Bireysel Kredi Kartı Borçları 808 Milyar Liraya Yükseldi

İktidar ekonomide pembe tablolar çizmeye çalışsa da, açıklanan her veri yaşanan derin ekonomik krizi gözler önüne seriyor. Bankaların bireysel kredi kartı alacakları 12 Mayıs’tan bu yana 138 milyar lira artışla 670 milyar liradan 808 milyar liraya yükseldi.

Bireysel kredi kartı alacaklarının 393 milyar 435 milyon lirası taksitli, 415 milyar 275 milyon lirası taksitsiz oldu. Aynı dönemde tüketici kredileri tutarı, 50 milyar lira artışla 1 trilyon 403 milyar liraya yükseldi.

Öte yandan 1 Ocak – 21 Temmuz tarihleri arasında geçen sene 5 milyon 8 bin 816 icra dosyası bulunurken, bu rakam 3 milyon 142 bin 564 adet daha artarak 21 Temmuz 2023 itibarıyla 8 milyon 151 bin 380’e yükseldi.

Ekonomik kriz ve yoksulluk nedeniyle vatandaş borçlanarak hayatta kalmaya çalışıyor, borcunu ödeyemeyip icralık oluyor. 1 Ocak – 21 Temmuz tarihleri arasında geçen sene 5 milyon 8 bin 816 icra dosyası bulunurken, bu rakam 3 milyon 142 bin 564 adet daha artarak 21 Temmuz 2023 itibarıyla 8 milyon 151 bin 380’e yükseldi.

Böylece icra dairelerine yeni gelen dosya sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 62.7 arttı. Halen icra dairelerindeki dosya sayısı da 21 milyon 821 bin oldu.

Sözcü’den Deniz Ayhan’ın aktardığına göre; CHP Niğde Milletvekili Ömer Fethi Gürer, kredi kartı harcamalarında da yüzde 226.65 artış olduğunu belirterek, “Kredi kartı ile market ve AVM’lerden yapılan harcamalarda ise yüzde 187.94 artış var. Vatandaş sadece cebindekini değil, gelecekteki gelirini de önceden tüketiyor” dedi ve şunları söyledi:

“Vatandaşların bankalara olan kredi ve kredi kartı borcu, 2 trilyon 329 milyar 656 milyon liraya ulaştı. Bu tutarın içinde ödemesinde sıkıntı yaşanan ve bankalar tarafından takibe alınan 35 milyar 507 milyon liralık tutar da var. Bireysel kredi ve kredi kartı borcunu ödememiş gerçek kişilerden borcu devam etmekte olan kişi sayısı ise 3 milyon 840 bin 465 oldu.”

Tüketici kredileri 1 trilyon 403 milyar liraya yükseldi

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK) haftalık verilerine göre, seçimden sonra vatandaş kredi kartı harcamalarını artırdı. BDDK’nın 14 Temmuz verileri ile karşılaştırıldığında, bankaların bireysel kredi kartı alacakları 12 Mayıs’tan bu yana 138 milyar lira artışla 670 milyar liradan 808 milyar liraya yükseldi.

Bireysel kredi kartı alacaklarının 393 milyar 435 milyon lirası taksitli, 415 milyar 275 milyon lirası taksitsiz oldu. Aynı dönemde tüketici kredileri tutarı, 50 milyar lira artışla 1 trilyon 403 milyar liraya yükseldi.

Paylaşın

Türkiye’de 51 Milyon 600 Bin Kişi Açlık Sınırının Altında Yaşıyor

Türkiye’de nüfusun yüzde 37,6’sı, yani 32 milyon 150 bin kişi yoksulluk sınırının altında, nüfusun yüzde 60,4 dolayında kesi, yani 51 milyon 600 bin kişi açlık sınırının altında yaşadığı tespit edildi.

Kısaca, Türkiye’de nüfusun yüzde 98’i, yani 83 milyon 750 bin kişi açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamakta. 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor.

Türkiye’nin yetersiz beslenme yaygınlığı oranı yüzde 2,5. Beş yaş altı çocuklarda bodurluk prevalansı yüzde 5,5. Türkiye’de beş yaş altı çocukların yüzde 6’sı bodur ya da yaşına göre çok kısadır. Bu durum, kronik kötü beslenmeyi işaret etmektedir.

Beş yaş altı çocukların yüzde 8’i fazla kiloludur. Akut yetersiz beslenmenin bir göstergesi olan zayıflık (boya göre çok zayıf olma) yaygın değildir (yüzde 2). Bunlara ek olarak, çocukların yüzde 2’si düşük kiloludur.

Cumhuriyet Halk Partisi (CHP9 Yoksulluk Dayanışma Ofisi, Türkiye’de derinleşen ekonomik krizin nüfusa etkilerine ilişkin hazırladığı raporu bugün yayınladı. ‘Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinde İlerleme Yok’ başlıklı raporda şunlar kaydedildi:

“BM Sürdürülebilir Kalkınma Çözümleri̇ Ağı (Sustainable Development Solutions Network-SDSN) 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nu yayınladı. 166 ülkenin tüm hedefler doğrultusunda puanlaması yapıldı ve ilerleme durumları gösterildi.

Sıralamada Finlandiya 1. olurken, Türkiye 72. sırada yer aldı. Güney Sudan ise sıralamada sonuncu oldu. CHP Yoksulluk Dayanışma Ofisi olarak bizim için rapordaki en çarpıcı sonuçlardan birisi, ekonomik krizin derinleşmesiyle birlikte yetersiz beslenme ve bodurluk oranlarının artmasıdır.

Nüfusun yüzde 37,6’sının, yani 32 milyon 150 bin kişinin ise yoksulluk sınırının altında yaşadığı görülmektedir. Kısaca, nüfusun yüzde 98’i, yani 83 milyon 750 bin kişi açlık ve yoksulluk sınırının altında yaşamaktadır. Türkiye’de nüfusun yüzde 60,4 dolayında kesiminin, yani 51 milyon 600 bin kişinin açlık sınırının altında yaşadığı tespit edildi.

İnsan hakları ihlali

Yoksulluk, insan hakları ihlalidir. Sosyal devlet gereği olarak, her bireyin ‘insan haklarına’ uygun şekilde yaşaması ve bu ihlallerin önlenmesine yönelik bir çalışma yapılmalıdır. Yoksulluk, ‘Küresel Çok Boyutlu Endeksi’ne (ÇBYE) göre değerlendirilmelidir. Sosyal yardımlar, hak temelli politikalar çerçevesinde düzenlenmelidir.

BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’nun Sıfır Açlık hedefine yönelik verilere göre; Türkiye’nin yetersiz beslenme yaygınlığı oranı yüzde 2,5. Beş yaş altı çocuklarda bodurluk prevalansı yüzde 5,5. Birleşmiş Milletler (BM) Dünya Gıda Programı (WFP), 6 Haziran 2022 tarihinde gerçek zamanlı veri paylaştığı ‘Açlık Haritası’na göre, 92 ülkede toplam 866 milyon kişi yeterli gıda tüketmediğini açıkladı.

Haritaya göre, 82,3 milyon nüfuslu Türkiye’nin 14,8 milyonu yeterli gıda tüketemiyor. TNSA’nın 2018 yılında Hacettepe Üniversitesi ile yaptığı araştırma ise beş yaş altı çocukların yüzde 6’sı bodur ya da yaşına göre çok kısadır. Bu durum, kronik kötü beslenmeyi işaret etmektedir.

Bodurluğa, en fazla hiç eğitim almamış veya ilkokulu bitirmemiş annelerin çocuklarında rastlanmaktadır (yüzde 9). Bodurluğun en yaygın olduğu bölge Doğu (yüzde 8), en az yaygın olduğu bölge ise Batı’dır (yüzde 4). Beş yaş altı çocukların yüzde 8’i fazla kiloludur. Akut yetersiz beslenmenin bir göstergesi olan zayıflık (boya göre çok zayıf olma) yaygın değildir (yüzde 2). Bunlara ek olarak, çocukların yüzde 2’si düşük kiloludur.

Türkiye Çocuk Araştırması 2022 Raporu’na göre; peynir ve yoğurt gibi süt ürünlerini her gün tüketemediği belirtilen çocukların oranı yüzde 42,2, ekmek veya makarna gibi tahıl içeren yiyecekleri her gün tükettiği belirtilen çocukların oranı yüzde 62,4, meyveyi her gün tüketmediği belirtilen çocukların oranı yüzde 49,5, sebzeyi her gün tüketmediği belirtilen çocukların oranı yüzde 67; et, tavuk veya balığı her gün tüketmediği belirtilen çocukların oranı yüzde 87,3.

BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’na göre; iyi sağlık ve refah alanında anne ölüm oranı her 100 bin canlı doğumda 17,3, yenidoğan ölüm oranı ise her bin canlı doğumda 4,7, Beş yaş altı ölüm oranı ise bin canlı doğum başına 9, tüberküloz insidansı ise her 100 bin nüfusta 18, evsel hava kirliliği-ortam hava kirliliğinin ölüm oranı her 100 bin nüfusta 45,5, 15-19 yaş arası gençlerdeki doğurganlık hızı bin kadın başına 14,7.

İklim değişikliğinden en fazla etkilenenler derin yoksulluk içinde yaşayan ve en savunmasız durumda olan çocuklar. Kaynak tükendikçe çocuklar okuldan alınıp çalıştırılıyor. Yoksullaştıkça ‘çocuk evliliği’ artıyor. Açlık ve yoksulluk, suç oranını artıyor. Kirlilik, en çok çocukları etkiler. Anne karnında ve erken çocuklukta kimyasallara maruz kalmak, erken bebek ölümüne yol açıyor.

BM 2023 Sürdürülebilir Kalkınma Raporu’na göre; eşitsizliklerin azaltılması alanında yaşlı yoksulluk oranı (66 yaş ve üzeri nüfusun yüzdesi) yüzde 13,7 (2019). Ülkemizde sosyal koruma kapsamında emekli/yaşlı, dul/yetim ve engelli/malul maaşı alan kişi sayısı, 2020 yılında 14 milyon 288 bin iken yüzde 2,4 artarak 2021 yılında 14 milyon 624 bin kişiye yükseldi (TUİK, Sosyal Koruma İstatistikleri, 2021).

İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü’nün Mayıs 2021 tarihli Türkiye’de İşgücünde Yaşlılar ve Güvencesizlik adlı raporuna göre; yaşlı nüfusun istihdama katılım oranı ise yüzde 12’dir. 2022 yılında, çalışmak zorunda olan 65 yaş üstü 99 işçi yaşamını yitirdi. 2023 yılının ilk beş ayında, 65 yaş ve üstü 36 işçi yaşamını yitirdi (İSİG, 2023). 2022 İŞKUR verilerine göre, 65 yaş üstü toplam 2 bin 130 kişi işe yerleştirildi. Kayıtlı işsizlerde ise 65 yaş üstü 7 bin 188 kişi beklemekte.

Sosyal koruma kapsamında emekli, yaşlı, dul, yetim ve engelli, malul maaşları iyileştirilmelidir. Sosyal güvencesi olmayan yaşlıların sağlık hizmetleri için hukuki düzenlemeler yapılmalıdır. Belediyelerde yaşlılara yönelik bakım merkezleri, evde bakım-evde sağlık hizmetleri ve yaşlı yaşam merkezleri açılmalıdır.”

(Kaynak: Gazete Duvar)

Paylaşın

Erdoğan Körfez Turuna Çıkıyor; Dış Kaynak İhtiyacına Çözüm Olabilir Mi?

Ekonomist Mustafa Sönmez, iktidarın Körfez sermayesiyle ilgili yarattığı beklentinin potansiyel olarak karşılığı olmadığı görüşünde. Sönmez, “Körfez sermayesiyle ilgili bir top gürültüsü kopsa da kayıtlarda durum öyle değil” diyor.

Doğrudan yabancı sermaye, portföy ve kredi-mevduat yatırımları olarak üç kanaldan bakıldığında, Körfez sermayesinin Türkiye’nin kullandığı dış kaynak içerisinde ciddi bir payının bulunmadığını söyleyen Sönmez, “Dolar/TL’nin son hali dikkate alındığında Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye tutarı yaklaşık 100 milyar dolar. Körfez’in bunun içerisindeki payı ise 7 buçuk milyar dolar civarında kalıyor” diye konuşuyor.

İktisatçı Prof. Dr. Uğur Emek de Körfez sermayesinin Türkiye ekonomisi için kurtarıcı olmayacağı görüşünde. Emek, doğrudan yabancı yatırım için gelecek sermayenin en az 30 yıllık bir perspektife sahip olması gerektiğini, Türkiye’de ise bir öngörülebilirlik olmadığını ifade ediyor.

Türkiye’ye doğrudan yabancı sermaye yatırımları son yıllarda belirgin biçimde azaldı. Ekonominin can damarlarından biri sayılan net yabancı doğrudan yatırımlar geçen yıl 6 milyar doların altına gerilerken iktidarın umudu Körfez sermayesinde.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan iktisatçılara göre ise Körfez sermayesi, cari açığın finansmanı, ekonomik büyüme ve gelişme için kritik olan dış kaynak ihtiyacına çare olmayacak. İktisatçılar, Türkiye’de hukukun temel ilkelerinin işlediği, öngörülebilir, şeffaf, eşit ve hesap verebilir bir yönetim olmadıkça yatırım ortamının iyileşmesinin mümkün olmadığına dikkat çekiyor. Bunu sağlayacak politikaların ise kısa vadede hayata geçmesi beklenmiyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in ekonominin dümenine geçmesiyle yabancı yatırımcıların Türkiye’ye döneceği beklentileri artmıştı. Bu beklentilerin yakın zamanda gerçekleşeceğine dair güçlü belirtiler bulunmazken iktidar yönünü yine Körfez ülkelerine çevirdi.

Şimşek, seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la birlikte Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) bir ziyaret gerçekleştirmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da NATO liderler zirvesi sonrası BAE’ye gideceğini, ziyaret kapsamında yatırım anlaşmalarının imzalanacağını bildirmişti.

Erdoğan, 17-19 Temmuz’da yapacağı ziyaretlerde Suudi Arabistan, Katar ve BAE’nin liderleriyle görüşecek. Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre söz konusu ülkelerden Türkiye’nin enerji, altyapı ve savunma sektörlerine yatırım bekleniyor.

Peki Körfez sermayesi, Türkiye’de fiili ve potansiyel olarak nasıl bir tablo çiziyor?

En fazla yatırım Hollanda’dan

Uluslararası Yatırımcılar Derneği’nin (YASED) verilerine göre bu yılın ilk çeyreğinde bir önceki çeyreğe kıyasla yüzde 31’lik bir düşüşle 2,3 milyar dolarlık uluslararası doğrudan yatırım girişi gerçekleşti. Avrupa Birliği ülkelerinin gelen yatırım sermayesinde yüzde 80 payı bulunurken Körfez sermayesinin de içinde yer aldığı Ortadoğu’nun payı yüzde 2’de kaldı. Gelen yatırımlarda ilk sırayı alan Hollanda’yı Fransa, Almanya ve İrlanda takip etti.

2002-2022 yılları esas alındığında ise Türkiye’deki toplam doğrudan yabancı yatırımlarda AB’nin yüzde 59, Ortadoğu’nun yüzde 8 payı bulunuyor.

Ekonomist Mustafa Sönmez, iktidarın Körfez sermayesiyle ilgili yarattığı beklentinin potansiyel olarak karşılığı olmadığı görüşünde. Sönmez, “Körfez sermayesiyle ilgili bir top gürültüsü kopsa da kayıtlarda durum öyle değil” diyor.

Doğrudan yabancı sermaye, portföy ve kredi-mevduat yatırımları olarak üç kanaldan bakıldığında, Körfez sermayesinin Türkiye’nin kullandığı dış kaynak içerisinde ciddi bir payının bulunmadığını söyleyen Sönmez, “Dolar/TL’nin son hali dikkate alındığında Türkiye’deki doğrudan yabancı sermaye tutarı yaklaşık 100 milyar dolar. Körfez’in bunun içerisindeki payı ise 7 buçuk milyar dolar civarında kalıyor” diye konuşuyor.

Son dönemde portföy yatırımlarının da çok azaldığını, hisse senedi piyasasında 23 milyar dolarlık bir yabancı yatırım stoku bulunduğunu ifade eden Sönmez, Körfez sermayesinin bu alandaki payının da oldukça düşük olduğuna dikkat çekiyor. Swap işlemlerinin de yer aldığı kredi-mevduat alanında ise “hatır gönül ilişkisi” ile Körfez ülkelerinden birtakım yatırımlar yapıldığının bilindiğini, bunların ise kısa vadeli olduğunu vurguluyor.

“Türkiye için kurtarıcı olamaz”

Devlet Planlama Teşkilatı eski uzmanı, iktisatçı Prof. Dr. Uğur Emek de Körfez sermayesinin Türkiye ekonomisi için kurtarıcı olmayacağı görüşünde. Türkiye’deki doğrudan yabancı yatırımların dağılımına bakıldığında yatırımların büyük büyük bölümünün Avrupa’dan geldiğinin görüldüğünü, Körfez sermayesinin ise çok küçük bir oranı temsil ettiğini dile getiren Emek, “Bir de gelenlerini de gördük. Türk Telekom’u gördük, Tank Palet Fabrikasını gördük. Öylesi de gelmesin zaten” diyor.

Uğur Emek, Türk Telekom’un yüzde 55 hissesinin 2005 yılında özelleştirilerek Lübnanlı Hariri ailesine ait olan Saudi Oger’e bağlı Oger Telecom’a satıldığını, devlet bankalarından kullanılan kredi ile kamunun zarara uğratıldığını hatırlatıyor. Emek, sonuç itibariyle ödenmeyen kredi borçları nedeniyle şirket hisselerinin Varlık Fonu’na devredildiğini ifade ediyor. Tank Palet Fabrikası’nın Katarlılara satıldığına ilişkin tartışmalara da değinen Emek, bu konunun halen belirsizliğini koruduğuna işaret ediyor.

Doğrudan yatırım neden önemli?

Doğrudan yabancı sermeye yatırımları, küresel yatırımcıların bir ülkeye fabrika ve üretim tesisleri kurarak, şube açarak veya var olan bir şirketi tamamen veya kısmen satın alarak yaptıkları yatırımları kapsıyor. Uzun vadeli olan bu yatırımlar, Türkiye gibi dış kaynak ihtiyacı olan ülkelerde cari açığın sağlıklı finansmanı ve ödemeler dengesi açısından büyük önem taşıyor.

Doğrudan yabancı yatırımlar, ülkeye yeni teknoloji girmesi, yeni istihdam alanları açılması ve yeni ihracat imkânları ortaya çıkarması nedeniyle ekonomik büyüme açısından önemli bir unsur. Türkiye’de ise son yıllarda ise net doğrudan yatırım girişlerinin giderek azaldığı gözleniyor.

Merkez Bankası verilerine göre geçen yıl net doğrudan yabancı sermaye yatırım girişi, 5 milyar 900 milyon dolar olarak gerçekleşti.

Net yabancı girişi 2007’de 18 milyar 394 milyon dolar olurken küresel krizin etkisiyle 2008’den itibaren gerilemeye başlamış, izleyen iki yılda 6 milyar dolar dolayında gerçekleşmişti. Yabancı doğrudan yatırım girişleri, 2011 ve 2012 yıllarında yeniden 10 milyar doların üzerine çıkarken pandemi yılı olan 2020’de 4 milyar 401 milyon dolara kadar düştü. Bu rakam 2021’de ise 6 milyar 873 milyon dolar oldu.

Körfez’den gelen sermayenin teknoloji transferi ya da istihdama katkı gibi bir yönü olmadığını, katkılarının sadece finansal anlamda olduğunu dile getiren Sönmez, bu anlamda Körfez sermayesinin doğrudan yatırımcı profili olmadığını vurguluyor.

Türkiye’deki sermaye de kaçıyor

Türkiye’de dışardan gelen doğrudan yatırımlar azalırken, resmi rakamlar aynı dönemde Türkiye’den yurt dışına sermaye göçünün de hızlandığına işaret ediyor.

Merkez Bankası verilerine göre 2007’de yaklaşık 2 milyar dolarlık bir sermaye Türkiye’den yurtdışına giderken, geçen yıl 4,5 milyar doları aştı. Doğrudan yatırım için giden yerli sermayenin bu amaçla gelen yabancı sermayeye oranı yaklaşık yüzde 80’e ulaştı.

Mustafa Sönmez, Türkiye’de küresel firma olma iddiasıyla yurtdışına yatırım yapan firmaların bulunduğunu, ancak bunların yanı sıra oturum izni ya da vatandaşlık almak, B planı olarak alternatif bir yaşam tasarlamak amacıyla yurtdışına giden sermayenin de olduğunu vurguluyor. Sönmez, B planı amacıyla yurtdışına gidenlerin ağırlıkta olduğu görüşünü paylaşıyor.

Türkiye’de ise 40’lı 45’li yıllarda ampul üretimi, ilaç, otomotiv gibi alanlara yatırım yapan yabancı sermayenin halen toplam stok içerisinde büyük payı olduğunu söyleyen Sönmez, en son telekomünikasyon alanında yatırımların olduğunu, bunun dışında Tekel, Petkim, Türk Telekom’un da aralarında olduğu özelleştirmelerle yabancı yatırımcıların Türkiye’ye geldiğini aktarıyor. Türk Telekom’u satın alan Saudi Oger’in bu yatırımının daha sonra çürük çıktığını ifade eden Sönmez, özelleştirmelerin dışında en son Volkswagen’in Türkiye’ye yatırım yapma kararı aldığını ancak şirketin bu karardan daha sonra vazgeçtiğini hatırlatıyor.

Avrupalı yatırımcı neden gelmiyor?

Prof. Dr. Uğur Emek, doğrudan yabancı yatırım için gelecek sermayenin en az 30 yıllık bir perspektife sahip olması gerektiğini, Türkiye’de ise bir öngörülebilirlik olmadığını ifade ediyor. Meclis’te yapılan son oylamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a vergileri artırabilme yetkisi verildiğine dikkat çeken Emek, “Bankalara diyorsunuz kâr payı almayın, BDDK’nın bu yetkisi var. Kira sözleşmesi yapıyorsunuz, yüzde 25 sınır geliyor. Marketlere Karter anlaşması yapıp fiyatları yükseltiyorsun deniyor. Böyle bir ortama yabancı doğrudan yatırım gelir mi” diye konuşuyor.

“Mahkemeye gittiğinizde ne olacağını bilmiyorsunuz” diyen Emek, Can Atalay ve Osman Kavala’nın tutukluluklarını hatırlatıyor.

Emek, hukukun üstünlüğü olmadan, ekonomik özgürlük olmadan, sağlam bir para ve maliye politikanız olmadan yabancı sermayenin Türkiye’ye gelmeyeceği görüşünde. Yabancı yatırımcılar için Avrupa Birliği’nin temel kurallarından olan öngörülebilirlik, şeffaflık, eşitlik ve hesap verebilirliğin önemli olduğuna işaret eden Emek, Türkiye’de ise yetkilerin tek kişide toplandığı mevcut sistemde kurumların kalitesinin giderek azaldığını, bunun yabancı yatırımcılar tarafından devlet kurumlarının bizzat kendi sitesinde yer alan İngilizce raporlar üzerinden okunabildiğini vurguluyor.

Doğrudan yabancı yatırım açısından Türkiye’nin riskli bulunduğuna işaret eden Mustafa Sönmez de “Mehmet Şimşek’in gelişiyle beraber bir yatırım ortamı ikliminin oluşması kolay değil. Siyaseten Erdoğan’ın tekrar iktidara gelmesi yatırımcı açısından beklenen bir şey değildi. İktisadi olarak da bir rasyonel dönüşüme henüz geçiş yok. Şu anda yapılanlar kozmetik. Yerel seçimler kadar da böyle gidecek gibi gözüküyor. Ekonomik rasyonaliteyi dikkate alan yabancı kaynak girişi o yüzden hale uzak. Onu gördükleri için Körfez’den yatırım getirebilir miyiz diye çabalıyorlar” ifadelerini kullanıyor.

“Ciddi dış kaynak sıkıntısı olacak”

Türkiye’de şu anda doğrudan yatırım olarak görünen yatırımların önemli bir kısmının da gayrimenkul satışından kaynaklandığına işaret eden Sönmez, gayrimenkul satışı çıkarıldığında doğrudan yatırım girişinin durmuş vaziyette olduğuna dikkat çekiyor.

Portföy yatırımlarından da çıkış olduğunu, kredi temininde ise Türkiye’nin risk primi yükseldiği için dışarıdan kaynak kullanmanın kolay olmadığını vurgulayan Sönmez, “İktidar bu nedenle politik ilişkilerle kaynak bulmak derdine düşüyor. Ama politik ilişkilerle de bu çark dönmez. Türkiye önümüzdeki zaman diliminde ciddi bir dış kaynak sıkıntısı yaşayacak. Bu, hem büyümeye etki edecek hem de içeride döviz fiyatlarını yukarı çekerek ciddi bir enflasyon sorunu yaratmaya devam edecek” yorumunu yapıyor.

Paylaşın

Zamlar Ve Vergi Artışlarıyla Ekonomi Kurtulur Mu?

Prof. Dr. Erinç Yeldan, AKP’nin genel ekonomi propagandası açısından ortada bir kriz ya da istikrar programına ihtiyaç duyulacak bir ekonomik bozulma olmadığının altını çizdiğini belirterek, iktidarın enflasyonun dış konjonktürlerden kaynaklandığını savunduğunu, seçim öncesi ve sonrası yapılan maaş zamlarıyla da vatandaşın döviz kurlarındaki artışa ezdirilmediğinin propagandasının yapıldığını ifade ediyor.

Prof. Dr. Erinç Yeldan, “AKP bir yandan bunun propagandasını yapıyor fakat öbür taraftan çok açık, çok net olarak biliniyor ki Türkiye ekonomisinde çok ciddi bir kırılganlık var, çok ciddi bir dengesizlik var” diyor.

Prof. Dr. Oğuz Oyan da Bakan Şimşek sürekli mali disiplinden bahsetse de mali disiplinin nerede başlayıp nerede bittiğinin kamuoyunca bilinmediğini söylüyor.

Mali disiplin için öncelikle şeffaf bir bütçe olması gerektiğinin altını çizen Oyan, “Ek bütçeye baktığımızda şeffaf olmadığını görüyoruz. Diğer politikalar bakımından da aynı şey geçerli. Gerçekten ne kadar kaynağa ihtiyaç var? Neyin arayışındalar? Körfez’de niye dolaşıyorlar, neleri pazarlıyorlar? Bunların çok fazla aydınlığa çıkmadığını görüyoruz” diyor.

Dolayısıyla geniş emekçi kesimlerin mali disipline taraf olmasının mümkün olmadığını dile getiren Oyan, bu formülün geniş kitlelerin yaşam standartlarını daha da aşağı çeken bir uygulamaya razı olmaları anlamına geldiğini ifade ediyor.

Hazine ve Maliye Bakanı Mehmet Şimşek’in başında bulunduğu ekonomi yönetiminin bütçe açığını azaltmak için aldığı kararlarvatandaşa zam olarak geri dönecek. Şimşek yönetimi fiyat istikrarı ve mali disiplin vurgusuyla bütçe gelirlerini dolaylı vergiler üzerinden artıracak adımlar atıyor. Peki mali disiplin için bu yeterli mi?

Uzmanlara göre uygulanan politikalar halen rasyonellikten uzak. Bütçede şeffaflığın sağlanmadığına dikkat çeken iktisatçılar, bütçeden hangi kalem için ne kadar harcama yapıldığının bilinmediğini ve kamu harcamalarının azaltılmadığını vurgulayarak mali disiplinin sadece ücretli kesimlerin sırtına yük bindirilerek sağlanamayacağına dikkat çekiyor.

DW Türkçe’den Pelin Ünker’e konuşan iktisatçı Prof. Dr. Erinç Yeldan, AKP’nin genel ekonomi propagandası açısından ortada bir kriz ya da istikrar programına ihtiyaç duyulacak bir ekonomik bozulma olmadığının altını çiziyor.

İktidarın enflasyonun dış konjonktürlerden kaynaklandığını savunduğunu, seçim öncesi ve sonrası yapılan maaş zamlarıyla da vatandaşın döviz kurlarındaki artışa ezdirilmediğinin propagandasının yapıldığını ifade eden Yeldan, “AKP bir yandan bunun propagandasını yapıyor fakat öbür taraftan çok açık, çok net olarak biliniyor ki Türkiye ekonomisinde çok ciddi bir kırılganlık var, çok ciddi bir dengesizlik var” diyor.

Kamu harcamaları neden kısılmıyor?

Uluslararası finans çevrelerinin “gözde ismi” Mehmet Şimşek ve ekibinin bu nedenle göreve getirildiğini belirten Yeldan, yeni yönetimin bir yandan sıcak parayı Türkiye’ye çekerek döviz kuru üzerindeki baskıyı hafifletmeyi diğer yandan ise ortodoks istikrar programı üzerinden mali disiplini sağlayarak kamu bütçesindeki açıkları kapatmayı hedeflediğini ifade ediyor. “Dünyaya böyle baktığınız vakit ilk atacağınız adım kamu harcamalarını kısmak, kamu gelirlerini de artırmaktır” diyen Yeldan, ekliyor:

“Gerçekten de Türkiye’de bütçenin dengelenmesi, sağlıklı bir gelir ve denetlenebilir şeffaf bir harcama sistemine kavuşturulması gerekli. Fakat Mehmet Şimşek, angaje olduğu bu ortodoks istikrar programı çerçevesinde vergi gelirlerinin artırılmasını en kolay yoldan yapmayı seçti. Dolaylı vergiler yani Katma Değer Vergisi (KDV), Özel Tüketim Vergisi (ÖTV) üzerinden mevcut vergi yapısı muhafaza edilirken üzerine vergi oranları da artırıldı.”

Buna karşın kamu harcamalarının denetlenmesine ya da azaltılmasına ilişkin bir adım atılmadığını dile getiren Yeldan, “Çünkü kamu harcaması kalemi AKP’nin kendi yandaş müteahhit gruplarına, kendi yandaş şirketlerine rant aktarma mekanizmasının bir işlevi olarak gözüküyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, hiçbir şekilde kamu harcamalarının denetlenmesine, kısıtlanmasına tahammül bile edemez. Dolayısıyla bütçe açığı dolaylı vergiler üzerinden hakkaniyetsiz bir şekilde halka yığılmış oldu” yorumunu yapıyor.

“Rant ve spekülatif gelirler vergilendirilmeli”

Peki mali disiplin için ne yapılmalıydı? Yeldan, öncelikle bütçe harcamalarında sağlıklı bir denetim mekanizması oluşturulması gerektiğine işaret ediyor. “Yap-işlet-devlet modelinde verilen taahhütler, şimdilerde Merkez Bankası’na yıkılan kur korumalı mevduat yükü, bu yükün muhasebe oyunlarıyla ve kayıt dışı para aktarımı yoluyla finanse edileceği anlaşılması… Bütün bunların önüne geçilmesi gerekiyor” diyen Yeldan’a göre ikinci olarak ise vergi gelirlerinin özellikle spekülatif ve rantiyer sermaye gelirleri üzerine yıkılması lazım.

Yeldan, imar rantlarına dayalı emlak vergisi, sıcak paraya dayalı finansal işlemler için finansal işlem vergisi ve bütün bunların üzerinde bir servet vergisinin sistemin ana unsurları olması gerektiğini vurgulayarak ekliyor: “Fakat Mehmet Şimşek ve ekibi, mali disiplin dendiği vakit emek üzerinden alınan gelirlerden vergilendirme veya dolaylı vergiler üzerinden vergilendirmeyi anlıyor. Gerisini göz ardı ediyor.”

“Politikalarda şeffaflık yok”

İktisatçı Prof. Dr. Oğuz Oyan da Bakan Şimşek sürekli mali disiplinden bahsetse de mali disiplinin nerede başlayıp nerede bittiğinin kamuoyunca bilinmediğini söylüyor.

Mali disiplin için öncelikle şeffaf bir bütçe olması gerektiğinin altını çizen Oyan, “Ek bütçeye baktığımızda şeffaf olmadığını görüyoruz. Diğer politikalar bakımından da aynı şey geçerli. Gerçekten ne kadar kaynağa ihtiyaç var? Neyin arayışındalar? Körfez’de niye dolaşıyorlar, neleri pazarlıyorlar? Bunların çok fazla aydınlığa çıkmadığını görüyoruz” diyor.

Dolayısıyla geniş emekçi kesimlerin mali disipline taraf olmasının mümkün olmadığını dile getiren Oyan, bu formülün geniş kitlelerin yaşam standartlarını daha da aşağı çeken bir uygulamaya razı olmaları anlamına geldiğini ifade ediyor.

Seçim öncesi verilen sözler nedeniyle belli ücret ayarlamaları yapıldığını hatırlatan Oyan, buna karşın vergi oranlarının ücretlerden daha fazla artırıldığını diğer yandan yapılan ücret artışlarının da izleyen aylarda yükselen enflasyon karşısında bir etkisinin kalmayacağını vurguluyor.

Oyan da “Dolaylı vergilerde artış yapmak yerine bir servet vergisi getirilebilirdi” görüşünü paylaşıyor.

“Enflasyon yüzde 60’a gelecek”

Seçimlerden bu yana dolar ve Euro kurundaki artışlar yüzde 30’u geçti. Tüketici enflasyonu ise haziran ayı itibarıyla resmi verilere göre yüzde 38,21 seviyesinde bulunuyor.

Kur geçişkenliği nedeniyle enflasyonun yılın ikinci yarısında yükseleceğini söyleyen Oyan, yıl sonunda yüzde 60’a varan bir enflasyon oranına ulaşılabileceğinin altını çiziyor.

Oyan, kurlardaki artışın yanı sıra enflasyonu tetikleyecek başka unsurlar da olduğuna işaret ediyor. Bütçe açığını kâğıt üzerinde daha düşük göstermek için Kur Korumalı Mevduat yükünün Merkez Bankası’na devredildiğini hatırlatan Oyan, şöyle konuşuyor:

“Merkez Bankası’nın kendi kaynağı var mı? Yok. Ne yapacak Merkez Bankası? Para basacak. Peki para basınca ne olacak? Enflasyon daha fazla olacak. Peki bu enflasyon kime yansıyacak? Bütün millete yansıyacak.”

Enflasyonun temmuzdan itibaren yukarı doğru gideceğini ve bu seneyi de yüzde 60 civarında bir yerlerde kapatacağını öngören Oyan, “Yani bütün bu ücret artışını vesaire hızla geri alan bir sürece giriyoruz. Enflasyonla, vergilerle, kamunun kontrolündeki çeşitli ürün fiyatlarına yapılan zamlarla, yapılan ücret artışları geri alınıyor. Bu iki yüzlü bir politika” ifadelerini kullanıyor.

Öte yandan vergi ve harçlara yılbaşında Üretici Fiyat Endeksi üzerinden yüzde 123 zam yapıldığını, bunun üzerine de temmuzda yüzde 50 artış geldiğini dile getiren Oyan, devletin kendi alacağı için ücretler üzerinde uyguladığı enflasyon oranını uygulamadığını, bunun da “iki yüzlü politikanın” bir parçası olduğunu söylüyor.

Erdoğan’a ödenek yetkisi rasyonel mi?

Oyan’a göre şeffaf olmayan politikaların bir yansıması da ek bütçede görülüyor.

Türkiye’de makroekonomik istikrarsızlıklar artarken son iki yıldır bütçe tahminlerinde de isabet sağlanamıyor, 2023 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu ile merkezi yönetim bütçe giderleri için 4 trilyon 469 milyar 570 milyon 19 bin lira ödenek tahsis edilmişti.

Meclis’e getirilen 1 trilyon 119,5 milyar TL büyüklüğündeki ek bütçe ile birlikte merkezi yönetim bütçe giderleri yüzde 25 artışla 5.589,1 milyar TL’ye ulaştı. Ancak ek bütçenin en önemli gerekçelerinden biri olan Personel Giderleri için ödenek teklif edilmedi.

Oyan, bunun da “hülle” ile yapılacağının anlaşıldığını söylüyor. Buna göre ek bütçe ile aynı anda görüşülen torba yasayla Cumhurbaşkanı’na birtakım harcama yetkileri, birtakım borç limitlerini artırma imkanları veriliyor.

Bu yılın bütçesinin 660 milyar lira açıkla bağlandığını, ek bütçenin ise denk bütçe olması gerektiğini anlatan Oyan, yasal olarak bütçe açığı hedefini Hazine ve Maliye Bakanı’nın yüzde 5, bu yetmezse de Cumhurbaşkanı’nın yüzde 5 artırma yetkisi olduğunu, bu yapılırsa açığın 729 milyar lira olabileceğini söylüyor ve ekliyor:

“Torba yasa ise Cumhurbaşkanı’na merkezi yönetim bütçesinde 660,9 milyar TL olan borçlanma limitini 2 trilyon 181 milyar TL’ye yükseltme yetkisi veriyor. Bu kanunsuzdur. Yasayı uygularsan borçlanma limitini en fazla 729 milyar liraya çıkarırsın. Nasıl iki trilyon küsura çıkarıyorsun? Hangi mali disiplinden bahsediyorsun? IMF programı olsaydı bunu yapabilecek miydin?”

İktidarın tamamen şeffaflık dışı uygulamalarla yol aldığını söyleyen Oyan, bütçe açığının yıl sonunda ne kadar olacağının mevcut durumda bilinmediğini söylüyor.

Demokrasilerde toplumun ödediği vergilerin nasıl harcandığını bilmeye ve bunu denetlenmesini istemeye hakkı olduğunu belirten Oyan, “Ek bütçede bunları göstermeyip ilave bir torba yasa çıkarıp Meclis’in bütçe yapma ve bütçeyi denetleme hakkını elinden alıyorsunuz. Dolayısıyla Türkiye bu haliyle ciddi bir devlet olmaktan giderek uzaklaşan, mali disiplin hak getire olan bir ülke haline geliyor” yorumunu yapıyor.

Körfez’den sermaye arayışı

Öte yandan Şimşek’in ekonominin dümenine geçmesiyle yabancı yatırımcıların Türkiye’ye döneceği beklentilerinin gerçekleşeceğine dair güçlü belirtiler de yok. Bu nedenle iktidar yönünü yine Körfez ülkelerine çevirdi.

Şimşek, seçim sonrasında Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’la birlikte Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) bir ziyaret gerçekleştirmiş, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da NATO liderler zirvesi sonrası BAE’ye gideceğini, ziyaret kapsamında yatırım anlaşmalarının imzalanacağını bildirmişti.

Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Erdoğan, 17-19 Temmuz’da yapacağı ziyaretlerde Suudi Arabistan, Katar ve BAE’nin liderleriyle görüşecek. Reuters’a konuşan iki üst düzey yetkili, söz konusu ülkelerden Türkiye’nin enerji, altyapı ve savunma sektörlerine 30 milyar dolara kadar yatırım yapılmasını beklediklerini ifade etti.

Prof. Dr. Erinç Yeldan’a göre ise bu adımla limanlar, madenler, ormanlar da dahil Türkiye’nin elinde kalan son kamu varlıklarının doğrudan yabancı sermaye yatırımı ya da özelleştirme adı altında yok pahasına elden çıkarılması söz konusu olabilir.

“Bu işin sonu moratoryuma gidebilir”

Oğuz Oyan da bu politikayı tehlikeli buluyor. İktidarın Londra piyasasında borçlanmaktan çok daha kötü bir iş yaptığını söyleyen Oyan, “Risk primin (CDS) yüksek olduğu için yüksek Londra’dan pahalıya borçlanıyorsun. Temerrüde düşme ihtimalin var. Sıcak para da TL’nin yeterince değer kaybettiği bir ortamda gelmek istiyor, tamam. Ancak burada özellikle Körfez sermayesi dediğimiz zaman Türkiye’nin doğrudan yabancı yatırım çekebilecek şu an bir şeyi yok, ortamı yok. Dolayısıyla Körfez sermayesine ‘Bak biz çok sıkıştık. Gel sana her zamankinden daha uygun koşullarda yatırım imkanları sunuyoruz’ diyerek adeta varlıkları peşkeş çekmeye gitmiş durumdalar. Yani elde kalan son kamu iktisadi teşebbüslerini satacaklar” diye konuşuyor.

Bunun iyi bir görüntü olmadığını vurgulayan Oyan, Türkiye’nin uluslararası arenada gerçek anlamda “acze düşmüş” bir ülke konumda olduğunu, bu işin sonuna bir ödemeler dengesi krizi hatta mali iflas denilen borçlarını ödeyememe durumuna yani moratoryuma kadar gidebileceği uyarısı yapıyor.

Paylaşın

İşsiz Sayısı 11 Milyon 533 Bine Yükseldi

İktidar ekonomide pembe tablolar çizmeye çalışsa da veriler yaşanan ekonomik krizi gözler önüne seriyor. 2018 yılının ilk 3 aylık döneminde resmi işsiz sayısı 3 milyon 312 bin, atıl iş gücü grubunda yer alanların sayısı 4 milyon 727 bin, işsizlerin toplamı da 8 milyon 39 bin düzeyinde bulunuyordu.

2023 yılının ilk 3 aylık dönemine gelindiğinde ise resmi işsiz sayısı 3 milyon 599 bine, atıl işgücünde görünen işsizlerin sayısı 7 milyon 934 bine, toplam işsizlerin sayısı da 11 milyon 533 bine yükseldi. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiği günden bu yana işsizler 287 bin, atıl işgücünde kalan işsizler 3 milyon 207 bin, toplam işsizler ordusu da 3 milyon 494 bin kişi birden arttı.

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın işgücü piyasasındaki gelişmeleri analiz eden çalışma raporu, Türkiye’deki gerçek işsiz sayısının 3,6 milyon değil, 11,5 milyon civarında seyrettiğini onayladı. Cumhurbaşkanı Yardımcısı Cevdet Yılmaz’ın da onayıyla yayımlanan ‘İş Gücü Piyasasındaki Gelişmelerin Makro Analizi’ isimli raporda 2014 yılından Mart 2023’e kadar uzanan dönem incelendi.

Sözcü’den Erdoğan Süzer’in haberine göre, analizde, Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK)’in açıkladığı normal işsizlik oranının yanı sıra herhangi bir işte çalışmayanların izlendiği ‘atıl işgücü’ verileri de yer aldı. Atıl işgücü içerisinde; iş arayan ancak kısa sürede işbaşı yapabilecek durumda olmayanlarla iş aramadığı halde çalışmak isteyen ve kısa sürede işbaşı yapabilecek durumda olan çalışma çağındaki kişiler yer alıyor. Ayrıca, istihdamda görünen ancak normal mesaiyle çalışmak istediği halde aradığı işi bulamadığı için geçici işlerde haftada 40 saatten az çalışmak durumunda kalan kişiler de bu grupta bulunuyor.

Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmeden önce 2018’in ilk 3 aylık döneminde resmi işsiz sayısı 3 milyon 312 bin, atıl iş gücü grubunda yer alanların sayısı 4 milyon 727 bin, işsizlerin toplamı da 8 milyon 39 bin düzeyinde bulunuyordu. 2023’ün ilk 3 aylık dönemine gelindiğinde ise resmi işsiz sayısı 3 milyon 599 bine, atıl işgücünde görünen işsizlerin sayısı 7 milyon 934 bine, toplam işsizlerin sayısı da 11 milyon 533 bine yükseldi. Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildiği günden bu yana işsizler 287 bin, atıl işgücünde kalan işsizler 3 milyon 207 bin, toplam işsizler ordusu da 3 milyon 494 bin kişi birden arttı.

Raporda, pandemi döneminde zirve yapan işsizliği pandemi sonrasında hızla düşüren ülke örneklerine yer verildi. Raporda, ABD’nin pandemi döneminde yüzde 13’le zirveye çıkan işsizlik oranını 2023’ün ilk çeyreğinde yüzde 3,5’e kadar düşürdüğüne işaret edilirken aynı şekilde işsizliğin pandemi sonrasında AB-27 bölgesinde yüzde 6’ya, Almanya’da yüzde 2,9’a gerilediğine dikkat çekildi. Raporda Türkiye’nin de pandemi döneminde yüzde 14’lere yaklaşan işsizlik oranının en son yüzde 10,1’e gerileyerek pandemi öncesi döneme geldiği belirtildi.

Paylaşın

4 Milyondan Fazla Aile İhtiyaçlarını Sosyal Yardımlarla Karşıladı

Ekonomik krizin altında ezilen 4 milyondan fazla hane sosyal yardımlardan yararlandı. 2018 yılında 3 milyon 494 bin 932 hane sosyal yardım alırken, 2022 yılında bu sayı 4 milyon 419 bin 286 haneye ulaştı.

İktidar ekonomide pembe tablolar çizmeye çalışsa da, bu veri, Türkiye’deki yoksullaşmayı ve giderek derinleşen ekonomik krizi net bir şekilde ortaya koyuyor.

Türkiye’de 2018 yılında referandum ile Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçildi. Yoksullukla mücadele etmek, ülkenin refah seviyesi yükseltmek iddiasıyla gelen sistemin ardından ülke gün geçtikçe daha da derinleşen bir krize sürüklendi.

Döviz kurlarındaki yükselişin önüne geçmek adına devreye alınan Yeni Ekonomi Modeli ile de enflasyonun yükselişi devam etti. Vatandaşların geçim sıkıntısı ise giderek büyüdü. Sosyal yardımlardaki artışlar da vatandaşların yardım almadan hayatını sürdürmekte zorlandığını bir kez daha gözler önüne serdi.

Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ne geçilen 2018’de 3 milyon 494 bin 932 hane sosyal yardım alırken, 2022’de bu sayı 4 milyon 419 bin 286 haneye yükseldi. Şartlı eğitim ve sağlık yardımları kapsamında da 3 milyon 279 bin 253 kişiye yardımda bulunuldu.

Sözcü’den Deniz Ayhan’ın haberine göre; Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın 2022 faaliyet raporunda Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın yardımları sıralandı. Eşi vefat eden 89 bin 300 kadına 631 milyon TL, asker ailelerine 166 milyon TL, öksüz ve yetim 47 bin 362 kişiye 178 milyon TL yardım yapıldı.

Aile Destek Programı ile de 2022’de 3 milyon haneye 13 milyar TL yardım verildi. 2022’de engel oranı yüzde 70 ve üzeri olan vatandaşlara 4.63 milyar TL ödendi. Engelli yakınlarına da 1.04 milyar TL ödeme yapıldı.

Yaşlı aylıkları kapsamında 2022’de 12 milyar TL ödeme sağlandı. Genel sağlık sigortası primi devlet tarafından ödenen kişi sayısı 9 milyon 488 bin 411 oldu ve 33.55 milyar TL prim desteği sağlandı.

Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığı’nın 2022 faaliyet raporundaki bilgilere göre 2019’da 1 milyon 343 bin 109 hane elektrik yardımından faydalandı. Bu sayı 2020’de ise 1 milyon 659 bin 448 haneye çıktı.

2021’de ise elektrik yardımından faydalanan hane sayısı 1 milyon 792 bin 200 oldu. 2022’de elektrik yardımı alan hane, 3 milyon 690 bin 582’ye yükseldi ve 4 milyar 72 milyon TL destek sağlandı.

Paylaşın

Dolar Rekor Kırdı; Dış Borca 1,4 Trilyon Lira Yük Bindi

Mehmet Şimşek, “Tam yetkili Hazine ve Maliye Bakanı” olarak göreve getirilmesinin ardından, kurun serbest bırakılmasıyla dolar ve avroda tarihi değerler görüldü. Döviz kurundaki artış ülkenin birinci gündem maddesi haline geldi.

Döviz kurundaki artış birçok kalemde zam olarak yansırken, yabancı para cinsinden borçlar nedeniyle ödeme yükümlülükleri de arttı.

Dünya yazarı Naki Bakır, bugünkü yazısında dolarda seçimlerin ardından 7 Haziran’a kadar yüzde 15,4 oranında artış yaşandı. Bu da 3 lira 7 kuruşa denk geldi. Bakır’a göre artış, Türkiye’ye dış borçlar cephesinde 1 trilyon 409,1 milyar liralık kur farkı yükü bindirdi.

Söz konusu 8 iş gününde dövizde yaşanan artış, kur farkı olarak özel sektöre 734,8 milyar, kamuya 573,6 milyar, Merkez Bankası’na 100,7 milyar TL ek yük getirdi. Dolardaki her 1 kuruş artış, dış borçların ekonomiye yükünü yaklaşık 4,6 milyar lira artırıyor.

Türkiye’nin 2022 sonu itibariyle 459 milyar dolar olarak açıklanan dış borç stokunun yüzde 58,1 oranındaki 366,5 milyar dolarlık bölümünü ABD doları üzerinden alınmış borçlar oluşturuyor.

Merkez Bankası’nın faizle ilgili adımları ne olacak?

Öte yandan geçen hafta sonu açıklanan yeni kabinede; ekonomi alanında kurumsal bağımsızlığı, bütçe disiplinini, ekonomik reformları ve “ortodoks” politikaları savunduğu bilinen Mehmet Şimşek, Nurettin Nebati’nin yerine Hazine ve Maliye Bakanlığı’na getirildi.

Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yerine ise Devlet Planlama Teşkilatı deneyimi de olan eski TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı Cevdet Yılmaz geldi.

Mehmet Şimşek, Nebati’den görevi devraldığı törende yaptığı açıklamada ‘rasyonel politikalara dönüş’ çağrısı yaptı:

“Sosyal refahı artıracağız. Bu hedefe ulaşmada şeffaflık, öngörülebilirlik, uluslararası normlara uygunluk temel hedefimiz olacaktır. Türkiye’nin rasyonel bir zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır. Enflasyonla mücadele temel politikamız olacak”.

Şimşek aynı konuşmada, Merkez Bankası’yla ilgili olarak ise şu sözleri sarf etti:

“Orta vadede enflasyonun yeniden tek haneli rakamlara düşürülmesi, öngörülebilirliğin artırılması, cari açığı azaltacak yapısal dönüşümün hızlandırılması ülkemiz için hayati önem taşımaktadır. Uygulanacak maliye politikası ve yapısal reformlarla Merkez Bankamıza enflasyonla mücadelede destek olmak temel politikamız olacaktır.

“Bu öncelikler çerçevesinde çalışmalarımızı eş güdüm içerisinde ilgili bakanlıklar ve kurumlarımızla güçlü bir koordinasyon sağlayarak yürüteceğiz. “

Yeni görevlendirmeler ve bu tür açıklamalar ekonomide yeni bir dönemin başlayabileceğine dair işaretler verirken Erdoğan’ın düşük faiz politikalarını savunan güncel açıklamaları ise ekonominin rotasına dair önümüzdeki dönemle ilgili öngörüde bulunmayı zorlaştırıyor.

Bu manzara içinde, ekonomi politikalarının nasıl ve ne kadar değiştirileceği ve bunun parçası olarak Merkez Bankası’nın yeni yönetiminin, 22 Haziran’daki Para Politikası Kurulu toplantısından itibaren faizler konusunda nasıl bir adım atacağı merak ediliyor.

Paylaşın

Dikkat Çeken Yorum: Şimşek’in En Önemli Sınavı Erdoğan’la İlişkisi Olacak

BlueBay Asset Management’ın üst düzey stratejisti Timothy Ash, 0 ay sonra 2024 yılında Türkiye’de yerel seçimlerin yapılacağına dikkat çekerek, “Mehmet Şimşek’in en önemli sınavı Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilişkisi olacak. Yerel seçimler olası bir çatışma noktası” dedi.

Timothy Ash’e göre, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yaptığı açıklamalarda İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde belediye seçimlerini yeniden kazanma hedefi koyan Erdoğan’ın 2024 yerel seçim sürecinde “ekonomide genel kabul görmüş politikalara inancını kaybetmesi” riski bulunuyor.

Gelişmekte olan piyasalar uzmanı Timothy Ash ayrıca, Mehmet Şimşek’in yetkin ve güvenilir bir ekip oluşturmasına izin verilmesi, desteklenmesi ve genel kabul görmüş ekonomi politikalarına dönebilmesi halinde, ülke ekonomisini uçurumun kenarından alabileceği görüşünde.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan yönetiminde uygulanan ‘faiz sebep-enflasyon sonuç’ temelli para politikası ve tırmanan enflasyon, 6 Şubat depremlerinin etkisi ve seçim öncesi siyasi belirsizlik ortamıyla birleşince, ekonomiyi yeni dönemde bir numaralı öncelik haline getirdi.

Seçimlerden önce hükümetle uzun bir müzakere mesaisi geçiren ve yeni kabinede ekonominin emanet edildiği Mehmet Şimşek, Hazine ve Maliye bakanlığı görevini Nureddin Nebati’den devralırken, fiyat istikrarının temel hedef olacağını ve enflasyonun tek hanelere düşürülmesinin hayati önem taşıdığını vurguladı.

Mehmet Şimşek ekonomide bu hedeflere ulaşma sürecinde, yabancı yatırımcının önceki dönemde eksikliğinden yakındığı şeffaflık, tutarlılık, öngörülebilirlik ve uluslararası normlara uygunluk gibi ilkelerin altını çizdi, “Türkiye’nin rasyonel zemine dönme dışında seçeneği kalmamıştır” dedi.

“Yetkin bir ekip oluşturulur ve çalışmasına izin verilirse ekonomi uçurumun kenarından dönebilir’’

İngiltere tahsilli, merkezi Londra’da bulunan yatırım bankası Merrill Lynch’in eski stratejistlerinden olan Mehmet Şimşek uluslararası finans dünyasında “piyasaların dostu” saygın bir isim olarak biliniyor.

Ekonominin başına Mehmet Şimşek gibi bir ismin getirilmesi, Türkiye ekonomisini kurtarabilir ve genel kabul gören ekonomi politikalarından uzaklaşıldığı için kaçan yabancı yatırımcıyı Türkiye’ye geri getirebilir mi?

Londra’dan VOA Türkçe’den Begüm Dönmez Ersöz’ün sorularını yanıtlayan gelişmekte olan piyasalar uzmanı Timothy Ash, Mehmet Şimşek’in yetkin ve güvenilir bir ekip oluşturmasına izin verilmesi, desteklenmesi ve genel kabul görmüş ekonomi politikalarına dönebilmesi halinde, ülke ekonomisini uçurumun kenarından alabileceği görüşünde.

“Mehmet Şimşek’in en büyük sınavı Erdoğan’la ilişkisi”

10 ay sonra 2024 yılında Türkiye’de yerel seçimlerin yapılacağına dikkat çeken BlueBay Asset Management’ın üst düzey stratejisti Timothy Ash, “Mehmet Şimşek’in en önemli sınavı Cumhurbaşkanı Erdoğan’la ilişkisi olacak. Yerel seçimler olası bir çatışma noktası” diyor.

Timothy Ash’e göre, Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin ardından yaptığı açıklamalarda İstanbul ve Ankara gibi büyük şehirlerde belediye seçimlerini yeniden kazanma hedefi koyan Erdoğan’ın 2024 yerel seçim sürecinde “ekonomide genel kabul görmüş politikalara inancını kaybetmesi” riski bulunuyor.

Türkiye Merkez Bankası’nın eski başekonomisti Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Hakan Kara, yerel seçime kadar daha rasyonel ancak ekonomiyi de aşırı soğutmayan politikaların uygulanabileceğini belirtiyor.

Prof. Kara, “Mevcut dış denge ve rezerv durumu ekonomide aklın yoluna dönmeyi gerektiriyor. Bununla birlikte muhtemelen yerel seçime kadar daha rasyonel ancak ekonomiyi de aşırı soğutmayan politikalar uygulanacaktır. Asıl köklü değişiklikler yerel seçimden sonra gerçekleşebilir” diyor.

Merkez Bankası başkanlığı için adı geçen Hafize Gaye Erkan nasıl yorumlanıyor?

Uyguladığı faiz politikası sebebiyle bağımsızlığı tartışma konusu olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası başkanlığı için ABD’de finans sektöründe üst düzey yöneticilik yapan Hafize Gaye Erkan’ın ismi geçiyor.

Hafize Gaye Erkan, geçen yıl yüzde 85’e tırmanan enflasyona rağmen 2021’den bu yana faiz oranlarının düşürülmesi politikasını uygulayan Şahap Kavcıoğlu’nun yerine düşünülen adaylardan biri.

ABD’de First Republic Bank’in eski CEO’su ve yatırım bankası Goldman Sachs’ta üst düzey yöneticilik yapmış olan Hafize Gaye Erkan, Boğaziçi Üniversitesi Endüstri Mühendisliği’nden mezun ve Princeton Üniversitesi’nden Finans Mühendisliği alanında doktorası bulunuyor.

Hafize Gaye Erkan, ABD’de geçtiğimiz aylarda batan ve el konulan orta ölçekli bankalardan First Republic Bank’te 2021’e kadar üst düzey yöneticiydi.

Reuters’ın haberine göre bugün Mehmet Şimşek’le biraraya gelen 41 yaşındaki Hafize Gaye Erkan, Merkez Bankası başkanı olması halinde, bu göreve gelen en genç ve ilk kadın başkan olacak.

Konuyla ilgili hükümet cephesinden henüz bir açıklama ise gelmedi.

“Merkez Bankası’nın bağımsızlığı kritik”

Seçimden önce son 21 yılda ilk kez net rezervi negatif bölgeye geçen Merkez Bankası’nın yeni dönemde bağımsız bir para politikası izleyip izlemeyeceği merak konusu.

Timothy Ash, Merkez Bankası’nın başına geçecek isimden çok bankanın kararlarında ne ölçüde bağımsız olacağının önemli olduğunun altını çiziyor ve ekonomideki tablonun büyük ölçüde buna bağlı olduğunu vurguluyor.

Politika faiz oranını yükselten son Merkez Bankası başkanı olarak tarihteki yerini alan Naci Ağbal, beş aydan daha kısa bir süre bu görevde kaldıktan sonra 2021’de görevden alınmıştı.

Hafize Gaye Erkan’ın tipik AK Parti çekirdek kadrolarından gelmediğinin altını çizen Timothy Ash, bu durumu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çevresindeki danışmanların değiştiği veya kendisine “makul ve Ortodoks ekonomi politikalarının benimsenmesi doğrultusunda daha iyi tavsiye verildiğinin” bir işareti olarak yorumladı.

Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bir sonraki toplantısı 22 Haziran’da. Hafize Gaye Erkan’ın Merkez Bankası başkanlığı için adının geçmesi bankanın faiz oranını arttıracağına yönelik beklentiyi artırdı.

Gelişmekte olan piyasalar analisti Timothy Ash, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni dönemde Mehmet Şimşek ve Merkez Bankası’na ekonomide gereken adımların atılmasına imkan verildiğini piyasalara göstermek zorunda olduğunu belirtiyor.

“Artık alternatif politikalara yer yok”

ABD’de bulunan yatırım bankası Goldman Sachs, Türkiye’de döviz kuruna ilişkin bir önceki tahminini revize ederek 3 Haziran’daki raporunda, önümüzdeki 12 ay içinde kademeli bir artışla ABD Doları’nın 28 TL’den işlem görebileceği öngörüsünde bulundu.

Yatırım bankası, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kazandığı seçimlerden önceki tahmininde önümüzdeki bir yıl içinde kademeli bir artışla ABD Doları’nın 22 TL’den işlem göreceğini tahmin etmişti.

Goldman Sachs son raporunda, ekonomi yönetiminde Mehmet Şimşek tercihinin “para politikasının daha Ortodoks bir yöne doğru kayması olasılığını arttırdığı” görüşünü dile getirdi.

Raporda, son on yıl içinde yüzde 90 değer kaybeden Türk Lirası’nda önümüzdeki dönemde olası değer kaybı için, “Asıl mesele Lira’nın ciddi oranda değer kaybedip kaybetmeyeceği değil, bunun ne zaman olacağı” ifadeleri kullanıldı.

Önümüzdeki dönemde dövizde yaşanabilecek gelişmeleri değerlendiren Timothy Ash, bundan sonraki süreçte genel kabul gören ve uluslararası normlar çerçevesinde yürütülen ekonomi politikaları dışında “alternatif politikalara yer olmadığını” vurguladı.

Mali danışmanlık şirketi Taneo’nun Siyasi Risk Danışmanlığından sorumlu Eş-Başkanı Wolfango Piccoli de Reuters’a yaptığı değerlendirmede, “Erdoğan’ın ekonomi cephesinde daha pragmatik bir bakış açısını ne kadar süre tolere edebileceği belirsiz” diyor.

Yabancı yatırımcı geri gelir mi?

Yatırımcıların Erdoğan’ın geleneksel ekonomi politikalarından uzaklaşan yaklaşımından endişe duyduğu 2015 yılında da Mehmet Şimşek’in piyasalara güven vermek amacıyla göreve getirildiğini hatırlatan uzmanlar, Şimşek tercihinin yalnızca vitrinde kalmaması için gerçek politika değişikliklerinin şart olduğuna dikkat çekiyor.

Özellikle yatırımcı güveninin yeniden kazanılması için bir atamadan daha fazlasının gerektiğine dikkat çeken uzmanlar, bu bağlamda Merkez Bankası’nın bağımsızlığının en önemli faktör olduğunun altını çiziyor.

Türkiye’de son yıllarda ekonomide kurumsal bir erozyon yaşandığını da vurgulayan Timothy Ash, uluslararası piyasaların ve yabancı yatırımcının Mehmet Şimşek’e ilk aşamada aksi bir tutum görülmediği sürece olumlu bakmaya meyilli olacağını; ancak ihtiyatı da elden bırakmayacağını söylüyor.

2021’de görevden alınan eski Merkez Bankası Başkanı Naci Ağbal ve 2020’de görevden affını isteyen eski Maliye Bakanı Lütfi Elvan dönemlerinin “yabancı yatırımcının hala hafızasında” olduğunu anımsatan Prof. Hakan Kara da yabancı yatırımcının bu dönemde temkinli olacağı görüşünde.

Prof. Kara, “Öncelikle icraatı izleyeceklerini, yeni ekonomi yönetimine belirli bir alan tanındığından emin olduktan sonra aşamalı olarak gireceklerini tahmin ediyorum” diyor.

Reuters’a konuşan East Capital varlık yöneticisi Emre Akçakmak da benzer bir görüşü dile getiriyor.

Ekonomide önemli pozisyonlarda görev alan kişilerin sık sık değişmesinden yatırımcıların memnun olmadığını hatırlatan Akçakmak, “Uzun vadeli stratejik yatırımcıların geri gelmesi çok kolay olmayacak. Yıllar olmasa da aylar alacak” diyor.

(Kaynak: VOA Türkçe)

Paylaşın

Türkiye, Sefalet Endeksi’nde Dünya Onuncusu

157 ülkenin yer aldığı sefalet endeksi listesinde Türkiye, 101.601 puanla 10. ülke oldu. Türkiye’de sefalet endeksine en çok etki eden faktörün yüksek enflasyon olduğu belirtildi.

Ekonomist İstihbarat Birimi, Uluslararası Para Fonu (IMF) Dünya Ekonomik Görünümü Raporu, Dünya Bankası, Uluslararası Çalışma Örgütü, ülkelerin merkez bankaları ve istatistik kurumları, sefalet endeksi için veri kaynakları olarak kullanıldı.

John Hopkins Üniversitesi’nden Uygulamalı Ekonomi Profesörü Steve Hanke tarafından hazırlanan “Yıllık Sefalet Endeksi” 2022 yılı verileri yayınlanddı.

Ülkeleri ekonomik koşullarına göre değerlendiren Hanke’nin Yıllık Sefalet Endeksi’ne göre, 2022 yılında dünyanın “en sefil” ülkesi 414.7 puanla Zimbabve oldu.

157 ülkenin yer aldığı bu listede Türkiye, 2022’de sefaletin en yüksek olduğu 10. ülke olarak sıralandı. Türkiye’nin sefalet endeksi 101.601 olarak hesaplandı.

Türkiye’de sefalet endeksine en çok etki eden faktörün yüksek enflasyon olduğu belirtildi.

Hanke’nin endeksine göre, “sefaletin” en az olduğu ülke İsviçre oldu. İsviçre’nin sefalet puanı 8.51 olarak hesaplandı.

Hanke makalesinde endeksin nasıl hesaplandığını “Benim Yıllık Sefalet Enfeksi (HAMI) versiyonum, yıl sonu işsizlik (iki ile çarpılır), enflasyon ve banka kredisi oranlarının toplamından, kişi başına düşen reel gayrisafi yurt içi hasıladaki yıllık yüzde değişiminin çıkarılmasıyla elde edilir.” şeklinde açıkladı.

Hanke’ye göre, ekonomik alanda sefalet yüksek enflasyon, yüksek borçlanma maliyetleri ve işsizlikten kaynaklanma eğiliminde ve bu sefaleti azaltmanın kesin yolu ekonomik büyümeden geçiyor.

Ekonomist İstihbarat Birimi, Uluslararası Para Fonu (IMF) Dünya Ekonomik Görünümü Raporu, Dünya Bankası, Uluslararası Çalışma Örgütü, ülkelerin merkez bankaları ve istatistik kurumları, Hanke’nin Yıllık Sefalet Endeksi için veri kaynakları olarak kullanıldı.

(Kaynak: Euronews Türkçe)

Paylaşın

Seçim Sonrası “Kur” Krizi Endişesi: Dolar 25 TL’yi Aşabilir

Yerli ve yabancı pek çok uzman, seçimlerin tamamlanmasının ardından dolar kurundaki yükselişte hızlanma öngörüyor. Yapılan değerlendirmelere göre, 26 Mayıs Cuma günü 20 TL’yi aşan dolar kuru, yıl sonuna kadar 25 TL’nin üzerine çıkabilir.

Adını vermek istemeyen bir iş insanı, sandıktan kim çıkarsa çıksın Türkiye’nin önünde ciddi bir döviz krizi olabileceğini belirtiyor. Bu iş insanına göre, kurlarla birlikte yeniden yükselişe geçecek enflasyon yatırım ortamını daha da yavaşlatacak ve işten çıkarmalar artacak.

Türkiye’yi aylardır meşgul eden seçim maratonu, 28 Mayıs Pazar günü cumhurbaşkanı seçiminin ikinci turu tamamlanınca sona erecek. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu arasında geçecek seçim yarışından zaferle çıkan isim, Türkiye’de finans piyasalarındaki dalgalanma ve ekonomi politikaları açısından da belirleyici olacak.

DW Türkçe’den Aram Ekin Duran’ın haberine göre, seçime günler kala Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB) swap dahil net rezervlerinin 21 yıl sonra eksiye düşmesi, piyasadaki döviz sıkıntısı ve bankalardan dövizini çekmek isteyen vatandaşlara yaşatılan gecikmeler 29 Mayıs Pazartesi sabahından itibaren Türkiye’de bir “kur” tehlikesi yaşanabileceği endişelerine neden oluyor.

21 yıl sonra net rezervler ekside

26 Mayıs Cuma günü itibarıyla bankalar arası piyasada dolar kuru seviyesi 20 TL’nin üzerini görürken, Kapalıçarşı’da doların satış fiyatı 21,5 TL düzeyine kadar çıkmış durumda. Bu arada Merkez Bankası rezervlerindeki düşüş ivmesi de devam ediyor. TCMB verilerine göre son iki haftada rezervlerde 12,5 milyar dolarlık düşüş gerçekleşirken, 19 Mayıs haftasında brüt rezervler 3,5 milyar dolar düşüşle 101,6 milyar dolara indi.

Rezervlerdeki gerileme son 2 ayda 25 milyar dolara ulaşırken, 19 Mayıs haftasında 21 yıl sonra ilk kez net rezerv eksi 0,2 milyar dolar seviyesine geriledi. Swap hariç net rezervler ise 19 Mayıs haftasında eksi 60,3 milyar dolar oldu. Aynı dönemde altın rezervi de 1,6 milyar dolarlık düşüşle 42 milyar 765 milyon dolara geriledi.

“İflas riski artıyor”

Rezervlerdeki bu erime ile birlikte, Erdoğan’ın kazanması halinde düşük faiz politikasının devam edeceğine dair açıklamaları, uluslararası piyasalarda Türkiye ekonomisine ilişkin risk algısını artırıyor.

14 Mayıs’ın hemen öncesinde 500 baz puanın altına gerileyen Türkiye’nin kredi risk primi (CDS) seçimin ikinci tura kalması ve Erdoğan’ın ikinci tur için daha avantajlı olduğuna dair yorumlar sonrasında 720 baz puana kadar çıkarak Ekim 2022’den beri en yüksek seviyesini gördü.

Geçtiğimiz günlerde sosyal medya hesabından Türkiye’nin CDS puanındaki sert yükselişe işaret eden, eski Merkez Bankası Başekonomisti Prof. Dr. Hakan Kara, ortaya çıkan tablonun Türkiye için “iflas riski”ni artırdığını söyledi. Kara, “14 Mayıs sonrası Türkiye’nin CDS’i 494’ten 704’e yükseldi. Yani dış borcun ödenememe (iflas) olasılığı kabaca yüzde 20’den yüzde 30’a çıktı” değerlendirmesinde bulundu.

Dolar kurunda endişeli bekleyiş

Yerli ve yabancı pek çok uzman, seçimlerin tamamlanmasının ardından dolar kurundaki yükselişte hızlanma öngörüyor. Yapılan değerlendirmelere göre, 26 Mayıs Cuma günü 20 TL’yi aşan dolar kuru, yıl sonuna kadar 25 TL’nin üzerine çıkabilir.

Adını vermek istemeyen bir iş insanı, sandıktan kim çıkarsa çıksın Türkiye’nin önünde ciddi bir döviz krizi olabileceğini belirtiyor. Bu iş insanına göre, kurlarla birlikte yeniden yükselişe geçecek enflasyon yatırım ortamını daha da yavaşlatacak ve işten çıkarmalar artacak.

Yabancılar Borsa İstanbul’dan çıkıyor

Döviz piyasasından bu tehlike sinyalleri gelirken, borsa tarafında da kayıplar artmaya başladı. Borsa İstanbul BIST-100 Endeksi, Aralık 2022’deki 5 bin 500 seviyesinden 4 bin 500 seviyelerine kadar gerilerken, borsadaki yabancı yatırımcı oranı ise tarihi dip seviyeyi gördü.

10 yıl önce yüzde 67’yi bulan borsada yabancı takas oranı 25 Mayıs itibarıyla yüzde 27,85 ile tüm zamanların en düşük seviyesine gerilemiş oldu. TCMB’nin haftalık menkul kıymet istatistiklerine göre yabancı yatırımcılar 5 Mayıs tarihinden bu yana Borsa İstanbul’da 1 milyar doları aşkın net hisse satışı gerçekleştirdi.

Merkez faize yine dokunmadı

Ekonomide tüm bu gelişmeler yaşanırken, TCMB Para Politikası Kurulu (PPK) 25 Mayıs Perşembe günü gerçekleştirdiği toplantıda politika faizini (bir hafta vadeli repo faiz oranı) Mayıs ayında da yüzde 8,5 seviyesinde sabit tuttu. Böylelikle faizdeki seviyenin değişmezliği dördüncü ayını tamamlamış oldu.

TCMB’den yapılan açıklamada, “Sanayi üretiminde yakalanan ivmenin ve istihdamdaki artış trendinin sürdürülmesi açısından finansal koşulların destekleyici olması deprem sonrasında daha da önemli hale gelmiştir. Bu çerçevede Kurul, politika faizinin sabit tutulmasına karar vermiştir. Kurul, para politikası duruşunun fiyat istikrarı ve finansal istikrarı koruyarak deprem sonrası gerekli toparlanmayı desteklemek için yeterli olduğu görüşündedir” denildi.

TÜİK göre tüketici güveni iyileşiyor

Öte yandan Türkiye ekonomisinde yaşanan yüksek enflasyon, dış ticaret açığı, bütçe bozulması, döviz sıkıntısı gibi sorunlara rağmen, resmi veriler son bir yılda tüketici güveninde istikrarlı bir iyileşme yaşandığını öne sürüyor. Haziran 2022’de 63,4 seviyesine kadar düşen tüketici güveni, son açıklanan Mayıs 2023 sonuçlarına göre 91,1’e kadar yükseldi. Bu seviye, Temmuz 2018’den bu yana görülen en yüksek seviye olarak kayıtlara geçti.

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (TCMB) iş birliği ile yürütülen “Tüketici Eğilim Anketi”nde yer alan Tüketici Güven Endeksi’nin 100’den büyük olması tüketicinin ekonomiye güveninde iyimser durumu, 100’den küçük olması ise tüketici güveninde kötümser durumu gösteriyor. Dolayısıyla endeks hala “iyimser” seviyenin altında seyretse de, son bir yılda ekonomide yaşanan sorunlara bakıldığında, tüketici güvenindeki yadsınamaz iyileşmenin hangi gerekçeye dayandığı merak konusu.

Liderlerin ekonomi vaatleri

Cumhurbaşkanı seçimi ikinci tura kalana kadar meydanların gündemini belirleyen ana konu ekonomi olmuştu. 14 Mayıs’tan sonra ise Sinan Oğan’ın aldığı oy oranı üzerinden milliyetçilik ve mülteci sorunu ön plana çıksa da, seçime bir iki gün kala Erdoğan’ın da Kılıçdaroğlu’nun da gündemi yine ekonomi oldu.

Seçime iki gün kala kredi kartı faizlerini silme ve ana para tahsilatının 36 ay vadeye yayılacağı vaadinde bulunan Kılıçdaroğlu, ayrıca yeni bir emeklilik düzenlemesi yapacağı sözü de verdi. Vatandaşlara gönderdiği SMS ile 2000 sonrası için emeklilik vaat eden Kılıçdaroğlu, “8 Eylül 1999’da sigortalı olan emekliliğe hak kazanıyor. Ama bir gün sonrasında sigortalı olan tam 17 yıl sonra emekli olabiliyor. EYT’deki bu adaletsizliği bitireceğim” ifadesini kullandı.

Son günlerde Erdoğan da yeniden ekonomi odaklı açıklamalar yaptı. Hükümetin seçim sonrasında emekli maaşlarında bir iyileştirme için hazırlıklara başladığı belirtilirken, Erdoğan Merkez Bankası’nın rezervlerine ilişkin Körfez ülkelerinden gelen destekleyici sıcak paranın devam edeceğine işaret etti.

Paylaşın