Dikkat Çeken Araştırma: Geri Dönüşüm İşe Yaramıyor

İngiltere’de Mayıs ayında çevre örgütlerinin öncülüğünde yapılan “Büyük Plastik Sayımı”ndan çarpıcı sonuçlar çıktı. 100 bin hanenin plastik atıklarının sayıldığı araştırmada ülke genelinde her yıl ortalama 100 milyar parça plastiğin çöpe atıldığı belirlendi.

Araştırmaya katılan hanelerden haftada 66 parça plastik atık çıktı. Araştırmaya öncülük eden çevre kuruluşları Greenpeace ve Everyday Plastic, geri dönüşümün kendi başına bir çözüm olmadığına dikkat çekti. Greenpeace’in plastik aktivisti Chris Thorne, “Bu dudak uçuklatacak miktarda bir atık” dedi.

Thorne, “Bunu geri dönüşümle halledebileceğimiz söylemi sektörün göz boyamasından başka bir şey değil. Her yıl 100 milyar parça plastik atık üretiyoruz. Ve geri dönüşüm devede kulak” diye konuştu.

Plastik atıkların yüzde 45’i ihraç ediliyor

Araştırmaya katılanlardan bir hafta süreyle çöpe attıkları plastik kapların sayısı ve türünü kaydetmeleri istendi. Bunlardan yüzde 83’ünün yiyecek-içecek paketi olduğu belirlendi. En yaygın atıklar sebze ve meyve paketleri.

İngiltere’de resmi istatistikler, plastik atıkların yüzde 45’inin ülke dışına gönderildiğine işaret ediyor. 2021 verilerine göre ülkede haneler yılda 2,5 milyon ton plastik atık üretiyor. Bunun yüzde 44,2’si geri dönüştürülmek üzere ayrıştırılıyor.

Bu atıkların yüzde 55’i İngiltere’de geri dönüştürülüyor. Kalanı ise ihraç ediliyor. En çok plastik Türkiye’ye gönderiliyor. Araştırmanın sonuçlarıyla ilgili rapora göre tüm plastik türlerini ayrıştırmak ve geri dönüştürmek aynı derece kolay değil.

Plastik şişelerin yüzde 61’i, plastik saklama kaplarının yüzde 36’sı ve plastik filmlerin sadece yüzde 8’i geri dönüştürülüyor. Plastik Sayımı’nda çöpe atılan plastiklerin çoğunun geri dönüştürmesi daha zor olan yumuşak plastikler olduğu görüldü.

Recoup adlı kuruluşun verileri referans alınarak yapılan hesaplamaya göre aslında ülkedeki plastik atıkların sadece yüzde 12’si İngiltere’de geri dönüştürülüyor.

Everyday Plastic’in kurucusu Daniel Webb, BBC’ye açıklamasında, “Geri dönüşüm işe yaramıyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Eğer gerçekten geri dönüştürdüğümüzü düşünüyorsak böyle devam edelim. Ancak ürettiğimiz miktarı azaltırsak attığımız plastiği azaltırız” dedi.

İngiltere Başbakanı Boris Johnson da Ekim 2021’de bir okulu ziyaretinde çocuklara, “Geri dönüşüm işe yaramıyor. Çözüm bu değil” ifadelerini kullanmıştı.

(Kaynak: BBC Türkçe)

Paylaşın

‘Devasa’ Ozon Deliği Keşfedildi

Dünya atmosferinin tropik bölge üzerindeki kısmının neredeyse tamamında, var olması beklenmeyen “devasa” bir ozon deliği tespit edildi. Gezegenin ozon tabakasında yıl boyunca var olan bir boşluğa yola açan delik, her yıl ilkbaharda açılan daha meşhur Antarktika ozon deliğinden 7 kat daha büyük.

Kanada’nın Ontario eyaletindeki Waterloo Üniversitesi’nden bilim insanı Profesör Çing-Bin Lu, araştırmasına göre deliğin 30 yıldan uzun süredir mevcut olduğunu ve dünya nüfusunun yarısının etkilenebileceği kadar büyük bir alanı kapladığını söyledi.

Profesör Lu, The Independent’a şunları söyledi: Sadece ilkbaharda görünen Antarktika ozon deliğinin aksine, tropikal ozon deliği 1980’lerden bu yana tüm mevsimlerde ortaya çıkıyor ve kabaca 7 kat daha büyük bir alan kaplıyor.

[Delik] yer seviyesindeki UV radyasyonunda artışlara, buna bağlı cilt kanseriyle katarakt risklerine, tropikal bölgelerde sağlık ve ekosistemler üzerindeki diğer olumsuz etkilere neden olabileceğinden küresel endişeye yol açabilir.

Profesör Lu, “ekvator bölgelerindeki ozon tükenme seviyelerinin orada bulunan büyük popülasyonları çoktan tehlikeye attığını ve bölgelere ulaşan UV radyasyonunun beklenenden çok daha fazla olduğunu gösteren ön raporların” mevcut olduğunu belirtti.

Lu, ozonun tükendiği muazzam alanın keşfinden bahsederken şunları söyledi: Bu büyük tropikal ozon deliğinin daha önce keşfedilmemiş olması kulağa inanılmaz geliyor. Ancak bu keşfin önünde işin doğasından kaynaklanan bazı zorluklar var

Birincisi, ana akım fotokimyasal teoriye göre tropikal bir ozon deliğinin var olması beklenmiyordu. İkincisi, mevsimsel olan ve esasen ilkbaharda ortaya çıkan Antarktik/Arktik ozon deliklerinin aksine, tropikal ozon deliği temelde mevsimler boyunca değişmiyor ve bu nedenle de orijinal gözlem verilerinde görünmüyor.

Araştırma, Antarktika’daki ozon deliğinde olduğu gibi, tropikal ozon deliğinin merkezindeki normal ozon değerinin yaklaşık yüzde 80 oranında tükendiğini ortaya koydu.

Yeni araştırma, ozonun nasıl tükendiğine ilişkin yaygın teorilerdeki farklılıklara da vurgu yapıyor. Geçmişte, kloroflorokarbonların (CFC) varlığı, ozonun tükenmesinin en büyük nedeni olarak kabul ediliyordu. CFC’leri yasaklayan 1987 Montreal Protokolü, kullanımda büyük azalma sağlamıştı.

Ancak küresel yasağa rağmen, en büyük, en derin ve en kalıcı ozon delikleri (Antarktika üzerindeki) 2000’lerin sonunda ve 2020-2021’de halen gözlemleniyordu. Profesör Lu, “Bu, tüm fotokimya-iklim modellerinde beklenmedik bir şeydi” dedi.

Uzaydan gelen kozmik ışınların atmosferdeki ozon miktarını azalttığı, kozmik ışına dayalı elektron reaksiyonu (CRE) olarak bilinen, ozon tükenmesine dair bir başka teori 20 yıl önce ilk kez Profesör Lu ve meslektaşlarınca ileri sürülmüştü.

Profesör Lu, gözlemlenen sonuçlar, hem Antarktika hem de tropikal ozon deliklerinin aynı fiziksel mekanizmadan kaynaklanması gerektiğine ve CRE mekanizmasının gözlemlenen verilerle mükemmel bir uyum sergilediğine güçlü biçimde işaret ediyor.

Şüphesiz ozonu tüketen başlıca gazlar CFC’ler fakat kozmik ışınlar hem kutupsal hem de tropikal ozon deliklerine yol açmada önemli bir tetikleyici rol oynuyor.

Araştırma, AIP Advances adlı bilimsel dergide yayımlandı.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Dünya Nüfusunun Dörtte Biri Sel Felaketi Tehlikesi Yaşıyor

Yeni bir araştırma, dünya nüfusunun dörtte birinin ciddi sel felaketi riskiyle karşı karşıya olduğunu ortaya koydu. Çin ile Hindistan en fazla selden etkilenen bölgeler arasında gösterildi.

Nature Communications (doğa iletişimi) dergisinde yayımlanan araştırmada, özellikle gelir düzeyi düşük ülkelerin sel felaketlerinden daha fazla etkilenmesinin beklendiği uyarasında bulunuldu.

Şiddetli yağış ve fırtınaların yol açtığı su baskınlarının her yıl milyonlarca insanı etkilediği, evlere ve altyapıyı tahrip edip, ekonomilere milyarlarca dolarlık zarar verdiği kaydedilen raporda, iklim değişikliğinin daha fazla aşırı yağışla ve deniz seviyesinin yükselmesine neden olduğu için risklerin de yükseldiği ve buna hedef olacak insan sayısını da arttırdığı uyarısında bulunuldu.

Aşırı yağışla birlikte sel felaketleriyle ilgili bilgilerin toplandığı araştırmada, Dünya Bankası verilerine de atıfta bulunuldu.

Fakir ülkeler daha fazla etkileniyor

Raporda, dünya nüfusunun yüzde 23’ünü teşkil eden yaklaşık 1,81 milyar insanın, yüzyılda bir doğrudan 15 santimetreden fazla su seviyesiyle sellere hedef olduğu vurgulandı.

2020 yılı verilerine atıfta bulunulan raporda, küresel gayri safi yurtiçi hasılanın yaklaşık yüzde 12’sine tekabül eden yaklaşık 9,8 trilyon dolarlık ekonomik faaliyetin şiddetli sele maruz kalan bölgelerde gerçekleştiği tespitinde bulunuldu.

Fakir ve orta gelirli ülkelerin sel felaketlerinden daha fazla etkilendiği kaydedilen raporda, genelde su baskınlarına maruz kalan insanların yaklaşık yüzde 90’ının düşük veya orta gelirli ülkelerde yaşadığı aktarıldı.

Raporda, bölge olarak Asya’nın güney ve doğusundaki ülkelerle Çin ile Hindistan en fazla selden etkilenen bölgeler arasında gösterildi.

Paylaşın

Küresel Isıtma, Biyolojik Çeşitliliği Geri Dönülmez Şekilde Etkiliyor

Cape Town Üniversitesi (UCT) ve University College London (UCL) araştırmacıları, yaklaşık 30 bin deniz ve kara türü üzerinde, limit aşımının etkilerini inceledi. Araştırmaya göre gezegenin sıcaklık artışının sınırlandırılması hedefinde gerekli olan seviyenin gerisinde kalındığı için, küresel ısıtma limitinin kısa sürede “aşılacağı” söyleniyor.

Bu kapsamda, 2100 yılındaki tehlikeli sıcaklık artışına kadar karbon uzaklaştırma teknolojilerinin hayata geçirilmesi öngörülüyor.

Mercan resifleri

“Philosophical Transactions of the Royal Society B: Biological Sciences” isimli bilim dergisinde yayımlanan araştırmaya göre biyolojik çeşitlilik kaybı özellikle ormanlarda ve mercan resiflerinde toplu ölümler şeklinde gerçekleşiyor.

Araştırma, limit aşımı durumunda türlerin dağılımı ve üreme davranışlarının yanı sıra birçok parametrede ne gibi değişiklikler olabileceğini gösteriyor.

Araştırmanın bulguları özetle şöyle:

  • 2°C sıcaklık artışı limitinin aşıldığı süre boyunca, biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkiler birdenbire ortaya çıkabilecek ve çok zor bir şekilde geri dönüşü olabilecek. Biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkilerin iyileştirilmesi, sıcaklığın aşılmasından daha uzun sürecek.
  • İncelenen alanların en az dörtte birinde, limit aşımı öncesindeki ‘normal’ koşullara geri dönüş şansı oldukça belirsiz ya da hiç yok.
  • Bilim insanları, karbondioksit uzaklaştırma teknolojilerinin, biyolojik çeşitlilik üzerindeki etkileri giderebilecek sihirli bir değnek olmadığı konusunda uyarıyorlar. Sıcaklık seviyeleri kontrol altına alınsa bile, bazı türlerin geri gelemeyeceği konusunda uyarıyorlar.

Limit aşımının etkisi

Araştırmacılar, daha fazla ısıtma nedeniyle çoğu bazı türlerin birden bire güvenli olmayan sıcaklıklara maruz kalacağını söylüyorlar. Araştırmaya göre bu türlerin termal sınırları içerisinde konforlu koşullara dönüşleri de kademeli olarak gerçekleşebilecek.

Biyolojik çeşitlilik açısından risk barındıran limit aşımı etkisinin, sıcaklıkların 2°C’nin üzerinde seyredeceği ve yaklaşık 60 yıl sürecek aşıma kıyasla yaklaşık iki kat daha uzun süreceği tahmin ediliyor.

Tropik bölgeler

Risklerden en fazla etkilenecek yerler arasında ise tropik bölgeler yer alıyor: Hint-Pasifik, Orta Hint Okyanusu, Sahra Altı Afrika’nın kuzeyi ve Kuzey Avustralya. Dünyanın tür çeşitliliği açısından en zengin bölgeleri arasında yer alan Amazonlar’da da, türlerin yarısından fazlasının tehlikeli iklim koşullarına maruz kalabileceği öngörülüyor.

Araştırma kapsamında incelenen, Amazonların da aralarında bulunduğu toplam alanın yaklaşık yüzde 19’u için, limit aşımının etkilerine maruz kalan türlerin, aşım öncesi durumlarına geri dönüp dönemeyeceği belirsizliğini koruyor.

Bu alanlardan yüzde 8’inin ise limit aşımı öncesi seviyelerine hiçbir zaman ulaşamayacağı tahmin ediliyor.

Limit aşımı nedir?

Küresel Ayak izi Ağı’na (Global Footprint Network) göre “Dünya Limit Aşımı Günü”, insanlığın doğa üzerindeki yıllık talebinin, dünyanın bir yılda sağlayabileceği kapasiteyi aştığı gün olarak tanımlanıyor. 1997 yılında eylül ayına denk gelen limit aşımı günü, bu yıl şimdiye kadarki en erken tarihini gördü: 28 Temmuz.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Çarpıcı Uyarı: Sıcak Hava Dalgaları Ölümcül Hale Gelecek

Küresel ısınmanın olumsuz sonuçlarına dair uyarılar devam ediyor. Son olarak, Uluslararası Kızılhaç ve Kızılay Dernekleri Federasyonu (IFRC) ile C40 Kentleri, dünya genelinde sıcak hava dalgalarının daha sık ve ölümcül hale geleceğine dair uyarıda bulundu.

IFRC ve C40 Kentleri’nin birlikte yaptığı yazılı açıklamada, dünyadaki sıcak hava dalgalarının gidişatına dair değerlendirmelere yer verildi.

Açıklamaya göre 2015’ten 2021’e kadar geçen yedi yıla bakıldığında 2021 en sıcak yıl oldu. 2022 ise küresel ısıtmaya dair şimdiden cezalandırıcı bir yıl.

“Felaketin habercisi”

Hindistan, Pakistan, Doğu Asya, Güney Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri’nde canlı yaşamını tehlikeye atan sıcaklıkların yaşandığına dikkat çekilen açıklamada dünyanın daha da ısınacağı belirtildi.

Yükselen sıcaklıkların pek çok hastalığı da beraberinde getirdiği ve binlerce insanın hayatını tehlikeye attığı ifade edilen açıklamada, “Kent sakinleri, kırsal bölgelerde yaşayanlara göre sıcak hava dalgalarından daha çok etkileniyor,” denildi.

5 milyar insan etkilenecek

Açıklamada, sıcak hava dalgalarının artık özellikle kentlerde daha sık, uzun, tehlikeli ve ölümcül olacağı uyarısı yapılarak şu ifadelere yer verildi: “Çünkü kentsel alanlar çevredeki kırsal alanlara göre daha sıcak ve iklim krizi nedeniyle daha fazla ısınıyor. En fazla risk altında olanlar zaten savunmasız durumda olan yaşlılar, izole edilmişler, bebekler, gebe kadınlar, kronik rahatsızlıkları olanlar ve genellikle açık havada çalışan, kliması veya yeterli havalandırması olmayan binalarda yaşayan ve çalışan kent yoksulları.”

IFRC Başkanı Francesco Rocca, Federasyonun Cenevre merkezinde düzenlenen basın toplantısında 5 milyar insanın sıcak hava dalgasının olumsuz etkilerine maruz kalma riski olduğunu belirterek konuşmasına şöyle devam etti: “Sıcak hava dalgaları iklim krizinin yarattığı gizli katillerdir.”

Ölümler önlenebilir

Rocca, sıcak hava dalgalarının büyük çoğunluğunun haftalar öncesinden tahmin edilebilecek yöntemlerin geliştirildiğini vurgulayarak aşırı sıcaklardan kaynaklanan ölümleri önlemek için alınabilecek basit ve düşük maliyetli önlemler olduğunu söyledi.

C40 Şehirleri Direktörü Mark Watts “Sıcak havanın hakim olduğu kentlerin uzun süreli bunaltıcı sıcağa ve soğuk havanın hakim olduğu kentlerin de alışık olmadıkları aşırı sıcaklık seviyelerine hazırlanmaları gerekiyor,” dedi.

Watts sözlerine şöyle devam etti: “Ağımızdaki belediye başkanları, Miami’den Mumbai’ye ve Atina’dan Abidjan’a yeşil alanları artırıyor, soğuk tavan uygulamalarını genişletiyor ve artan sıcaklıklara karşı direnci artırmak için sıcaklık eylemlerine dair iş birliği yapıyor. Ancak iklim krizi kötüleştikçe riskleri azaltmak için çok daha fazla çalışmak gerekiyor.”

Tedbirler

IFRC, 14 Haziran’da ise sıcaklığın yükselme tehlikesi bulunan 50 büyük kentte farkındalık yaratılması için Küresel Sıcaklığa Karşı Tedbir Günü kampanyası başlattı.

Bu kapsamda IFRC, sıcak hava dalgasının tehlikelerini azaltmak üzere C40 Kentleri’nin yetkilileriyle iş birliği içinde çalışacak.

(Kaynak: Bianet)

Paylaşın

Hava Kirliliği Ömrü İki Yıldan Fazla Kısaltıyor

Yayınlanan yeni bir araştırma, kronik hava kirliliğinin küresel ortalama ömür süresini kişi başına iki yıldan uzun süre kısalttığını ortaya koydu. Araştırma, hava kirliliğinin insan ömrü üzerindeki olumsuz etkisinin sigara kullanımıyla eşdeğer olduğunu, HIV/AIDS ya da terörizmden de daha kötü olduğunu kaydediyor.

Chicago Üniversitesi bünyesindeki Enerji Politikası Enstitüsü’nün son yayınladığı Hava Kalitesi Hayat Endeksi, küresel nüfusun yüzde 97’den fazlasının havadaki kirliliğin kabul edilebilir olarak değerlendirilen seviyenin üzerindeki bölgelerde yaşadığını bildiriyor. Hava Kalitesi Hayat Endeksi’nin belirlenmesinde PM2.5 olarak adlandırılan, havada serbest olarak dolaşan ve akciğerlere zarar veren tehlikeli parçacıkların seviyesinin ölçümü için uydu verileri kullanıldı.

Raporda, küresel PM2.5 seviyesinin Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) tavsiyesi doğrultusunda metreküp başına 5 mikrogram azaltılması durumunda ortalama ömür süresinin 2,2 yıl artacağı kaydedildi.

Rapor, hava kirliliğinin bir kamu sağlığı meselesi olarak ihmal edildiği, meseleye çözüm bulmak için gereken mali fonların hala yetersiz olduğu uyarısında bulundu.

Enerji Politikası Enstitüsü’nün Hava Kalitesi Hayat Endeksi Direktörü Chrisra Hasenkopf, “Hava kirliliğinin etkilerini artık daha iyi anlayabildiğimiz için hükümetlerin bu meseleyi acilen çözülmesi gereken bir öncelik haline getirmesi amacıyla elimiz daha güçleniyor” dedi.

Güney Asya’da yaşayanlar, araştırmaya göre hava kirliliği nedeniyle tahminen ömürlerinden beş yıl kaybediyor. Hindistan, 2013 yılından bu yana dünyada hava kirliliği artışının yüzde 44’ünden sorumlu.

Çin halkıysa WHO standartlarına erişilmesi durumunda rapora göre ortalama 2,6 yıl daha uzun yaşayabilir. Ancak Çin’in PM2.5 miktarını yüzde 40 oranında azaltmak amacıyla hava kirliliğine karşı “savaş açması” üzerine Çinliler, 2013 yılından bu yana yaklaşık 2 yıl daha uzun yaşıyor.

Endeksin hesaplamaları, metreküp başına ilave 10 mikrogram daha fazla PM2.5’e uzun süreli maruz kalmanın ömür süresini yaklaşık 1 yıl kısalttığını ortaya koyan bir önceki araştırmanın sonuçlarını temel alıyor. Bu yılın başında yayınlanan hava kirliliği anketine göre 2021 yılında hiçbir ülke, WHO’nun metreküp başına 5 mikrogramlık standardını tutturmayı başaramadı.

Paylaşın

Türkiye’de İklim Felaketleri Neden Artıyor?

Ankara’da son günlerde yaşanan sel, fırtına ve hortum başkentte hayatı felç ederken dikkatleri yeniden artan iklim felaketlerinin nedenlerine çevirdi.  Türkiye iklim değişikliğinin şiddetli etkilerini ilk kez hissetmiyor. Artan kuraklık, aşırı sıcaklıklar, orman yangınları, seller, dolular…

2021’de Batı Karadeniz, İzmir ve İstanbul da sel felaketlerine sahne olmuş; yine geçen yaz Türkiye’nin güneyinde 124 bin hektarlık orman alanı yangınlar sebebiyle kaybedilmişti. Bu alan yaklaşık 174 bin futbol sahasına denk geliyordu.

Peki Türkiye’de iklim felaketlerinin sıklığının artmasının altında hangi nedenler yatıyor?

Küresel iklim değişikliğinin özellikle Akdeniz havzasında etkilerinden bir tanesi; hava sıcaklıkları artarken hidrolojik döngülerin kuvvetlenmesi ve geçmişe göre sağanak yağışların daha sık görülmesi.

DW Türkçe’den Pelin Ülker’e konuşan Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Murat Türkeş’e göre Türkiye de bundan payını alıyor. Ancak bu etkiyi şiddetlendiren bir yapılaşma da söz konusu.

“Yağmur sularının süzülebileceği ortam kalmadı”

Prof. Dr. Murat Türkeş, kentlerin genişlemesi ve betonlaşmanın artmasının iklim değişikliğini hızlandırdığını, Türkiye’de artık yağmur sularının süzülebileceği bir ortam kalmadığını vurguluyor.

Türkeş, “Kentler sadece betonlaşmayı ve büyümeyi dikkate aldı. Şu anda rekor yağış düşmese dahi, bir metrekarede 30 kilogramlık bir yağış bile Ankara’da, İstanbul’da, İzmir’de yağışa bağlı kentsel sellerin ve su baskınlarının oluşmasına yol açıyor” diyor.

Bu yıl düzenlenen Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) sonuçlarına göre iklim değişikliğinden etkilenmeyen tek bir ülke kalmadı. Sıcaklıklar yükselirken yağış buharlaşma rejimi ve orman yangın rejimi değişiyor. Kuraklık sıklık ve uzunlukları artarken ekosistem bozulup biyoçeşitlilik azalıyor. Yer altı su seviyeleri giderek daha derine iniyor.

Yazların kurak geçtiği ve yağışların değişken olduğu Akdeniz iklim bölgesindeki ülkelerde bu etkilerin daha fazla hissedildiğini vurgulayan Türkeş, Türkiye’nin de bu ülkelerden biri olduğuna dikkat çekiyor.

Sıcak hava dalgaları

Türkiye’de sıcaklık rejiminin hızla değiştiğini ve rekor sıcaklıkların arttığını belirten Prof. Türkeş, “Sıcak hava dalgalarının hem gece hem gündüz sıcaklıkları açısından sıklığı, süresi, şiddeti, büyüklüğü çok ciddi derecede artıyor. Kar yağışları azalıyor. Yağsa bile karın yerde kalma süresi azalıyor. Yağış rejiminin değişmesiyle birlikte buharlaşma artıyor, toprak nemi hızla azalıyor” diye konuşuyor.

Türkiye’de buzulların da eridiğine, şu an var olan buzulların neredeyse son 25-30 yılı kaldığına dikkat çeken Türkeş, kuzey yamaçlarda kalan ve 1-1,5 kilometre uzunluğunda olan dağ buzullarında her yıl 5 ila 30 metrelik geri çekilme olduğunu ifade ediyor.

Türkiye orman yangınlarında da Akdeniz’in en riskli ülkeleri arasında kabul ediliyor. Ağaçların ya da çalıların yapılarında yeterli su olmaması, o bölgenin yeterince yağış almaması ve toprağın nemi tutmaması ormanların kuru olmasına yol açıyor. Bu durum yangınların yayılmasında etkili oluyor.

“Otuz yıldır ciddiye alınmadı”

Yaz mevsimi giderek kuraklaşırken, çok kurak dönemler üst üste geldiğinde oluşan fönlü hava tipi de orman yangınlarını artırıyor. 2021’deki orman yangınları bunlardan biri.

2019’dan taşınan sıcak hava dalgalarının 2021’de yaşanan kuraklıkla birleşmesi sonucu Manavgat’tan İzmir’in kuzeyine kadar çok geniş bir alanda yüzlerce yangın çıktığını hatırlatan Türkeş’e göre bütün bunlar, Türkiye’nin iklim değişikliğinden etkilendiğinin göstergesi. Türkeş, son 30 yılda iklim değişikliği sorununun ciddiye alınmamasının ise iklim değişikliğini hızlandırdığını ifade ediyor.

Türkiye’de pek çok hava olayının artık çok kısa sürede oluşabildiğini aktaran Türkeş, son 30 yılda yer altı sularının hızla çekilmesi nedeniyle yüzlerce obruk oluştuğunu belirtiyor.

Normal koşullarda etkili bir yağış için yağışların bir kısmı bitkiler üzerinden buharlaşırken bir kısmının toprak tarafından emilmesi, yer altı ve yer üstü sularına karışması gerekiyor. Toprakta kalan kısım ise oradaki yaşam birliklerini ve ekosistemi destekleyecek su haline geliyor.

“Artık dereler yok, sadece binalar var”

“Bugün artık bu dereler yok, sadece binalar var, bina çatıları var, asfalt yollar var, beton yollar var” diyen Türkeş, genişleyen kentlerin doğal coğrafyayı, doğal akarsu ağını yok ettiğini anlatıyor.

Prof. Türkeş, “Bütün bu beton binalar, asfalt ve çatılar, kilometrelerce karelik bu çatılar hem kentsel ısı adası üretiyor, yani iklim değişikliğini kuvvetlendiriyor hem de suyun hızla çatılardan caddelere ulaşmasına, borular aracılığıyla sele dönüşmesine ve alçak bölgelerde doğal akarsu akışı da olmadığı için su baskınlarına yol açıyor” diye konuşuyor.

TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Başkanı Ahmet Kahraman’a göre de iklim krizinin şiddetlenmesinin altında çevre politikalarında doğayı, bilimi ve toplum yararını esas almayan yaklaşım yatıyor.

‘Siyasi iradenin rüyasına göre plan olmaz’

Kahraman, “Hidroloji denen bir bilim vardır. Bu hidroloji de yağış ve akışları inceler. Matematik, istatistik gibi bilimsel yöntemleri vardır, bunları kullanır. Ama siz bunların yerine karar vericilerin, siyasi iradenin hedeflerine, rüyalarına göre plan yaparsanız bunları yaşamaktan kaçınamazsınız” ifadelerini kullanıyor.

Sermayeyi destekleyen kâr ve rant odaklı politikaların iklim felaketlerinin esas nedeni olduğunu söyleyen Kahraman, “Sel felaketleri, hatta hava kirlilikleri, hatta müsilaj dahil karşılaştığımız bütün bu olgular, aslında bu temel sorunun birer sonuçlarıdır” diyor.

Çözüm ne olmalı?

Ahmet Kahraman, iklim değişikliğinin etkilerini azaltmak için toplum yararı, halk sağlığı, doğal kaynaklar ve çevrenin korunmasına yönelik politikaların hayata geçirilmesi gerektiğini ifade ediyor. Yeni iklim koşullarının yarattığı risklere uygun kentsel altyapı oluşturulmasının önemine dikkat çeken Kahraman, aksi halde Ankara’daki sel felaketinin son olmayacağını, daha onlarcasının yaşanacağını ifade ediyor.

Prof. Murat Türkeş’e göre de felaketlerin önüne geçmek için akıllı yeşil kent sistemini hayata geçirerek, betonu azaltıp toprak ve yeşil alanları artıracak, akarsu kanallarını yeniden canlandıracak adımlar atılmalı. Türkeş, altyapı sistemleri hazırlanırken kesinlikle doğa bilimciler, fiziki coğrafyacılar, klimatologlarla birlikte çalışılması gerektiğine vurgu yapıyor.

Paylaşın

Küresel Isınmaya ‘Kedi Kumu’ Çözümü

ABD’nin prestijli üniversitesi MIT’den (Massachusetts Teknoloji Enstitüsü) araştırmacılar, kedi kumunu kullanarak hazırladıkları bir karışımla metanı karbondioksite dönüştürdü.

Araştırmacılar, kedi kumunda kullanılan zeolit kili bir bakır solüsyonuna ekleyerek, havadaki metanı emip karbondioksite dönüştüren bir bileşim oluşturdu.

Kristal yapıda hidrasyona uğramış alüminyum silikatlar olan zeolitler kedi kumu dışında inşaat malzemeleri, güneş enerjisi depolanması ve akvaryum malzemeleri gibi farklı alanlarda kullanılıyor.

Çevre kirliliğine yol açan metanın büyük bir kısmı kesme ve yakma yöntemlerinin kullanıldığı tarım çalışmaları, mandıracılık, kömür madenciliği ve küresel ısınma nedeniyle eriyen donmuş topraktan geliyor.

Araştırmada çalışan Desiree Plata, karbondioksitin metana kıyasla atmosfer için zararının çok daha az olduğunu belirterek, metanın sera gazı olarak etkisinin son 20 yılda 80 kat arttığını belirtti.

Öte yandan bilim insanları, bu bileşimin henüz sadece laboratuvar ortamında denendiğini ve yaygın olarak kullanılabilmesi için mühendislikle ilgili birçok kısmın halledilmesi gerektiğini belirtti.

ABD Enerji Bakanlığı, MIT’de projeyi geliştiren ekibe havadaki metanın dönüştürülmesine yönelik çalışmaları sürdürüp geliştirmeleri amacıyla 2 milyon dolar kaynak verdi.

İsviçre merkezli Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli, geçen yılki açıklamasında yakın dönemde iklim krizinin etkilerinin hafifletilebilmesi için metan salımının azaltılmasının en öncelikli hedef olması gerektiğini belirtmişti.

(Kaynak: Independent Türkçe)

Paylaşın

Kirlilik Yüzünden Her Yıl 9 Milyon Kişi Hayatını Kaybediyor!

Dünyanın önde gelen tıp dergilerinden The Lancet’in 2015’teki kapsamlı kirlilik ve sonuçları raporunu güncellediği son araştırması dünya çapında her yıl ortalama hâlâ 9 milyon insanın kirlilik yüzünden hayatını erken kaybettiğini ortaya koydu.

BBC Türkçe’de yer alan habere göre, Lancet Komisyonu tarafından toplanan veriler, kirliliğin dünya çapında insan sağlığı ve erken ölümler açısından en önemli çevre riski faktörü olduğunu ve 2019’da her 6 ölümden birinin sebebinin kirlilik olduğunu ortaya koydu.

Sadece -kirlilikten en çok etkilenen ülke listesinin başındaki- Hindistan’da 2019 yılında 2 milyon 300 bin kişi kirlilik yüzünden zamanından önce öldü. Bu insanların 1,6 milyonu hava kirliliği, yarım milyonu da su kirliliği nedeniyle yaşamlarını yitirdi.

Komisyonun 2015 yılında hazırladığı kapsamlı kirlilik ve sağlık raporuna güncelleme niteliğindeki son araştırmada, aşırı yoksullukla ilişkili, söz gelimi ev içi hava kirliliği ya da su kirliliği gibi faktörlerden ölümlerde bir azalma meydana geldi.

Fakat, sanayi kirliliği, genel hava kirliliği ve zehirli kimyasal maddelerin yol açtığı kirlilikten ölümlerde meydana gelen artış yüzünden, toplam sayıların gerilemediği belirlendi.

Küresel olarak ev içi ve genel ortam kirliliğinin 2019 yılında toplam 6 milyon 700 bin kişinin ölümüne yol açtığı kaydediliyor.

Rapora göre su kirliliği aynı yıl 1 milyon 400 bin kişinin, sadece kurşun kirlenmesi ise 900 bin kişinin zamansız ölümüne yol açtı.

Sanayileşme ve kentleşmenin sonucu olarak ortaya çıkan bu tür “modern kirlilik” türlerinin yol açtığı ölümler, araştırmaya göre 2015 yılından bu yana yüzde 7 artış göstermiş.

2000 yılı başlangıç alınırsa bu tür kirliliklerden ölümlerde yüzde 66’nin üzerinde yani çok daha vahim boyutta bir artık gözleniyor.

Araştırmaya göre dünya çapında kirlilik yüzünden ölümlerin yüzde 90’ı düşük ve orta gelirli ülkelerde yaşanıyor ve listenin başında 2,36 milyon ile Hindistan var. Onu, 2,1 milyon ile ikinci sırada Çin izliyor.

Tehlikeler ve uyarılar

Lancet’in son araştırmasında yıllardır Birleşmiş Milletler kurumları ve bu konuda çalışan diğer örgütler, hükümetler ve bireylerin devam eden çabalarına rağmen kirlilik konusunda genel olarak ve özellikle de bu sorunun en ağır yaşandığı düşük ve orta gelirli ülkelerde çok az gerçek ilerleme sağlanabildiği kaydediliyor.

Raporda kirlilik ve kirlilikle bağlantılı hastalıkların kontrol altına alınması için acilen adım atılması, eylem planlarında özellikle hava kirliliği ve kurşun-kimyasal atık kirliliğine odaklanılması çağrısı yapılıyor.

Kirliliğin, iklim değişikliği, bio-çeşitlilik kaybı gibi diğer iki önemli meseleyle yakından bağlantılı olduğu hatırlatılıyor. Kirliliğin de tıpkı diğer ikisi gibi yerel sorunlar olmadığı ve küresel çapta önlemler gerektirdiği vurgulanıyor.

Paylaşın

BM’den ‘Fosil Yakıt Kirliliğine Son Vermeli’ Çağrısı: Zaman Kalmadı

Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Antonio Guterres, iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında yenilenebilir enerji kullanımını genişletmeyi öngören 5 maddelik bir planın tanıtımını yaptı.

Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) yayımladığı 2021 iklim durumu raporunda, sera gazı yoğunlaşması, okyanus sıcaklığı, deniz seviyeleri ve okyanus asitlenmesinin geçtiğimiz yıl rekor seviyelerde artış gösterdiğini bildirmişti. Raporda son yedi yılın kaydedilen en sıcak 7 yıl olduğu belirtildi.

BM Genel Sekreteri Guterres raporun açıklanmasından yalnızca günler sonra, çarşamba günü yaptığı açıklamada, “Tek evimizi yakıp kül etmeden önce fosil yakıt kirliliğine son vermeli ve yenilenebilir enerjiye geçişi hızlandırmalıyız. Zamanımız kalmadı.” ifadelerini kullandı.

Guterres, “Bugünün İklim Durumu raporu, insanlığın iklim kriziyle mücadeledeki başarısızlığının iç karartıcı bir göstergesidir. Küresel enerji sistemi bozuldu ve bu da bizi iklim felaketine daha da yaklaştırıyor.” şeklinde konuştu.

BM’nin 5 maddelik planında neler yer alıyor?

Guterres planında, teknoloji transferinin teşvik edilmesi ve batarya dolumu gibi yenilenebilir teknolojiler üzerinde fikri mülkiyet korumalarının kaldırılması çağrısında bulunuyor.

İkinci olarak, Guterres yenilenebilir teknolojiler için kullanılan hammaddelere ve tedarik zincirine erişimi kolaylaştırarak genişletmeyi amaçlıyor. Bunların şu an için yalnızca birkaç güçlü ülkede yoğunlaştığı belirtiliyor.

BM Genel Sekreteri ayrıca, hükümetlerin güneş ve rüzgar enerjisi projelerini hızlandırmak gibi yenilenebilir enerjileri teşvik edecek reformlar yapmasını talep ediyor.

Planın dördüncü maddesinde, hükümetlerin şu an yılda yarım trilyon doları bulan fosil yakıt sübvansiyonlarına son vermesini istiyor. Guterres, “İnsanlar benzindeki yüksek fiyatlardan muzdarip haldeyken petrol ve gaz endüstrisi çarpık bir pazardan milyarlarca dolar kazanıyor. Bu skandal sona ermeli” ifadelerini kullandı.

Guterres son olarak kamu ve özel sektörde yenilenebilir enerjilere yönelik yılda en az 4 trilyon dolar değerinde yatırım yapılması gerektiğini söylüyor. BM Genel Sekreteri halihazırda fosil yakıtlara yönelik sübvansiyonların yenilenebilir enerjiden 3 kat daha fazla olduğunun altını çiziyor.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın