Siyasette ‘PKK’nın 5-10-15 Tane Çocuğu Var’ Tartışması

AK Parti Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Allah’tan isteyelim devam. Çocuk çok önemli. Bak PKK’nın 5 tane 10 tane 15 tane var” sözleri yeni bir tartışmanın da fitilini ateşledi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın sözlerine CHP, Gelecek Partisi ve HDP’ninde aralarında bulunduğu  muhalefet partilerinden tepki geldi.

CHP’li Özel’den tepki

CHP Grup Başkanvekili Özgür Özel de Genel Kurul’da Erdoğan’ın sözlerini eleştirdi. İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Burunlarını bile çıkaramıyorlar” ifadelerine atıfta bulunan Özel, Erdoğan’a, “Burunlarını çıkaramıyorlarsa 10 çocuk yapan PKK’lılar kim?” diye sordu.

“Sayın Erdoğan, Süleyman Soylu, diyor ki ‘Türkiye’de PKK’lı kalmadı, burunlarını bile çıkaramıyorlar, sayısı şuna düştü, tepelerindeyiz’ Burunlarını çıkaramıyorlarsa 10 çocuk yapan PKK’lılar kim? Süleyman Soylu, 5, 10 çocuklu PKK’lılar neredeymiş bir söylesin de sen başka bir şey ima ediyor olmayasın. Bu cümle derhal düzeltilmeye muhtaç bir cümle.

Bunu sadece o teyp kayıtlarını sildirerek ajansın dökümünden çıkararak kurtulamazsınız. Sen kime diyorsun 5, 10 tane çocuğu var PKK’lıların diye. Siz de yapın. PKK ile mücadele yöntemi olarak. Herkes anladı ben söylemeye utanıyorum. Olmaz. Bir cumhurbaşkanı kariyer yapan akademisyene ‘senin kariyerin çocuk yapmak olsun’ diyemez. Sonra da dönüp bu cümleyi de kuramaz. Kabul edilebilecek bir iş değildir. Ayıp, utanç verici bir iştir”

CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu da Erdoğan’ı eleştirdi. CHP’li vekil şunları kaydetti:

“CB Erdoğan; AKP’ye katılan MV Çelebi’den çok çocuk yapmasını isterken şunları söyledi: ‘Sayıları artırmak lazım. Çocuk çok önemli. Bak PKK’nın 5 tane 10 tane 15 tane var.’ Ne diyor CB Erdoğan; kim bu PKK’lılar, kimler 5,10,15 çocuk yapıyor? Tüm Kürtleri PKK’lı görüyor, yazık!”

Davutoğlu’ndan “Irkçılık” nitelemesi

Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu da Erdoğan’ın sözlerini “ırkçılık” olarak niteledi. Sosyal medya hesabından bir paylaşım yapan Davutoğlu şunları yazdı:

“Bu ülkenin çocukları Kandil’de doğmadığına göre, kastınız apaçık ortada Sn. Erdoğan! İfadeleriniz insan haklarına ve kadın haklarına saygısızlıktır. Bu ülkede doğan her çocuk onurlu bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır. Çocuklar arasında ayrım yapmak ırkçılıktır!”

“Yazık, utanç verici”

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan, Erdoğan’ın sözlerine “Yazık, utanç verici” ifadeleriyle tepki gösterdi. Babacan sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada şunları kaydetti:

“Gördüğü her kadına kaç çocuk doğurması gerektiğini söylüyor. Dağda 5-10 çocuk doğurmadıklarını biliyor ama milyonlarca Kürt vatandaşımızı teröristlikle itham ediyor. Yazık, utanç verici.”

HDP’li Beştaş: Bu ırkçı bir kafadır

Meclis Genel Kurulu’nda konuşan HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “Çok çocuk sahibi olmayı bir terör faaliyeti olarak görüyor. Bu ırkçı bir kafadır, bu Kürt söylemi bir kafadır” dedi. Beştaş, özetle şu ifadeleri kullandı.

“Erdoğan, örgüt mensuplarının çocuklarının olmadığını çok iyi biliyor. Kürt nüfusunu kastederek nasyonel bir söz kuruyor aslında. Bunu Kürtler anladı ve partisine dahil ettiği devlet katındaki ortakları olan ulusalcılara da tabii ki selam çakıyor. Çok çocuk sahibi olmayı bir terör faaliyeti olarak görüyor.

Bu ırkçı bir kafadır, bu Kürt düşmanı bir kafadır. Bu bir nefret dilidir, kınıyoruz. Kürt halkı da bu düşmanlığı çok iyi anlıyor ve yorumluyor. Mesajlarını aldık, cevabımız daha çok direnmektir. Çözüm konusunda demokratik siyasette ısrar etmektir. Gerçek bir eşitlik ve kardeşlik için mücadele etmektir. Bizim karşı cevabımız budur.”

Erdoğan ne demişti?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, bugün partisine yeni katılan Bağımsız Milletvekili Mehmet Ali Çelebi’ye parti rozetini takarken, birden fazla çocuk yapmasını önerdi ve bunu söylerken de, “Allah’tan isteyelim devam. Çocuk çok önemli. Bak PKK’nın 5 tane 10 tane 15 tane var” dedi.

Paylaşın

HDP’li Beştaş’tan ‘Bakanlık’ Eleştirilerine Sert Tepki

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’in HDP’den bakan çıkabileceğini söylemesi üzerine gelen eleştirilere sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı açıklama ile cevap verdi.

Haber Merkezi / HDP’li Beştaş, açıklamasında, “Eğer ortak aday gibi bir niyet yoksa ve “biz 6’lı masa olarak kimsenin desteğini istemiyoruz” denilecekse HDP’liler de kendi yollarını çizerler. HDP’de çare tükenmez, merak etmeyin” ifadelerini kullandı

Meral Danış Beştaş, açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

“HDP’nin kimseyle bakanlık pazarlığına girmediği ve açıkladığı ilkeleri dışında bir yaklaşımı olmadığı nettir. Buna rağmen, yapay tartışmalarla ve çirkin bir üslupla HDP’lileri aşağılamaya çalışanlardan, toplumu nasıl kucaklayıp ülkeyi nasıl yöneteceklerini de duymak isteriz.

HDP de her parti kadar meşrudur, halkın desteğini almayı başarırsa devleti yönetebilecek kapasitededir, buna hakkı da vardır.

Ama muhalif görünümlü sorumsuz milliyetçilerden toplumu birleştirici, demokrat, emekten ve özgürlükten yana bir politika beklenemeyeceğine göre kendilerinin de ortak adayın kabinesinde kesinlikle yer almayacaklarını öngörebiliriz.

Zaten kendileri de “ilkeli” davranırlarsa HDP seçmeninin oylarıyla bakanlık koltuğuna oturmayı kabul etmeyeceklerdir.

Bu durumda anlaşılıyor ki, ortak adayın kim olacağıyla beraber, kimlerin kabinede olacağı da önemlidir.

Eğer ortak aday gibi bir niyet yoksa ve “biz 6’lı masa olarak kimsenin desteğini istemiyoruz” denilecekse HDP’liler de kendi yollarını çizerler. HDP’de çare tükenmez, merak etmeyin.

Herkes lafının önünü arkasını ölçüp, siyasetçi sorumluluğuyla konuşsa daha hayırlı olur. Biz değişimden yanayız derken sakın yanlış anlaşılmasın. Kötü milliyetçilerin yerine iyi milliyetçilerin gelmesi değildir, değişim.

Otoriter faşizmin yerine demokrasinin inşasından söz ediyoruz. Bunun için mücadele etmeye devam edeceğiz ve mutlaka kazanacağız.”

Gürsel Tekin ne demişti?

CHP İstanbul Milletvekili Gürsel Tekin’e katıldığı bir televizyon programında, “İktidar olursanız HDP’ye bakanlık verecek misiniz?” diye soruldu.

Bu soruya karşılık olarak TBMM’de başkan vekillerinin her partiden seçildiğini belirten ve mevcut TBMM Başkanvekilinin HDP milletvekili olduğunu söyleyen Tekin, şöyle konuştu:

“HDP’li başkana elimizi kaldırıyor muyuz? Buna genel başkanlar dahil. ‘Sayın başkanım söz hakkı istiyorum’ Şimdi bunu hak sayacaksınız ama bu ülkeyi yönetmek için bu kabul olmaz…

O zaman seçime sokmayın kardeşim. Böyle bir şey olabilir mi? O zaman milli irade nerede kaldı. Bu seçmen yarın nasıl oy verecek kendi partisine. Elbette HDP’ye bakanlık verilebilir, her partiye verilebilir.”

Paylaşın

HDP’den Sedat Peker’in İddialarıyla İlgili Araştırma Önergesi

Halkların Demokratik Partisi (HDP), “organize suç örgütü liderliği ile olmaktan” hakkında yakalama kararı olan Sedat Peker’in rüşvet ve yolsuzluk iddialarıyla ilgili Meclis araştırması açılmasını istedi.

HDP Grup Başkanvekilleri Meral Danış Beştaş ve Saruhan Oluç’un imzasıyla verilen araştırma önergesinde, “Savcıların sessiz kalması, aynı zamanda TCK’da düzenlenen görevi ihmal suçunun işleniyor olmasına da işaret etmektedir. İddialar vahimdir ve araştırılması elzemdir. Aksi durum Meclis’in saygınlığına da büyük gölge düşürecektir” denildi.

“Savcılar sessiz kalıyor, ihmal suçu işliyor”

Önergenin gerekçesinde, Peker’in iddiaları üzerine savcıların harekete geçmediği, buna karşın toplamsal öfkenin büyüdüğü vurgulandı.

Şöyle denildi:

“Rüşvet ve haksız zenginleşme, yolsuzluk ve hırsızlık yapıldığı iddiaları arasında SPK başkanlarından milletvekillerine, çeşitli düzeylerdeki bürokratlardan gazetecilere, Cumhurbaşkanı danışmanlarından siyasi parti yöneticilerine kadar çeşitli isimler söz konusu edilmektedir.

İddialar karşısında savcıların harekete geçmemeleri, iktidarın yargı üzerindeki baskı ve yönlendirmesi olduğu kanaati toplumda yaygınlaşmaktadır.

Savcıların sessiz kalması, aynı zamanda TCK’da düzenlenen görevi ihmal suçunun işleniyor olmasına da işaret etmektedir. İddialar vahimdir ve araştırılması elzemdir. Aksi durum Meclis’in saygınlığına da büyük gölge düşürecektir.”

Paylaşın

HDP’li Beştaş’tan Ek Bütçe Eleştirisi: İflas Bütçesi

HDP Grup Başkanvekili Beştaş, Meclis’te yaptığı basın toplantısında, iktidarı ekonomi üzerinden eleştirerek, “17 Aralık’ta bütçe görüşülürken bu bütçe bu enflasyon karşısında kesinlikle bu yılı götüremez dedik, daha biz konuşurken kadük hale geldi. Şimdi söylediklerimizin altına imza atmış oldular. Bu sürede kur korumalı mevduat, GES ve birçok yeni düzenleme yaptılar kendilerince ama düzeltmediler.” dedi.

Haber Merkezi / Beştaş, açıklamasının devamında, “İktidarın iflasından sonra konkordato ilanına az kaldı sırada o var. İktidar bunu da ilan edecek. Halkın şunu bilmesini istiyoruz. Şu anda iktidar yönetemediğini ilan ediyor. Biz ilk seçimde onları göndereceğiz, bu süre içerisinde halkın acı çekmesini kabul edemiyoruz.” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te yaptığı basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Danış-Beştaş, şunları söyledi:

Biliyorsunuz daha önce AKP hükümeti İhvancılarla iş tuttu, Trablus hükümeti vardı, şimdi onun yerine geçici birlik hükümeti yerini almış durumda. Bu tezkerenin görüşüldüğü dönemde AKP iktidarının bölgesel barışa ve istikrara dair hiçbir şey yapmadığını gördük. Diğer taraftan İsviçre Finlandiya meselesi gündemdeki yerini koruyor.

Türkiye uluslararası standartlara uymak yerine kendi “terör” algısını ve yaklaşımını dış dünyaya kabul ettirmeye çalışıyor. İsveç ve Finlandiya’ya hak ve hukuka yaklaşımınızı, adalet anlayışınızı kırpın kesin, bunların yerine bizim algımızı kabul edin diyorlar. Tabii ki İsveç ve Finlandiya’nın ya da bir AB ülkesinin bunu kabul etmesi mümkün değil. Bu yaklaşım Türkiye’yi NATO içinde de yalnızlaştırmaya devam ediyor.

Bunun haricinde Saray rejimi ile Suudi Arabistan yönetiminin demokrasi karşıtı tüm konularda birbirlerine ne kadar benzediklerini yakından izliyoruz.

İstanbul’un göbeğinde işlenen Kaşıkçı cinayetinin Suudilerle ortaklaşa nasıl sümen altı edildiğini ibretle ve dehşetle gördük. Yargının iktidarın hizmetinde olduğunu her zaman söylüyoruz. Burada bir kez daha somut bir şekilde ispatlandı. Kaşıkçı davası paket edildi ve faillere cinayet dosyası teslim edildi. Bu da siyasi ve hukuki olarak ne kadar ilkesiz ve omurgasız olduklarını ilan etmelerinin başka bir yoluydu.

“Akaryakıtta ÖTV kaldırılsın”

Ulaşım sektöründe tam bir vahamet var. hiç kimse bu yaz tatile gidemeyecek, bayramda ailesini ziyaret edemeyecek, bir yıl içinde akaryakıt fiyatları yüzde 300 artmış durumda, motorin 30 TL oldu. İstanbul-Diyarbakır arası otobüs fiyatı 600 TL, 4 kişilik bir ailenin gidiş dönüş masrafı için 4800 TL para ödemesi gerekiyor. İstanbul-Diyarbakır arası uçak bileti fiyatları 1500 TL, dün uçakla geldim.

Sözde vekillere bir standart belirleniyor her havaalanına gittiğimde uçak bilet fiyatları 100 TL artmış oluyor. En son 680’e uçmuştum, dün 800 TL’ye uçtum. Bu bize yapılan ayrıcalığı da yapmasınlar. Vatandaş 1500’e uçuşuyorsa bizde uçalım. 200’den 800’e gelmişse vatandaş 300’den 1500 TL’ye gelmiş bir uçuş fiyatı var. Bu rakamları karşılayabilecek bir tek kesim var o da AKP eliyle yaratılan yüzde 1’dir. Artık otobüs firmaları, nakliyeciler, taksi esnafı, okul servisleri kontak açmak bile istemiyor. Akaryakıtta ÖTV’nin kaldırılmasını istiyoruz, asgari ücretin mutlak suretle belirlenmesini istiyoruz.

Bu ek bütçe değil iflas bütçesi”

Bir ek bütçe var yarın Genel Kurul’a gelecek hakikaten ne desek az kalır! Aralıkta görüştüğümüz temel bütçede 1 trilyon 750 milyar TL idi bütçe tutarı, ek bütçe 1 trilyon 83 milyar TL. Ne kadar fark, sapma var? Yüzde 73. Bütçe görüşmeleri ve kanunun kabulü Meclis’in en önemli çalışmasıdır.

Daha önemli bir iş yoktur. Bütçeler hükümet düşüren kanundur. Halka hesap vermenin temel göstergesidir. Şimdi iktidar ilk 6 ayda yüzde 73 açık vermiş vaziyette halkın vergileriyle. 1 trilyon 83 milyar TL’ye dair ek bütçe yapıyor. Bunu yaparken içtüzük, Anayasa, yasa dinlemiyor, siyasi etik dinlemiyor. 3 ayda gece gündüz kabul edilen bütçeyi 1 günde bir torba kanun olarak Plan Bütçe Komisyonunun önüne getirdiler.

Nasıl olabilir? Bu irade hırsızlığıdır. Milletvekilleri yok, bakanlar yok, sadece Nebati var Hazine ve Maliye Bakanı. Diğer bakanlar orada yok, Saray temsilcisi yok. Bütçe kanunu olarak görüşülüyor, torba kanun olarak görülüyor adına ek bütçe deyip alelacele geçirmeye çalışıyorlar. Saray’ın yarattığı kara deliği kapatmaya yönelik olduğunu biliyoruz. Bunun bir iflas bütçesi olduğunu söylememe gerek yok. İflas bayrağını çektiler.

Ekonominin çökmesine dair Genel Kurul’a her hafta farklı konularla önergeler getiriyoruz, hepsini reddediyorlar. Peki, Meclis ekonomik buhranın nedenlerini araştırmayacak da ne iş yapacak hakikaten? Hiçbir iş yapmayacak. İktidarın günlük ihtiyacına göre önümüze getirdiği kanunları kabul ettiriyorlar oy çoğunluklarıyla. Ek bütçe usulsüz Anayasaya aykırı ve tamamen irade hırsızlığının ve bakanların, Meclis’in gaspı anlamına geliyor. Bu yöntemin yenilir yutulur bir tarafı yoktur. Biz Genel Kurul’da en net ve sert muhalefeti yapacağımızı söylüyoruz. Bu şekilde kabulünü kesinlikle kabul edemeyiz, karşısında duracağız.

Diğer yandan bu ekonomik modellerinin de nasıl iflas ettiğini ilan ettiler. Güven veren bir iktidar olmadıklarını bu bütçe açığı ile ilan etmiş oluyorlar. Ülkede sadece bütçe açığı yok ki; hukuk açığı var, demokrasi açığı var, hak ve özgürlük açığı var. Her konuda bir batış var ve ekonomi bunların başında geliyor.

17 Aralık’ta bütçe görüşülürken bu bütçe bu enflasyon karşısında kesinlikle bu yılı götüremez dedik, daha biz konuşurken kadük hale geldi. Şimdi söylediklerimizin altına imza atmış oldular. Bu sürede kur korumalı mevduat, GES ve birçok yeni düzenleme yaptılar kendilerince ama düzeltmediler. İktidarın iflasından sonra konkordato ilanına az kaldı sırada o var. İktidar bunu da ilan edecek. Halkın şunu bilmesini istiyoruz. Şu anda iktidar yönetemediğini ilan ediyor. Biz ilk seçimde onları göndereceğiz, bu süre içerisinde halkın acı çekmesini kabul edemiyoruz. “

Paylaşın

HDP’li Beştaş’tan ‘Ortak Aday’ Açıklaması

HDP’li Beştaş, katıldığı bir programda yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanlığı seçiminde Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş’ın adaylığına karşı tutumlarının kişisel değil, ilkesel olduğunu söyledi.

HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, ARTI TV’de yayınlanan Günün İçinden programında Fuat Ateş’in gündeme ilişkin sorularını yanıtladı. Beştaş, partisinin seçim süreci ve ortak aday konusundaki tutumuna ilişkin açıklamada bulundu.

Cumhurbaşkanı adaylığı konusunda HDP’nin esas aldığı 11 temel ilkeyi hatırlatan Beştaş, “Biz ilkelerimize bağlı bir aday ölçüsünü kullanıyoruz. Bunu aslında 27 Eylül’de bütün kamuoyuna ifade ettik. Demokrasi, adalet, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı, Kürt meselesinin demokratik çözümü, kadına yaklaşım, ekoloji meselesine olan tutumu gibi 11 madde açıkladık. Bizim için önemli olan çıkacak adayların ilkelerimizle örtüşmesidir, bu konudaki şeffaf tutum ve açıklamalarıdır. Tabii ki bizimle kurulacak diyalog açık diyalog ve tartışmadır. Bu nedenle biz isimleri tartışmayı doğru bulmuyoruz. Çünkü özellikle Cumhur İttifakı bunu yaptırmaya çalışıyor ama biz böyle hassas dönemlerde hakikaten bu meselelerde ilkesel temelde yaklaşımı esas alıyoruz” açıklamasında bulundu.

Beştaş, “Mansur Yavaş ve Meral Akşener’in ortak adaylığı konusunda HDP’nin tavrı ne olur” sorusuna “İsimleri tartışmadığımızdan emin olun. Bu yetkide ne MYK’mızda ne PM’mizde isimler tartışılmadı. Ama diyelim ki Mahsur Yavaş gibi bir şahsiyetin tamamen rehin tutulan Selahattin Demirtaş’a ilişkin bir ‘inşallah’ kavramını bile reddeden resmi açıklama yapıyorsa bu bizim parti tabanımızda hem de kurullarımızda görülemeyecek bir mesele değildir. Bu bizim açımızdan kabul edilebilir değildir. Bunu da yine ilkesel söylüyoruz. Neticede yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı adalet ilkemizin bu konuda kesinlikle örtüşmediğini söylüyoruz. Yoksa isimle ilgili ya da kişisel bir değerlendirme olarak söylemiyoruz. Çünkü bizim için isimlerden çok çok daha önemlisi ilkelerdir” yanıtını verdi.

“Türkiye demokrasisinin anahtarı olacağız”

Beştaş, partisinin ittifak konusundaki çizgisi ve yol haritası ile ilgili de şunları söyledi:

“Gelecek seçimlere ilişkin parlamentoda en yüksek sandalyeyi vekil sayısını çıkarmak için şimdiden çalışıyoruz. HDP olarak şuana kadar mevcut anketlerde görünen ya da tartışılan kulislerde oy oranının çok üstünde oy alacağımıza hiçbir kuşkumuz yok. Yani bütün veriler tabanda yaptığımız çalışmalar ve bizim dışımızdaki anket şirketlerinin yaptığı araştırmalarda aslında HDP’nin anahtar konumunda olduğunu tekrar tekrar teyit ediyor. Evet biz gelecek dönem Türkiye demokrasisinin anahtarı olacağız. Türkiye’de hak ve özgürlüklerin önünün açılmasındaki temel anahtar rolünü tabii ki üsleneceğiz. Ve bununla ilgili tabii ki ilkesel anlamda HDP önü kapatan kilitleyen değil, anahtar olma özelliğini büyüterek yoluna devam edecek. 3 Temmuz’da on binlerce HDP’liyle demokrasi gönüllüsüyle Türkiye’nin demokratikleşmesine bir adım daha yaklaşacağımıza inanıyorum.”

Paylaşın

HDP’li Beştaş: Süt Alamayana ‘Konut Al’ Diyorlar

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında, ekonomik verilere ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Kabine toplantısının ardından açıkladığı konut paketlerine dair değerlendirmede bulundu.

TÜİK’in yeni işgücü istatistiklerine göre işsizlik rakamlarını yüzde 11,5 olarak açıkladığını, bu rakamların bir önceki ay 10,7 olduğunu anımsatan Beştaş, bunun Erdoğan’ın “Çalışmak isteyen herkese iş var” sözlerini tekzip ettiğini söyledi.

Beştaş, “Erdoğan’a göre hazırlanmış veriler bile çalışmak isteyen herkese işin olmadığını gösteriyor” değerlendirmesinde bulundu. Meral Danış Beştaş, OECD raporuna göre 15-29 yaş aralığında okula ya da işe gitmeyen gençlerin yüzde 28,8’lik oranı ile Türkiye’nin liste başında yer aldığını, bu durumun bir felaket tablosu olduğunu söyledi.

“Halk, bir bayramı daha sefalet içinde geride bıraktı”

Gıda enflasyonunun yüzde 90’lara dayandığını söyleyen Beştaş, “Ulaşımdan barınmaya, yakıttan haberleşmeye, eğitimden sağlığa kadar bu korkunç rakamlar herkesin hayatını ağırlıklı olarak felç etmiş durumda. Son 20 yılın en yüksek rakamından söz ediyoruz. Bu korkunç tabloda halk, bir bayramı daha sefalet içinde geride bıraktı. Şeker almayanları bizzat evlerinde ziyaret ettik, gördük ve yoksulluğun açlığın hangi boyutlarda olduğuna bizzat tanıklık ettik” dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşma metinlerinde yazılan Türkiye ile gerçek Türkiye’nin farklı olduğunu belirten Beştaş, şunları kaydetti:

“İki ayrı ülkeden söz ediyoruz. Market rafları adeta kuyumcu vitrinlerine dönmüş vaziyette. Şimdi TÜİK’in bu çarpıtılan ısmarlama verilerine göre bile, zengin yüzde 20’lik kesimdekiler, toplam gelirden yüzde 46,7 pay alıyor. En yoksul yüzde 20’lik kesimin aldığı pay ise yüzde 6. Toplam 8 kat fark var. Sonuç olarak 20 yılın sonunda suç ve savaş ekonomisi üzerine kurulan AKP düzeninde, bugün bir avuç zengin dışındaki herkes, derin bir yoksulluk içinde. Benzinin litre fiyatı yaklaşık olarak Ankara’da 21,22 TL’ye yükseldi. 20 Şubat ile 10 Mayıs tarihleri arasında Brent petrolün fiyatı, yaklaşık yüzde 10 artmışken, benzinin litre fiyatı yaklaşık 38,8 oranında arttı. Türkiye’de akaryakıt fiyatları acilen yüzde 30 oranında düşürülmelidir, bunun adı soygundur, vurgundur.”

“Evine bir kilo et, bir litre süt götüremeyen…”

Erdoğan’ın açıkladığı konut finansmanı paketlerine de değinen Meral Danış Beştaş, bir evin fiyatının 700 bin lira olduğu düşünüldüğünde, kredi kullanan kişinin aylık 9 bin 994 lira ödemek zorunda kalacağını belirtti. Beştaş, şöyle devam etti:

“İki asgari ücret bile evin kredisini ödemeye yetmeyecek. Erdoğan’a soruyoruz; bu faizler neden Nas’a takılmıyor acaba? Neden müteahhitler söz konusu olduğunda söylediğiniz bütün sözleri bir anda unutuyorsunuz? Tabii ki bu müjde vatandaşa değil yandaş müteahhitlere verilen bir müjdeydi. Bu müjdeden sonra konut fiyatları hızla yukarıya doğru tırmandı. Evine bir kilo et, bir litre süt götüremeyen ve açlık sınırının altında olan 30 milyon insana ‘gelin faizle konut alın’ demek, iktidarın gerçekle bağının ne kadar koptuğunu resmediyor.”

Paylaşın

HDP’li Beştaş: AK Parti Mültecileri Pazarlık Konusu Yaptı

Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendiren HDP’li Beştaş, “Bugün mültecilerin Türkiye’de bu kadar yüksek olmasının sebebi savaş politikası yürüten iktidarlardır, savaşa can suyu verenlerdir. AKP’nin bunu sürekli pazarlık konusu yaptığını biliyoruz” dedi.

Haber Merkezi / Beştaş, 5 Mayıs’ta parti genel merkezi önünde de yaşananlara dair, “İlk açıklamamızda milletvekilimize ‘seni çivilerim’ diyen zatın görevi nedir, kim görevlendirmiştir diye sormuştuk. Aradan geçen 5 günde hiçbir açıklama yapılmadı. Ne İçişleri Bakanlığı ne Adalet Bakanlığı ne Emniyet’ten bize yanıt verildi.

Suç duyurusunda bulunuyorum, vekilimiz ve o gün bu tehdide maruz kalan bütün arkadaşlarımız zaten suç duyurusu yaptılar, yapmadılarsa da bugün ya da yarın yapacaklar. Ankara’da ilgili savcıyı bir an önce soruşturma açmaya ve gerekli işlemleri yapmaya davet ediyorum” değerlendirmesinde bulundu.

Gezi Davası kararlarına ilişkin de konuşan Beştaş, “Biz milyonlarız, milyonlarca insanı bu şekilde yok edemezsiniz. Bu şekilde saldırılar başka muhalefet partilerine de yöneldi. Bu sistematik olarak bütün muhalefete yönelik politikanın araçlarından biridir. Bu saldırılara muhatap olan bütün muhalefet güçlerine susmayın diyorum. Susmayalım. Bugün konuşma zamanıdır, susma zamanı değildir.

Gezi Davasında hukukla, adaletle, ahlakla, insanlıkla hiçbir değerle bağdaşmayan kararın toplum vicdanında nasıl büyük bir tepkiyle karşılandığını hatırlatmak istiyorum. Doğrudan Saray’a bağlı yargı kuvveti tarafından bu ağır cezalar verildi. “Bu Gezi’nin meşruluğunu ve haklılığını asla gölgelemeyecek. Tek adam rejimine olan itiraz daha da büyüyor. Düzmece deliller ve senaryolarla cezaevinde tutulan tüm arkadaşlarımıza ve Gezi tutuklularına binlerce selam olsun” dedi.

Gazetecilerin, “Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz ziyareti sonrasında eleştirilere ilişkin açıklamaları çok tartışılıyor. Bunu nasıl yorumlarsınız?” sorusunu da şöyle yanıtladı: Hiçbir siyasetçinin toplumun herhangi bir kesimine bu şekilde, bu içerikte sözler kullanmasını doğru bulmayız. Eleştiri haktır. Toplum siyasetçileri eleştirir. Bizler toplumun gözü önündeyiz. Haklı da olsak haksız da olsak eleştirileri dinleriz. Bu eleştirilere karşı hakarete varan sözler kullanılmasını tasvip etmemiz mümkün değildir.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Beştaş’ın açıklamaları şöyle;

“5 Mayıs’ta doğrudan partimize yönelik bir saldırı gerçekleşti. Buna ilişkin çok sayıda açıklamamız oldu. Buradan bir kez daha söyleyelim. Bu saldırı ailelerin protestosu kılıfına sokulmaya çalışıldı. Ancak ortada eylemci ailelerden ziyade bir tertip olduğunu ifade etmek isterim. Bu tertipte İçişleri Bakanlığı, kolluk güçleri ve tabii ki Ankara Emniyeti vardı. Totalde iktidar aklı ve pratiği vardı. İlk açıklamamızda milletvekilimize “seni çivilerim” diyen zatın görevi nedir, kim görevlendirmiştir diye sormuştuk. Aradan geçen 5 günde hiçbir açıklama yapılmadı. Ne İçişleri Bakanlığı ne Adalet Bakanlığı ne Emniyet’ten bize yanıt verilmedi. Ortada ciddi bir saldırı ve provokasyon oluşturma çabası vardı. Vekilimiz şahsında bütün partimize ve kadınlara yönelik bir ölüm tehdidi vardı. Bu da öyle geçiştirilecek ve sineye çekilecek bir söz değildi.

“Üç saldırgan polis görevden alınıp tutuklanmalıdır”

Aslında tüm suç işlerinde olduğu gibi burada da başrolü yine Süleyman Soylu kimseye bırakmadı. Boşuna ona Suç İşleri Bakanı denilmiyor. Yardımcı rollerde de kimler vardı, onları açıklayacağız. Normalde biz isimleri açıklamayız, teşhir etmeyiz ama burada gizlenecek, onlara zarar verecek bir durum yok. Açıklayacağım isimler Emniyetin resmi görevlileri ve sorumlu makamlarda bulunan kişilerdir. Şimdiye kadar çoktan görevden alınmış olmaları ve tutuklanmaları gerekiyordu. Biz bu soruyu sorduktan sonra binlerce Ankaralı bize bu güvenlik şube müdürünün ve diğer yetkililerin isimlerini söylediler. Basında da yazıldı. Kimdi bu üç emniyet görevlisi? Bir tanesi Ankara Güvenlik Şubesinden Sorumlu Emniyet Müdür Yardımcısı Mukadder Kardiyen, diğeri Güvenlik Şube Müdürü Serkan Çakmak ve vekilimizi ölümle tehdit eden Başkomiser Murat Güler. Bunları savcılara açıklıyorum, onlara yardım ediyorum. Her vatandaşın görevi, suçu soruşturmakla görevli olan savcıların işini kolaylaştırmaktır. Suç duyurusunda bulunuyorum, vekilimiz ve o gün bu tehdide maruz kalan bütün arkadaşlarımız zaten suç duyurusu yaptılar, yapmadılarsa da bugün ya da yarın yapacaklar.

“Bu suçu işleyenlerden Soylu sorumludur”

Ailelerin arkasına saklanarak vekilimizi ölümle tehdit eden, parti binamıza doğrudan saldıran ve akşam 8’e kadar bir çelengi koruyan polisler olduğunu ifade etmek istiyorum. Ankara’da ilgili savcıyı, görevli savcıyı bir an önce soruşturma açmaya ve gerekli işlemleri yapmaya davet ediyorum. Soylu, konuya ilişkin hiçbir söz sarf etmedi. Bir polis müdürü halkın iradesini temsil eden bir milletvekiline ölüm tehdidinde bulunamaz. “Bu, bizim emniyetimizde görev yapamaz” demedi. Böyle bir açıklama duydunuz mu? Öksürse haber oluyor. Başta kendisi olmak üzere bütün teşkilatında bu suçu işleyenlerin sorumlu olduğunu ifade etmek isterim.

“Bu tertibe katılan herkes başımıza gelecek en ufak olaydan sorumludur”

Aynı ekip geçenlerde başka bir manzarada boy gösterdi. İçişleri Bakanlığına yürümek isteyen Ümit Özdağ’ın önünde el pençe divan duruyorlardı. Bizim partimize saldıran, ölümle tehdit eden bu müdürler ve komiserler kişiye göre davranıyormuş. O tartışmanın detaylarını ne düşünmek ne hatırlamak mümkünse bu kadar düzeysiz bir tartışmayı hafızamdan silmek istiyorum. Türkiye kamuoyuna da bunu öneriyorum. Bu ülkede geldiğimiz noktanın vahim bir örneğidir. Bu tertibe katılan herkes başımıza gelecek en ufak olaydan sorumludur. Bunu biz canımızla ödedik. Deniz Poyraz arkadaşımızı katlettiler. Böyle bir tertiple katlettiler. Ankara’nın merkezinde bunu yinelemek istiyorlar.

“Böyle tehditlere pabuç bırakmayacağız”

Bu tertibi yapanlara, bizi bununla yıldıracağını sananlara şunu söylemek istiyorum. Bir cezaevlerine bakın; Kandıra’ya, Sincan’a, Diyarbakır’a, Tekirdağ’a, Edirne’ye bakın. Tek tek arkadaşlarımızın duruşuna bakın. Siz kimi korkutacağınızı sanıyorsunuz? Şu anda Ankara Sincan’da Kobanî Kumpas Davasında arkadaşlarımız bu iktidarı yargılamaya devam ediyor. Biz bu tip saldırılarla geri adım atacak bir parti değiliz. Yine arşivlerinize bakın, en son Deniz Poyraz’a bakın. Biz can verdik, demokrasi ve barış mücadelesinde arkadaşlarımız hayatlarından oldu. O faili meçhulleri, 90’ların karanlık iklimini hatırlatmaya gerekli görmüyorum. Böyle tehditlere pabuç bırakmayacağız. Bu arada demokratik kitle örgütlerinden siyasi partilere, dört bir yandan dayanışmaya gelen, arayan soran, destek veren herkese partimiz adına teşekkür ediyoruz.

“Susmayın, susmayalım; bugün konuşma zamanıdır”

Biz milyonlarız, milyonlarca insanı bu şekilde yok edemezsiniz. Bu şekilde saldırılar başka muhalefet partilerine de yöneldi. Bu sistematik olarak bütün muhalefete yönelik politikanın araçlarından biridir. Bu saldırılara muhatap olan bütün muhalefet güçlerine susmayın diyorum. Susmayalım. Bugün konuşma zamanıdır, susma zamanı değildir. Gezi Davasında hukukla, adaletle, ahlakla, insanlıkla hiçbir değerle bağdaşmayan kararın toplum vicdanında nasıl büyük bir tepkiyle karşılandığını hatırlatmak istiyorum. Doğrudan Saray’a bağlı yargı kuvveti tarafından bu ağır cezalar verildi. Bu Gezi’nin meşruluğunu ve haklılığını asla gölgelemeyecek. Tek adam rejimine olan itiraz daha da büyüyor. Düzmece deliller ve senaryolarla cezaevinde tutulan tüm arkadaşlarımıza ve Gezi tutuklularına binlerce selam olsun.

“Bütün bu saldırılar ekonominin durumu konuşulmasın diye”

Asıl gündeme, Türkiye’nin temel gündemine gelelim. Bütün bunlar konuşulmasın diye sınır ötesi operasyonlar, partimize saldırılar, kadın cinayetleri, göstermelik yasalar var. Gölgelemeye çalıştıkları temel gündem ekonomi tabii. Çünkü halk aç, halk yoksul. Esas mesele enflasyonun hızla ilerliyor oluşu, hızla yükseliyor. 3 haneli rakamlara doğru enflasyon koşuyor ve asla iktidarın enflasyonla mücadele etme gibi bir derdi yok. Tek derdi döviz kurunu sabit tutmak. Aslında enflasyonu düşüremeyeceğini kabul etmiş, çünkü üretimi artıramıyor. Üretim olmadığı için de enflasyon düşmez. TÜİK’e gönderilen zarftan yüzde 70 enflasyon çıktı. TÜİK’e emirle “şu kadar açıklayacaksın” diyorlar. TÜİK altına da üstüne de çıkamıyor. Onlar yüzde 70 dedi, ENAG yüzde 156 dedi. Halkın enflasyonu yüzde 200’ün üzerinde.

“Asgari ücret derhal yeniden düzenlenmelidir”

Öyle bir hale geldik ki üretim yok yapılamıyor, üretim yapacak çiftçiler bunun giderlerini hesaplayıp hiçbir kar elde edemeyeceğini görüp üretimden vazgeçiyor. Bir torba gübre 500 lira civarında, elektrik zamları almış başını gidiyor. Çiftçi sadece zararını düşünüyor, zararını kesme derdinde. Kar elde etmenin hayal olduğu bir üretim tablosunda yaşıyoruz. Geçen hafta çiftçileri ziyaret ettim, traktörler örümcek bağlamış. Neyle çalışacak, mazot koyamıyor. Traktör çalışamayınca tarlasını nasıl sürecek mazot yok. Diğer taraftan gübre yok. Bankalar öyle bir hal aldı ki çiftçi borçları karşılığında traktör ve tarlaları tek tek haczediyor. Yakında bankalar traktörleri ihale ile satacak. Hala AKP iktidarı meseleyi bu aymazlıkla, bu bilinçsizlikle çözeceğini iddia ediyor. Her ay bu ülkenin emeklileri, işçileri, memurları, asgari ücretlileri AKP iktidarının ceplerinde açtığı delikle soyulmaya devam ediyorlar. Bu yöntemle enflasyon çalma, soyma ve gasptır. Asgari ücret derhal yeniden düzenlenmelidir. Emekli maaşları, yaşlılık aylıkları düzenlenmelidir. Her gün daha da yoksullaştıran bu ucube ve garabet düzende yalan siyaseti temeli oluşturuyor.

“Neyden vazgeçtiler? Saray’ın gelirlerini mi kıstılar, uçaklarını mı sattılar?”

Şimdi övündükleri bir mesele var, TL’den 6 sıfır attık diyorlar. Bununla övünüyorlar. Hiç utanmaları da kalmadı. Utanma duygusu başka bir şey gerektirir.1 Ocak 2003’teki 100 liranın değeri bugün 10 tl, bu hesaplanmış. Bugünün 1000 TL’si ne anlama geliyor. Bir kira ödemeye yetmiyor. Bir depo benzin doldurmaya yetmiyor. 1000 TL ile vatandaş memleketine gidip dönemiyor çünkü para eridi. Bunun karşılığında Erdoğan ne diyor? Geçenlerde basına yansıdı. “Çalışanlarımıza destek olmak için kendi gelirimizden vazgeçtik. Bir şükürsüzlük ve tatminsizlik hali var.” dedi. Bunu dinlerken insan şunu düşünüyor. Neyden vazgeçtiler? Sarayın gelirlerini mi kıstılar, uçak paralarını mı kıstılar, uçaklarını mı sattılar? Ortada hiçbir şey yok. Bir de şükredin diyor. Bir de topluma gerçeği söylüyor, beterin beteri var daha da kötü olabilirsiniz diyor. Buna şükredin bizim politikalarımız sizi daha da yoksullaştıracak, açlıkla baş başa bırakacak diyor. Mesajı aldık. Vatandaşın da almasını istiyoruz, bunları açıklıyoruz.

“Marketlerdeki ürünlere alarm koyacağınıza Merkez Bankasının kasasına koyun”

Sabır telkin edilen bir dönemde ve bunun karşılık bulacağı bir dönemde değiliz. Neden biliyor musunuz, marketlere de güvenlikçi politika geldi artık. Artık marketlerde bazı ürünlere alarm takılmış. Hani bir mağazadan elbise aldığınızda alarm oluyordu ya çıkınca ötüyor. Güvenlikçi politika şimdi markette ve vatandaş “açlıktan çalabilir” duygusu topluma yansıtılıyor. Bebek bezlerine, mamalara, diğer ürünlere alarm koyacağınıza Merkez Bankası’nın ve Hazinenin kasasına alarm koyun. Oradan çalıp çarptığınızda alarm çalsın ki bütün toplum uyansın ve Örtülü Ödeneğin nasıl alarm verdiğini bütün dünya görsün. Türkiye sıralaması her konuda geriliyor. AKP beceriksizliği yüzünden bugün Suriye’nin, Libya’nın, Sudan’ın gerisinde bir Türkiye var. Bu gerçeği herkesin görmesi gerekiyor. Türkiye’nin savaş politikaları bugün enflasyonda açıkça karşımıza çıkıyor.

Bir hazine ve maliye bakanımız var dostlar başına. Nasrettin hoca fıkralarında fırlamış gibi sürekli tekerleme okuyor. Sanki tekerleme söylesin diye seçildi. Sanki bunun için atandı. Ocak’ta enflasyon soruluyor Mart diyor, Mart’ta soruluyor Mayıs diyor, Mayıs’ta soruluyor Temmuz diyor. Sürekli kendi kendini yalanlayan bir bakan var. Allah bizim sonumuzu hayretsin. Ekonomide önerilerimizin dikkate alınmasını öneriyoruz.

“İçeriye huzur vermeyen bir iktidar dışarıya nasıl huzur götürecek”

Şu anda sınır ötesi bir operasyon var. 17 Nisan’dan bu yana Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimine yönelik aralıksız operasyon devam ediyor. İçişleri Bakanı bir ara ne dedi, “Irak’a huzur götüreceğiz”. ABD de Irak’ı işgal ettiğinde huzur ve barış götüreceğini söylemişti de sonrasında arkasında büyük bir enkaz bırakmıştı. Irak ve Suriye’ye huzur gitmediğini tartışmayalım, çünkü huzursuzluk gittiğini, orada ölümün, kanın ve gözyaşının her geçen arttığını görüyoruz. Bunu başka bir şeye yormaya gerek yok. Türkiye huzursuzluk ihraç ediyor, savaş ihraç ediyor başka ülkelere. Şu anda Irak, İran, Suriye huzursuz. Ortadoğu huzursuz. İçeriye huzur vermeyen bir iktidar dışarıya nasıl huzur götürecek? Savaş politikası bittiğinde ancak huzur gelecek. Bu savaşa hayır dediğimizde, barış politikasını öne geçirdiğimizde o zaman huzura kavuşabiliriz.

“Erdoğan Salman’dan randevu alamayınca hacca gitti”

Şu anda Suriye’de, Ukrayna’da ağır savaş yetmiyormuş gibi Irak’ta da kaosun kapısı aralanmış bulunuyor. İranlı yetkililer Türkiye’nin üslerini vurduğunda bu kaosun ne kadar ağır olduğunu hepimize gösterdi. Türkiye’nin Irak’ta aynı zamanda derinleştirmeye çalışılan Şii-Sünni çatışmasına ortak edilmeye çalışıldığını görmek mümkün. Kürt sorununu derinleştirdiği gibi başka derin ve tarihsel sorunlar da ithal eden AKP’nin bu savaşını çok tehlikeli bulduğumuzu söyleyelim. Bu savaşı Ortadoğu ve dünyada meşrulaştırmak isteyen iktidar Cemal Kaşıkçı davasını failin eline tutuşturmaktan sakınca görmedi. Davada fail belli, bu dosya faile uzatılıyor. Sonra bütün bakanlarla arınmak için sözüm ona hacca gidiyorlar. Buraya özellikle dikkatinizi çekmek isterim. Erdoğan Salman’dan randevu alamayınca hacca gitti ve bu nedenle görüşmek zorunda kaldılar. Bütün Arap basını Erdoğan’ın davet edilmediğini yazsa da iktidar bunu gizlemek için çaba gösterdi ama nafile herkes biliyor. Bu davaların nasıl olduğunu biliyoruz. Bizler hakkında, kadın cinayetleri davasında ve pek çok davada AKP eliyle yargı tamamıyla faillerin eline tutuşturulmuştur.

“Çözüm savaşta değil barışta ısrar etmektir”

Bu savaş halkların tercihi ve kararı değildir. Türk ve Kürt gençleri bu savaş politikaları yüzünden her gün toprağa düşmeye devam ediyor. Biz HDP olarak her zaman barış politikasını savunduk. Türkiye’de, dünyada ve Ortadoğu’da barışın tesisi için elimizden geleni yaptık, yapmaya devam edeceğiz. Bu arada elimde bir haber var. TSK’nin 2007’de dost ve müttefik ülkelere yaptığı yardım varmış. Dışarıda barışı desteklemek ve koruma amacıyla 2,8 milyar TL’lik harcama yapmış. Yani dışarıya barış yapmaları için para veriyorlar, kendi iç meselelerini ve dışarıyla meselelerini savaş siyasetiyle çözmeye çalışıyorlar. İşte bu ikiyüzlü bir siyasettir. Sadece Türkiye değil dünya siyaseti de ikiyüzlüleşti. Küresel barış siyaseti maalesef terk ediliyor. Bu savaşa karşı durmayanların, tezkerelere ellerini kaldıranların bu suça ortak olduğunu söylemekten çekinmeyelim. Savaşı durdurun, çözüm savaşta değil barışta ve çözümde ısrar etmektir. Siz kaybedeceksiniz barış siyaseti kazanacak.

İmralı’da hiçbir avukat görüşmesi yokken 6 ay daha avukat görüşünü yasaklamak savaş siyasetinin bir sonucudur. Artık kendi hukuklarına zerre kadar değer vermeyen bir iktidarın bu ülkeye vereceği hiçbir şey kalmamıştır. Biz tecridin kaldırılmamasını, savaş siyaseti uğruna kaybedilen canları Türkiye yurttaşlarına şikayet ediyoruz. Bizim çocuklarımız bu savaş severler yüzünden yaşamlarından oluyorlar. Bu savaşa hep birlikte karşı çıkalım.

“Türkiye’de mültecilerin olmasının sebebi savaş politikası yürüten iktidarlardır”

Mülteciler meselesi önemli bir gündem olarak yerini tutuyor. Mültecilerin yasalardaki hakları bile maalesef uygulanamıyor. Bugün mültecilerin Türkiye’de bu kadar yüksek olmasının sebebi savaş politikası yürüten iktidarlardır, savaşa can suyu verenlerdir. İnsani kriz, çok çok büyümüştür. Sorunun sebebinin savaş olduğunu idrak etmek zor değil. Suriye savaşını kışkırtan iktidar da çoğu kez bunu destekleyen muhalefet de bu insani krizden sorumludur. Şöyle bir tablo var; 150 bin velisiz çocuk olduğu tahmin ediliyor. Çocuk hakları uygulanmıyor. Göçmen kadınlara taciz ve tecavüzler kriminal suç olarak bile kayıtlara geçmiyor. Göçmenlere yönelik baskılar, onların güvenli olarak yurtlarına dönmesi için değil onların gözden uzak köleler olarak kalması için yapılıyor. Geri gönderme ise susmaları ve görünmemeleri için savrulan bir tehdit. Suçlu olan, ölmemek için ülkelerini terk edenler değil onları buna zorlayan iktidarlardır ve savaşa kalkan ellerdir.

“İktidar göçmenleri kendi politikaları için araçsallaştırıyor”

AKP’nin bunu sürekli pazarlık konusu yaptığını biliyoruz. Ucuz iş gücü olarak çalıştırıldıklarını en son İçişleri Bakanı itiraf etti. İktidarın politikasına karşı muhalefet de maalesef şovenizmi ve ırkçılığı körükleyen bir dil kullanmaktan geri durmuyor. Bu çok tehlikeli bir dildir. İktidar göçmenleri kendi politikaları için araçsallaştırıyor. HDP olarak bu araçsallaştırma siyasetini doğru bulmuyoruz. Siyasi iklimin yaydığı ayrımcı ve ırkçı söylemler mültecilere şiddet olarak dönüyor. Bu şiddet dalgası bütün toplumu etkisi altına alabilecek bir potansiyele sahip.

“HDP olarak onurlu dönüşe zemin hazırlayacak barış mücadelemizi yükselteceğiz”

Türkiye halkları mültecilere yönelik ırkçılığa bugüne kadar çok da prim vermedi ve vermemelidir. HDP olarak görüşümüz şudur. Her yurttaşın öncelikle kendi toprağında ve güven içinde yaşamasını savunuyoruz. Ancak bütün dünya her yurttaş için güvenli bir yer olmalıdır, dünya hepimizin evidir. Hangi ülke olursa olsun, dileyen herkes dilediği yerde yaşayabilmelidir. Bu yaşam hukuka dayalı, adil ve demokratik politikalar doğrultusunda olmalıdır. Devletler hem bu politikaların hukuka uygun ve yürürlükte olmasını sağlamalıdır hem de mülteci yaşamların güvencesi olmakla sorumludur. Onurlu bir dönüşün temel koşulu barıştır. Bu onurlu dönüşe zemin hazırlayacak barış mücadelemizi yükselteceğiz. Bu konuda tüm toplumu dayanışmaya ve desteğe davet edeceğiz. Tezkerelere hayır demeyenler de duysunlar; biz bugüne kadar bütün savaş tezkerelerine hayır diyen bir parti olarak gönül rahatlığıyla söylüyoruz. Çözüm önerimiz şudur; uluslararası hukuka uygun bir göç kanunu kabul edilmelidir. Göçmenlerle, polis jandarma vb. kurumlar değil bu konuda kitle örgütleriyle birlikte çalışan sosyal hizmetler birimi ilgilenmelidir. Bir diğeri de Suriye’de savaşın sona erdirilmesi ve göçmenlerin gönüllülük temelinde yurtlarına dönüş koşullarının barışçıl temellerde oluşturulmasıdır. Güvencesiz, kölece koşullara göz yumulmamasıdır.

“Bu ülkenin cumhurbaşkanı ve bakanları kadına yönelik şiddeti körüklüyor”

Meclis’e kadına ve çocuğa yönelik şiddeti önleme iddiasıyla bir teklif getiriliyor. Hakikaten nasıl bir riyakarlıktır, göz boyama iradesidir anlamak mümkün değil! İstanbul Sözleşmesinden bir gece vakti çekilen iktidar, kadına en geniş korumayı sağlayan uluslararası sözleşmeden çekilerek karşı her türlü sözü kuran iktidar, şimdi de dostlar alışverişte görsün misali kadına yönelik şiddeti dert edinmiş gibi yaparak -mış gibi bir kanun teklifi ile karşımıza çıkıyor. Kanunu inceledik, buna ilişkin sözlerimizi Genel Kurul’da ifade edeceğiz. Mevcut yasaları uygulamayan yargı yeni getirdiğiniz yasayı niye uygulasın? Yargı getirdiğiniz yasa teklifine değil sizin sözlerinize bakıyor. Sizin ne hissettiğinize, nasıl yorum yaptığınıza bakıyor. Kravatlı indirimi herkes tartışıyor ya kravat çıkarılmış. Bir yargıç kravat taktı diye indirim yapıyorsa yarın öbür gün gözlerini kaçırdı diye indirim yapar. İlla kravat takmasına ya da takım elbise giymesine gerek yok. Eğer bu konuda bir çözüm istiyorsanız Meclis’teki kravatlı cinsiyetçilerden başlamanız gerekiyor. Bu ülkenin cumhurbaşkanı, bakanları kadına yönelik şiddeti körüklüyor. Konuşmalarıyla sözleriyle bunu destekliyor. Getirdiğiniz yasanın bir önemi yok. Önce Meclis’teki kravatlılardan başlayalım. Son olarak şunu söylüyorum. Erkek failler pişmanlık gösterince indirim yapılacakmış. Cinsiyetçi bir yargı, cinsiyetçi bir iktidar, tecavüzcünün, katilin failin teki çıkıp “ben pişmanım” diyecek önünü de ilikleyecek indirim alacak. Bu ödül ya! Pişmanım demek zor değil ki rahat söyler. Bu yasa kesinlikle kamuoyunu aldatmaya yönelik bir yasadır.”

SORU: Ekrem İmamoğlu’nun Karadeniz ziyareti sonrasında eleştirilere ilişkin açıklamaları çok tartışılıyor. Bunu nasıl yorumlarsınız?

Hiçbir siyasetçinin toplumun herhangi bir kesimine bu şekilde, bu içerikte sözler kullanmasını doğru bulmayız. Eleştiri haktır. Toplum siyasetçileri eleştirir. Bizler toplumun gözü önündeyiz. Haklı da olsak haksız da olsak eleştirileri dinleriz. Bu eleştirilere karşı hakarete varan sözler kullanılmasını tasvip etmemiz mümkün değildir.

Paylaşın

HDP’li Beştaş: İktidarın En Büyük Korkusu Gerçeklerdir

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, bugün Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Hapishanelerdeki ölümler, pahalılık, sivil toplum kuruluşlarına kapatma davaları ve kadına yönelik erkek şiddeti HDP’li Beştaş’ın gündemindeydi.

HDP Grup Başkanvekili, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Ülkemizi kadına şiddet ve kadın cinayetleri ayıbından kurtarmakta kararlıyız” sözlerini hatırlatarak, “İstanbul Sözleşmesinden imzasını çeken kim? Kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran söylemlerden kaçınmayan kim? Bu ayıbı yaratan sizlersiniz. Ayrıca kadın cinayetleri bir ayıp olarak nitelendirilemez. Kadına yönelik şiddet de cinayetler de politiktir” dedi.

“Sansürler, yasaklamalar devam ediyor, bunun tek bir amacı var hakikatleri karartmak” diyen HDP Grup Başkanvekili özetle şöyle konuştu:

“İktidarın en büyük korkusu gerçeklerdir”

“AKP – MHP iktidarının uzun yıllardır hakikatleri karartma ve gerçekleri gizleme çabalarını hayatın her alanında görüyoruz. Öyle bir aşamaya geldik ki işkence yapılması soruşturulmuyor. Ama bunun haberlerini yaptığı için soruşturulan ve ceza alan insanlar var.

Çünkü iktidarın derdi işkence yapılması, cinayetlerin işlenmesi değil, bunun kamuoyuna yansıtılmasıdır. Bu iktidarın en büyük korkularından biri gerçeklerdir.

Bu karatma siyasetinin ve politikasının bir diğer yansıması da partimiz hakkında açılan kapatma davasıdır. Partimiz her alanda gerçekleri söyler. Kendileri bu rotayı veremediği için partimize mesnetsiz iddialarla kapatma davasını devam ettiriyor.

Adeta bütün toplumu, 84 milyonu pembe bir fanus içinde sadece kendi verdiği haberlerle beslemek amacındalar. Mesela cezaevlerini örnek verecek olursak, şimdi yönetmelik çıkarılıyor cezaevlerinde olanların dışarıya yansımasını engellenmek istiyorlar. Tamam, engellediniz de dışarıya çıkacak cenazeyi nasıl karartacaksınız. Mesela Ferhan Yılmaz’ın darp ve cebir iziyle, işkence izleriyle çekilen videosunun yayılmasını nasıl engelleyemediyseniz diğer uygulamaları da engelleyemezsiniz.

Enflasyon

Enflasyon yüzde 150’yi buluyor. TÜİK marifetiyle bunu düşük göstermeye çalışıyorlar. Bağımsız kurumlar kendi verilerini açıklamasın diye şimdi alternatif yasa çalışması yapıyorlar. Sanki TÜİK enflasyonu düşük gösterince enflasyon düşmüş oluyor, sanki sofralar zenginleşiyor… ”

Kadına yönelik şiddet bir kırım seviyesine geldi. Her gün kadına yönelik şiddet haberleri hepimizin gündemine düşüyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele yerine, kadına yönelik şiddetle mücadele eden kurumları hedef alıyorlar. Mesela Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’na yönelik bir dava açıldı. Dehşet verici hakikaten. Kadın cinayetlerine karşı çalışan, kamu yararı için çalışan bir derneği neden kapatmak istersiniz. Çünkü o cinayetlerin üstünü örtmek istiyorsunuz.

Diğeri de Rosa Kadın Derneği, merkezi Diyarbakır’da. Yöneticilerine yönelik iki üç ayda bir operasyon yapılıyor. Onlar da kadın hak ihlalleri üzerine çalışıyor. ‘Kanuna ve ahlaka aykırı’ faaliyet yürütmek nedeniyle Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu hakkında fesih talebiyle açılan dava 1 Haziran’da görülecek. Biz tabii ki o davada olacağız, kadın özgürlük mücadelesini savunmaya devam edeceğiz.

Bir diğer kapatma davası da Tarlabaşı Toplumunu Destekleme Derneği’ne yönelik. Tarlabaşı’nda yaşayan kadın ve çocuklar için adeta can simidi olan bu derneğin kapatılmasıyla, bu bölge insanının iktidarın yarattığı yoksulluk, yoksunluk, adaletsizlik, sömürü bataklığında boğulması sonucunu doğuracaktır.

Erkek şiddeti

İktidarın adeta kendisi ve yandaşlarına sunduğu cennet bozulmasın diye geri kalanları cehennem ateşine atmakta hiçbir sakınca görmüyor. Çeteler hakkında neden soruşturma yapmıyorsunuz diye sormak istiyorum. ‘Kadına karşı şiddet ayıbı’ gibi bir kavram kullandı Cumhurbaşkanı geçen günlerde. Bu ayıbı yaratan kim? İstanbul Sözleşmesinden imzasını çeken kim? Kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran söylemlerden kaçınmayan kim? Bu ayıbı yaratan sizlersiniz. Ayrıca kadın cinayetleri bir ayıp olarak nitelendirilemez. Kadına yönelik şiddet de cinayetler de politiktir.”

Paylaşın

HDP’den Seçim Yasası İlişkin Açıklama: Yeniliyoruz, Düşüyoruz…

AK Parti ve MHP’nin hazırladığı seçim yasası teklifini değerlendiren HDP’li Bektaş, “Temel hatlarına baktım. Tamamen kendi bekalarını sağlamak için hazırladıkları bir teklif. Millet İttifakı ve diğer ittifaklara karşı temel bir hamle bu. Demokratik bir teklif değil. ‘Yeniliyoruz, düşüyoruz’ demenin bir adı ve bir itiraf. Gidişlerini hiçbir kanun teklifi durduramaz. Çatlak o kadar büyük ki yamalarla, boyalarla kapatamayacaksınız” dedi.

Haber Merkezi / “HDP 2015’te barajları yerle bir ettiği ve baraj artık küçük ortak aleyhine olduğu için onu kurtarmak için bir teklif bu. Bu bir siyasi rüşvet” diyen Beştaş, “Bütün anketler MHP’nin baraj altında olduğunu gösteriyor. Bu seçim yasası bir aciliyet değil. Ortakların kendi arasında anlaştığı kimseye sormadığı bir teklif. Bir-iki yıldır aralarında kavga mı ediyorlar, tartışıyorlar mı ne yapıyorlar bilmiyorum ama kolay anlaştıklarını biliyorum. Uzunca bir zamandır ellerindeydi ama getirilemiyordu ancak şimdi getirildi. Baraj yüzde 7’ye indiriliyor. MHP için indirildiğini herkes biliyor. Kendi gelecekleri için epey düşünmüşler. Küçük ortağa bir siyasi rüşvet ve hediye bu” ifadelerini kullandı.

Yeni düzenlemeyle ittifaklardan küçük partilere sağlanan katkının kaldırıldığını belirten Beştaş, “İttifaktaki her partinin aldığı oy milletvekili seçimine yetiyorsa milletvekili çıkarabilecek. Sadece ittifaktaki partiler için yüzde 7 barajı kaldırılmış oldu. İttifak içinde az oy alan, o oyla milletvekili çıkarabilecek iken artık çıkaramıyor. Bu çok dikkat çekici bir düzenleme. Oylar doğrudan partilere gidecek. Bu daha çok tartışılacak. Milletvekili seçimlerinde ittifak bu teklifle resmen sonlandırılıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi için ise ittifak devam ediyor” yorumu yaptı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, Meclis’te düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Beştaş, şunları söyledi:

“Son günlerde çok tartışılan bir mesele var. 14 Mart Tıp Bayramı. Türkiye ve benzeri ülkelerde bayram olarak kutlanması neredeyse unutuldu. Sağlık emekçileri taleplerini dile getirdiklerinde de ağır hakaret ve baskılara uğramaya devam ediyor. Onlar da bir şekilde taleplerini dile getirmeye, iktidara duyurmaya çalışıyorlar. İktidar ise kafasını kuma gömme siyasetine devam ediyor ya da hakareti tercih ediyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan en son kadın muhtarlarla yaptığı toplantıda, ‘‘Varsın gidiyorlarsa gitsinler, biz de gerekirse yeni mezunları istihdam ederiz.’’ dedi. Neresinden tutulur bilmiyorum gerçekten. Cumhurbaşkanı ve iktidarının küçük ortağıyla beraber nelerin umurlarında olmadığını öğrenmiş olduk.

Hastanede liyakati iyi olanlar yerine yeni bitiren sağlık emekçilerini istihdam ederiz diyor. Burada önemli olan sağlık emekçilerinin bir ülkedeki rolleridir. Hepimizin 7’den 70’e gittiği, bizleri tedavi eden, sağlıklı bir yaşam için olmazsa olmaz olan bir kesimin bu şekilde hakarete maruz bırakılmasını asla kabul etmiyoruz. Bu sözler hem sağlık hakkının hem de vatandaşın sağlığının hiç önemli olmadığı gerçeğini iktidar nezdinde bir kez daha ortaya koymuştur. Bu iktidarın sağlık emekçilerine ihtiyacı yok. Çünkü kendileri istediklerinde yanlarında özel doktorlarla dünyanın her tarafını dolaşıyorlar.

İhtiyaçları olan bolca para ve 5’li çeteler, işleri güçleri bu. Sağlık emekçileri Türkiye’nin onurudur, yüz akıdır. İki günlüğüne iş bırakma eylemine gidiyorlar, büyük g(ö)rev diye niteliyorlar. Sağlık emekçilerinin yanlarındayız, destekliyoruz; haklarının, taleplerinin bir an önce karşılanması gerektiğini tekrar söylüyoruz. Şunu da müjde olarak vermek istiyorum. Kapıyı gösterenler gidecek; sağlık emekçileri, doktorlar burada kalacak ve hep birlikte yaşayacağız. 14 Mart’ı gerçek bir bayram olarak kutlayacağımız günlere diyerek yeniden 14 Mart Tıp Bayramını kutluyorum.

“Biz barışı savunuyoruz ve bunda istikrarlıyız; herkes için barış istiyoruz”

Ukrayna-Rusya savaşı dünya ve Türkiye’nin gündeminde. Bu savaş ile birlikte iktidarın bir yüzünü daha gördük. Rüzgar gülü gibi bir dış politika izliyorlar. Rüzgar nereye dönerse AKP iktidarının da yüzü oraya dönüyor. Erdoğan bu ara barışsever kesilmiş. Hayret ediyorum gerçekten. Müzakereci rolüne bürünmüş, Ukrayna savaşını bitirmek için çözüm ve barış sözlerini kuruyor ama gelin bakın ki içeride tam bir savaş politikası yürütüyor.

Kendi yurttaşına, Kürtlere karşı içeride ve dışarıda düşmanlığını sürdürüyor. Barış savunucusu gibi görünmesi bu ara moda oldu. Bunu da sanki halk yutacakmış, Erdoğan’ın barış sever olduğunu kabul edecekmiş gibi garip bir hezeyanla yapıyorlar. Tabii ki biz barışı savunuyoruz. Ama istikrarlı ve herkes için barış istemenin ne kadar değerli olduğunu söylemek istiyorum. Sürdürülebilir bir barış politikası hem içeride ve dışarıda lazım. Halkların onurlu ve eşit bir şekilde yaşamını savunmak HDP’nin politikasıdır.

“AKP iktidarı İsrail-Filistin çatışmasını iç siyasete malzeme ediyor”

Geçen hafta İsrail Cumhurbaşkanı Herzog Erdoğan ile görüştü 14 yıl sonra. HDP olarak elbette İsrail ile diplomatik ilişkilere karşı değiliz. Bu ilişkilerin başta Filistin halkı olmak üzere bütün Ortadoğu halklarının yarına olmasına isteriz. Ancak AKP iktidarı on yıldan uzun süredir İsrail-Filistin çatışmasını iç siyasete malzeme etmekten geri durmuyor. Antisemitizmi körüklediği gibi Filistinlilerin kendi topraklarında özgürce yaşamaları için bir katkı yapmaktan da uzaktır politikaları. Filistin halkı çok ağır saldırılara maruz kaldı. İsrail devleti de bu politikasını devam ettiriyor.

“Nazım’ın şiirini Filistin zeytinliklerini talan eden Herzog okudu, Afrin zeytinliklerini talan eden Erdoğan dinledi”

Bu görüşmede en dikkat çekici şey Nazım Hikmet’in yaşamaya dair şiirinin okunmasıydı. İnsan dinlerken Filistinlilerin zeytin ağaçlarının nasıl talan edildiğini ve Afrin’deki zeytinliklere yönelik uygulamaları, zeytinlerin Türkiye’ye getirilmesini de düşünmeden edemiyor. Zeytin ağacının anavatanı Filistin’in de içinde olduğu Doğu Akdeniz Havzasıdır. Antik Helen ve Mezopotamya medeniyetlerinde zeytin ağaçlarına büyük bir kutsallık atfedilir. Zeytin ağacı barışın sembolüdür ama bu yüzyılda talanın ve işgalin sembolü oldu. Bu işgaller Filistin’de olduğu gibi Kürt coğrafyasında da zeytin dalı gibi adlar konularak devam ettiriliyor.

Afrin zeytinliklerini talan eden Erdoğan dinledi, Filistin zeytinliklerini talan eden Herzog ise şiiri okudu. Biz yapılana mı bakalım, söylenene mi? Tabii ki yapılanı görüyoruz. Bunun ne kadar büyük bir iki yüzlülük olduğunu ifade edelim. Erdoğan Dışişleri Bakanını da Filistin’e göndereceğini ilan etti. 10 yıldan fazladır Gazze’ye gideceğim dedi ama gidemiyor. Şimdi Dışişleri Bakanını gönderecek. Şovunuza alet ettiğiniz topraklarda Filistinliler ölmeye devam ediyor, göçe zorlanıyor ve tutuklanıyor. HDP olarak İsrail ve Filistin halklarının geleceklerinin birbirine bağlı olduğunu düşünüyoruz. Tıpkı Türkiye’de yaşayan Kürt halkı ve Türk halkı ile birlikte diğer halkların özgürlüklerinin ve yaşamlarının birbirine bağlı olması gibidir.

“İsrail bir an önce Filistin’e yönelik ağır ablukayı sonlandırmalıdır”

Filistin halkı özgürleşmediği müddetçe İsrail halkının da demokratik bir ortamda ve özgür olarak yaşama hakkı ortadan kalkıyor, barış hakkı ortadan kalkıyor. İsrail bir önce Filistin’e yönelik ağır ablukayı sonlandırmalı ve dünyanın gözü önünde şeffaf bir şekilde BM’nin çözüm tezi olan 1967 öncesi sınırları esas alarak barışa şans vermelidir. Biz her türlü barış girişimini ve çabayı da destekliyoruz. Ortadoğu’ya yönelik politikaların bütünlüklü olarak ele alınması lazım. Kuzey Doğu Suriye’ye yönelik savaş politikası sürdürülürken, Filistin ve İsrail arasındaki çatışmalarda barış politikası yürütülmesi kabul edilemezdir ve bir sonuç alınamayacağını ifade etmek isterim.

“CHP Genel Merkezi, Bolu Belediye Başkanı hakkında ne düşünüyor?” 

Bolu Belediye Başkanı her gün yeni bir ırkçılık beyanı ile Türkiye’nin gündemini işgal ediyor. Kendisinin mültecilere, kadınlara, Kürtlere karşı ırkçılığını herkes duydu. Dün de partimizi etiketleyerek bir tweet atmış. Ben kendisini muhatap almıyorum, genel merkezlerine sesleniyorum. Genel Başkan düzeyinde Selahattin Demirtaş’ın derhal serbest bırakılması gerektiği çağrıları yapılırken, 4 Kasım darbesindeki hukuksuzluklar AİHM’den dönmüşken CHP Genel Merkezi Bolu Belediye Başkanı hakkında ne düşünüyor? Sadece Demirtaş’ın fotoğraflarını paylaştığı için bir emekçi kadının işten atılmasını nasıl karşılıyorlar? Buna dair bir söylemleri olacak mı?

“Ekonomik buhrana karşı ÖTV kaldırılsın”

Korona virüste sürü bağışıklığına geçildi. Şimdi ekonomi politikası ile birlikte yoksulluk ve açlık bağışıklığı dönemi başladı galiba. Hepimiz biliyoruz ki açlığı karşı bağışıklık olmaz. Vatandaşlar hayat pahalılığından dolayı alışveriş yapamıyor, ekonomide bütün çarklar durma noktasında. Zamları zam yağmuru diye tanımlamak yetmiyor, akaryakıt ve yağ kuyrukları görülüyor. Erdoğan övünüyordu bizim dönemde kuyruklar yok diye ama artık kendi döneminde de bolca kuyruk var. Bu ekonomik buhrana karşı ÖTV kaldırılsın.

Benzindeki yüzde 27.7, motorindeki yüzde 24.3 vergi oranı kaldırılsın ki vatandaş nefes alsın. Elektrik faturalarına karşı tek çözüm var o da kamulaştırma. Sağlık hakkının mutlaka ücretsiz bir şekilde karşılanması gerekiyor. Bu temel haklardandır. Kendi yandaşlarına yaptıkları vergi affı iptal edilmeli ve faiz giderlerinin ödenmemesi çağrımızı da yineliyoruz. Her gün yeni bir kanun teklifi veriyoruz, Meclis araştırmaları teklifleri veriyoruz ama AKP-MHP oylarıyla reddediliyor. Ne üretici ne de tüketici korunuyor. Emekçilerin halkın halinden hiçbir şekilde anlamıyorlar. Bu açlık ve yoksulluğa karşı bağışıklığa sürükleme kabul edilebilecek bir şey değildir, iktidarın yapabileceği bir konu değildir.

“AKP seçim ekonomisi yaratıyor, finans stoku yapıyor”

Bu arada savaşı da fırsata çevirmek istiyorlar. Fiyatlar dışarıda da artıyor diyorlar ama bu kriz Ukrayna-Rusya savaşından önce de vardı şimdi de var. Bunu dışarıya bağlamının bir izahı yok. AKP bir seçim ekonomisi yaratıyor, finans stoku yapıyor. Bu kadar açlık ve yoksulluğa rağmen talepler karşılanmıyorsa bu stoku önümüzdeki seçimlerde kullanmak üzere bir hazırlık yaptığını söylemek hiç de uzak bir ihtimal değil. Çünkü onlar halkın sofrasını ve cebini değil kendi bekaları için ülkeyi yönetiyorlar. Geçen iki hafta kanun teklifi yok diye arşivde kalan uluslararası sözleşmeler Meclis’e getirildi ama bizim tekliflerimiz gündeme alınmıyor. Vatandaşın talep ettiği asıl meseleler yasama organının önüne bilerek getirilmiyor. Rıza aramak gibi demokrasinin en temel olgularından biri maalesef yok. Basit acil 4 temel önerimiz şudur:

1-Başta 5’li çete olmak üzere 2016 yılından beri vergi istisnası, affı ve muafiyetlerinden yararlanan gerçek ve tüzel kişilerin elde ettiği kazançlar 3 ay içinde geri alınsın.

2-Gençler ve kadınlar başta olmak üzere ölçülü ve kabul edilebilir kamu yararı kapsamında, iş ve işlemlerde bulunan gerçek ve tüzel kişiler geri alımdan muaf tutulsun.

3-Yıllık cirosu 5 milyon TL’nin altında olan ve daha önce söz konusu desteklerden yararlanmış gerçek ve tüzel kişiler geri alımdan muaf tutulsun.

4-Vergi istisnası, affı ve muafiyetinden yararlanan gerçek ve tüzel kişilerin her yılın son Pazartesi günü yararlanma gerekçe ve miktarları şeffaf yönetim ilkesi gereği Hazine ve Maliye Bakanlığınca kamuoyuna duyurulsun.

Biz buna dair kanun tekliflerini sürekli veriyoruz. Bugün Ekonomi Komisyonumuz da ayrıca bir açıklama yaptı. Bu ülke halklarını birazcık seviyorsanız gelin bu teklifleri hemen çıkaralım ve vatandaş biraz rahat nefes alsın.

“Diyarbakır İstinaf Mahkemesi “Kürtlerin ölümü cezasızlık sebebidir” diyor”

Kameralar önünde öldürülen Kemal Kurkut hakkında Diyarbakır İstinaf Mahkemesi meşru sınırlar içinde öldürüldüğünü ve ceza verilemeyeceğini kabul etti. Bu Türkiye tarihinin en korkunç kararlarından biri. Güzel sanatlar akademisinde okuyan bir genç, bayram kutlamasına gitmiş; üstü çıplak ve polis kurşunuyla öldürülmüş ama ceza verilmez diyor. Hiçbir hukukta yok böyle bir şey. Resmen Kürtleri öldürebilirsiniz dediler aslında. Mahkeme “Kürtlerin ölümü cezasızlık sebebidir” diyor. Hadi kasten demeyin olası kast da mı yok, taksir de mi yok, kaza da mı yok? Hukukta buna ilişkin birçok sevk maddesi var. Gencecik bir insan herkesin gözü önünde öldürüldü, annesi her gün ağıt yakıyor. Ailesi bir adalet mücadelesi veriyor. AKP-MHP ittifakının resmidir bu. Her gün “Kürt ve Türk kardeş” diyorlar ya Kemal Kurkut bu kardeşliğin nasıl olduğunun belgesidir.

“Newroz’da milyonlarca insan bu gidişata dur diyecek”

8 Mart çok büyük coşku ile gerçekleştirildi. Şimdi 21 Mart Newroz Bayramı geliyor. Newroz’da milyonlarca insan bu gidişata dur diyecek. Ekonomik buhrana, hak ve özgürlük gaspına, anti demokratik uygulamalara ve savaş politikalarına dur diyecek. İsyanını, itirazını Newroz’da ifade edecek; her bir yurttaş Kawa olacak ve zulme başkaldıracak. Bütün halklara bir çağrı yapmak istiyorum. Dem dema serkeftine, dem dema aştiye newroza we piroz be. Ez bang li hemi gelen me dikim. Roja newroze em hemu heriken kada û em newrozu piroz bikin.

“Getirdikleri seçim yasası “yeniliyoruz, düşüyoruz” demenin itirafı”

Seçim yasası bu sabah geldi. Temel hatlarına baktım. Tamamen kendi bekaların sağlamak için hazırladıkları bir teklif. İttifaklara karşı bir hamle bu. Millet İttifakı ve diğer ittifaklara karşı bir hamle. Demokratik bir teklif değil. “Yeniliyoruz, düşüyoruz” demenin bir adı ve bir itiraf. Gidişlerini hiçbir kanun teklifi durduramaz. Çatlak o kadar büyük ki yamalarla, boyalarla kapatamayacaksınız.

“Küçük ortağa siyasi rüşvet olarak baraj yüzde 7’ye indiriliyor”

Biliyorsunuz seçim barajı Kürtler Meclis’e girmesin diye getirildi. HDP 2015’te barajları yerle bir ettiği ve baraj artık küçük ortak aleyhine olduğu için onu kurtarmak için bir teklif bu. Bu bir siyasi rüşvet. Bütün anketler MHP’nin baraj altında olduğunu gösteriyor. Bu seçim yasası bir aciliyet değil. Ortakların kendi arasında anlaştığı kimseye sormadığı bir teklif. Bir-iki yıldır aralarında kavga mı ediyorlar, tartışıyorlar mı ne yapıyorlar bilmiyorum ama kolay anlaştıklarını biliyorum. Uzunca bir zamandır ellerindeydi ama getirilemiyordu ancak şimdi getirildi. Baraj yüzde 7’ye indiriliyor. MHP için indirildiğini herkes biliyor. Kendi gelecekleri için epey düşünmüşler. Küçük ortağa bir siyasi rüşvet ve hediye bu.

“Milletvekili seçimleri için ittifak bu teklifle resmen sonlandırılıyor ama Cumhurbaşkanlığı seçimi için ittifak devam ediyor”

İttifakları bitirdiler, ittifaklardan küçük partilere sağlanan katkı kaldırıldı. İttifaktaki her partinin aldığı oy milletvekili seçimine yetiyorsa milletvekili çıkarabilecek. Sadece ittifaktaki partiler için yüzde 7 barajı kaldırılmış oldu. İttifak içinde az oy alan, o oyla milletvekili çıkarabilecek iken artık çıkaramıyor. Bu çok dikkat çekici bir düzenleme. Oylar doğrudan partilere gidecek. Bu daha çok tartışılacak. Milletvekili seçimlerinde ittifak bu teklifle resmen sonlandırılıyor. Cumhurbaşkanlığı seçimi için ise ittifak devam ediyor.

“Antidemokratik bir düzenlemeyi ve ortaklığı ilan ettiler ama pamuk ipliğine bağlı” 

Bu çok ince, titiz hazırlanmış bir düzenleme ilk bakışta anlaşılmıyor. İl ve ilçe seçim kurulları kura ile belirlenecek. İlk duyulduğunda kulağa hoş geliyor ancak kendi atadıkları, AKP dönemindeki hakimlerin kuradan çıkma şansı artıyor. Çünkü en kıdemli hakim şartı kaldırılıyor. En kıdemliler AKP’den önce görev yapanlar. İsteyen kuradan çekilebilir notu da eklemişler. Çekilebilir mi çektirilir mi takdirini kamuoyuna bırakayım. İl ve ilçe seçim kurullarının değiştirmek ve kendi insanlarını oraya yerleştirmek için önümüze konulmuş durumda. Bu antidemokratik bir düzenlemedir. Kendi aralarındaki ortaklığı şimdilik bununla devam ettirmeyi ilan ettiler ama pamuk ipliğine bağlı ve her an kopabilir.”

Soru: İttifaklarla ilgili ittifaklar sona erdi dediniz. Şimdi sistem nasıl olacak? Daha önce başka partiden girip sonra partilerine dönüyorlardı.

Transfer de engelleniyor galiba. Şunu kastediyorum. Üç parti ittifakla seçime giriyor, her parti seçim barajını aşmak zorunda değil. Örneğin Ankara’da ittifaktaki küçük parti artık oylarla vekil çıkarabiliyordu ittifaktan dolayı. Şimdi onu çıkaramıyor. Ne kadar oy almışsa o oranda temsil edebilecek. Bu temsil hakkını zedeleyen ve büyük partilere yarayan bir düzenleme. Küçük partiler yine parlamentoda temsil edilemeyecek. Diyelim ki 50 bin oy aldı, 10 bin oy büyük ortaktan arttı. 10 bin 50 bine ekleniyordu ve vekil çıkarabiliyor şimdi o yok. Milletvekili seçimi için ittifakla sadece barajı geçmiş sayılıyor. Bu diğer ittifakların temsil gücünü azaltmak için yapılmıştır. Kendi aralarında birileri fayda birileri zarar görecek ve bu büyük partilere yarıyor.

Paylaşın

“Üçüncü Yolu Örmeye Ve Demokrasi İttifakını Kurmaya Kararlıyız”

TBMM’de basın toplantısı düzenleyen HDP Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, “HDP olarak Üçüncü. Türkiye halkları ve yurttaşları için ciddi bir seçenek olduğumuzu biliyoruz. Demokrasi güçleri ile mücadele ortaklığıyla ve seçim sürecinde de ittifakla büyüyeceğimize inanıyoruz. Biz kendi yolumuzda yürüyoruz. Hakikaten gittiğimiz her yerde HDP’ye olan ilginin, desteğin, dayanışmanın artmasını görmekten büyük bir mutluluk duyuyoruz.” dedi.

Haber Merkezi / HDP’li Beştaş, “Bugün 28 Şubat, iki yıldönümünü belirterek geçmek isterim. Birisi 28 Şubat 1997’de yapılan post modern darbenin yıldönümü. Aradan 25 yıl geçti. Siyasete ilişkin ciddi bir darbeydi, o dönemi iyi hatırlıyoruz. Siyasetin vesayet altında yürütülmesine Türkiye’nin temel sorunlarının çözümsüzlüğü noktasında ciddi etkisi olduğunu bugün de söyleyebiliriz. Veraseti ve statükoyu esas alan bir darbe Türkiye yurttaşlarının toplumsal ve siyasal sorunlarının ertelenmesine neden olan bir darbe olarak önümüzde duruyor” ifadelerini kullandı.

İkinci yıldönümün ise Dolmabahçe Mutabakatı olduğunu hatırlatan Beştaş, “Kamuoyuna 28 Şubat 2015’de açıklanırken, Türkiye toplumunda büyük bir umut, hoşgörü ve konuşabilme hali vardı. Türkiye’nin sorunlarına dair çözüm içeren Dolmabahçe Mutabakatı cumhuriyetin demokratikleşmesinin yollarını da siyaset kurumuna ve bütün topluma sunan bir mutabakat olarak önümüzde duruyor. 28 Şubat Post-modern Darbesi demokrasinin tümden ortadan kalkması, darbe mekaniğinin süreklileşmesini öngörürken, 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı ise toplumsal barışın tesis edilmesi ve cumhuriyetin demokratikleşmesini tüm Türkiye ve dünyaya ilan ediyordu. O dönem AKP iktidarı Dolmabahçe Mutabakatı için ‘hasretle beklediğimiz bir çağrı’ dediği mutabakatı, sonrasında kendi iktidar sevdası uğruna yok saydı ve 28 Şubat bin yıl sürecek diyenlerin iddiasını bugüne kadar sürdürdü” dedi.

Post-modern darbenin AKP eliyle sürdürüldüğünü ifade eden Beştaş, “Kayyım rejimi AKP ile birlikte Türkiye siyaset tarihine girdi. Grev yasağı var, hukuksuzluk diz boyu, hak gaspları cezaevlerindeki sistematik işkence devam ediyor, siyaset kurumu ve parlamento üzerinde ağır bir vesayet var, medya sansürü tarihin zirvelerinden birini yaşıyor. İşkence gözaltı ve tutuklamalar rekor kırıyor. Kendisi dışında siyaset yapan muhalif güçleri düşman gören bir anlayış hüküm sürüyor. Aslında 28 Şubat 1997 bugün daha ağır bir şekilde yürürlükte. Bu nedenle 28 Şubat 1997 darbesini AKP’liler kınayınca bana garip geliyor. Çünkü 28 Şubat 97’nin daha ağır koşullarını bugün Türkiye’de yaşama geçiriyorlar” ifadelerini kullandı.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Grup Başkanvekili Meral Danış Beştaş, TBMM’de basın toplantısı düzenleyerek gündemdeki gelişmeleri değerlendirdi. Beştaş şunları söyledi:

“Bugün 28 Şubat, iki yıldönümünü belirterek geçmek isterim. Birisi 28 şubat 1997’de yapılan post modern darbenin yıl dönümü. Aradan 25 yıl geçti. Siyasete ilişkin ciddi bir darbeydi, o dönemi iyi hatırlıyoruz. Siyasetin vesayet altında yürütülmesine Türkiye’nin temel sorunlarının çözümsüzlüğü noktasında ciddi etkisi olduğunu bugün de söyleyebiliriz. Vesayeti ve statükoyu esas alan bir darbe Türkiye yurttaşlarının toplumsal ve siyasal sorunlarının ertelenmesine neden olan bir darbe olarak önümüzde duruyor.

“AKP iktidar sevdasına Dolmabahçe Mutabakatını yok saydı”

Diğeri neydi, Dolmabahçe Mutabakatı. 2015 yılının 28 Şubatında Türkiye tarihinin en önemli günlerinden biri olarak önümüzde duruyor Dolmabahçe Mutabakatı. Kamuoyuna 28 Şubat 2015’de açıklanırken Türkiye toplumunda büyük bir umut, hoşgörü ve konuşabilme hali vardı. Türkiye’nin sorunlarına dair çözüm içeren Dolmabahçe Mutabakatı cumhuriyetin demokratikleşmesinin yollarını da siyaset kurumuna ve bütün topluma sunan bir mutabakat olarak önümüzde duruyor.

28 Şubat Postmodern Darbesi demokrasinin tümden ortadan kalkması, darbe mekaniğinin süreklileşmesini öngörürürken, 28 Şubat Dolmabahçe Mutabakatı ise  toplumsal barışın tesis edilmesi ve cumhuriyetin demokratikleşmesini tüm Türkiye ve dünyaya ilan ediyordu. O dönem AKP iktidarı Dolmabahçe Mutabakatı için “hasretle beklediğimiz bir çağrı” dediği mutabakatı sonrasında kendi iktidar sevdası uğruna yok saydı ve 28 Şubat bin yıl sürecek diyenlerin iddiasını bugüne kadar sürdürdü.

28 Şubat Postmodern Darbesini daha ağır koşullarda hayata geçiriyorlar

Bugün ne yaşıyoruz 28 Şubat Postmodern Darbesinin 25. yıl dönümünde? Kayım rejimi AKP ile birlikte Türkiye siyaset tarihine girdi. Grev yasağı var, hukuksuzluk diz boyu, hak gaspları cezaevlerindeki sistematik işkence devam ediyor, siyaset kurumu ve parlamento üzerinde ağır bir vesayet var, medya sansürü tarihin zirvelerinden birini yaşıyor. İşkence gözaltı ve tutuklamalar rekor kırıyor. Kendisi dışında siyaset yapan muhalif güçleri düşman gören bir anlayış hüküm sürüyor. Aslında 28 şubat 1997 bugün daha ağır bir şekilde yürürlükte. Bu nedenle 28 Şubat 1997 Darbesini AKP’liler kınayınca bana garip geliyor. Çünkü 28 şubat 97’nin daha ağır koşullarını bugün Türkiye’de yaşama geçiriyorlar.

Türkiye’yi ateş hattından çıkarmak için Dolmabahçe Mutabakatına geri dönülmelidir

Aradan geçen 7 yılda Dolmabahçe Mutabakatı için ne diyebiliriz? Aradan geçen 7 yılda Türkiye halkları hem ekonomik hem siyasi hem de toplumsal olarak büyük bir kriz içinde. Barış umutları ciddi yara aldı ve halk artık toplumsal barış taleplerini yükseltirken bile ciddi bir şiddetle karşı karşıya. Çoklu krizler küresel gerilimler ve had safhaya çıkan jeopolitik risklere karşı Türkiye halklarının birlikteliklerini güçlendirmek ve bu ateş hattından çıkmak için Dolmabahçe Mutabakatına geri dönülmelidir.

Dolmabahçe Mutabakatına dönmek hepimiz açısından tarihsel bir sorumluluktur. Dolmabahçe Mutabakatından bahsederken İmralı tecridini görmemek mümkün değildir. Dolmabahçe Mutabakatının temel fikriyatını oluşturan, mimarı olan Sayın Öcalan üzerinde bugün mutlak bir tecrit vardır. Sayın Öcalan bu mutabakatı kurgularken çok ciddi bir yol haritası da sunuyordu. Bu yönüyle biz Dolmabahçe Mutabakatına geri dönülmesini, İmralı rejiminin lağvedilmesini, Öcalan’ın ve orada tutulan mahkumlarının aileleriyle ve avukatlarıyla ve tabii ki siyaset kurumuyla görüşmesinin tarihsel görev olduğunu hatırlatmak istiyorum.

“Birlikte değiştireceğiz ve şimdi kadın zamanı” şiarıyla 8 Mart’ı kutlayacağız

8 Mart haftasına da girdik. Kadın Meclisimiz ile birlikte temel bir şiar olarak “Birlikte değiştireceğiz ve şimdi kadın zamanı” sloganlarıyla Türkiye’nin dört bir yanında 8 Mart’ı karşılaşacağız. Büyük bir kadın ittifakı, dayanışması ve direnişiyle alanlarda kutlayacağız ve kadına yönelik şiddeti, ayrımcılığı, sistematik taciz ve tecavüzü, cezasızlık politikasını tekrar haykıracağız. Kadın özgürlüğüne giden yola ciddi bir hazırlığı ve mücadele ortaklığını hayata geçireceğiz. TBMM’deki tek Kadın Grubu HDP grubudur. Yarın Kadın Grubumuzla 8 Mart kadın gündemli Kadın Grup Toplantımızı da yapıyor olacağız. Orada ayrıntılarıyla birlikte Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan partimizin görüşlerini kamuoyuyla paylaşacaktır. Ben şimdiden 8 Mart’ı kutluyorum. Tüm ezilen, ötekileştirilen, ayrımcılığa uğrayan kadınlara kutlu olsun. 8 Mart’ta alanlarda olacağız, “Şimdi Kadın Zamanı” diye hep birlikte haykıracağız.

Halklar kaybedecek, silah lobileri kazanacak

Sadece Türkiye’nin değil dünyanın da temel gündemi Rusya’nın Ukrayna’yı işgal operasyonu ve savaş. Bir dünya savaşı yürüyor. 28 Şubat, yani bugün itibariyle 5’inci gününde bu işgal operasyonu. Biz HDP olarak tutumumuzu ilk günden açıkladık. Bu işgal operasyonunun son bulması ve siyasal çözüm için müzakerelere başlanması görüşümüzü tekrarlıyorum. Ukrayna iki blok arasında rekabet ve hegemonya savaşına meydan olmuş, insani ve siyasi krizi derinleştiren bir tablonun ameliyat masası haline gelmiştir.

Ukrayna halkları tüm savaşlarda olduğu gibi en büyük zararı çeken halk konumunda. Maalesef askeri gerilimde kaybedecek en büyük güç tabii ki halklar olacak. Büyük silahlanma bütçeleri nedeniyle daha fazla sömürülecek ve silah lobileri ise zenginleşecektir. Bunun Ukrayna halklarına da dünyaya da olumlu bir yansıması olmayacak. Silah sanayisi kazanacak. Biz HDP olarak bu krizi ve savaşı yakından takip ediyoruz. Şehirlerde çatışmalar yoğunlaşmış durumda. Maalesef insani kriz de derinleşiyor. Şu aşamada Ukrayna ve Rusya hükümletlerini insani yardım ve tahliye koridorları konusunda hassasiyete ve sorumluluklarını yerine getirmeye davet etmeyi görev biliyoruz.

Türkiye’de stokta S-400 var ama buğday ve temel gıda da var mı?

Silah sanayisinin kazanacağını söylemiştik. Türkiye’de de farklı bir durum yok. Şu anda Türkiye’de S-400 stoku var bildiğiniz gibi ama TMO’da depolarda buğday ve temel gıda stoku var mı sormak istiyorum. Dünya öyle bir aşamaya geldi ki silah sanayisi büyüyor, stoklar silahta yoğunlaşıyor ama insani krizi çözecek bir adım ürkek bir şekilde atılıyor ya da bekleniyor. Biz ne yaptık, Türkiye’de ne yaptık. Türkiye’nin bu savaşın geldiğini bilmemesi akla ziyan bir durum.

Öngörülmemesi ayrıca pragmatist ve ucuz yaklaşımın sonucu. İflasın eşiğine getirdi Türkiye’yi bu tutum. Türkiye’yi Rusya’ya bağımlı hale getiren tavizlerin ve anlaşmaların sonucu olarak Türkiye’nin dış politikada hareket kabiliyetinin ne kadar sınırlandığını görüyoruz. Erdoğan NATO’yu eleştiriyor ama Rusya’nın AK üyeliğinin askıya alınması konusunda garip bir şekilde çekimser bir oy kullandı. Bunu nasıl izah edecekler bilmiyorum ama izah etme gibi bir durumları söz konusu değil. İnandırıcı değildir.

Otoriter rejimler halkların başına bela olmuş durumda

Bu savaş da bize gösterdi tekçi otoriter rejimler halkların başına bela olmuş durumda. Putin örneğinde bunu çok iyi görüyoruz. Nükleer enerji konusunda Putin’in dünkü çağrısı ne kadar büyük bir tehdit ve tehlike olduğunu da aslında ortaya koymuştur. Türkiye ekonomik olarak ithalat ve ihracatta yüzde 50 kendisini başka bir ülkenin insafına bırakmıştır. Turizm, tarım ve enerjide yüzde 50 oranında Rusya’ya göbekten bağlı konumdadır Türkiye. Bu tabloyu yaratan iktidarın çoktan istifa etmesi gerekirdi ama kendisini istifa etmeye getiren o kadar gelişme var ki hiç birinden ders almadılar. Bizim görüşümüze göre Türkiye’nin dışa bağımlılığı en fazla yüzde 15 olacak bir bir dış ticaret anlayışına ihtiyaç vardır.

Ukrayna’dan tahliyeler VIP listelerine göre mi yapılıyor

Bugün bunu çok yakından hissediyoruz, tüm ihtiyacın iç pazardan karşılanması gerekiyor, üretim odaklı bir ekonomi esas alınmalı. Bugün olduğu gibi ne üretimde ne ekonomide ne öngörü ne tedbir ne de maharet var. Trajikomik bir durum ama savaşı Türkiye nasıl karşıladı? Erdoğan Afrika’da savaşı karşıladı, Dışişleri Bakanı Kazakistan’da karşıladı. Dünya alem savaşı konuşurken ülkede bile değillerdi. Bu konuda bilmiyoruz demeleri mümkün değil, bu büyük bir basiretsizlik örneğidir. Yine Türkiyeli öğrencileri zamanında tahliye etmek konusunda hiçbir şey yapmadılar. Ellerine yüzlerine bulaştırdılar.

Bizi de diğer bütün parti gruplarını da her gün onlarca öğrenci arayıp yaşam haklarının tehdit altında olduğunu, açlıkla baş başa olduklarını söylüyorlar. Tahliye edilenlerin de hangi kategoriye göre tahliye edildiğini merak ediyoruz. Acaba orada da bir VIP usulü mü uygulandı. AKP ve MHP’ye yakın olanlara öncelik mi veriliyor. Bu konuda kamuoyunda çok ciddi bir iddia var, tartışılıyor. Biz bunu Meclis’ten soruyoruz; bir yerlerden VIP listesi gönderilmedi mi? Ne kadar kişi tahliye edildi? Bunun yanıtını bir an önce istiyoruz. Kamuoyuna açıklamak gibi bir sorumlulukları var.

Rusya-Ukrayna savaşı olduğunu tespit etmek için 4 gün beklediler, şaka gibi resmen

Diğeri Montrö Boğazlar Sözleşmesi. Karadenizi askeri bir mücadele alanı olmaktan çıkaran tek sözleşme Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir. Bunun artık tartışılmaması gerekiyor. Kanal İstanbul meselesinde de Montrö’nün bypass edileceğine dair tartışmanın Ukrayna işgali ile ortaya çıkan gerçekler ve olası tehditler ile ne kadar tehlikeli olduğunu öğrendik. Kanal İstanbul artık bitmiştir. Bu iddianın hiçbir dayanağı kalmamıştır. “Montrö Boğazlar Sözleşmesi nasıl yorumlanabilir” diyen Dışişleri Bakanlığı ve Saray rejiminin hali tek kelime ile acınasıdır. Neden?

Türkiyenin Karadeniz’e kıyısı var, Rusya ve Ukrayna arasında savaş var, bunu tespit etmek için 4 gün beklediler. Şaka gibi resmen. Dün açıkladılar Montrö Boğazlar Sözleşmesi uygulanacak diye. Biz de Saray rejimini Montrö hükümlerine uymaya ve Karadeniz’in bir savaş  sahası olmasını önlemek üzere kesinlikle gerekli sorumlulukları ve görevlerini yerine getirmeye bir kez daha davet ediyoruz. AKP bekle gör politikasından vazgeçmelidir.

AB’nin bu iki yüzlü mülteci politikasını insanlık tarihi unutmayacak 

Diğer bir mesele Ukrayna işgali karşısında AB’nin mültecilere yaklaşımıdır. Hakikaten göz yaşartıcı, kucak açıyorlar davet ediyorlar mültecileri. Vicdani ve olumlu bir tutum gösteriyorlar ancak Suriyeli sığınmacılar için bunun gösterilmediğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Renk, dil, din, ırka göre mültecilere yaklaşım gösterilmesini kesinlikle iki yüzlü samimiyetsiz ve kabul edilemez buluyoruz. Aylan bebekten bugüne kadar kaç mültecinin öldüğünü AB ülkelerine hatırlatmak istiyoruz. AB’nin bu iki yüzlü politikasını insanlık tarihi unutmayacak. Saray rejimi ile mülteci pazarlığı yaptıklarını gayet iyi biliyoruz. Buna da artık son verilmesinin zamanı geldi.

Afrin işgalini övenler bugün savaş karşıtıyız diye ortalıkta cirit atıyor

Çok önemli bir konu var. Savaş karşıtlığı. Bugün Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve savaş açması karşısında bütün dünyada bir savaş karşıtlığı var. Türkiye’de de alanlara çıkan 10 binlerce insan var. Burada savaş karşıtlığının coğrafyaya, ülkeye ve kimliğe göre yapıldığını dikkatinize sunmak isterim. Afrin’e Türkiye girdiğinde, işgal ettiğinde ne oldu? Militarizmi övenler, savaşı kutsayanlar bugün savaş karşıtıyız diye ortalıkta cirit atıyorlar. Bu da garip bir şekilde ilkesel olmadığını, ülkeye göre, kimliklere göre olduğunu gösteriyor.

DTK Eş Başkanı iken Leyla Güven Afrin işgaline ilişkin açıklama yaptığı için vekilliği düşürüldü ve halen cezaevinde tutuluyor. Ukrayna işgali karşısında Moskova’daki savaş karşıtlarını Türkiye övüyor ama Türkiye’de savaş karşıtlarına vatan haini ve terörist diyor. Bu nasıl bir ikiyüzlülüktür, bunu tarif etmek mümkün değil. Bu nedenle savaş karşıtlığı konforlu bir alan değildir. Önemli olan herkesin kendi hükümetine karşı da savaş karşıtlığını yükseltmesidir. Bununla ilgili ağır bedeller ödeyen Barış Akademisyenlerini, seçilmişleri, gazetecileri STK’ların tutumlarını destekliyoruz ve selamlıyoruz.

Ukrayna-Rusya savaşında savaş karşıtı olanlar kendi yurttaşlarına Putin olmaktan geri durmuyor

Sahi bu soruyu soranlar da varmış, bu kadar savaş karşıtlığı övülürken yandaş medyada, Barış Akademisyenleri başka bir ülkede miydi? Onları terörist ilan edenler, vatan haini ilan edenler aynı gazeteler değil miydi? Yandaş medyaya bakıyoruz, müdahaleyi kınıyorlar. Savaş karşıtı hale gelmişler. Aynı şey yurttaşları olduğunda, Türkiye’de savaş karşıtı bir söylem olduğunda kendi vatandaşlarına karşı Putin olmaktan geri durmuyorlar. Fuat Oktay “Rusya işgali uluslararası hukuka aykırıdır” dedi. 2018 yılında Afrin işgali uygun muydu?.

Neye dayandırıyorsunuz bunu. Ukrayna olunca uluslararası hukuka aykırı ama Türkiye olunca uygun mu oluyor? Afrin’de zorla yerinden edilmeden tutalım, insanlığa karşı suçlar karşısında dünyada ve Türkiye’deki sessizliğe de dikkatinizi çekmek istiyoruz. Barış konusundaki savunuculuğumuz ülke farkı, kimlik ve coğrafya farkı gözetmeksizin devam edecektir. Barış talebimiz Karadeniz’de de Akdeniz’de de Ortadoğu’da da Türkiye içinde de sığınacağımız tek limandır. Ekmek ve su kadar temel bir ihtiyaçtır barış. Aldığımız hava kadar hayatidir. Dünyanın her yerinde halklar ittifakını kurmanın zamanıdır. Savaşı durduracak tek güç de budur.

TÜİK rakamlarla oynayarak sahtecilik yapıyor

Ekonomi gündemiyle devam edeceğim. TÜİK bugün verileri açıkladı. 2021’in 4’üncü çeyreğinde yüzde 9,1 büyümüşüz. 2021 yılında toplam büyüme yüzde 11, toplam Yurtiçi Gayri Safi Milli Hasıla 802 milyar dolar, kişi başına düşen milli gelir 9,539 dolar olarak hesaplanmış. Bu rakamlarda oynama işini artık basit bir şekilde nitelemek mümkün değil. Küçüğe büyük, büyüğe küçük diyor. Yaşadıklarımızı başka türlü anlatıyor bize TÜİK. Artık bu sahtekarlığa girmiş. Rakamlarla oynayarak, gerçek dışı rakamlarla açıklamalar yaparak TÜİK sahtecilik yapıyor. Lütfen gerçek rakamları açıklayın.

Kişi başına düşen milli gelir TL cinsinden 85 bin 672 TL. Şimdi Türkiye halklarının açlık ve yoksulluk sınırı altında ezildiğini hepimiz biliyoruz. Zenginlik ve büyüme palavraları atıyorlar. Artık palavra da değil bu sahtekarlık ve sahtecilik TCK’da da ağır bir suçtur. 85 milyona karşı işlenmiş bir suçtur. Büyüme var gerçekten, nerede? 22 milyonu aşmış icra dosyalarında büyüme var, ödenmeyen doğalgaz ve elektrik faturalarında büyüme var. Şirketler büyüyor, yani elektriği peşkeş çektikleri şirketler büyüyor. Halk yoksullaşıyor, esnaf kepenk kapatıyor, işçiler grevde direniyor. Bir büyüme yok. Asıl büyüyen Türkiye fotoğrafı budur. Müteahhit ekonomisi, Saray’ın örtülü ödeneğinde ciddi bir büyüme var.

Rekor zam gelen akaryakıtta vergiler kaldırılmalı

Dünyanın en pahalı, en masraflı yönetimi Türkiye’de. Tek adam yönetimi en masraflı ve pahalı yönetim. Bununla ne kadar övünseler azdır. Şu anda kişi başına düşen milli gelir konusunda yine sahtecilik yapıyorlar. Türkiye’de 50 milyondan fazla yoksul yaşıyor. Nerede büyüme? Halka sabrı salık verenlere bu sabrı iade ediyoruz. Tabii ki ekonomik kriz art arda uygulamalarla yaşamımızda karşımıza çıkıyor. İşte buhran koşullarına 3-5 SİHA satacağım diye Türkiye’yi teslim etti. İlk gün TL dolar karşısında Rus rublesine eşit oranda değer kaybetti: Rus Borsasında devre kesici uygulandı.

Cuma akşamı iki ülkede sadece benzin ve mazot kuyrukları vardı; Türkiye ve Ukrayna’da. Biri savaşı yaşayan Ukrayna diğeri Türkiye. Tek seferde rekor zam geldi, benzine 1,61 motorine 1,51 TL. Geçen bir kişi ile konuşuyordum bir gün tatilim var o gün de arabamı çıkaramıyorum, çünkü o benzini karşılayamıyorum. Bunun gibi milyonlarca insanın olduğunu biliyoruz. Ukrayna savaşının tüm ülkeyi sarmasından önce acil adımlar atılmalı. Akaryakıt üzerindeki vergi kaldırılmalı, ÖTV kaldırılmalı, asgari ücret 3 ayda bir belirlemelidir. Vergi adaletini sağlamak üzere servete duyarlı vergi getirilmeli, kurumlar vergisi artırılmalıdır. Son 10 yılda şirketlere getirilen vergi afları ve istisnaları geri alınmalıdır.

Temel yurttaşlık gelirini tartışalım

Biz son olarak Türkiye’de siyasal aktörlere, STK ve akademisyenlere  açık çağrı yapıyoruz; artık temel yurttaşlık gelirini tartışalım, bu konuda bir düzenlemeye gidelim. Diğer yandan emek ve işçi direnişleri Türkiye’nin dört bir yanında devam ediyor, direnen bütün emekçilere burdadan binlerce selam gönderiyorum. Her zaman olduğu gibi onların yanındayız. Emekçilerin, işçilerin direnişi HDP’nin kuruluş koşullarını oluşturuyor. HDP onlarındır, onlar kurmuştur, onların omuzlarında büyümüştür, onlarla birlikte mücadeleye devam edeceğiz. ”

HDP olarak 3’üncü yolu örmeye ve demokrasi ittifakını kurmaya kararlıyız

SORU: 6 muhalefet partisi bir araya geliyor. Bir de davetiye listesi var, siz davet edildiniz mi?

Bize herhangi bir resmi davet gelmedi. Biz HDP olarak bunu kamuoyu ile paylaşmakta hiçbir sakınca görmüyoruz. Biz bir STK değiliz, Türkiye’nin 3’üncü büyük partiyiz. Bizim bakışımızı anlatayım. 6 muhalefet partisi toplanıyor, biz de kendi yolumuzda ilerliyoruz. Önceki gün biz de büyük bir toplantı yaptık ve kamuoyuna toplantıda vardığımız sonuçları da açıkladık. Bir koordinasyon kurduk, eşgüdümün sağlanması için. HDP olarak 3’üncü yolu örmeye ve demokrasi irtifakını kurmaya kararlıyız. Türkiye halkları ve yurttaşları için ciddi bir seçenek olduğumuzu biliyoruz. Demokrasi güçleri ile mücadele ortaklığıyla ve seçim sürecinde de ittifakla büyüyeceğimize inanıyoruz. Biz kendi yolumuzda yürüyoruz. Hakikaten gittiğimiz her yerde HDP’ye olan ilginin, desteğin, dayanışmanın artmasını görmekten büyük bir mutluluk duyuyoruz.

Şu anda AKP ve MHP ittifakının yürüttüğü politika tamamen tutarsızdır

SORU: CHP, Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşa dair genel bir bilgilendirme talep etti, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Aslında bu çağrıyı yanlış anımsamıyorsam ilk biz yaptık. Savaşın patlak verdiği gün “Dışişleri Bakanı parlamentoya gelmeli, parlamentoyu bilgilendirmelidir ve bu Ukrayna ve Rusya savaşı Sarayın insafına bırakılmayacak kadar hayatidir” dedik ve o günden beri bize herhangi bir yanıt verilmedi. Bu çağrımızı defaatle dile getirdik. Parlamento gözardı edilerek Türkiye halklarına büyük bir haksızlık yapılıyor. Saray rejimi Dışişleri Bakanı Afrika ve Kazakistan’dan döndü ama bu yönetimin nasıl ikircikli, nasıl bekle gör politikası yürüttüğünü hepimiz öğreniyoruz. Çağrımız geçerlidir. Türkiye bu savaştan en fazla etkilenecek ülkelerin başında geliyor.

Türkiye halklarını temsil eden, yüzde 90 oranında temsil eden, yegane kurum parlamentodur. Parlamentoda bütün grupların bu meseleyi tartışması ve ortaklaşması hayati önemdedir. Şu anda AKP ve MHP ittifakının yürüttüğü politika tamamen tutarsızdır. Hiçbir şekilde ciddiye alınacak bir boyutu yoktur. NATO niye tedbir almıyor diyor, gidiyor Avrupa Konseyi’nde çekimser oy kullanıyor. Dört gün sonra Montrö’yü uygulayacağız diyor. Nerden baksan tutarsızlık nerden baksan ahmakça diyor ya sevgili Ahmet Kaya galiba. Nereden tutacağımızı bilmiyoruz ama çağrımızı yineliyoruz. Dışişleri Bakanı ve yetkililer parlamentoya gelip bilgilendirme yapmalıdır.

Paylaşın