TTB Ve Şebnem Korur Fincancı Neden İktidarın Hedefinde?

TTB’nin son yıllarda neden iktidarın hedefi olduğuna ilişkin soruya insan hakları hukukçusu avukat Kerem Altıparmak, “Bu iktidarın stratejisi, hegomonik bir yönetim tarzı. Sadece devlet kurumlarını değil, sivil ve kamu kurumu niteliğindeki bütün kuruluşlarında iktidarını ele geçirme amacını şey yapıyor. İktidarın mevcut koşullarda, olağan seçimlerde o kurumların yönetimini ele geçirmesi mümkün olmuyor” dedi ve ekledi:

“Bu tür açıklamalar ile bu bir fırsata çevriliyor ve buradan yola çıkarak, ‘yasa değiştirelim, zayıflatalım, bölelim’ deniyor ve böylece sendikalarda yapıldığı gibi şeylere meslek örgütlerini bir şeklide kontrol altına alma niyeti var. Bunun için meselenin Şebnem Korur Fincancı’nın açıklamasını ve onun şahsını aşan bir yönü de var. Bu meslek örgütlerini bir şekilde zapturapt altına almanın bir aracı haline gelecek.”

Son yıllarda iktidar temsilcilerinin sık sık hedef aldığı Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın 26 Ekim sabahı gözaltına alınması tepkilere neden oldu. İnsan Hakları Hukukçusu Kerem Altıparmak’a göre iktidarın meslek örgütlerini kontrol altına almayı amaçlıyor. Altıparmak, Fincancı’nın açıklamasının şiddet içermediği ve ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu vurguladı.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, TSK’nın Kuzey Irak’ta düzenlediği askeri operasyonlar sırasında PKK üyelerine yönelik “kimyasal silah kullanıldığını” savunarak bunun araştırılmasını isteyen Fincancı hakkında 20 Ekim’de soruşturma başlatmıştı.

Ancak başsavcılık, ifadeye davet etmek yerine özellikle Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin tepkisinin ardından gözaltı işlemi uyguladı. Oysa TTB’nin avukatları, 21 Ekim’de savcılığa giderek Fincancı’nın ifade vermeye hazır olduğunu bildirdi.

TTB’nin hükümetin tepkisine neden olan eleştirileri

TTB, 23 Ocak 1953 yılında kabul edilen 6023 sayılı kanunla kurulmuş bir meslek örgütü. Yasada, temel görevi de “Türk Tabipleri Birliği; tabipler arasında mesleki deontolojiyi ve dayanışmayı korumak ve meslek mensuplarının hak ve yararlarını korumak amacıyla kurulmuş kamu kurumu niteliğinde mesleki bir kuruluştur” şeklinde tanımlanıyor. Serbest çalışan doktorlar TTB’ye üye olarak mesleklerini yapabiliyor.

Muhalif bir çizgiye sahip olan TTB, özellikle son yıllarda AKP iktidarının sağlık politikalarına yönelik eleştirileriyle dikkati çekiyordu. Özellikle TTB’nin iktidarın “kamu-özel sektör işbirliği” modeliyle yaptığı ve işletmesi özel şirketlerde olan şehir hastanelerine itiraz ediyor.

Aynı zamanda koronavirüs pandemisi sırasında yeterli önlem alınmadığı gerekçesiyle de Sağlık Bakanlığı’nı eleştiriler yöneltilmişti. Ayrıca TTB, doktorların özlük hakları ile ilgili de birçok iş bırakma eylemine imza attı.

Zeytin Dalı açıklamasından yargılandılar

Dönemin TTB Merkez Konseyi üyeleri, 2018’de TSK tarafından Afrin’e yapılan “Zeytin Dalı” operasyonuna karşı “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” bildirisi yayımlamıştı. Bu nedenle TTB Merkez Konseyi üyeleri 4 ile 7 gün orasında gözaltında kalmıştı.

Savcılık, TTB Merkez Konseyi üyeleri hakkında “terör örgütü propagandası yapmak ve halkı kin ve düşmanlığa tahrik” iddiasıyla dava da açmıştı. Ankara 32. Ağır Ceza Mahkemesi, 11 hekime halkı kin ve düşmanlığa tahrik etme suçundan 1 yıl 8 ay hapis cezası vermişti. Ancak Ankara Bölge Adliye Mahkemesi, mahkûmiyet kararlarını bozarak 10 kişinin beraatine hükmetmişti. Kararın gerekçesinde bildirinin içeriği rahatsız edici olsa da şiddet içermediği ve şiddet kışkırtıcılığı yapılmadığı vurgulanmıştı.

Erdoğan, son olarak “kimyasal silah” açıklaması nedeniyle TTB’nin adındaki “Türk” ibaresinin yasa değişikliği yaparak çıkaracakları mesajı vermişti.

“Hakikate ceza hukukun sopası ile ulaşılmaz”

Peki, hukukçular yaşananlara ne diyor?

İnsan hakları hukukçusu avukat Kerem Altıparmak, Fincancı’nın kimyasal silah kullanıldığı iddialarını içeren sözlerinin ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu söyledi. Açıklamada herhangi bir şiddet çağrısı olmadığına işaret eden Altıparmak, DW Türkçe’den Alican Uludağ’a şu değerlendirmeyi yaptı:

“Bir iddiaya cevap verebiliyorsanız, o ceza hukukunun konusu olamaz. Bir kişinin yanlış söylediği iddiasındaysanız, siz de çıkar doğrusunu söylersiniz, belgelersiniz, bilgilendirirsiniz. Ama hakikate ceza hukukun sopası ile ulaşılmaz. Hakikate konuşarak, tartışarak, karşılıklı fikirler çürütülerek ulaşılıyor. İstendiği kadar demokrasi olduğu söylensin, bir kişi devletin bir kurumunu eleştirdiği için kendisi ifade edeye gelebilecekken gidip zorla Ankara’ya getiriliyorsa ifade özgürlüğü yoktur.”

“Bahçeli’nin açıklamasından sonra gözaltı yargıya müdahale”

Altıparmak, gözaltı kararının Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli’nin açıklamalarından sonra gelmesini de eleştirdi. AİHM’in Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş’ın başvurularında Türkiye aleyhinde verdiği siyasi tutuklama kararının bir dayanağının da siyasilerin açıklamaları olduğuna işaret eden Altıparmak, şöyle devam etti:

“Bu her iki kararda da AİHM’İ bu sonuca götüren şey, Cumhurbaşkanının o kişilerle ilgili yaptığı konuşmalarla yargı makamları kararları arasında korelasyon görmesiydi. Burada da bu karşımıza çıkıyor. Tesadüf değil yani. Devlet Bahçeli vatandaşlıktan çıkarılsın diyor Bir gün sonra o kişi gözaltına alınıp belki de tutuklanma riskiyle karşı karşıya kalacak. Bu açık şekilde yargıya müdahale niteliği taşıyor.”

“Amaç TTB’yi kontrol altına almak”

Altıparmak, TTB’nin son yıllarda neden iktidarın hedefi olduğuna ilişkin soruya ise şu yanıtı verdi:

“Bu iktidarın stratejisi, hegomonik bir yönetim tarzı. Sadece devlet kurumlarını değil, sivil ve kamu kurumu niteliğindeki bütün kuruluşlarında iktidarını ele geçirme amacını şey yapıyor. İktidarın mevcut koşullarda, olağan seçimlerde o kurumların yönetimini ele geçirmesi mümkün olmuyor. Bu tür açıklamalar ile bu bir fırsata çevriliyor ve buradan yola çıkarak, ‘yasa değiştirelim, zayıflatalım, bölelim’ deniyor ve böylece sendikalarda yapıldığı gibi şeylere meslek örgütlerini bir şeklide kontrol altına alma niyeti var. Bunun için meselenin Şebnem Korur Fincancı’nın açıklamasını ve onun şahsını aşan bir yönü de var. Bu meslek örgütlerini bir şekilde zapturapt altına almanın bir aracı haline gelecek.”

Şebnem Korur Fincancı kimdir?

İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olan Şebnem Korur Fincancı, 2009 ile 2020 yılları arasında Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) Başkanlığı yaptı. Aynı zamanda Adli Tıp uzmanı olan Fincancı, 1990’lı yıllar başta olmak üzere işkence ve kötü muamele vakalarına karşı mücadele etti, raporlar verdi.

1997’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı olan Fincancı, verdiği raporlar nedeniyle 2004’te Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı’ndan alındı. 2016’da Özgür Gündem gazetesinin “nöbetçi genel yayın yönetmenliği”ni yapma eylemi nedeniyle 20 gün tutuklu kaldı.

Barış akademisyenlerinin “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisine imza attığı gerekçesiyle “terör örgütü propagandası” yapmak suçundan 2 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali kararından sonra yeniden görülen davada beraat etti. 2019 yılında İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndaki görevinden zorunlu olarak emekli oldu. 2020 yılında TTB Merkez Konseyi Başkanlığı’na seçildi.

Paylaşın

TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı Gözaltına Alındı

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, İstanbul’da gözaltında alındı. Gözaltına alınan Şebnem Korur Fincancı önce Kadıköy’deki İskele Polis Merkezine götürüldü, hakkındaki soruşturma kapsamında Ankara’ya götürülecek.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığından konuyla ilgili yapılan açıklamada, Şebnem Korur Fincancı’nın, 20 Ekim’de “PKK/YPG silahlı terör örgütünün sözde yayın organına yaptığı açıklamalar nedeniyle Terör Suçları Soruşturma Bürosunca başlatılan soruşturma kapsamında, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2 maddesi gereğince ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçundan gözaltına alındığı” belirtildi.

Savcılık ayrıca, Şebnem Korur Fincancı’nın, TTB Merkez Konseyi Başkanlığı görevine son verilmesi ve yeni başkan seçilmesi yönünde karar alınmasını mahkemeden talep etti:

“Cumhuriyet başsavcılığımızca adı geçen şüphelinin halen devam ettirdiği Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanlığı görevine, 6023 sayılı Türk Tabipleri Birliği Kanunu’nun ‘Amaçları dışında faaliyet gösteren Türk Tabipleri Birliğinin merkez ve tabip odalarındaki sorumlu organlarının görevlerine son verilmesine ve yerlerine yenilerinin seçilmesine, Sağlık Bakanlığının veya bulundukları yer Cumhuriyet başsavcılığının istemi üzerine’ şeklindeki Ek 2. maddesinin 2. fıkrası gereğince son verilmesine, aynı maddenin 3. fıkrasında düzenlenen usulle yerine yeni merkez konseyi başkanı seçilmesine karar verilmesi için nöbetçi asliye hukuk mahkemesi nezdinde talepte bulunulmuştur.”

TTB’den açıklama

TTB’nin Twitter hesabından yapılan açıklamada, “Bir süredir yürütülen linç kampanyasının ardından bugün gözaltına alınan hocamız Dr. Şebnem Korur Fincancı’ya  yapılanları asla kabul etmiyoruz. Hocamıza ve örgütümüze sahip çıkarak mücadelemizi sürdüreceğiz!” ifadeleri kullanıldı:

Ne olmuştu?

Medya Haber’e konuşan Adli Tıp Uzmanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, TSK’nın askeri operasyonlarda kimyasal silah kullandığı iddialarına ilişkin görüntüleri incelediğini belirtti: Belli ki sinir sistemini doğrudan tutan toksik-zehirli kimyasal gazlardan biri kullanılmış durumda. Her ne kadar kullanılması yasak olsa da çatışmalarda kullanıldığını görüyoruz.

Bağımsız heyetlerin bölgede inceleme yapmasının uluslararası sözleşmeler gereği zorunlu olduğunu belirten Şebnem Korur Fincancı, “Uluslararası sözleşmelerin uygulanması ve kimyasal silahların kullanımını yasaklayan Cenevre Sözleşmesi kapsamında böyle bir iddia ortaya çıktığında nasıl bir araştırma yapılacağı da Minnesota Protokolü’nün ilkelerinin ele alınması gerekiyor,” dedi.

Fincancı açıklamalarının ardından Yeni Şafak gazetesi, “TTB Başkanı Şebnem Korur Fincancı’dan ihanet dolu sözler: PKK kanalında TSK’ya iftira attı” şeklinde bir haber yayınladı. Sabah gazetesi de “Emekli komutanlar PKK’nın ‘Kimyasal Silah’ iftirasına ateş püskürdü: Şebnem Korur Fincancı hukuk önünde hesap versin!” haberinde emekli generallerin açıklamalarına yer verdi.

Erdoğan ve Bahçeli’nin ağır eleştirileri

TTB Başkanı Korur Fincancı, Türk ordusunun Irak’ın kuzeyindeki operasyonlarında kimyasal silah kullandığına dair iddialar olduğunu ve bunların araştırılması gerektiğini ifade etmişti. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Türk Tabipleri Birliği Başkanı ile ilgili yargı harekete geçmiştir. Hem bu kişiyle, hem bu kurumla ilgili adımlar atılacak. Bakanlarımıza, Tabipler Birliği başta olmak üzere meslek örgütlerinde yeni yapıya geçilmesine yönelik mevzuat çalışmalarının hızlandırılması talimatı verdik. Gerekirse yasal düzenlemeyle bu ismin değişmesini sağlayacağız” açıklamasında bulunmuş; Salı günü meclis grup toplantısında konuşan MHP Genel Başkanı Bahçeli de, TTB’nin kapatılmasını ve Şebnem Korur Fincancı’nın vatandaşlıktan çıkarılmasını talep etmişti.

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı hakkında soruşturma başlattığını açıkladı: 20.10.2022 tarihinde PKK/YPG silahlı terör örgütünün sözde yayın organına yaptığı açıklamalar nedeniyle Türk Tabipler Birliği Başkanı Şebnem Korur Fincancı hakkında, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 7/2 maddesi kapsamında Terör Örgütü Propagandası Yapmak ve 5237 yılı Türk Ceza Kanununun 301/2. maddesi kapsamında Türk Milletini, Türkiye Cumhuriyeti Devletini, Devletin kurum ve organlarını aşağılama suçlarından, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığımızca soruşturma başlatılmıştır.

Şebnem Korur Fincancı hakkında

TTB Merkez Konsey Başkanı. Adli Tıp Uzmanı, Prof. Dr., Barış Akademisyeni.

1959, İstanbul doğumlu. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nden mezun olduktan sonra uzmanlığını Adli Tıp alanında yaptı.

TTB’nin 72. Büyük Kongresi’nde Etkin Demokratik TTB Grubunun seçimi kazanmasıyla TTB Merkez Konsey Başkanı seçildi. (16 Kasım 2020)

Türkiye İnsan Hakları Vakfı Genel Başkanı (11 Nisan 2009- 16 Kasım 2020)

İstanbul Üniversitesi Adli Tıp Anabilim Dalı’ndaki görevinden zorunlu emekli oldu (2019).

Özgür Gündem gazetesi ile dayanışma amacıyla başlatılan “Bir günlük nöbetçi genel yayın yönetmenliği” kampanyasına katıldığı için “terör örgütü propagandası yapmak” suçlaması ile tutuklandı (20 Haziran 2016).

Adli Tıp Uzmanları Derneği’nin kurucu üyelerinden (1992).

İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanı oldu (1997).

Adli Tıp Anabilim Dalı Başkanlığı’ndan alındı (2004), İdare Mahkemesi ve YÖK kararı ile göreve iade edildi (2005).

Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu Başkanlığı görevinden birkaç kez uzaklaştırıldı, kazandığı davalarla göreve geri döndü.

Aldığı ödüller

  • IRCT Bent Sorensen Grant (1997)
  • İstanbul Üniversitesi Uluslararası Bilime Katkı Belgesi (1999)
  • İstanbul Tabip Odası Sevinç Özgüner İnsan Hakları, Barış ve Demokrasi Ödülü (2000)
  • Diyarbakır Tabip Odası Barış, Dostluk ve Demokrasi Ödülü (2000)
  • Açık Sayfa Barış, Demokrasi ve Hukuka Katkı Ödülü (2000)
  • International People’s Lawyers Eminent Person Grant (2000)
  • BEKSAV Ödülü (2001)
  • Lider Kadınlar Ödülü (2014)
  • Hrant Dink Ödülü (2014)
Paylaşın

TTB’den Şebnem Korur Fincancı’ya Destek

Türk Tabipleri Birliği (TTB), Başkanı Şebnem Korur Fincancı’nın Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) kimyasal silah kullandığına ilişkin iddialar için araştırılması gerektiğini ifade etmesinin ardından hedef alınması üzerine açıklama yaptı. 

“Her türlü manipülasyon koşullarında hakikat arayışı değerlidir” başlığıyla TTB Yüksek Onur Kurulu tarafından yapılan açıklamada, “Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Başkanı Dr. Şebnem Korur Fincancı’nın bir yayın organında yaptığı değerlendirme sonrasında hedef haline getirilerek itibarsızlaştırılmaya çalışıldığını üzülerek görmekteyiz. Toplumsal belleğimizde bu tür linç süreçlerinin acı sonuçları tüm ağırlığıyla kayıtlıdır” denildi.

Şebnem Korur Fincancı’nın iddialara ilişkin uzman görüşünü dile getirdiği kaydedilen açıklamada, “Kurum, kuruluş hedef göstermemiştir. Olgu ve olayların uluslararası sözleşmelere uygun bağımsız, bilimsel bir soruşturma süreci ile açığa kavuşturulması gereğini vurgulamıştır” ifadeleri kullanıldı.

‘İlgili yayın organının sorumsuz yayıncılık anlayışını açıkça kınıyoruz’

İddialara ilişkin konuşmanın yer aldığı Medya Haber’in kınandığı açıklamada, “Açıklamanın Medya Haber kanalı tarafından basın meslek ilkeleri ve etik yükümlülüklerine aykırı bir tutumla araçsal, manipülatif tarzda yayımlanmış olduğunu da yayını takiben yaşanan tartışmalar ekseninde farklı mecralarda defaten beyan etmiştir. İlgili yayın organının sorumsuz yayıncılık anlayışını açıkça kınıyoruz” vurgusu yer aldı.

Toplumsal barış konusundaki kaygının da dile getirildiği açıklamada kamuoyuna çağrı yapılarak, “Hekimliğin varoluşsal değerleri, etik ilke ve uluslararası sözleşmelerle belirlenmiş sorumlulukları açıkça insandan, yaşamdan ve hakikat arayışından yanadır. Bu sorumlulukla her zaman olduğu şekilde her türlü silahın, şiddetin karşısında yer almayı sürdüreceğiz. Toplumsal barışın zedelenmesinden kaygılıyız. Bu konuda tüm kamuoyunu duyarlı davranmaya davet ediyoruz” sözleri kullanıldı.

TTB Başkanı Fincancı hakkında “terör örgütü propagandası” iddiasıyla soruşturma başlatılırken, Fincancı hedef gösterilmesine gerekçe yapılan sözleri için daha sonra yaptığı açıklamada, “Haberin veriliş biçimine eleştirim var, sorumsuz bir habercilik yapıldı. Yayınlanan görüntülerde, kasılmaları ve istemsiz hareketleri olan insanlar görülüyor ve kimyasal silah kullanıldığı iddia ediliyor. Ben, katıldığım yayında bu istemsiz hareketlerin sinir sistemini tutan bir kimyasalın etkisiyle olabileceğini belirttim ve bir kimyasal kullanıldığı iddiası varsa da bununla ilgili etkili bir soruşturma yapılması gerektiğini ifade ettim” demişti.

Paylaşın

‘Hekimler Göçü’ Tüm Zamanların Zirvesinde

Türk Tabipleri Birliği (TTB) verilerine göre ağustos ayında göçte “rekor” tazelendi. 143’ü uzman, 138’i pratisyen toplamda 281 hekim daha yurtdışına gitmek için TTB’ye başvurarak “İyi Hal” (Good Standing) belgesi aldı.

Ağustos ayında göçte ilk 3: İç hastalıkları, çocuk kalp ve damar cerrahisi, kadın hastalıkları ve doğum.

Geçen ay en büyük göç, 12’şer hekimle iç hastalıkları ile çocuk kalp ve damar cerrahisi branşlarında yaşandı.

Üçüncü sırada 11 hekimle kadın hastalıkları ve doğum bölümü yer aldı.

Acil tıp branşından ise 9 hekim yurtdışının yolunu tuttu.

Onu 6’şar hekimle anesteziyoloji ve reanimasyon, göz hastalıkları ve ruh sağlığı ve hastalıkları branşları izledi.

8 ayda bin 677 hekim yurtdışı yolunda.

TTB’den “İyi Hal” belgesi alan hekim sayısı ocak ayında 197, şubatta 157, martta 213, nisanda 214, mayısta 161 ve haziranda 229’du.

Temmuzda 231 olan bu sayı, ağustosta kendi rekorunu kırarak 281’e çıktı.

Böylelikle yılın ilk 8 ayında yurtdışında görev yapabilmek için gerekli belgeye ulaşan toplam hekim sayısı bin 677’ye yükseldi.

Bu sayının 890’ını uzmanlar oluşturdu.

2022’de yurtdışına giden toplam hekim sayısı 2 bin 500’ü geçebilir

2022 senesinde “İyi Hal” belgesi alan toplam hekim sayısının 2 bin 500’ü geçmesi bekleniyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Sağlık Örgütleri Ankara’da Toplandı: Beş Acil Talep

Sağlık örgütleri, Sağlık Bakanı’nın “Beyaz Reform” adı altında duyurduğu düzenlemeleri değerlendirmek, çalışma koşullarının ve sağlık hizmetinin iyileştirilmesine dönük taleplerinin takipçisi olmak amacıyla Türk Tabipleri Birliği’nde (TTB) bir araya geldi.

Haber Merkezi / Toplantıda ilk olarak Sağlık Bakanlığı Ek Ödeme Yönetmeliği ile Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliği değerlendirildi. Yapılan konuşmalarda performans sisteminin aynı tarzda sürmesinin çalışma koşullarını ağırlaştırma ve sağlıkta şiddeti tırmandırma sonuçlarını doğurabileceği, yanı sıra disiplin ceza sayısının artabileceği belirtildi. Hukuki sürecin de ele alındığı toplantıda 5 acil talep belirlendi.

Taleplerin sıralandığı açıklama şöyle:

“1. Etkili Bir Sağlıkta Şiddet Yasası

Daha önce çıkarılan sağlıkta şiddet yasaları, sağlıkta şiddeti bitirmekte etkili olmaktan çok uzaktır. Etkili bir “Sağlıkta Şiddete Yönelik Yasa Teklifi”, Meclis açılır açılmaz, öncelikli olarak gündeme alınmalı ve yasalaşmalıdır.

“Beyaz Reform” adı altında yayımlanan son iki ödeme düzenlemesi (Sağlık Bakanlığı Ek Ödeme Yönetmeliği, Aile Hekimliği Sözleşme ve Ödeme Yönetmeliğinde Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik), sağlıkta şiddeti azaltması bir yana sağlıkta şiddeti “teşvik” edecek düzenlemeler içermektedir. Sağlıkta şiddetin çözümü için her alanda,  bütünlüklü bir yaklaşım gerekmektedir.

2. Güvenli ve Sağlıklı Çalışma Koşulları

Daha iyi bir sağlık hizmeti verebilmemiz için;

Tüm hekimler ve sağlık çalışanlarının çalışma ortamları, çalışma süreleri ve iş yükleri; bilimsel veriler ışığında ilgili emek-meslek örgütlerinin de katılımı ve denetimiyle sağlanmalıdır.

Hekimleri de hastaları da mağdur eden, hekimlere karşı şiddet kaynağı olan, halkın sağlığını tehlikeye atan 5 dakikada muayene dayatmasından vazgeçilmelidir. Sağlık hizmetleri; hekimin ve toplumun hak ettiği şekilde; bilim ve evrensel değerler çerçevesinde sunulmalıdır.

Sağlık kurumlarında idarenin çalışanı denetlediği tek taraflı denetim mekanizması ortadan kaldırılmalı, çalışanların ve temsilcilerinin de olduğu kolektif denetleyecekleri bir sistem oluşturulmalıdır.

Çalışanlar üzerindeki disiplin soruşturmaları, görevlendirme vb. ile oluşturulan baskı kalkmalı, nitelikli çalışma koşulları ile nitelikli sağlık hizmeti öncelik olmalıdır.

Başta Aile Sağlığı Merkezleri (ASM) olmak üzere kamusal bir hizmet olan sağlık hizmeti; kamu binalarında, kamu imkanlarıyla verilmelidir.

Sağlık hizmetlerinin temeli olan birinci basamak sağlık hizmetlerine yeterli kaynak ayrılmalı, hekim başı 1500 kesin kayıtlı birey düşecek şekilde aile hekimi sayısı artırılmalı, sevk zinciri altyapısı oluşturulmalı ve uzman aile hekimi sayısı birinci basamak sağlık hizmetlerini uygun ve yeterli düzeyde sağlayacak şekilde artırılmalıdır.

3. Nitelikli Eğitim

Üniversite ve uzmanlık eğitimi kontenjanları, ilgili emek ve meslek örgütlerinin ağırlıkta olduğu bir kurulla liyakate dayalı ve bilimsel ölçütlere göre oluşturulmalıdır.

Kontenjanların ve müfredatın belirlenmesi ve uygulanmasında; ülkenin gerçek sağlık hizmeti ihtiyacı, kurumların eğitimle ilgili yeterlilikleri gibi özellikler göz önünde bulundurulmalı;  uluslararası ve bilimsel standartlar sağlanmadan yeni eğitim kurumu açılmamalıdır. Sağlık sisteminde de eğitimde de koruyucu sağlık hizmetleri öncelenmelidir.

Sağlık meslek öğrencilerinin ücret ve staj olanaklarıyla ilgili mevzuatta düzenleme yapılmalıdır.

Asistan ve intörn hekimlerin eğitim, dinlenme haklarını ellerinden almayan ücret düzenlemesi derhal hayata geçirilmelidir.

4. COVID-19 Pandemisi Özelinde Güvence

COVID-19 tüm hekimler ve sağlık çalışanları için illiyet bağı aranmaksızın meslek hastalığı sayılmalı ve yasal dayanağı olmalıdır.

Pandeminin başlangıcından itibaren tüm hekim, sağlık çalışanlarının yıpranma payı, geçmişi de içerecek şekilde bir yıla 120 gün olmalıdır. Pandemi bittiğinde ise tüm sağlık çalışanlarına beş yıla bir yıl yıpranma payı verilecek şekilde düzenleme yapılmalıdır.

Pandemide sağlık kurumlarında ve filyasyonda görev alan diş hekimleri başta olmak üzere sağlık çalışanlarına kendi alanı dışında görevlendirmeler yapılmıştır. Pandemi dahi olsa tüm görevlendirmeler, alana uygun olan unvan ve görevlerdeki kişiler göz önünde bulundurularak planlı ve güvenceli bir biçimde yapılmalıdır.

5. Ekonomik ve Özlük Haklarımızın Korunması ve Geliştirilmesi

Tüm ücretler, özlük haklarından feragat etmemiz istenmeden; tek kalemde ve emekliliğe yansıyan şekilde olmalıdır. İzin, rapor ve eğitimlerde ücret kesintisi yapılmamalı; ücret belirlemede toplu görüşme değil toplu sözleşme esas olmalıdır.

Tüm sağlık çalışanları, yoksulluk sınırının üzerinde aylık net gelire sahip olmalıdır. Hekimlerin aylık en düşük net geliri, yoksulluk sınırının en az iki katı olmalıdır.

Tüm sağlık çalışanlarının en yüksek derece ve kademedeki ek göstergeleri 3.600’den başlatılmalı; hekimlerin en yüksek derece ve kademedeki ek göstergesi ise en az 7.600 olmalıdır.

Aynı işi yapan çalışanlar arasında farklı istihdam modelleri nedeniyle oluşan eşitsizliği gidermek amacıyla tek ve güvenceli istihdam modeli sağlanmalıdır.

İçinde bulunduğumuz mevcut ekonomik şartlar göz önüne alındığında, özellikle ASM’lerde olmak üzere tüm sağlık birimlerinde hizmetin yürütülmesi aksamaktadır. Bu nedenle sağlığa ayrılan bütçe yeterli hale getirilmeli, aile hekimliği kapsamındaki tüm ödemeler, günümüz şartlarına göre düzenlenmelidir.

Emekli aylıklarında Emekli Sandığı, SSK, Bağ-Kur adaletsizliği giderilmeli; insanca yaşanabilir bir ücret herkesin hakkı olmalıdır.

“Beyaz Reform” diye nitelendirilen kapsam içi adil olmayan, kapsam dışı eşit olmayan (112, İSM, TSM, temel tıp bilimleri… ) tüm düzenlemeler adil ve eşit hale getirilmeli; zaten gecikmiş ve taleplerimizi karşılamakta yetersiz olan düzenlemelerin hepsi, 1 Temmuz 2022’yi kapsayacak şekilde yapılmalıdır.

Duyurulan yönetmeliklerde kapsam dışı kalan üçüncü basamak ile ilgili beklenen yönetmeliğin 15 Eylül 2022 tarihli uygulamada hayata geçirilmemesi durumunda, platform olarak acil eylem kararımızı açıklayacağımızı, tüm taleplerimiz gerçekleşene kadar eylemlere ve mücadeleye devam edeceğimizi bildiriyoruz.”

Paylaşın

Hekimler Göçü Temmuz Ayında Rekor Kırdı

Sağlıkta şiddet, mobbing, uzun nöbetler ve çalışma saatleri gibi ‘insani olmayan koşullar’ yüzünden Türkiye’den ayrılan hekim sayısındaki artış durdurulamıyor. Hekimler göçü temmuz ayında rekor kırdı.

Independent Türkçe’de yer alan habere göre temmuz ayında, görevini yurtdışında sürdürmek için Türk Tabipleri Birliği’nden (TTB) “İyi Hal” (Good Standing) belgesi alan hekim sayısı, 231’le tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaştı.

Bu hekimlerin 131’ini uzmanlar oluşturdu.

En çok hangi ülkeler tercih ediliyor?

Hekimler göçünde Almanya ilk sırada yer alırken onu Birleşik Krallık, Fransa ve Kanada takip etti.

Hekimler göçünde geçen ay iç hastalıkları ile çocuk sağlığı ve hastalıkları bölümleri 12’şer hekimle ilk sırada yer aldı.

Kadın hastalıkları ve doğum 11 hekimle üçüncü sırada, acil tıp ise 9 hekimle dördüncü sırada yer buldu.

“Hekimler göçü”nde en çok hangi illerden yurtdışına talep var?

Yurtdışında görev yapmak için gerekli olan belgenin talep edildiği kentlere bakıldığında ise İstanbul 95 hekimle başı çekti.

Bu durumun ana nedeninin İstanbul’daki hayat pahalılığı ve özellikle kiralardaki artış oranı olduğu ifade edildi.

Yaşam maliyetinin nispeten ucuz olduğu kentlere gitmek istemeyenlerin batı ülkelerini tercih ettiği belirtildi.

Listede Ankara 23 hekimle ikinci sırada yer alırken, onu 15 hekimle İzmir izledi.

Bursa 7, Adana ve Antalya ise 6’şar hekimle sıralamadaki yerini aldı.

Diyarbakır ve Kocaeli’den 5’er, Hatay ve Osmaniye’den ise 4’er hekim TTB’den “İyi Hal” belgesi talep etti.

Yılın ilk 7 ayında 747’si uzman bin 396 hekim yurtdışı belgesini aldı

Temmuz ayının verileri de eklendiğinde yılın ilk 7 ayında yurtdışında çalışmak için gerekli belgeyi alan hekim sayısı toplamda bin 396’ya yükseldi.

Bu hekimlerin 747’sini uzmanlar oluşturdu.

“İyi Hal” belgesi alan hekim sayısı ocak ayında 197, şubatta 157, martta 213, nisanda 214, mayısta 161, haziranda ise 229’du.

Bu yıl 2 bin civarında hekimin yurtdışının yolunu tutması bekleniyordu ancak ilk yedi aydaki veriler bu sayının çok daha yükseleceğine işaret etti.

Paylaşın

Türkiye Her Gün Yedi Hekimini Kaybediyor

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın hekimlere yönelik “Giderlerse gitsinler” söyleminin ardından, ülkede bu yılın ilk 6 ayı itibariyle yurtdışına gitmek için başvuran hekim sayısının rekor düzeyde arttığı ortaya çıktı.

Yaklaşık bin 200’ü aşkın hekimin yurtdışına gitmek için Türk Tabipleri Birliği’nden (TTB) belge almak için başvurduğu, yıl sonunda bu rakamın 3 binleri bulacağı belirtildi. Önceki yıllarda daha çok asistan ile pratisyen hekimlerin gitmek için belge almak istediği kaydedilirken, bu yıl uzman ve akademisyenlerin başvurularının artması dikkat çekti. Önümüzdeki yıllarda cerrahi, iç hastalıkları, çocuk sağlığı, anestezi, radyoloji, göz hastalıkları gibi branşlarda hekim eksikliği yaşanacağı vurgulandı.

BirGün’den Sibel Bahçetepe’nin haberine göre, 2002 yılında yurtdışına gitmek için belge isteyen hekim sayısı 59 iken bu sayı Aralık 2021’de bin 405’e çıkmıştı. Oysa bu yılın daha ortasında rakamlar bunun çok daha üzerinde. Günde ortalama 7 hekimin yurtdışına gitme girişiminin olduğu kaydedildi. Yurtdışına gitme hazırlığı yapan ve yurtdışına giden hekimler değerlendirmelerde bulundu.

“Böyle hayal etmemiştim”

Dr. Berfin Şenol (27) 2 yıldır Ankara’da özel bir hastanede hekimlik yapıyor. “Böyle olacağını bilseydim tıp fakültesini hiç seçmezdim” diyen Şenol, “Birleşik Krallık’ta bir yerde, artık neresi olursa orada doktorluk yapmak istiyorum. Son sınava girdim, geçtiysem muhtemelen birkaç aya gideceğim” dedi. Şenol, şu değerlendirmelerde bulundu: “Hekime, sağlıkçıya şiddet, iş yoğunluğu, ekonomik şartların yetersizliği gibi çok sayıda neden yüzünden gitmek istiyorum. Gitmek hiç kolay değil. Her gün anneme, babama bir şey olursa hangi uçakla, ne zaman, nasıl Türkiye’ye gelirim bunları düşünüyorum. Türkiye benim bildiğim, yetiştiğim ve özlediğim ülke değil artık. Burası açık hava cezaevi benim için. Kadın olduğum için mi, doktor olduğum için mi, kimliğim nedeniyle mi öldürüleceğim bunları düşünmekten yoruldum.”

“Hayal kırıklığı oldu”

Dr. Dilara Ateş (27) ise 7 ay önce İstanbul Sancaktepe’de çalıştığı hasteneden istifa ederek, Almanya’ya yerleşen hekimlerden biri.

Ateş, şunları söyledi: “Mezun olduktan sonra aslında Türkiye’de kalmayı ve TUS’a başvurmayı düşündüm. Ama daha sonraki ciddi ekonomik kriz, çalışma şartlarımızın kötü olması, can güvenliğimizin olmaması kesin kararı almama neden oldu. Çocuk uzmanı olmak istiyorum. Almanya’nın ekonomik ve özlük hakları çok daha iyi, hekime yönelik saygı da var, şartları da daha insani. Tıp fakültesini severek yazdım, çocukluğumdan beri istediğim bir bölümdü. Hekimlik mesleği şu an ne yazık ki itibarsızlaştırılıyor. Çok büyük hayal kırıklığına uğradım.”

“Pişman değilim”

ABD Minnesota Üniversitesi’nde nöroradyolog olarak görev yapan Dr. Can Özütemiz ise Türkiye’den Amerika’ya üst ihtisas yapmak amacıyla gidip kalanlar arasında. Özütemiz, 2016 yılında ABD’ye gittiğini anlatarak, “Türkiye’de yavaş yavaş değişen iklim beni kalmaya itti. Bakılan hasta sayısı, iş yoğunluğu, özellikle hem devlet hastanelerinde, hem de akademik kurumlarda önemli kurumlara insanların nitelikleri ve becerileriyle değil, daha çok siyasi ilişkileri, cemaat bağlantıları ile geldiğini gördüm. İkinci etken de Gezi direnişinden sonra yaşanan iklimdi. Hekime şiddet de tabii ki en önemli faktörlerden biri. Geriye dönüp baktığımda hiç pişman değilim” dedi. Özütemiz, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hekimlere yönelik ‘giderlerse gitsinler’ açıklamasının kendisi için “bam telinin koptuğu nokta” olduğunu da söyleyen Özütemiz, “O açıklama herkeste büyük bir hayal kırıklığı yarattı” değerlendirmesini yaptı.

Ameliyat yapılamaz hale gelir

TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut ise geçen yıllarda daha çok genç ve pratisyen hekimlerin yurtdışına gittiğini ancak bu yıl tablonun değiştiğini, daha çok akademisyen ve uzmanların gitmek için başvurularda bulunduğunu söyledi.

Bulut, özetle şu bilgileri paylaştı:

“Alanlarındaki uzman isimler de Türkiye’den ayrılmak istiyor. Temel nedenlerden biri ekonomik. Ayrıca siyasi liderlerin ‘giderlerse gitsinler söylemi’. Bu çok kırgınlık yarattı. Çalışma koşulları çok kötü, beş dakikada bir muayene, günde 70-100 hastaya bakmak hekimlerde verimliliği düşürdü. Sağlıkta Dönüşüm Programı sağlıkta çöküş yarattı. Bunu halen görmek istemiyorlar. Özellikle anestezi, yoğun bakım gibi belli alanlarda hizmet açığı oluşacak, cerrahi branşlardan gidişler daha fazla. Bu alanlarda gelecekte Türkiye’yi ciddi sorunlar bekliyor. 13 bin asistan kadrosu açtılar ama asistan kadrolarını eğitecek kadrolar yok, kim eğitecek bu asistanları? Önümüzdeki yıllarda bir takım ameliyatlar yapılamaz duruma gelir.”

Paylaşın

Yılda 130 Milyon Acil Başvurusu: Sistemin İflasının Göstergesi

Yılda yaklaşık 130 milyon acil başvurusunun olduğu Türkiye’de gerçek acil vakaların sağlık hizmetine erişiminde sıkıntılar yaşandığını belirten hekimler, “Aciller alarm veriyor” dedi.

Birgün’den Sibel Bahçetepe’nin haberine göre; Taksim Eğitim ve Araştırma Hastanesi Acil Tıp Kliniği Eğitim Sorumlusu ve Türk Tabipleri Birliği (TTB) Pandemi Çalışma Grubu Üyesi Prof. Dr. Özgür Karcıoğlu, ülkede acil başvuru sayısının yüksekliğine dikkat çekerek “Türkiye’de günde iki bin ve üzeri acil başvuru alan 10’dan fazla hastane acil servisi bulunmaktadır” dedi.

Prof. Karcıoğlu’na göre sorunun ana sebebi Sağlıkta Dönüşüm Programı ve benzeri müdahalelerle sağlığın ticarileşmesi. Bu durumun sağlıkta şiddeti de körüklediğini kaydeden Karcıoğlu, “Sağlığın ticarileşmesi, ‘müşteri’ye çevrilen halkın da bir şekilde hizmet alabilecekleri tek yer olarak acilleri görmeye alıştırılmalarıdır” değerlendirmesini yaptı.

Prof. Karcıoğlu, polikliniklerde çözülebilecek pek çok konunun acillerde çözülmeye çalışıldığı, bu nedenle acil yüklerinin her geçen gün arttığını vurgulayarak, şöyle devam etti:

‘Geçerken bir muayene olalım dedik’, ‘çocuk son zamanlarda boy atmıyor, bir bakar mısınız?’, ‘tatildeyim işe geri dönemeyeceğim, bir rapor yazar mısınız?’gibi formule edebileceğim birçok idari durum veya polikliniklerde çözülmesi gereken durumlar acil servislere yönlendirilebilmektedir. Trajikomik olarak görülebilecek bu örnekler, aslında halkın suçlu değil çaresiz olduğunu, sağlık sistemine giriş kapısı olarak acillerden başka boşluk göremediğini göstermektedir. Çözüm için toplum tabanlı kurgulanan aile sağlığı merkezleri, meslek örgütleri ve sendikalarla birlikte geliştirilen bir sağlık sistemi şarttır.

“Acil servislerde dünyada bir yılda nüfusundan fazla hasta bakan tek ülke Türkiye’dir”

Türk Tabipleri Birliği (TTB) İkinci Başkanı Doç. Dr. Ali İhsan Ökten ise sağlık sistemindeki çöküşün sorumlusunun hekim ve sağlık çalışanları gibi gösterilmeye çalışıldığını kaydetti.

Ökten “Dünyanın hiçbir ülkesinde polikliniklerde bir hekim 100’den fazla hasta bakamaz, ama bizler bakmak zorunda bırakılıyoruz. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) hastalara en az 20 dakika ayrılması gerektiğini bildirmiştir. Aynı şekilde acil servislere bir günde bin-iki bin hasta gelmez. Şu an acil servislerde dünyada bir yılda nüfusundan fazla hasta bakan tek ülke Türkiye’dir” diye konuştu.

Ökten, acillere bu kadar hasta gelmesinin nedenlerini şöyle özetledi:

Polikliniklerden randevu alamayan ve çok geç randevu verilen hastaların acile başvurarak muayene olmak istemeleri. Çünkü acile başvuran hastaların yüzde 90’ından fazlası acil hasta değil. Biraz bekleyince bu sefer hasta ve yakınları acillerde olay çıkarıyor. Hekim ve sağlık çalışanlarına sözlü veya fiziksel saldırarak, şiddet uyguluyorlar. Normal poliklinik hizmetlerinden katkı payı vs. adı altında ücret kesildiği için, vatandaşlar acilde ücret alınmadığını bildiği için bu sefer acillere başvurarak normalde poliklinikte muayene olması gerekirken acillere başvuruyor. Bir diğer sorun ise basamak veya sevk sisteminin popülist politikalar uğruna terkedilmesidir. Sağlık ocakları sisteminde basamak sistemi vardı. Hasta önce sağlık ocağına uğrar oradan sevk edilirse 2. veya 3. basamak hastanelere gelirdi. Basamak sistemi kaldırıldığı için isteyen istediği hastaneye, istediği hekime gidiyor. Çözüm; en kısa sürede ‘Sağlıkta Dönüşüm Projesi’nden vazgeçilmelidir. Performans ve döner sermaye sisteminin çalışma barışını bozduğu, eşitsizliklere neden olduğu için vazgeçilmelidir, basamak sistemine tekrar geri dönülmelidir. Aile hekimine gitmeden 2. veya 3. basamağa gidilmemelidir. Koruyucu sağlık sistemlerini önceleyen sisteme geçilmelidir.

“85 milyon bir ülkenin 130 milyona yakın bir acil başvurusunun olması sürdürülebilir bir sağlık sistemi değil”

Türkiye Acil Tıp Derneği Yönetim Kurulu Üyesi ve Ankara Şehir Hastanesi Acil Tıp Kliniği’nden Prof. Dr. Ayhan Özhasenekler de acil servislerin yoğunluğunun siyasi politikaların sonucu olduğunu söyledi. Özhasenekler, ayrıca ülkede sağlık okur yazarlığının eksikliğine dikkat çekerek, özetle şunları kaydetti:

Poliklinik randevularını uygunsuz kullanmamız acil servislerin uygunsuz kullanılmasına neden oluyor. Sevk sisteminin kaldırılması da acillerin yükünü arttırdı. Birinci basamak koruyucu hekimlik anlayışını uygulanabilir şekilde yaygınlaştırmadığımız sürece insanların gerek acil servislere, gerek büyük hastanelerin polikliniklerine başvurusunu engelleyemeyiz. Başı ağrıyan da, sırtı kaşınan da acil servise başvurabiliyor. Bunların sevk zinciri dahilinde öncelikle aile hekimlerine başvurmaları, uygun görüldüğü takdirde sevk ile ikinci ya da üçüncü basamak sağlık kurumuna sevk edilmeleri acil servis yoğunluğunu azaltacaktır. 85 milyon bir ülkenin 130 milyona yakın bir acil başvurusunun olması sürdürülebilir bir sağlık sistemi değil. Bu sistemin iflasının göstergesi.

Paylaşın

TTB: Kovid 19’da Günlük Vaka Sayısı 16 Bini Aştı

Türk Tabipleri Birliği (TTB) Aile Hekimliği, Kovid 19 anketinin sonuçlarını açıkladı. 39 ilden 396 aile hekiminin katıldığı ankete göre; Kovid 19 vakalarında Türkiye genelinde artış yaşandığı görülüyor.

Araştırmada, Türkiye’de günlük vaka sayısının 16 bini aştığı ifade ediyor. TTB’nin yaptığı araştırmadan öne çıkanları özetle şöyle:

  • Aile hekimlerinin izlem listelerinde ortalama 4,76 Kovid 19 tanılı hasta var. Her hasta Aile Hekimi izlem listesinde 7 gün kalmaktadır.  247 bin 62 Aile Hekimine oranlandığında toplam 117 bin 867 Kovid 19 tanılı kişi olduğu belirlendi. Bu, günlük 16 bin 838 hasta demektir.
  • Eş zamanlı olarak Sağlık Bakanlığı açıklamasında bu sayı haftalık 57 bin ve günlük 8 bin olarak verilmekteydi. Elde ettiğimiz veriler, bakanlığın açıkladığı sayının iki katıdır.
  • Tüm vakaların dörtte biri İstanbul’da iken bayram tatili ile salgın İstanbul’dan tüm Türkiye’ye taşındı.
  • Bayram öncesi yapılan anketimiz İstanbul’da ortalama 8,5 Kovid 19 tanılı hasta olduğunu ve günde 4 bin 857 kişiye Kovid 19 tanısı konduğunu gösteriyor. Tüm vakaların dörtte biri İstanbul’dadır. HES kodu ve izolasyon uygulaması yokken, toplu taşımada maske zorunlu değilken, bu durum salgının İstanbul’dan tüm Türkiye’ye taşınması demektir.
  • Anketimizi yanıtlayan iki aile hekiminden biri Kovid 19 geçirdiğini belirtmiştir. Tüm aile hekimlerinin yüzde 51’i Kovid 19 geçirmiştir ve ne yazık ki Kovid 19 geçirenlerin yüzde 54’ü son altı ay içinde Kovid 19 geçirmiştir. Kovid 19 tedbirlerinin kaldırılması, sağlık kurumlarında dahi maske ve mesafe tedbirlerinin uygulanmaması sağlık kurumlarını salgının merkezi haline getirmiştir.
  • Kovid 19 geçiren aile hekimlerinin yüzde 4’ünün hastaneye yatarak tedavi edildi.
  • Aile hekimlerinin yüzde 94’ü en son aşısını 3-12 ay önce olmuş. En son aşı dozunun üzerinden 6 ay geçen aile hekimi oranı yüzde 72’dir. Aile hekimlerinin yüzde 99’u aşı olmuştur. Ancak son aşı dozunun üzerinden geçen süre aşı ile koruyuculuk imkânını da azaltıyor.

Öneriler

  • Kovid 19 için bağışıklama kampanyası oluşturularak sağlık çalışanları, 50 yaş üstü yurttaşlar, Kovid 19 için riskli kronik hastalar ve daha önce hiç aşılanmamış özellikle 12 yaş altı da dahil tüm bireyler başta olmak üzere toplumun aşılanması sağlanmalıdır.
  • Sağlık kurumlarında bekleyen hasta sayısı azaltılmalıdır.
  • Sağlık kurumları başta olmak üzere tüm kapalı alanlarda maskesiz girişe izin verilmemelidir.
  • Sağlık çalışanlarına maske, temizlik malzemesi gibi koruyucu malzemeler derhal sağlanmalıdır.
  • HES kodu, hasta ve temaslı takipleri ile sağlıklı kişilerden uygun koşullarda ayırma, filyasyon uygulamasına derhal başlanmalıdır.
  • Test yapma konusunda isteksizlik son bulmalı Kovid 19 test merkezleri ve hızlı test uygulaması derhal başlamalıdır.
  • Sağlık çalışanlarının korunması için tüm sağlık çalışanlarına hızlı test temin edilmelidir.
Paylaşın

TTB: Vaka Artışı Çok Fazla, Önlemler Geri Gelmeli

Sağlık Bakanlığı’nın haftalık Kovid-19 verilerine vaka sayılarında artışın devam ettiği gözlemlendi. Verileri değerlendiren Türk Tabipleri Birliği İkinci Başkanı Ali İhsan Ökten, “Artış çok fazla. Çok hızlı bir yükseliş var. Acilen birtakım tedbirler almak lazım” dedi.

Sağlık Bakanlığı’nın haftalık Kovid-19 verilerine göre vaka sayılarının geçen haftaya göre iki kat arttığı görüldü. 4-10 Temmuz’da 117 bin 95 kişinin testi pozitif çıktı, 31 kişi yaşamını yitirdi, iyileşenlerin sayısı ise 61 bin 47 oldu. Önceki hafta vaka sayısı 57 bin 113, yaşamını yitirenlerin sayısı ise 25 olarak açıklanmıştı. Türkiye’de ilk Kovid-19 vakasının belirlendiği 11 Mart 2020’den bu yana görülen vaka sayısı 15 milyon 297 bin 539’a yükselirken 99 bin 88 kişi yaşamını yitirdi.

“Sonbaharda ciddi yükseliş bekleniyor”

Verileri Cumhuriyet’e değerlendiren Türk Tabipleri Birliği (TTB) İkinci Başkanı Ali İhsan Ökten, “Artış çok fazla. Çok hızlı bir yükseliş var. Önlem almak gerekir ama iktidar bu yönde bir açıklama yapmadı. Acilen birtakım tedbirler almak lazım. En başta maske, mesafe, hijyen gibi kişisel koruyucu tedbirlere yeniden dönmek geliyor. Aşılama hızı mutlaka artırılmalı. Sağlık Bakanlığı konuya daha ciddi yaklaşmalı. Gidişat ne yazık ki daha kötü olabilir. Ölüm sayılarında artış var. Sonbaharda ciddi yükseliş bekleniyor. Bunların hepsini değerlendirdiğimizde, önümüzdeki süreç ciddi geçebilir” dedi.

TTB Genel Sekreteri Vedat Bulut ise “Beklenen bir şeydi. Önlemler çok hızlı gevşetildi. Dünya Sağlık Örgütü pandeminin bitişini ilan etmeden Türkiye, önlemleri kaldırarak vaka sayısının artmasına neden oldu. Bu, sonbahara girişte kat be kat artar. Bu dönemde yine maske, mesafe, hijyene çok dikkat etmek gerekiyor” ifadelerini kullandı.

Paylaşın