Jane Austen’in Yazı Stilini Keşfetmek

1775 yılında Steventon, Hampshire’da dünyaya gelen Jane Austen, edebiyat dünyasında sevilen bir figür olmaya devam ediyor… Klasik edebiyatı düşündüğümüzde aklımıza gelen ilk isimlerden biri Jane Austen’dir.

Haber Merkezi / Jane Austen, topluma dair anlayışlı tasvirleri, akılda kalan karakterleri ve uzun yıllardır dünya genelinde okuyucularda yankı bulmaya devam eden yazı stiliyle büyülüyor.

Bu makalede, Jane Austen’in pek çok okuyucunun kalbine dokunan zamansız yazı stilini keşfedeceğiz…

Sosyal yorumun inceliği: Jane Austen’in yazı stilinin ayırt edici özelliklerinden biri onun ince ama keskin sosyal yorumlarıdır. ‘Gurur ve Önyargı’ ve ‘ Emma ‘ gibi romanları, sınıf ve evliliğin önemli olduğu, yaşadığı toplumun bir yansımasıdır. Austen’in bu temalar hakkındaki yorumları, anlatılarına kusursuz bir şekilde işlenmiştir.

‘Gurur ve Önyargı’da Austen bizi Elizabeth Bennet ve Bay Darcy ile tanıştırıyor; iki karakterin birbirleriyle ilgili ilk yargıları, olay örgüsünün can alıcı noktasını oluşturuyor. Austen, iki karakter arasındaki esprili diyaloglar ve onları çevreleyen toplum aracılığıyla, sınıf, evlilik ve kişisel önyargıların karmaşıklığını inceliyor. Yazı stili okuyucuların altta yatan eleştirileri açıkça belirtmeden algılamalarına olanak tanıyor.

Austen’in karakterlerinin derinliği ve gelişimi, onların düşüncelerini ve duygularını derinlemesine araştırmamıza olanak tanıyor. Örneğin, Dashwood kardeşler Elinor ve Marianne’in zıt kişiliklerini araştırdığı ‘Sense and Sensibility’yi ele alalım. Austen, Elinor ve Marianne hayat vererek okuyucuların onların sevinçleri ve üzüntüleriyle empati kurmasını sağlıyor.

‘Emma’da, adını taşıyan kadın kahraman önemli bir kişisel gelişim sürecinden geçiyor. Austen’in yazma stili, Emma’nın iyi niyetli ama yanlış yönlendirilmiş bir çöpçatandan, daha bilinçli ve empatik bir bireye dönüşümüne tanık olmamızı sağlıyor.

Romanda, anlatıcının sesinin karakterin düşünceleriyle harmanlandığı bir teknik olan serbest dolaylı söylemin kullanılması, Emma’nın iç dünyasını yakından anlamamıza yardımcı oluyor.

Anlatı zekası ve ironi: Austen’in yazıları, eserlerine derinlik ve mizah katan espri ve ironi ile aşılanmıştır. ‘Northanger Abbey’de, kahramanı Catherine Morland hayal gücünün çılgına dönmesine izin verirken, Gotik roman türünü şakacı bir şekilde hicvediyor.

Austen’in bu romanların sansasyonelliğiyle nazikçe dalga geçmesi ve bunları aşırı romantizmin tehlikeleri hakkında yorum yapmak için bir arka plan olarak kullanması, ironiyi nasıl kullandığını açıkça ortaya koyuyor. Dahası, ‘İkna’da Austen aşkta ikinci şanslar temasını vurgulamak için ironiyi kullanıyor.

Toplumsal beklentilere ve yanlış anlamalara rağmen Anne Elliot’ın Kaptan Wentworth’a olan bitmeyen sevgisi, Austen’in ince duygusal yankılarla dolu bir hikaye yaratma yeteneğinin bir kanıtıdır.

Bir anlatı aracı olarak diyalog: Jane Austen’in diyalogları ustaca hazırlanmış ve çok önemli bir anlatım aracı olarak hizmet ediyor. Karakterleri, kişiliklerini ve motivasyonlarını ortaya çıkaran akıllıca diyaloglarda bulunuyor. ‘Mansfield Park’ta Fanny Price ile Henry Crawford arasındaki diyalog, erdem ile ahlaki uzlaşma arasındaki gerilimi vurguluyor.

Austen, karakterlerin çatışan değerlerinin altını çizmek için diyaloğu kullanıyor ve okuyucunun karakterlerin iç çatışmalarına ilişkin anlayışını zenginleştiriyor.

‘İkna’da Kaptan Wentworth’un Anne Elliot’a yazdığı mektup, Austen’in romanlarındaki en dokunaklı anlardan biri olarak duruyor. Bu mektup, Austen’in derin duyguları yazılı kelimelerle aktarma yeteneğinin bir kanıtıdır. Wentworth’un sözlerindeki ölçülü tutkunun okuyucularda yankı bulduğu dokunaklı bir aşk ilanıdır.

Paylaşın

Otomatik Portakal: Özgür İrade Ve Distopyanın Keşfi

“Otomatik Portakal” dilsel yaratıcılığı, özgür iradenin keşfi, karmaşık kahramanı, distopik vizyonu ve kışkırtıcı temaları nedeniyle mutlaka okunması gereken bir eser. Kitabın başlığı her ne kadar saçma olsa da yazarın dilsel yenilikçiliğini yansıtıyor ve kontrol ile insan eylemi arasındaki gerilimi simgeliyor.

Haber Merkezi / Romanın son satırları romanın benzersiz anlatım tarzını sergiliyor ve kahramanın kişisel gelişimini yansıtıyor. Nadsat argosunun kullanılması hikayenin distopik hissini artırıyor.

“Ve küçük kankanızdan elveda. Ve bu hikayedeki diğer herkese derin dudak müziği sesleri brrrrr. Ve onlar benim şerilerimi öpebilirler. Ama siz, ey kardeşlerim, bazen küçük Alex’inizi hatırlayın. Amin…”

Romanın kapanış satırları, yazarın yarattığı kurgusal bir gençlik argosu olan “Nadsat”ın bir karışımıyla karakterize ve romanın benzersiz anlatım tarzını örneklendiriyor. Yazar, bu argo hikayeye farklı ve distopik bir his vererek okuyucuları genç suçlu Alex’in dünyasına sürüklüyor.

Alex’in “Ve böylece elveda” ifadesini kullanması bir ayrılış ve sonuç duygusunu akla getiriyor. Hikayenin sona yaklaştığını ve Alex’in okuyucuya veda ettiğini ima ediyor. Bu Alex’in roman boyunca kişisel gelişimini ve dönüşümünü yansıtıyor.

“Dudak müziği” ve “gürleme” terimleri Nadsat argosunun örnekleridir ve satırları biraz şifreli hale getirir. “Dudak müziği” muhtemelen kelimelere ve iletişime atıfta bulunurken, “gürleme” bir ifade veya ses biçimini belirtebilir. Bu terimler romanın dilsel karmaşıklığını artırıyor ve okuyucuları anlamlarını yorumlamaya zorluyor.

“Ve benim şerilerimi öpebilirler” ifadesi Alex’in meydan okuyan ve asi doğasını yansıtıyor. Şiddet eğilimlerini frenleyen bir tür rehabilitasyondan geçmesine rağmen eylemlerinden dolayı pişmanlık duymuyor. Bu meydan okuma onun karakterinin merkezi bir yönüdür.

“Otomatik Portakal” başlığının roman bağlamında doğrudan gerçek bir anlamı yoktur. Bu, kasıtlı olarak saçma görünen bir ifadedir; çünkü “saat mekanizması” mekanik, kesin ve öngörülebilir bir mekanizmayı ifade ederken, “portakal” ise canlı, organik ve görünüşte kaotik bir meyvedir. Öğelerin bu şekilde yan yana gelmesi, hikayenin temalarının paradoksal doğasına işaret ediyor.

“Otomatik Portakal” ifadesi, Anthony Burgess’in tanındığı dilsel yenilik ve kelime oyununun bir örneğidir. Burgess bir dilbilimciydi ve roman için İngilizce ve Rusça kelimeleri harmanlayan kurgusal dil Nadsat’ı yarattı. Başlık, onun dille oynama ve yeni ve ilgi çekici ifadeler yaratma konusundaki tutkusunu yansıtıyor.

Başlık, romanın temaları bağlamında ele alındığında sembolik bir anlam kazanır. “Saat mekanizması” mekanik veya robotik hassasiyeti ifade ederken, “portakal” insanlığın organik ve doğal yönlerini simgeleyebilir. Yan yana gelme, kitabın ana teması olan mekanik kontrol ile insan eylemi arasındaki gerilimi ima ediyor.

“Otomatik Portakal” romanın mutlaka okunması gereken yapan şeyler:

Dilsel yenilik: Roman dilsel yaratıcılığıyla ünlüdür. Anthony Burgess, okuyucuları hikayenin benzersiz dünyasına kaptırmak için İngilizce ve Rusça kelimelerin bir karışımı olan kurgusal dil Nadsat’ı geliştirir. Bu dilbilimsel yenilik, romanı büyüleyici ve zorlu bir okuma haline getirerek okuyucuları dille yeni ve düşündürücü yollarla etkileşime geçmeye teşvik ediyor.

Özgür iradenin keşfi: Roman, özünde özgür irade kavramının felsefi bir incelemesidir. Seçimin doğası, ahlaki faillik ve insan davranışını kontrol etme veya manipüle etme girişiminin sonuçları hakkında derin soruları gündeme getiriyor. Bu temalar her kesimden okuyucu için güncel ve düşündürücü olmaya devam ediyor.

Karmaşık ve sıradışı kahraman: Romanın kahramanı Alex, karmaşık ve ahlaki açıdan belirsiz bir karakterdir. Kendisi hem kurban hem de fail; okuyucuları empati, ceza ve kefaret gibi sorularla boğuşmaya zorluyor. Alex’in anlatım tarzı benzersiz ve bazen rahatsız edici bir bakış açısı sunuyor.

Distopik vizyon: “Otomatik Portakal” şiddet, otoriterlik ve toplumsal çürümenin damgasını vurduğu geleceğin toplumunun distopik bir vizyonunu sunuyor. Bu vizyon, uyarıcı bir hikaye görevi görüyor ve okuyucuları, sosyal kontrole yönelik insanlık dışı ve mekanik yaklaşımların potansiyel sonuçları üzerinde düşünmeye teşvik ediyor.

Kışkırtıcı temalar: “Otomatik Portakal” şiddet, gençlik kültürü ve sanatın toplumdaki rolü gibi kışkırtıcı ve zorlayıcı temaları ele alıyor. Bu temalar okuyucuları insan doğasının karmaşıklıkları ve toplumun sorumlulukları hakkında tartışmalara davet ediyor.

Paylaşın

Mezarlık Kitabı: Ürkütücü Ve Büyüleyici Olanı Keşfetmek

Neil Gaiman’ın “Mezarlık Kitabı” adlı romanı, benzersiz dayanağı, ilgi çekici hikaye anlatımı ve zengin karakterleri ile her yaştan okuyucu için mutlaka okunması gereken bir kitap haline getiriyor.

Haber Merkezi / Romanın açılış cümlesi, karanlıkta bıçak tutan bir elin yer aldığı merak uyandırıcı ve önsezili bir ton oluşturuyor. Başlık, genç bir çocuğun bir mezarlıkta büyüyüp oradaki ruhlardan ve doğaüstü varlıklardan öğrenmesini konu alan hikayenin sıradan ve olağanüstü olanın bir karışımını içereceğini öne sürüyor.

“Karanlığın içinde bir el vardı ve elinde bıçak tutuyordu.” Neil Gaiman’ın “Mezarlık Kitabı” adlı romanının açılış cümlesi. Romanının açılış cümlesi hem çağrıştırıcı hem de gizemlidir ve hikayenin tonunu belirler.

“Karanlığın içinde bir el vardı”: Cümlenin bu kısmı okuyucunun hemen dikkatini çekiyor. Bir gerilim ve önsezi duygusu yaratır. Karanlık genellikle bir hikayenin bilinmeyen veya gizli yönlerini simgelediğinden, “karanlık” kelimesinin kullanımı, uğursuz veya gizemli bir şeyin gerçekleştiğini ima eder.

“Ve bir bıçak tuttu”: Bıçağın elle tutulması, tehlike ve tehdit duygusunu yoğunlaştırır. Açılış satırındaki bıçak görseli hikayede şiddet ya da çatışma olabileceğini düşündürüyor. Bu aynı zamanda bıçağı kimin ve neden kullandığına dair soruları da gündeme getiriyor.

Romanın başlığı, hikayenin bir mezarlık olan ortamını hemen oluşturuyor. Mezarlıklar genellikle ölüm, gizem ve doğaüstü olaylarla ilişkilendirilir. Bunlar ölenlerin defnedildiği yerlerdir ve bu ortam anlatı için benzersiz ve atmosferik bir zemin oluşturur.

Sıradan ve olağanüstü: “Mezarlık” ve “kitap” kelimelerinin yan yana gelmesi ilgi çekicidir. Mezarlık sonların yeridir; kitap ise bilgiyi, hikaye anlatıcılığını ve yeni başlangıçları simgeler. Bu karşıtlık, hikayenin sıradan ve olağanüstü olanın bir karışımını, aynı zamanda bir tür dönüşümü veya yeniden doğuşu içereceğini gösteriyor.

Başlık, romanın ana temalarından birine işaret ediyor; bu, başkarakterin, Bod adında genç bir çocuğun, bir mezarlıkta büyüyüp reşit olma fikridir. Mezarlık, Bod için benzersiz ve besleyici bir ortam haline gelir ve orada yaşayan ruhlardan ve doğaüstü varlıklardan önemli hayat dersleri alır.

“Mezarlık Kitabı”, kitabın kendisinin mezarlıktaki sırları, hikayeleri veya olayların kaydını tutabileceğini ima eder. Başlık, okuyucuların mezarlığın sınırları içinde yatan gizli tarihi, gizemleri ve maceraları açığa çıkaracak bir keşif yolculuğuna çıkarılacağını öne sürüyor.

“Mezarlık Kitabı” adlı romanı mutlaka okunması gereken bir eser yapan şeyler:

Eşsiz ve yaratıcı önerme: Mezarlıkta büyüyen veya hayaletler tarafından büyütülen çocuk kavramı son derece orijinal ve yaratıcıdır. Gaiman’ın bu alışılmadık önermeyi alıp büyüleyici bir hikayeye dönüştürme yeteneği kitabın öne çıkan özelliklerinden biri.

İlgi çekici hikaye anlatımı: Neil Gaiman olağanüstü hikaye anlatma becerileriyle tanınıyor. Her yaştan okuyucuya hitap eden, hem sürükleyici hem de yürek ısıtan bir anlatım yaratıyor. Kitabın bölümsel yapısı, her bölümün Bod’un hayatında yeni bir macera veya ders sunması okuyucuyu meşgul ediyor.

Zengin karakterler: Gaiman, mezarlıkta ve Bod’un dünyasında yaşayan hem canlı hem de doğaüstü karakterlerden oluşan unutulmaz bir kadro yaratır. Her karakter, kendi tuhaflıkları ve arka hikayeleri ile iyi geliştirilmiş olup, hikayeye derinlik ve karmaşıklık katmaktadır.

Paylaşın

Kolera Günlerinde Aşk: Aşkın Ve Kaderin Başyapıtı

Ustaca hikaye anlatımı, karmaşık karakterler, tarihi ve kültürel bağlamın tasviri nedeniyle övgüyle karşılanan Gabriel Garcia Marquez’in “Kolera Günlerinde Aşk” adlı romanının açılış cümlesi, acı badem ile karşılıksız aşk arasında kaçınılmaz bir bağlantı olduğunu öne sürüyor.

Haber Merkezi / Romanının açılış cümlesi ayrıca, koku gibi duyusal detayların kullanımı güçlü duyguları ve anıları canlandırır. Kitabın başlığı, hikayenin belirli bir tarihsel dönemde geçtiğini ve aşk temalarını ve kolera salgınının yarattığı zorlukları irdelediğini gösteriyor.

“Kaçınılmazdı: Acı badem kokusu ona her zaman karşılıksız aşkın kaderini hatırlatırdı.” Kolera Günlerinde Aşk romanının açılış cümlesi.

Kaçınılmazlık: “Kaçınılmaz” kelimesi, bundan sonra olanın kaçınılması veya kaçılması mümkün olmayan bir şey olduğunu öne sürüyor. Hikayenin, kaderleri iç içe geçmiş karakterlerle ilgili olabileceğini ve eylemlerinin, kontrolleri dışındaki güçler tarafından yönlendirildiğinin habercisi olan bir kader veya önceden belirlenmişlik duygusunu ima eder.

Acı badem kokusu: Bu duyusal detay cümleye canlılık katar. Acı bademlerin kendine özgü ve keskin bir kokusu vardır ve bu duyusal görüntü, karşılıksız aşkın acı verici ve kalıcı doğası için bir metafor görevi görür. Duyguları ve anıları canlandırmak için kokunun kullanılması güçlü bir edebi tekniktir.

Ona hatırlatırdı: “O” zamirinin kullanılması, dizenin belirli bir karakterin bakış açısına ve duygularına odaklandığını ima eder. Bu karakter kokudan derinden etkileniyor, bu da onun için kişisel bir önem taşıdığını gösteriyor.

Karşılıksız aşkın kaderi: Bu cümle doğrudan romanın ana temalarından birini ifade ediyor. “Karşılıksız aşk”, sevgi nesnesi tarafından karşılık verilmeyen veya karşılık verilmeyen sevgiyi ifade eder. Karakterin deneyimlerinin ve duygularının bu temaya bağlı olduğunu ve anlatının, gerçekleşmemiş aşkla ilişkili sonuçları ve duyguları irdeleyeceğini öne sürüyor.

Kitabın başlığının zamanı: Başlığın bu kısmı hikayenin belirli bir tarihsel bağlam veya dönem içerisinde geçtiğini belirtir. Romandaki olay ve karakterlerin yaşadıkları dönemin koşullarından etkilendiğini ve şekillendiğini ileri sürmektedir. Bu durumda hikaye, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Kolombiya’da yaşanan kolera salgınının arka planında geçiyor.

Kolera: Kolera, hızla yayılan ve paniğe ve acıya neden olabilen ölümcül bulaşıcı bir hastalıktır. Romanda kolera hem gerçek hem de mecazi bir arka plan görevi görüyor. Kelimenin tam anlamıyla, karakterlerin ve toplumun bir bütün olarak bunun getirdiği korku, ölüm ve kaosla mücadele ettiği gerçek bir halk sağlığı krizini temsil ediyor.

Mecazi olarak kolera, toplumsal normların ve beklentilerin kısıtlamaları da dahil olmak üzere karakterlerin yaşamlarını ve ilişkilerini etkileyen çeşitli zorlukları, engelleri ve dış güçleri sembolize edebilir.

Sembolizm: Başlıkta “Aşk” ve “Kolera” kelimelerinin yan yana gelmesi güçlü bir karşıtlık yaratıyor. Aşk, tutku, sıcaklık ve insanlar arasındaki duygusal bağla ilişkilidir; kolera ise soğukluğu, korkuyu ve hayatın sert gerçeklerini temsil eder. Başlık, gerçek aşkın kalıcı doğasını vurgulayarak, aşkın en zorlu ve olumsuz koşullarda bile gelişebileceğini öne sürüyor.

“Kolera Günlerinde Aşk” romanını mutlaka okunması gereken yapan şeyler:

Ustaca hikaye anlatımı: García Márquez olağanüstü hikaye anlatma yetenekleriyle ünlüdür. Bu romanda okuyucuları daha ilk andan itibaren büyüleyen zengin ve sürükleyici bir anlatım örüyor. Onun lirik düzyazısı ve büyülü gerçekçilik tarzı benzersiz ve büyüleyici bir okuma deneyimi yaratıyor.

Karmaşık karakterler: Romandaki karakterler çok boyutlu ve son derece bağdaştırılabilir niteliktedir. Arzuları, güvensizlikleri ve toplumsal beklentileriyle boğuşarak onları özgün ve ilgi çekici hale getiriyorlar. Karakter gelişimi ve psikolojik içgörüler hikayeye derinlik katıyor.

Tarihsel ve kültürel bağlamı: 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Kolombiya’nın arka planında geçen roman, dönemin sosyal ve kültürel dinamiklerinin canlı bir tasvirini sunuyor. Kolera salgını hem tarihsel bir referans hem de metaforik bir unsur olarak hizmet ederek anlatıya anlam katmanları katıyor.

Paylaşın

Fahrenheit 451: Sansürün Baştan Çıkarıcı Doğası

Ray Bradbury’nin “Fahrenheit 451” adlı romanının açılış cümlesi olan “Yakmak bir zevkti”, kitap boyunca önemli bir anlam taşır. Cümle tam anlamıyla, distopik bir toplumda itfaiyeci olarak kitap yakmaktan zevk alan baş kahraman Guy Montag’a gönderme yapar. Daha derin bir düzeyde sansürün baştan çıkarıcı doğasını temsil eder.

Haber Merkezi / “Yakmak bir zevkti”, fantezi, bilim kurgu, korku, gizem ve gerçekçi kurgu dahil olmak üzere bir çok türde eser veren ABD’li yazar Ray Bradbury’nin distopik romanı Fahrenheit 451’in açılış cümlesidir. Cümle, kitap boyunca yankılanan önemli bir anlam ve sembol taşır.

“Yakmak bir zevkti” cümlesi gerçek düzeyde, bu cümle, itfaiyecilerin muhalefeti bastırmak için (yangını söndürmek yerine) kitapları yaktığı geleceğin toplumunda bir itfaiyeci olan baş kahraman Guy Montag’a gönderme yapar.

Bu, Montag’ın, toplumunun baskıcı rejiminin merkezi bir yönü olan kitap yakma işinden zevk aldığını gösterir. Daha derin, mecazi bir düzeyde, sansürün baştan çıkarıcı ve yıkıcı doğasına işaret eder: Kitap yakma eyleminin sarhoş edici bir uğraş haline geldiği yer.

Romanın başlığı “Fahrenheit 451”, kağıdın tutuşup yandığı sıcaklığa bir göndermedir. Bu sıcaklık önemlidir, çünkü kitap yakma ve sansür ana temasının altını çizmekte. “Yakmak bir zevkti” şeklindeki açılış cümlesi, kitapların yakıldığı dünyayla okuyucuyu tanıştırması açısından doğrudan başlıkla bağlantı kurar, aynı zamanda bu yıkıcı eylemden keyif alındığını da öne sürer.

Açılış cümlesi, başlangıçta kitap yakmanın ahlakını sorgulamadan itfaiyeci rolünü benimseyen Guy Montag karakterini tanıtır. Montag’ın kitapları yakmaktan duyduğu zevk, toplumunu karakterize eden beyin yıkama ve uymayı yansıtır.

Ancak hikaye ilerledikçe Montag bir dönüşüme uğrar, toplumunun değerlerini sorgular ve onları yok etmek yerine bilgi ve özgürlüğü korumaya çalışır. Hikayenin ilerleyen kısımlarında Montag, kendi dünya görüşüne meydan okuyan genç bir kadın olan Clarisse McClellan ile tanışır.

Montag’ı eleştirel düşünmeye ve edebiyatın ve entelektüel keşfin güzelliğini takdir etmeye teşvik eden karakteri, yakma zevkine bir engel teşkil eder.

Açılış cümlesi aynı zamanda romanda tasvir edilen toplumun baskıcı ve konformist doğasının tonunu da belirler. Sansürden ve kitap yakmaktan alınan zevkin, cehalete ve uyumluluğa entelektüel özgürlük ve bireysellikten daha fazla değer veren bir kültürün belirtisi olduğunu gösterir.

“Yakmak bir zevkti”, “Fahrenheit 451″in distopik dünyasına güçlü bir giriş niteliğindedir. Sansürün cazibesini ve tehlikesini yakalar; bilgi, düşünce özgürlüğü ve edebiyatı ve muhalifleri bastıran bir toplumun sonuçlarıyla ilgili temaların araştırılmasına zemin hazırlar.

Hikaye ilerledikçe, karakterler ve anlatı, aydınlanma ve kişisel gelişim arayışıyla yanmanın zevkine meydan okudukça, bu satır ek anlam katmanları kazanır.

Paylaşın

Bülbülü Öldürmek: Açılış Cümlesinin Edebi Eleştirisi

Harper Lee’nin “Bülbülü Öldürmek” kitabının ilk satırı, “Yaklaşık on üç yaşındayken kardeşim Jem’in kolu dirseğinden kötü bir şekilde kırıldı”, okuyucuya anlatıyı tanıtan ve birkaç anahtar nokta oluşturan basit ama dokunaklı bir cümledir.

Haber Merkezi / Romanın açılış cümlesi anlatıcı Scout Finch ve kardeşi Jem’i tanıtıyor. Aynı zamanda hikayenin yetişkin Scout’un bakış açısıyla anlatıldığı ve onun çocukluk deneyimlerinin yansıtıldığı gerçeğine de değiniyor.

Bu, ana karakterleri ve hikayenin geçtiği kasaba olan Maycomb, Alabama’daki ortamı belirleyerek okuyucuya zemin hazırlamaya yardımcı oluyor.

Romanın hemen başında Jem’in kırık kolundan bahsedilmesi bir nevi hikayenin nasıl gelişeceğini önceden haber verme işlevi görüyor. Hikayenin Finch ailesinin karşılaştığı fiziksel ve duygusal zorlukların yanı sıra romanın araştırdığı daha geniş ahlak ve adalet konularını da içereceği fikrine işaret ediyor.

Kitabın başlığı olan “Bülbülü Öldürmek” ilk satırda doğrudan belirtilmemiş, ancak masumiyet ve zarar kavramı örtülü olarak tanıtılıyor. Jem’in yaralanması, masumiyetin kaybı ve romanın ana teması olan dünyanın sert gerçeklerine dair erken bir ders olarak verilebilir.

Başlığın “Bülbüle” atıf yapması, masum olan ve zarar verilmemesi gerekenleri simgelemektedir.

İlk satır büyüme ve reşit olma temasına işaret ediyor. Jem’in yaşı ve yaralanmasının niteliği, çocukluktan ergenliğe geçişi gösteriyor. Roman boyunca Scout ve Jem, yetişkin dünyasının karmaşıklıkları ve karşılaştıkları ahlaki zorluklarla boğuşuyorlar; bu da onların ergenlik yolculuğunun önemli bir yönü.

İlk satır, Scout’un çocukluğuna dönüp bakmasıyla anlatı perspektifini geriye dönük olarak kurgular. Bu anlatı seçimi, hikayede ortaya çıkan olayların derinlemesine ve olgun bir şekilde anlaşılmasına olanak tanır.

“Bülbülü Öldürmek” kitabının ilk satırı romana etkili bir giriş görevi görüyor ve karakterler, ortam ve temalar hakkında önemli bilgiler sağlıyor. Aynı zamanda anlatıyı tanımlayacak olan masumiyetin, ahlakın ve büyümenin araştırılmasına da zemin hazırlıyor.

Dizenin Jem’in kırık kolundan bahsetmesi, karakterlerin karşılaşacağı zorlukların ve ahlaki ikilemlerin habercisidir ve bu temaları keşfetmesiyle bilinen bir roman için uygun bir başlangıçtır.

Paylaşın

George Orwell’in ‘1984’ Romanının İlk Satırının Anlamı

Herhangi bir kitabın açılış cümlesi, o kitabın konusunun oluşturulmasında çok önemli bir rol oynar. “Nisan ayında parlak soğuk bir gündü ve saatler on üçü vuruyordu.”, George Orwell’ın 1984 romanının ilk cümlesi.

Haber Merkezi / Romanın ilk cümlesi konunun geçtiği distopik dünyanın tonunu hemen belirliyor.

“Nisan ayında parlak soğuk bir gün”: Bu ifade, rahatsızlık ve huzursuzluk hissi yaratmak için “parlak” ve “soğuk” gibi çelişkili unsurları yan yana getirir. Her ne kadar gün yüzeyde hoş görünse de, bu dünyada altta yatan bir sertlik ve sıcaklık eksikliğinin olduğunu öne sürüyor.

“Saatler on üçü vuruyordu”: Cümlenin belki de en dikkat çekici kısmı burasıdır. Normal bir toplumda saatler, 12 saatlik bir zaman diliminde birden on ikiye kadar sayılır. Ancak ‘1984’ dünyasında saatlerin on üçü vurması, bir şeylerin ciddi şekilde ters gittiğinin sinyalini verir. Bu, bildiğimiz tanıdık gerçeklik olmadığının ince ama güçlü bir göstergesi.

Genel olarak bu cümle, ‘1984’teki distopik toplumun baskıcı ve kafa karıştırıcı doğasına bir giriş niteliğindedir. Günlük yaşamın en temel yönlerinin bile totaliter bir rejim tarafından kontrol edildiği ve çarpıtıldığı, gerçekliğin manipüle edildiği, sıradan olanın tuhaf ve rahatsız edici hale getirildiği bir dünyaya işaret ediyor. Okuyucunun romanın merkezinde yer alan gözetim, manipülasyon ve gerçeğin çarpıtılması temalarını keşfetmesine zemin hazırlıyor.

Kitabın başlığı ‘1984’ incelendiğinde: George Orwell’in romanının başlığı ‘1984’ anlamlıdır ve öykü ve temaları bağlamında birçok amaca hizmet eder. Başlığı analiz ederken göz önünde bulundurmanız gereken bazı önemli noktalar şunlardır:

Zamansal Ortam: ‘1984’ kasvetli ve baskıcı bir gelecek tasavvur eden distopik bir romandır. Hikayeyi 1984 yılında kurgulayan Orwell, bir aciliyet duygusu yaratıyor ve anlattığı olayların uzak bir ihtimal olmadığını, yakın gelecekte meydana gelme potansiyeli olduğunu öne sürüyor. Başlık, totalitarizmin tehlikeleri ve bireysel özgürlüklerin erozyonu konusunda bir uyarı niteliğindedir.

Sembolizm: Başlıktaki rakamlar, özellikle ‘1984’ semboliktir. Zamanın belirli bir noktasını ve daha geniş anlamda, romanda parti tarafından empoze edilen sabit, değiştirilemez bir gerçeklik fikrini temsil ederler. 1984 yılı, rejimin tarih üzerindeki kontrolünün ve gerçeğin manipülasyonunun sembolü haline gelir.

İroni: Kitabın 1949’da yayınlandığı 1984 yılının hala uzak bir gelecek olması anlamında başlık ironiktir. Orwell bu ironiyi siyasi baskının potansiyel sonuçlarını ve kontrolsüz hükümet gücünün tehlikelerini vurgulamak için kullanıyor. Toplum totalitarizme karşı önlem almazsa geleceğin parti kontrolünün kabus gibi bir yansıması olabileceğini öne sürüyor.

Totalitarizm ve Gözetim: Başlık, romandaki yaygın gözetim ve kontrol mekanizmalarına işaret ediyor. 1984’ün distopik dünyasında, Büyük Birader’in liderliğindeki hükümet, mahremiyetin ve kişisel özgürlüğün kaybına vurgu yaparak vatandaşların hayatlarının her yönünü izliyor.

Distopik Temalar: ‘1984’ sansür, düşünce kontrolü, propaganda ve gerçeğin manipülasyonu gibi temaları araştırıyor. Başlık, hikayeyi totaliter bir geleceğin kabus gibi vizyonuyla eşanlamlı hale gelen bir yılda kurgulayarak bu temaları özetliyor.

Zamansızlık: Romanın başlığı belirli bir yıla atıfta bulunsa da, araştırdığı temalar zamansızdır ve hükümet gözetimi, propaganda ve sivil özgürlüklerin erozyonu ile ilgili tartışmalarda güncel olmaya devam etmektedir. Başlığın kalıcı geçerliliği, romanın uyarılarının kalıcı doğasını vurguluyor.

Özetle ‘1984’ başlığı sadece bir tarih değil, romanın sembolik ve uyarıcı bir unsurudur. Hikayenin distopik temalarını özetliyor, totalitarizmin tehlikeleri hakkında bir uyarı görevi görüyor ve baskıcı rejimler karşısında bireysel özgürlükleri ve gerçeği korumanın önemini hatırlatarak okuyucularda yankı bulmaya devam ediyor.

Kitabın tamamının özetlenmesi: ‘1984’, Büyük Birader olarak bilinen esrarengiz figürün liderliğindeki parti tarafından yönetilen totaliter bir toplumda geçen distopik bir romandır. Hikaye, baskıcı rejimi ve onun insanların hayatlarının her alanı üzerindeki kontrolünü sorgulamaya başlayan orta yaşlı parti üyesi Winston Smith’i konu alıyor.

Temel Unsurlar

Totalitarizm: Parti, gücünü sürdürmek için propaganda, gözetleme ve düşünce kontrolünü kullanarak Okyanusya vatandaşları üzerinde tam kontrol uygular. İfadeyi sınırlandırarak isyankar düşünceleri ortadan kaldırmak için tasarlanmış bir dil olan “Yenisöylem” kavramı tanıtıldı.

Gözetim Durumu: Hükümet vatandaşlarını tele ekranlar, gizli mikrofonlar ve Düşünce Polisi aracılığıyla izliyor. Mahremiyet yoktur ve kişisel düşünce ve duygular bile suç sayılmaktadır.

Winston Smith: Kahraman Winston, Hakikat Bakanlığı’nda çalışıyor ve tarihi kayıtları partinin propagandasına uyacak şekilde değiştiriyor. Rejim konusunda hayal kırıklığına uğrar ve tehlikeli bir isyan eylemi olan gizli bir günlük tutmaya başlar. Winston’ın aşkı ve asi arkadaşı Julia, onun Parti’ye olan küçümsemesini paylaşıyor. İlişkileri, aşkın cesaretinin kırıldığı bir toplumda direnişin ve kişisel özgürlüğün sembolü haline gelir.

Oda 101: Bireylerin en büyük korku ve fobilerine maruz bırakıldığı, inançlarına ihanet ettirildiği, nihai işkence ve yeniden eğitimin yapıldığı yer. Düşünce suçu: İsyankar veya sadakatsiz düşünceleri düşünmek bile suç sayılıyor ve Düşünce Polisi, düşünce suçu işleyenleri amansızca takip ediyor.

O’Brien: Başlangıçta Winston ve Julia’nın davasına sempati duyan, ancak sonunda onlara ihanet ederek partinin kontrolünün ve zulmünün gerçek boyutunu ortaya çıkaran yüksek rütbeli bir parti üyesi.

Roman totalitarizm, sansür, bireyselliğin kaybı ve devlet kontrolünün kişisel özgürlük üzerindeki sonuçlarını araştırıyor. Otoriterliğin tehlikeleri ve gerçeğin manipülasyonu konusunda bir uyarı görevi görüyor.

‘1984’, gözetim, hükümet kontrolü ve sivil özgürlüklerin erozyonu ile ilgili güncel meselelerle olan ilgisi nedeniyle okuyucularda yankı uyandırmaya devam eden, distopik edebiyatın klasik ve düşündürücü bir çalışması olmaya devam ediyor.

Paylaşın

Türkiye’nin Finlandiya Kararı Rusya İle İlişkileri Nasıl Etkiler?

Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM), Finlandiya’nın NATO’ya (Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü) katılım protokolünü onayladı. Finlandiya’nın önümüzdeki hafta Salı ve Çarşamba günü Brüksel’de yapılacak NATO Dışişleri Bakanları toplantısında büyük olasılıkla NATO’nun 31’inci üyesi olarak ilan edilmesi bekleniyor.

Onayın ardından denge politikası yürüten Türkiye’ye Rusya’nın bakışının değişip değişmeyeceği sorusu gündeme geldi. Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Direktörü Sinan Ülgen, “Rusya’nın da Türkiye’den kalıcı beklentisi yoktu NATO genişlemesini tamamen bloke etmesi yönünde. Türkiye de öyle bir mesaj vermemişti zaten” yanıtını veriyor.

Türkiye’nin Eski NATO Daimî Temsilcisi Emekli Büyükelçi Fatih Ceylan ise, “Bu üyelik, Rusya’nın askeri tertiplenmesini yani askeri düzenini bir şekilde yeniden bu şarta göre uyarlamasını gerektiriyor. Dolayısıyla Rusya üzerindeki baskı da artacak” diyor.

Finlandiya’nın NATO üyeliğinin Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (TBMM) onaylanmasıyla NATO’nun genişlemesinin önü açıldı. Çekincelerini kaldırmasının ardından Türkiye’nin üstündeki diplomatik baskının hafifleyebileceğini söyleyen uzmanlar, ancak İsveç’le ilgili onay sürecinin hâlâ beklediğine dikkat çekiyor.

İsveç’in NATO üyeliğinin Türkiye’deki onayı 14 Mayıs seçimleri sonrasına kalmış durumda. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, iki gün önce İsveç’in üyeliğinin sorulması üzerine “Beklediğimiz bazı şeyler var, yerine gelmeden olmaz” demişti.

Türkiye’nin inişli çıkışlı onay süreci

Finlandiya, Ukrayna savaşının başlaması ve uzun süreceğinin anlaşılmasının ardından İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki tarafsızlığını bozma kararı almış ve sınırdaş olduğu Rusya’ya karşı hissedilen tehlikeyi bertaraf etmek için İsveç’le birlikte 18 Mayıs 2022’de NATO’ya başvurmuştu. İttifak da bu iki ülkeyi 5 Temmuz 2022’de resmen davet etmişti.

Finlandiya’nın üyeliğinin onaylanmasına kadar geçen 10 buçuk aylık sürede ise Türkiye’nin onay süreci ile ilgili inişli çıkışlı gelişmeler yaşandı.

Ankara, iki ülkenin başvurusunun ardından onay için bazı alanlarda taleplerde bulundu. Madrid’te Haziran ayında düzenlenen NATO toplantısında aday ülkeler ve Ankara arasında gerçekleşen görüşmeler sonrasında ise ortak üçlü mekanizma kuruldu.

Üç ülke arasında zirve marjında 28 Haziran 2022’de imzalanan mutabakat zaptı ile İsveç ile Finlandiya’nın “terörle mücadele konusunda Türkiye ile işbirliğini artırmaları” “başta PKK olmak üzere terörle ilişkilendirilen Türkiye kökenli örgütlerin her türlü faaliyetlerini engellemeleri” ve “Türkiye’nin ‘terör suçlusu’ olarak isim isim verdiği kişileri iade etmeleri” şartları getirildi.

İsveç, “terörle mücadelede güvenlik güçlerinin alanını daha da açmak için” anayasada değişikliğe giderken 1 Ocak 2023’de yürürlüğe giren bu anayasa değişikliklerinin ardından “terörle mücadeleyi ilgilendiren” birçok yasada da uyum çalışması yaptı. Ancak bu adımlar Ankara için çok tatmin edici bulunmadı. Türkiye taleplerinin Finlandiya tarafından karşılandığını, İsveç’in adımlarının ise yetersiz kaldığını savunuyor.

6 Şubat depremleri ve ekonominin etkisi

Peki Ankara’nın Finlandiya için vetosunu kaldırmasında hangi faktörler etkili oldu?

DW Türkçe’den Gülsen Solaker’e konuşan Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi (EDAM) Direktörü Sinan Ülgen, Türkiye’nin Finlandiya ile ilgili başından beri ciddi bir sorunu bulunmadığını söyleyerek 6 Şubat depremlerinin ve ekonomideki kötüleşmeyle birlikte ortaya çıkan beklentilerin de bu onayda etken olduğunu düşünüyor ve şöyle konuşuyor:

“Daha önce Batı’yla olan birtakım ihtilafların tekrar vurgulanması tercih edilebilirdi. Ama şimdi bunu görmememizin nedeni hem deprem hem de ekonomik beklentilerin artması.”

14 Mayıs’ta önemli bir seçime giden Türkiye’de iktidar geçmiş seçimler öncesindeki dönemlerden farklı olarak Batı ülkeleri ile gerginlik politikası takip etmiyor. Başta zengin Körfez ülkeleri olmak üzere çevre ülkelere sıcak mesajlar veren Ankara, yine seçime giden Yunanistan ile de gerginlik politikası sürdürmemeye özen gösteriyor.

Türkiye üzerindeki baskı azalır mı?

İsveç ile Finlandiya’nın üyeliklerinin gündeme gelmesi ve Türkiye’nin çekincelerinin ortaya konmasıyla birlikte İttifak ülkelerinden gelen baskının son onayla hafiflemesi bekleniyor.

Ülgen, Türkiye üzerindeki diplomatik baskının bir ölçüde de olsa azalacağı görüşünde ve bunu “Çünkü Türkiye kategorik olarak NATO genişlemesine karşı olmadığını böylelikle göstermiş oldu” sözüyle aktarıyor.

Rusya ile sınırdaş olan Finlandiya’nın üyeliği NATO için kritik görülürken Baltık Denizi’ndeki etkinlik açısından da İsveç’in konumu önemli.

Türkiye’nin Eski NATO Daimî Temsilcisi Emekli Büyükelçi Fatih Ceylan, İsveç’in katılımıyla Baltık Denizi’nin bir çeşit “NATO Denizi” gibi olacağına işaret ederek Temmuz ayındaki NATO zirvesi öncesinde Türkiye’deki seçimlerin de sonuçlarının belli olmasıyla İsveç’in durumunun da netleşebileceğini kaydediyor. Ceylan şunları söylüyor:

“Seçimler geliyor. Sonrasında cumhurbaşkanlığı ve parlamentoda nasıl bir tablo ortaya çıkacağını göreceğiz. Ama zirve öncesinde bir şekilde İsveç’in durumunun da bir hal yoluna gireceğini düşünüyorum. Eğer olmazsa o zaman biz yine ittifakı karşımıza alacak bir kulvara girmiş oluruz.”

Finlandiya’nın üyeliğinin önemi

Finlandiya’nın Rusya ile 1340 kilometrelik sınırı bulunuyor. Bu iki ülke arasında Finlandiya’nın aslında daha kritik bir konumda olduğunu düşünen Ülgen, “Çünkü Rusya’yla sınırı olan Finlandiya. Onun için Finlandiya’nın üye olması her halükârda NATO genişlemesinin önemli bir parçası” diyor.

Sürecin başında iki ülkenin birlikte üye olmasının değerlendirildiğini hatırlatan Ülgen, sonraki politika değişikliğini şöyle anlatıyor:

“Burada asıl değişikliği yaratan İsveç ve Finlandiya arasındaki anlayış. Yani ilk başta bu iki ülke ‘biz beraber gireriz’ anlayışından hareket ediyordu. Fakat Türkiye’nin pozisyonu nedeniyle de en nihayetinde kendi aralarında önce Finlandiya’nın girmesini düşündüler. Çünkü burada daha kritik konumda olan ülke Rusya’yla sınırı olması nedeniyle Finlandiya.”

Son onayın ardından denge politikası yürüten Türkiye’ye Rusya’nın bakışının değişip değişmeyeceği sorusunu ise Ülgen, “Rusya’nın da Türkiye’den kalıcı beklentisi yoktu NATO genişlemesini tamamen bloke etmesi yönünde. Türkiye de öyle bir mesaj vermemişti zaten” yanıtını veriyor.

Bu durumda Finlandiya’nın İttifak’a katılması Rusya’nın NATO ile olan sınır uzunluğu artmış olacak.

Emekli Büyükelçi Fatih Ceylan, “Bu üyelik, Rusya’nın askeri tertiplenmesini yani askeri düzenini bir şekilde yeniden bu şarta göre uyarlamasını gerektiriyor. Dolayısıyla Rusya üzerindeki baskı da artacak” diyor.

İttifak’a Finlandiya’nın katılımıyla sınırda hemen bir hareketlenme beklememek gerektiğini, önce katılım sürecinin tamamlanmasının ve gerekli hazırlıkların yapılması gerektiğini vurgulayan Ceylan, Temmuz ayında Litvanya’da yapılacak NATO zirvesinin önemli olacağını belirtiyor.

Paylaşın

Kiev, Barış İçin Bir Şansı Daha Heba Mı Edecek?

Ukrayna – Rusya cephesinde yeni ve önemli askeri gelişmeler yaşanıyor. Rusya, haftalarca süren şiddetli çatışmaların ardından Ukrayna’nın doğusundaki küçük Soledar kasabasını ele geçirdiğini duyurdu, Ukrayna ise, Rusya’nın bu açıklamasını yalanladı.

Kurtuluş Aladağ / Soledar’ın ele geçirilmesi, Putin için stratejik olmasa da sembolik bir zaferi temsil ediyor. Ancak Soledar’ın Rusya tarafından ele geçirilmesi, Ukrayna’nın teslimiyetini veya savaşın genel görünümünde önemli bir değişikliği işaret etmiyor.

Açıklamalara bakılırsa, Rusya’nın önümüzdeki bahara kadar bir saldırı başlatması bekleniyor. Saldırı başarılı olursa, ki büyük olasılıkla başarılı olacak, bu durum cephe hattında Rusya’nın lehine kesin bir dönüş olacaktır.

Rusya’nın Soledar zaferi ve bahar aylarında başlatması beklenen saldırısı, Ukrayna’yı destekleyen ülkelerde endişeye neden olurken, başta ABD olmak üzere Ukrayna’yı destekleyen ülkeler, daha fazla silah göndermeye başladı.

ABD, Ukrayna’ya zırhlı araçlar ve hava savunma sistemlerini de içeren toplam 2,5 milyar dolarlık yeni paket açıkladı. ABD, Rusya’nın Ukrayna’yı geçen yıl Şubat ayında işgal etmesinden bu yana bu ülkeye toplamda 27 milyar 400 milyon dolar güvenlik desteği yaptı.

Estonya’daki bir askeri üste bir araya gelen İngiltere, Polonya, Letonya, Litvanya, Danimarka, Çek Cumhuriyeti, Estonya, Hollanda ve Slovakya, yeni yardım paketi sözü verdi.

Ortak açıklamayla duyurulan yardım paketleri şunları içeriyor:

  • İngiltere: 600 Brimstone füzesi
  • Danimarka: 19 Fransız yapımı Caesar tipi obüs
  • Estonya: Havan topları, cephane, destek araçları ve tanksavar bomba atarlar
  • Letonya: Stinger hava savunma sistemleri, iki helikopter, İHA’lar
  • Litvanya: Uçaksavar ve iki helikopter
  • Polonya: : S-60 uçaksavar ve 70 bin mermi
  • Çek Cumhuriyeti: Cephanelik, havan topları ve zırhlı personel taşıyıcılar.
  • Hollanda: Yardım paketini Cuma günü duyuracak.

Silah gönderen ülkeler, gönderilen silahların verimli bir şekilde kullanılması için Ukrayna askeri personelini eğitmek için de yarışıyorlar. Öte yandan Ukrayna askeri komutanlığı, cephe hattında yaşanan can kayıplarının yerini doldurmak için ciddi sorunlar yaşıyor.

Moskova’nın Ukrayna’daki durumu askeri bir operasyon değil de gerçek bir savaş olarak değerlendirme kararının sonuçları ve yansımaları birçok düzeyde ortaya çıkmadı.

Rusya’nın bahar aylarında başlatması beklenen saldırıda daha gelişmiş taktik silahları kullanmayı planladığı haberleri doğrulanırsa, bu Kiev için yeni bir ikilem oluşturacak.

Kiev yönetimi, Rusya’nın 24 Şubat’ta başlattığı geniş çaplı saldırıların başlarında müzakere masasına oturma şansı bulmuştu. Ancak başta Washington ve Londra olmak üzere batılı güçlerin, Kiev yönetimine yaptığı baskılar sonuç vermiş ve müzakereler çıkmaza girmişti.

Kiev, Moskova ile o dönemde bir anlaşmaya varmış olsaydı, ülkeyi büyük bir yıkımdan kurtarmış olacaktı. Kiev, şu an için daha zayıf bir pozisyonda olsa da müzakerelere gitmek için hala bir şansı var.

Ukrayna liderliği, müzakere yoluyla mı sorunu çözecek, yoksa Batılı müttefikleriyle farklı bir bir yol mu izleyecek? Bu, yakın geleceğin göstereceği bir şey.

Bekle ve gör!

Paylaşın

‘Mahsa Amini’ Protestolarında Bilanço Ağırlaşıyor: 83 Can Kaybı

İran’da ‘tesettüre uygun olmayan’ giyimi gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra hayatını kaybeden 22 yaşındaki Mahsa Amini’nin ölümü sonrası başlayan protestolarda yaşamını yitirenlerin sayısı 83’e yükseldi.

İran İnsan Hakları Örgütü, Mahsa Amini’nin “ahlak polisleri”nce öldürülmesinin ardından İran genelinde gerçekleşen protesto gösterileriyle ilgili bir açıklama yaptı.

İran rejiminin baskı ve saldırılarının kınandığı açıklamada, uluslararası toplumdan bir kez daha İran rejiminin göstericilere karşı eylemlerinin durdurulmasını talep etti.

İnsan Hakları Örgütü, açıklamasında İran genelindeki gösterilerde şimdiye kadar İran güvenlik güçleri tarafından İran’ın farklı kentlerinde 83 kişinin öldürüldüğünü duyurdu.

Örgüt, İran rejim güçlerince gösterilerde şimdiye kadar Mazenderan’da 26, Gilan’da 11, Doğu Azerbaycan’da 11, Kirmaşan’da 6, Sine’de 6, Elburz’da 5, Tahran’da 4, Kuhgiloye ve Buyar Ehmed’de 2, Esfehan’da 2, Xoresana Rezewi’de 2, Zencan’da 2, Qezwin’de 2, Simnan’da 1, İlam’da 1 ve Buşêhr’de 1 kişinin öldürüldüğünü açıkladı.

Açıklamada ayrıca birçok gösterici ve sivil toplum aktivistinin gözaltına alındığı ve gözaltı dalgasının devam ettiği bildirildi.

İran’da kadınlara nasıl muamele yapılıyor?

İran, Afganistan’daki Taliban rejimi dışında kamusal alanda başörtüsü takmayı zorlayan tek ülke.

İranlı kadınların eğitime tam erişimi var, ev dışında çalışıyor ve kamu görevlerinde bulunuyorlar. Ancak, başörtüsü takmanın yanı sıra uzun, bol elbiseler de dahil olmak üzere halka açık yerlerde “mütevazı” giyinmeleri gerekiyor. Evli olmayan erkek ve kadınların birbirine yakın durması ve teması yasak.

1979 İslam Devrimi’nden sonraki günlere dayanan kurallar, “devletin her kademesinde yolsuzluk ve rüşvet gibi durumların aleniyet kazandığı ülkede” ahlak polisi tarafından uygulanıyor.

Resmi olarak Rehberlik Devriyesi olarak bilinen bu birimler, halka açık alanlarda geziyor ve hem erkeklerden hem de kadınlardan oluşuyor.

Uygulama, bir noktada ahlak polisini aşırı saldırgan olmakla suçlayan ve nispeten ılımlı olan eski Cumhurbaşkanı Hassan Ruhani döneminde yumuşatıldı. 2017 yılında kadınların kıyafet kurallarını ihlal ettikleri için tutuklanmayacağı sadece uyarılacağı açıklandı.

Ancak geçen yıl seçilen sert görüşlü Reisi yönetiminde, ahlak polisinin ajanları farklı bir uygulamaya geçti.

BM insan hakları ofisi, son aylarda genç kadınların yüzlerine tokat atıldığını, coplarla dövüldüklerini ve polis araçlarına alındıklarını söylüyor.

Ne olmuştu?

İran’ın Sakız kentinden başkent Tahran’a akrabalarını ziyarete gelen genç kadın erkek kardeşinin kullandığı aracı durduran ahlak polisince gözaltına alınmıştı. Kardeşine, nasihat edilip serbest bırakılacağı söylenerek götürülen genç kadının, gözaltına alındıktan iki saat sonra komaya girdiği ve kaldırıldığı hastanede öldüğü ortaya çıktı.

Devlet televizyonu Amini’nin dövüldüğü iddialarını yalanlayarak, polisin genç kadını “nasihat etmek ve eğitmek” üzere karakola götürdüğünü ve orada kalp krizi geçirdiğini söyledi. Akrabaları, kadının herhangi bir kalp rahatsızlığı olduğunu yalanladı.

Devlet televizyonu bir polis karakolunda Amini olduğu söylenen bir kadının oturduğu koltuktan bir yetkiliyle konuşmak üzere kalktıktan sonra yere düştüğünü gösteren güvenlik kamerası kayıtları yayınladı. Ancak görüntülerden kadının Amini olduğu doğrulanamadı.

Amini’nin dövülerek öldürüldüğü yolunda sosyal medyada yayılan iddialarını reddeden Tahran emniyeti açıklamasında, “Ayrıntılı araştırmalara göre, Amini’nin araca alınması sonrasında ve tutulduğu karakolda fiziksel bir temas olduğunu” reddetti.

Ancak, İran’ın yarı resmi Fars haber ajansı, Mahsa Amini’nin ahlak polisince dövülmesi nedeniyle komaya girdiğini duyurdu.

Şu ana kadar Tahran, Senendec, Kerec, Tebriz, Meşhed, Kiş, Kirman, Yezd, Reşt, Bender Abbas, Abadan, Kirmanşah, Erdebil, İsfahan, Urumiye, Kazvin, Zencan, İlam, Mazenderan, Hemedan başta olmak üzere birçok şehirde gösteriler düzenlendi. Birçok noktada eylemciler ile güvenlik güçleri arasında şiddetli arbede yaşandı.

Paylaşın