HDP’li Beştaş: Yasak Sistemi Saraydan Başlıyor

İstiklal Caddesi’nde Kürtçe müzik yapmaları engellenen sokak müzisyenlerini gündemine alan HDP’li Beştaş, “Taksim’de Kürtçe müzik yapan bir grubun şarkı söylemesi engellendi. Bir kolluk gücü, bir polis memuru diyor ki buraların hepsi benden sorulur. Ben sorumluyum diyor. Bu gücü nereden alıyor, Saray’dakinden alıyor. Yasak sistemi saraydan başlıyor” dedi.

Haber Merkezi / Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, TBMM’de düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu.

Adalet Bakanı Abdülhamit Gül’ün yerine Bekir Bozdağ’ın atanmasıyla ilgili konuşan Danış Beştaş “Bürokratlar değişiyor. Bunların hepsi gece yarısı ve karanlıkta oluyor. Aslında bu iktidarın karanlığa boğduğu sistemin bir sonucudur” dedi.

Bekir Bozdağ’ın 2017’de görevi Abdülhamit Gül’e devrettiğini hatırlatan Danış Beştaş, “Burada görevden alınan Adalet Bakanı değil adalettir. Adalet iş başında değildir. Adalet yürümüyor. Adaletsizliğin sürdürülmesi için bakanlıklar değiştiriliyor” diye konuştu. Beştaş, sonrasında ise şöyle devam etti:

“Bu değişiklik aslında tek cümle ile kaynayan kazanın AKP iktidarının ve MHP ile kurdukları ittifakta kaynayan kazanın bir sonucudur. İç dengelerden kaynaklıdır, günlerdir tartışılıyor o buna yakın bu buna yakın. Ama bizim ilgili olduğumuz bölüm şudur, adalet tesis edilecek mi edilmeyecek mi? Bu nedenle diyoruz bu adaletsizliğin devam ettirilmesi için yapılan bir görev değişikliğidir.”

“Mesele adaleti tesis etmek değildir. Dikkat edin Adalet Bakanı gece yarısı affını istedi. İstifa ya da görevden alma da af olarak değerlendiriliyor. AİHM kararlarını uygulamaması tartışılmıyor. Başka ne tartışılmıyor, her gün öldürülen kadınlar, şiddet gören kadınlar tartışılmıyor. Hasta mahpusların cenazeleri cezaevlerinden çıkmaya devam ediyor bu da tartışılmıyor. Adil yargılama artık sadece dilimizde kalan bir kavram, bu da tartışılmıyor. Tutuklu gazeteciler, siyasetçiler tartışılmıyor. Bütün bunlar orta yerde dururken adaletsizlik sistemine bakan dayanmıyor. Bu nedenle biz bu adaletsizliğin kesinlikle daha fazla hüküm sürmemesi için mücadelemize devam edeceğiz.”

“Temel haklarla ilgili Cumhurbaşkanı kararname çıkaramaz”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın imzasıyla Cumartesi günü Resmi Gazete’de yayınlanan, “milli ve manevi değerlerin yıpratılmasının önüme geçilmeyi amaçlayan genelgeyle ilgili olaraksa Danış Beştaş, bunu sansür genelgesi olarak nitelendirdi. “Garip bir genelge. Ucube, hukuksuz, anayasaya aykırı bir genelge” diyen Danış Beştaş, sözlerine şöyle devam etti:

“Erdoğan kendisini Anayasa’nın üstünde görüyor. Kendisini Anayasa’ya bağlı hissetmiyor. Şu anda bir darbe anayasasına göre bile temel haklarla ilgili Cumhurbaşkanı kararname çıkaramaz. Yeni sistemde de çıkaramaz. Temel haklarla ilgili Cumhurbaşkanının kararname yetkisi yoktur.

Anayasa’nın 28. maddesi emredici niteliktedir. Basının hür olduğunu kayıt altına alır. Peki genelgede ne diyor; milli manevi değerlere aykırı yayın yapanların sansürlendiği ve benzeri yaptırımların uygulanacağı ifade ediliyor. Canlı yayında dil koparan, canlı yayında küçücük bir çocuğa nefret siyaseti ürettiren çocuk istismarını alkışlayanların milli ve manevi değerlere aykırı yayınları durdurma gibi bir genelge yayınlaması da oldukça manidar.

AKP’nin sözünü ettiği milli ve manevi değerler nedir biliyor musunuz? AKP’den yana olanların söyledikleri, AKP’nin muhalif olanların eleştirenlerin söyledikleri. İktidar partisini ve ortağını eleştirenler hiçbir şey söylemese de bu sansür genelgesiyle, genelgesi genel ve soyut, oldukça muğlak, bunun içeriğine bir cümle yazarak sansürlenebilecek. Bu yönüyle milli ve manevi değer dedikleri aslında AKP’yi savunmaktır, başka bir izahı yok.

“Türkiye’de artık temel bir gıda krizi vardır”

Ekonomik krize ilişkin de konuşan Danış Beştaş, “Türkiye’de artık temel bir gıda krizi vardır. Bunun adını koyalım. Tüketimi arttırarak ekonomiyi ayakta tutma çabası da iflas etmiş durumdadır” dedi.

Danış Beştaş Meclis’in bir an önce devreye girmesi gerektiğini belirtti ve bu konuda atılması gereken adımları şöyle sıraladı: “Temel gıda ürünlerinde vergi sıfırlanmalıdır. ÖTV kaldırılmalıdır. Elektrik faturalarındaki vergi yükü hemen kaldırılmalıdır. Elektrik üretim ve dağıtım süreçleri kamulaştırılmak zorundadır. Doğalgaz faturalarındaki vergi yükü kaldırılmalı, hanelerin doğalgaz yükü en az  yüzde 50 oranında düşürülmelidir. Sanayi tesisleri için zamlar geri alınmalıdır.

“Yoksa zarar çok daha büyüyecektir. Kimse bunu nasıl yaparız demesin. Aman hazinede para yok demesin. Bunun yolunu da söylüyoruz. Altına imza atmaya da hazırız. Meclis’e gelmesi için biz de ilgili teklifleri veriyoruz. Bütçeden faiz giderleri ve vergi istinalarnı kaldırırsak 500 milyar TL civarında bir kaynak oluşuyor. Bu kaynağı da faiz lobilerine ve yandaşlara değil halklarımıza verirsek bu sorun çözülmüş olur.”

Yasak sistemi saraydan başlıyor

Danış Beştaş son olarak İstiklal Caddesi’nde Kürtçe müzik yapmaları engellenen sokak müzisyenlerini gündemine aldı. Danış Beştaş konuyla ilgili şunları söyledi: “Taksim’de Kürtçe müzik yapan bir grubun şarkı söylemesi engellendi. Bir kolluk gücü, bir polis memuru diyor ki buraların hepsi benden sorulur. Ben sorumluyum diyor. Bu gücü nereden alıyor, Saray’dakinden alıyor. Yasak sistemi saraydan başlıyor. İstemedikleri her şeyi yasaklamakla bu ülkede kendilerince yönetimi devam ettirebileceklerini sanıyorlar.

“Bu Kürt düşmanlığının, Kürt diline, müziğine yansıyan düşmanlığın bir sonucudur. Kadınlara yönelik şiddeti önlemeyen polis Kürtçe şarkı söyledi diye grubu engelliyor, yasaklıyor. Kürtçe müzik çalınan düğünleri basıyor. Bu kadim dillerin hiçbirini yasaklayamazsınız. Kürt dilini de yasaklayamazsınız.”

Danış Beştaş sözlerini müzik yapması engellenenlerin okuduğu şarkı sözleriyle bitirdi: “Zimanê me hebûna me ye. Zimanê me pêşeroja me ye. Em ê her tim zimanê dayikê biparêzin. (Dilimiz varlığımızdır. Dilimiz geleceğimizdir. Anadilini her zaman koruyacağız.)

Paylaşın

Siyasette ‘Diyarbakır’ Tartışması: İYİ Parti’den Sert Eleştiri

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Demokrasinin yolu Diyarbakır’dan geçer” sözü siyasette yeni bir tartışma başlattı. Halkların Demokrasi Partisi’nin (HDP) “Olumlu, ancak yetersiz” ifadeleriyle değerlendirdiği açıklamaya İYİ Parti’den sert eleştiri geldi.

DW Türkçe’den Eray Görgülü’nün haberine göre; CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ı ziyaretinde dile getirdiği “Bu ülkeye demokrasi gelecekse, bunun yolu Diyarbakır’dan geçer” ifadeleri siyasetin yeni tartışma konusu oldu. HDP’li Meral Danış Beştaş, açıklamayı olumlu bulduğunu ancak yetersiz karşıladığını ifade etti. İYİ Parti’li Yavuz Ağıralioğlu ise Kılıçdaroğlu’nu “Bin 212 evladımızı şehit verdik” sözleriyle eleştirdi.

Ağıralioğlu: Her problemin çözüm mercii Ankara’dır

İYİ Parti Genel Başkan Yardımcısı Yavuz Ağıralioğlu, “Diyarbakır fantezilerinden başlayan ifadelerden bin 212 evladımızı şehit verdik. Demokrasinin yolu TBMM’den geçer” dedi. Kılıçdaroğlu’nun ifadelerini “Erdoğan’dan aşina olduğumuz ifadeler” sözleriyle değerlendiren Ağıralioğlu, “Buna mukabil başlayan çözüm süreci, müteakip ödediğimiz büyük bedeller bizim için ders olmalı.  Her problemin çözüm mercii Ankara’dır” diye konuştu.

“Memlekete demokrasi gelecekse, 81 vilayetimize hukuk gelecekse, kalkınmış müreffeh bir ülke olacaksak, bunun yolu sadece ve sadece TBMM’den geçer” ifadesini kullanan Ağıralioğlu, şöyle devam etti: “Memleketin çözüm mercii Meclis’tir. İradesi, kanunu, kuralı kayıt altında, demokrasisi taçlanmış, güçlü bir müreffeh bir ülke istiyorsak, bunu 84 milyonu bir araya getirecek bir hukukla yapacağız. Bunu merkezi mercii Ankara’dır, başkenttir, TBMM’dir. Bunun dışında her yelteniş daha önce defalarca denenmiş bedeli çok ağır ödenmiş işlerdir.”

Beştaş: Kürt halkı sözünün gereğini yerine getirilmesini bekler

HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, açıklamayı olumsuz değerlendirmediğini ancak yetersiz bulduğunu söyledi. Beştaş, şunları söyledi:

“Mesut Yılmaz’ın da AB’nin yolu Diyarbakır’dan geçer diye bir sözü vardı. Çiller döneminden beri Kürt meselesinin çözümüne dair farklı metaforlarla bu tip açıklamaları çok duyduk. Artık bu sözlerin uygulanması zamanı. Kürt halkı bu şekilde mesajlarla bu sorunun çözülemeyeceğini çözülemediğini on yıllardır deneyimliyor.”

Kılıçdaroğlu’nun Diyarbakır’dan kastının Kürt meselesinin çözümünün olduğuna dikkat çeken Beştaş, “Yani Kürt halkı, Kılıçdaroğlu’ndan bu sözünün gereğini yerine getirilmesini bekler. Bu sözde kalan iyi niyet beyanı olmamalı” dedi.

Açıklamayı yadsımadığını ancak yetersiz bulduğunu ifade eden Beştaş, “Evet doğrudur demokrasinin yolu Diyarbakır’dan Türkiye’nin tamamının demokratikleşmesinin yolu Kürt meselesinin çözümünden geçiyor. Bunu Kılıçdaroğlu’na atfen söylemiyorum ama Kürtler, sadece seçim zamanlarında oy olarak görülmekten, ‘bizim kardeşimiz’ söylemlerinden illallah etmiş durumdalar. Bu konuda eşit, özgür ve yurttaş olarak herkes gibi bu ülkenin yurttaşı olarak ortak vatanda yaşamak istiyorlar. Biz tam da bunun mücadelesini veriyoruz” ifadesini kullandı.

Beştaş, “Kılıçdaroğlu’ndan, sözünün gereğini yerine getirmesi için beklentiniz tam olarak nedir?” sorusu üzerine şu yanıtı verdi: “Önümüzde Semra Güzel fezlekesi var. CHP, fezlekeye ‘evet diyeceğiz’ diyor. Bu, Diyarbakır’da çok büyük kırılma yapıyor. İktidar olmadan da atılacak adımlar vardır. Daha dün Millet İttifakı’nın ortağının genel sekreteri ‘HDP kapatılmalıdır’ dedi. İYİ Parti, MHP’den koptu doğru. Ama MHP’nin başka şekliyle karşı karşıyayız. CHP’nin bu konuda kendi ortağına söz söylemesi gerekir.”

Üstün: Demokrasi eksikliği bir çok alanda

Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Ayhan Sefer Üstün ise, Türkiye’de bir demokrasi eksikliği yaşandığını belirterek, “Ama bu demokrasi eksikliği bir çok alanda kendini gösteriyor. Seküler kesim de, muhafazakar kesim de, Alevi kesim de sorun yaşıyor. Yıllardan beri can yakıcı bir sorun olan Kürt meselesi de bir demokrasi eksikliğinin tezahürü olarak ortaya çıkıyor” dedi. Üstün, “Elbette ki bu söylem, bir açıdan bakıldığında doğru ama sadece demokrasi eksikliğinin tamamını tarif etmiyor. Zaten muhtemelen kastı, tamamını tarif etmek olmamış olabilir” ifadesini kullandı.

Hedeflerinin tüm kesimlerin maruz kaldığı demokratik hak taleplerinin yerine getirilmesi olması gerektiğini dile getiren Üstün, şöyle devam etti: “Amacımız, bu demokrasi açığını kapatmak olmalıdır. Meseleye biraz bu açıdan bakıyorum. Son zamanlarda zaten Sayın Kılıçdaroğlu, helalleşmek gibi sözlerle de aslında herkesin herkesle helalleşeceği bir ortamdan durumdan bahsediyor. Tek bir yere atıfta bulunduğunu tahmin etmiyorum. Demokrasinin demokratik hakların Kürt meselesi üzerinden açığını dile getirmek istemiş olabilir. Demokrasi açığı sadece bir yerde yok. Maalesef her alanda bu açık son yıllarda derinleşerek artmıştır.”

Kaya: Kürtleri memnun edecek, Türkleri rahatsız etmeyecek çözüm

Saadet Partisi Genel Başkan Yardımcısı Bülent Kaya da, bölge halkının yaşadığı sorunlara temel hak ve hürriyetler çerçevesinde bakılması gerektiğini belirterek, şöyle konuştu: “Özellikle toplumsal birlik ve kardeşlikle alakalı, terörün sona erdirilmesiyle alakalı, Kürt meselesine demokratik çözümle alakalı değişik dönemlerde bazı çalışmalar yapıldı. Belli konularda sonuç alındı, belli konularda sonuç alınamayıp tekrar eski politikalara dönüldü. Her iktidara talip her siyasi parti ve lider mutlaka bu konunun demokrasi çerçevesinde çözülmesinin önemli olduğuna inanır.”

“Geçmişte de zaman zaman bazı siyasilerin Kürt meselesi ile ilgili samimi mesajları olduğunu” ifade eden Kaya, “Dilerim ve umut ederim ki bu kez, bu manada bir fırsat oluşacaksa Türkiye’de bu meselenin artık Kürtleri memnun edecek, Türkleri de rahatsız etmeyecek ortak bir uzlaşıyla ortadan kalkacağı bir sürece hep beraber girmiş oluruz” dedi.

Yeneroğlu: Kılıçdaroğlu’nun cümlesi çok önemli

“Kürt meselesi, Türkiye’nin neredeyse kuruluşundan beri en can yakıcı sorunlarından birisidir” diyen DEVA Partisi Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu da, “Demokrasimizi geliştirecek pek çok düzenleme de maalesef Kürt meselesi nedeniyle çözümsüzlüğe hapsedilmiştir. Sayın Kılıçdaroğlu’nun bugün sarf ettiği cümle de bu açıdan çok önemlidir diye düşünüyorum” ifadesini kullandı.

Yeneroğlu, “Diyarbakır sadece Diyarbakır değil; Kürt meselesi de sadece Kürtlerin meselesi değildir. Bu coğrafyada yaşayan herkesin, hepimizin sorunudur” dedi. Demokratik devletin tüm vatandaşların eşit haklara sahip olduğu devlet olduğunun altını çizen Yeneroğlu, şunları söyledi: “Dolayısıyla gerçek anlamda demokratikleşme ancak eşit vatandaşlık ilkesinin uygulanmasıyla sağlanacaktır. Etnik ayrımcılığın olmadığı, her fikrin hukuk devleti güvencesinde ifade edilebildiği bir ülkede demokratikleşmemizi ilerletmemiz mümkün olacak. Buna yürekten inanıyorum.”

Paylaşın

HDP’li Meral Danış Beştaş: Zam, Zulme Dönüştü

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulunan HDP’li Beştaş, zamlara tepki göstererek, “amlar sonucunda vatandaş çamaşır, bulaşık makinesini, televizyonunu, ütüsünü, klimasını kullanabilecek mi? Kombiler bu sene yakılmayacak, insanlar battaniyelere sarılı vaziyette gece gündüzlerini geçirmeye çalışacak. Bu daha çok hastalık ve yoksulluk demektir. Zam, zulme dönüştü artık” dedi.

Haber Merkezi / HDP’li Beştaş, Kovid 19 salgınına ilişkin yaptığı değerlendirmede ise, “Günde 200-250 insanımız pandemide can veriyor, her gün neredeyse bir uçak düşüyor. Bu rakamlar karşısında iktidar pandemiyi yönetemiyor, gerekli tedbirleri alamıyor. 3’üncü aşı neden ertelendi, 12 yaş altı çocuklara neden aşı yapılmıyor? Sağlık Bakanın görevi sadece tablo açıklamak değildir. Halkın sağlığını temin etmek, gereken tedbirleri almaktır” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Beştaş’ın açıklamaları şöyle;

“Bugün 1 Kasım Dünya Kobanî Günü. Bugünü öncelikle kutlamak istiyorum. Farklı inanç ve halklardan, başka bir dünya mümkün diyenlerden örülü bir direniş tüm dünya halklarına hem ilham hem de umut oldu. Dünya Kobanî Günü tüm halklara kutlu olsun. IŞİD çetelerine karşı insanlık değerlerini yükseltenlere saygı ve sevgilerimi gönderiyorum. Bu uğurda hayatını kaybedenleri minnetle anıyorum.

Biden ile Erdoğan görüşmesi uzun zamandır gündemdeydi. Biliyorsunuz Erdoğan en son New York’a gittiğinde Destici ile görüşmüştü, burada görüşemiyordu herhalde. Büyük lobilerle ve harcanan paralarla sonunda Biden ile görüşme gerçekleşti. Bir saatlik görüşme için ne kadar çaba ve efor sarf edildiğini hepimiz biliyoruz. Ancak bir saatlik görüşmeyle yapısal sorunlar çözülemez. Her şey güllük gülistan denilerek Türkiye yurttaşlarının aldatılmasına izin vermeyeceğiz.

“Türkiye’de hukuka dönülmesi lazım”

Ortada anlaşmazlık konularının olduğu, Türkiye’deki demokrasi çıtasının eleştirisi konusu olduğu bir kez daha görüldü. S-400 ile Kuzey ve Doğu Suriye konusunda tabii ki bir anlaşma yok, kimse de bekleyemez bu politika devam ettikçe. Erdoğan ve küçük ortağı içeride yarattıkları krize karşı bu tür mizansenlerle durumlarını meşrulaştırma girişiminde bulunuyor. Bu kabul edilemez. Türkiye’de hukuka dönülmesi lazım, yeni bir hukuk düzeninin yaşama geçirilmesi gerekiyor. Çözüm ABD, Glasgow, New York ya da Moskova’da değil TBMM’dedir. Hukuk ve insan hakları sorunlarını, demokrasi sorunlarını çözecek merci siyasettir. AKP iktidarına bu çağrıyı bir kez daha yapmak istiyoruz. Biden ile yapılan görüşmeyi süslü cümlelerle, eksik yanlış cümlelerle anlatmaktan ve halkı aldatmaktan vazgeçsinler.

Elektrik üreten santrallerin doğal tarifesine % 47 zam yapıldı. Ekim ayında da % 15 zam yapılmıştı. Zam yapılmayan tek şey emekçilerin maaşlarıdır. Elektriğe en az % 15 zam gelecek. Çünkü bunlar birbirini tetikliyor. Doğalgaza yapılan zam, enflasyonu da tetikleyecektir. Merkez Bankası’nın enflasyon hedefi ile zam hedefi arasında açıkça bir uçurum vardır. Bu zamlar her yere yansıyacak zamlar olarak not edilmelidir. Emekçilere yapılan % 3-5 zam, büyük şaşalı toplantılarla lütuf olarak sunuluyor ama Erdoğan’ın maaşı 100 bin TL’nin üstüne çıktı. Bu, % 14 zam demektir. İşçiye, emekçiye ise 5,88 zam yapıldı. Onların adaletten anladığı budur.

“Zam artık zulme dönüştü” 

Bu zamlar sonucunda vatandaş çamaşır, bulaşık makinesini, televizyonunu, ütüsünü, klimasını kullanabilecek mi? Kombiler bu sene yakılmayacak, insanlar battaniyelere sarılı vaziyette gece gündüzlerini geçirmeye çalışacak. Bu daha çok hastalık ve yoksulluk demektir. Zam, zulme dönüştü artık. 1 Ocak 2021-31 Mart 2021 tarihleri arasında 90 milyon adet elektrik faturası ödenmediği için milyonlarca yurttaşın elektriği kesilmiş. Yaklaşık 1 milyon adet fatura evlere, 1.5 milyon adedi sanayi üretim tesislerine, 2 milyon adedi ticarethanelere, 2 milyon adedi ise sulama abonelerine ait. Diğer yandan EPDK’nin son verilerine göre doğalgaz kesintisi yapılan 1 milyon 279 bin. 840 binin kesinti sebebi faturaların zamanında ödenmemesi. Bu rakamlar son zamlarla artmaya devam edecek.

Meclis gündeminde 2 tane uluslararası anlaşma var. Bu anlaşmalar Genel Kurul gündemine gelir ve yurttaşın sonradan haberi olur. Karadağ ile yapılan anlaşmaya göre üreticinin rekabet gücünü düşürecek, vergiden muaf olacak şekilde canlı hayvan ve işlenmiş et ürünü ve buğday ithal edilecek. Üretici kan ağlarken bu destek niye üreticilere değil de Karadağlılara veriliyor? Bu ithalat anlaşması ile çiftçilere büyük bir darbe vuruluyor. Dışa bağımlı ekonomi devam ettiriliyor. Üretebileceğimiz ürünleri dışarıdan satın alıyoruz. Diğer anlaşma ise Katar ile. 2022 yılında Katar ile gerçekleşecek olan dünya kupası organizasyonu için destek kolluk gücü görevlendirecek. Türkiye’de destan yazan kolluk bakalım orada ne yapacak. Buradan gidecek kolluk gücüne iyi seyirler diliyoruz. Türkiye’de kadınların korunması ve şiddetin önlenmesi konusunda görevlerini kötüye kullandıklarını da burada not edelim.

“Yurttaşların sofrası küçülmeye devam edecek”

Meclis’in diğer bir gündemi İhracat Teşvik Kanunu. Şimdi de hormonlu ihracat rakamlarıyla büyümeyi hedefliyor iktidar. Yine gerçek veriler ve alt yapı yok. Türkiye büyüyor diyecekler, ihracat arttı diyecekler ama büyüyen yandaş sermaye olacak. Yurttaşların sofrasında ekmekleri küçülmeye devam edecek. Sandığa endeksli hayali ihracat canlandırılmaya çalışılıyor. Gelir dağılımı istihdam vb. sorunlar orta yerde dururken, emek sömürüsünü merkeze alan KİT’lerin tek tek satılmasını salık veren, piyasayı sermayeye payanda eden iktisadi anlayış Türkiye’de bir enkaz yaratmış durumda. Bağımsız kurumlara yapılan müdahaleleri her gün görüyoruz. Bu müdahalelerle TL’de bir yılda 35 oranında devalüasyon oldu. Enflasyon % 20’lere dayandı, işsizlik çift haneli rakamlarda seyrediyor. Bu iktidar artık kendi vatandaşlarından vazgeçti.

Türkiye’nin ihracatının milli gelire oranı % 28. Yunanistan’da bu rakam yüzde 35. Erdoğan’ın 2011’de açıkladığı ihracat hedefinin çok uzağında olduğumuzu da hatırlamakta fayda var. Bu kanun teklifiyle ihracatçı firmalar için İhracatı Geliştirme Fonu ile finansman oluşturulacak. İhracatçıya istedikleri krediyi verecekler. Erdoğan kendi maaşından da ihracatçılara fon desteği verebilir. Vatandaşın parası yerine büyük sarayını da ipotek edebilir. Neden vatandaşın cebinden veriyor? Her şeyi vatandaştan alıp yandaşlarını zenginleştiriyor.

Anketlerde yüzdeleri düşüyor, hayali ihracatla bunu yukarı çekmeye çalışıyorlar. Büyüme rakamları yükselsin sonrası Allah kerim diyorlar. İhracat büyüyecek diye vatandaşın sofrasındaki ekmek düşünülmüyor. Hep sermaye hep sermaye, akıllarına yoksul halk gelmiyor. Kimin parasını kime peşkeş çekiyorsunuz! AKP iktidarı müşteri garantili otoyol ve köprüler, hasta garantili şehir hastaneleri kurdu. Şimdi de kredi garantili yandaş şirketleri ihya edecekler. Genel Kurul’da muhalefetimizi sürdüreceğiz en güçlü şekilde.

“Her gün kadınlar katledilmeye devam ediyor”

Her gün kadınlar katledilmeye devam ediyor. Kadınlar öldürülürken hiçbir farklılık gözetilmiyor; yaşı, eğitimi, ekonomik durumu… Kadın olmaları öldürülmeleri için yeterli. Devletin almadığı önlemler ve cezasızlık politikası ise cinayetlerin devamına katkı sağlıyor. En son Şebnem Şirin katledildi. İstanbul Sözleşmesini uygularken yargı ve kolluğun eli titriyordu. Şimdi Erdoğan sözleşmeden çekildiği için elleri rahat cezasızlık politikasını en üst düzeylere yükletiyorlar. Cellatlara sesleniyorum: Kesinlikle tükenmiyoruz, daha çok bileniyoruz. Mücadeleyi diri tutup cinayetleri durdurana kadar mücadeleye devam edeceğiz.

Günde 200-250 insanımız pandemide can veriyor, her gün neredeyse bir uçak düşüyor. Bu rakamlar karşısında iktidar pandemiyi yönetemiyor, gerekli tedbirleri alamıyor. 3’üncü aşı neden ertelendi, 12 yaş altı çocuklara neden aşı yapılmıyor? Sağlık Bakanın görevi sadece tablo açıklamak değildir. Halkın sağlığını temin etmek, gereken tedbirleri almaktır.

Eğitim Sen’in hazırladığı son raporda 32 il, 127 ilçe ve 24 köyde COVID salgını nedeniyle 798 sınıfın kapandığı belirtiliyor. Okullarda yaşanan vakalar ve kapanan sınıf bilgilerinin paylaşılmaması için eğitimciler uyarılıyor. İyi de bunlar açıklanmazsa, tedbir alınamaz. Milyonlarca veli endişeyle çocuklarını okula gönderiyor. Pandemi iktidarın gündeminden çıktı ama bizim gündemimizde olmaya devam edecek. SES ve Ankara Tabip Odası’nın çalışmasına göre 2021 sağlık bütçesinin % 19’u 13 şehir hastanesine ayrılmış durumda.

Sağlıksız bir bütçe ile bir müteahhit bütçesi ile karşı karşıyayız. 2021-2024’e kadar şehir hastanelerine ayrılan kira bedeliyle 39 şehir hastanesinin yapılması mümkün. SMA’lı hastaların aileleri her gün yardım kampanyası yapıyorlar. Ailelerin istedikleri para bunun yanında çok küçük bir rakam olarak kalıyor. Ama sosyal devlet orada yok. Şehir hastaneleri Sağlık Bakanlığının bütçesini kendisine çeken ama hizmeti azaltan bir sistem olarak orta yerde duruyor.

“Hastaneler yurttaşları yaşatmalı, sermayeyi değil”

Kamu Özel İşbirliği modeli ile yapılan şehir hastanelerine 3 milyar 43 milyon TL kira bedeli ödendiği ortaya çıktı. Bununla 3 hastane yapılabilir. Şehir hastaneleri iktidarın inşaat politikalarının bir başka versiyonu, bir hortumlama alanı olarak orta yerde duruyor. Yaşam ve sağlık hakkının bu şekilde ipotek altına alınması sosyal devlet ilkesiyle hiçbir şekilde bağdaşmıyor. Hastaneler insanı, yurttaşı yaşatmak üzerine inşa edilir, sermayeyi ve yandaşı yaşatmak için değil.

Paylaşın

“Kış Geliyor, Fiyatlar Yakıyor Ama Zamlar Donduruyor”

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemde ilişkin değerlendirmelerde bulunan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, yaşanan ekonomik krize değinerek, “Gıda fiyatları, enflasyon bir de şu anda halkın en temel sorunlarından birisi de kış geliyor. Kışın nasıl ısınacaklar? Elektrik faturasını, doğalgaz artışlarını biliyoruz. Kış geliyor, yurttaş donma tehlikesi ile karşı karşıya. Şimdiden kara kara düşünüyorlar. Fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor” dedi.

Haber Merkezi / Türkiye’nin en temel, yakıcı gündemi ekonomi olduğunu belirten HDP’li Beştaş, gündeme ilişkin yaptığı açıklamalardan öne çıkan bölümler şöyle;

“Türkiye tarihinde görülmemiş zamlarla, fahiş fiyatlarla halkı baş başa bırakmış durumda. Her fırsatta duyarsınız AKP sözcülerinden, yağ kuyruklarını örnek verirler. Şimdi AKP Genel Başkanı’na ve sözcülerine tanzim kuyruklarından, son yapılan LPG zamlarından sonra akaryakıt istasyonlarındaki otogaz kuyruklarına bakmalarını salık veriyoruz.

Erdoğan’ın “fiyatlar uygun” açıklamasını bütün Türkiye’nin merak ettiğini biliyorum. Bütün Türkiye yurttaşları adına soruyorum. “Peki fiyatlar uygunsa enflasyon neden bu kadar yüksek?”. Biz Erdoğan’ı ve AKP sözcülerini halk pazarına davet ediyoruz. Gelin halk pazarına gidin ve bir de oradaki fiyatlara bakalım hangisi uygun, onu herkesle paylaşın.

Halk mango yiyebiliyor mu ki kurutmasını yapsın? 

1 Milyon TL devlet desteği ile Emine Hanım bir yemek kitabı çıkardı. O kitaptaki yemekleri halk neyle yapacak. Geçtim 1 Milyon TL’lik devlet desteğini, halkın cebinden, vergilerimizden giden parayı geçtim, o yemekleri kim nasıl yapacak? Bizim Emine Erdoğan’a tavsiyemiz, halkın yoksulluğunun kitabını yazsınlar. Böyle şatafatlı yemek kitaplarıyla, devlet desteğiyle bir şeyler söylemek kolay tabi ki!

Şimdi bir tertiplenmiş market gezisi vardı. Sepetini Erdoğan abur cuburla doldurdu ve bütün Türkiye öğrendi bin 2 TL tutmuş hesabı. Peki bu sepette ne yok? Bu sepette abur cubur dışında hiçbir şey yok. Ayçiçek yağı yok, et yok, zeytin yok, tavuk yok, balık yok, pirinç yok, bulgur yok, mercimek yok, hiçbir şey yok! Herhalde kendi evlerinde yemek yemiyorlar, abur cuburla besleniyorlar. Eğer beslenmiyorlarsa çocuklara çok kötü örnek oluyorlar. Çünkü, bütün ebeveynler evlerde çocuklara abur cuburla karnınızı doyurmayın, yemek yiyin, yemek saatini bekleyin, atıştırmayın, tokluğunuz açlığınızı bastırır gibi sözler kurarız. Bunu hepiniz kendi evinizde yaşıyorsunuz. Bir de işin o boyutu var tabi ki.

Kış geliyor, fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor 

Gıda fiyatları, enflasyon bir de şu anda halkın en temel sorunlarından birisi de kış geliyor. Kışın nasıl ısınacaklar? Elektrik faturasını, doğalgaz artışlarını biliyoruz. Kış geliyor, yurttaş donma tehlikesi ile karşı karşıya. Şimdiden kara kara düşünüyorlar. Fiyatlar yakıyor ama zamlar donduruyor.

Bugünlerde en çok tartışılan meselelerden biri yurt, barınma sorunu. Öğrenciler yurt bulamıyor, ev bulamıyor, buldukları evlerin kiralarını ödeyemeyecek durumda. Üniversitelerini bırakacak duruma geldiler iktidar ne yapıyor mağdurları hedef gösteriyor ve  sebep olduğu sorunları görünmez kılmaya çalışıyor. Yurt sorununun olmadığını, öğrencilerin bozguncu terörist olduklarını ilan edebiliyor.

Tabi şunu anlıyoruz yazlık, kışlık, uçan, yüzen saraylarda yaşayanlar barınamayan öğrencilerin, kiracıların, sokakta yaşayanların sorunlarını göremiyor. Bu da işin diğer boyutu. Bu meselede şunu özellikle söylemek istiyorum. Bu barınamama meselesi, aynı zamanda Türkiye’nin geldiğimiz dönemde ne kadar önemli bir sorunu olduğunu ve bu sorunun büyütülmemesi için, büyümemesi için çözüm aranması gerektiğini ifade etmek istiyorum.

Türkiye vergi kaçakçılarının cenneti olmuş durumda 

Pandora Papers belgeleri dünyanın her yerinde tartışılıyor, soruşturmalar açıldı fakat Türkiye’de bildiğiniz gibi hiçbir soruşturma açılmadığı gibi bu konu gündeme bile gelmiyor. Aslında Sayıştay papers raporları da çok farklı değil, buna da bakmalarını istiyoruz. Burada da Türkiye’den para kaçırıldığını, nasıl kaçırıldığını Man Adaları’ndan gayet iyi biliyoruz. Sermayeye her gün AKP sözcüleri, “Türkiye’ye gelin yatırım yapın” çağrıları yapıyor ama kendileri de ülkenin kaynaklarını çalarak, yolsuzlukla yurtdışına kaçırıyorlar.

Yolsuzluk ekonomisinin tesis edilmesi ve devam ettirilmesi böyle bir şey. Türkiye’de 220’den fazla isim var ve şu gerçeği bir kez daha gördük; AKP döneminde Türkiye, vergi kaçakçılarının cenneti olmuş durumda. Paradise ve Panama’dan sonra Pandora Pappers vergi kaçakçılarının offshore şirketleri üzerinden nasıl vergi kaçırdıklarını açıkça ortaya koyan bir belgeden söz ediyoruz. Vatan millet edebiyatı yapanların her fırsatta nasıl hırsızlık yaptıklarını bir kez daha bütün dünya da Türkiye de görmüş oldu.

Madem ‘Kürt sorunu yok’ diyorsunuz o zaman neyi konuşuyorsunuz? 

Diğer bir mesele; Kürt meselesi. Biliyorsunuz, Meclis açılalı bir hafta oldu. Bu bir hafta içinde de 2-3 kezdir “Kürt sorunu yoktur” diye inkar ile karşı karşıyayız. Garip, “herkes çözüm iradesi Meclis’tir” dediği için iktidardan panikle, garip bir hezeyanla Meclis’te peş peşe inkar açıklamaları yapılıyor. Olmadığını iddia ettikleri sorun hakkında konuşmaktan dillerinde tüy bitti. Madem “Kürt sorunu yok” diyorsunuz, o zaman neyi konuşuyorsunuz? O zaman neden nefes tüketiyorsunuz. Bir meselenin olmadığını kanıtlamaya çalışmak o meselenin varlığını kabul etmek anlamına geliyor. Bu kadar akli bir duruşla davet ediyoruz. Bir şey yoksa niye aksini ispat etmeye çalışıyorsunuz?

Kürt sorunu yok diyorlar. İnsanların doğduğu topraklarda aç ve işsiz kalması için can atanlar sorunu çözdük diyorlar. Bir sorunun farkında olmayanlar, fark etmeden tarihin çöplüğüne gitti. Türkiye’deki iktidar değişimlerinin sebeplerinin başında Kürt sorunu konusunda takındıkları tutum belirleyici oluyor. Başta da söylemiştim, ciddiyetsiz yaklaşanlar, en ciddiyetsiz şekilde hafızalarda kaybolup gittiler, sizin de gideceğiniz yer orasıdır. Unutulacaksınız! Başka bir seçeneğiniz yok. Bu iktidarı Kürt sorununu ciddiye alan çözüm iradesi gösteren, Türkiye’nin demokratikleşmesini savunanlar devralacak.

Şunu da söyleyeyim; işyerleri, esnaflar hedef yapılıyor en son kebapçılar hedef yapıldı. Sorun çok ciddi olduğu için mizahi bir değerlendirme yapmaktan özellikle kaçınıyorum; ama 90’ların iş dünyasını, iş insanlarını hedef yapanları unutmadık. Bunu da hatırlatmak istiyorum. Bu konu daha çok tartışılacak.

İnkar edilen sadece Kürt meselesi değildir 

Bugün aslında inkar edilen sadece Kürt meselesi değildir. Alevilerin, gençlerin, kadınların sorunları da inkar ediliyor. Türkiye’nin demokrasi sorunudur bu. Bu sebeple Kürt sorununun inkarının muhatabı sadece Kürtler değildir, 84 milyon Türkiye Cumhuriyeti yurttaşıdır. Bizler HDP olarak bu bilinçte Türkiye’nin demokratikleşmesi ve Kürt sorununun çözümünü esas alıyoruz. Partimizin bileşenleri ve üzerinde yükseldiği taban açısından bu sorunun hem taraflarından biridir hem de sorunun çözümüne ilişkin en birikimli ve donanımlı partilerin başında gelmektedir. Bu bize ağır bir tarihsel sorumluluk yüklüyor hem de Türkiye halklarının geleceği için çözümün acil ve ertelenemez bir görev olduğunu da önümüze koyuyor.

Meclis’te 40 yıllık savaşın ekonomi politiğine dair bütçe açıklandı. Açıkça soruyoruz burada; bu savaşın bitmesini istemeyenler kim? Bu savaştan beslenenler kim? En insani çözüm önerisini bile reddedip baskı ve şiddette ısrar edenler kim? Halkların geleceğini çalan, sofrasını fakirleştiren bu soruna çözüm isteyenler kimler? Şüphesiz bu rakamı açıklayıp dert yananlar. Halk tüm bu çıplaklığı ve samimiyetsizliği görmekte, er geç oylarıyla sandıkta, sokaklarda, alanlarda mahkum edecektir.

Paylaşın

Bakan Gül’e “Demirtaş Neden Serbest Bırakılmıyor?” Sorusu

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) ve Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararlarına rağmen Selahattin Demirtaş’ın neden serbest bırakılmadığını ve serbest bırakılmamasının yasal dayanağını Adalet Bakanı Abdulhamit Gül’e sordu.

Haber Merkezi / Soru önergesinde, “Bugün iç hukuk uygulamalarında AİHM kararlarının taraflı uygulandığına veya hiç uygulanmadığına dair çok sayıda örnek yaşamaktayız. Bunun en çarpıcı ve somut örneğini, önceki dönem eş genel başkanımız Selahattin Demirtaş hakkında AİHM’in “derhal tahliye edilmesine” yönelik kararının uygulanmamasında görmekteyiz” diyen Beştaş, Erdoğan’ın, “AİHM’nin verdiği kararlar bizi bağlamaz, biz karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz” ifadesini hatırlattı.

Önergesinde “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve Bakanlar Komitesine verilen süre içinde sunulacak eylem planının uygulanması ve Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması gerekmektedir” diyen Beştaş, Bakan Gül’ün yanıtlaması istemiyle 9 soru yöneltti.

Soru önergesinde şu ifadeler yer aldı:

Aşağıdaki sorularımın Adalet Bakanı Sayın Abdülhamit GÜL tarafından Anayasa’nın 98. ve İçtüzüğün 99. maddesi gereğince yazılı olarak yanıtlanmasını arz ederim.

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46. maddesine göre Sözleşmeye taraf tüm devletler AİHM kararlarına uymaya mecburlardır. Bu açıdan AİHM kararları, üye devletler için bağlayıcıdır ve infazı zorunludur. AİHS 44. maddeye göre de AİHM Büyük Dairesinin kararları kesindir ve AİHS’nin tarafı olan ülkeler, taraf oldukları davalarda Mahkeme’nin verdiği kesinleşmiş kararlara uymayı taahhüt ederler. Yine Anayasa’nın 90.Maddesine göre; “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası antlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır.”

“Demirtaş hakkındaki ihlaller silsilesine devam edilmiştir”

Ancak ne yazık ki bugün iç hukuk uygulamalarında AİHM kararlarının taraflı uygulandığına veya hiç uygulanmadığına dair çok sayıda örnek yaşamaktayız. Bunun en çarpıcı ve somut örneğini, önceki dönem eş genel başkanımız Selahattin Demirtaş hakkında AİHM’in “derhal tahliye edilmesine” yönelik kararının uygulanmamasında görmekteyiz.4 Kasım 2016 tarihinden bu yana tutuklu olan Selahattin Demirtaş’ın tutukluluğunun devamı ile ilgili olarak AİHM 20 Kasım 2018 tarihli kararında, Demirtaş’ın tutukluluk halinin sürmesini kişi özgürlüğünün ihlali olarak kabul etmiştir. Aynı zamanda AİHM kararında seçme ve seçilme hakkının da ihlal edildiğine karar vermiştir. Yine Türkiye’ye karşı verdiği bir kararda ilk kez Sözleşme’nin 18. maddesinin ihlal edildiğine, yani Demirtaş’ın hukuki değil siyasi gerekçeyle tutuklandığına karar vermiştir. Ancak cumhurbaşkanının “AİHM’nin verdiği kararlar bizi bağlamaz, biz karşı hamlemizi yaparız, işi bitiririz” şeklindeki açıklamalarından sonra bu kararın gereği yerine getirilmemiş ve Demirtaş hakkındaki ihlaller silsilesine devam edilmiştir.

AİHM’in daha önce verdiği ve Demirtaş’ın hapsedilmesinin siyasi saikle olduğuna dair tespitini, AİHM Büyük Daire de 22 Aralık 2020’de verdiği kararla tekrarlamıştır. Büyük Daire, 20 Eylül 2019 tarihli ikinci tutuklamanın, Demirtaş’ın 4 Kasım 2016 tarihli ilk tutukluluğunun devamı niteliğinde olduğunu vurgulayarak, halen bu nedenle tutuklu olan Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması gerektiğine hükmetmiştir.

AİHM Büyük Dairesinin kararından sonra, son olarak Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi de 17 Eylül 2021 tarihli kararında Demirtaş’ın bir an önce serbest bırakılmasını istemiştir. Demirtaş ve Kavala’nınderhal serbest bırakılması gerektiğine yönelik bir kez daha uyarıda bulunan Komite, Aralık oturumuna kadar Kavala’nın serbest bırakılmasını bekleme kararı almış; Demirtaş için eylem planınısunması için de Türkiye’ye 30 Eylül’e kadar süre vermiştir. Komitenin, Demirtaş ile ilgili kararında “Propaganda suçundan verilen 4 yıl 8 aylık hapis cezasının, Demirtaş’ı cezaevinde tutma ve seçimlere katılmasını engelleme amacı taşıdığı” belirtilirken, “Başta Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesi’nde devam eden dava ve Yargıtay’ın onama kararı olmak üzere, Demirtaş’ın yasama dokunulmazlığı ve ifade özgürlüğü kapsamında kalan açıklamaları nedeniyle uygulanan bütün olumsuz yaptırımların sonuçlarının ortadan kaldırılması gerektiği” hatırlatılmıştır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararları ve Bakanlar Komitesine verilen süre içinde sunulacak eylem planının uygulanması ve Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması gerekmektedir.

Bu bağlamda;

1- Selahattin Demirtaş hakkındaki 20 Kasım 2018 tarihli AİHM kararına, 22 Aralık 2020 tarihli AİHM Büyük Daire kararına ve 17 Eylül 2021 tarihli Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi kararına rağmen neden hala tahliye edilmemiştir?

2- Hem 2018’deki AİHM Daire hem de 2020’deki AİHM Büyük Daire kararından sonra Demirtaş’ın serbest kalmasının önüne geçilmesi için çözüm sürecinin başladığının duyurulduğu 2013 Newroz’unda yaptığı bir konuşma sebebiyle ona verilen bir hapis cezası önce İstinaf’ta, sonra yapılan değişiklikle Yargıtay’da onaylanmıştır. Dolayısıyla Demirtaş şu anda 20 Eylül 2019 tarihinde ikinci kere tutuklandığı dosyadan tutuklu ve Yargıtay’ın verdiği kararla birlikte başka bir dosyadan da hükümlü bulunmaktadır. Bu dosya ifade özgürlüğü kapsamında olduğu halde, serbest bırakılmamasının yasal dayanağı nedir?

3- AİHM Büyük Daire’nin kararı üzerine Avrupa Komitesi Bakanlar Komitesi’nin verdiği karar sonucu; Ankara 22 Ağır Ceza Mahkemesi’nin Demirtaş’ın tutukluluğuna derhal son vermemesinin ve Anayasa Mahkemesi’nin de 4 yıl 8 aylık hapis cezası ile ilgili başvuruyu inceleyip, hükmün kaldırılmasının önünü açmamasının gerekçesi nedir?

4- Demirtaş ve Kavala davalarının dışında başka davalarda da yerel mahkemelerinsiyasi sebeplerle, Anayasa Mahkemesi dâhil olmak üzere başvurucuların cezaevinde tutulması için bir çaba içinde olduğu bilinmektedir. Yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığıyla ilgili bu hak ihlallerini önlemeye yönelik herhangi bir girişiminiz olacak mıdır?

5- Selahattin Demirtaş hakkında TCK’nin 314. maddesinde düzenlenen örgüt üyeliği suçunun kanuni olarak öngörülemez olduğu; çok açık ve geniş olarak yorumlandığı tespiti karşısında herhangi bir kanun değişikliği yapılması hazırlığı var mıdır?

6- Komitenin önüne herhangi bir dosya geldikten sonra taraf devletin tespit edilen ihlal ile ilgili altı ay içinde eylem planı hazırlaması gerekmektedir. Komite, AİHM’in arasında yargı bağımsızlığının da olduğu tespitlerini hatırlatarak Türkiye’de özellikle siyasi tutuklulukla ilgili olarak yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi için atılacak adımları da içerecek şekilde eylem planı sunulmasını talep etmektedir. Bu kapsamda hazırlığı yapılan bir eylem planı var mıdır? Yok ise, gerekçesi nedir?

7- Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi’nin üye devletlerin üyeliğini askıya alma ve üye devletleri üyelikten atma yetkisine sahip olduğu göz önüne alındığında bu karara uyulmaması halinde meydana gelecek sonuçların sorumluluğu kime ait olacaktır?

8- AİHM kararlarına uymamanın yaptırımı Avrupa Konseyi’nden çıkmak olduğu halde, neden bu yaptırım ve yaratacağı ağır sonuçlar göze alınmaktadır?

9- Cumhurbaşkanının “AİHM’nin verdiği kararlar bizi bağlamaz” şeklindeki ifadesinden sonra yaşanan hukuksuzluklar silsilesi, cumhurbaşkanının yargıya müdahale ettiğinin ve mahkemelerin de talimatla karar verdiğinin kanıtı değil midir? Şayet öyle ise mahkemelerin “bağımsız” olduğundan söz edebilir miyiz?

Paylaşın

HDP, Artan Kadın Cinayetlerini TBMM’ye Taşıdı

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebep ve sonuçları ile derhal alınacak önlemlerin tespiti için ‘Meclis Araştırması’ talep ettiği önergeyi TBMM Başkanlığına sundu.

Haber Merkezi / HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yürürlüğe girmesi sonucu kadına yönelik şiddet, istismar, taciz, tecavüz ve kadın cinayetlerine dair vakalarda görülen artışın sebep ve sonuçları ile derhal alınması gereken önlemlerin tespit edilmesi amacıyla Meclis Araştırması açılmasını talep etti. TBMM Başkanlığına verilen önergede şu ifadeler yer aldı:

“Kadına yönelik eril şiddetin ve dolayısıyla kadın kırımına varan cinayetlerin giderek artması ülkenin en yakıcı ve yıkıcı sorunların başında gelmektedir. Özellikle İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının yürürlüğe girmesi sonucu kadına yönelik şiddet, istismar, taciz, tecavüz ve kadın cinayetlerine dair vakalarda görülen artış meselenin derinlikli ve çözüm alıcı nitelikte ele alınmasını gerekli kılmıştır. Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin sebep ve sonuçları ile derhal alınacak önlemlerin tespiti amacı ile Anayasa’nın 98 inci, İçtüzüğün 104 üncü ve 105 inci maddeleri gereğince Meclis Araştırması açılması için gereğini arz ve teklif ederiz.

Önergenin gerekçesinde şu ifadelere yer verildi;

Ülke gündeminin değişmeyen ve başat meselesi haline gelen kadın cinayetleri, bilhassa İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararı ile birlikte dikkate değer bir artış göstermiştir. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının alındığı ilk andan itibaren sosyal medyada, eril şiddeti öven mekanizmaların harekete geçtiği gözlemlenmiş olup gelinen aşamada mevcut yargının pratiklerinden beslenen zihniyetin şiddete meyyali açıkça ortaya çıkmış durumdadır.

Sadece geçtiğimiz hafta içerisinde kamuoyuna yansıyan kadın cinayetleri meselenin toplumsal boyutlarını ortaya koymaktadır. Üniversite öğrencisi Azra Gülendam Haytaoğlu’nun maruz kaldığı cinsel şiddet ve akabinde canavarca hisle öldürülmesine giden süreç kadınların toplumda can güvenliklerinin olmadığının altını çizmektedir. Yine 2 kişinin tecavüzüne uğradığına dair şikayetleri sonuçsuz kalan Edanur Kaplan’ı intihara götüren süreç de bundan ayrı tutulamaz. Tıpkı İpek Er’i intihara götüren sürecin, yargı ve emniyet gereğini yapmadığı müddetçe devam edeceği artık şüphe götürmemektedir. Antalya’da Ali Alataş’ın boşandığı eşi Gülcan Kılınç ile annesi Gülizar Kılıç’ı silahla vurmasındaki motivasyon da benzer şekilde yargının pek çok kadın cinayetinde gösterdiği tutumdur.

“Kadın ölümleri yalnızca bir sayıdan ibaret değildir”

Geçtiğimiz yılın verilerine göre erkekler en az 284 kadını öldürmüş, 265 çocuk istismara maruz bırakılmış ve en az 255 kadın da şüpheli şekilde yaşamını yitirmiştir. Yalnızca temmuz ayı içerisinde en az 24 kadın öldürülmüş, son bir haftada ise en az 11 kadın cinayeti kayıtlara geçmiştir. Bahse konu kadın ölümlerinin yalnızca bir sayıdan ibaret değildir. Bu ölümler büyük bir toplumsal kırılmaya işaret etmekte, kadınların can güvenliklerinin olmadığını açıklamaktadır. Kadın cinayetlerinin önlenmesi kuşkusuz yargı mekanizmalarının etkin bir soruşturma ve caydırıcı cezai yaptırımları uygulaması ile mümkün olacaktır. Nitekim dünyada eril şiddetin en çok görüldüğü ülkelerde, kadın cinayetlerinin etkin soruşturulmasını ve gerekli cezai yaptırımların uygulanmasını öngören düzenlemeler meselenin ciddi oranda çözümünü sağlamıştır. Türkiye’de ise kadın mücadelesinin en önemli kazanımı olan İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı, yargı mekanizmaları ile emniyet birimlerini kadına yönelik şiddet noktasında iyice etkisiz bırakmıştır. Yani dünya örneklerinin tersine bir yaklaşım söz konusu olup bu, aynı zamanda kadın cinayetlerini meşru gören bakış açısının hakimiyetine olanak sağlamaktadır.

“Alınacak tedbirlerin tespit edilmesi hayati önemdedir”

İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının beraberinde büyük bir toplumsal kırılmayı getirmesinin kaçınılmaz olacağı ifade edilmesine rağmen bu karardan geri adım atılmamış, karara dair yapılan idari başvuruların sonuçsuz bırakılması da umut kırıcı olmuştu. Nitekim gelinen fazda bu öngörü gerçekleşmiş, eğitim durumu, sosyo-ekonomik şartları ne olursa olsun kadınların şiddetin mağduru olduğu elim örnekler birbiri ardına yaşanmıştır. Hatırlatmakta ve hatırlamakta yarar olacağı üzere İstanbul Sözleşmesi, aile içi şiddet de dahil olmak üzere, kadınları aşırı biçimde etkileyen kadınlara yönelik her türlü şiddet biçimi için geçerli olup taraf devletlere; ev içi şiddet (fiziksel, cinsel, psikolojik veya ekonomik), taciz amaçlı takip, tecavüz dahil, cinsel şiddet, cinsel taciz, zorla evlendirme, kadınların sünnet edilmesi, kürtaja zorlama ve kısırlaştırmaya zorlama şeklindeki davranışlara yönelik cezai veya başka bir hukuki yaptırım öngörmeyi zorunlu kılmaktadιr. Türkiye Sözleşme’den çekilerek bu tür ağır yaptırım içeren suçları meşru göreceğini ilan etmiş, yaşanan cinayetlerin artışı da bunun bir zihniyet sorunu olduğunu ortaya çıkarmıştır.

İzah etmiş olduğumuz hususlar doğrultusunda yürütme makamında olanların konuya ilişkin sorumluklarını yerine getirme zaruretleri acil bir mesele olarak önlerinde durmaktadır. Bununla beraber, parlamentonun da bu konuda önemli bir sorumluluğu söz konusu olup bu çatı altında meselenin çok boyutlu bir biçimde tartışılması ve alınacak tedbirlerin tespit edilmesi hayati önemdedir.

Paylaşın