NASA’dan Çarpıcı “Kara Delik” Animasyonu

NASA, kara delikler hakkında bir animasyon yayınladı. Kara delikler çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli gök cisimleri şeklinde tanımlanmakta.

Evrende bilinen en büyük kara deliklerden biriyse TON-618 adlı dev cisim. Bilim insanlarının “canavar” diye nitelediği bu cismin kütlesi 2004’te ölçülmüştü. Ölçümler, TON-618’in kütlesinin Güneş’in 66 milyar katı olduğunu göstermişti.

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, süper kütleli kara deliklerin ulaşabildiği korkutucu boyutları gözler önüne seren bir animasyon yayımladı.

Animasyonda Güneş’ten giderek uzaklaştıkça rastlanabilecek devasa kara deliklerin konumları, tahmini görünüşleri ve isimleri yer alıyor.

Evrenin dev cisimleri olan bu kara delikler, Güneş’in kütlesinin yaklaşık 100 bin katından başlıyor ve milyarlarca katı kütleye ulaşabiliyor.

Süper kütleli kara delikler, galaksilerin merkezlerinde yer alıyor. Örneğin Güneş Sistemi’ni ve dolayısıyla Dünya’yı barındıran Samanyolu Galaksisi’nin merkezinde de Sagittarius A* adlı bir süper kütleli kara delik var.

Bu kara delik de Güneş’in yaklaşık 4 milyon katı kütleye sahip ve Dünya’dan sadece 26 bin ışıkyılı uzaklıkta.

Ancak bundan çok daha büyük kara delikler olduğu biliniyor. Örneğin görüntülenen ilk kara delik unvanını taşıyan M87’nin kütlesi Güneş’in 5,37 milyar katı.

NASA’nın Goddard Uzay Uçuş Merkezi’nden teorik astrofizikçi Jeremy Schnittman, “Çoğu Hubble Uzay Teleskobu’nun yardımıyla yapılan doğrudan ölçümler, 100’den fazla süper kütleli kara deliğin varlığını doğruluyor” ifadelerini kullanıyor.

Bilim insanı, “Peki nasıl bu kadar büyüyorlar? Galaksiler çarpıştığında merkezlerindekideki kara delikler de sonunda birleşebiliyor” diye de ekliyor.

Öte yandan evrendeki tüm kara delikler süper kütleli cisimler değil. Zira bilinen en küçük kara delikler, Güneş’in yaklaşık beş katı kütleye sahip.

Yıldız kütleli kara delik adı verilen bu cisimler, yaşamının sonuna gelmiş iri bir yıldızın kendi içine çöken çekirdeğinden oluşuyor.

Yıldız kütleli karadeliklerin üst sınırı da Güneş’in kütlesinin yaklaşık 65 katı kadar.

Evrende bilinen en büyük kara deliklerden biriyse TON-618 adlı dev cisim. Bilim insanlarının “canavar” diye nitelediği bu cismin kütlesi 2004’te ölçülmüştü.

Ölçümler, TON-618’in kütlesinin Güneş’in 66 milyar katı olduğunu göstermişti.

Astrofizikçilerin kara delikler için belirlediği teorik üst kütle sınırı ise Güneş’in yaklaşık 50 milyar katı.

Bu yüzden bilim insanları, evrenin ve kara deliklerin teorik tahminlere meydan okumakta çok iyi olduğunu vurguluyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Bilim İnsanları Ay Toprağından Oksijen Çıkarmanın Yolunu Buldular

Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nde çalışan bilim insanları, simüle edilmiş ay toprağından oksijen çıkarmanın yolunu buldular.

Ay’da kalıcı bir insan varlığı oluşturmak, NASA’nın uzun vadeli hedeflerinden biri ve bu görev, ilk astronotların 2025 gibi erken bir tarihte Ay yüzeyine dönmesini sağlayacak.

Bu son deneyin başarısı, artık oksijen toplama teknolojisinin hazırlık seviyesinin 6’ya ulaştığı, yani uzayda test edilmeye hazır olduğu anlamına geliyor.

ABD uzay ajansının Ay’da insan üsleri inşa etme planlarını ciddi ölçüde ilerletecek bir hamleyle, NASA’daki bilim insanları Ay toprağından nasıl oksijen çıkarılacağını buldu.

NASA’nın Houston’daki Johnson Uzay Merkezi’nden bir ekip, karbotermal reaksiyon yaratmak için yüksek güçlü bir lazer kullanarak ilk kez vakumlu bir ortamda yapay Ay toprağından oksijeni başarıyla çıkardı.

Karbotermal İndirgeme Gösterimi (Carbothermal Reduction Demonstration/CaRD) deneyi, solunum için oksijen üretmenin yanı sıra ulaşımda itici yakıt olarak da hayati önem taşıyabilir.

NASA mühendisi Anastasia Ford, “Ekibimiz CaRD reaktörünün Ay yüzeyinde hayatta kalabileceğini ve başarılı bir şekilde oksijen çıkarabileceğini kanıtladı” diyor.

Bu, diğer gezegenlerde sürdürülebilir insan üsleri inşa etmek üzere mimariyi geliştirme yönünde büyük bir adım.

Ay’da kalıcı bir insan varlığı oluşturmak, NASA’nın Artemis görevinin uzun vadeli hedeflerinden biri ve bu görev, ilk astronotların 2025 gibi erken bir tarihte Ay yüzeyine dönmesini sağlayacak.

Bu son deneyin başarısı, artık oksijen toplama teknolojisinin hazırlık seviyesinin 6’ya ulaştığı, yani uzayda test edilmeye hazır olduğu anlamına geliyor.

NASA’da kıdemli bir mühendis olan Aaron Paz şöyle diyor: Bu teknoloji Ay yüzeyinde her yıl kendi ağırlığının birkaç katı oksijen üretme potansiyeline sahip, bu da insan varlığının ve Ay ekonomisinin sürekliliğini mümkün kılacak.

Önceki haftalarda NASA, programın ilk mürettebatlı uzay uçuşu olacak Artemis II görevinde Ay’ın etrafında dolaşacak 4 astronotu açıklamıştı.

Astronotlar 10 gün sürecek uçuş denemesinde NASA’nın devasa Uzay Fırlatma Sistemi (Space Launch System/SLS) roketiyle gönderilen Orion uzay aracında seyahat edecek. Bu kişiler, 50 yılı aşkın süredir Ay’ın yakın çevresinde uçan ilk astronotlar olacak.

ABD uzay ajansı, mürettebatsız test uçuşunu çoktan tamamlamış, Orion aracı Ay’ın etrafında uçarak Kasım 2022’de Dünya’ya dönmüştü.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Var Olmaması Gereken Galaksiler Bulup Duruyor

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), var olmaması gereken galaksiler bulup duruyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Bir bilim insanı, James Webb Uzay Teleskobu’nun (JWST) var olmaması gereken galaksiler bulup durduğu uyarısı yaptı.

Araştırmacılar, NASA’nın çığır açan teleskobunun şimdiye kadar gördüğü en eski ve en büyük galaksilerden 6’sının, evrende bulundukları yer göz önüne alındığında gerektiğinden daha büyük ve daha olgun göründüğü uyarısında bulunuyor.

Yeni bulgular, bu galaksilerin evrenin başlangıcından gelen Samanyolumuz kadar olgun olduğunu bildirdiği önceki bilimsel araştırmaların üzerine ekleme yaparak ilerleme sağladı.

An itibarıyla yeni bir makale, nasıl oluştuklarını daha iyi anlamak için galaksileri “stres testine” tabi tutarak bu bulguları doğrulamış görünüyor.

Bu çalışma, bilim insanları bir hata yapmadıysa, evren hakkındaki bazı temel bilgileri kaçırıyor olabileceğimize işaret ediyor.

Sıradışı galaksileri inceleyen yeni makalenin yazarı, Austin’deki Texas Üniversitesi’nden Mike Boylan-Kolchin “Eğer bu kütleler doğruysa, demek ki keşfedilmemiş bir bölgedeyiz” diyor.

Galaksi oluşumu hakkında çok yeni bir şeye ya da kozmolojide bir değişikliğe ihtiyaç duyacağız. En uç olasılıklardan biri, evrenin Büyük Patlama’dan kısa süre sonra tahmin ettiğimizden daha hızlı genişlemesi ki bu da yeni kuvvetler ve parçacıklar olduğu anlamına gelebilir.

Profesör Boylan-Kolchin’in “Stress testing ΛCDM with high-redshift galaxy candidates” (Yüksek derecede kırmızıya kayma gerçekleşen galaksi adaylarıyla ΛCDM’ye stres testi yapma) başlıklı makalesi bu hafta Nature Astronomy’de yayımlandı.

Bu makale, JWST’den gelen bilgilerin bilim insanlarının karşısına derin bir ikilem koyduğunu öne sürüyor. Veriler, onlarca yıldır kozmolojiye yön veren karanlık enerji ve soğuk karanlık madde paradigmasında, yani ΛCDM’de bazı yanlışlıklar olabileceğine işaret ediyor.

Genellikle galaksiler gazlarının yaklaşık yüzde 10’unu yıldızlara dönüştürür. Fakat yeni keşfedilen galaksiler gazın neredeyse tamamını yıldızlara dönüştürüyor olmalı.

Bu teorik açıdan mümkün. Ancak bilim insanlarının şimdiye kadar beklediğinden farklı bir şey.

Galaksilerin daha fazla gözlemlenmesi, yaşlarını ve kütlelerini daha çok açıklığa kavuşturacaktır. Bu, gözlemlerin yanlış olduğunu; merkezlerindeki süper kütleli kara delikler galaksiyi ısıttığı için olduklarından daha büyük göründüklerini ya da aslında sanıldıklarından daha geç bir dönemden geldiklerini ama görüntüleme sorunları nedeniyle daha yaşlı göründüklerini ortaya koyabilir.

Ancak bu gözlemler doğrulanırsa, gökbilimciler kozmosa ve galaksilerin nasıl büyüdüğüne dair anlayışlarını değiştirerek alışılmadık derecede büyük ve olgun galaksileri hesaba katacak şekilde modellerini ayarlamak zorunda kalabilir.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Yeni Bir Kara Delik Keşfedildi: Görünmez Canavar

Dünya ile Ay arasını 14 dakikada kat edebilecek kadar hızlı, 20 milyon güneşin ağırlığına denk gelecek süper kütleye sahip yeni bir kara delik keşfedildi. NASA, kara deliği “görünmez bir canavar” şeklinde tanımladı.

Kara delikler çekim alanı her türlü maddesel oluşumun ve ışınımın kendisinden kaçmasına izin vermeyecek derecede güçlü olan, büyük kütleli gök cisimleri şeklinde tanımlanmakta.

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Ajansı (NASA), galaksiler arası uzayda çok hızlı şekilde hareket eden “görünmez bir canavar” diye nitelediği yeni bir kara delik keşfedildiğini duyurdu.

NASA’dan yapılan açıklamada, Hubble Uzay Teleskobu tarafından kaza ile tespit edilen kara deliğin, galaksiler arasında büyük bir hızla başıboş şekilde dolaştığı belirtildi.

“Görünmez bir canavar” şeklinde tanımlanan kara deliğin Dünya ile Ay arasını 14 dakikada kat edebilecek kadar hızla ilerlediği, 20 milyon güneşin ağırlığına denk gelecek derecede de süper kütleli olduğu kaydedildi.

Kara deliğin, ardında, Samanyolu galaksisinin iki katı çapında, daha önce görülmemiş bir şekilde 200 bin ışık yılı uzunluğunda yeni doğmuş yıldızlardan oluşan bir iz bıraktığı ifade edildi.

Oluşumu için “Muhtemelen, üç büyük kara delik arasındaki nadir, tuhaf bir galaktik bilardo oyununun sonucu” ifadesi kullanılan hızlı kara deliğin, önündeki yıldızları yutmak yerine gaz kütlelerini kürüyerek dar bir koridor boyunca yeni yıldız oluşumlarını tetiklediği kaydedildi.

ABD Yale Üniversitesi’nden Pieter van Dokkum, bir şeyleri yutmaya zaman ayıramayacak kadar uzayda süratle ilerleyen ve ardında yıldız oluşumu bırakan kara delik için, “Gördüğümüz şey, sonrası. Bir geminin arkasındaki iz gibi, kara delikten kalan izi görüyoruz.” ifadesini kullandı.

Van Dokkum, Hubble teleskopu görüntüsünde, yakındaki cüce bir galakside yıldız kümelerini tararken kozmik ışın olduğunu düşündüğü küçük bir çizgi fark ettiğini, kozmik ışınları ortadan kaldırdıklarında ise daha önce gördükleri hiçbir şeye benzemeyen kara deliğin izini bulduklarını aktardı.

NASA’nın açıklamasında, gökbilimcilerin, galaksiler arası bu kaçak kara deliğin, belki 50 milyon yıl önce muhtemelen birbiri ile çarpışan galaksilerde bulunan üç büyük kütleli kara deliğin oluşturduğu kaotik ve kararsız konfigürasyon sonuncunda birinin bu oluşumdan dışarı fırlatılma şeklinde meydana gelmiş olabileceğine inandığı kaydedildi.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

James Webb, Buz Devinin Çarpıcı Görüntüsünü Yakaladı

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), Uranüs ve gezegenin halkalarının çarpıcı görüntüsünü yakaladı.

Haber Merkezi / NASA tarafından paylaşılan görselde gezegenin halkaları ve parlak özellikleri net bir şekilde görülebiliyor. Uranüs, kimyasal yapısı nedeniyle buz devi olarak anılmaktadır.

Çoğunlukla hidrojen ve helyumdan oluşan Satürn’ün yoğun bir atmosferi vardır ve Jüpiter gibi bir gaz devidir.

Satürn, aralarında boşluklar olan 7 halkaya sahiptir. Gezegenin halkaları, büyük ve güçlü yerçekimi tarafından parçalanmış olan asteroid, kuyruklu yıldız ve aylardan oluşmaktadır.

Satürn’de 1 gün, 10.7 saat sürer ve 1 Satürn yılı, 29 Dünya yılına eşittir. Satürn dünya ile kıyaslandığında, günler daha kısa yıllar ise daha uzun sürmektedir.

Toplamda 82 adet uyduya sahip olan Satürn’ün, 53 uydusu onaylanmışken 29 uydusu onaylanmayı ve isimlendirilmeyi beklemektedir.

Satürn güneşten yaklaşık 1.4 milyar kilometre kadar uzaktadır ve gezegenin rengi kahverengidir.

Satürn teleskop olmadan da görülebildiği için antik zamanlardan beri bilinir. Gelişen teknoloji ile birlikte zaman içinde 4 robotik uzay aracı Satürn’ü ziyaret etmiştir. Bunlar; Pioneer 11, Cassini, Voyager 1 ve 2 uzay araçlarıdır.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

İki Büyük Asteroit Dünya’ya Doğru İlerliyor

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA, yakın zamanda Dünya’nın çok yakınına geçecek asteroitlerin bir listesini yayınladı. Asteroitler, kuyruklu yıldızlar ve meteorlardan oluşan küçük gök cisimleridir.

Haber Merkezi / Güneş Sistemi içerisinde 3.865 kuyruklu yıldız ve 1.278.065 asteroittin olduğu bilinmektedir.

4 Nisan’da, yaklaşık 30 metre uzunluğunda bir asteroid, Dünya’nın 1 milyon 4 yüz bin kilometre yakınından geçti. Yaklaşık olarak bir otobüs büyüklüğündeki başka bir asteroit, 5 Nisan’da Dünya’nın 1 milyon 4 yüz bin kilometre yakınından geçti.

6 Nisan’da, yaklaşık 20 metre yüksekliğindeki ev büyüklüğünde bir asteroit Dünya’dan 5 milyon 700 kilometre yakınından geçecek. Bir yolcu uçağı büyüklüğündeki başka bir asteroid, saatte 67656 kilometre hızla Dünya’ya doğru ilerliyor ve 6 Nisan’da Dünya’nın 4.190.000 kilometre uzaklığından geçecek.

Asteroitler ne kadar endişe verici?

Asteroitler, güneş sisteminin oluşumunun ilk aşamalarından kalma kayalıklar olarak bilinir. Ayrıca güneş sisteminin oluşumundan arta kalanlar olarak kabul edilirler ve güneşin etrafında eliptik daireler çizerler.

Dünya’nın yakınında bir kilometreden daha geniş olan yaklaşık 850 olmak üzere, her boyuttan 30.000 civarında asteroit tespit edilmiştir. Bu asteroitler “Yakın Dünya Nesneleri” (NEO’lar) olarak adlandırılmaktadır. Şu an hiçbiri Dünya için tehdit oluşturmuyor.

Paylaşın

Mars’ın Çarpıcı Bulutları Görüntülendi

ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın Perseverance uzay aracı, Mars’ta gün doğumundan hemen önce sürüklenen bulutların bir dizi görüntüsünü çekti. Bilim adamları, Mars bulutlarının oluşum sürecini inceliyorlar.

18 Mart’ta yakalanan görüntüler Jet İtki Laboratuvarı tarafından yayımladı. Görüntüde gün doğmadan hemen önce Kızıl Gezegen’in tepesinde sürüklenen bulutlar yer alıyor.

NASA, hem Perseverance ekibinin hem de Mars’taki diğer uzay aracı Curiosity’yle ilgilenen uzmanların gezegendeki bulut oluşma sürecini incelediğini bildirdi. Ancak tam olarak hangi konunun çalışıldığı açıklanmadı.

Mars bulutlarının önemli bir kısmı su buzundan oluşuyor ve bunlara genellikle 60 kilometreden yukarıda rastlanmıyor.

NASA’nın geçen sene başlattığı yurttaş bilimi projesiyle Mars bulutlarının araştırılmasını istemişti. Yetkililer o dönem bu sayede Kızıl Gezegen’in atmosferinde 50-80 kilometre yüksekliğe bir ışık tutulabileceğini söylemişti.

Perseverance, beraberindeki minik helikopter Ingenuity’yle birlikte, 18 Şubat 2021’de Jezero Krateri’ne inmişti.

Jezero krateri özellikle önem verilen bir bölge. Zira yaklaşık 45 kilometre çapındaki bölgenin milyonlarca yıl önce bir nehir yatağı olduğu düşünülüyor.

NASA, Perseverance aracılığıyla bu bölgeyi araştırarak Mars’ın yüzeyinde su olduğu dönemlere dair daha fazla bilgi edinmeyi amaçlıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb Uzay Teleskobu Cehennem Gibi Bir Gezegen Keşfetti

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST), ilk kez Güneş Sistemi’nin dışında bir toz fırtınası gözlemledi.

İlk olarak 2015’te Şili’deki Vista teleskobu tarafından tespit edilen VHS 1256 b adlı gezegendeki sıcaklık 815 derece ve atmosfer sıcak kum bulutlarından oluşuyor.

Fırtınanın Dünya’dan yaklaşık 40 ışıkyılı uzaklıktaki bir ötegezegende gözlemlendiği ifade edildi. Gezegenin kütlesi Güneş Sistemi’nin gaz devi olan Jüpiter’in 12 ila 18 katı. VHS 1256 b, bu yüzden “süper Jüpiter” diye adlandırılıyor.

Bu arada James Webb Teleskobu, gezegen atmosferinin silikat parçalarından oluştuğunu da belirledi. Silikat, insanların genellikle yapı bileşenleri olarak kullandığı, cam, çimento, tuğla gibi maddelerde yer alan bir çeşit tuz.

VHS 1256 b’nin atmosferindeki silikat parçacıklarının küçük tanecikler veya ince beneklerden oluştuğu bildirildi.

Araştırmacılar, bulutların içinde dönüş halinde olan silikat parçacıklarının belirli zamanlarda çok ağırlaştığını ve yağmur yağdırdığını tahmin ediyor.

Teleskobun gözlemleri ayrıca su, metan ve karbon monoksitin izlerini de ortaya çıkardı. Araştırmacılara göre bu, gezegende karbondioksit olduğuna dair kanıt niteliğinde.

Bulguları özetleyen bir makale, kısa süre içinde hakemli bilimsel dergi The Astrophysical Journal Letters’da yayımlanacak.

Makalenin yazarlarından, Kaliforniya Santa Cruz Üniversitesi’nden Andrew Skemer, James Webb Teleskobu’nun büyük bir başarıya imza attığını söylüyor:

Başka hiçbir teleskop, tek bir hedefte aynı anda bu kadar çok özelliği belirleyemedi.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

Paylaşın

“Var Olmaması Gereken” Dev Galaksiler Keşfedildi

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) var olmaması gereken bir dizi devasa galaksi buldu.

James Webb Uzay Teleskobu, Büyük Patlama’dan yaklaşık 500-700 milyon yıl sonra, evren şu anki yaşının sadece yüzde 3’ündeyken oluşan bir dizi devasa galaksiyi gözlemlemek için kullanıldı.

Bu galaksilerin bizim güneşimizin sahip olduğundan 10 milyar kat kadar fazla yüksek yıldız kütleleri olabilir ve yıldızlardan biri, güneşimizin 100 milyar katı kadar büyük olabilir.

Bilim insanları toplam 6 galaksi buldu. Bu 6 galaksi birlikte, bilim insanlarının evrenimizdeki galaksilerin başlangıcı hakkında bildiklerini değiştirme tehdidi barındırıyor.

Araştırmacılar “evren kırıcılar” olarak bahsettikleri bu nesnelerin, evrenin mevcut modellerinin yüzde 99’uyla ters düştüğünü söylüyor.

Araştırmacılar, bu tür galaksilerin evrenin başlangıcından bu kadar kısa bir süre sonra bu denli büyümesinin beklenmemesi gerektiğini belirtiyor. Yeni araştırmada incelenen yıldızların kütlesi, araştırmacıların daha önce düşündüğünden 100 kat kadar daha büyük.

Galaksilerden gelen ışığı modelleyen Pensilvanya Eyalet Üniversitesi’nden astronomi ve astrofizik yardımcı doçenti Joel Leja, yaptığı açıklamada, “Bu nesneler herkesin beklediğinden çok daha devasa” diyor:

“Zamanın bu noktasında yalnızca minicik, genç, bebek galaksiler bulmayı bekliyorduk ancak daha önce evrenin şafağı olarak anlaşılan şeyde bizimki kadar eski galaksiler keşfettik.”

Doğrulanabilirlerse, bu keşif erken kozmos tarihimizin yanlış olabileceğini ve galaksilerin sandığımızdan çok daha hızlı büyüdüğünü öne sürebilir. Bu, ya evren modellerimizi ya da galaksilerin nasıl başladığına dair anlayışımızı değiştirmemizi gerektirecektir.

Leja, “Evrenin çok erken dönemlerine ilk kez baktık ve ne bulacağımız hakkında hiçbir fikrimiz yoktu” diyor: Öyle beklenmedik bir şey bulduk ki bu, aslında bilim için sorunlar yaratıyor. Erken galaksi oluşumuna dair tüm tabloyu şüpheli kılıyor.

Fakat bilim insanları galaksilerin uzaklığının ve yaşının, onların ne olduklarında kesin karar kılamayacakları anlamına geldiği uyarısını yapıyor. Araştırmacılar, bazılarının süper kütleli karadeliklere dönüşmüş olabileceğini söylüyor. Ancak 6 adayın bazılarının düşünüldüğü gibi galaksi olması muhtemel.

Yeni araştırmanın ortak yazarı ve Colorado Boulder Üniversitesi’nde astrofizik yardımcı doçenti olan Erica Nelson, “Bu galaksilerden biri bile gerçekse, kozmoloji anlayışımızın sınırlarını zorlayacaktır” diyor.

Araştırmacılar, diğer nesnelerin bile şoke edici olacağını söylüyor. Nelson, “Başka bir olasılık da bu şeylerin, soluk kuasarlar gibi farklı türde tuhaf nesneler olması ki bu da bir o kadar ilginç olabilir” diyor.

Bulgular, galaksilerin ne kadar uzakta olduklarını ve nelerden oluştuklarını daha iyi doğrulayacak spektrum görüntüleri alınarak teyitlenebilir. Bu da bilim insanlarının onların neye benzeyebileceklerini ve ne kadar büyük olduklarını anlamalarına olanak verecektir.

“A population of red candidate massive galaxies ~600 Myr after the Big Bang” (Büyük Patlama’dan yaklaşık 600 milyar yıl sonra kırmızı aday devasa galaksilerin popülasyonu) başlıklı yeni makale dün Nature’da yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

James Webb’den Yıldızların Ve Galaksilerin Başlangıcına Eşsiz Bakış

Şimdiye kadar uzaya gönderilmiş en güçlü teleskop olan ABD Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi NASA’nın James Webb Uzay Teleskobu (JWST) gökbilimcilere yıldızların ve galaksilerin başlangıcına eşsiz bir bakış sundu.

James Webb Uzay Teleskobu tarafından yakalanan yeni görüntüler yakındaki uçsuz bucaksız galaksilerin karmaşık yapısını gösteriyor. Uzay teleskobundan gelen bir başka muhteşem görüntü olmasının yanı sıra, bu fotoğraf bilim insanlarının yeni yıldızların nasıl oluştuğunu ve içine doğdukları galaksileri nasıl etkilediklerini anlamalarını sağlayabilir.

Yeni görüntüler, yakın galaksilerdeki bu süreçleri kızılötesi dalga boylarında ilk kez bu kadar detaylı gösterdi.

Bilim insanları, yıldızların başlangıcından geniş galaksilere her şeyi ele alarak çok küçükten çok büyüğe evrenimizin süreçlerine ışık tutan 21 araştırma makalesinde bu yeni verileri halihazırda kullandı.

Çalışma, dünyanın dört bir yanından 100’den fazla araştırmacının yer aldığı Yakın Galaksilerde Yüksek Açısal Çözünürlükte Fizik (PHANGS) işbirliği tarafından yürütülüyor. Bu araştırmacılar Webb’i, yakındaki 19 galaksiye yönelik devasa araştırmanın bir parçası olarak kullanıyor.

Şimdiye kadar gökbilimciler bu hedeflerden 5’ini, M74, NGC 7496, IC 5332, NGC 1365 ve NGC 1433 olarak bilinen galaksileri gözlemleyebildi.

ABD’nin Maryland eyaletinin Baltimore şehrindeki Johns Hopkins Üniversitesi’nden, araştırma ekibinin üyesi David Thilker, “İncelikli yapıyı gördüğümüz netlik bizi kesinlikle şaşırttı” diyor.

Kanada’daki Alberta Üniversitesi’nden araştırma ekibinin üyesi Erik Rosolowsky ise şu ifadeleri kullanıyor: Genç yıldızların oluşumundan gelen enerjinin çevrelerindeki gazı nasıl etkilediğini doğrudan görüyoruz ve bu kesinlikle olağanüstü.

James Webb Uzay Teleskobu’nun incelikli detayı, daha önce karanlık olan alanların şimdi aydınlatıldığı ve bilim insanlarının bir zamanlar görünmez olan bölgeleri inceleyebileceği anlamına geliyor. Araştırmacılar artık yıldızlar arasındaki tozun ışığı nasıl emdiğini ve kızılötesi olarak nasıl geri gönderdiğini inceleyebiliyor ki bu da girdaplı gaz ve toz ağlarını aydınlatıyor.

Ulusal Bilim Vakfı’nın NOIRLab’ına bağlı Gemini Gözlemevi’nin baş bilim insanı ve Tucson’daki Arziona Üniversitesi’nde üye gökbilimci olan, çalışmayı yürüten Janice Lee “Teleskobun çözünürlüğü sayesinde, ilk kez yıldız oluşumunun tam bir sayımını yapabilir ve Yerel Grubun ötesinde yakındaki galaksilerdeki yıldızlararası orta kabarcık yapılarının envanterlerini çıkarabiliriz” diyor.

Bu sayım, yıldız oluşumunun ve geri beslemesinin kendilerini yıldızlararası ortama nasıl işlediğini, daha sonra yeni nesil yıldızları nasıl meydana getirdiğini ya da yeni nesil yıldızların oluşumuna aslında nasıl ket vurduğunu anlamamıza yardımcı olacak.

Teleskobun kızılötesi gözleri evrenin derinliklerine bakıyor

25 Aralık 2021’de ESA’nın Ariane 5 adlı kargo roketiyle fırlatılan teleskobun kaydettiği görüntüler, yıldızların ve galaksilerin evriminin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak.

Gözlem aracının MIRI ve diğer kızılötesi kameraları, bir zaman makinesi görevi görüyor.

Güçlü teleskopları kullanarak çok uzaktaki gök cisimlerini inceleyen bilim insanları, ilgili gök cisminden gelen ışığın Dünya’ya ulaşma süresi uzadığı için “zamanda geriye bakma” imkanı yakalıyor.

James Webb Uzay Teleskobu ise 13,5 milyar yıl öncesini, yani evrenin yeni oluştuğu zamanı gözlemleyebilecek kadar güçlü bir cihaz.

Evrendeki en eski galaksiler, Büyük Patlama’ya o kadar yakın bir dönemde oluştu ki bunların ışığı Dünya yörüngesine ulaştığında son derece soluk oluyor.

Bu ışık evrende ilerlerken genişleyip dağılarak spektrumun kızılötesi ucuna doğru kayıyor. Gözlemlenebilmesi içinse son derece güçlü bir teleskop gerekiyor.

Hubble şimdiye dek geçmişe dair birçok gizemi aydınlatmayı başardı. Ancak gücü bu türden gözlemlere yetmiyordu. Ayrıca Hubble çoğunlukla ultraviyole ve görünür ışıkta gözlem yapmıştı.

Öte yandan James Webb Uzay Teleskobu, kızılötesinde rahatça gözlem yapabilmek için gereken tüm kriterleri karşılıyor.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın