidir, biz dün de bugün de bundan sonra da barışı savunmaya devam edeceğiz. Savaşla sorunların çözülmediğini 40 yıllık deneyim hepimize gösterdi. Bunu görmek için derin siyasi birikime de gerek yok. Bugün yaşadıklarımız bile sonuç çıkarmak için kafidir. Saray rejiminin ve bu rejimle ikbal peşinde koşanların kişisel ihtirasları ve düşmanlıkları yüzünden Türkiye dış politikasının tepetaklak olduğu bir dönemde AKP-MHP savaş koalisyonu tezkere oylamasını geçirmiş olsa da, derin bir yara aldı.

İktidarın savaş politikalarına koşulsuz ve şartsız destek vermek, onu Türkiye halklarına karşı korkunç suçlar işlemesi konusunda cesaretlendiriyor. Bunu Haziran 2015 seçimlerinden sonra yaşanan sayısız katliamda gördük. O dönemden bu yana AKP-MHP savaş ekonomisi ve yarattıkları ucube Saray rejimi, ülkemizde muhalefet dahil her şeyin yeniden dizayn edilmesini hedeflemektedir.

TBMM’de muhalefetin tutumu, tüm farklılıklarıyla birlikte, sonuçtan bağımsız olarak AKP-MHP savaş koalisyonuna karşı önemli bir cevap olmuştur, topluma umut vermiştir. Önümüzdeki dönem ezber bozan, klasik reflekslerden kaçınan ve iktidarın tuzaklarına düşmeyen bir muhalefet bloğunun kurulması konusunda HDP olarak sorumluluk almaya hazırız. “Muhalefet bloğunu” derken tek çatı altında toplanan bir siyasi oluşumdan değil, farklı muhalif kesimlerin bu ucube rejime karşı asgari müştereklerde hareket etmesini kast ediyoruz. Bu aynı zamanda yüzüncü yılında Cumhuriyeti demokratikleştirme sorumluluğunu da hepimizin omuzlarına yüklemektedir.

AKP-MHP ittifakının Kürtlere düşmanca yaklaştığı artık bir sır değil. Binlerce Kürt siyasetçi tutuklu. Nedeni Kürt sorununun çözümünü istemeleridir. Nedeni anadilinde eğitim talep etmeleri; nedeni yerel demokrasinin güçlenmesini istemeleridir. İktidarın çarpıttığı, kimi şovenist çevrelerin iddia ettiği gibi Türkiye’de bölücülük yapmak için değil aksine yerel demokrasi içinde Türkiye’nin tam demokratikleşmesinin ve birliğinin pekişmesini istiyorlar.

“İktidarın ezberini bozduk”

HDP olarak yürüttüğümüz doğru siyaset, iktidarın ezberini bozuyor, kurdukları oyunları bertaraf ediyor. Öfke nöbetlerine kapılıyorlar. Bu yüzden sabah akşam partimize saldırıyorlar. Bunlar artık iyice şirazeden çıktılar. İktidarın küçük ortağı çıkmış tekrar sağa sola talimat yağdırıyor. Partimizin kapatılması için talimat üzerine talimat veriyor. Önce Saray bu talimata biat etti. Saray’da iddianame hazırlandı, yargı harekete geçti ve kapatma davası açıldı. Şimdi o davayı görecek Anayasa Mahkemesi’ni her gün hedef alıyorlar.

Küçük ortak bir kez daha “Anayasa Mahkemesi’nin kapısına kilit vurula” diye buyurdu! Anladık Anayasa’yı rafa kaldırdınız, katıksız bir faşizan zihniyete sahipsiniz, demokrasinin, hak ve hukukun kırıntısına bile tahammülünüz yok. Bütün kurumları iktidarınızın arpalığına dönüştürdünüz. SADAT’ı paralel orduya, TÜGVA’yı paralel devlete dönüştürdünüz. Zaten hükmü kalmamış AYM ve diğer kurumların da kapısına kilit vurmak istiyorsunuz. Biz bu yaptıklarınıza faşizm deyince de zorunuza gidiyor. Peki faşizm demeyelim de ne diyelim? Aslında bizim bir şey dememize gerek kalmadı, kurdukları rejimin katıksız bir faşizm olduğunu her sözlerinde itiraf ediyorlar.

Bu zihniyet önüne geleni, kendisi gibi düşünmeyeni, Saray’a biat etmeyeni, ülkenin yangın yerine sürüklenmesine gönlü razı olmayanları, çürümeye karşı çıkanları, açız diye isyan edenleri ihanetle, teröristlikle suçluyor. Kavala’ya “Sorosçu”, Demirtaş’a, partimize, milyonlarca insana “terörist” diyecek kadar hadsizleştiler. Öğrencisi, çiftçisi, emekçisi, esnafı, kadını, genci, yazarı, gazetecisi, bunların gözünde terörist! Üstelik bütün dünya bunların IŞİD’e verdiği desteği konuşuyorken, bu destek yüzünden gri listeye alınmışlarken.

Saray’ın kadısı mı oldunuz ne hadle yargıya talimat veriyorsunuz?

Ey hak hukuk bilmez, ülkeyi orman kanunlarıyla yönetmek isteyen hukuk düşmanları siz kim oluyorsunuz da insanları terörist olmakla suçluyorsunuz? Bütün ülkeyi teröristlikle suçlarken haddinizi bileceksiniz. Saray’ın kadısı mı oldunuz, şeyhülislamlığa mı soyundunuz?

Siz ne hakla ve hadle yargıya talimat veriyorsunuz? Sonra da hukuk hatırlatanlarla da gerginlik yaratıp bundan nemalanmaya çalışıyorsunuz. Geçti o dönemler. Hukuk cambazlığınız da, hukuk cellatlığınız da sizi kurtarmaya yetmeyecek. Savaş tamtamlarınız da sizi kurtaramayacak. Gidicisiniz ve gidici olduğunuzu bildiğiniz için de her gün daha fazla şirazeden çıkıyorsunuz, her gün daha büyük bir öfke nöbetine kapılıyorsunuz.

Küçük ortaktan talimat alan Erdoğan, kendi savaş oyunlarına destek vermeyenleri de bizim üzerimizden hedef alıyor. Sayın Erdoğan bizim siyasi anlayışımızda tehdit, şantaj, savaşla ve açlıkla halkı terbiye etme yok. O sizin siyasi anlayışınız. Bizi kendinizle asla karıştırmayın. Bu yüzden bütün imkanlarınıza rağmen siyaseten bizimle baş edemiyorsunuz. Talimatla siyasi ilişki arıyorsanız, kendi ortaklarınızla aranızdaki ilişkiye bakacaksınız.

Bizim kendi ittifaklarımız dışında kimse ile bir ortaklığımız da yok aramızda sizinki gibi düzeysiz bir ilişki de yok. Bakın biz söylemiyoruz; bu ülkede 0.1 oranında oy alan gizli ortaklarınız çıkıp “Erdoğan bizim çizgimize geldi, Türkiye’yi biz yönetiyoruz” diyor. Bahçeli’nin bir dediğini iki etmeyen sensin. Onların gönlünü hoş etmek için dün ak dediğine bugün kara diyorsun. Neredeyse kendini inkar edeceksin. Bütün Türkiye’ye vesayet dayatırken, koltuğunu korumak için Perinçek’in, Bahçeli’nin vesayetine girdin. Ne diyelim Allah hepinizi ıslah etsin.

Bütçe görüşmeleri Plan Bütçe Komisyonu’nda başladı. Saray’ın yandaşa ve savaşa kaynak aktaran bütçesine karşı hazırladığımız halkın bütçesini detaylarıyla paylaştık. Bütçenin, halkın bütçesi, kadınların, gençlerin bütçesi olması için çaba gösteriyoruz. Halkın, gençlerin, emekçilerin bütçesini savunmaya devam edeceğiz. Bu süreci sizinle paylaşmaya devam edeceğiz.

Paylaşın