Türkiye-Suriye Politikasında Yeni Dönem Ne Anlama Geliyor?

2010 yılının sonlarına doğru Tunus’ta başlayan ve daha sonra kademeli olarak Orta Doğu ülkelerine sıçrayan halk ayaklanmaları bölgedeki bazı otokratik rejimlerin düşmesiyle sonuçlandı. Arap Baharı olarak adlandırılan bu ayaklanmalar Türk dış politikasında da bir kırılma noktası oldu.

Halk ayaklanmalarının Suriye’de de başlaması ve ardından Ankara’nın yaklaşımı iki ülke ilişkilerini kopardı. Suriye savaşı ile birlikte bozulan Ankara-Şam ilişkilerinde bugünlerde yeni bir diplomasi trafiği yaşanıyor.

Ankara’da düzenlenen 13. Büyükelçiler Konferansı’nda konuşan Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun Suriyeli muhalif gruplar ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad hükümeti arasında uzlaşma çağrısı Ankara-Şam arasında yeni bir trafiğin başlangıcı olarak algılandı.

11 yıl önce başlayan Suriye iç savaşında yaşananları o günlerde ‘vahşet’ olarak tanımlayan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise yakın zamanda ‘Şam’la yeni bir dönem olur mu?’ sorusuna “Devletler arasında hiçbir zaman siyasi diyalog veya diplomasi kesip atılamaz. Her zaman her an bu tür diyaloglar olur, olmalıdır.” yanıtını verdi.

Türkiye’nin son Şam Büyükelçisi Ömer Önhon, iki ülke arasında başlayan bu diyalog sürecinin önemini ve her iki ülkenin masaya hangi kartlarla oturacağını euronews’e anlattı.

Kritik bir seçim sathına giren Türkiye açısından güvenlik ve göçmen meselesinin görüşmelerin ana çerçevesini oluşturacağını ifade eden Önhon, Suriye kanadında ise topraklarındaki Türk askerlerinin varlığının önemli bir sorun olduğunu söylüyor.

Önhon, 2011 yılından bu yana devam eden Suriye krizinin hem Türkiye hem de bölgenin diğer ülkelerine olumsuz yansımaları ve maliyeti olduğunu dile getirerek başlıyor söze.

O nedenle bu krize bir çözüm bulunmasının, Suriye’de kalıcı bir barış ve istikrarın tesis edilmesinin şart olduğunu ifade ediyor.

Önhon, şimdilerde dillendirilen diyalog süreci öncesinde de özellikle 2012’den bu yana düzenlenen önemli konferanslar, Viyana açıklamaları ya da Astana süreci gibi adımlarla ortaya konulan çabalarla Suriye’deki krize çözüm olunmak istendiğini fakat bunların neticeye bağlanmadığına değiniyor.

Önhon, diyaloğun zamanlamasıyla ilgili olarak Türkiye’de bir yıl içinde yapılacak seçimi işaret ediyor ve Türkiye açısından önemli olan güvenlik ve göçmenler konusuna dikkat çekiyor.

Bu iki meselenin seçim sathına girildiğinde oy kazandıracak veya kaybettirecek iki mesele olduğunu vurgulayan Önhon şu ifadeleri kullandı:

“Son dönemde Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarını hep beraber dinledik. Suriye’deki bir yeni bir evreye girme arzusunun aslında bir tezahürünü görüyoruz. Hani neden şimdi denirse, Türkiye açısından baktığınız zaman önümüzdeki bir sene içinde bir seçim var. Dış politikada da eleştiri konusu olan meseleler var. Son zamanlarda iktidarın aramızda gerginlik olan ülkelerle arayı düzeltme hamleleri yaptığını görüyoruz. Burada da mesele Suriye ile aranın düzeltilmesi olacak. Çünkü Suriye konusu Türk iç siyasetinin hakikaten içinde olan bir konu haline geldi. Yani Suriye kaynaklı sığınmacılar ve güvenlik konusu seçimlerde belki oy kazandırabilecek ama daha çok kaybettirebilecek konular. Bu yükü hafifletmek için hükümetin bir arayış içinde olduğunu düşünüyorum.”

Bununla birlikte Rusya’nın çözümün adresi olarak Suriye’yi göstermesinin de hükümeti bir arayışa ittiğinin altını çizen Önhon; “Bütün bunlar bir araya gelince iktidar da Suriye’de acaba bir şeyler yapmanın veya merkez yönetim ile bir şeyler yapmanın zamanı mı diye bir arayış içinde olunduğunu açıkça görüyoruz” diyor.

Büyükelçi Önhon’a göre Suriye’nin masadaki en önemli talebi Türk askerlerinin ülkeden çekilmesi

“Suriye kanadından yapılan açıklamalarda Türk askerinin ülkeden çekilmesi, onların ‘terörist’ olarak nitelendirdikleri muhalif gruplara Türkiye’nin destek vermemesi gibi bir kaç unsur sıralandı. Fakat meseleye ne taraftan baktığınıza bağlı, Türkiye tarafından bakınca bugün olayların bu noktaya gelmesinin ana sebebi Esad’ın uyguladığı politikalar. Bu ülkede istikrara yönelik bir adım atılacaksa Esad yönetiminin de farklı politikalar izlemesi beklenir taraflar şu aşamada kendi şartlarını dayatırsa bu işin sonucu iyice çıkmaza girer. Çünkü zaten çok zor bir mesele. Fakat halihazırda yapılan açıklamalar normal, burada önemli olan iki tarafın bir şekilde bölge barışı ve istikrarı açısından yararlı olacağına inandığı siyasi iradeyi ortaya koymaları.”

Bununla birlikte Önhon, Türkiye’nin Suriye topraklarında asker bulundurma sebebinin de Suriye’den kaynaklanan güvenlik sorunlarına bağlıyor ve YPG’nin güvenlik boşluğundan kaynaklı Suriye topraklarındaki mevcudiyetinin göz ardı edilmemesi gerektiğini vurguluyor.

“Türk askerinin Suriye toprakları içinde bulunmasının bir sebebi var. O da Suriye’den kaynaklanan güvenlik sorunu. Türkiye’nin YPG saldırıları var. YPG’nin oradaki mevcudiyeti var. Bu oradaki güvenlik boşluğundan kaynaklandı. Eğer yarın öbür gün merkezi hükümet, o güvenlik boşluğunu dolduracak tedbirleri alır ve Türkiye’ye yönelik oradan bir tehdit artık olmazsa, Türk askeri de orada kalmayacaktır. Türk askeri yabancı bir ülke toprağında kalmayacaktır. Çekilecektir. Ama biz niye oradayız? Oradan Türkiye’ye yönelik bir güvenlik tehdidi var ve o tehdidi sınırlarımızın ötesinde karşılamak için oradayız açıkçası.”

Ömer Önhon

YPG’nin Suriye topraklarında Arap nüfusunun çok fazla olduğu bölgelerin yüzde otuzunu elinde tuttuğunu, petrol bölgelerinde hakimiyeti olduğunu ve de önemli tahıl ambarlarının YPG kontrolünde olduğunu ifade eden Önhon, YPG’nin tüm bunların üstüne oturduğunu söylüyor:

“YPG yani PKK’nın oradaki uzantısı olarak kabul ediyoruz. YPG’nin söylemi bugün sadece Türkiye için değil aslında Suriye için de bir tehdit. Her ne kadar ülkenin toprak bütünlüğüne saygı duyuyoruz diyorlarsa da bugün bakıyorsunuz ülkenin Arap nüfusun çok fazla olduğu bölgelerin yüzde otuzunu elinde tutuyor. Bu bölgelerde Suriye halkına ait olan petrol kaynakları var. Ondan sonra tahıl ambarı bu bölgelerde. YPG bunların üstüne oturmuş vaziyette. Bu durum Suriye halkı için de son derece olumsuz bir ortama yol açmıyor mu ? Ülkeye ait servetin üstüne oturuyorlar. Sonra da Suriye’nin geleceğiyle ilgili olarak biz bugünkü yönetimden geriye gidecek hiçbir şeyi kabul etmeyiz filan gibi böyle tek taraflı birtakım açıklamalarda bulunuyorlar. Halbuki Suriye’nin geleceğini yani Suriye halkını oluşturan unsurlardan biri değil, tamamının bir araya gelip kararlaştırılması lazım. Bütün bunlar önümüzdeki dönemde ele alınıp herkesi tatmin edecek şekilde çözüme ulaştırılması gereken konular.”

Türkiye-Suriye görüşmeleri başlarsa Türkiye’deki Suriyeli göçmenlerin geri döneceğine dair oluşan beklentinin de gerçekleşmeyeceği kanaatinde Önhon.

Önhon, elverişli koşullar oluşmadan göçmenlerin Suriye’ye geri dönmeyeceğini belirtiyor:

“Bir kere bu çözümün kaynağı Türkiye’de değil, Suriye’de yani meselenin kaynağında. Şimdi orada eğer sığınmacıların dönüşü için elverişli koşullar oluşturulamazsa sığınmacıların böyle toplu halde oraya dönmesini bekleyemezsiniz. Nedir bu elverişli koşullar? Bir kere güvenlikleri garanti altında olacak, döndüklerinde başlarının üstünde bir çatı olacak, aş olacak, işi olacak, hastane olacak, sağlık ihtiyaçları karşılanacak… Bütün bunlar olmadığı takdirde neden dönsünler? Bir de Türkiye’de hakikaten gayet iyi şekilde bakılıyorlar ve bir çok avantajlara da sahipler.”

Öte yandan Önhon, Suriye’de tüm Suriyelilerin oy kullanabilecekleri bir seçimde yurt dışında Esad’a karşı olan 7 milyon Suriyelinin oy kullanmasını Esad’ın kabul etmeyeceği düşüncesinde.

“İşin öbür tarafı da yurt dışına çıkan bu insanların büyük çoğunluğu kaçmak zorunda kalanlar. Yani duygu olarak Esad’a yakın değiller. Esad’a karşı bilenmişlikleri de var, o da biliyor bu durumu. Zaten Suriye’de durum parlak değil, ekonomi kötü, bir sürü muhalif unsur hala ortada ve gayet faal. Tüm bunların üzerine Esad 7 milyon sığınmacıyı geri getirmek ister mi? Bana göre istemez. Şimdi diyoruz ki yeni anayasa için bütün Suriyelilerin oy kullanabilecekleri bir seçim yapılması gerekiyor. Çok adaylı bir seçim olması gerekiyor başkanı yeniden seçmek için…Şimdi buna bütün Suriyeliler dediğinizde yurtdışındaki 7 milyon Suriyeliyi de katmalısınız. Bu yedi milyonun büyük kısmı Esad’a karşı olan ya da haz etmeyen insanlar. O nedenle Esad, bu insanların da oy kullanacağı bir seçimin yapılması ne derece arzu eder? Bu sebeple oradaki koşullar olgunlaşmadan ve güvenlik koşullarının uygun olduğuna kanaat getirmeden giden olmaz.”

Halihazırda yavaş yavaş ilerleyen bir süreç olsa da atılan adımların ve verilen mesajların ılımlı bir etki yaratacağını düşünen Önhon, 911 kilometre ortak sınırınızın olduğu bir ülkede yaşananları artık görmemenin imkansız olduğu görüşünde.

(Kaynak: Eurnews Türkçe)

Paylaşın

80 Milyon Nüfuslu Türkiye’de Banka Kartı Sayısı 316 Milyon

Bankalararası Kart Merkezi (BKM), temmuz ayı kartlı ödeme verilerini açıkladı. BKM’ye göre, temmuz ayı sonu itibariyle Türkiye’de 92,1 milyon adet kredi kartı, 158,6 milyon adet banka kartı ve 65,4 milyon adet ön ödemeli kart kullanılıyor.

2021 yılının temmuz ayı ile kıyaslandığında kredi kartı adedinde yüzde 15’lik, banka kartı adedinde yüzde 11’lik, ön ödemeli kart adedinde ise yüzde 28’lik artış oldu. Toplam kart sayısı ise 316,1 milyon adede ulaşarak geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 15 artış gösterdi.

Kredi kartına yüklenildi

BKM verilerine bakıldığında, kredi kartları, banka kartları ve ön ödemeli kartlar ile temmuz ayında yapılan toplam ödeme tutarı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 109 artarak 316,9 milyar TL oldu. Bu ödemelerin 248,7 milyar TL’si kredi kartları ile yapılırken 62,3 milyar TL’sinde banka kartları, 5,9 milyar TL’sinde ise ön ödemeli kartlar kullanıldı.

Buna göre, kredi kartı ile ödemelerde önceki yılın aynı dönemine göre büyüme oranı yüzde 103, banka kartı ile ödemelerde yüzde 132 olurken ön ödemeli kartlar ile yapılan ödemelerde ise bu oran yüzde 164 olarak gerçekleşti.

Ortalama işlem tutarı 915 lira

Öte yandan MTV’nin ikinci taksitinin ödendiği temmuz ayında, bu ödemeleri de kapsayan ‘kamu-vergi ödemeleri’ alanında, 1 Temmuz-2 Ağustos tarihleri arasında kartlarla 13,9 milyar TL’lik ödeme yapıldı. AA’nın haberine göre, geçen yılın aynı dönemine oranla büyüme yüzde 82, ortalama işlem tutarı 915 TL oldu. Kartlarla yapılan kamu-vergi ödeme tutarının yüzde 66’sında internetten ödeme tercih edildi, yani her 3 TL kartlı kamu-vergi ödemesinin 2 TL’si internetten yapıldı.

Temmuz ayında yabancı kartlarla toplam 44 milyar TL ödeme yapıldı. İşlem başına yapılan kartlı ödeme tutarının ise 965 TL’den 1.628 TL’ye çıktığı görüldü.

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Türkiye’den Suriyeli Muhaliflere ‘Ülkeyi Terk Edin’ Çağrısı

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad arasında görüşme söylentilerinin arttığı dönemde İran basınından dikkat çekici bir iddia geldi.

İran merkezli Tesnim Haber Ajansı’nın haberinde, Türk yetkililerin Türkiye’deki Suriyeli muhaliflerle görüşerek ülkeyi terk etmelerini istediği iddia edildi.

Tesnim’in konuya yakın kaynaklara dayandırdığı habere göre, geçen hafta üst düzey bir Türk yetkilinin Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Başkanı Salim el-Muslat ile yaptığı görüşmede, Ankara’nın Şam ile ilişkileri yenilemeye tamamen kararlı olduğunu ve Suriye muhalefetinin buna uyum sağlaması gerektiğini söyledi.

İddiaya göre Türk yetkili, Suriyeli muhalif gruplarından (göç için) alternatif bir ülke seçmesini ve Türkiye içindeki tüm siyasal ve medya faaliyetlerini durdurmasını istedi.

Son haftalarda Ankara hükümetine yönelik söylemini değiştiren Suriye muhalefetine bağlı medya, “Türklerin ırkçılığını ve Suriyeli göçmenlere yönelik şiddet eylemlerini” sert bir dille eleştiriyor.

Suriye muhalefetine bağlı medya gruplarının bu davranışı Ankara’nın baskısı sonucu Türkiye’deki yayınlarını durdurmak zorunda kalan Müslüman Kardeşler’in yayın organlarının tutumuna benzediği dikkat çekti.

Bilgi sahibi kaynaklara göre, söz konusu görüşmede Suriyeli muhalif grupları Ankara’nın ülkeyi terk etme emrini kabul etti.

Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu (SMDK) Başkanı Salim el-Muslat’ın, Suudi Arabistan’ı önerdiği belirtildi.

Alternatif ülke için Ürdün’ü teklif eden Suriye Geçici Hükümet Başkanı Abdurrahman Mustafa, grubun faaliyetlerinin Ürdün’de de sınırlı olacağını itiraf etti.

Paylaşın

Dokuz Yılda En Az 556 Çocuk Çalışırken Hayatını Kaybetti!

İstanbul Silivri’de bir sitenin inşaatında çalıştığı belirtilen 15 yaşındaki Ali Koç, 6’ncı kattan düşerek hayatını kaybetti. Olay önceki gün Yeni Mahalle Varnalı Caddesi’nde bulunan inşaatta meydana geldi. 15 yaşındaki Ali Koç belirlenemeyen nedenle 6’ncı kattan aşağı düştü.

Haber verilmesi üzerine olay yerine sağlık ve polis ekipleri sevk edildi. Sağlık ekipleri tarafından hastaneye kaldırılan Ali Koç, yapılan tüm müdahalelere rağmen kurtarılamayarak hayatını kaybetti. Koç’un cansız bedeni, otopsi için Adli Tıp Kurumuna götürüldü.

Silivri İlçe Emniyet Müdürlüğü ekipleri tarafından mühendis Mustafa A., 18 yaşından küçük çocuğu çalıştırmaktan dolayı gözaltına alındı. Mustafa A. emniyetteki işlemlerinin ardından Silivri Adliyesi’ne sevk edildi. Öte yandan inşaat firmasının sorumluları ile belediye görevlilerinin de aralarında bulunduğu bazı kişilerin Silivri Emniyet Müdürlüğü’nde ifadelerine başvurulduğu öğrenildi.

silivirininsesi.com’da yer alan habere göre ise Varnalı Konutları’nın projesi olan inşaat SİYTAŞ ve Saral İnşaat tarafından yapılıyordu.

İşyeri yönetiminin bilgisi var

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Uzmanı Ertuğrul Bilir, BirGün’den Asena Tunca‘ya yaptığı değerlendirmede şunları söyledi: “Bu iki boyutlu bir sorun. İlki çocukların çalışmak zorunda kalması. Türkiye halen çok sayıda çocuk işçinin çalıştığı ve çocukların çalışmak zorunda kaldığı bir ülke. Sömürge kültürü ve gelir dağılımındaki eşitsizlik çocukları bu duruma getiriyor. Özellikle yoksul ve kırılgan kesimlerdeki çocuklar bu zorunlulukla sıkça karşı karşıya kalıyor. İkinci boyut ise bu çocukların çalıştırılabiliyor olması. İnşaat sektöründe herkes sahaya giremez. Bu son örnekte görünen o ki işyeri yönetiminin bilgisi var ve çocuk işçi çalıştırıyor.”

İş cinayetinin ardından mühendisin gözaltına alındığını aktaran Bilir, “Mühendis aynı zamanda inşaatın müteahhidi veya yönetiminden biri değilse temel kararları mühendis veremez. Esas sorumlu işverendir. Çocuk iş cinayetlerinin de ötesinde yüksekten düşerek yaşamını yitirme hayli yaygın. Sermaye sahipleri olanakları kullanmıyor. İşveren işçiyi kendi dikkatine teslim ediyor. Her gün en az 5-6 işçi iş cinayetlerinde hayatını kaybediyor. Patronlar önlem almıyor, işçileri kaderine terk ediyor. Bundan kurtulmak her düzeyden emekçinin örgütlenmesi ile olacaktır” diye konuştu.

Avrupa’nın en kötüsüyüz

DİSK Dev Yapı İş Denetim Kurulu Üyesi Haydar Baran “Çocuk işçi çalıştırmada Avrupa’da en kötü durumda olan ülke konumundayız. Dünyada ise ilk 10’dayız. Çocuk işçilik oldukça yaygın. Kayıtlı ve kayıt dışı çalışan çocuk işçi sayısı çok fazla. Kayıtlı olmayanlar zaten işyerinde hayalet konumunda. Avrupa’da en fazla iş kazası yaşanan ülke Türkiye” dedi.

“İş cinayetlerinde çalışma koşulları, kayıt dışı çalışma, kar hırsıyla işçinin can güvenliğinin görmezden gelinmesinin yanında en büyük etki sahibi denetim yapmayan devlet organlarıdır” vurgusu yapan Baran, “Sigortasız işçi Türkiye’nin büyük bir sorunu. En yaygın görüldüğü alan ise inşaat. İnşaatlarda sigortalı işçi çok az” diye kaydetti.

Baran, “Kalıp, beton atma, çivi sökme gibi işlemler dahil hepsini çocuklar da yapıyor. Patronun umurunda değil. Çocuk işçi patronun gözünde ucuz işçidir. Asgari ücretin altında, prim derdi olmadan emeği sömürüyorlar” ifadelerini kullandı.

Sermaye ve patron korunuyor

“Emek korunmuyor, sermaye ve patron korunuyor. Bizim devlet yetkililerimiz ucuz işçi çalıştırmakla övünebiliyor. Bu zihniyet değişmedikçe iş cinayetleri değişmez” diyen Baran, “çocuk işçilik hem insani hem ahlaki olarak yasaklanmalıdır. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bu konuyu çok özel bir çalışmayla gündeme almalıdır. Çocuk işçi çalıştıran patronlara yüklü miktarda yaptırım uygulanmalı. Sorumlu yönetenlerdir” diye kaydetti.

Baran, “Sendikal mücadele mutlaka verilmelidir. Emeğin korunması sağlanmalıdır. Çocuk işçiliği önlemek ve insani koşulları elde etmek için örgütlenmek ve özel bir çabayla mücadele etmek gerekir” dedi.

9 yılda 556 çocuk

Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) yayınladığı 2019 yılı raporuna göre, 5-17 yaş arası çocuk işçi sayısı 720 bin. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin (İSİG) 2021 yılı raporuna göre iş cinayetlerinde yaşamını yitiren çocuk sayısı 62 iken, 2022 yılı ilk 7 ayda iş cinayeti sonucu hayatını kaybeden çocuk sayısı 39. İSİG Meclisinin verilerine göre son dokuz yılda en az 556, AKP’li yıllarda en az 811 çocuk çalışırken hayatını kaybetti. İSİG Meclisinin son 9 yılda iş cinayetlerinin iş kollarına göre dağılımına göre tam 57 çocuk inşaat, yol, iş sektöründe çalışırken yaşamını yitirdi.

Paylaşın

Türkiye, Çalışanlar İçin En Kötü 10 Ülkeden Biri

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun (ITUC) 148 ülkeyi kapsayan Küresel Haklar Endeksi’ne göre Türkiye 2022 yılında çalışanlar için en kötü 10 ülkeden birisi. Değerlendirme işçi haklarına göre yapılıyor.

Endekse göre Türkiye’nin dışında işçiler için en kötü diğer ülkeler şunlar: Belarus, Brezilya, Kolombiya, Mısır, Myanmar, Filipinler, Esvatini ve Guatemala. Rapora göre Türkiye’nin en kötü 10 ülke arasında yer almasının sebebi: grev yasakları, sendikacıların tutuklanması ve sistematik sendika düşmanlığı.

Uluslararası Sendikalar Konfederasyonu’nun geleneksel yıllık raporu, 148 ülkede işçi haklarının durumunun fotoğrafını çekiyor. Rapor işçi hakları ve çalışma hayatına dair uygulamalara bakılarak hazırlanıyor. Geçtiğimiz yıl da en kötü 10 ülkeden birisi olan Türkiye’nin yeri 2022’de de değişmedi. Endeks ülkeleri 5+1 gruba ayırıyor: 1,2,3,4,5 ve 5+. İşçi hakları açısından en iyi grup 1. En kötü grup ise 5 numara. 5+ ise hukukun üstünlüğü ilkesi bulunmadığından işçi haklarının garanti altına alınamadığı ülkeleri gösteriyor.

Türkiye 5. Grupta yer alıyor. 5. Grup “işçi haklarının garanti altında olmaması” anlamına geliyor. 5. Grupta Türkiye’nin dışında Irak, İran, Pakistan ve Çin gibi ülkeler de yer alıyor. Endeks bunların içinden en kötü 10 ülkeyi tespit ediyor. 4. grup hakların sistematik ihlalini; 3. grup hakların düzenli ihlalini, 2. Grup hakların ihlalinin tekrar edilmesini ve 1. Grup ise ara sıra hak ihlalini gösteriyor.

İşçi hakları için en iyi ülkeler: Almanya da listede

Endekste 1. Grupta 9 ülke yer alıyor. Bunlar işçi haklarının en iyi olduğu ülkeler. Hepsi de Avrupa ülkesi. Almanya da bunlarda birisi. Diğer ülkeler ise şöyle: Avusturya, Danimarka, Finlandiya, İzlanda, İrlanda, İtalya, Norveç ve İsveç. ITUC raporunda dünyada yükselen enflasyona ve ekonomik duruma vurgu yaparken “İşçi hakları çöküyor” ikazı yaptı. ITUC Genel Sekreteri Sharan Burrow, dünya genelinde yaşanan ekonomik durumu ‘çoklu ve olağanüstü krizler’ olarak nitelerken “İşçiler bu krizlerin ön saflarında” dedi.

Türkiye’de yasaklar ve baskılar sürüyor

Rapor en kötü 10 ülkeden her birisini ayrı ayrı sayfada masaya yatırdı. Rapor Türkiye ile ilgili bölümünde “grev yasakları”, “sendikacıların tutuklanması” ve “sistematik sendika düşmanlığı”na dikkat çekti. Raporda yer alan tespitler şöyle:

“Türkiye’de 2022 yılında da işçi hakları ve özgürlükleri ihlal edilmeye devam etti. Protestolara polis müdahalesi ve sendikacılara yönelik baskılar ve tutuklamalar dikkat çekti. 2021 yıl 1 Mayıs’ında 212 kişi gözaltına alındı.” Rapora göre işverenler de sistematik bir şekilde sendika düşmanı uygulamalara devam etti ve örgütlenmeye çalışan işçileri işten attı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

“Şam-Ankara Diyaloguna Suriye’den Çok Türkiye Ve Rusya Muhtaç”

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile Esad arasında görüşme söylentileri ve Dışişleri Bakanlığı seviyesindeki bazı temaslarla birlikte iktidar, Suriye politikalarının değiştiği sinyalini veriyor.

Peki, gerçekte değişen bir şey var mı? Zira Erdoğan’ın tüm bunlar çerçevesinde hala Suriye’ye saldırı politikası da devam ediyor. Hatta bu operasyon için Astana’dan Soçi’ye “yeşil ışık” aradı. En son Putin “Esad ile çözün” dedi ve Erdoğan da rotasını oraya çevirdi. Peki, rotasını Suriye’ye çeviren Türkiye’nin yakın bir gelecekte veya daha geniş bir tabloda “Kürtlere karşı” bir mutabakat sağlaması mümkün mü? Ya da Erdoğan’ın yeşil ışık yakılmayan temaslarından sonra yine de bir askeri harekata kalkışması olası mı?

İktidarın bu değişen ya da özünde değişmeyen politikalarını HDP Onursal Başkanı, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi (AKPM) Onursal Üyesi Ertuğrul Kürkçü, ANF’ye değerlendirdi.

Aktarıyoruz.

Son zamanlarda Erdoğan’ın Suriye’ye yönelik bir ‘harekat’ için ‘yeşil ışık’ aradığı fakat istediğini bulamadığı bir süreç yaşandı. Ancak Erdoğan hala bu saldırıyı yapacağını söylüyor ve bir yandan Esad ile de ‘normalleşme’ sinyalleri veriyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Erdoğan, Suriye konusunda Astana ve Soçi’de hem İran hem de Rusya tarafından kuvvetle sıkıştırıldı. Erdoğan’a Suriye’ye yönelik bir askeri harekat izni verilmeyeceği açıkça ifade edildi ve bu konudaki görüşler de saklanmadı. Sadece Erdoğan’la da konuşmadılar, kamuoyuna da açıklama yaptılar. Diğer yandan Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Avrupa Birliği (AB) ve Birleşmiş Milletler (BM), yani dünyanın bütün büyük güçleri Erdoğan’ı böyle bir hamleden kaçınması için uyardı.

Kuvvet dengesi önceki birkaç yıla oranla değişmişti, Suriye’nin, özellikle Türkiye’den gelecek saldırılar karşısında daha kararlı bir duruş sergileme zorunluluğu ortadaydı. Bütün bunları dikkate almadan Türkiye’nin bir askeri harekat yapması halinde kaotik bir durum doğacağı, bütün kuvvetlerin devreye gireceği ve bir anda Ortadoğu’nun, sonucu öngörülemez bir biçimde karışması ihtimali de gündemdeydi. O yüzden bütün güçler Erdoğan’ı bu konuda caydırmaya çalıştı.

Ancak Erdoğan, hem Putin’in gösterdiği sınırlar dahilinde hareket edeceğine söz vermiş olmasına, hem BM Güvenlik Konseyi’nin Suriye’deki çatışmaları durduran kararına hem de Astana süreçlerinden dolayı hukuken de eli bağlanmış olmasına rağmen “13’üncü Büyükelçiler Konferansı”nda kendini tutamadı ya da tutmadı ve önceden istila edilmiş olan Minbic, El-Bab, Efrîn, Gîre Spî, Serêkaniyê cephelerinin arasında kalan bölgeleri da alıp “bu cepheleri birleştirerek güvenlik kuşağını oluşturacağız” dedi.

Ben açıkçası Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov’un önceki gün Suriye Dışişleri Bakanı ile Moskova’daki ortak basın toplantısında yaptığı konuşmasından yola çıkarak, Türkiye’nin kuvvetinin Erdoğan’ın dediğini yapmaya yetmediği ve o açıdan bu hamleyi yapamayacağı kanısındayım.

İkincisi; Erdoğan Kürt meselesinin büyüklüğü, tarihsel boyutları, toplumsal kapsamı vesaire dolayısıyla da sözünü ettiği askeri harekatla burada stratejik bir sonuç elde etmeyi değil, bu harekatı, sürüncemede bırakarak bir siyasi fırsata çevirmeyi düşünmüştü. Seçimler öncesinde “oyun kurucu lider”, dünyanın merkezinde duran kahraman, Ukrayna-Rusya arasındaki “barış güvercini” imajına, şimdi de “savaş ustası” imajını eklemeyi umuyordu. Ama askeri olarak anlamsız ve yararsız bir harekatın getireceği politik, diplomatik külfetler, kayıplar ve olası büyük kargaşalıklar dolayısıyla büyük güçler, Erdoğan Türkiye’sinin önünü kesti, o da kendisine tanınmış sınırlı hareket alanıyla yetinmek zorunda kaldı.

Bu tamamen Türkiye’nin önünün kesildiği ve Suriye sahasının onun için değiştiği anlamına mı geliyor?

Suriye’de stratejik kuvvet dengesinin değişimi Türkiye için mümkün bütün taktik hatların değişmesi anlamına gelmiyor. Türkiye bu taktik hatları hep takip etti. Bu uluslararası yayınlarda da yer aldı. Bu yılın başından beri, birçok yorumda Türkiye’nin Suriye’ye büyük ölçekli bir askeri güç yığamayacağı, ancak bu “güvenlik kuşağı” dediği bölgede, “temizlik” gerçekleştirebilmek için SİHA ve topçu saldırılarına başvuracağı iddia edildi.

Öte yandan Türkiye’nin bu taktik konumlanışına Rusya’nın ve ABD’nin bir itirazı yok. Konuyu izleyen bütün uzmanlar Amerika’nın da, Rusya’nın da Ankara’ya SİHA ve obüslerle sürdürülen bu saldırılar için yol verdiğini düşünüyor. Yani Ankara’nın kara harekatı talebinin önünü kesmek, tabir yerindeyse “gazını almak” için bir önlem olarak bu yolun açıldığını düşünüyorlar. Şahsen ben de bunun gerçekçi ve durumu açıklayan bir yorum olduğunu düşünüyorum.

Nitekim geçtiğimiz günlerde PYD (Demokratik Birlik Partisi) yönetiminden Ahmet Hoca da Şarkulavsat’a verdiği demeçte bunları söyledi. Gerçi Hoca, ABD’den ziyade daha çok Rusya’ya yönelik eleştiriler dile getirdi. Bunda da kısmen haklı sayılabilir. Çünkü Fırat’ın doğusunda da batısında da hava sahası Rusya’nın kontrolünde; buna rağmen savaş uçakları Fırat’ın doğusunda hava saldırıları yaptılar ve Rusya bunlara ses çıkarmadı. Gerçi Lavrov’un son çıkışının bununla da ilgili olduğunu düşünebiliriz; çünkü bu saldırıda Suriye birlikleri de kayıp verdi. Öte yandan bu çerçevede bütün tarafların gördüğü gerçeği bizim de anlamamız icap ediyor.

Nedir bu gerçek?

Kuvvet dengesi yeniden elverişli hale gelinceye kadar Erdoğan ne kadar sınırlı imkanlarla yetinmek zorunda olursa olsun, “esip gürleme”lerini yine de ciddiye almak gerekirdi. Tezkereler Meclis’ten geçirildi, sadece Erdoğan’ın emriyle, başka bir meclis kararı gerekmeksizin de Suriye’ye asker sevk etme yetkisi elindeydi. Diyelim ki uluslararası güçlerin uyarıları dolayısıyla TSK güçleri sınırları geçmediler ama yığınak yaptılar sınıra. Hatta devşirme cihat ordusu da ateşkes hatlarının gerisinde epey yığınak yaptı. Fakat sadece saldırı emri gelmedi.

Ama bu kimseyi ferahlatmamalı. SİHA akınları dolayısıyla hem Güney Kürdistan’da hem Batı Kürdistan’da sivil halka yönelik kapsamlı suikastlar ve katliamlar gerçekleşti. Erdoğan’ın bu heyheylenmesinin bedeli hem sivil kayıplara hem de Suriye’de meşru varlığını sürdüren SDG’nin de kayıplarına yol açtı. Şu ana kadar Türkiye, SİHA saldırılarında “büyük ödül” listesine koyduğu insanlardan hiçbirini “tesirsiz hale” getiremedi ama hayatına kastedilenler “asıl hedef” olsun ya da olmasın, katledilen hiçbir insan ne geri gelir ne yeri doldurulur. Bu yüzden Kürt halkına ve mücadele güçlerine verilmiş ciddi bir kayıp var ortada. Yani bu taktik harekatın askeri açıdan kısa vadeli bir karşılığı olmasa da uzun ve orta vadede yıpratıcı bir sürecin parçası olmaya devam ediyor.

Putin’in Erdoğan’a “Esad ile çözün” dediği biliniyor. Zira Erdoğan da rotasını Esad’a çevirdi. Peki, kısa vadede değil ama uzun bir süre zarfında Esad ve Erdoğan’ın Kürtlere karşı bir mutabakat sağlaması olası mı sizce?

Nesnel olarak bütün devletler Kürtlere karşı mutabakat içinde. Kendini “asli millet”, “hakim millet” olarak kabul eden hiçbir devlet bu anlamda sınırlı bir özerkliğe bile hoşgörü ile bakmıyor. İran, Irak, Suriye ve Türkiye birbirleriyle savaşsalar da Kürtlerle savaşlarını sürdürmekten asla vazgeçmiyor. Bu çerçevede ben de “en kötü” zamanda bile Türk ve Suriye istihbaratlarının temasta olduklarını düşünüyorum. Elbette elimde bir kanıt yok ama, öngörüde bulunmak zor değil. Bu manada Türkiye’nin bütün fırsatları değerlendirdiğini anlıyoruz ve zaten Erdoğan da “görüşüyoruz” diyerek bunu teyit etti. Fakat şimdi Suriye güçlendi, ayaklanmayı bastırdı. Türkiye’nin kışkırttığı ve silahlandırıp donattığı “isyancılar”ı İdlib’e sıkıştırdı. Dünya kamuoyunun dikkati ve vicdanı bunu kaldıracak olsun, İdlib’de çok büyük bir sivil nüfusu da ortadan kaldırmaya hazır halde Suriye ordusu.

O yüzden eli güçlenmiş olan Şam, “Türkiye, Suriye topraklarını terk etmeden liderler düzeyinde bir müzakere yapmayacağız” dedi. Fakat bu el altından müzakerelerin olmayacağı anlamına gelmez. Nitekim Lavrov’un son açıklamalarında buna da değiniliyordu. “Bırakın Suriye Kuzey ve Doğu’daki özerk yönetim alanlarında kendisini yeniden kursun. Bu, sorunu sizin için çözer. Niçin kendinizi yoruyorsunuz” demeye getiriyordu Lavrov. Dolayısıyla Türkiye bir şekilde Suriye toprağındaki iddialarından vazgeçmedikçe Esad-Erdoğan seviyesinde bir görüşme olacağını ben düşünmüyorum. Nitekim Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da “Şanghay İşbirliği zirvesinde görüşme olmayacak, zaten Esad oraya davetli değil” dedi. Yani kısa vadede böyle bir liderler arası mutabakat olmayacak.

Fakat Türkiye, Rusya’nın eline kalmış durumda. O açıdan baktığımızda özellikle seçim koşulları sıkıştırdıkça Rusya’nın ittirmesiyle Suriye’yi tanımaya, Suriye yönetimini pohpohlamaya, Suriye’yle ilişkileri iyileştirmeye yönelik kimi adımlara sürüklenmeye açık olacaktır. Ben böylesi temaslara Suriye’den çok Türkiye’nin ve Rusya’nın muhtaç olduğunu düşünüyorum. Çünkü Suriye artık sırtını sağlam yere dayamış durumda. Rusya’nın ise Batı’ya karşı, Türkiye’yi yanında göstermeye ihtiyacı var. O yüzden Türkiye’ye yardımcı olmaya mecbur. Türkiye açısından da başına almış olduğu büyük dert dolayısıyla Suriye’de Rusya’nın gösterdiği yoldan ilerlemek dışında önünde çok fazla seçeneği yok.

Paylaşın

Vatandaşların Tasarruf Tercihinde İlk Sırada Sürpriz

ING Türkiye, kentsel yerleşim bölgelerinde yaşayan yetişkin bireylerin tasarruf eğilimlerini izlemek amacıyla 2011 yılından bu yana IPSOS iş birliğiyle gerçekleştirdiği Türkiye’nin Tasarruf Eğilimleri Araştırması’nın (TTEA) 2022 yılı ikinci çeyrek sonuçlarını açıkladı.

Dünya gazetesinin aktardığına göre, tasarruf sahipliği oranı yüzde 19’a çıkarak 2021’in üçüncü çeyreğinden bu yana yükseliş trendini sürdürdü.

Ayrıca, tasarruf sahibi olmayan, ancak yakın gelecekte tasarruf yapmayı planlayanların arasında ise önümüzdeki 3 ay içerisinde tasarruf edeceğini belirtenlerin oranı 4 puanlık artış ile yüzde 20’ye yükseldi. Tasarruf sahipleri içinde düzenli tasarruf yapanların oranında dikkat çekici bir artış yaşandı ve ikinci çeyrekte 7 puan yükselerek yüzde 67’ye ulaştı.

Tasarruf yapanların, tasarruf yapma gerekçeleri arasında “geleceğe yatırım” unsuru yüzde 54 ile ilk sırada yer alırken, ikinci sırada yer alan “çocuklarım için” gerekçesi ise bu çeyrekte yüzde 27’ye yükseldi.

Tasarrufu olanların tasarruf araçları tercihlerine bakıldığında 2022 ikinci çeyrekte Bireysel Emeklilik Sistemi (BES) 8 puanlık artışla yüzde 24’e ulaşarak ilk sırayı aldı. BES’i yüzde 22 ile yastık altı altın ve nakit, yüzde 13 ile sistem içi altın ve yüzde 11 ile TL Vadeli Hesap takip etti. Kripto para ise bir önceki döneme göre 4 puanlık düşüş ile yüzde 6 seviyesine geriledi.

Kripto parayı büyük çoğunluk biliyor

Türkiye’nin Tasarruf Eğilimleri Araştırması’nın 2022 yılı ikinci çeyreğinde katılımcılara, internet kullanımı, kripto para, NFT, Fintech ve Metaverse gibi teknolojilerin bilinirliği soruldu. Araştırmaya göre, katılımcılarda evde ya da mobil telefonda internet kullanımı yüzde 92 oranında oldu.

Sonuçlara göre, kripto para toplumun yüzde 86’sı tarafından ismen bilinirken, bu teknoloji hakkında kısmen ya da oldukça bilgili olanların oranı ise yüzde 34 oldu. Kripto para hariç diğer yeni teknolojilerin bilinirliği ise daha düşük. Araştırma sonuçlarına göre, NFT yüzde 29, Metaverse yüzde 37, Fintech ise yüzde 35 oranında ismen biliniyor. Bu teknolojileri iyi ve kısmen bilenlerin oranı ise yüzde 15’in altında gerçekleşti.

Metaverse’te yatırım hevesi öne çıkıyor

Metaverse konusunda çok iyi ve kısmen bilgili olanların yarısı Metaverse’ü kullanma eğilimi taşımıyor. Bu teknolojiyi bugüne kadar en az bir defa kullanmış ve kullanmaya da devam edecek olan bireylerin oranı yüzde 11 olurken, bu grubun yüzde 5’i daha önce kullandığını, ama kullanmaya devam etmeyeceğini belirtiyor. yüzde 32’lik bir kesim ise henüz kullanmamış ama gelecekte kullanma niyetinde.

Metaverse’ün kullanım nedenleri arasında ise en çok öne çıkan başlık “yatırım yapmak”. Metaverse kullanan ya da kullanma niyetinde olan her iki kişiden biri Metaverse üzerinden yatırım yapma niyeti taşırken, ardından yüzde 23 ile alışveriş, yüzde 22 ile sosyalleşmek, yüzde 19 ile oyun geliyor. NFT konusunda bilgisi olan bireylerin ise yüzde 7’si bugüne kadar NFT yatırımı yapmış durumda. NFT konusunda bilgisi olanların yüzde 10’u ise şu anda sahip olmasa da NFT yatırımı yapma niyetinde olduğunu belirtti.

Paylaşın

Üçlü Zirve Sonuçsuz Kaldı

Türkiye, Finlandiya ve İsveç tarafından 28 Haziran’da Madrid’de gerçekleştirilen NATO zirvesinde imzalanan mutabakat çerçevesinde kurulan Daimi Ortak Mekanizma, ilk toplantısını bugün Finlandiya’nın başkenti Helsinki’de gerçekleştirdi.

Haber Merkezi / Daimi Ortak Mekanizma toplantısında Türk heyetine Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü Büyükelçi İbrahim Kalın ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Büyükelçi Sedat Önal, İsveç heyetine Başbakanlık Devlet Sekreteri Oscar Stenström, Finlandiya heyetine Dışişleri Bakanlığı’da Daimi Devlet Sekreteri Jukka Salovaara başkanlık etti.

İsveç ve Finlandiya, Türkiye’ye taahhüt ettiği konularda henüz somut adım atmazken toplantı sonrası ele alınan konularla ilgili yapılan açıklamada şu ifadelere yer verildi;

“Finlandiya ve İsveç, Üçlü Muhtıra’da kayıtlı; terörizmin tüm biçim ve tezahürleriyle mücadelede Türkiye’yle tam dayanışma ve iş birliği sergileyecekleri, PKK terör örgütü başta olmak üzere milli güvenliğine yönelik tüm tehditlere karşı Türkiye’ye tam destek verecekleri, PYD/YPG ve FETÖ’ye destek sağlamayacakları yönündeki taahhütlerini yineledi. Mekanizma kapsamında ele alınan konularda somut ilerleme kaydedilmesi için ilgili kurumlar arasında teknik düzeyde iş birliğinin yoğunlaştırılması konusunda mutabık kalındı.”

Türkiye, Finlandiya ve İsveç arasında 28 Haziran’da Madrid’de gerçekleştirilen NATO zirvesinde imzalanan anlaşmada ise şu ifadelere yer verilmişti:

“Ülkeler Washington Antlaşması’nda belirtilen ilkelere ve değerlere bağlılıklarını ifade ederler. İttifakın en temel unsurlarından biri, üye devletlerin milli güvenliğinin yanı sıra uluslararası barış ve istikrara doğrudan tehdit teşkil eden terörizmin tüm biçim ve tezahürleriyle mücadelede tam dayanışma ve iş birliğidir. Müstakbel NATO müttefikleri olarak Finlandiya ve İsveç, milli güvenliğine yönelik tüm tehditlere karşı Türkiye’ye tam destek verirler. Bu çerçevede, Finlandiya ve İsveç, PYD/YPG ve Türkiye’de FETÖ olarak tanımlanan örgüte destek sağlamayacaklardır. Türkiye de milli güvenliklerine yönelik tüm tehditlere karşı Finlandiya ve İsveç’e tam destek verir”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, imzalanan anlaşma sonrası yaptığı açıklamada “İsveç ve Finlandiya ile mutabakatta yer alan uygulamaları takip edip, adımlarımızı buna göre atacağız. İsveç’in verdiği sözü şudur, 73 teröristin Türkiye’ye iadesi sağlanacak” ifadelerini kullanmıştı.

Paylaşın

Nebati’den ABD’nin Mektubu Hakkında Açıklama: Endişe Yaratması Anlamsız

Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, ABD’den Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’ne (TÜSİAD) yapılan “Rusya” uyarısı hakkında değerlendirmede bulundu. Nebati’ye göre mektubun endişe yaratması anlamsız.

Bakan Nebati, sosyal medya hesabı Twitter’dan yaptığı paylaşımlarda şu ifadeleri kullandı:

“Türk iş dünyası örgütlerine iletilen mektubun iş çevrelerimizde bir endişe yaratması anlamsızdır. Türkiye dünyanın en önemli siyasi ve ekonomik güç merkezlerinden biridir. İş dünyamız devletinin gücünü her zaman yanında hissetmelidir.

Müttefikimiz ve ticaret ortağımız ABD’nin, işletmelerini, ekonomimize yatırım yapmaya davet ettiğini görmekten memnuniyet duyuyoruz. Ülkemiz, müttefikleriyle birlikte küresel ve bölgesel zorluklara karşı, ortak çaba sarf etmeye ve işbirliğini güçlendirmeye önem veriyor.

Ayrıca komşularımızla, başta turizm olmak üzere çeşitli sektörlerde, yaptırımlara konu olmayan çerçevede, ticari ve ekonomik ilişkilerimizi geliştirmeye kararlıyız.

Türkiye ekonomisinin tüm aktörleri, serbest piyasa ekonomisi ilkelerine bağlıdır. Küresel ticarette daha fazla pay sahibi olmaya çalışmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti hükümeti bu yolda iş dünyasının yanındadır.

Barışı ve daha fazla ticareti hedefleyen diplomasimizle iş insanlarımızın küresel ekonomide daha önemli bir rol oynaması için güçlü bir inisiyatif ortaya koyuyoruz.

Türk iş dünyası gerek iş ahlakı gerekse hızlı çözüm üretme yeteneği ve esnekliğiyle nice başarılara imza attı ve atmaya da devam edecek.

ABD Hazine Bakanlığı’nın Türk iş dünyası örgütlerine gönderdiği mektupta da belirtildiği üzere, Türk işletmeleri dünyadaki en yenilikçi şirketler arasında yer alıyor ve önemli zorlukların üstesinden gelerek büyümeye devam ediyor.”

Ne olmuştu?

Wall Street Journal’da yayımlanan bir haberde ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Wally Adeyemo’nun TÜSİAD’a gönderdiği mektupta, yaptırım uygulanan Ruslarla çalışmama konusunda uyardığı aktarıldı.

WSJ, mektup ile ilgili olarak Ankara’ya danıştığını fakat Dışişleri Bakanlığı’ndan konuya ilişkin açıklama gelmediğini ifade etti.

TÜSİAD daha sonra yazılı bir açıklama yaparak haberi doğruladı.

Açıklamada, “Bugün çeşitli basın organlarında yer aldığı üzere, ABD Hazine Bakanı Yardımcısı Adewale Adeyemo’nun, Rusya’ya yönelik yaptırımlar kapsamında, yaptırım uygulanan kişi ve kuruluşlar ile kurulabilecek ilişkilerin Türkiye’de faaliyet gösteren şirketlere de yaptırım riski olarak yansıyabileceğine yönelik mektubu TÜSİAD’a da iletilmiştir” denildi.

TÜSİAD, mektubun Dışişleri Bakanlığı, Hazine ve Maliye Bakanlığı ve Ticaret Bakanlığı ile paylaşıldığını kaydetti.

Gazeteye göre, TÜSİAD’a da gönderilen mektupta şu ifadeler yer alıyor: ABD tarafından yaptırım uygulanan kişilere maddi destek sağlayan her kişi veya kuruluş, ABD yaptırımları riski altındadır.

WSJ’ye göre Adeyemo mektupta, Türk bankalarının, ABD bankalarıyla bağlarını sürdürürken, yaptırım uygulanan Rus bankalarıyla muhabir banka ilişkisi kuramayacaklarını da belirtti: Yaptırım uygulanan Ruslarla ilişkilerin Türk finans kurumlarını ve işletmelerini yaptırım riskine maruz bırakabileceğini lütfen unutmayın.

Paylaşın

Türkiye-Suriye Yakınlaşmasına ABD’den Tepki: Desteklemiyoruz

Türkiye ile Suriye arasında son dönemde gündeme gelen olası diyalog konusunda ABD’den ilk kez bir açıklama yapıldı. ABD Dışişleri Bakanlığı, Türkiye’nin veya diğer bölge ülkelerinin Beşar Esad yönetimiyle ilişki kurmasına karşı olduklarını duyurdu.

Açıklama, bakanlığın günlük basın toplantısında ABD Dışişleri Sözcü Yardımcısı Vedant Patel’den geldi. Gazeteci Elizabeth Hagedorn, ABD’li sözcüye şu soruyu yöneltti:

“Türk yetkililerin son dönemde Şam’la nihayetinde bir uzlaşmayı ima eden açıklamaları konusundaki tepkinizi merak ediyorum. Son olarak, Türkiye’nin Dışişleri Bakanı Suriye hükümeti ile diyalog için hiçbir ön şartları olmadığını söyledi. ABD’nin Suriye rejimi ile normalleşme konusundaki pozisyonu düşünüldüğünde, bu son söylemleri nasıl görüyorsunuz?”

‘Desteklemiyoruz’

ABD’li sözcü, kendilerinin Esad yönetimiyle normalleşmeyi planlamadıklarını ve başka ülkelerin de bunu yapmasını desteklemediklerini söyledi:

“Sorunuz için teşekkür ederim. Öncelikle, daha önceden de söylediğimiz gibi şunu tekrar edeceğim; Türkiye önemli bir NATO müttefiki ve Ukrayna’daki barbarca eylemleri nedeniyle Rusya’dan hesap sorulmasında hayati bir rol oynadı. Fakat açık olmak gerekirse, Beşar Esad’ı normalleştirme veya rehabilite etme yönündeki çabalara herhangi bir destek beyan etmeyecektir. ABD’nin Esad rejimiyle diplomatik ilişkilerinin seviyesini yükseltme niyeti yok ve ilişkilerini normalleştiren diğer ülkeleri de desteklemiyoruz.

Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırmayacağız veya siyasi çözüm yönünde sahici ve kalıcı bir süreç olana kadar Suriye’de yeniden inşa etmeye karşı çıkmaya devam edeceğiz. Sahici ve kalıcı bir siyasi sürecin yeniden inşa için hem zaruri hem de hayati olduğuna inanıyoruz ve bu alanda bir ilerleme görmedik.

Bölgedeki ülkelere, Suriye halkına son 10 yılda Esad rejimi tarafından yapılan zulmü, rejimin ülkenin büyük bir kısmını önemli insani yardımdan ve güvenlikten mahrum bıraktığını düşünme çağrısı yapıyoruz.”

Ne olmuştu?

Türkiye’den son dönemde Suriye yönetimine diyalog mesajları gelmişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan iki ülkenin istihbarat kurumlarının Suriye’nin kuzeyi konusunda işbirliği içinde olduğunu söylemiş, sonrasında Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu muhalifler ile Şam’ın Türkiye tarafından uzlaştırılması gerektiğini belirtmişti.

Bu sözler Suriye’de Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde tepki çekse de, Erdoğan geçen hafta Ukrayna dönüşünde “Bizim Esed’i yenmek, yenmemek gibi bir derdimiz yok. Devletler arasında siyasi diyalog veya diplomasi kesip atılamaz” demişti. Sonrasında da Çavuşoğlu, Türkiye’nin Suriye ile diyalog için ön şartları olmadığını açıklamıştı.

Suriye Dışişleri Bakanı Faysal Mikdad ise kendilerinin de ön şartları olmadığını ama Türkiye’nin ülkeden çekilmesi gerektiğini söylemişti.

(Kaynak: Kısa Dalga)

Paylaşın