TÜSİAD’dan İktidara Sert Eleştiriler

TÜSİAD olağan Genel Kurul toplantısında konuşan TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan, ekonomide “yüksek enflasyon, istikrarısızlık, düşük katma değerli üretim, orta gelir tuzağı, yeşil ekonomiye uyum ihtiyacı ve orta gelir tuzağı önemli başlıklar olarak duruyor” dedi.

Bu sorunların olduğu gibi devam ettiğini dile getiren Özilhan, sorunları kesin ve kalıcı olarak çözmek yerine sadece palyatif çözümlerin vakit kaybına yol açtığını ve yapısal sorunların ertelendiğini belirtti.

Üretim artışı sağlanmadan makro ekonomik sorunlarda kalıcı iyileşmenin mümkün olmadığının altını çizen Özilhan, refahın adil dağıtılmasına dikkat çekti. Yüksek enflasyon ve refah üretmeyen büyümenin geçim sıkıntısı getirdiğinin altını çizen Özilhan, yıllardır aynı sorunları yaşayan ülkenin 2024 yılında hâlâ gelir adaletsizliğiyle mücadele ettiğini dile getirdi.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise TÜSİAD olarak zorlu bir dönemde görev yaptıklarını ifade ederek, “Ortak akılla yan yana durarak, birbirimizden güç alarak ve birbirimize destek vererek doğru bildiklerimizi bu dönemde de söylemeye devam edeceğiz. Atatürk’ün çizdiği yolda, ülkemizin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesini sağlayacağını düşündüğümüz tüm konuları, toplumumuzun en geniş kesimleriyle paylaşmaya özen gösterdik” dedi.

Türk Sanayici ve İşinsanları Derneği (TÜSİAD) olağan Genel Kurul toplantısını düzenledi. TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanı Tuncay Özilhan ve TÜSİAD Başkanı Orhan Turan, toplantıda bir konuşma gerçekleştirdi.

Tuncay Özilhan, konuşmasında şunları söyledi: Gündemin her zaman çok yoğun olduğu ülkemizde, genel kurullarımıza hep gündeme ilişkin değerlendirmeler damgasını vurur. Fakat gündem ne kadar yakıcı olursa olsun, zaman zaman geri yaslanıp, daha uzun bir perspektiften değerlendirme yapmak gerekir.

Nereye gittiğimizi iyi bilmeliyiz ki menzile ulaşalım. 2015 yılında üstlendiğim Yüksek İstişare Konseyi Başkanlığı görevini bugün devrederken sizlerle beraber geçen dokuz yılın değerlendirmesini yapmak istiyorum. Bunu yaparken dokuz yılda dünyanın ve ülkemizin geçirdiği değişime ve TÜSİAD’ın bu süreçte oynadığı role bakmamız gerekir.

2015 yılında görevi devraldıktan sonra yaptığım ilk konuşmada küresel mimarideki değişim dalgalarına işaret etmiştim. 19. yüzyıl, tarihte uzun 19. yüzyıl olarak bilinir. 1789’da Fransız Devrimi ile başlayan ve 1914’te Birinci Dünya Savaşına kadar devam eden dönem ulus devletlerin kurulduğu ve modern dünyanın temellerinin atıldığı bir dönemdir. Buna karşılık 20.yüzyıl kısadır. Sanıyorum yirmi birinci yüzyılın ikinci on yılı da uzun onyıl terimini hak ediyor. 2008 kriziyle başlayan belirsizlik, karmaşa, bilinmezlik, altüst oluşlar çağı soluksuz devam ediyor.

Neler görmedik ki! Dünya sürekli olarak terör olayları ve toplu cinayetlerle sarsıldı. Küresel ısınma daha önce görülmedik seviyelere ulaştı. Birisi ülkemizde olmak üzere büyük depremler, doğal afetler yaşadık. Küresel sistemde de depremler yaşandı. Bildiğimiz dünya değişti. Dünya ekonomisi bir türlü eski gücüne dönemedi. Liberal küreselleşme anlayışı ile hiç de uyumlu olmayan müdahaleler ve ticaret savaşlarına şahit olduk. Hayatımıza e-ticaret girdi. Artık ekonominin temel parametrelerini, yeşil ekonomi, yeni teknolojiler ve küresel tedarik zincirlerindeki değişimler şekillendiriyor.

Jeopolitik riskler sürekli olarak tırmandı. Demokratik ülkeler topluluğu ile Çin, Rusya, İran, Kuzey Kore gibi ülkeler arasında sürekli bir gerilim yaşandı. Ortadoğu’daki huzursuzluklar hiç dinmediği gibi üzerine yenileri eklendi. Doğumuzda Azerbaycan-Ermenistan, kuzeyimizde Rusya-Ukrayna, güneyimizde İsrail-Filistin savaşlarını gördük. Avrupa Birliği bir yandan yeni aday ülkelerle genişleme sürecini devam ettirdi. Diğer yandan Birleşik Krallık üyelikten ayrıldı.

Covid pandemisi her alanda çok derin etkiler yarattı. Dünyada gelir adaletsizliği azalmakta ve yoksullukla mücadelede mesafe alınmakta idi. Ama 2019 sonrasında 70 milyon insan yeniden aşırı yoksulluğa itildi. Savaşlar, iklim krizi, ekonomik zorluklar gibi nedenler dünya üzerinde göçlere ve mülteci krizlerine neden oldu. Mülteci sayısı 2015 yılında 16 milyondan 2023 yılında 30 milyona ulaştı. Türkiye tüm dünyada İran’la birlikte en fazla sayıda göçmene ev sahipliği yapan ülke oldu.

Bütün bu olumsuz tabloya dünyanın hemen her yerinde tepkiler geldi. Toplumsal olaylar tırmandı. Sorunlara işe yarar çözümler üretemeyen merkez siyasetler cezalandırılırken popülizm tırmanışa geçti. Aşırı sağ popülizmdeki yükselişe, her konuda yetkiyi ve bilgiyi tekelinde tutan otoriterlik; bilimin, teknik becerinin, liyakatin değersizleştirildiği bir siyaset anlayışı eşlik etti.

Öte yandan, kadınların eşitlik ve hak talepleri ve cinsel istismara karşı toplumsal bilinç yükseldi. Etnik ayrımcılık karşıtı güçlü eylemler yapıldı. Teknolojide de büyük ilerlemeler gördük. Özellikle gen ve uzay teknolojileri, otonom cihazlar, yapay zeka ve dijital teknolojilerdeki gelişmeler çığır açtı. Bu gelişmeler doğal olarak bütün konuşmalarımda önemli bir yer kapladı. Çünkü dünya değişiyorken, değişimi iyi takip etmek, yönelimi doğru okumak ve zamanında pozisyon almak gerekir.

Geçtiğimiz dokuz yılda ülkemizde de baş döndürücü bir gündem vardı. Bu derin değişimler dönüşümler karşısında siyasi, ekonomik ve sosyal temellerimizi sağlamlaştırmak gerekiyordu. Dış politikada pazarlıkçı yaklaşımın yerini ilkeler bazında bir politikanın almasından yana olduğumuzu defalarca vurguladım. Batının bir parçası olduğumuzu unutmamamız gerektiğine, Türkiye’nin batı ve doğu arasında bir köprü olduğuna ve AB üyelik sürecinin önemine işaret ettim.

Küresel riskler, bölgesel tehditler, ekonomik çıkarlar dikkate alındığında, AB Türkiye için vazgeçilmez öneme sahiptir. Bunu sürekli ifade ettim. 1999 yılında yönetim kurulu başkanı olduğum yıl Türkiye AB’ye aday ülke statüsü kazanmıştı. 2015 yılında yüksek istişare konseyi başkanı olduğumda AB ile müzakerelere başlayalı 10 yıl olmuştu. 2024 yılında Türkiye hala AB üyelik sürecine devam ediyor. 2016’da bir darbe girişimi yaşadık.

Son dokuz yılda sekiz kez sandık kuruldu. 2 cumhurbaşkanlığı, 4 meclis, 1 halkoylaması, birisi gelecek ay olmak üzere 2 yerel seçim gündemimizi doldurdu. Parlamenter sistemden Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemine geçtik. İktidar yapısı değişmedi ama siyasi gerilim de hiç düşmedi; hatta sürekli olarak tırmandı. Konuşmalarımda kısır siyasi çekişmeleri bir kenara bırakmak gerektiğini vurguladım. 2024 yılında Türkiye hala siyasi istikrar arayışına devam ediyor.
Terör de yakamızı hiç bırakmadı. 2024 yılında Türkiye hala terörle mücadeleye devam ediyor.

Göreve geldiğimde 1999 Gölcük depreminin üzerinden altı yıl geçmişti. Geçen sene ise yaşadığımız korkunç depremin yaralarını hala tam olarak saramadık. 2024 yılında Türkiye hala Marmara depremine nasıl hazır olunacağını tartışmaya devam ediyor. Ekonomik durum tüm konuşmaların temel başlıklarından birisi oldu.

Yüksek enflasyon, TL’nin değerinde istikrarsızlık, düşük tasarruf oranı, cari açık, düşük verimlilik, düşük katma değerli üretim, orta gelir tuzağı, teknolojide geri kalma endişesi, yeşil ekonomiye uyum ihtiyacı nitelikli eleman sorunu ekonomik durumun vaz geçilmez başlıkları idi. Bu sorunlar orta yerde duruyorken palyatif çözümler sadece vakit kaybına yol açar. Konjonktür ne kadar elverişsiz olursa olsun, geleceği kaybetmemek için uzun vadeli düşünmek, yapısal sorunları ertelemeden çözmek gerekir.

2015 yılında enflasyon %9, kişi başı gelir 11 bin dolar, cari açığın GSYH’ya oranı % 3 idi. Son verilere göre enflasyon %65, kişi başı gelir 10 bin 659 dolar, cari açığın GSYH’ya oranı ise % 3,6 oldu. 2024 yılında Türkiye hala makroekonomik istikrar arayışına devam ediyor. 2015 yılında Türkiye ekonomisinin dünya ekonomisindeki payı %1.15, küresel mal ve hizmet ihracatındaki payı ise %4.1 idi. Bu oranlar 2022 yılında da değişmedi.

2024 yılında Türkiye hala küresel ekonomideki payını artırma arayışına devam ediyor. İlk konuşmamdan son konuşmama kadar hep üretim, üretim, üretim dedim. Rasyonel para ve maliye politikaları tabi ki işin a-b-c si. Ama üretim artışı sağlamadan makroekonomik sorunlarda kalıcı bir iyileşme mümkün değil. Küresel konjonktür durumu daha da önemi hale getirdi. Gelişkin bir üretim kapasitesi, hem sanayide, hem tarımda, stratejik önemde. Bu da öngörülebilirlik, iyi bir planlama ve yatırım ortamının iyileştirilmesini, yani hukuk devletinin, yargı tarafsızlığının hiçbir istisnaya müsamaha göstermeden tam anlamıyla uygulanmasına bağlı.

Konuşmalarda sıklıkla dile getirdiğim bir konu da refahın adil dağılması, yoksulluğun azaltılması gereği idi. Yüksek enflasyon ve refah üretmeyen büyüme geçim sıkıntısını getirir. Büyümenin kaynağını tüketime, kentsel ranta, verimliliğe katkısı sınırlı projelere dayandırmak doğru değildir. Oysa kaynakları verimli kullansak, toplanan vergilerde israfı önleyip, eğitim ve diğer sosyal harcamaların payını artırabilsek, durum farklı olabilirdi. 2024 yılında Türkiye hala gelir adaletsizliği ile mücadeleye devam ediyor.

Refahı artırmak için istihdam yaratmak gerekiyor. 2015 yılında işsizlik oranı %10.3 idi. Geçen yılın Kasım ayında %9 oldu. 2024 yılında Türkiye hala vatandaşlarına iyi işler yaratma mücadelesine devam ediyor.

İşsizlik sorunu yaşanırken bir de nitelikli insan kaynağı sorunu yaşıyoruz. Bunun nedeni eğitim sisteminin yeni mesleklere yönelik yeni becerileri kazandırma konusundaki yetersizliği. Konuşmalarımda beyin göçünü önlemenin, bilime, özgür düşünceye, eleştirel akla, yaratıcılığa dayalı bir eğitim sisteminin ve eğitimde fırsat eşitliğini sağlamanın önemine çok vurgu yaptım. Son 20 yılda eğitimle ilgili 17 kez değişiklik yapılmış.

2024 yılında Türkiye eğitimde nitelik ve fırsat eşitliği sorunlarını çözmek yerine hala afaki tartışmalar yapmaya devam ediyor. TÜSİAD’ın ellinci yılı için yapmış olduğumuz çalışmada, insanın, kalkınmanın hem öznesi hem de hedefi olduğunu belirtmiştik. Kalkınma her şeyden önce insan içindir. Her türlü farklılıklarıyla tüm etnik ve dini inançtan insanımız ülkemizin gücüne güç katar. Bunun için sivil toplumun önünün açılması, ifade özgürlüğü, özgür medya, akademik özgürlükler konuları da sık sık gündemimde oldu.

Kadınlar için ekonomik, toplumsal ve siyasi hayatta fırsat eşitliği sağlanması, kadına şiddetin önüne geçilmesi ve İstanbul Sözleşmesine dönülmesi de dikkat çektiğim hususlardan birisiydi. 2015 yılında mecliste kadınların oranı %15 idi. 2023’te bu oran %17 oldu. 2024 yılında Türkiye’de hala kadınların fırsat eşitliği mücadelesi devam ediyor.

Bu kısa özet karşısında eminim içinizden ülke olarak ne çok vakit kaybetmişiz diye geçiriyorsunuzdur. Gerek benim, gerek başkanların bu kürsüden sık sık dile getirdiği öneriler hayata geçmiş olsaydı, acaba bugün daha farklı bir yerde olur muyduk diye sorduğunuzu da tahmin ediyorum. Dokuz yıl boyunca yapmış olduğum önerilerin kaynağı tüzüğümüz oldu. Tüzüğümüz açık ve nettir. Amacımız insan hakları evrensel ilkelerinin, düşünce, inanç ve girişim özgürlüklerinin, laik hukuk devletinin, katılımcı demokrasi anlayışının, liberal ekonominin, rekabetçi piyasa ekonomisinin kurum ve kurallarının ve sürdürülebilir çevre dengesinin benimsendiği bir toplumsal düzenin oluşması olarak belirtilmiştir. Şimdiye kadar her yönetim bu amaçları gerçekleştirmek için çalıştı. Gün oldu bu amaçlara yaklaştık; gün oldu uzaklaştık.

TÜSİAD Başkanı Orhan Turan ise konuşmasında şu ifadeleri kullandı: TÜSİAD kurumsal yapısı ve yarım asırlık tecrübesiyle, ülkenin tüm sorunları karşısında çözüm üretme misyonuyla çalışır. Sorunların ağırlaştığı dönemlerde, sadece üyelerine değil esas olarak ülkeye karşı yüksek sorumluluk gerektiren bu görevi layıkıyla yerine getirmek daha da meşakkatli hale gelir. Tuncay Bey, bu zorluğun üstesinden en mükemmel biçimde geldi.

Biz de, son yönetim kurulu olarak;

– Küresel mimarinin baş döndürücü bir biçimde değiştiği,
– Pandeminin yaralarının sarılmaya çalışıldığı,
– Ülke tarihimizin en büyük deprem felaketini yaşadığımız, biri kuzeyimizde biri güneyimizde iki
savaşın bölgemizi ateş topuna çevirdiği,
– Cumhuriyetimizin 100. Yılını idrak ettiğimiz bu dönemde,
– Devraldığımız bayrağı layıkıyla ileri taşıma uğraşında olduk.

Geçtiğimiz iki yıla sadece deprem gerçeği damgasını vurmadı;

– Yoğun jeopolitik riskler, savaşlar ve küresel ekonomideki sarsıcı değişimler oldu.
– Küresel ısınmanın etkileri şiddetini artırarak devam etti.
– Teknolojik dönüşüm, yapay zeka alanındaki gelişmelerle yeni bir düzeye ulaştı.
– Aylarca hepimizin gündemini meşgul eden bir seçim süreci yaşadık.
– Ekonomik sorunlar ağırlaştı.
– Yatırım iklimi karakışta takılı kaldı.
– Enflasyonla mücadele için denenen alternatif yöntemler tüm ekonomik parametreleri yerinden
oynattı.
– Kafalarda piyasa modeli nereye gidiyor soruları oluştu.

Bu zor dönemde beraber görev yapmış olduğum, Yönetim Kurulundaki değerli arkadaşlarıma üstlendikleri büyük sorumluluktan dolayı çok teşekkür ederim. Bize duydukları güven ve verdikleri destek için üyelerimize ve TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi divanına müteşekkiriz. Ayrıca, Genel Sekreterliğimize ve temsilciliklerimize de göstermiş oldukları üstün gayret için teşekkürlerimi ifade etmek isterim.

– Ortak akılla,
– Yan yana durarak,
– Birbirimizden güç alarak
– Ve birbirimize destek vererek doğru bildiklerimizi, bu dönemde de söylemeye devam ettik.
– Atatürk’ün çizdiği yolda, ülkemizin çağdaş uygarlık yolunda ilerlemesini sağlayacağını düşündüğümüz tüm konuları, toplumumuzun en geniş kesimleriyle paylaşmaya özen gösterdik.

Geçen sene Cumhuriyetimizin 100’üncü yaşını haklı bir gururla kutladık. TÜSİAD olarak 100 yıllık kazanımlarımızın ve değerlerimizin vazgeçilmez önemini vurgularken, ilk yüzyılımızın tecrübelerini değerlendirmemiz gerektiğini de düşündük. “Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” adlı çalıştay dizimizi gerçekleştirdik.

Bu çalıştayların çıktılarını hatırlayacağınız üzere Aralık ayında yayınladık. Bu yayında özetlenen fikir çeşitliliğinin siyasi partiler, yerel yönetimler, sivil toplum örgütleri, akademi ve tüm vatandaşlarımız için kıymetli bir kaynak oluşturmasını ve temel meselelerimiz hakkında istişare etmemiz için bir vesile olmasını umuyoruz.

Kahramanmaraş merkezli depremin üzerinden bir sene geçti. Yüreğimiz hala sızlıyor. Depremin hemen ardından gerek oluşturduğumuz Deprem Destek Ağı, gerekse üyelerimizin şirketlerinin ağlarıyla depremden etkilenen illerimizin öncelikli ihtiyaçlarını karşılamak için, bir seferberlik başladı. İş dünyası olarak depremin yaralarını sarmaya, sosyoekonomik toparlanma çalışmaları ile devam ettik.

TÜSİAD olarak ayrıca, Deprem Görev Gücü’müz ile beklenen Marmara depremi karşısında, özel sektörün hazırlıklı olması için çeşitli çalışmalar yapıyoruz. Afet yönetimi çok ciddi bir planlama, hazırlık ve koordinasyon gerektiriyor. Geçen sene yaşadığımız yıkıcı deprem bu gerçeği en acı biçimde öğretti. Kurumlarımızı ve kurallarımızı güçlendirip, kentlerimizi depreme dirençli hale getirmeliyiz. Bu konularda vakit kaybetmenin vebalini alamayız.

Ülke gündeminin önemli başlıklarından biri yerel seçimler. Umuyorum ki önümüzdeki yerel seçimler genel seçim mantığında ilerlemek yerine kentlerdeki yaşam kalitesinin iyileştirilmesine yönelik somut projeleri tartışacağımız bir zemin oluştursun. Tüm siyasi partilerimizden örneğin akıllı kent projelerini, teknolojiyi kent yaşamına nasıl entegre edeceklerini duymak isteriz.

Yerel yönetimler demokrasinin aşağıdan yukarıya inşa edilmesinde büyük rol sahibi. Yerindenlik ilkesi, merkezî yönetimle yerel yönetimler arasındaki yetki ve görevlerin paylaşımının düzenlenmesi açısından kilit bir kavram. Yurttaş tercihinin dikkate alınması ve yetki ve sorumluluğun halka en yakın birimler tarafından yerine getirilmesi, hizmetlerin etkinliği açısından önem taşır.

Siyaseti yerelleştirerek çoğulculuğu güçlendirmek, Cumhuriyetimizin İkinci Yüzyılı için gerçekleştirdiğimiz çalıştaylarımızda da gündeme gelen bir konu olmuştu. Yerel yönetimlerin güçlenmesi ve halkın karar alma mekanizmalarına aktif katılımının gelişmesi, demokrasiyi ve Cumhuriyet’i aynı anda geliştirmek açısından çok önemli.

Bunun yanında uzun yıllardır kadınların siyasete katılımının önemini vurgulamaya devam ediyoruz. Şimdiye kadar açıklanmış olan adaylara baktığımızda, maalesef bu yerel seçimlerde de seçilebilecek yerlerden gösterilen adaylar arasında, kadınların ağırlığı beklentilerimizi karşılamaktan uzak.

Çok zorlu bir ekonomik dönemden geçtik. Ekonomide yanan ateşi söndürmek için rasyonel politika
çerçevesine bağlı kalmaya devam etmemiz gerekiyor. Enflasyonla mücadelede para politikasının sosyal politikalar ve maliye politikası ile de desteklenmesini önemsiyoruz. Bu süreç sadece enflasyonun düşürülmesi açısından değil, aynı zamanda özellikle sabit gelirliler üzerindeki olumsuz etkilerin hafifletilmesi açısından da son derece önemlidir.

Hiç şüphesiz Türkiye ekonomisinde yaşanan sorunlar sadece para ve maliye politikaları ile aşılabilir
nitelikte değildir. Sorunların etrafından dolaşmak, pansuman önlemlerle çözümü geleceğe ötelemekülkenin çıkarına olmuyor.

– Üretim yapısını son teknolojik devrime uygun biçimde dönüştürmeden,
– Verimlilik artışı sağlamadan,
– Sanayi ve tarımda yüksek katma değerli üretimi artırmadan,
– Beyin göçünün önüne geçmeden,
– Nitelikli eğitim ve nitelikli insan kaynağı sorununu çözmeden ekonomimizin rekabetçiliğini
koruyamayız.
– Enflasyonda kalıcı bir iyileşme elde edemeyiz.
– Geçim sıkıntısını çözemeyiz.
– Cari açık sorununu tarihe havale edemeyiz.
– İstihdam yaratamayız.
– Orta gelir tuzağından kurtulup yüksek gelirli ülkeler arasına katılamayız.

Belirsizlik ve dönüşümlerin giderek daha yoğunlaştığı bir dönemde, bu adımları vakit kaybetmeden
atmamız gerekiyor. Ekonomimizin rekabetçiliğini artırmak için, kayıt dışı ile mücadeleyi daha da güçlendirmeliyiz. Vergisini kuruşuna kadar doğru ödeyen, her türlü mevzuata harfiyen uyan işletmeler kayıt dışı çalışan işletmelerin karşısında rekabette zorlanıyor. Kayıt dışı ekonomi kayıtlı kesimin vergi yükünün ağırlaşmasına yol açıyor.

Üstelik kayıt dışı ekonomi, çevre kirliliği, halk sağlığı, çalışanların sosyal güvenlik hakları, iş sağlığı ve güvenliği, hatta suç ekonomisi gibi bir dizi negatif unsur ile de iç içe geçer. Bu nedenle kayıtlı ekonomiye geçişin özendirilmesini çok önemsiyoruz. Bugün Türkiye’de girişimcilerin de, çalışanların da, emeklilerin de, gençlerin de, kadınların da, esnafın da, çiftçinin de, işsizin de yüzünün gülmesini istiyorsak, izlememiz gereken yol açık ve net. TÜSİAD’ın ellinci yılı vesilesiyle 2021’de yayınlanan Geleceği İnşa raporumuzda bunun üç sütun üzerinde, yani “insan, bilim ve kurumlar” üzerinde inşa edilmesi gerektiğini söylemiştik.

Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılında müreffeh, adil, çevreci ve saygın bir Türkiye hedefi doğrultusunda doğru ve iyi çalışan kurumların, insanın ve bilimin önemini tüm faaliyetlerimizde vurguluyoruz. Konuşmalarımızda çok sık gündeme getiriyoruz. Dünya çoklu krizler çağında yaşıyor. Jeopolitik, ekonomik, teknolojik, toplumsal, siyasi, demografik, ekolojik çok sayıda dinamik iş başında.

Bu değişim ve dönüşümlerin savaşlar, göçler, terör eylemleri, toplumsal huzursuzluklar, ekonomik ve mali krizler, olağandışı hava olayları gibi, bir dizi riski barındırdığını biliyoruz. Bu değişim sürecinin iyi yönetilememesi halinde, bu olumsuzluklardan birinin gerçekleşmesinin diğerlerini de tetikleyebileceğinin farkındayız. Bu mutlaka kötü bir ihtimal ama, hafife alınabilecek bir ihtimal değil.

Şu anda dünyada birçok siyasi lider ve düşünce insanı bu ürkütücü senaryonun nasıl önlenebileceği üzerinde çalışıyor. Biliyoruz ki insanlığın elinde bütün bu olumsuz gelişmeleri önlemek ve tersine çevirmek için gerekli ve yeterli araçlar var. Bu araçların zamanında ve etkili biçimde kullanılması için gereken ise, demokratik siyaset ve kural bazlı uluslararası sistemin kurumlarının etkin çalışması.

Bu açıdan 2024 yılı dünya demokrasisi için tarihi bir yıl olacak. Bu yıl dünya nüfusunun yarısından fazlasının yaşadığı 76 ülkede sandıklara gidilecek. Seçimlerin sonuçları, dünyanın geleceğinin şekillenmesi açısından önemli olacak. Küresel jeopolitiğin yeniden tanımlandığı, küreselleşmenin beklentileri yerine getiremediği, liberal demokratik değerlerde gerileme tartışmalarının yoğunlaştığı ve kurumların alt üst olduğu bir dönemdeyiz.

Tedarik zincirleri, enerji yolları, güç dengeleri de değişiyor. Görüyoruz ki pek çok sorunumuz aslında çağdaş dünyanın sorunları ile ortak. Tam da bu nedenle ortak sorunlarımıza ortak çözümler üretme iradesinin bir parçası olmak için çok doğru bir zaman. Küresel sistemin reforme edilmesi için, genelde Batı ile özelde AB ile birlikte, bu ilişkilerimizi yeniden ilerleme çıpası haline getirebiliriz.

Gençlerimizin geleceklerini ülkemizde değil de, yurt dışında aramaya başlamış olmalarını uzun vadeli etkisi bakımından ülkemizin önündeki tehditlerin en ciddisi olarak görüyoruz. En iyi liselerimizden mezun gençlerimizin üniversite eğitiminde ağırlıklı olarak yurtdışını tercih etmelerinin nedenleri ve sonuçları üzerinde uzun uzun durmak gerektiğini düşünüyoruz. Üniversite çağına kadar bin bir emek ile yetiştirdiğimiz gençlerimizi, parlak beyinler olarak başka ülkelere kaptırıyoruz. Artık neredeyse tüm kentlerimizde üniversite var. Fakat görüyoruz ki üniversite mezunları arasında işgücüne katılma oranı düşüyor; işsizlik oranı ise artıyor.

Eğitim masrafları artıyor, eğitimin getirisi ise geriliyor. Oysa yapay zeka ve robotikteki gelişmeler nitelikli eğitimi her zamankinden önemli kılıyor. Otomasyona tabi olabilecek işler risk altında. Rekabet gücünü korumak ve verimliliği artırmak isteyen işletmeler yeni teknolojilere yatırım yapıyor. Firmalar, yeni teknolojilerin gerektirdiği becerilere sahip çalışanları istihdam etmek konusunda yurtdışı rakipleri karşısında zorlanıyor. Beceri uyumsuzluğu nedeniyle bir yandan işsizlik artarken bir yandan da işletmelerimiz insan kaynağı sıkıntısı yaşıyor.

– Eğitimin niteliğini yükseltemezsek,
– Nitelikli eğitimde fırsat eşitliği sağlayamazsak,
– Gençlerimizi yeni çağın becerileriyle donatamazsak,
– İşimiz zor.
– Ne rekabet gücümüzün asli unsuru olan işgücünü yetiştirebiliriz ne de gençlerimizi mutlu edip
beyin göçünü önleyebiliriz.

Daha önce de vurgulamış olduğumuz gibi, çağı yakalamamızı sağlayacak olan eğitim sistemi, ezberciliği değil, eleştirel ve yaratıcı düşünceyi önceliklendirmekten geçer. Bilimin yol göstericiliğine sıkı sıkı sarılmalıyız. Bu sistemde cemaat ve tarikatlara da, siyasetle ilişkilendirilen yapılara da yer olmaması gerekir.

Unutmayalım ki, geleceğimizi üzerine inşa edeceğimiz en önemli sütunlarından biri insan. Belki de en önemlisi. Bu temeli tahkim etmeliyiz. Eğitimde laiklik ve bilimsellik ilkelerinden ve fırsat eşitliğinden uzaklaşılırsa insani kalkınma, bilimsel gelişme ve nitelikli kurum ve kurallar hedeflerimizden de uzaklaşırız.

Bir ülkenin en önemli performans göstergesi, her etnik köken ve inançtan insanının, genciyle-yaşlısıyla, kadınıyla-erkeğiyle hepsinin mutluluğu, sağlığı, refahı, geleceğe güvenle bakmasıdır. Oysa veriler bunu doğrulamıyor. Geçen hafta TÜİK gelir dağılımı verilerini açıkladı. Veriler 2007’den
sonraki en bozuk tabloya işaret ediyor.

Gelir dağılımında adalet, refah artışından toplumun farklı kesimlerinin hak ettikleri payı alması, kapsayıcı büyüme, kimseyi dışarıda bırakmamak, TÜSİAD’ın araştırmalarında ve söylemlerinde uzun zamandır hep ön planda oldu. Gerek TÜSİAD’ın 50. Yılı vesilesiyle yapılan “Geleceği İnşa” çalışmasında, gerekse geçen yıl yaptığımız “Cumhuriyet’in İkinci Yüzyılına Girerken Türkiye” çalışmamızda, temel önceliklerden birisi adil bölüşüm oldu. Toplumsal barışın yolu, adil bölüşümden geçiyor.

Biliyoruz ki, yaşam mücadelesi ağırlaşırken, her alanda adil rekabet şartlarından uzaklaşılması toplumsal yapıda korozyona neden oluyor. Günlük yaşamda gerginlikler de daha önce hiç şahit olmadığımız kadar yükseldi. Eski gerilimlerin üzerine yenileri ekleniyor. Günlük yaşamın hemen her alanında gördüğümüz gerginlik, kutuplaşma ve şiddet eğilimi birbirimize güvenimizi zedeliyor. Bu durum siyasetteki gerilimin tırmanmasına yol açıyor. Siyasetteki gerilim de toplumsal kutuplaşmaları derinleştiriyor. Bu negatif döngüyü kırmak zorundayız.

Siyasetteki gerilimi ve toplumsal kutuplaşmayı önlemenin bildiğimiz en etkili yolu, demokratik süreçlerin daha iyi işlemesinden geçiyor. Cumhuriyet’in İkinci Yüzyıla Girerken Türkiye çalışmamızdaki başlıklardan biri Cumhuriyeti ve demokrasiyi nasıl güçlendireceğiz? tartışmasına ayrılmıştı. Bu tartışmalarda vurgulanan noktalardan birisi de Cumhuriyetimizin çok önemli kazanımları olmasına rağmen, istikrarlı bir demokrasi ve demokratik standartların yükseltilmesi yolunda daha alınması gereken mesafe olduğu idi.

– Haklar ve özgürlükler,
– Eşit yurttaşlık,
– Denge ve denetleme mekanizmaları,
– Siyasal hayata katılım gibi başlıklarda ilerleme sağlamak gerekiyor.

Özellikle de hukukun üstünlüğü başlığında.

– Adalete güven duygusunun güçlü olması için mahkeme kararlarında çelişki olmaması, yargı organları arasında uyumun sağlanması, kararların herkes için bağlayıcı olması,
– Adil yargılanma hakkının mutlaka Avrupa İnsan Hakları Sözleşme standartlarında uygulanması,
– Her düzeydeki mahkeme kararının parçası olduğumuz uluslararası normlara ve sözleşmelere de
uygun olması gerekiyor.

Ancak tarif ettiğim standart ve referanslara uygun bir adalet anlayışı ile siyasi ve toplumsal gerilimlerin düşürülmesi yönünde ilerleyebilir; yargının hakemliği konusundaki tereddütleri ortadan kaldırabiliriz. Cumhuriyetimizin yüz yıllık kazanımlarından biri olarak, siyasi ve toplumsal olgunluğumuz en ağır sorunları bile meşru zeminde tartışarak çözüm üretebilecek düzeyde. Milli iradenin tam olarak tecelli etmesi, milletin oyuyla seçilmiş vekillerin ve yerel yöneticilerin görevlerini yapmalarını gerektiriyor.

Son bir yılı nice acıyla geçirdik. Şehitlerimizin acısı hala yüreğimizde. Kahramanmaraş depremlerinde 50 binden fazla vatandaşımız hayatını kaybetti. Filistin’de ölen çocukların sayısı 11 bini aştı. 2024’te acılarımızı dindirebilmeyi temenni ediyorum. Ülkemizin karşı karşıya olduğu tüm güçlükleri aşabileceğimiz konusunda kafamda hiçbir şüphe yok.

– Yetişmiş insan potansiyelimiz,
– Bilim insanlarımız,
– Her alandan uzmanlarımız,
– Yetkin sivil toplumumuz,
– Yüreği ülkesi için çarpan 85 milyon vatandaşımız var.
– Her türlü ekonomik ve siyasi sorunu nasıl olsa bir şekilde çözebiliriz. Ama yiten giden canları
yerine getiremeyiz. Katledilen doğayı, bozulan ekolojik sistemi geri döndüremeyiz. Fırsat eşitliği
sağlayamadığımız gençlerimize iyi bir gelecek sunamayız.

Vakit geçirmeden ülkemizin geleceği için yaşamsal olan konulara odaklanalım;

– Kayıkçı kavgasını bir kenara bırakalım.
– Kısa vadeli kısır çekişmelere rağbet etmeyelim.
– Şahsi ikbal peşinde koşmak yerine ülkenin geleceği için rekabet edelim.”

Paylaşın

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir